TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
AYSEL ÇALAN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/2429)
|
|
Karar Tarihi: 21/9/2017
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Celal Mümtaz
AKINCI
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Recai AKYEL
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Halil
İbrahim DURSUN
|
Başvurucu
|
:
|
Aysel ÇALAN
|
Vekili
|
:
|
Av. Çiğdem
ALTUNTAŞ BAYHAN
|
|
|
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, ceza infaz kurumunda tutuklu olarak bulunan başvurucunun
oğlunun yabancı cisim yutma nedeniyle kaldırıldığı hastanede yaşamını yitirmesi
ve bu ölüm olayına ilişkin etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi
nedenleriyle yaşama hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 21/2/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşıbeyanda
bulunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve ekleri ile onaylı suretleri Ulusal Yargı Ağı
Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla Mersin Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından
gönderilen soruşturma dosyası içeriğinden tespit edilen olaylar özetle
şöyledir:
9. Başvurucu, Mersin E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu
iken 15/9/2010 tarihinde yaşamını yitiren 1992 doğumlu S.A.nın annesidir..
A. S.A. nın Ceza
İnfaz Kurumuna Girişi ve Ölümü
10. Başvurucunun oğlu S.A., kullanmak için uyuşturucu veya
uyarıcı madde kabul etme veya bulundurma suçundan tutuklanarak 13/9/2010
tarihinde Mersin E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (Ceza İnfaz Kurumu)
konulmuştur.
11. S.A., bireysel başvuru ve soruşturma dosyasına yansıdığı
kadarıyla Ceza İnfaz Kurumuna girmesinden iki gün sonra, 15/9/2010 tarihinde
bir radyo anteni yutmuştur. S.A. bunun üzerine önce Ceza İnfaz Kurumu revirine,
akabinde ise Mersin Devlet Hastanesine (Hastane) götürülmüştür.
12. S.A. 15/9/2010 tarihinde saat 12.00 sıralarında Hastanenin
Acil Servisine giriş yapmıştır. S.A., burada yapılan muayenesi neticesinde "batında yabancı cisim" notuyla
Hastanenin Genel Cerrahi Servisine yönlendirilmiştir. Bunun üzerine yapılan
tetkiklerde S.A.nın karnında
8-10 cm uzunluğunda 0,5-0,8 cm kalınlığında yabancı bir cismin bulunduğu tespit
edilmiştir.
13. Hastane kayıtlarına göre vücuttaki yabancı cismin belli bir
süre beklendikten sonra çıkmaması hâlinde ameliyatla alınması gerektiği S.A.ya açıklanmıştır. S.A., anılan
açıklamayı içeren belgeyi imzalamıştır.
14. Takibe alınan hasta, saat 17.00 sıralarında kolundaki serumu
çıkarmış ve tedaviyi kabul etmediğini bildirmiştir. Hastane kayıtlarına göre
hasta tedaviyi kabul etmediği için diazem adlı ilaç
hastaya enjekte edilememiştir.
15. Saat 18.00 sıralarında iğne yapılmak için yanına gidilen
hastanın hareketsiz yattığı ve arrest olduğu
anlaşılmıştır. Resusitasyona (durmuş olan dolaşım ve
solunum sistemini yeniden çalışır hâle getirmek için uygulanan yöntemler
bütünü) yanıt vermeyen hasta saat 18.10 sıralarında ölü kabul edilmiştir.
B.Ceza Soruşturması Süreci
1. Soruşturma Kapsamında Yapılan İlk İşlemler
ve Alınan Raporlar
16. Hastanede görev yapan polis memurları Ceza İnfaz Kurumunda
tutuklu olarak bulunan bir şahsın Hastanede öldüğünü Mersin Cumhuriyet
Başsavcılığına bildirmiştir. Bunun üzerine nöbetçi Cumhuriyet savcısı, zabıt katibi ve diğer bazı kişilerle birlikte Hastaneye gitmiştir.
