TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
CAFER KARATAŞ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/2369)
|
|
Karar Tarihi: 11/12/2014
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Serruh
KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi
DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Zühtü ARSLAN
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Raportör
|
:
|
Şükrü DURMUŞ
|
Başvurucu
|
:
|
Cafer KARATAŞ
|
Vekili
|
:
|
Av. Gönül ERDEM
|
|
|
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, yargılandığı dava
kapsamında 6 yılı aşan bir süre tutuklu bulunması, tutukluluğun devamına
ilişkin kararların gerekçelerinin standart ve klişe nitelikte olması, makul
sürede yargılama yapılmaması ve verilen ceza miktarı gerekçe gösterilerek
tutukluluk halinin devamına karar verilmesi nedeniyle Anayasa’nın 19. maddesinde
düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı, 36. maddesinde düzenlenen adil
yargılanma hakkı ve 38. maddesinde düzenlenen masumiyet karinesinin ihlal
edildiğini ileri sürmüş, tahliyesinin sağlanması ve manevi tazminat talebinde
bulunmuştur.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 17/2/2014 tarihinde
İstanbul 13. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve
eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde belirlenen eksiklikler
tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca
30/4/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından
yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 19/6/2014
tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar
verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığı tarafından dosyaya
ilişkin görüş sunulmayacağı belirtilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade
edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde
olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu, hakkında yürütülen
soruşturma kapsamında 6/11/2007 tarihinde gözaltına alınmış, 10/11/2007
tarihinde ise Kadıköy 1. Sulh Ceza Mahkemesince 2007/482 Sorgu sayılı kararıyla
“yağma” suçundan tutuklanmıştır.
8. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca
düzenlenen 11/8/2008 tarih E.2008/677 sayılı iddianame ile başvurucu ve diğer
şüpheliler hakkında "suç işlemek için
örgüt kurma, kurulan örgüte üye olma, yağma, sahtecilik, hırsızlık ve 6136
sayılı Kanuna muhalefet etmek" suçlarından kamu davası
açılmıştır.
9. Başvurucu, yargılamayı yapan
İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 18/12/2012 tarihli tutukluluğun devamı
kararına 20/12/2012 tarihli dilekçe ile itiraz etmiştir.
10. Bu arada başvurucunun tutukluluğun
devamına ilişkin yaptığı itiraz sonuçlanmadan davanın görüldüğü İstanbul 10.
Ağır Ceza Mahkemesi, 8/1/2013 tarih ve E.2008/230, K.2013/4 sayılı kararla
başvurucunun suç işlemek için kurulan örgüte üye olma, hırsızlık, yağma,
sahtecilik ve ruhsatsız silah bulundurma suçlarından toplam 142 yıl 9 ay 15 gün
hapis ve 375,00 TL Adli Para Cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluk
hâlinin devamına hükmetmiştir. Bu karar, başvurucunun yüzüne karşı tefhim
edilmiştir.
11. Bilahare İstanbul 10. Ağır Ceza
Mahkemesi 28/1/2013 tarih, E.2008/230 sayılı karar ile başvurucunun tutukluluğun
devamı kararına yapmış olduğu itirazın reddine, dosyanın itirazı incelemeye
yetkili merci olan İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar
vermiştir.
12. İtirazı inceleyen İstanbul 11. Ağır
Ceza Mahkemesi 11/2/2013 tarih, 2013/68 Değişik iş sayılı kararı ile itirazın
reddine karar verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir; “Suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma, 6136
sayılı yasaya muhalefet, resmi belgede sahtecilik, yağma suçundan sanıklar
Cafer KARATAŞ ve … hakkındaki İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 2008/230 esas
sayılı dava dosyası üzerinden verilen tutukluluk halinin devamı kararının usûl ve yasaya uygun bulunduğu, kararda herhangi bir
isabetsizlik bulunmadığı, dosya kapsamında sanıklara atılı suçu işledikleri
konusunda mağdur beyanları, tespit tutanakları, raporlar dikkate alındığında
kuvvetli suç şüphesini gösteren olguların bulunması ve sanıklara verilen ceza
miktarı dikkate alınarak sanıklar Cafer KARATAŞ ve ….'in dilekçelerinde
belirtmiş oldukları itiraz taleplerinin ve tahliye taleplerinin REDDİNE”.
