TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
SÜLEYMAN EZENDEMİR BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/20285)
|
|
Karar Tarihi: 20/12/2017
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi
DURSUN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Ceren Sedef
EREN
|
Başvurucu
|
:
|
Süleyman
EZENDEMİR
|
Vekili
|
:
|
Av. Fatma
BERBER
|
|
|
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, ulusal ölçekte yayımlanan bir gazetede yer alan köşe
yazısının kişisel itibarı ihlal ettiği gerekçesiyle açılan tazminat davasının
reddedilmesi nedeniyle şeref ve itibarın korunmasını isteme hakkının ihlal
edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 29/12/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
8. Ulusal ölçekte yayımlanan Hürriyet gazetesinin 20/4/2012
tarihli nüshasında,gazeteci Yılmaz Özdil'in "Doktor" başlıklı köşe yazısı yayımlanmıştır. Köşe
yazısı şu şekildedir:
" Doktor
1980...
Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği üyesi Sinan Suner, Sovyetler’in
Afganistan’ı işgalini protesto etmek için Ankara’nın Yukarı Ayrancı semtinde
afişleme yapıyordu. Sağlık Bakanı Cengiz Gökçek’in koruması Süleyman Ezendemir (başvurucu) oradan geçiyordu, çekti tabancasını, ateş etti, ODTÜ
öğrencisi Sinan’ı öldürdü.
Gaziantep mebusu Cengiz Gökçek, hukukçuydu
aslında, avukattı ama... Demirel, Erbakan, Türkeş hükümetinin koalisyon
dengeleri gereği, Sağlık Bakanı yapılmıştı. Sinan’ı öldüren Süleyman Ezendemir,
yargılanmayı bırak, gözaltına bile alınmadı, hatta, sonradan terfi etti.
Ertesi gün...
Sinan’ın öldürüldüğü yerde protesto gösterisi
yapıldı. Polis geri durdu, gençlerin üstüne askerleri sürdüler. Arbede çıktı.
Tek el silah sesi, drannn! Piyade er Zekeriya Önge düştü. Sırtından saplanan
mermi, kalbini delmişti. 1979’a 2 tertip, Giresun doğumlu Zekeriya, henüz 20
yaşında... Kardeşin kardeşe kırdırıldığı “düşmansız savaş”ın şehidi olmuştu.
24 genci gözaltına aldılar.
Biri, Erdal Eren’di. Kadere bak... Şehit asker
Zekeriya gibi, Giresunluydu. Henüz 17 yaşında, Ankara Yapı Meslek Lisesi
öğrencisiydi. Tutuklandı. Jet hızıyla yargılandı. Bir ay içinde idama mahkûm
edildi, utanç müzesi olan Ulucanlar’da asıldı.
Aslında, hem tıp, hem hukuk cinayeti işlenmişti.
Adli Tıp raporu bilimsellikten uzaktı. “Kemik röntgenine baktık, yaşı 18’den
büyük” dediler. Uzmanlar itiraz etti, nafile, astılar.
Üstelik...
Hadisenin yaşandığı sokakta oturan ve
mahkemede ifadelerine başvurulmayan, biri kuaför iki “görgü tanığı” vatandaş,
seneler sonra televizyon programında açık açık anlattı. Erdal’ın elinde tabanca
vardı ama, sokağın öbür ucunda ve askerleri karşıdan, cepheden gören bir
yerdeydi. Şehit Zekeriya ise, sırtından ve yakından vurulmuştu. Fizik kuralları
açısından Erdal’ın Zekeriya’yı vurmuş olması imkansızdı. Balistik ve otopsi,
laga lugaya getirildi. Muhtemelen, arbedenin paniğiyle tetiğe dokunan bir asker
arkadaşı tarafından yanlışlıkla vurulmuştu.
Kanıt mı?
