TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MUZAFFER ŞAH BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/234)
|
|
Karar Tarihi: 11/3/2015
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Serruh
KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi
DURSUN
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Raportör
|
:
|
Şükrü DURMUŞ
|
Başvurucu
|
:
|
Muzaffer ŞAH
|
|
|
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, somut suç şüphesi
bulunmadığı halde uzun süredir tutuklu olması ve gizli tanığın beyanına
istinaden yargılanması ile yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle Anayasa’nın 19.
maddesinde tanımlanan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile 36. maddesinde
düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiş ve tazminat
talebinde bulunmuştur.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 6/1/2014 tarihinde Ceyhan
Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari
yönden yapılan ön incelemesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve
Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci
Komisyonunca, 23/9/2014 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin
Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından
6/11/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin
birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına
gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığı görüşünü
9/1/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığı tarafından
Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 13/1/2015 tarihinde tebliğ
edilmiştir. Başvurucu, diyeceklerini 26/1/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine
sunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu, Bakanlık
görüşü ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar
özetle şöyledir:
8. Başvurucu, Ceyhan Cumhuriyet
Başsavcılığınca yürütülen 2006/5619 sayılı soruşturma kapsamında 29/6/2007
tarihinde gözaltına alınmış, Ceyhan Sulh Ceza Mahkemesinin 3/7/2007 tarih ve 2007/204
sayılı kararıyla tutuklanmıştır.
9. Adana Cumhuriyet
Başsavcılığının 6/12/2007 tarih ve 2007/421 sayılı iddianamesiyle, başvurucu
hakkında suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma, kasten insan öldürme ve
tehdit suçlarından kamu davası açılmıştır.
10. Yargılamanın yürütüldüğü
Adana 8. Ağır Ceza Mahkemesinin 15/6/2012 tarih ve E.2007/336, K.2012/1 sayılı
kararıyla, başvurucunun kasten insan öldürme suçundan müebbet hapis, ruhsatsız
ateşli silah taşımak suçundan bir yıl hapis ve 450 TL adli para cezası, mala
zarar verme suçundan dört yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına, tutukluluk
halinin devamına, tehdit ve suç örgütüne üye olmak suçlarından ise beraatına
karar verilmiştir.
11. Başvurucu hakkındaki dava Yargıtayda temyiz aşamasında derdesttir.
12. Başvurucu 6/1/2014 tarihinde
Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili
Hukuk
13. 26/9/2004 tarih ve 5237
sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 81. maddesi şöyledir:
“(1) Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile
cezalandırılır.”
14. 5237 sayılı Kanun’un 151.
maddesi şöyledir:
“(1) Başkasının taşınır veya taşınmaz malını kısmen veya tamamen yıkan,
tahrip eden, yok eden, bozan, kullanılamaz hâle getiren veya kirleten kişi,
mağdurun şikâyeti üzerine, dört aydan üç yıla kadar hapis veya adlî para cezası
ile cezalandırılır.”
15. 10/7/1953 tarih ve 6136
sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar İle Diğer Aletler Hakkındaki Kanun’un 13.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Bu Kanun hükümlerine aykırı olarak ateşli silahlarla bunlara ait
mermileri satın alan veya taşıyanlar veya bulunduranlar hakkında bir yıldan üç
yıla kadar hapis ve otuz günden yüz güne kadar adlî para cezasına hükmolunur.”
16. 4/12/2004 tarih ve 5271
sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. maddesi şöyledir:
“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir
tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama
kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri
ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.
(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini
uyandıran somut olgular varsa.
b) Şüpheli veya sanığın davranışları;
1. Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,
2. Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde
bulunma,
Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.
(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin
varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza
Kanununda yer alan;
…
2. Kasten öldürme (madde 81, 82, 83),
….
9. Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar
hariç, Madde 220),
….”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
17. Mahkemenin 11/3/2015
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 6/1/2014 tarih ve 2014/234
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
18. Başvurucu, tutukluluğu gerektirecek somut delil yokken tutukluluğun devam
ettirildiğini, kanuni tutukluluk süresi olan 5 yılın dolmasına 15 gün kala
hüküm verildiğini, dosyanın Yargıtaya gönderilmesinin
7 ay sürdüğünü, kasten insan öldürme suçuna ilişkin olarak yeterli delil yokken
gizli tanığın beyanlarına göre yargılamanın devam ettiğini ve yargılamanın uzun
sürdüğünü ileri sürerek tutukluluk halinin sona erdirilmesi ile tazminat
talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
19. Başvurucunun uzun
tutuklulukla ilgili şikayetlerinin Anayasa’nın 19. maddesinde düzenlenen kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkı, yargılamanın uzun sürmesi ve hakkındaki gizli
tanığın beyanlarına istinaden yürütüldüğü yönündeki şikayetlerinin ise
Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılama hakkı kapsamında
incelenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
a. Kişi
Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlali İddiası
20. Başvurucu, somut delil
bulunmadığı halde tutukluluğunun devam ettirildiğini ve tutukluluk süresinin
makul olmadığını iddia etmiştir.
21. Adalet Bakanlığı görüşünde
bu şikayet ile ilgili olarak görüş sunulmayacağını
belirtmiştir.
22. 30/3/2011 tarih ve 6216
sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu Ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un
geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem
ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler.”
23. Bu hüküm gereğince Anayasa
Mahkemesi, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar
aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler. Dolayısıyla Mahkemenin zaman
bakımından yetkisi ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar
aleyhine yapılan bireysel başvurularla sınırlıdır. Kamu düzenine ilişkin bu
düzenleme karşısında, anılan tarihten önce kesinleşmiş nihaî işlem ve kararları
da içerecek şekilde yetki kapsamının genişletilmesi mümkün değildir (B. No:
2012/832, 12/2/2013, § 14).
24. Başvurunun kabul edilebilmesi
için ihlal iddiasına dayanak teşkil eden nihai işlem veya kararların 23/9/2012
tarihinden evvel kesinleşmemiş olmaları da gerekmektedir. Nihai işlem veya
kararların anılan tarihten önce kesinleştikleri tespit edildiği takdirde ilgili
şikâyetler bakımından başvurunun kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir. Mahkemenin yargı yetkisine ilişkin bu tespitin bireysel başvuru
incelemesinin her aşamasında yapılabilmesi mümkündür (B. No: 2012/726,
2/7/2013, § 32).
25. Kişi serbest bırakılmadan yargılanmakta
olduğu davada ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm olmuşsa, mahkûmiyet tarihi
itibarıyla da tutukluluk hali sona erer. Çünkü bu durumda kişinin hukuki durumu
“bir suç isnadına bağlı olarak tutuklu”
olma kapsamından çıkmaktadır. Bireysel başvuru incelemesi açısından,
tutuklamanın şartları ile mahkûmiyete hükmedilmesi arasındaki esaslı fark bunu
gerektirir. Zira mahkûmiyete karar verilmiş olmakla, isnat olunan suçun
işlendiği, bundan failin sorumlu olduğunun sübuta erdiği kabul edilmekte ve bu nedenle
sanık hakkında hürriyeti bağlayıcı cezaya ve/veya para cezasına
hükmedilmektedir. Mahkûmiyetle birlikte kişinin kuvvetli suç şüphesi ve bir
tutuklama nedenine bağlı olarak tutukluluk hali sona ermektedir. Bu açıdan
mahkûmiyet kararının kesinleşmiş olması ayrıca gerekmez (B. No: 2012/726,
2/7/2013, § 33).
26. Başvurucu 3/7/2007 tarihinde
Ceyhan Sulh Ceza Mahkemesince tutuklanmış ve yargılandığı davada mahkûmiyet
kararının verildiği 15/6/2012 tarihinde başvurucunun “suç isnadına bağlı olarak tutukluluk” hali
sona ermiştir.
27. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun “kişi hürriyeti ve
güvenliğinin” ihlal edildiği yönündeki şikâyetlerine konu olayda
tutukluluğa ilişkin nihai kararın Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından
yetkisinin başladığı 23/9/2012 tarihinden önce verildiği anlaşıldığından
başvurunun bu kısmının “zaman bakımından
yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
b. Somut Suç
Şüphesi Bulunmadığı Halde Gizli Tanığın Beyanlarına İstinaden Yargılandığı
İddiası
28. Başvurucu, somut suç şüphesi
bulunmadığı halde gizli tanığın beyanlarına ve tahminlere istinaden
yargılamanın devam ettirildiğini iddia etmiştir.