Bu karar 20/2/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
13. Başvurucu 17/2/2014 tarihinde
Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
14. Dava temyiz aşamasında derdesttir.
B. İlgili Hukuk
15. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı
Türk Ceza Kanunu’nun 141. maddenin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Zilyedinin rızası olmadan başkasına ait taşınır bir malı, kendisine
veya başkasına bir yarar sağlamak maksadıyla bulunduğu yerden alan kimseye bir
yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilir.”
16. 5237 sayılı Kanun’un 142. maddenin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“(2) Suçun;
…
b) Elde veya üstte taşınan eşyayı çekip almak suretiyle ya da özel
beceriyle,
….
d) Haksız yere elde bulundurulan veya taklit anahtarla ya da diğer bir
aletle kilit açmak veya kilitlenmesini engellemek suretiyle,
….
İşlenmesi hâlinde, beş yıldan on yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
…”
17. 5237 sayılı Kanun’un 149. maddenin
(1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Yağma suçunun;
a) Silâhla,
b) Kişinin kendisini tanınmayacak bir hâle koyması suretiyle,
c) Birden fazla kişi tarafından birlikte,
….
g) Suç örgütüne yarar sağlamak maksadıyla,
….
İşlenmesi hâlinde, fail hakkında on yıldan onbeş
yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.”
18. 5237 sayılı Kanun’un 204. maddenin
(1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bir resmî belgeyi sahte olarak
düzenleyen, gerçek bir resmî belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren
veya sahte resmî belgeyi kullanan kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası
ile cezalandırılır.”
19. 5237 sayılı Kanun’un 220. maddenin
(2) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:
“(2) Suç işlemek amacıyla kurulmuş olan örgüte üye olanlar, bir yıldan
üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(3) Örgütün silâhlı olması hâlinde,
yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza dörtte birinden yarısına kadar
artırılır.”
20. 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı
Ateşli Silahlar ve Bıçaklar İle Diğer Aletler Hakkındaki Kanun’un 13.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Bu Kanun hükümlerine aykırı olarak ateşli silahlarla bunlara ait
mermileri satın alan veya taşıyanlar veya bulunduranlar hakkında bir yıldan üç
yıla kadar hapis ve otuz günden yüz güne kadar adlî para cezasına hükmolunur.”
21. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı
Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. maddesi şöyledir:
“(1) Kuvvetli suç şüphesinin
varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde,
şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi
beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama
kararı verilemez.
(2)
Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) Şüpheli
veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut
olgular varsa.
b) Şüpheli
veya sanığın davranışları;
1.
Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,
2. Tanık,
mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,
Hususlarında
kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.
(3)
Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı
halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:
a)
26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda
yer alan;
…
7. (Ek bent: 06/12/2006 - 5560 S.K.17.md)
Hırsızlık (madde 141, 142) ve yağma (madde 148, 149),
…
9. Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar
hariç, Madde 220)
…”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
22. Mahkemenin 11/12/2014 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 17/2/2014 tarih ve 2014/2369 numaralı
bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
23. Başvurucu, yargılandığı dava
kapsamında 6 yılı aşan bir süredir tutuklu bulunduğunu, tutukluluğun devamına
ilişkin kararların gerekçelerinin standart ve klişe nitelikte olduğunu, makul
sürede yargılama yapılmadığını, yargılama süresince tutukluluğun sürdürülmesi
ve kararla birlikte verilen ceza miktarı gerekçe gösterilerek tutukluluk
halinin devamına karar verilmesi nedeniyle Anayasa’nın 19. maddesinde
düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı, 36. maddesinde düzenlenen adil
yargılanma hakkı ve 38. maddesinde düzenlenen masumiyet karinesinin ihlal
edildiğini iddia ederek tahliyesinin sağlanması ile 100.000 TL manevi tazminat
talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
24. Başvurucunun uzun tutukluluk ve
tutukluğun devamına ilişkin kararların gerekçelerine yönelik şikayetlerinin
Anayasa’nın 19. maddesi, uzun süren yargılamaya ilişkin şikayetinin 36.
maddesi, masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin şikayetinin ise 38.
maddesi kapsamında incelenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
a. Kişi Özgürlüğü ve Güvenliği Hakkının
İhlali İddiaları
25. Başvurucu, 6 yılı aşan bir süredir
tutuklu olduğunu ve tutukluluğun devamına ilişkin kararların formül gerekçelere
dayalı olduğunu ileri sürmüştür.
26. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru usulü” kenar başlıklı 47.
maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği
tarihten; başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren
otuz gün içinde yapılması gerekir. …”.
27. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün “Başvuru süresi ve mazeret” kenar başlıklı
64. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği
tarihten, başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren
otuz gün içinde yapılması gerekir.”
28. Bireysel başvurunun kabul
edilebilirlik koşullarından olan başvuru süresine riayet edilmesi şartı,
bireysel başvuru incelemesinin her aşamasında resen nazara alınması gereken bir
başvuru koşuludur (B. No: 2013/1582, 7/11/2013, § 19).
29. Yukarıda belirtilen hükümler
uyarınca bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği, başvuru yolu
öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması
gerekmektedir. Bu yönüyle başvuru yollarının tüketilmesi ve başvuru süresine
ilişkin koşullar arasında yakın bir bağlantı bulunmaktadır. Ancak belirtilen
hükümlerde yer verilen olağan başvuru yolları ibaresinin, başvurucunun
şikâyetleri açısından makul bir başarı şansı sunabilecek ve bir çözüm
sağlayabilecek nitelikte, kullanılabilir ve etkili başvuru yolları olarak
anlaşılması gerekir. Olağan başvuru yollarının tamamının tüketilmesi ibaresinin
katı bir şekilde yorumlanması, bir takım başvurular
açısından bireysel başvurunun amacıyla bağdaşmayan neticelere yol
açabilecektir. Bu nedenle, olayın özel şartları içinde etkisiz ve yetersiz olan
bir kanun yolunun tüketilmesi şartı aranmaksızın, her bir başvuru yolunun somut
başvurular açısından etkili olup olmadığının münferiden denetlenmesi
gerekmektedir (B. No: 2013/1582, 7/11/2013, § 20).
30. Bireysel başvurunun, başvuru yolu
öngörülmeyen durumlarda, ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde
yapılması gerekmekle birlikte, başvuru süresinin başlangıç tarihinin belirlenmesi
noktasında, başvurucunun ihlal oluşturan işlem, eylem veya kararla ilgili
yeterince bilgi sahibi olması aranacaktır. Bu kapsamda, ilgili nihai kararın
tebliğinin öngörüldüğü hallerde tebliğ tarihinin, tebliğ öngörülmeyen hallerde
ise başvurucunun kararın içeriğini kesin olarak öğrenebildiği tarihin esas
alınması gerekir (B. No: 2013/1582, 7/11/2013, § 21).
31. Devam eden tutukluluğun hukuka
aykırı olduğu iddiasıyla yapılan bireysel başvurularda şikâyetlerin temel
amacı, tutukluluğun hukuka aykırı olduğunun ya da devamını haklı kılan sebep
veya sebeplerin bulunmadığının tespitidir. Bu tespit yapıldığı takdirde buna
bağlı olarak ilgilinin tutukluluk halinin devamına gerekçe olarak gösterilen
hukuki sebeplerin varlığı sona erecek ve böylece kişinin serbest kalmasının
yolu açılabilecektir. Bu amaçla yapılan bir başvuruda, itiraz kanun yolunda
çekişmeli yargılama ve/veya silahların eşitliği gibi ilkelere uygun olarak bir
inceleme yapılıp yapılmadığı da dikkate alınacaktır. Dolayısıyla belirtilen
nedenlerle ve serbest bırakılmayı temin edebilecek bir karar alma amacıyla
yapılacak bireysel başvuruların, olağan kanun yolları tüketilmek şartıyla,
tutukluluk hali devam ettiği sürece yapılabilmesi mümkündür (B. No: 2012/726, 2/7/2013, § 30).