17. Cumhuriyet savcısı eşliğinde ölü haricî muayene işlemi
gerçekleştirilmiştir. Ölü haricî muayenesinde eskiye ait birkaç yara izi
dışında herhangi bir darp ve cebir izi tespit edilememiştir. Ölü haricî
muayenesi işlemine katılan adli hekim, kesin ölüm sebebinin klasik otopsi
işlemi yapılarak tespit edilmesinin yerinde olacağını belirtmiştir. Bunun
üzerine kesin ölüm sebebinin tespiti amacıyla 16/9/2010 tarihinde klasik otopsi
işlemi gerçekleştirilmiştir.
18. Kesin ölüm sebebinin tespiti amacıyla yapılan klasik otopsi
işlemi sonucunda hazırlanan 8/2/2011 tarihli raporun ilgili kısmı şöyledir:
"(...)
DIŞ MUAYENE
(...)
Boyun solunda 1x1 cm kurutlu
sıyrık, sağ spina iliaca anterior superior üst iç kısımda
2 adet 1 cm çapta kurutlu sıyrık dışında tüm vücudun
muayenesinde herhangi bir travmatik lezyona
rastlanmadı.
Ceset skopiye alındı.
Mide içinde anten görünümünde opasite izlendi. Dirsek
içlerinde enjeksiyon izleri görülmedi.
İÇ MUAYENE
(...)
Batın Muayenesi: Batın derisi kaldırıldı. Cilt altında kanama, batında serbest
sıvı görülmedi. Karaciğer yüzey ve kesitleri doğal bulundu. Midede perforasyon görülmedi. Lümende sıvı gıda içinde 8 cm
uzunlukta anten ucu bulundu, alındı. Mukozası doğal bulundu. Böbrekler ve
dalağın yüzey ve kesitlerinde makroskopik patolojik
özellik görülmedi. Diğer batın/pelvis organ ve
yapılarında makroskopik patolojik özellik görülmedi.
İskelet sistemi doğal bulundu.
(...)
SONUÇ
(...)
1-) Kimya İhtisas Dairesi’nin toksikoloji
raporuna göre; kanda alkol (Etanol-Metanol)
bulunmadığı, kan ve iç organ parçalarında aranan uyutucu-uyuşturucu ve toksik maddelerden hiçbirisinin bulunmadığı,
2-) Kişinin vücudunda ölümüne müessir travmatik lezyon bulunmadığı,
3-)Kişinin ölüm
sebebi ve tıbbi hata yönünden değerlendirilmek üzere tüm adli tahkikat dosyası
ve tedavi evraklarının gönderilerek (İstanbul) Adli Tıp Kurumu Başkanlığı
ilgili İhtisas Kurulu’ndan görüş alınmasının uygun olacağı kanaatini bildirir
rapordur."
19. Mersin Cumhuriyet Başsavcılığı, ölüm sebebi ve tıbbi hata
yönünden değerlendirilmek üzere dosyanın Adli Tıp Kurumuna gönderilmesine karar
vermiştir. Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulunun, Hastane kayıtları ile adli
dosyada bulunan bilgi ve belgeleri dikkate alarak hazırladığı 25/5/2011 tarihli
raporun sonuç kısmı şöyledir:
"(...)
SONUÇ:
(...)
1- Otopsi esnasında alınan kan ve iç organ
örneklerinde aranan alkol uyutucu, uyarıcı ve toksik
maddeler bulunmadığı,
2- Ceset muayenesinde boyun solda 1x1 cm’lik ve sağ spina iliaca anterior superior üst iç kısımda 2 adet 1 cm çaplı kurutlu sıyrık dışında yeni oluşmuş travmatik
lezyon tarif edilmediği, bu kurutlu sıyrıkların da
ölüm tevlid eder nitelikte olmadıkları,
3- Midede 8 cm uzunluğunda anten parçası
saptanmış olup, otopside mide mukozasında tahribat ve duvarında delinme tespit
edilmediğine göre bu anten parçası nedeniyle öldüğünün delilleri bulunmadığı,
4- Mevcut klinik ve otopsi bulgularına göre
kişinin ölüm nedenlerinin belirlenemediği,
5- Hastaneye gelişi ile ölümü arasında geçen
sürede (yaklaşık 5-6 saat) yapılan işlemlerin tıp kurallarına uygun olduğu oy
birliğiyle mütalaa olunur."
