TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
A.T. BAŞVURUSU (2)
|
(Başvuru Numarası: 2014/2251)
|
|
Karar Tarihi: 9/6/2016
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
GİZLİLİK TALEBİ KABUL
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör
|
:
|
Elif KARAKAŞ
|
Başvurucu
|
:
|
A.T
|
Vekili
|
:
|
Av. Tülin
UYAR BALCIOĞLU
|
|
|
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1.Başvuru, Habertürk gazetesinde ve
gazetenin internet sitesinde yer alan bir haberde gerçeğe aykırı bilgilere yer
verilmesi nedeniyle şeref ve itibarının korunması hakkının ihlal edildiğine
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2.Başvuru 19/2/2014 tarihinde Antalya 2. Ağır Ceza Mahkemesi
vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3.Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 30/3/2015 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 10/7/2015 tarihinde, başvurunun
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Başvurunun bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 28/8/2015 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş
30/9/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın
görüşüne karşı beyanlarını 7/10/2015 tarihinde sunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8.Başvurucu, başvuru tarihi itibarıyla tıp profesörü unvanıyla
bir üniversitede öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır.
9.Habertürk gazetesinin
20/4/2011 tarihli nüshasında ve gazetenin internet sitesinde başvurucu hakkında
“’Hasta kocamı çaldın’ diye Prof’u dövdü” başlıklı bir haber yayımlanmıştır.
10. Gazetenin birinci
sayfasında “’Hasta kocamı çaldın’ diye Prof’u dövdü” başlığı kullanılmış ve altında “Antalya’da lösemi hastası kocası Ö.Y.’ı,
doktoru olan kadın profesörle aşk yaşamakla suçlayan D.Y. lokanta bastı.
Profesör dövüldü.” şeklinde iddialar yer almıştır.
11. Devamı gazetenin
altıncı sayfasında yer alan haberde, başvurucunun görev yaptığı üniversitede
tedavi gören hastası ile yemek yediği bir restoranda hastasının eşi ve diğer
bazı yakınlarının saldırısına uğradığı iddia edilmiştir. Bahsi geçen haber
şöyledir:
“Hastasıyla yemeğe giden Prof’a yasak aşk
suçlaması:
… Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. A.T.,
tedavisini yaptığı lösemi hatası Ö.Y. ile yemeğe gittiği restoranda, Ö.Y.’ın anne babasının ve eşinin saldırısına uğradı. Ö.Y.’ın karısı, profesörün, kocasıyla aşk yaşadığını ileri
sürdü.
… Üniversitesi Tıp Fakültesi … Bilim Dalı
Öğretim Üyesi Prof.Dr.A.T., yaklaşık 6 aydır
tedavisini sürdürdüğü lösemi hastası Ö.Y.’ın daveti
üzerine, kendisiyle buluşup …’deki bir restoranda yemeğe gitti. Ö.Y.’ın eşi D.Y., kayınpederi M.Y. ve kayınvalidesi A.Y. da
ikiliyi takip ederek restorana geldi. İddiaya göre D.Y., eşiyle aşk yaşadığını
ileri sürdüğü kadın profesöre tepki gösterince aralarında tartışma çıktı.
Restoran dışında kavgaya dönüşen olaya polis müdahale etti ve taraflar
birbirlerinden şikayetçi oldu.
İki
çocuk annesi D.Y., emniyetteki ifadesinde Prof. Dr. A.T.’nu
suçlayarak şunları söyledi:
‘YUVAMI YIKACAK’
‘6 yıllık eşim, lösemi olduğunu öğrenince tedavi için Prof. Dr. A.T.’na gitti. Bir süre sonra doktorun eşime gösterdiği özel
ilgiden şüphelendim. Yaklaşık bir ay önce eşim ‘Boşanmamız lazım’ diyerek evi
terk etti. Nedenini sorduğumda anlatmak istemedi. Olay günü eşim, bir telefon
gelince evden ayrıldı. Kayınvalidem ve kayınpederim ile birlikte eşimi takip
ettik. Amacımız doktordan, eşimin yakasını bırakmasını istemekti. Restoranda
konuşurken eşim ve o kadın bize saldırdı. Kayınvalidem, ‘Ne olur oğlumu bize ve
çocuklarına bağışla, peşini bırak’ diye yalvardı. Fakat o, yaşlı kayınvalideme
bile tekme tokat vurdu.’
