TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
MUZAFFER ŞAH BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2014/234)
Karar Tarihi: 11/3/2015
Başkan
:
Serruh KALELİ
Üyeler
Burhan ÜSTÜN
Nuri NECİPOĞLU
Hicabi DURSUN
Hasan Tahsin GÖKCAN
Raportör
Şükrü DURMUŞ
Başvurucu
Muzaffer ŞAH
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, somut suç şüphesi bulunmadığı halde uzun süredir tutuklu olması ve gizli tanığın beyanına istinaden yargılanması ile yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle Anayasa’nın 19. maddesinde tanımlanan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiş ve tazminat talebinde bulunmuştur.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 6/1/2014 tarihinde Ceyhan Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 23/9/2014 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 6/11/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığı görüşünü 9/1/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 13/1/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, diyeceklerini 26/1/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu, Bakanlık görüşü ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, Ceyhan Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen 2006/5619 sayılı soruşturma kapsamında 29/6/2007 tarihinde gözaltına alınmış, Ceyhan Sulh Ceza Mahkemesinin 3/7/2007 tarih ve 2007/204 sayılı kararıyla tutuklanmıştır.
9. Adana Cumhuriyet Başsavcılığının 6/12/2007 tarih ve 2007/421 sayılı iddianamesiyle, başvurucu hakkında suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma, kasten insan öldürme ve tehdit suçlarından kamu davası açılmıştır.
10. Yargılamanın yürütüldüğü Adana 8. Ağır Ceza Mahkemesinin 15/6/2012 tarih ve E.2007/336, K.2012/1 sayılı kararıyla, başvurucunun kasten insan öldürme suçundan müebbet hapis, ruhsatsız ateşli silah taşımak suçundan bir yıl hapis ve 450 TL adli para cezası, mala zarar verme suçundan dört yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına, tutukluluk halinin devamına, tehdit ve suç örgütüne üye olmak suçlarından ise beraatına karar verilmiştir.
11. Başvurucu hakkındaki dava Yargıtayda temyiz aşamasında derdesttir.
12. Başvurucu 6/1/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
13. 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 81. maddesi şöyledir:
“(1) Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.”
14. 5237 sayılı Kanun’un 151. maddesi şöyledir:
“(1) Başkasının taşınır veya taşınmaz malını kısmen veya tamamen yıkan, tahrip eden, yok eden, bozan, kullanılamaz hâle getiren veya kirleten kişi, mağdurun şikâyeti üzerine, dört aydan üç yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.”
15. 10/7/1953 tarih ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar İle Diğer Aletler Hakkındaki Kanun’un 13. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Bu Kanun hükümlerine aykırı olarak ateşli silahlarla bunlara ait mermileri satın alan veya taşıyanlar veya bulunduranlar hakkında bir yıldan üç yıla kadar hapis ve otuz günden yüz güne kadar adlî para cezasına hükmolunur.”
16. 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. maddesi şöyledir:
“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.
(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.
b) Şüpheli veya sanığın davranışları;
1. Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,
2. Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,
Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.
(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;
…
2. Kasten öldürme (madde 81, 82, 83),
….
9. Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, Madde 220),
….”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
17. Mahkemenin 11/3/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 6/1/2014 tarih ve 2014/234 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
18. Başvurucu, tutukluluğu gerektirecek somut delil yokken tutukluluğun devam ettirildiğini, kanuni tutukluluk süresi olan 5 yılın dolmasına 15 gün kala hüküm verildiğini, dosyanın Yargıtaya gönderilmesinin 7 ay sürdüğünü, kasten insan öldürme suçuna ilişkin olarak yeterli delil yokken gizli tanığın beyanlarına göre yargılamanın devam ettiğini ve yargılamanın uzun sürdüğünü ileri sürerek tutukluluk halinin sona erdirilmesi ile tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
19. Başvurucunun uzun tutuklulukla ilgili şikayetlerinin Anayasa’nın 19. maddesinde düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı, yargılamanın uzun sürmesi ve hakkındaki gizli tanığın beyanlarına istinaden yürütüldüğü yönündeki şikayetlerinin ise Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılama hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlali İddiası
20. Başvurucu, somut delil bulunmadığı halde tutukluluğunun devam ettirildiğini ve tutukluluk süresinin makul olmadığını iddia etmiştir.
21. Adalet Bakanlığı görüşünde bu şikayet ile ilgili olarak görüş sunulmayacağını belirtmiştir.
22. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu Ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler.”