32. Kişi serbest bırakılmadan
yargılanmakta olduğu davada ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm olmuşsa,
mahkûmiyet tarihi itibarıyla tutukluluk hali sona erer. Çünkü bu durumda
kişinin hukuki durumu "bir suç isnadına
bağlı olarak tutuklu" olma kapsamından çıkmaktadır. Bireysel
başvuru incelemesi açısından, tutuklamanın şartları ile mahkûmiyete
hükmedilmesi arasındaki esaslı fark da bunu gerektirir. Zira mahkûmiyete karar
verilmesi, şüphenin yenildiği anlamına gelmekte; isnat olunan suçun işlendiği,
bundan failin sorumlu olduğunun sübuta erdiği kabul edilmekte ve bu nedenle
sanık hakkında hürriyeti bağlayıcı cezaya ve/veya para cezasına hükmedilmektedir.
Bir başka ifadeyle tutuklu sanığın hukuki statüsü değişmekte, tutuklanmasına
neden olan (kuvvetli) şüphe yerini, her türlü şüpheden uzak bir kabulü ifade
eden "kanaat"e
bırakmaktadır. Bu nedenle mahkûmiyetle birlikte kişinin kuvvetli suç şüphesinin
ve bir tutuklama nedenine bağlı olarak tutukluluk halinin sona erdiğinin kabulü
gerekir. Bu bakımdan, mahkûmiyet kararının kesinleşmiş olması ayrıca gerekmez.
Nitekim gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), gerekse Yargıtay,
mahkûmiyet kararı sonrası tutulma halini tutukluluk olarak
nitelendirmemektedir. AİHM, ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm olan bir
sanığın, söz konusu mahkûmiyet kararından sonraki tutulmasını Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 5. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi hükmü
uyarınca "mahkûmiyet sonrası tutma"
olarak değerlendirmekte ve tutukluluk süresinin hesabında dikkate almamaktadır
(Benzer yöndeki bir AİHM kararı için bkz. Solmaz/Türkiye,
B. No: 27561/02, 16/1/2007, §§ 23, 24; Şahap Doğan/Türkiye, B. No: 29361/07, 27/5/2010, § 26). Aynı
yaklaşım Yargıtay Ceza Genel Kurulu (CGK) tarafından da benimsenmektedir. CGK'nin 12/4/2011 tarih ve E.2011/1-51, K.2011/42 sayılı
kararında, "hakkında mahkûmiyet hükmü
kurulmakla sanığın atılı suçu işlediği yerel mahkeme tarafından sabit
görülmekte ve bu aşamadan sonra tutukluluğun dayanağı mahkûmiyet hükmü olmaktadır."
gerekçesiyle, temyizde geçen sürenin tutukluluk süresine dâhil edilmeyeceğine
karar verilmiştir (B. No: 2013/6398, 3/4/2014, § 32).
33. Bu nedenle mahkûmiyete ilişkin
nihai kararla birlikte, sanığın tutukluluğa ilişkin hukuki statüsü ve dolayısıyla
tabi olduğu rejim değiştiğinden, 30 günlük başvuru süresinin, itiraz yoluna
başvurulmayan durumlarda, tutukluluğun hükümle birlikte devamına dair kararın
başvurucu tarafından öğrenildiği tarihten itibaren hesaplanması gerekir (B. No:
2013/6398, 3/4/2014, § 33).
34. Somut olayda başvurucu isnat edilen
suç nedeniyle 10/11/2007 tarihinde tutuklanmıştır. Başvurucu hakkında İstanbul
10. Ağır Ceza Mahkemesi 8/1/2013 tarihinde mahkûmiyetine ve tutukluluk halinin
devamına karar vermiştir (Bkz.§ 10).
35. Buna göre ilk derece mahkemesinin
8/1/2013 tarihli mahkûmiyet ve tutukluluğun devamı kararı ile başvurucunun
tutukluluk hali bu anlamda sona ermiştir. Bu karar, başvurucunun yüzüne karşı
tefhim edilmiştir.
36. Başvurucunun, Mahkemenin 18/12/2012
tarihli tutukluluğun devamı kararına karşı yaptığı itiraz talebi İstanbul 11.
Ağır Ceza Mahkemesinin 11/2/2013 tarih, 2013/68 Değişik iş sayılı kararı ile
reddedilmiştir. Anılan karar 20/2/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
Başvurucu, 17/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda
bulunmuştur.