‘EŞİM BOŞANMAK İSTEMİYORDU’
D. Y., eşinin evden ayrıldıktan sonra aracılar
göndererek eve dönmek istediğini, boşanmak istemediğini, ama doktorunun
kendisini ‘Tedavini yarım bırakırım, ölürsün’ diye tehdit ettiğini öne sürdü.
‘YERDE
SÜRÜKLEDİLER’
Suçlamanın asılsız olduğunu ileri süren bir
çocuk annesi Prof. Dr. A.T. da ifadesinde şunları söyledi: ‘Hastam Ö.Y., olay
günü telefonla arayıp, eşiyle kavga ettiğini ve psikolojisinin bozuk olduğunu
söyledi. Bir alışveriş merkezindeydim, Ö.Y.’ü …’nda aracıma aldım. Sakin bir yerde konuşmak amacıyla
yakında bulunan bir restorana gittik. Yemek söyledik. Bu sırada Ö.Y., ‘Eyvah
eşim ve ailem geldi’ dedi. Onları da kısmen tanıyordum. Beni konuşmak için
dışarı çağırdılar. Sonra beni hastamla ilişki yaşamakla suçlayıp saldırdılar.
Saçlarımdan tutup yerlerde sürüklediler. Ö.Y. beni kurtarmak isterken ona da
saldırdılar. Polisler gelip bizi kurtardı. Hastamla aramda doktor-hasta
ilişkisi dışında bir ilişki yoktur.’ Kadın profesörün ifadelerini doğrulayan
Ö.Y. da, ‘Ben istediğim için buluştuk. Eşimin
suçlamaları asılsızdır’ diye ifade verdi."
12. Başvurucu, bahsi
geçen haber nedeniyle kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu iddiasıyla
gazete, gazete sorumlu müdürü ve haberi yapan muhabir aleyhine 27/4/2011
tarihinde Antalya 3. Asliye Hukuk Mahkemesinde tazminat davası açmıştır.
13.Antalya 3. Asliye
Hukuk Mahkemesi, Habertürk gazetesinde ve internet
sitesinde yayımlanan haberin görünür gerçekliğe uygun olduğu gerekçesiyle
19/1/2012 tarihli kararı ile davanın reddine karar vermiştir. Kararın
gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:
“…
Mahkememizce, tarafların iddiaları
doğrultusunda; tüm deliller ve dokümanlar toparlanmıştır.Cumhuriyet
Başsavcılığı’ndan celp edilen ceza dosyalarının tetkikinde; gazetenin ve
internet sitesinin bildirdiği olayın esas itibarıyla gerçekleşmiş olduğu, ceza
soruşturmasının devam ettiği, 2011/24584 soruşturma nolu
dosyada dava dışı Ö.Y.’ın Cumhuriyet Savcısı
huzurunda verdiği 13/7/2011 tarihli beyanında açıkça ‘… aramızda duygusal bir
yakınlaşma oldu. Yaklaşık 20-25 gün bu manada bir ilişki yaşadık. En son …
balıkçıdaki olaydan sonra ilişkimiz de bitti…’ şeklinde beyanda bulunduğu, yani
basının verdiği haberin yaşanan olaylara ilişkin olduğu, görünür gerçekliğe
uygun olduğu görülmüştür. Basının bir mahkeme gibi her zaman maddi anlamda
gerçeği bulması beklenemez. Onlar görünür gerçekliği kamuoyu ile paylaşmak
görevi ve hakkını yürütmektedirler. Bu olayda da yapılan haber görülür
gerçekliğe uygundur. Bu sebeple ceza dosyasının incelenmesiyle mahkememizce
haberin içeriği ve dosya konusunda yeterli kanaate ulaşıldığından, mahkememizdeki
son duruşmada dinlenen üçüncü tanıktan sonra tanıkların olaya farklı bir boyut
getiremeyecekleri, davalı basının yaptığı haberin olaya uygun olduğu kanaatiyle
tanıkların dinlenilmesine son verilmiş, oluşan kanaatle… davanın reddine…”
14. Temyiz üzerine
Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin, 13/5/2013 tarihli ilamıylagazetenin
sorumlu müdürü bakımından husumet yönünden davanın reddedilmemiş olması
nedeniyle İlk Derece Mahkemesinin kararının bozulmasına, diğer yönlerden ise
usul ve yasaya uygun olduğundan bahisle onanmasına karar vermiştir.
15. Karar düzeltme istemi
ise aynı Dairenin 28/11/2013 tarihli ilamı ile reddedilmiş ve anılan karar
başvurucu vekiline 29/1/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.