23. Bu hüküm gereğince Anayasa Mahkemesi, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler. Dolayısıyla Mahkemenin zaman bakımından yetkisi ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvurularla sınırlıdır. Kamu düzenine ilişkin bu düzenleme karşısında, anılan tarihten önce kesinleşmiş nihaî işlem ve kararları da içerecek şekilde yetki kapsamının genişletilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/832, 12/2/2013, § 14).
24. Başvurunun kabul edilebilmesi için ihlal iddiasına dayanak teşkil eden nihai işlem veya kararların 23/9/2012 tarihinden evvel kesinleşmemiş olmaları da gerekmektedir. Nihai işlem veya kararların anılan tarihten önce kesinleştikleri tespit edildiği takdirde ilgili şikâyetler bakımından başvurunun kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir. Mahkemenin yargı yetkisine ilişkin bu tespitin bireysel başvuru incelemesinin her aşamasında yapılabilmesi mümkündür (B. No: 2012/726, 2/7/2013, § 32).
25. Kişi serbest bırakılmadan yargılanmakta olduğu davada ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm olmuşsa, mahkûmiyet tarihi itibarıyla da tutukluluk hali sona erer. Çünkü bu durumda kişinin hukuki durumu “bir suç isnadına bağlı olarak tutuklu” olma kapsamından çıkmaktadır. Bireysel başvuru incelemesi açısından, tutuklamanın şartları ile mahkûmiyete hükmedilmesi arasındaki esaslı fark bunu gerektirir. Zira mahkûmiyete karar verilmiş olmakla, isnat olunan suçun işlendiği, bundan failin sorumlu olduğunun sübuta erdiği kabul edilmekte ve bu nedenle sanık hakkında hürriyeti bağlayıcı cezaya ve/veya para cezasına hükmedilmektedir. Mahkûmiyetle birlikte kişinin kuvvetli suç şüphesi ve bir tutuklama nedenine bağlı olarak tutukluluk hali sona ermektedir. Bu açıdan mahkûmiyet kararının kesinleşmiş olması ayrıca gerekmez (B. No: 2012/726, 2/7/2013, § 33).
26. Başvurucu 3/7/2007 tarihinde Ceyhan Sulh Ceza Mahkemesince tutuklanmış ve yargılandığı davada mahkûmiyet kararının verildiği 15/6/2012 tarihinde başvurucunun “suç isnadına bağlı olarak tutukluluk” hali sona ermiştir.
27. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun “kişi hürriyeti ve güvenliğinin” ihlal edildiği yönündeki şikâyetlerine konu olayda tutukluluğa ilişkin nihai kararın Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başladığı 23/9/2012 tarihinden önce verildiği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının “zaman bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Somut Suç Şüphesi Bulunmadığı Halde Gizli Tanığın Beyanlarına İstinaden Yargılandığı İddiası
28. Başvurucu, somut suç şüphesi bulunmadığı halde gizli tanığın beyanlarına ve tahminlere istinaden yargılamanın devam ettirildiğini iddia etmiştir.
29. Adalet Bakanlığı görüşünde özetle: Başvurucunun şikayetinin yargılamanın bütünü itibariyle adil olup olmadığı hususuna ilişkin olduğu ve başvuru konusu yargılamanın halen temyiz aşamasında derdest olduğunu belirterek Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına atfen bireysel başvuru yoluna, iddia edilen hak ihlallerinin olağan denetim mekanizması içinde giderilmemesi durumunda başvurulabileceğini belirtilmiştir.
30. Başvurucu Adalet Bakanlığının görüşüne karşı beyanlarında özetle; Adalet Bakanlığının görüşünde belirttiği bazı suçlardan beraat ettiğini, çıkar amaçlı suç örgütü ve kasten insan öldürme suçlarından cezalandırıldığını, ikametinde yapılan aramada herhangi bir suç unsuruna rastlanılmadığını belirterek başvuru formundaki beyanlarını özetle tekrarlamıştır.
31. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“... Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”
32. 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
33. Anılan Anayasa ve Kanun hükümleri uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için ihlale neden olduğu iddia edilen işlem veya eylem için öngörülen idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerekir. Bireysel başvurunun ikincil nitelikte bir hak arama yolu olması nedeniyle, asıl olan hak ve özgürlüklere kamu otoritelerince saygı gösterilmesi ve olası bir ihlal durumunda bunun idari ve/veya yargısal olağan yollarla giderilmesidir. Bu nedenle bireysel başvuru yoluna ancak kanunda öngörülen olağan yollar tüketilmesine rağmen ihlalin ortadan kaldırılamadığı durumlarda gidilebilir (B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 28).
