TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
CAFER KARATAŞ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2014/2369)
Karar Tarihi: 11/12/2014
Başkan
:
Serruh KALELİ
Üyeler
Hicabi DURSUN
Erdal TERCAN
Zühtü ARSLAN
Hasan Tahsin GÖKCAN
Raportör
Şükrü DURMUŞ
Başvurucu
Cafer KARATAŞ
Vekili
Av. Gönül ERDEM
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, yargılandığı dava kapsamında 6 yılı aşan bir süre tutuklu bulunması, tutukluluğun devamına ilişkin kararların gerekçelerinin standart ve klişe nitelikte olması, makul sürede yargılama yapılmaması ve verilen ceza miktarı gerekçe gösterilerek tutukluluk halinin devamına karar verilmesi nedeniyle Anayasa’nın 19. maddesinde düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı, 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı ve 38. maddesinde düzenlenen masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, tahliyesinin sağlanması ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 17/2/2014 tarihinde İstanbul 13. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 30/4/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 19/6/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığı tarafından dosyaya ilişkin görüş sunulmayacağı belirtilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu, hakkında yürütülen soruşturma kapsamında 6/11/2007 tarihinde gözaltına alınmış, 10/11/2007 tarihinde ise Kadıköy 1. Sulh Ceza Mahkemesince 2007/482 Sorgu sayılı kararıyla “yağma” suçundan tutuklanmıştır.
8. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 11/8/2008 tarih E.2008/677 sayılı iddianame ile başvurucu ve diğer şüpheliler hakkında "suç işlemek için örgüt kurma, kurulan örgüte üye olma, yağma, sahtecilik, hırsızlık ve 6136 sayılı Kanuna muhalefet etmek" suçlarından kamu davası açılmıştır.
9. Başvurucu, yargılamayı yapan İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 18/12/2012 tarihli tutukluluğun devamı kararına 20/12/2012 tarihli dilekçe ile itiraz etmiştir.
10. Bu arada başvurucunun tutukluluğun devamına ilişkin yaptığı itiraz sonuçlanmadan davanın görüldüğü İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi, 8/1/2013 tarih ve E.2008/230, K.2013/4 sayılı kararla başvurucunun suç işlemek için kurulan örgüte üye olma, hırsızlık, yağma, sahtecilik ve ruhsatsız silah bulundurma suçlarından toplam 142 yıl 9 ay 15 gün hapis ve 375,00 TL Adli Para Cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluk hâlinin devamına hükmetmiştir. Bu karar, başvurucunun yüzüne karşı tefhim edilmiştir.
11. Bilahare İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi 28/1/2013 tarih, E.2008/230 sayılı karar ile başvurucunun tutukluluğun devamı kararına yapmış olduğu itirazın reddine, dosyanın itirazı incelemeye yetkili merci olan İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
12. İtirazı inceleyen İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi 11/2/2013 tarih, 2013/68 Değişik iş sayılı kararı ile itirazın reddine karar verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir; “Suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma, 6136 sayılı yasaya muhalefet, resmi belgede sahtecilik, yağma suçundan sanıklar Cafer KARATAŞ ve … hakkındaki İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 2008/230 esas sayılı dava dosyası üzerinden verilen tutukluluk halinin devamı kararının usûl ve yasaya uygun bulunduğu, kararda herhangi bir isabetsizlik bulunmadığı, dosya kapsamında sanıklara atılı suçu işledikleri konusunda mağdur beyanları, tespit tutanakları, raporlar dikkate alındığında kuvvetli suç şüphesini gösteren olguların bulunması ve sanıklara verilen ceza miktarı dikkate alınarak sanıklar Cafer KARATAŞ ve ….'in dilekçelerinde belirtmiş oldukları itiraz taleplerinin ve tahliye taleplerinin REDDİNE”. Bu karar 20/2/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
13. Başvurucu 17/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
14. Dava temyiz aşamasında derdesttir.
B. İlgili Hukuk
15. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 141. maddenin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Zilyedinin rızası olmadan başkasına ait taşınır bir malı, kendisine veya başkasına bir yarar sağlamak maksadıyla bulunduğu yerden alan kimseye bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilir.”