Seneler geçti, internet icat oldu, Giresun
Valiliği resmi internet sitesi kurdu. “Şehitlerimiz” bölümünde Zekeriya
Önge’nin “silah kazası sonucu” öldüğü duyuruldu! Erdal’ın avukatları bunu
öğrendi, “işte kanıt” diye basına açıklama yaptı. Skandal ortaya çıkınca, önce
“teröristlerle çatışma” diye değiştirildi, sonra “iç güvenlik çatışması” diye
değiştirildi. Gazeteler meseleyi deşmeye başlayınca, Giresun Valiliği Basın
Halkla İlişkiler Müdürlüğü yazılı açıklama yaptı: Şahadet nedeni “sehven” silah
kazası olarak yazılmıştır.
Sehven’di yani!
Oysa, sehven mehven değildi... Erdal’ın idam
kararını iki kez bozan Yargıtay emekli hakimi Albay Ahmet Turan, 28 sene sonra
konuştu: “Erdal’ın Zekeriya’yı öldürdüğüne dair vicdani kanaatim yoktu. İdam
kararını bozduk, sıkıyönetim mahkemesine geri gönderdik, tekrar idama mahkum
ettiler, tekrar bozduk, tekrar idama mahkum ettiler, onamadık, dosya Daireler
Kurulu’na gitti, onadılar. Zekeriya’dan çıkan mermi çekirdeği ile Erdal’ın
tabancasının mermileri mukayese edilmedi. Erdal’ın yaşı 18 değildi. Çocuk her
duruşmada ‘ölümüne sebep olmuşsam, bundan büyük üzüntü duyuyorum’ dedi,
hafifletici sebep dikkate alınmadı. Haksız yere idam edildi. Yaş haddime 8 sene
vardı, erken emeklilik istedim. Emirle hakimlik olmaz. Atatürk’ün okullarında
yetişmiş bir hukukçu olarak, kabul edemezdim.”
Erdal’ın idamdan önceki “son bakış”ını Savaş
Ay fotoğrafladı. Emin Çölaşan’la birlikte Erdal’ın hücresine giren Savaş
ağabey, o anları şöyle anlattı: “Hücrenin kapısını açtılar, Erdal arkasını bize
dönmüş, yüzü duvara doğruydu. Yanımızdaki komutan ‘Erdal yüzümüze bakabilirsin’
dedi. Bunu üç kere söyledi. Talimatlar böyleymiş. Yarın asılacak çocukla, yüz
yüzeydik. Kahramanmaraş, Çorum, hatta, Afrika’da kabile savaşları bile gördüm,
böyle bi tablo görmemiştim. ‘Beni bitki haline getirmek istiyorlar, ailemle
görüştürmüyorlar, savunmamı almadılar, yaşımı büyüttüler, ibreti alem için
asacaklar ama, korkmuyorum’ dedi. Gazeteye gittim. Odama kapanıp ağladım. Emin
Çölaşan’ın ‘Önce İnsanım, Sonra Gazeteci’ kitabının adı, oradan çıkmadır.”
Romanını yazdılar Erdal’ın, dizi film yaptılar,
adına besteler yaptılar. Bir tanesi, müziği bıraktığını açıklayan Teoman’ındı.
“İki Çocuk”tu şarkının adı!
Kalpte kurşun, ilmek boyunda, iki çocuk ölüm
karşısında... Hep çocuk kalacaklar, büyümeden birer tabutta... Ama, yaşıyorlar,
gülüyorlar, annelerinin rüyalarında.
Çünkü...
Hem idam edilen Erdal’la, hem şehit edilen
Zekeriya’yla “akraba”ydı Teoman!
Şöyle anlattı, talihsiz çocuklarımızın “kan
bağı”nı... “Erdal, akrabamdı. Garip bir rastlantı sonucu, sadece suç unsuru
olarak bahsedilmesine içerlediğim Zekeriya’nın da akrabamız olduğunu öğrendim.
İki Çocuk’u yazdım. Zekeriya ile Erdal, akrabaydı.”
Offf, of.
2012...