34. Somut olayda başvuru konusu yargılamanın temyiz aşamasında olduğu, başvurucunun, delillerin değerlendirilmesine dair adil yargılanma hakkı kapsamındaki iddiaları yönünden başvuru yollarının tüketilmediği görülmektedir.
35. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun, somut suç şüphesi bulunmadığı halde gizli tanığın beyanlarına istinaden yargılandığı iddiasına ilişkin olarak “başvuru yollarının tüketilmemesi” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Yargılama Süresinin Makul Olmadığı İddiası
36. Başvurucunun, yargılamanın makul süreyi aştığı yönündeki şikayeti açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığından kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
37. Başvurucu, yargılamasının makul olmayan bir süredir devam ettiğinden şikâyetçi olmuştur.
38. Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18), Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) metni ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı bir çok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38–39).
39. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).
40. Anayasa’nın 36. ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca kişilere, cezai alanda yöneltilen suçlamaların da (suç isnadı) makul sürede karara bağlanmasını isteme hakkı tanınmıştır. İsnat olunan fiil, ceza kanunlarında suç olarak nitelendirilmiş ve yargılama aşamasında ceza hukukunun kuralları uygulanmış ise ayrıca bir uygulanabilirlik incelemesi yapılmaksızın kendiliğinden adil yargılanma hakkının kapsamına girer (B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 31). Başvuru konusu olayda, başvurucu hakkında, “suç işlemek için kurulan örgüte üye olmak, kasten insan öldürme, tehdit” suçlarını işlediği iddiasıyla dava açılmıştır. Başvurucu hakkında isnat olunan suçlar 5237 sayılı Kanun’da hapis cezasını gerektirir şekilde tanımlanmışlardır. Bu çerçevede başvurucu hakkındaki suç isnadına dayalı yargılamanın Anayasa’nın 36. maddesinin güvence kapsamına girdiği konusunda kuşku bulunmamaktadır (B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 32).
41. Ceza muhakemesinde yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken sürenin başlangıcı, bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama ve gözaltı gibi birtakım tedbirlerin uygulanması anıdır. Somut başvuru açısından bu tarih, başvurucunun gözaltına alındığı 29/6/2007 tarihidir. Ceza yargılamasında sürenin sona erdiği tarih, suç isnadının nihai olarak karara bağlandığı, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul süre şikâyetiyle ilgili kararını verdiği tarihtir (B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 34).
42. Yargılama sürecinin uzamasında yetkili makamlara atfedilecek gecikmeler, yargılamanın süratle sonuçlandırılması hususunda gerekli özenin gösterilmemesinden kaynaklanabileceği gibi, yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliğinden de ileri gelebilir. Zira Anayasa’nın 36. maddesi ile Sözleşme’nin 6. maddesi, hukuk sisteminin, mahkemelerin davaları makul bir süre içinde karara bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesi sorumluluğunu yüklemektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 44). Bu kapsamda, yargı sisteminin yapısı, mahkeme kalemindeki rutin görevler sırasındaki aksamalar, hükmün yazılmasındaki, bir dosyanın veya belgenin bir mahkemeden diğerine gönderilmesindeki ve raportör atanmasındaki gecikmeler, yargıç ve personel sayısındaki yetersizlik ve iş yükü ağırlığı nedeniyle yargılamada makul sürenin aşılması durumunda da yetkili makamların sorumluluğu gündeme gelmektedir (B. No: 2012/1198, 7/11/2013, § 55).
43. Anayasa Mahkemesinin, derece mahkemelerinin yargılama sürelerine riayetlerine ilişkin mevzuatı nasıl yorumladıklarını ve uyguladıklarını denetleme görevi bulunmamakta; Mahkeme, davaların “makul süre” içerisinde tamamlanıp tamamlanmadığını tespit etmek amacıyla yargılama süresinin bütününü ele alarak, bu sürenin Anayasa’nın 36. maddesine uygun olup olmadığıyla sınırlı bir inceleme yapmaktadır (B. No: 2014/2454, 4/11/2014, § 44).
44. Başvuru konusu olayda başvurucu, hakkında yürütülen soruşturma kapsamında 29/6/2007 tarihinde gözaltına alınmış, 3/7/2007 tarihinde tutuklanmıştır. Adana Cumhuriyet Başsavcılığı 6/12/2007 tarihinde başvurucunun da aralarında bulunduğu elli üç şüpheli hakkında kamu davası açmıştır. Yargılamayı yürüten Adana 8. Ağır Ceza Mahkemesi 15/6/2012 tarihli kararı ile birleşen iki dosyayla birlikte toplam elli altı sanık hakkında hüküm kurmuştur. Davada müşteki sayısı otuzdur. Hüküm başvurucu tarafından temyiz edilmiş olup temyiz incelemesi devam etmektedir.