29. Adalet Bakanlığı görüşünde
özetle: Başvurucunun şikayetinin yargılamanın bütünü itibariyle adil olup
olmadığı hususuna ilişkin olduğu ve başvuru konusu yargılamanın halen temyiz
aşamasında derdest olduğunu belirterek Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına
atfen bireysel başvuru yoluna, iddia edilen hak ihlallerinin olağan denetim
mekanizması içinde giderilmemesi durumunda başvurulabileceğini belirtilmiştir.
30. Başvurucu Adalet
Bakanlığının görüşüne karşı beyanlarında özetle; Adalet Bakanlığının görüşünde belirttiği
bazı suçlardan beraat ettiğini, çıkar amaçlı suç örgütü ve kasten insan öldürme
suçlarından cezalandırıldığını, ikametinde yapılan aramada herhangi bir suç
unsuruna rastlanılmadığını belirterek başvuru formundaki beyanlarını özetle
tekrarlamıştır.
31. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“... Başvuruda
bulunabilmek için olağan kanun yollarının
tüketilmiş olması şarttır.”
32. 6216 sayılı Kanun’un 45.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu
ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve
yargısal başvuru yollarının
tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce
tüketilmiş olması gerekir.”
33. Anılan Anayasa ve Kanun
hükümleri uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için
ihlale neden olduğu iddia edilen işlem veya eylem için öngörülen idari ve
yargısal başvuru yollarının
tamamının tüketilmiş olması gerekir. Bireysel başvurunun ikincil nitelikte bir
hak arama yolu olması nedeniyle, asıl olan hak ve özgürlüklere kamu
otoritelerince saygı gösterilmesi ve olası bir ihlal durumunda bunun idari
ve/veya yargısal olağan yollarla giderilmesidir. Bu nedenle bireysel başvuru yoluna ancak kanunda öngörülen olağan yollar
tüketilmesine rağmen ihlalin ortadan kaldırılamadığı durumlarda gidilebilir (B.
No: 2012/239, 2/7/2013, § 28).
34. Somut olayda başvuru konusu yargılamanın temyiz aşamasında olduğu,
başvurucunun, delillerin değerlendirilmesine dair adil
yargılanma hakkı kapsamındaki iddiaları yönünden başvuru
yollarının tüketilmediği görülmektedir.
35. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun, somut suç şüphesi bulunmadığı halde gizli tanığın beyanlarına
istinaden yargılandığı iddiasına ilişkin olarak “başvuru yollarının tüketilmemesi”
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Yargılama
Süresinin Makul Olmadığı İddiası
36. Başvurucunun, yargılamanın
makul süreyi aştığı yönündeki şikayeti açıkça
dayanaktan yoksun olmadığı ve başka bir kabul edilemezlik nedeni de
bulunmadığından kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
37. Başvurucu, yargılamasının
makul olmayan bir süredir devam ettiğinden şikâyetçi olmuştur.
38. Anayasa ve Sözleşme’nin
ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (B. No: 2012/1049,
26/3/2013, § 18), Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) metni ile Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma
hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36. maddesinde
yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de
Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı bir çok
kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında
yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan gerek AİHM
içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara,
Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını
oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle
ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten
Anayasa’nın 141. maddesinin de Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul
sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması
gerektiği açıktır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38–39).
39. Davanın karmaşıklığı,
yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup
olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No:
2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).
40. Anayasa’nın 36. ve
Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca kişilere, cezai alanda yöneltilen suçlamaların
da (suç isnadı) makul sürede karara bağlanmasını isteme hakkı tanınmıştır.
İsnat olunan fiil, ceza kanunlarında suç olarak nitelendirilmiş ve yargılama
aşamasında ceza hukukunun kuralları uygulanmış ise ayrıca bir uygulanabilirlik
incelemesi yapılmaksızın kendiliğinden adil yargılanma hakkının kapsamına girer
(B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 31). Başvuru konusu olayda, başvurucu hakkında, “suç işlemek için kurulan örgüte üye olmak, kasten
insan öldürme, tehdit” suçlarını işlediği iddiasıyla dava
açılmıştır. Başvurucu hakkında isnat olunan suçlar 5237 sayılı Kanun’da hapis
cezasını gerektirir şekilde tanımlanmışlardır. Bu çerçevede başvurucu
hakkındaki suç isnadına dayalı yargılamanın Anayasa’nın 36. maddesinin güvence
kapsamına girdiği konusunda kuşku bulunmamaktadır (B. No: 2012/625, 9/1/2014, §
32).