Güya 12 Eylül’ü yargıladığımız ve Afganistan’ı
işgal edenlere “koruma” hizmeti verdiğimiz şu günlerde... Koruması yüzünden,
katmerli dramın taaa en başında adı geçen “Avukat Cengiz Gökçek Devlet
Hastanesi”nde, koruma skandalı nedeniyle, günahsız bi doktoru öldürdüler.
“Hap” gibi anayasa yapılan ülkenin, hukukçu
sağlık bakanının adını taşıyan hastanesinde, hukuksuzluktan tıp şehidi.
Hatırlayın, bi kaç sene evvel Profesör Göksel
Kalaycı’yı öldürmüştü bi hasta yakını, bütün gazetelerde manşet olmuştu...
Şimdi, Doktor Ersin Arslan’ı öldürdüler, anca üçüncü sayfaya haber olabildi.
Rutin maalesef... Kurşunluyorlar, bıçaklıyorlar, yumrukluyorlar, sıradanlaştı.
Oysa...
Sırf doktor cinayeti değildir bu. Kardeşi
kardeşe kırdırmaktan ders almayan Türkiye’nin, fazladan iki oy kapabilmek için,
eğitimli’yi cahil’e kırdırmasıdır. Bilmeyen’i bilen’e, okumayan’ı okuyan’a
düşman etmesinin... Ve suç işleyen cahil’i korumasının sonucudur.
Kanıt mı?
Katil, 17 yaşında.
Erdal’ı asmışlardı.
Bunun adını bile kodluyoruz...
Ki, aman diim çocuktur.
Toplum içinde rencide olmasın!"
9. Başvurucu anılan haber üzerine kişilik haklarının ihlal
edildiğinden bahisle Hürriyet gazetesi sahibi şirket ve yazının sahibi gazeteci
Yılmaz Özdil aleyhine manevi tazminat davası açmıştır. Başvurucu dava
dilekçesinde, köşe yazısında kendisi hakkında aktarılanların aksine olay günü resmî
olarak görevli bulunduğunu, ayrıca söz konusu öldürme eylemi nedeniyle
yargılanarak beraat ettiğini ve hakkında açılan idari soruşturma sonucu
yaptırım uygulanmasına yer olmadığına karar verildiğini belirtmiş, ilgili karar
bilgilerini de eklemiştir.
10. Ankara 8. Asliye Hukuk Mahkemesi 27/3/2013 tarihinde davayı
reddetmiştir. Mahkeme ret kararında dava konusu köşe yazısının asıl amacının,
bir doktorunhasta yakını tarafından bıçaklanarak öldürülmesi olayı üzerine
olayın meydana geldiği hastaneye adını veren dönemin Sağlık Bakanı Cengiz
Gökçek'in koruması olan davacının (başvurucunun) karıştığı bir adam öldürme
olayı ve olayın vuku bulduğu 1980'li yıllarda yaşanılan diğer hadiselerle de
irtibat kurularak hükûmetin sağlık alanındaki icraatları ve hükûmet politikasının
eleştirilmesi olduğunu belirtmiştir. Bu kapsamda öz ile biçim arasındaki
dengenin korunduğu, güncel bir olayla bağlantılı şekilde aktarıldığı, haber
niteliği taşıdığı ve manevi tazminatı gerektirir unsurların oluşmadığı
gerekçesiyle dava reddedilmiştir.
11. Başvurucunun söz konusu ret kararını temyiz etmesi üzerine
Yargıtay 4. Hukuk Dairesi 2/4/2014 tarihinde, usul ve yasaya uygun olduğu
gerekçesiyleret kararını onamıştır. Başvurucunun onama kararına karşı bulunduğu
karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 23/10/2014 tarihli kararıyla
reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 2/12/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.