16. 5237 sayılı Kanun’un 142. maddenin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“(2) Suçun;
…
b) Elde veya üstte taşınan eşyayı çekip almak suretiyle ya da özel beceriyle,
….
d) Haksız yere elde bulundurulan veya taklit anahtarla ya da diğer bir aletle kilit açmak veya kilitlenmesini engellemek suretiyle,
İşlenmesi hâlinde, beş yıldan on yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. …”
17. 5237 sayılı Kanun’un 149. maddenin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Yağma suçunun;
a) Silâhla,
b) Kişinin kendisini tanınmayacak bir hâle koyması suretiyle,
c) Birden fazla kişi tarafından birlikte,
g) Suç örgütüne yarar sağlamak maksadıyla,
İşlenmesi hâlinde, fail hakkında on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.”
18. 5237 sayılı Kanun’un 204. maddenin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bir resmî belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir resmî belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren veya sahte resmî belgeyi kullanan kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
19. 5237 sayılı Kanun’un 220. maddenin (2) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:
“(2) Suç işlemek amacıyla kurulmuş olan örgüte üye olanlar, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(3) Örgütün silâhlı olması hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza dörtte birinden yarısına kadar artırılır.”
20. 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar İle Diğer Aletler Hakkındaki Kanun’un 13. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Bu Kanun hükümlerine aykırı olarak ateşli silahlarla bunlara ait mermileri satın alan veya taşıyanlar veya bulunduranlar hakkında bir yıldan üç yıla kadar hapis ve otuz günden yüz güne kadar adlî para cezasına hükmolunur.”
21. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. maddesi şöyledir:
“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.
(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.
b) Şüpheli veya sanığın davranışları;
1. Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,
2. Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,
Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.
(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;
7. (Ek bent: 06/12/2006 - 5560 S.K.17.md) Hırsızlık (madde 141, 142) ve yağma (madde 148, 149),
9. Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, Madde 220)
…”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
22. Mahkemenin 11/12/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 17/2/2014 tarih ve 2014/2369 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
23. Başvurucu, yargılandığı dava kapsamında 6 yılı aşan bir süredir tutuklu bulunduğunu, tutukluluğun devamına ilişkin kararların gerekçelerinin standart ve klişe nitelikte olduğunu, makul sürede yargılama yapılmadığını, yargılama süresince tutukluluğun sürdürülmesi ve kararla birlikte verilen ceza miktarı gerekçe gösterilerek tutukluluk halinin devamına karar verilmesi nedeniyle Anayasa’nın 19. maddesinde düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı, 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı ve 38. maddesinde düzenlenen masumiyet karinesinin ihlal edildiğini iddia ederek tahliyesinin sağlanması ile 100.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
24. Başvurucunun uzun tutukluluk ve tutukluğun devamına ilişkin kararların gerekçelerine yönelik şikayetlerinin Anayasa’nın 19. maddesi, uzun süren yargılamaya ilişkin şikayetinin 36. maddesi, masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin şikayetinin ise 38. maddesi kapsamında incelenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Kişi Özgürlüğü ve Güvenliği Hakkının İhlali İddiaları
25. Başvurucu, 6 yılı aşan bir süredir tutuklu olduğunu ve tutukluluğun devamına ilişkin kararların formül gerekçelere dayalı olduğunu ileri sürmüştür.
26. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru usulü” kenar başlıklı 47. maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği tarihten; başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir. …”.
27. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün “Başvuru süresi ve mazeret” kenar başlıklı 64. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği tarihten, başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir.”
28. Bireysel başvurunun kabul edilebilirlik koşullarından olan başvuru süresine riayet edilmesi şartı, bireysel başvuru incelemesinin her aşamasında resen nazara alınması gereken bir başvuru koşuludur (B. No: 2013/1582, 7/11/2013, § 19).
29. Yukarıda belirtilen hükümler uyarınca bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği, başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekmektedir. Bu yönüyle başvuru yollarının tüketilmesi ve başvuru süresine ilişkin koşullar arasında yakın bir bağlantı bulunmaktadır. Ancak belirtilen hükümlerde yer verilen olağan başvuru yolları ibaresinin, başvurucunun şikâyetleri açısından makul bir başarı şansı sunabilecek ve bir çözüm sağlayabilecek nitelikte, kullanılabilir ve etkili başvuru yolları olarak anlaşılması gerekir. Olağan başvuru yollarının tamamının tüketilmesi ibaresinin katı bir şekilde yorumlanması, bir takım başvurular açısından bireysel başvurunun amacıyla bağdaşmayan neticelere yol açabilecektir. Bu nedenle, olayın özel şartları içinde etkisiz ve yetersiz olan bir kanun yolunun tüketilmesi şartı aranmaksızın, her bir başvuru yolunun somut başvurular açısından etkili olup olmadığının münferiden denetlenmesi gerekmektedir (B. No: 2013/1582, 7/11/2013, § 20).