16. Başvurucu 19/2/2014 tarihinde
bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
17. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 49.
maddesi şöyledir:
“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı
gidermekle yükümlüdür.
Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka
aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu
zararı gidermekle yükümlüdür.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
18. Mahkemenin 9/6/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
19.Başvurucu; Habertürk gazetesinin
kapak ve altıncı sayfası ile internet sitesinde yer alan “Hastayla yemeğe giden Prof’a
yasak aşk suçlaması” ve “’Hasta
kocamı çaldın’ diye Prof’u dövdü” başlıklı
haberde gerçek dışı iddialar nedeniyle mesleki kimlik ve onuruna tecavüz
edildiğini, gerçekleşmiş olan darp olayının kişilik haklarını zedeleyecek
tarzda bir haber hâline getirilerek hakaret ve iftiraya maruz bırakıldığını,
basın yoluyla vuku bulan haksız fiil nedeniyle öğrencilerinin, hastalarının ve
tüm toplumun önünde şeref ve haysiyetinin zedelendiğini, kişilik haklarına
yapılan söz konusu saldırıların açılan tazminat davasının reddedilmesi
sonucunda müeyyidesiz kaldığını ve davaya bakan hâkimin reyini önceden belli
ettiğini belirterek Anayasa’nın 17. ve 36. maddelerinde koruma altına alınan
şeref ve itibarın korunması hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür. Başvurucu ihlalin tespiti ile 20.000 TL manevi tazminata ve
toplam 10.000 TL yargılama masrafı ile vekâlet ücretine hükmedilmesini talep
etmiştir.
B. Değerlendirme
1.Anayasa'nın 17. Maddesinin İhlal Edildiğine
İlişkin İddia
20. Başvurucu başvuruya konu haberde yer alan iddiaların gerçek
dışı olduğunu, olayın sadece bir darp olayı iken asılsız isnat ve iftiralarla
kişilik haklarının zedeleneceği şekilde bir haber hâline getirildiğini
belirtmiş; şeref ve itibarın korunması hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
21. Anayasa Mahkemesinin benzer şikâyetlerdeki görevi, yargı
mercilerinin şeref ve itibar hakkı ile basın özgürlüğü arasında Anayasa
Mahkemesi içtihadında ortaya konulan kriterlere uygun bir şekilde bir denge
kurup kurmadıklarını ve mahkemelerin başvuranı kabul edilemez bir eleştiriden
korumakta yetersiz kalıp kalmadıklarını denetlemektir. Bu yapılırken derece
mahkemelerinin gerekçeleri dikkate alınacaktır (A.T., B. No: 2013/8482, 7/7/2015, § 16).
22. Başvuru konusu olaya benzer olaylarda uygulanacak ilkeler
ilk olarak İlhan Cihaner
kararında (B. No: 2013/5574, 30/6/2014, §§ 42-74) ortaya konmuştur. Daha sonra
aynı ilkeler Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu tarafından benimsenmiş (Kadir Sağdıç [GK], B. No: 2013/6617,
8/4/2015, §§ 35-66; Nihat Özdemir [GK],
B. No: 2013/1997, 8/4/2015, §§ 29-61) ve Bölümler önlerine gelen şikâyetlerde
sözü geçen ilkeleri uygulamışlardır (Ali
Suat Ertosun, B. No: 2013/1047, 15/4/2015, §§ 21-52; Ali Suat Ertosun (2), B. No: 2013/1640,
15/4/2015, §§ 19-50).
23.Başvuruya konu gazete ve internet sitesindeki haberde yer
alan hususlar (bkz. § 11) nedeniyle başvurucunun kişisel itibarının korunması
hakkına müdahale edildiği kabul edilmelidir. Bu sebeple mevcut davada
başvurucunun Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında koruma altına alınan
kişisel itibarın korunmasını isteme hakkı ile ulusal günlük gazetenin
Anayasa’nın 28. maddesinde güvence altına alınan basın özgürlüğü ve bu
özgürlükle bağlantılı olarak Anayasa’nın 26. maddesinde korunan ifade özgürlüğü
arasında bir denge kurulması gerekmektedir.
24. Bireyin kişisel şeref ve itibarı, Anayasa’nın 17. maddesinde
yer alan “manevi varlık” kapsamında yer almaktadır. Devletin, bireyin manevi
varlığının bir parçası olan kişisel şeref ve itibara keyfî olarak müdahale
etmemek şeklinde negatif yükümlülüğü ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemek
şeklinde pozitif yükümlülüğü bulunmaktadır(Abdullah Doğtaş, B. No: 2013/1123,
2/10/2013, § 33). Şeref ve itibarı etkileyen sözel saldırılar veya basın ve
yayın yolu ile yapılan yayınlara karşı bireyin korunmaması hâlinde Anayasa’nın
17. maddesinin birinci fıkrası ihlal edilmiş olabilir (Kadir Sağdıç, § 36; İlhan Cihaner, §
42).
25. Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın 17. maddesinin birinci
fıkrasının olaya uygulanabilmesi için kişinin itibarına yapılan saldırının,
kişinin itibarına saygı gösterilmesini isteme hakkından başvurucunun kişisel
olarak yararlanmasına zarar verecek boyuta ulaşmış olup olmadığını somut olayın
şartlarına göre değerlendirir (Kadir Sağdıç,
§ 39; İlhan Cihaner,
§§ 45, 56).
26. Öte yandan ifade özgürlüğü demokratik toplumun temelini
oluşturan ana unsurlardan ve toplumun ilerlemesi ve bireyin gelişmesi için
gerekli temel şartlardan birini oluşturmaktadır. Anayasa’nın 26. maddesinin
ikinci fıkrası saklı tutulmak üzere ifade özgürlüğünün sadece toplum tarafından
kabul gören veya zararsız veya ilgisiz kabul edilen bilgi ve fikirler için
değil incitici, şoke edici ya da rahatsız edici bilgi ve düşünceler için de
geçerli olduğu yinelenmelidir. İfade özgürlüğü, yokluğu hâlinde “demokratik bir
toplum”dan söz edemeyeceğimiz çoğulculuğun,
hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereğidir ve bazı istisnalara tabi ise de
bu istisnaların dar yorumlanması ve anılan hakkın sınırlandırılmasına ilişkin
gerekçelerin ikna edici olması gerekir (Abdullah
Öcalan [GK], B. No:
2013/409, 25/6/2014, § 95; Kadir Sağdıç,
§ 48; İlhan Cihaner,
§ 55; Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72,
7/12/1976, § 49).
27. Mevcut olaydaki gibi başvurularda başvurunun sonucu, prensip
olarak başvurunun ihtilaflı sözlerin sahibi tarafından Anayasa’nın 26.
maddesine dayanılarak yapılmış olması ile bu sözlere konu olan kişi tarafından
Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasına dayanılarak yapılmış olmasına göre
değişmez. Aksi hâlde Anayasa’nın anılan maddelerinde korunan hakların
dengelenmesinde benzer olaylarda çelişkili sonuçlar ortaya çıkabilir. Yargı
mercilerinin bu iki maddede düzenlenen haklar arasında Anayasa Mahkemesi
içtihadında ortaya konulan kriterlere uygun bir şekilde bir denge kurmaları
gerekir (A.T., B. No: 2013/8482,
7/7/2015, § 16).
28. Basın özgürlüğü ile itibarın korunması hakkı arasında bir
denge kurulmasıyla ilgili olarak mevcut olaya uygulanabilecek olan kriterler şu
şekilde sayılabilir: yazının genel yarara ilişkin bir tartışmaya katkı sağlayıp
sağlamadığı, hedef alınan kişinin konumu (siyasetçi, kamu görevlisi veya
sıradan birey olup olmaması ve ünlülük derecesi gibi), haber veya makalenin
konusu, ilgili kişinin önceki davranışları, yayımın içeriği, şekli ve sonuçları
ile haber veya makalenin yayımlanma şartları (İlhan
Cihaner, § 66-73; Kadir Sağdıç, §§ 58-66; Nihat Özdemir, §§ 54-61; Ali Suat Ertosun, §§ 44-52; Ali Suat Ertosun (2), §§ 42-50).
29. Somut davanın kendine has koşullarında mahkemelerin
başvurucuyu aşırı bir eleştiriden korumakta yetersiz kalıp kalmadıkları
incelenmelidir. Bu bağlamda somut başvuruda taraflar arasındaki ihtilaf, büyük
ölçüde dava konusu yazının maddi vakıaların açıklanması veya değer yargısı
olarak nitelendirilmesi ile ilgilidir. Bu noktada maddi olgular ile değer
yargısı arasında dikkatli bir ayrıma gidilmelidir. Maddi olgular ispatlanabilse
de değer yargılarının doğruluğunu ispatlamanın mümkün olmadığı hatırda
tutulmalıdır (Kadir Sağdıç, § 57;
İlhan Cihaner, §
64; Lingens/Avusturya, B. No: 9815/82, 8/7/1986, §
46). Yine de yeterli bir olgusal temele sahip olması beklenmekle birlikte
yargılamaya konu bir yazının bir bütün olarak ele alındığında kamu yararını
ilgilendirmesi, değer yargısı kavramının geniş yorumlanması gerekliliğini
ortaya koymaktadır. Bir suç isnadının sağlam bir nedene dayandığının ortaya
konmasında aranan kesinlik derecesinin, -kamu yararı ile ilgili bir konuda-
gazetecilerin değer yargısı içeren ifadeleri bakımından da aranmasını beklemek
basın özgürlüğünün amacı ile bağdaşmaz (Scharsach ve News Verlagsgesellschaft GmbH/Avusturya, B. No: 39394/98, 13/2/2004, §§
39-43).