20. Mersin Cumhuriyet Başsavcılığı, kesin ölüm nedeninin
belirlenememesi üzerine dosyayı Adli Tıp Kurumu Genel Kuruluna göndermiş; ölüm
sebebi ve tıbbi hata yönünden yeniden bir değerlendirme yapılmasını talep
etmiştir. Adli Tıp Kurumu Genel Kurulunun 26/7/2012 tarihli raporunda da mevcut
klinik ve otopsi bulgularına göre kişinin ölüm nedeninin belirlenemediği ifade
edilmiştir. Bu raporda ayrıca tıbbi bilgi ve belgelerin incelenmesi neticesinde
hekimlere ve sağlık personeline atfı kabil bir kusur bulunmadığı sonucuna
ulaşılmıştır.
2. Başvurucu ile Tanık Sıfatıyla Dinlenen
Kişilerin Beyanları
21. Cumhuriyet savcısı 17/9/2010 tarihinde müşteki sıfatıyla
başvurucunun ifadesini almıştır. Başvurucu ifadesinde özetle oğlunun ölüm olayı
ile ilgili olarak gerekli incelemelerin yapılarak sorumlu kişilerin tespit edilmesinive bu kişilerin cezalandırılmasını talep
etmiştir.
22. Başvurucu ayrıca muhtelif tarihlerde Mersin Cumhuriyet
Başsavcılığına verdiği dilekçelerle olayın aydınlatılmasını istemiştir.
Başvurucu dilekçelerinde özetle oğlunun 12/9/2010 tarihinde saat 18.00
sıralarında gözaltına alındığını ve ertesi gün tutuklanarak Ceza İnfaz Kurumuna
konulduğunu, 15/9/2010 tarihinde ise oğlunun tedavi amacıyla hastaneye
kaldırıldığını öğrendiğini ifade etmiştir. Başvurucu, Hastaneye gittiğinde oğlunun
Ceza İnfaz Kurumunda bir metal parçası yuttuğunun ancak sağlık durumunun iyi
olduğunun kendisine söylendiğini, metal parçasının alınması için yapılacak olan
ameliyatın risksiz olduğunun kendisine ifade edildiğini, 17.30 sıralarında
oğluyla ilgilenen doktorun yanına telaşla bir hemşirenin geldiğini ve doktora
bir şeyler söylediğini, doktorun ise
"Daha ne bekliyorsun git kalçasından iğne yap." dediğini,
saat 18.45'te ise oğlunun ölüm haberinin kendisine bildirildiğini ifade
etmiştir. Başvurucu ayrıca söz konusu anten parçasının oğluna zorla yutturulup
yutturulmadığı hususunun araştırılmasını talep etmiştir.
23. Cumhuriyet savcısı 23/9/2010 tarihinde S.A.nın Ceza İnfaz Kurumundaki arkadaşlarından B.B.nin ifadesini almıştır. B.B.nin
ifadesişöyledir:
"Ben halen Mersin E Tipi Kapalı Ceza
İnfaz Kurumunda tutuklu olarak yaklaşık 8-9 gündür bulunmaktayım. S.A. ile
tutuklanmadan önce Osmaniye Polis Merkezi nezaretinde ve çocuk şube
müdürlüğünde birlikte kaldık, aynı gün de tutuklanarak cezaevine götürüldük.