37. Bu belirlemeler karşısında, uzun
tutukluluk ve tutukluluğun formül gerekçelerle devamına ilişkin şikayetleri
içeren bireysel başvurunun, tutukluluğun devamı kararına yapılan itirazın reddine
ilişkin kararın tebliği tarihi olan 20/2/2013 tarihinden itibaren otuz gün
içinde yapılması gerekirken 17/2/2014 tarihinde yapılan bireysel başvuruda süre
aşımı olduğu sonucuna varılmıştır.
38. Açıklanan nedenlerle, başvurunun “kişi hürriyeti ve güvenliğinin” ihlal
edildiği yönündeki kısmının“süre aşımı” nedeniyle kabul edilemez olduğuna
karar verilmesi gerekmiştir.
b. Masumiyet Karinesinin İhlal
Edildiği İddiası
39. Başvurucu, yargılama sürecince
tutukluluğun sürdürülmesi ve kararla birlikte verilen kesinleşmemiş ceza
miktarının gerekçe gösterilerek tutukluluk halinin devamına karar verilmesi
suretiyle masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
40. Masumiyet karinesi, Anayasa’nın 38.
maddesinin dördüncü ve Sözleşme’nin ise 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasında
düzenlenmiştir.
41. Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü
fıkrası şöyledir:
“Suçluluğu hükmen sabit oluncaya
kadar, kimse suçlu sayılamaz”
42. Sözleşme’nin 6. maddesinin (2)
numaralı fıkrası şöyledir:
“Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu
yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılır.”
43. Masumiyet
(suçsuzluk) karinesi, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı
olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına alır. Bunun sonucu
olarak, kişinin masumiyeti “asıl”
olduğundan suçluluğu ispat külfeti iddia makamına ait olup, kimseye
suçsuzluğunu ispat mükellefiyeti yüklenemez. Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen
sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu
olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz (B. No:
2012/665, 13/6/2013, § 26).
44. Bununla birlikte masumiyet karinesi
adli makamların soruşturma ve kovuşturma işlemlerini yapmalarına, bu çerçevede
şartları oluşmuşsa koruma tedbirlerinin uygulanmasına engel oluşturmaz.
Anayasa’nın 19. maddesindeki güvencelere uyulması şartıyla kişi hakkında
tutuklama tedbirine başvurulması da masumiyet karinesinin ihlal edildiği
anlamına gelmez. Nitekim AİHM de mahkûm edilen bir kişinin temyiz aşamasında
tutuklu bulundurulmasının Sözleşme’nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasının
ihlaline yol açmadığına karar vermiştir (Bkz: Cuvillers ve Da Luz /Fransa,
B. No 55052/00, 1/9/2003).
45. Somut olayda İstanbul 10. Ağır Ceza
Mahkemesi yargılama sonucunda, 8/1/2013 tarih ve E.2008/230, K.2013/4 sayılı
kararıyla başvurucunun suç işlemek için kurulan örgüte üye olma, hırsızlık,
yağma, sahtecilik ve ruhsatsız silah bulundurma suçlarından toplam 142 yıl 9 ay
15 gün hapis ve 375,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluk
hâlinin devamına hükmetmiştir.
46. Mahkemenin, başvurucuyu tutuklu
olarak yargılaması ve hükmettiği hapis cezalarının süresine bağlı olarak
tutukluluğun devamına kararı vermesi masumiyet karinesinin ihlali olarak kabul
edilemez.
47. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun
“masumiyet karinesi”nin ihlal edildiği
yönündeki iddiasının, bir ihlal olmadığı açık olduğundan “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Makul Sürede Yargılanma Hakkının
İhlali İddiası
48. Başvurucunun, yargılamanın makul
süreyi aştığına ilişkin şikâyeti açıkça dayanaktan yoksun değildir. Ayrıca
başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığı için başvurunun bu şikâyetine
ilişkin kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
49. Başvurucu, yargılamasının makul
olmayan bir süredir devam ettiğinden şikâyetçi olmuştur.