45. Başvurucunun da dahil olduğu şüpheliler suç işlemek amacıyla örgüt kurmak ve kurulan suç örgütüne üye olma, tefecilik, yağma, şantaj, kasten yaralama, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, tehdit, kasten insan öldürme, mala zarar verme ve ruhsatsız silah bulundurma suçlarından yargılanmışlardır.
46. Başvurucunun yargılandığı dava dosyası 18/1/2011 ve 21/5/2012 tarihlerinde iki farklı dava dosyası ile birleştirilmiştir.
47. İlk Derece Mahkemesince başvurucu hakkında mahkûmiyet hükmü kurulana kadar toplam yirmi üç duruşma yapılmıştır. Şüphelilerden birinin yurt dışında olması nedeniyle savunmasının alınması için yurt dışına istinabe talebi yapılmış olup, bu işlemin yerine getirilmesi yaklaşık 1 yıl 6 ay sürmüştür.
48. Yargılama sonucunda Mahkeme 15/6/2012 tarih ve E.2007/336, K.2012/101 sayılı kararla başvurucunun müebbet hapis cezası ve toplam 5 yıl hapis ve 450 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluk halinin devamına karar vermiştir. UYAP sisteminde yapılan araştırmada 11/2/2013 tarihinde dosyanın temyiz incelemesi için Yargıtay’a gönderildiği, Yargıtay 1. Ceza Dairesince 5/6/2014 tarihinde eksikliklerin ikmali için dosyanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına iadesine karar verdiği tespit edilmiştir.
49. Ceyhan Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında 29/6/2007 tarihinde gözaltına alınan başvurucu hakkındaki dava, Anayasa Mahkemesince yapılan bireysel başvuru incelemesi sırasında Yargıtayda temyiz aşamasındadır. Başvurucuya bir suçun isnat edildiği 29/6/2007 tarihi ile bireysel başvurunun karara bağlandığı tarih arasında geçen süre yaklaşık 7 yıl 8 aydır.
50. Makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddialarına ilişkin olarak AİHM, mutlak bir süreye göre değerlendirme yapmamakta, her davanın özelliğine göre, makul sürenin aşılıp aşılmadığını incelemektedir. Davanın karmaşıklığı, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu, AİHM tarafından bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde içtihat yoluyla geliştirilmiş olan kriterlerdir (Frydlender/Fransa, No: 30979/96, 27/6/2000, § 43; Ezel Tosun/Türkiye, No:33379/02, 10/1/2006, 21; Namlı ve Diğerleri/Türkiye, No: 51963/99, 23/5/2007, § 24; Alhan/Türkiye, No: 8163/07, 2/4/2013, § 21; Danespayeh/Türkiye, No: 21086/04, 16/7/2009, § 28), (B. No: 2014/2454, 4/11/2014, § 51).
51. AİHM, yargılamanın karmaşıklığını değerlendirirken davanın hem hukuki hem de maddi açıdan bütün yönlerini ele almakta, davanın konusunun karmaşıklığı, hukuki meselenin çözümündeki güçlük, delillerin toplanmasında karşılaşılan engel, maddi olayların karmaşıklığı, sanıkların ya da isnat edilen suçların veya tanıkların sayısı, davanın uluslararası unsurları, bilirkişi deliline ihtiyaç, yazılı delillerin hacmi gibi birçok unsuru incelemektedir (Pretto ve Diğerleri/İtalya, No: 7984/77, 8/12/1983, § 32; Eckle/Almanya, No:8130/78, 15/7/1982, § 81; Buchholz/Almanya, No: 7759/77, 6/5/1981, § 55; Neumeister/Avusturya, No: 1936/63, 27/6/1968, § 21). AİHM bir kararında, davanın karmaşıklığı ile ilgili olarak, davadaki sanık sayısı, suçun ekonomik boyutu, bilirkişi raporuna ihtiyaç duyulması gibi nedenlerle 7 yıl 27 gün süren yargılama sürecinin makul olduğunu belirtmiştir (M.A.T./Türkiye, No: 63964/00, 19/1/2007, § 40), (B. No: 2014/2454, 4/11/2014, § 52).