Cezaevinde B-9 koğuşunda kalıyorduk. S.A. ile 12/09/2010 ile 15/09/2010
tarihleri arasında sürekli beraberdik. [S.A.] Bu süreç içerisinde gittikçe
artan bir şekilde uyuşturucu krizine girmeye başlamıştı. Daha doğrusu ilk
zamanlar ellerinde ve ayaklarında titreme oluyordu ancak süre geçtikçe krizi
artmaya başlıyordu. Ellerindeki ve ayaklarındaki titremeler vücudunda
kasılmalara neden olmaya, dili tutularak konuşamamaya başlamıştı. Hatta
14/09/2010 günü geçirdiği krizde dili tutuldu ve bayıldı. Yani gittikçe durumu
kötüye gidiyordu, bünyesi de zayıftı, 2-3 gündür yemek de yememişti. Olay günü
de S.A koğuşun yanında bulunan volta atmak için kullandığımız etrafı kapalı
odaya yatağını koyarak burada müzik dinleyeceğini söyleyerek koğuşumuzda
bulunan küçük radyoyu da yanına alarak volta atılan odaya geçti. Ben de S.A.nın odaya geçmesinden yaklaşık
2-3 dakika sonra odaya sigara içmek için gittiğimde S.A. radyonun antenini
çıkarmış yutmaya çalışıyordu, hatta yutamadığı için gözlerinden yaş geliyordu
parmağıyla da yutmak için zorluyordu. Ben olayı görünce arkadaşların yardım
etmesi için bağırdım ve hemen müdahale ettim ancak S.A krize girmişti, kendinde
değildi bu arada anteni yuttu. Biz hemen olayı görevlilere haber verdik. S.A.yı önce revire oradan da
hastaneye götürdüler. Ancak S.A. girdiği krizde zor konuşuyordu, her tarafı
kasılmış bir vaziyette idi. Bu olaylar öğleye doğru oldu. S.A. krize girdiğinde
görevlilere haber veriyorduk, revire götürüp tedavisini yapıp tekrar koğuşa
getiriyorlardı.”
24. Ceza İnfaz Kurumundaki diğer tanıklar da olay anına ilişkin
olarak B.B.nin ifadesine benzer şekilde beyanda
bulunmuşlardır. Bu tanıklar yine B.B.nin ifadesine
benzer şekilde S.A.nın Ceza
İnfaz Kurumunda kaldığı süre içinde birkaç defa uyuşturucu krizine girdiğini,
bu durumu Ceza İnfaz Kurumu yetkililerine bildirdiklerindekrize
giren S.A.nın her defasında Ceza İnfaz Kurumu
yetkililerince kurum revirine götürüldüğünü, revir dönüşlerinde S.A.nın krizi geçmiş bir şekilde yanlarına geldiğini ifade
etmiştir.
3.Soruşturma Sonucunda Verilen Karar
25. Mersin Cumhuriyet Başsavcılığı, soruşturma kapsamında elde
ettiği verileri değerlendirerek 11/2/2013 tarihli ve Sor. No. 2010/33883,
K.2013/2722 sayılı karar ile kovuşturmayayer
olmadığına karar vermiştir. Mersin Cumhuriyet Başsavcılığı, olay yeri
incelemesi ile tanık beyanlarına göre ölen kişinin kaldığı koğuşta herhangi bir
tartışma ve kavga yaşanmadığı, ölüm anına kadar koğuşta hayatın olağan akışında
seyrettiği, ölen kişiye yönelik fiilî bir müdahalenin bulunmadığı, otopsi
raporlarına göre kanda alkol, uyutucu, uyuşturucu madde ve toksik
maddeye rastlanmadığı, vücutta bulunan kurutlu
sıyrıkların ölüme neden olabilecek nitelikte olmadığı tespitlerine vurgu
yaparak ölümün gerçekleşmesinde herhangi bir suç unsuruna rastlanmadığı
sonucuna ulaşmıştır. Mersin Cumhuriyet Başsavcılığı ayrıca, Adli Tıp Kurumundan
alınan raporlarda Hastane hekimlerine ve sağlık personeline atfı kabil bir
kusur bulunmadığının belirtildiğini dikkate alarak Hastane çalışanları hakkında
da herhangi bir suç unsuruna rastlanmadığı sonucuna ulaşmıştır.