30. Bireysel başvurunun, başvuru yolu öngörülmeyen durumlarda, ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekmekle birlikte, başvuru süresinin başlangıç tarihinin belirlenmesi noktasında, başvurucunun ihlal oluşturan işlem, eylem veya kararla ilgili yeterince bilgi sahibi olması aranacaktır. Bu kapsamda, ilgili nihai kararın tebliğinin öngörüldüğü hallerde tebliğ tarihinin, tebliğ öngörülmeyen hallerde ise başvurucunun kararın içeriğini kesin olarak öğrenebildiği tarihin esas alınması gerekir (B. No: 2013/1582, 7/11/2013, § 21).
31. Devam eden tutukluluğun hukuka aykırı olduğu iddiasıyla yapılan bireysel başvurularda şikâyetlerin temel amacı, tutukluluğun hukuka aykırı olduğunun ya da devamını haklı kılan sebep veya sebeplerin bulunmadığının tespitidir. Bu tespit yapıldığı takdirde buna bağlı olarak ilgilinin tutukluluk halinin devamına gerekçe olarak gösterilen hukuki sebeplerin varlığı sona erecek ve böylece kişinin serbest kalmasının yolu açılabilecektir. Bu amaçla yapılan bir başvuruda, itiraz kanun yolunda çekişmeli yargılama ve/veya silahların eşitliği gibi ilkelere uygun olarak bir inceleme yapılıp yapılmadığı da dikkate alınacaktır. Dolayısıyla belirtilen nedenlerle ve serbest bırakılmayı temin edebilecek bir karar alma amacıyla yapılacak bireysel başvuruların, olağan kanun yolları tüketilmek şartıyla, tutukluluk hali devam ettiği sürece yapılabilmesi mümkündür (B. No: 2012/726, 2/7/2013, § 30).
32. Kişi serbest bırakılmadan yargılanmakta olduğu davada ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm olmuşsa, mahkûmiyet tarihi itibarıyla tutukluluk hali sona erer. Çünkü bu durumda kişinin hukuki durumu "bir suç isnadına bağlı olarak tutuklu" olma kapsamından çıkmaktadır. Bireysel başvuru incelemesi açısından, tutuklamanın şartları ile mahkûmiyete hükmedilmesi arasındaki esaslı fark da bunu gerektirir. Zira mahkûmiyete karar verilmesi, şüphenin yenildiği anlamına gelmekte; isnat olunan suçun işlendiği, bundan failin sorumlu olduğunun sübuta erdiği kabul edilmekte ve bu nedenle sanık hakkında hürriyeti bağlayıcı cezaya ve/veya para cezasına hükmedilmektedir. Bir başka ifadeyle tutuklu sanığın hukuki statüsü değişmekte, tutuklanmasına neden olan (kuvvetli) şüphe yerini, her türlü şüpheden uzak bir kabulü ifade eden "kanaat"e bırakmaktadır. Bu nedenle mahkûmiyetle birlikte kişinin kuvvetli suç şüphesinin ve bir tutuklama nedenine bağlı olarak tutukluluk halinin sona erdiğinin kabulü gerekir. Bu bakımdan, mahkûmiyet kararının kesinleşmiş olması ayrıca gerekmez. Nitekim gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), gerekse Yargıtay, mahkûmiyet kararı sonrası tutulma halini tutukluluk olarak nitelendirmemektedir. AİHM, ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm olan bir sanığın, söz konusu mahkûmiyet kararından sonraki tutulmasını Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 5. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi hükmü uyarınca "mahkûmiyet sonrası tutma" olarak değerlendirmekte ve tutukluluk süresinin hesabında dikkate almamaktadır (Benzer yöndeki bir AİHM kararı için bkz. Solmaz/Türkiye, B. No: 27561/02, 16/1/2007, §§ 23, 24; Şahap Doğan/Türkiye, B. No: 29361/07, 27/5/2010, § 26). Aynı yaklaşım Yargıtay Ceza Genel Kurulu (CGK) tarafından da benimsenmektedir. CGK'nin 12/4/2011 tarih ve E.2011/1-51, K.2011/42 sayılı kararında, "hakkında mahkûmiyet hükmü kurulmakla sanığın atılı suçu işlediği yerel mahkeme tarafından sabit görülmekte ve bu aşamadan sonra tutukluluğun dayanağı mahkûmiyet hükmü olmaktadır." gerekçesiyle, temyizde geçen sürenin tutukluluk süresine dâhil edilmeyeceğine karar verilmiştir (B. No: 2013/6398, 3/4/2014, § 32).