12. Başvurucu 29/12/2014 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
13. Başvurucu, köşe yazısında yer verilen adam öldürme olayı
nedeniyle hakkında açılan kamu davası sonucu olayın meşru savunma kapsamında
kaldığı değerlendirilerek verilen ceza tayinine yer olmadığına ilişkin kararın
onandığına dair Yargıtay ilamını bireysel başvuru formuna eklemiştir. Buna göre
1980 yılında meydana gelen öldürme olayı nedeniyle başvurucu hakkında 1987
yılında kamu davası açıldığı ve 14/3/1988 tarihli Yargıtay onama ilamı ile
sürecin sona erdiği anlaşılmaktadır. Yine başvurucu hakkında açılan idari
soruşturma sonucuceza verilmesine yer olmadığına dair 30/11/1981 tarihli
disiplin kurulu kararı da bireysel başvuru formuna eklenmiştir.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
14. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 58.
maddesi şöyledir:
"Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara
karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir.
..."
B. Uluslararası Hukuk
15. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 10. maddesi
şöyledir:
“1. Herkes ifade özgürlüğü
hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke
sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de
verme özgürlüğünü de kapsar...
2. Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu
özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal
güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu
düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, (...) için gerekli olan
bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.”
16. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi (AİHM), demokratik bir toplumda basının oynadığı temel rolün altını
birçok kez çizmiştir. AİHM'e göre -her ne kadar başkalarının şöhret ve
haklarının korunmasıyla ilgili olarak bazı sınırları aşmaması gerekse de- basının
görev ve sorumluluklarının bilincinde olarak kamu yararını ilgilendiren her
konuyu iletme görevi vardır. AİHM, basının böyle konularda bilgi ve fikir
yaymadan ibaret olan görevine kamunun bu fikir ve bilgileri alma hakkı
eklendiğini hatırlatmıştır. AİHM’e göre bu görevi olmasa basın, vazgeçilmez
kamusal “gözetleyici” (watchdog) rolünü oynayamaz (Bladet Tromsø ve Stensaas/Norveç
[BD], B. No: 21980/93, 20/5/1999, §§ 59, 62;Pedersen
ve Baadsgaard/Danimarka [BD], B. No: 49017/99, 17/12/2004, § 71; Von Hannover/Almanya (No. 2), § 102).
17. AİHM, bir gazete
makalesinde hakaret içerdiği iddia edilen beyanlara karşı bir kimsenin
itibarının korunması hakkını özel yaşam kapsamında görmektedir (White/İsveç, B. No: 42435/02, 19/12/2006,
§§19, 30). AİHM'e göre kamusal bir tartışma bağlamında ve yayımlanan yazılar
nedeniyle eleştirilmiş olsa bile bir kişinin itibarı, kişisel kimliğinin ve
manevi bütünlüğünün bir parçasını oluşturur (Pfeifer/Avusturya,
B. No: 12556/03, 15/11/2007, § 35; Axel
Springer AG/Almanya, B. No: 39954/08, 7/2/2012, § 83).
18. AİHM'e göre basın özgürlüğü ile başkalarının şöhret ve
itibarlarının korunmasının çatışması hâlinde, eğer şöhreti söz konusu olan kişi
kamu görevlisi ise dengeleme sırasında bu kişinin üstlendiği kamu görevi
gözönüne alınmalıdır. Bununla birlikte, kamu görevlilerinin siyasetçilerde
olduğu gibi her türlü söylemlerini yakın denetime açtıkları da söylenemez. Kamu
görevlilerinin, görevlerini hakkıyla yerine getirebilmeleri için kamu güvenine
sahip olmaları gerekir ki bu da ancak onları asılsız suçlamalara karşı
korumakla sağlanabilir (Lesnik/Slovakya,
B. No: 35640/97, 11/6/2003, § 53).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
19. Mahkemenin 20/12/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
20. Başvurucu, köşe yazısında ismi de açıkça verilerek hakkında
aktarılan olguların yanlış olduğunu, nitekim yazıda belirtilenin aksine olay
günü tesadüfen değil resmî görevli olarak olay yerinde bulunduğunu, afişleme
yapan öğrenciler tarafından kendisine ateş edilmesi üzerine kendini korumak
amacıyla karşılık verdiğini ve söz konusu öldürme eylemi nedeniyle yargılanarak
beraat ettiğini, hakkında yürütülen idari soruşturma sonucu ise ceza
verilmesine yer olmadığına karar verildiğini belirtmiştir. Başvurucu ayrıca
olaydan sonra terfi de ettirilmediğini, üniversite mezunu olmasına rağmen söz
konusu olay nedeniyle amir sınıfına alınmadığını belirterek anılan köşe yazısı
üzerine kişisel itibarının zedelendiği gerekçesiyle açtığı tazminat davasının
reddedilmesi nedeniyle çeşitli anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
B. Değerlendirme
21. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Bu bağlamda başvurucunun şikâyetleri şeref
ve itibarın korunmasını isteme hakkı kapsamında incelenmiştir.
22. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa'nın
17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, yaşama, maddi
ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."
23. Anayasa’nın 5. maddesi şöyledir:
“Devletin temel amaç ve görevleri, …
Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve
mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti
ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve
sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için
gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
24. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan şeref
ve itibarın korunması hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Genel İlkeler
25. Bireyin kişisel şeref ve itibarı, Anayasa'nın 17. maddesinde
yer alan "manevi varlık" kapsamında yer almaktadır. Devlet, bireyin
manevi varlığının bir parçası olan kişisel şeref ve itibara keyfî olarak
müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlüdür (Adnan Oktar (3), B. No: 2013/1123,
2/10/2013, § 33). Başka bir deyişle kişisel itibarın korunması hakkı,
Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasının koruması altındadır. Şeref ve
itibarı etkileyen sözel saldırılar veya basın ve yayın yolu ile yapılan
yayınlara karşı bireyin korunmaması hâlinde Anayasa'nın 17. maddesinin birinci
fıkrası ihlal edilmiş olabilir.
26. Devletin, bireylerin maddi ve manevi varlığının korunması
ile ilgili pozitif yükümlülükleri çerçevesinde şeref ve itibarın korunması
hakkı ile diğer tarafın Anayasa’da güvence altına alınmış olan ifade
özgürlüğünden yararlanma hakkı arasında adil bir denge kurması gerekir. Mevcut
olaydaki gibi başvurularda başvurunun sonucu prensip olarak başvurunun
ihtilaflı haber ve sözlerin sahibi tarafından Anayasa’nın 26. maddesine
dayanılarak yapılmış olması ile bu makaleye veya sözlere konu olan kişi
tarafından Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasına dayanılarak yapılmış
olmasına göre değişmez. Aksi hâlde Anayasa’nın anılan maddelerinde korunan
hakların dengelenmesinde, benzer olaylarda çelişkili sonuçlar ortaya çıkabilir.
Yargı mercilerinin bu iki maddede düzenlenen haklar arasında Anayasa’nın 13. maddesinde
ve bu maddenin uygulanmasına ilişkin Anayasa Mahkemesi içtihadında ortaya
konulan kriterlere uygun bir denge kurmaları gerekir (Bekir Coşkun [GK],B. No: 2014/12151,
4/6/2015, § 47).