26. Başvurucu 12/6/2013 tarihli dilekçesinde özetle kovuşturmaya
yer olmadığına dair kararın eksik inceleme sonucu verildiğini, şikâyet
dilekçesinde belirttiği delillerin toplanmadığını, oğlunun vücudunda bulunan
metal parçasının vücuda ne şekilde ve nasıl girdiğinin aydınlatılamadığını,
doktor ve hemşirelerin kusur ve ihmalinin araştırılmadığını belirterek
kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kaldırılmasını talep etmiştir.
27. Silifke 2. Ağır Ceza Mahkemesi 10/10/2013 tarihli kararı ile
başvurucunun itirazının reddine karar vermiştir.
28. Anılan karar 31/1/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ
edilmiştir.
29. Başvurucu 21/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
30. İlgili hukuk için bkz. Nejla Özer ve Müslim Özer, B. No: 2013/3782,
21/4/2016, §§ 74-89.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
31. Mahkemenin 21/9/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
32. Başvurucu, oğlu S.A.nın tutuklu
olarak bulunduğu Ceza İnfaz Kurumundan hastaneye kaldırıldığının kendisine
bildirilmesi üzerine derhâl Hastaneye gittiğini, Hastaneye gittiğinde oğlunun
Ceza İnfaz Kurumunda anten parçası yuttuğunun ancak sağlık durumunun iyi olduğunun
kendisine söylendiğini, bu açıklamadan belli bir süre sonra oğlunun vefat
haberinin kendisine bildirildiğini, oğluyla ilgilenen Doktor R.S.nin adeta kaçarcasına ortadan kaybolduğunu, bu durumun
oğlunun ölümünün ihmalden ya da yanlış tedaviden kaynaklandığı şüphesini
kuvvetlendirdiğini ileri sürmüştür. Başvurucu bu kapsamda ayrıca, ceza infaz
kurumunda bulunan tutuklu ve hükümlülerin özel ve devlet hastanelerinde
yaşamlarının korunması için gerekli tedbirlerin alınmasının yaşam hakkı
kapsamındaki pozitif yükümlülüklerin bir gereği olduğunu ifade etmiştir.
33. Başvurucu, ölüm nedeninin araştırılması ve olayda
sorumlulukları bulunan Ceza İnfaz Kurumu görevlileri ile Hastanenin sağlık
personeli hakkında kamu davası açılması talebiyle suç duyurusunda bulunduğunu
ancak olay hakkında etkisiz bir soruşturma yürütülerek kovuşturmaya yer
olmadığına karar verildiğini belirtmiştir. Başvurucu bu kapsamda, söz konusu
metal parçasının oğlunun vücuduna ne şekilde girdiği, yuttuğu veya yutturulduğu
hususlarının soruşturmada yeterince aydınlatılamamış olduğunu, sadece oğlunun
koğuş arkadaşlarının yönlendirilmiş olma ihtimali kuvvetle muhtemel beyanlarına
göre karar verildiğini, ceza ve infaz koruma memurlarının ifadelerinin
alınmadığını, Ceza İnfaz Kurumu kamera kayıtlarının istenmediğini ileri
sürmüştür. Başvurucu ayrıca, Hastanede oğluna müdahale eden doktor ve
hemşirelerin kusur ve ihmalinin bulunup bulunmadığı hususunda etkili bir
araştırma yapılmadığını, doktor ve hemşirelerin ifadelerinin dahi alınmadığını,
söz konusu olayda doktor ve hemşirelerin kusurunun bulunmadığını belirten Adli
Tıp Kurumu raporuna dayanılarak karar verilmesinin haksız ve hukuka aykırı
olduğunu, Adli Tıp Kurumu raporlarının tarafsızlığının ve yeterliliğinin
sorgulanmadığını, ölüm nedeninin belirlenemediğini, yeterli inceleme
yapılmaması nedeniyle cezasızlığa neden olunduğunu ifade etmiştir.