30. Başvurucu; haber içeriğinde yer alan ifadelerin kendisine
yönelik iftira ve hakaret oluşturduğunu, yapılan haberle saygın bir bilim
insanı olması göz ardı edilip hukuka aykırı şekilde şeref ve haysiyetine
tecavüz edildiğini, meslektaşları, öğrencileri, hastaları ve toplum karşısında
küçük düşürüldüğünü iddia etmektedir. Buna karşın İlk Derece Mahkemesine göre
haberde verilen olayla ilgili olarak ceza soruşturması devam etmekte olup, Ö.Y.nin soruşturma aşamasında verdiği beyanlarından
gazetenin ve internet sitesinin haberi yaşanmış olaylara ilişkindir. Mahkeme,
basının görünür gerçekliği kamuoyu ile paylaşmak görevini ve sorumluluğunu
yürütmekte olduğunu hatırlatmaktadır. İlk Derece Mahkemesibasının
bir mahkeme gibi her zaman maddi anlamda gerçeği bulmasının beklenemeyeceğini
belirterek haberin görünür gerçeğe uygun olduğu gerekçesi ile davayı
reddetmiştir.
31. İlk olarak anılan gazetenin başvuruya konu haberinde dile
getirdiği ifadelerin olgular temelinde gelişen bir tartışmaya katkı sunup sunmadığı
ve içeriğinin kamunun merakını giderme isteğinin ötesine geçip geçmediği
sorularına cevap verilmelidir. Bu bağlamda bir haber veya yazının kamuyu
bilgilendirme değeri ne kadar yüksek ise kişinin söz konusu haber veya
makalenin yayımlanmasına o kadar çok katlanması gerekir. Aksine yazının
bilgilendirme değeri ne kadar düşükse kişinin korunan çıkarına da o kadar çok
üstünlük tanınması gerekir (İlhan Cihaner, § 74). Basının genel yarar nitelikli
bütün sorunlarla ilgili olarak bilgi ve fikir yayma fonksiyonuna, kamunun bu
bilgi ve fikirleri alma hakkının eklendiği hatırlanmalıdır.
32. Şikâyet konusu haberin yayımlandığı dönem, başvurucunun da
karıştığı darp eylemleri nedeniyle ceza soruşturmasının yürütüldüğü bir
dönemdir ve başvurucu, tıp profesörü unvanına sahip bir kamu görevlisidir. Bir
bütün olarak şikâyet konusu haber yazısında başvurucunun adının karıştığı bir
adli vakadan söz edilerek yürütülen soruşturma işlemlerinde beyan edilen
ifadelerden yararlanıldığı anlaşılmıştır. Daha sonra ceza davası da açıldığı
görülen olayla ilgili olarak soruşturma sürecindeki ifadeler habere aktarılmış,
başvurucunun evli olan hastası ile duygusal bir ilişki yaşaması nedeniyle
tartışma ve darp olaylarının yaşandığı şeklinde diğer kişilerin iddialarına yer
verilmiştir. Bu bakımdan söz konusu haberde sarf edilen sözlerin bir ölçüde
bilgilendirme değerinin bulunduğu ve genel yarar nitelikli tartışmaya katkı
sundukları kabul edilebilir. Ayrıca başvurucunun mesleği ile habere konu olan
darp olayları arasında illiyet bağının bulunmadığı da söylenemeyecektir. Bir
başka deyişle yaşanan olayların, başvurucunun salt özel hayatına ilişkin olarak
değil hasta-doktor arasındaki hizmet ilişkisi bağlamında haber yapıldığı
görülmektedir. Bu hususla ilgili olarak, basının genel yarar nitelikli bütün
sorunlarla ilgili olarak bilgi ve fikir yayma fonksiyonuna, kamunun bu bilgi ve
fikirleri alma hakkının eklendiği hatırlanmalıdır. Ayrıca basında yer alan
bilgilerin tüm yönleriyle doğruluğunun ortaya konması beklenmemelidir.