27. Bu kapsamda ifade özgürlüğü ile şeref ve itibarın korunması
hakkı arasında Anayasa Mahkemesi içtihadına uygun bir denge kurulmasıyla ilgili
olarak uygulanması gereken kriterler; haber, makale veya fotoğrafların basında
çıkmasının kamu yararına yönelik bir tartışmaya yapacağı katkı, hedef alınan
kişinin ünlülük derecesi ve haber veya makalenin konusu, ilgili kişinin önceki
davranışı, yayımın içeriği, şekli ve sonuçları ilehaber veya makalenin
yayınlanma şartlarının, söz konusu haberde yer alan olayların geçtiği dönemde
ülkede meydana gelen olaylar ışığında değerlendirilmesi gerekliliği olarak
belirlenmiştir (İlhan Cihaner (2),
B. No: 2013/5574, 30/6/2014, §§ 67-73).
28. Haberde hedef alınan kişinin ünlülük derecesi ve haber veya
makalenin konusuyla ilgili olarak siyasetçilerin ve kamu görevlerinin,
özellikle görevleriyle ilgili ya da toplumun genelini ilgilendiren konularda
şeref ve itibarın korunmasını isteme hakkı yönünden diğer bireylere nazaran
daha dar bir korumadan yararlanacakları kabul edilmektedir. Bununla birlikte
kamunun bilgilenme hakkı, kamuda tanınan kişilerin, kamu görevlilerinin ve
özellikle de siyasi kişiliklerin özel hayatlarının çeşitli boyutlarına belli
bazı durumlarda üstün gelebilse de yayımlanan haberler ile onlara eşlik eden
fotoğraf ve yorumların bu kişilerin sadece özel hayatlarıyla ilgili detaylar
hakkında olması ve belli bir kesimin bu konudaki merakını gidermek dışında bir
amaç taşımaması durumunda ifade özgürlüğünün daha dar yorumlanması
gerekmektedir (İlhan Cihaner (2), §§
68-70).
29. Somut davanın kendine has koşullarında mahkemelerin
başvurucuyu eleştiri sınırını aşan bir müdahaleden korumakta yetersiz kalıp
kalmadıkları incelenmelidir. Bu bağlamda somut başvuruda taraflar arasındaki
ihtilaflardan biri de başvuru konusu haberin, maddi vakıaların açıklanması veya
değer yargısı olarak nitelendirilmesi ile ilgilidir. Bu noktada maddi olgular
ile değer yargısı arasında dikkatli bir ayrıma gidilmelidir. Maddi olgular
ispatlanabilse de değer yargılarının doğruluğunu ispatlamanın mümkün olmadığı
dikkate alınmalıdır (İlhan Cihaner(2),
§ 64). Öte yandan yeterli bir olgusal temele sahip olması beklenmekle birlikte
yargılamaya konu bir yazının bütün olarak ele alındığında kamu yararını
ilgilendirmesi, değer yargısı kavramının geniş yorumlanması gerekliliğini
ortaya çıkarabilir. Bir suç isnadının sağlam bir nedene dayandığının ortaya
konmasında aranan kesinlik derecesinin, kamu yararı ile ilgili bir konuda
gazetecilerin değer yargısı içeren ifadeleri bakımından da aranmasını beklemek
basın özgürlüğünün amacı ile bağdaşmaz (Yıldız
Oto Ağca (3), B. No: 2014/1032, 29/6/2016, § 22).
30. Öte yandan gazetecilerden bir beyanın doğruluğunu
kanıtlamakla yükümlü savcı gibi hareket etmelerini beklemek aşırı yüksek bir
ispat külfeti getirir ve böyle bir mükellefiyet sanık veya davalı olarak
yargılandıkları davalarda hakkaniyete uygun düşmeyen sonuçlara ulaşılmasına
neden olabilir (Orhan Pala, B.
No: 2014/2983, 15/2/2017, § 51).
b. İlkelerin Olaya
Uygulanması
31. Bir doktorun hasta yakını tarafından öldürüldüğü güncel bir
olay üzerine yayımlanan başvuru konusu köşe yazısında, geçmişte yaşanmış
münferit şiddet olayları üzerinden yargı sistemi ve dolayısıyla devletin,
adaleti sağlamakta yetersiz kaldığı eleştirisine yer verilmiş ve bu durum genel
olarak ülkede artan şiddet olaylarının sebebi olarak gösterilmiştir. Bu
bağlamda haberin kamuya yönelik bir tartışma başlatma amacı taşımakla kamuyu
ilgilendirdiği konusunda şüphe bulunmamaktadır.