50. Anayasa ve Sözleşme’nin ortak
koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (B. No: 2012/1049,
26/3/2013, § 18), Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma
hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36.
maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa
Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok
kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında
yorumlamak suretiyle, Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM
içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara,
Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir Somut başvurunun dayanağını
oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle
ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten
Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul
sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması
gerektiği açıktır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38–39).
51. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın
kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki
tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin
niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde
göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§
41–45).
52. Anayasa’nın 36. ve Sözleşme’nin 6.
maddeleri uyarınca kişilere, medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili
uyuşmazlıkların yanı sıra, cezai alanda yöneltilen suç isnatlarının makul
sürede karara bağlanmasını talep hakkı tanınmıştır. Suç isnadı, bir kişiye suç
işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesi olup, kişiye cezai
alanda yöneltilen iddianın suç isnadı niteliğinde olup olmadığının tespitinde;
iddia olunan suçun pozitif düzenlemelerdeki tasnifinin, suçun gerçek
niteliğinin, suç için öngörülen cezanın niteliği ile ağırlığının
değerlendirilmesi gerekir. Ancak isnat olunan fiil, ceza kanunlarında suç
olarak nitelendirilmiş ve yargılama aşamasında ceza hukukunun kuralları
uygulanmış ise, ayrıca bir uygulanabilirlik incelemesi yapılmaksızın, adil
yargılanma hakkının kapsamına girdiği kabul edilecektir (B. No: 2012/625,
9/1/2014, § 31).
53. Başvuru konusu olayda, başvurucu,
6/11/2007 tarihinde gözaltına alınmış, 11/8/2008 tarihinde ise suç işlemek
amacıyla kurulan örgüte üye olma, yağma, hırsızlık, sahtecilik ve ruhsatsız
silah taşımak suçlarından cezalandırılması talebiyle hakkında kamu davası
açılmıştır. Bu çerçevede başvurucu hakkındaki suç isnadına dayalı yargılamanın
Anayasa’nın 36. maddesinin güvence kapsamına girdiği konusunda kuşku
bulunmamaktadır (B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 32).
54. Cezai alanda yöneltilen suç
isnatları ile ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde,
sürenin başlangıcı kural olarak, kişiye bir suç işlediği iddiasının yetkili
makamlar tarafından bildirildiği veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama
veya gözaltı gibi tedbirlerin uygulandığı an olup, somut başvuru açısından bu
tarih, başvurucunun gözaltına ve böylece isnattan haber olduğu anlaşılan
6/11/2007 tarihidir. Sürenin bitiş tarihi ise, suç isnadına ilişkin nihai
kararın verildiği tarihtir. Ancak devam eden yargılamalara ilişkin makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasını içeren başvuruların yargılama
faaliyetinin devamı sırasında da yapılabilmesi olanağı bulunduğundan,
değerlendirmeye esas alınacak sürenin bitiş anı bireysel başvurunun karara
bağlandığı tarihtir (B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 34). Bu kapsamda, somut
yargılama faaliyeti açısından sürenin bitiş tarihinin, bireysel başvurunun
karara bağlandığı tarih olan 11/12/2014 tarihi olduğu anlaşılmaktadır.
55. Başvuru konusu olayda başvurucu,
hakkında yürütülen soruşturma kapsamında 6/11/2007 tarihinde gözaltına alınmış,
10/11/2007 tarihli karar ile tutuklanmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı
11/8/2008 tarihinde başvurucunun da aralarında bulunduğu altı şüpheli hakkında
kamu davası açmıştır. Başvurucu, suç işlemek için kurulan örgüte üye olma,
yağma, hırsızlık, resmi belgede sahtecilik, ruhsatsız
silah bulundurma suçlarından oluşan yirmi bir suçu işlediği iddiasıyla
yargılanmıştır.
56. Başvurucunun yargılandığı dava
dosyası 1/12/2011 tarihinde farklı bir dava dosyası ile birleştirilmiştir.
57. Başvurucunun yargılandığı dosya
kapsamında sanıkların tümünün savunması ilk duruşmada alınmıştır. Kovuşturma
boyunca toplam otuz iki müşteki ve on tanığın beyanı alınmıştır. İlk Derece
Mahkemesince başvurucu hakkında mahkûmiyet hükmü kurulana kadar toplam on dört
duruşma yapıldığı, duruşmaların genel olarak 3-5 ay aralıklarla
gerçekleştirildiği, başvurucunun yargılamanın uzamasına neden olacak eyleminin
olmadığı tespit edilmiştir.
58. İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi
yargılama sonucunda, 8/1/2013 tarihli kararıyla başvurucunun suç işlemek için
kurulan örgüte üye olma, hırsızlık, yağma, sahtecilik ve ruhsatsız silah
bulundurma suçlarından toplam 142 yıl 9 ay 15 gün hapis ve 375,00 TL adli para
cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluk hâlinin devamına hükmetmiştir. UYAP
sisteminde yapılan araştırmada gerekçeli kararın 6/3/2013 tarihinde UYAP
sisteminde onaylandığı, 28/3/2013 tarihinde dosyanın temyiz incelemesi için
Yargıtay’a gönderildiği, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca 7/5/2013 tarihinde
tebligat eksikliklerinin ikmali için dosyanın Mahkemesine iade edildiği,
belirtilen eksiklikler ikmal edildikten sonra dosyanın 10/12/2013 tarihinde
tekrar Yargıtay’a gönderildiği tespit edilmiştir.
59. Somut olayda yürütülen soruşturma
kapsamında 6/11/2007 tarihinde gözaltına alınan başvurucu hakkındaki dava,
Anayasa Mahkemesince yapılan bireysel başvuru incelemesi sırasında Yargıtayda temyiz aşamasındadır. Başvurucuya bir suçun
isnat edildiği 6/11/2007 tarihi ile bireysel başvurunun karara bağlandığı tarih
arasında geçen süre 7 yıl 1 ay 5 gündür.
60. Bu belirlemelere göre somut olayda
yargılamanın uzamasındaki esas etkenin duruşmaların makul olmayan aralıklarla
yapılması olduğu, sanık ve müşteki sayısının yargılamanın uzamasını makul
gösterecek nitelikte olmadığı, İlk Derece Mahkemesinde geçen sürenin 5 yıl 2 ay
2 gün olduğu, kararın temyiz inceleme safhasının halen devam ettiği
belirlenmiştir.
61. 5271 sayılı Kanun’un öngördüğü
yargılama usullerine tabi mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul sürede
tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve
Anayasa Mahkemesi tarafından makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği
yönünde karar verilmiştir (B. No: 2012/625, 9/1/2014, §§ 23-44).
62. Başvuruya konu davada yer alan kişi
sayısı ve davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliği
başvuruya konu yargılamanın karmaşık olduğunu ortaya koymakla birlikte, davaya
bütün olarak bakıldığında, somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini
gerektirecek bir yön bulunmadığı ve söz konusu 7 yıl 1 ay 5 günlük yargılama
sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
63. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiğine karar
verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
64. Başvurucu, 100.000,00 TL manevi
tazminata hükmedilmesini talep
etmiştir.
65. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
66. Başvurucunun tarafı olduğu
uyuşmazlığa ilişkin yedi yıl bir ay beş günlük yargılama süresi nazara
alındığında, yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal
tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında başvurucuya takdiren net 5.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
67. Başvurucu tarafından yapılan ve
dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet
ücretinden oluşan 1.706,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
68. Başvuruya konu yargılamanın 7 yıl 1
ay 5 gündür devam ettiği ve bu hususun makul sürede yargılanma hakkını ihlal
ettiği gözetilerek, anayasal bir hakkın ihlal edildiği açık olan bir yargılama
dosyasında, hukuka, adalete ve mahkemeye güven ilkesinin gördüğü zararın devam
etmesinin önlenmesi amacıyla, yargılamanın mümkün olan en kısa sürede
sonuçlandırılmasını teminen, kararın bir örneğinin
ilgili mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. Kişi
özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlali iddiaları yönünden“süre aşımı”,
2.
Masumiyet karinesinin ihlal edildiği yönündeki iddiası yönünden “açıkça dayanaktan yoksun olması”
nedenleriyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3.
Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası yönünden
Anayasa’nın 36. maddesinin İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 5.000,00 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
D. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca
tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
1.706,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
F. Kararın bir örneğinin ilgili mahkemesine gönderilmesine,
11/12/2014
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.