34. Başvurucu; yukarıdaki iddialarla (bkz. §§ 32, 33) yaşam
hakkının, adil yargılanma hakkının ve etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
35. Bakanlık görüşünde; kabul edilebilirlik koşulları ile ilgili
olarak “etkili bir yargısal sistem kurma” yönündeki pozitif yükümlülüğün her
olayda mutlaka cezai işlem başlatılmasını gerekli kılmadığı, yaşam hakkına
yönelik ihlal iddialarının kasıtlı bir eylem ile gerçekleştirilmediği
durumlarda mağdurlara hukuki, idari ve hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının
açık olmasının yeterli olabileceği belirtilmiştir. Bakanlık görüşünde; yaşam
hakkına ilişkin bir ihlal söz konusu ise bu ihlalin giderilmesinin öncelikle
idari makamların ve derece mahkemelerinin yükümlülüğü altında olduğu, somut
olayda başvurucunun ilgili kişiler veya idare aleyhine hukuk veya idare
mahkemelerinde herhangi bir tazminat davası açtığına dair bir bilginin
bulunmadığı, Anayasa Mahkemesinin benzer nitelikteki 2013/1655 numaralı
bireysel başvuruda, başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul
edilemezlik kararı verdiği, başvurucunun şikâyetinin, kasti değil ihmale
ilişkin bir ölüm iddiası olduğu dikkate alındığında somut olayda olağan başvuru
yollarının tüketilmediğinin değerlendirildiği, bu sebeple başvurunun olağan
başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerektiğinin düşünüldüğü belirtilmiştir.
36.Bakanlık, başvurunun esası hakkında yaptığı değerlendirmede
öncelikle konuya ilişkin Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
(AİHM) içtihatlarına yer vermiştir. Bakanlık somut olay hakkında yaptığı
değerlendirmede ise S.A.nın radyo anteni yutması
üzerine kaldırıldığı hastanede vefat etmesinden hemen sonra ölü muayene ve
otopsi işlemlerinin gerçekleştirildiğini, Ceza İnfaz Kurumunda bulunan bazı
tutuklu ve hükümlülerin tanık sıfatıyla dinlendiğini, Adli Tıp Kurumundan
alınan raporlarda sağlık personeline herhangi bir kusur atfedilmediğini,
başvurucunun soruşturma dosyasını inceleme yetkisine herhangi bir sınırlama
getirilmediğini belirterek başvurunun kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerektiğinin düşünüldüğünü ifade etmiştir.
B. Değerlendirme
37. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu, temel olarak oğlunun yaşamının
korunamadığı ve olay hakkında etkili bir soruşturma yürütülmediği iddiasını
ileri sürmüştür. Bu sebeple başvurucunun adil yargılanma hakkı ile etkili
başvuru hakkının ihlal edildiği iddialarının bir bütün olarak yaşam hakkı
kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
38. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları
şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını
koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
Tıbbî zorunluluklar ve kanunda yazılı haller
dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve
tıbbî deneylere tâbi tutulamaz.”
39. Anayasa’nın 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Devletin temel amaç ve görevleri, (...)
kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle
bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri
kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları
hazırlamaya çalışmaktır.”
1. Genel İlkeler
40. Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma
hakkı, birbiriyle sıkı bağlantıları olan devredilmez ve vazgeçilmez haklardan
olup devletin bu konuda pozitif ve negatif yükümlülükleri bulunmaktadır.
Devletin negatif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan hiçbir bireyin
yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme,bunun yanı sıra pozitif bir yükümlülük olarak
yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal
makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden
kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No:
2012/752, 17/9/2013, §§ 50, 51).