41. Ceza muhakemesinde yargılama
süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken sürenin başlangıcı, bir kişiye
suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya isnattan
ilk olarak etkilendiği arama ve gözaltı gibi birtakım tedbirlerin uygulanması
anıdır. Somut başvuru açısından bu tarih, başvurucunun gözaltına alındığı
29/6/2007 tarihidir. Ceza yargılamasında sürenin sona erdiği tarih, suç
isnadının nihai olarak karara bağlandığı, yargılaması devam eden davalar
yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul süre şikâyetiyle ilgili kararını
verdiği tarihtir (B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 34).
42. Yargılama sürecinin
uzamasında yetkili makamlara atfedilecek gecikmeler, yargılamanın süratle
sonuçlandırılması hususunda gerekli özenin gösterilmemesinden
kaynaklanabileceği gibi, yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliğinden de
ileri gelebilir. Zira Anayasa’nın 36. maddesi ile Sözleşme’nin 6. maddesi,
hukuk sisteminin, mahkemelerin davaları makul bir süre içinde karara bağlama
yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını yerine
getirebilecek biçimde düzenlenmesi sorumluluğunu yüklemektedir (B. No: 2012/13,
2/7/2013, § 44). Bu kapsamda, yargı sisteminin yapısı, mahkeme kalemindeki
rutin görevler sırasındaki aksamalar, hükmün yazılmasındaki, bir dosyanın veya
belgenin bir mahkemeden diğerine gönderilmesindeki ve raportör atanmasındaki
gecikmeler, yargıç ve personel sayısındaki yetersizlik ve iş yükü ağırlığı
nedeniyle yargılamada makul sürenin aşılması durumunda da yetkili makamların
sorumluluğu gündeme gelmektedir (B. No: 2012/1198, 7/11/2013, § 55).
43. Anayasa Mahkemesinin, derece
mahkemelerinin yargılama sürelerine riayetlerine ilişkin mevzuatı nasıl
yorumladıklarını ve uyguladıklarını denetleme görevi bulunmamakta; Mahkeme,
davaların “makul süre” içerisinde tamamlanıp tamamlanmadığını tespit etmek
amacıyla yargılama süresinin bütününü ele alarak, bu sürenin Anayasa’nın 36.
maddesine uygun olup olmadığıyla sınırlı bir inceleme yapmaktadır (B. No:
2014/2454, 4/11/2014, § 44).
44. Başvuru konusu olayda
başvurucu, hakkında yürütülen soruşturma kapsamında 29/6/2007 tarihinde
gözaltına alınmış, 3/7/2007 tarihinde tutuklanmıştır. Adana Cumhuriyet
Başsavcılığı 6/12/2007 tarihinde başvurucunun da aralarında bulunduğu elli üç
şüpheli hakkında kamu davası açmıştır. Yargılamayı yürüten Adana 8. Ağır Ceza
Mahkemesi 15/6/2012 tarihli kararı ile birleşen iki dosyayla birlikte toplam
elli altı sanık hakkında hüküm kurmuştur. Davada müşteki sayısı otuzdur. Hüküm
başvurucu tarafından temyiz edilmiş olup temyiz incelemesi devam etmektedir.
45. Başvurucunun da dahil olduğu
şüpheliler suç işlemek amacıyla örgüt kurmak ve kurulan suç örgütüne üye olma,
tefecilik, yağma, şantaj, kasten yaralama, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma,
tehdit, kasten insan öldürme, mala zarar verme ve ruhsatsız silah bulundurma
suçlarından yargılanmışlardır.
46. Başvurucunun yargılandığı
dava dosyası 18/1/2011 ve 21/5/2012 tarihlerinde iki farklı dava dosyası ile
birleştirilmiştir.
47. İlk Derece Mahkemesince
başvurucu hakkında mahkûmiyet hükmü kurulana kadar toplam yirmi üç duruşma
yapılmıştır. Şüphelilerden birinin yurt dışında olması nedeniyle savunmasının
alınması için yurt dışına istinabe talebi yapılmış olup, bu işlemin yerine
getirilmesi yaklaşık 1 yıl 6 ay sürmüştür.