33. Bu nedenle mahkûmiyete ilişkin nihai kararla birlikte, sanığın tutukluluğa ilişkin hukuki statüsü ve dolayısıyla tabi olduğu rejim değiştiğinden, 30 günlük başvuru süresinin, itiraz yoluna başvurulmayan durumlarda, tutukluluğun hükümle birlikte devamına dair kararın başvurucu tarafından öğrenildiği tarihten itibaren hesaplanması gerekir (B. No: 2013/6398, 3/4/2014, § 33).
34. Somut olayda başvurucu isnat edilen suç nedeniyle 10/11/2007 tarihinde tutuklanmıştır. Başvurucu hakkında İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi 8/1/2013 tarihinde mahkûmiyetine ve tutukluluk halinin devamına karar vermiştir (Bkz.§ 10).
35. Buna göre ilk derece mahkemesinin 8/1/2013 tarihli mahkûmiyet ve tutukluluğun devamı kararı ile başvurucunun tutukluluk hali bu anlamda sona ermiştir. Bu karar, başvurucunun yüzüne karşı tefhim edilmiştir.
36. Başvurucunun, Mahkemenin 18/12/2012 tarihli tutukluluğun devamı kararına karşı yaptığı itiraz talebi İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 11/2/2013 tarih, 2013/68 Değişik iş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Anılan karar 20/2/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 17/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
37. Bu belirlemeler karşısında, uzun tutukluluk ve tutukluluğun formül gerekçelerle devamına ilişkin şikayetleri içeren bireysel başvurunun, tutukluluğun devamı kararına yapılan itirazın reddine ilişkin kararın tebliği tarihi olan 20/2/2013 tarihinden itibaren otuz gün içinde yapılması gerekirken 17/2/2014 tarihinde yapılan bireysel başvuruda süre aşımı olduğu sonucuna varılmıştır.
38. Açıklanan nedenlerle, başvurunun “kişi hürriyeti ve güvenliğinin” ihlal edildiği yönündeki kısmının“süre aşımı” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekmiştir.
b. Masumiyet Karinesinin İhlal Edildiği İddiası
39. Başvurucu, yargılama sürecince tutukluluğun sürdürülmesi ve kararla birlikte verilen kesinleşmemiş ceza miktarının gerekçe gösterilerek tutukluluk halinin devamına karar verilmesi suretiyle masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
40. Masumiyet karinesi, Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü ve Sözleşme’nin ise 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenmiştir.
41. Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz”
42. Sözleşme’nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılır.”
43. Masumiyet (suçsuzluk) karinesi, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına alır. Bunun sonucu olarak, kişinin masumiyeti “asıl” olduğundan suçluluğu ispat külfeti iddia makamına ait olup, kimseye suçsuzluğunu ispat mükellefiyeti yüklenemez. Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz (B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 26).
44. Bununla birlikte masumiyet karinesi adli makamların soruşturma ve kovuşturma işlemlerini yapmalarına, bu çerçevede şartları oluşmuşsa koruma tedbirlerinin uygulanmasına engel oluşturmaz. Anayasa’nın 19. maddesindeki güvencelere uyulması şartıyla kişi hakkında tutuklama tedbirine başvurulması da masumiyet karinesinin ihlal edildiği anlamına gelmez. Nitekim AİHM de mahkûm edilen bir kişinin temyiz aşamasında tutuklu bulundurulmasının Sözleşme’nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasının ihlaline yol açmadığına karar vermiştir (Bkz: Cuvillers ve Da Luz /Fransa, B. No 55052/00, 1/9/2003).