52. Davanın taraflarının ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu açısından ise ceza davalarında sanık, adli makamlarla aktif bir işbirliği yapmak zorunda olmadığı gibi hukuk sisteminin sunduğu savunma imkânlarını kullandığı için de kusurlu bulunamaz. Diğer taraftan devlet, kendi idari ve yargısal organlarına yüklenebilecek gecikmelerden sorumludur. AİHM, yetkili makamların tutumu ölçütünü, esas olarak, meydana gelen gecikmeden devletin ihmal ve kusuru nedeniyle sorumlu olup olmadığına bakarak ele almaktadır (Zana/Türkiye, No: 18954/91, 25/11/1997, §§ 79–82). AİHM, yargılamada ortaya çıkan her bir hareketsiz geçen dönemi veya ertelemeleri ayrı ayrı değerlendirmektedir. Bununla birlikte AİHM, bir başvuruda yargısal organlara yüklenebilecek 15 aylık bir gecikme periyoduna rağmen, ulusal yargı makamları önünde 7 yıl 4 ay süren davanın oldukça karmaşık olduğunu göz önünde bulundurarak makul sürede yargılanma hakkının ihlal edilmediğine karar vermiştir (Neumeister/Avusturya, No: 1936/63, 27/6/1968, §§ 20–21). AİHM ayrıca yargı makamlarının davaları birleştirme, delil toplama gibi nedenlerle davayı uzatmalarının belli bir yere kadar makul görülebileceğini belirtmektedir (Ewing/Birleşik Krallık (Avrupa Komisyonu Raporu), No: 11224/84, 7/10/1987, § 151), (B. No: 2014/2454, 4/11/2014, § 53).
53. Anayasa Mahkemesi de bireysel başvuru kapsamında incelediği başvurularda kırk sekiz şüpheli hakkında on dört ayrı suçtan açılan davada, yargılama başladıktan sonra aralarında bağlantı görülen farklı dosyaların birleştirildiği, duruşmaların ortalama olarak dört ay aralıklarla gerçekleştirildiği, yargılama süresince dosyanın incelemeye alındığı herhangi bir duruşmanın olmadığı ve halen Yargıtayda temyiz aşamasında bulunan davadaki 7 yıl 2 ay süren yargılama sürecinin makul olduğuna karar vermiştir (B. No: 2014/658, 30/12/2014, § 49, 53). Mahkeme bir başka başvuruda ise elli bir şüpheli hakkında açılan kamu davasında, yargılamayı yapan mahkemenin birleşen dosyalarla birlikte toplam elli üç sanık hakkında hüküm kurduğu ve halen Yargıtay temyiz aşamasında bulunan davada geçen 7 yıl 2 ay 28 günün makul olduğuna karar vermiştir (B. No: 2014/2454, 4/11/2014, § 54, 55).
54. Dava dosyasının incelenmesinde, Ceyhan Cumhuriyet Başsavcılığınca 29/6/2007 tarihinde gözaltına alınan başvurucu hakkında 6/12/2007 tarihinde kamu davası açıldığı, yargılamaya başlayan Adana 8. Ağır Ceza Mahkemesince, davanın tensip zaptının düzenlenmesinden sonra toplam elli altı sanıkla ilgili yargılama yaptığı, yargılamanın başladığı tarihten itibaren, aralarında bağlantı görülen farklı dava dosyalarının birleştirilmesine karar verildiği, duruşmaların ortalama olarak iki ay aralıklarla gerçekleştirildiği, yargılama süresince dosyanın incelemeye alındığı herhangi bir duruşmanın olmadığı anlaşılmıştır. Mahkemece 15/6/2012 tarihinde verilen gerekçeli kararın 11/2/2013 tarihinde temyiz incelemesi için Yargıtaya gönderildiği belirlenmiştir. Sonuç olarak, soruşturma ve yargılama safhalarıyla temyiz süreci birlikte değerlendirildiğinde, yargılama faaliyetlerinde hareketsiz kalınan bir dönemin bulunmadığı, yargı mercilerine atfedilebilecek bir kusurun olmadığı ve gerekli özenin gösterildiği görülmüştür.
55. Yargılama süresinin makul olup olmadığının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gereken davadaki sanık sayısı, dosyada birleştirme kararı verilip verilmediği, davanın karmaşıklığı, atılı suçların vasıf ve mahiyeti, söz konusu suçlar için öngörülen cezaların miktarı gibi unsurlar bir bütün olarak değerlendirildiğinde somut başvuru bakımından yargılama süresinin makul olduğu görülmektedir.
56. Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
Başvurunun,
A. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlali iddiasına ilişkin kısmının “zaman bakımından yetkisizlik”,
B. Somut suç şüphesi bulunmadığı halde gizli tanığın beyanlarına istinaden yargılandığı iddiasına ilişkin kısmının “başvuru yollarının tüketilmemesi”
nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
C. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
D. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası yönünden Anayasa’nın 36. maddesinin İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
E. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına
11/3/2015 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.