33. Son olarak anılan haberin başlığında geçen sözlerin
seçiminde abartıya kaçılmadığı da söylenemez. Ne var ki basın özgürlüğünün
kapsamının, demokrasi ile yakın ilişkisinin doğal sonucu olarak bir dereceye
kadar abartıya ve hatta kışkırtmaya izin verecek şekilde geniş yorumlanması
gerektiği kabul edilmelidir (Kadir Sağdıç,
§ 76; Radio France
ve diğerleri/Fransa, B. No: 53984/00, 30/3/2004, § 37).
34. Anayasa Mahkemesi veya derece mahkemeleri, gazetecilik
mesleğinin nasıl yapılması gerektiğini ve gazetecilerin haber verme tekniğini
belirleyemez. Zira bir düşüncenin en iyi hangi üslup ve biçimle aktarılacağına
ancak bizzat düşünceyi dile getirenler karar verebilir. Bu bağlamda Anayasa’nın
26. maddesinin sadece ifade edilen haber ve fikirlerin içeriğini fakat aynı
zamanda bunların nakledilme biçimlerini de koruduğu hatırda tutulmalıdır (Ali Suat Ertosun, § 66; Oberschlick/Avusturya, B. No: 11662/85, 23/5/1991, §
57).
35. Somut olayda İlk Derece Mahkemesi, davalının basın özgürlüğü
ve bu bağlamda ifade özgürlüğü ile başvurucunun şeref ve itibarının korunması
hakları arasında bir denge kurma işlemi yapmıştır. İlk Derece Mahkemesi davaya
konu haberde geçen olayın gerçekliği üzerinde durmuş ve yayınların yapıldığı
tarihte meydana gelen olayla yayının içeriği arasındaki öz-biçim ilişkisinin
bozulmadığı, başvuruya konu haberde geçen olayın “görünür gerçekliğe uygun” olduğu yönünde değerlendirme
yapmıştır. Nitekim başvurucu vekilinin de gerçekleşen darp olayının varlığını
açıkça kabul ettiği görülmektedir (bkz. § 19).
36. Bu şartlarda yukarıdaki değerlendirmelerin tamamı ve yargı
mercilerinin farklı çıkarları dengelerken sahip oldukları takdir payları da
dikkate alındığında Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında yer alan
pozitif yükümlülüklere uyulduğu, derece mahkemelerince tarafların haklarının
değerlendirilmesinde açık bir dengesizlik saptanmadığı ve bu kapsamda bir
ihlalin olmadığı açık olduğundan başvurunun diğer kabul edilebilirlik şartları
yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan
yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
2. Adil Yargılanma Hakkının
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
37. Başvurucu, reyini önceden belli eden hâkimin davaya bakmaya
devam etmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
38.30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve
incelenmesi" kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
"Mahkeme,
...açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar
verebilir."
39.Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün "Bireysel başvuru formu ve ekleri" başlıklı 59.
maddesinin (2) numaralı fıkrasının (d) bendinde, bireysel başvuru formunda
bireysel başvuru kapsamındaki haklardan hangisinin hangi nedenle ihlal edildiği
ve buna ilişkin gerekçeler ve delillere ait özlü açıklamaların yer alacağı
belirtilmiştir.
40. Başvuruya konu ihlal iddiasıyla ilgili deliller sunarak
olaya ilişkin iddialarını ve hangi Anayasa hükmünün ihlal edildiğine ilişkin
açıklamalarda bulunmak suretiyle hukuki iddialarını kanıtlama yükümlülüğü
başvurucuya aittir. Somut başvuruya ilişkin başvuru formunda ise başvurucu
tarafından yalnızca hâkimin reyini önceden belli ettiği belirtilmiş ancak
hâkimin reyini ne şekilde önceden belli ettiği hususunun açıklığa
kavuşturulmadığı, adil yargılanma hakkının somut olay bağlamında nasıl ihlal
edildiğini ortaya koyacak açıklama ve kanıtlamada bulunulmadan Anayasa'nın 36.
maddesine atıfta bulunulduğu görülmüştür. Bu durumda başvurunun bu kısmının
diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Kamuya açık belgelerde başvurucunun kimliğinin gizli
tutulması talebinin KABULÜNE,
B. 1. Şeref ve itibarın korunması hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
9/6/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.