45. Somut olayda İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi yargılama sonucunda, 8/1/2013 tarih ve E.2008/230, K.2013/4 sayılı kararıyla başvurucunun suç işlemek için kurulan örgüte üye olma, hırsızlık, yağma, sahtecilik ve ruhsatsız silah bulundurma suçlarından toplam 142 yıl 9 ay 15 gün hapis ve 375,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluk hâlinin devamına hükmetmiştir.
46. Mahkemenin, başvurucuyu tutuklu olarak yargılaması ve hükmettiği hapis cezalarının süresine bağlı olarak tutukluluğun devamına kararı vermesi masumiyet karinesinin ihlali olarak kabul edilemez.
47. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun “masumiyet karinesi”nin ihlal edildiği yönündeki iddiasının, bir ihlal olmadığı açık olduğundan “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlali İddiası
48. Başvurucunun, yargılamanın makul süreyi aştığına ilişkin şikâyeti açıkça dayanaktan yoksun değildir. Ayrıca başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığı için başvurunun bu şikâyetine ilişkin kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
49. Başvurucu, yargılamasının makul olmayan bir süredir devam ettiğinden şikâyetçi olmuştur.
50. Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18), Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38–39).
51. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).
52. Anayasa’nın 36. ve Sözleşme’nin 6. maddeleri uyarınca kişilere, medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili uyuşmazlıkların yanı sıra, cezai alanda yöneltilen suç isnatlarının makul sürede karara bağlanmasını talep hakkı tanınmıştır. Suç isnadı, bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesi olup, kişiye cezai alanda yöneltilen iddianın suç isnadı niteliğinde olup olmadığının tespitinde; iddia olunan suçun pozitif düzenlemelerdeki tasnifinin, suçun gerçek niteliğinin, suç için öngörülen cezanın niteliği ile ağırlığının değerlendirilmesi gerekir. Ancak isnat olunan fiil, ceza kanunlarında suç olarak nitelendirilmiş ve yargılama aşamasında ceza hukukunun kuralları uygulanmış ise, ayrıca bir uygulanabilirlik incelemesi yapılmaksızın, adil yargılanma hakkının kapsamına girdiği kabul edilecektir (B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 31).
53. Başvuru konusu olayda, başvurucu, 6/11/2007 tarihinde gözaltına alınmış, 11/8/2008 tarihinde ise suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma, yağma, hırsızlık, sahtecilik ve ruhsatsız silah taşımak suçlarından cezalandırılması talebiyle hakkında kamu davası açılmıştır. Bu çerçevede başvurucu hakkındaki suç isnadına dayalı yargılamanın Anayasa’nın 36. maddesinin güvence kapsamına girdiği konusunda kuşku bulunmamaktadır (B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 32).
54. Cezai alanda yöneltilen suç isnatları ile ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak, kişiye bir suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirildiği veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama veya gözaltı gibi tedbirlerin uygulandığı an olup, somut başvuru açısından bu tarih, başvurucunun gözaltına ve böylece isnattan haber olduğu anlaşılan 6/11/2007 tarihidir. Sürenin bitiş tarihi ise, suç isnadına ilişkin nihai kararın verildiği tarihtir. Ancak devam eden yargılamalara ilişkin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasını içeren başvuruların yargılama faaliyetinin devamı sırasında da yapılabilmesi olanağı bulunduğundan, değerlendirmeye esas alınacak sürenin bitiş anı bireysel başvurunun karara bağlandığı tarihtir (B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 34). Bu kapsamda, somut yargılama faaliyeti açısından sürenin bitiş tarihinin, bireysel başvurunun karara bağlandığı tarih olan 11/12/2014 tarihi olduğu anlaşılmaktadır.
55. Başvuru konusu olayda başvurucu, hakkında yürütülen soruşturma kapsamında 6/11/2007 tarihinde gözaltına alınmış, 10/11/2007 tarihli karar ile tutuklanmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 11/8/2008 tarihinde başvurucunun da aralarında bulunduğu altı şüpheli hakkında kamu davası açmıştır. Başvurucu, suç işlemek için kurulan örgüte üye olma, yağma, hırsızlık, resmi belgede sahtecilik, ruhsatsız silah bulundurma suçlarından oluşan yirmi bir suçu işlediği iddiasıyla yargılanmıştır.