32. Başvuru konusu köşe yazısının asıl amacının, adalet
mekanizmasının yetersizliğinin ülkedeki şiddet olaylarının artmasına yaptığı
etkinin değerlendirilmesi olduğu anlaşılmaktadır. Bu kapsamda yazıda açıkça
ismine de yer verilmesine rağmen yazının hedefinin başvurucu değil devlet,
devlet kurumları ve devletin adalete ilişkin politikaları olduğu görülmektedir.
33. Bununla birlikte yazıda aktarılan olayın gerçekleştiği
dönemde başvurucunun bir kamu görevlisi olduğu ve kamu görevlisi sıfatıyla
gerçekleştirdiği bir eylemden bahsedildiğigözönüne alındığında, başvuru konusu
köşe yazısının ifade özgürlüğü yönünden yararlanacağı korumanın geniş olması
gerektiği kabul edilmelidir.
34. Başvuru konusu yazıda "Yurtsever
Devrimci Gençlik Derneği üyesi Sinan Suner, Sovyetler’in Afganistan’ı işgalini
protesto etmek için Ankara’nın Yukarı Ayrancı semtinde afişleme yapıyordu.
Sağlık Bakanı Cengiz Gökçek’in koruması Süleyman Ezendemiroradan geçiyordu,
çekti tabancasını, ateş etti, ODTÜ öğrencisi Sinan’ı öldürdü." şeklinde
aktarılan olayda başvurucu, kendisinin olay yerinde resmi görevli olarak
bulunduğunu ve karşı taraftan ateş açılması üzerine kendisini savunmak amacıyla
karşılık verdiğini ileri sürmüş, söz konusu olay nedeniyle hakkında meşru
müdafaa gerekçesiyle verilen ceza verilmesine yer olmadığına dair kararı da
sunmuştur. Sunulan mahkeme kararına göre yazıda bahsedilen ölüm olayının
başvurucu tarafından gerçekleştirildiğinin sabit olduğu ancak başvurucu
hakkında meşru müdafaa gerekçesiyle ceza verilmesine yer olmadığına
hükmedildiği görülmektedir. Bu bağlamda başvuru konusu yazıda değinilen ölüm
olayının gerçek olduğu ve anılan eylemin başvurucu tarafından meşru müdafaa
kapsamında gerçekleştirilmediği anlamının çıkartılmasına neden olacak bir
anlatıma da yer verilmediği gözetildiğinde, söz konusu olayın aktarılış biçimi
nedeniyle şeref ve itibarın korunması hakkının ihlal edildiğinden bahsedilemez.
35. Öte yandan yukarıda değinilen ilke gereğince (§ 30) çok uzun
bir süre önce gerçekleşmiş ve davası da gerçekleşmesinin ardından yaklaşık yedi
yıl sonra açılmış bir olayda, yazı sahibi gazetecinin başvurucu hakkında ceza davası
açıldığını bilme ya da takip etme sorumluluğunun bulunduğunu söylemek, hukuk
davalarının söz konusu olduğu durumlarda da gazetecilerin basın özgürlüğüyle
bağdaşmayan bir ispat yükü altında bırakılmalarına sebep olabileceğinden, söz
konusu yazının amacı bağlamında başvurucunun anılan olay nedeniyle
yargılanmadığına dair ifadenin tümüyle olgusal temelden yoksun olduğunun
söylenemeyeceği değerlendirilmiştir. Bu itibarla başvurucunun şikâyet ettiği
diğer ifadeler nedeniyle de şeref ve itibarın korunması hakkının ihlal
edildiğinden bahsedilemez.
36. Açıklanan nedenlerle derece mahkemelerince tarafların
haklarının değerlendirilmesinde açık bir dengesizlik bulunmadığı sonucuna
varıldığından Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan şeref ve
itibarın korunmasını isteme hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi
gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan şeref ve
itibarın korunmasını isteme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Şeref ve itibarın korunmasını isteme hakkının İHLAL
EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA,
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
20/12/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.