48. Yargılama sonucunda Mahkeme
15/6/2012 tarih ve E.2007/336, K.2012/101 sayılı kararla başvurucunun müebbet
hapis cezası ve toplam 5 yıl hapis ve 450 TL adli para cezası ile
cezalandırılmasına ve tutukluluk halinin devamına karar vermiştir. UYAP
sisteminde yapılan araştırmada 11/2/2013 tarihinde dosyanın temyiz incelemesi
için Yargıtay’a gönderildiği, Yargıtay 1. Ceza Dairesince 5/6/2014 tarihinde
eksikliklerin ikmali için dosyanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına iadesine
karar verdiği tespit edilmiştir.
49. Ceyhan Cumhuriyet
Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında 29/6/2007 tarihinde gözaltına
alınan başvurucu hakkındaki dava, Anayasa Mahkemesince yapılan bireysel başvuru
incelemesi sırasında Yargıtayda temyiz aşamasındadır.
Başvurucuya bir suçun isnat edildiği 29/6/2007 tarihi ile bireysel başvurunun
karara bağlandığı tarih arasında geçen süre yaklaşık 7 yıl 8 aydır.
50. Makul sürede yargılanma
hakkının ihlali iddialarına ilişkin olarak AİHM, mutlak bir süreye göre
değerlendirme yapmamakta, her davanın özelliğine göre, makul sürenin aşılıp
aşılmadığını incelemektedir. Davanın karmaşıklığı, tarafların ve ilgili
makamların yargılama sürecindeki tutumu, AİHM tarafından bir davanın süresinin
makul olup olmadığının tespitinde içtihat yoluyla geliştirilmiş olan
kriterlerdir (Frydlender/Fransa, No: 30979/96, 27/6/2000, § 43; Ezel Tosun/Türkiye, No:33379/02,
10/1/2006, 21; Namlı ve Diğerleri/Türkiye,
No: 51963/99, 23/5/2007, § 24; Alhan/Türkiye,
No: 8163/07, 2/4/2013, § 21; Danespayeh/Türkiye,
No: 21086/04, 16/7/2009, § 28), (B. No: 2014/2454, 4/11/2014, § 51).
51. AİHM, yargılamanın
karmaşıklığını değerlendirirken davanın hem hukuki hem de maddi açıdan bütün
yönlerini ele almakta, davanın konusunun karmaşıklığı, hukuki meselenin
çözümündeki güçlük, delillerin toplanmasında karşılaşılan engel, maddi
olayların karmaşıklığı, sanıkların ya da isnat edilen suçların veya tanıkların
sayısı, davanın uluslararası unsurları, bilirkişi deliline ihtiyaç, yazılı
delillerin hacmi gibi birçok unsuru incelemektedir (Pretto ve Diğerleri/İtalya, No: 7984/77, 8/12/1983, § 32; Eckle/Almanya, No:8130/78, 15/7/1982, § 81; Buchholz/Almanya, No: 7759/77, 6/5/1981, § 55; Neumeister/Avusturya, No: 1936/63, 27/6/1968, § 21).
AİHM bir kararında, davanın karmaşıklığı ile ilgili olarak, davadaki sanık
sayısı, suçun ekonomik boyutu, bilirkişi raporuna ihtiyaç duyulması gibi
nedenlerle 7 yıl 27 gün süren yargılama sürecinin makul olduğunu belirtmiştir (M.A.T./Türkiye, No: 63964/00, 19/1/2007, §
40), (B. No: 2014/2454, 4/11/2014, § 52).