56. Başvurucunun yargılandığı dava dosyası 1/12/2011 tarihinde farklı bir dava dosyası ile birleştirilmiştir.
57. Başvurucunun yargılandığı dosya kapsamında sanıkların tümünün savunması ilk duruşmada alınmıştır. Kovuşturma boyunca toplam otuz iki müşteki ve on tanığın beyanı alınmıştır. İlk Derece Mahkemesince başvurucu hakkında mahkûmiyet hükmü kurulana kadar toplam on dört duruşma yapıldığı, duruşmaların genel olarak 3-5 ay aralıklarla gerçekleştirildiği, başvurucunun yargılamanın uzamasına neden olacak eyleminin olmadığı tespit edilmiştir.
58. İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi yargılama sonucunda, 8/1/2013 tarihli kararıyla başvurucunun suç işlemek için kurulan örgüte üye olma, hırsızlık, yağma, sahtecilik ve ruhsatsız silah bulundurma suçlarından toplam 142 yıl 9 ay 15 gün hapis ve 375,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluk hâlinin devamına hükmetmiştir. UYAP sisteminde yapılan araştırmada gerekçeli kararın 6/3/2013 tarihinde UYAP sisteminde onaylandığı, 28/3/2013 tarihinde dosyanın temyiz incelemesi için Yargıtay’a gönderildiği, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca 7/5/2013 tarihinde tebligat eksikliklerinin ikmali için dosyanın Mahkemesine iade edildiği, belirtilen eksiklikler ikmal edildikten sonra dosyanın 10/12/2013 tarihinde tekrar Yargıtay’a gönderildiği tespit edilmiştir.
59. Somut olayda yürütülen soruşturma kapsamında 6/11/2007 tarihinde gözaltına alınan başvurucu hakkındaki dava, Anayasa Mahkemesince yapılan bireysel başvuru incelemesi sırasında Yargıtayda temyiz aşamasındadır. Başvurucuya bir suçun isnat edildiği 6/11/2007 tarihi ile bireysel başvurunun karara bağlandığı tarih arasında geçen süre 7 yıl 1 ay 5 gündür.
60. Bu belirlemelere göre somut olayda yargılamanın uzamasındaki esas etkenin duruşmaların makul olmayan aralıklarla yapılması olduğu, sanık ve müşteki sayısının yargılamanın uzamasını makul gösterecek nitelikte olmadığı, İlk Derece Mahkemesinde geçen sürenin 5 yıl 2 ay 2 gün olduğu, kararın temyiz inceleme safhasının halen devam ettiği belirlenmiştir.
61. 5271 sayılı Kanun’un öngördüğü yargılama usullerine tabi mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde karar verilmiştir (B. No: 2012/625, 9/1/2014, §§ 23-44).
62. Başvuruya konu davada yer alan kişi sayısı ve davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliği başvuruya konu yargılamanın karmaşık olduğunu ortaya koymakla birlikte, davaya bütün olarak bakıldığında, somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve söz konusu 7 yıl 1 ay 5 günlük yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
63. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
64. Başvurucu, 100.000,00 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
65. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
66. Başvurucunun tarafı olduğu uyuşmazlığa ilişkin yedi yıl bir ay beş günlük yargılama süresi nazara alındığında, yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında başvurucuya takdiren net 5.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
67. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.706,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
68. Başvuruya konu yargılamanın 7 yıl 1 ay 5 gündür devam ettiği ve bu hususun makul sürede yargılanma hakkını ihlal ettiği gözetilerek, anayasal bir hakkın ihlal edildiği açık olan bir yargılama dosyasında, hukuka, adalete ve mahkemeye güven ilkesinin gördüğü zararın devam etmesinin önlenmesi amacıyla, yargılamanın mümkün olan en kısa sürede sonuçlandırılmasını teminen, kararın bir örneğinin ilgili mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlali iddiaları yönünden“süre aşımı”,
2. Masumiyet karinesinin ihlal edildiği yönündeki iddiası yönünden “açıkça dayanaktan yoksun olması”
nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası yönünden Anayasa’nın 36. maddesinin İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 5.000,00 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
D. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.706,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
F. Kararın bir örneğinin ilgili mahkemesine gönderilmesine,
11/12/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.