52. Davanın taraflarının ve
ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu açısından ise ceza davalarında
sanık, adli makamlarla aktif bir işbirliği yapmak
zorunda olmadığı gibi hukuk sisteminin sunduğu savunma imkânlarını kullandığı
için de kusurlu bulunamaz. Diğer taraftan devlet, kendi idari ve yargısal
organlarına yüklenebilecek gecikmelerden sorumludur. AİHM, yetkili makamların
tutumu ölçütünü, esas olarak, meydana gelen gecikmeden devletin ihmal ve kusuru
nedeniyle sorumlu olup olmadığına bakarak ele almaktadır (Zana/Türkiye, No: 18954/91, 25/11/1997, §§ 79–82). AİHM,
yargılamada ortaya çıkan her bir hareketsiz geçen dönemi veya ertelemeleri ayrı
ayrı değerlendirmektedir. Bununla birlikte AİHM, bir başvuruda yargısal
organlara yüklenebilecek 15 aylık bir gecikme periyoduna rağmen, ulusal yargı
makamları önünde 7 yıl 4 ay süren davanın oldukça karmaşık olduğunu göz önünde
bulundurarak makul sürede yargılanma hakkının ihlal edilmediğine karar
vermiştir (Neumeister/Avusturya, No: 1936/63, 27/6/1968, §§
20–21). AİHM ayrıca yargı makamlarının davaları birleştirme, delil toplama gibi
nedenlerle davayı uzatmalarının belli bir yere kadar makul görülebileceğini
belirtmektedir (Ewing/Birleşik Krallık (Avrupa Komisyonu
Raporu), No: 11224/84, 7/10/1987, § 151), (B. No: 2014/2454, 4/11/2014, § 53).
53. Anayasa Mahkemesi de
bireysel başvuru kapsamında incelediği başvurularda kırk sekiz şüpheli hakkında
on dört ayrı suçtan açılan davada, yargılama başladıktan sonra aralarında
bağlantı görülen farklı dosyaların birleştirildiği, duruşmaların ortalama
olarak dört ay aralıklarla gerçekleştirildiği, yargılama süresince dosyanın
incelemeye alındığı herhangi bir duruşmanın olmadığı ve halen Yargıtayda temyiz aşamasında bulunan davadaki 7 yıl 2 ay
süren yargılama sürecinin makul olduğuna karar vermiştir (B. No: 2014/658,
30/12/2014, § 49, 53). Mahkeme bir başka başvuruda ise elli bir şüpheli
hakkında açılan kamu davasında, yargılamayı yapan mahkemenin birleşen
dosyalarla birlikte toplam elli üç sanık hakkında hüküm kurduğu ve halen
Yargıtay temyiz aşamasında bulunan davada geçen 7 yıl 2 ay 28 günün makul
olduğuna karar vermiştir (B. No: 2014/2454, 4/11/2014, § 54, 55).
54. Dava dosyasının
incelenmesinde, Ceyhan Cumhuriyet Başsavcılığınca 29/6/2007 tarihinde gözaltına
alınan başvurucu hakkında 6/12/2007 tarihinde kamu davası açıldığı, yargılamaya
başlayan Adana 8. Ağır Ceza Mahkemesince, davanın tensip zaptının
düzenlenmesinden sonra toplam elli altı sanıkla ilgili yargılama yaptığı,
yargılamanın başladığı tarihten itibaren, aralarında bağlantı görülen farklı
dava dosyalarının birleştirilmesine karar verildiği, duruşmaların ortalama
olarak iki ay aralıklarla gerçekleştirildiği, yargılama süresince dosyanın
incelemeye alındığı herhangi bir duruşmanın olmadığı anlaşılmıştır. Mahkemece
15/6/2012 tarihinde verilen gerekçeli kararın 11/2/2013 tarihinde temyiz
incelemesi için Yargıtaya gönderildiği
belirlenmiştir. Sonuç olarak, soruşturma ve yargılama safhalarıyla temyiz
süreci birlikte değerlendirildiğinde, yargılama faaliyetlerinde hareketsiz
kalınan bir dönemin bulunmadığı, yargı mercilerine atfedilebilecek bir kusurun
olmadığı ve gerekli özenin gösterildiği görülmüştür.
55. Yargılama süresinin makul
olup olmadığının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gereken
davadaki sanık sayısı, dosyada birleştirme kararı verilip verilmediği, davanın
karmaşıklığı, atılı suçların vasıf ve mahiyeti, söz konusu suçlar için
öngörülen cezaların miktarı gibi unsurlar bir bütün olarak değerlendirildiğinde
somut başvuru bakımından yargılama süresinin makul olduğu görülmektedir.
56. Açıklanan nedenlerle,
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
Başvurunun,
A. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlali iddiasına ilişkin
kısmının “zaman bakımından yetkisizlik”,
B. Somut suç şüphesi bulunmadığı halde gizli tanığın beyanlarına
istinaden yargılandığı iddiasına ilişkin kısmının “başvuru yollarının tüketilmemesi”
nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
C. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
D. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası yönünden
Anayasa’nın 36. maddesinin İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
E. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına
11/3/2015
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.