41. Anayasa Mahkemesinin yaşam hakkı kapsamında devletin sahip
olduğu pozitif yükümlülükler açısından benimsediği temel yaklaşıma göre
devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında gerçekleşen ölüm
olaylarında Anayasa’nın 17. maddesi devlete, elindeki tüm imkânları kullanarak
bu konuda ortaya konulmuş yasal ve idari çerçevenin yaşamı tehlikede olan
kişileri korumak için gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin
durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili idari ve yargısal tedbirleri
alma görevi yüklemektedir. Bu yükümlülük -kamusal olsun veya olmasın- yaşam
hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyeti kapsamaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 52).
42. Ancak özellikle insan davranışının öngörülemezliği,
öncelikler ve kaynaklar değerlendirilerek yapılacak işlemin veya yürütülecek
faaliyetin tercihi dikkate alınarak pozitif yükümlülük; yetkililer üzerine
aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanmamalıdır. Pozitif yükümlülüğün ortaya
çıkması için yetkililerce belirli bir kişinin hayatına yönelik gerçek ve yakın
bir tehlikenin bulunduğunun bilinmesi ya da bilinmesi gerektiği durumların
varlığı kabul edildikten sonra böyle bir durum dâhilinde, makul ölçüler
çerçevesinde ve sahip oldukları yetkiler kapsamında bu tehlikenin
gerçekleşmesini önleyebilecek şekilde kamu makamlarının önlem almakta başarısız
olduklarının tespiti gerekmektedir (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, § 53).
43. Devlet -ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları
tarafından yerine getirilsin- sağlık hizmetlerini hastaların yaşamlarının
korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde
düzenlemek zorundadır (Nail Artuç, B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 35).
44. Özgürlüğünden yoksun bırakılan kişilerin yaşamlarını ve
sağlıklarını koruma konusundaki pozitif yükümlülük, bu kişilerin tıbbi
tedavilerine özen göstermeyi ve yaşamı üzerinde oluşabilecek olası tehditleri
engellemeyi de içerir. Uygun bir tıbbi tedavinin sağlanması konusundaki
eksiklikler yaşam hakkını koruma yükümlülüğüne aykırılık teşkil edebilir (Semiha Gür, B. No: 2013/8691, 6/1/2016, § 42).
45. Devletin yaşam hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif
yükümlülüklerin bir de usule ilişkin yönü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54). Bu
usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma türünün, yaşam hakkının
esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine
bağlı olarak tespiti gerekmektedir. Kasten yapılan ya da saldırı veya kötü
muameleler sonucu meydana gelen ölüm olaylarına ilişkin davalarda Anayasa'nın
17. maddesi gereğince devletin, ölümcül saldırı durumunda sorumluların
tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte cezai
soruşturmalar yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda, yürütülen
idari ve hukuki soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat ödenmesi,
yaşam hakkı ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli
değildir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,
§ 55).
46. Ancak ihmal nedeniyle meydana gelen ölüm olaylarına ilişkin
davalar açısından farklı bir yaklaşımın benimsenmesi gerekir. Buna göre yaşam
hakkının veya fiziksel bütünlüğün ihlaline kasten sebebiyet verilmemiş ise "etkili bir yargısal sistem kurma" yönündeki
pozitif yükümlülük her olayda mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmez.
Mağdurlara hukuki, idari ve hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık
olması yeterli olabilir(Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 59).
47. Bununla birlikte ihmal suretiyle meydana gelen ölüm
olaylarında devlet görevlilerinin ya da kurumlarının bu konuda muhakeme
hatasını veya dikkatsizliği aşan bir ihmali olduğu, yani olası sonuçların
farkında olmalarına rağmen söz konusu makamların kendilerine verilen yetkileri gözardı ederek tehlikeli bir faaliyet nedeniyle oluşan
riskleri bertaraf etmek için gerekli ve yeterli önlemleri almadığı durumlarda
bireyler kendi inisiyatifleriyle hangi hukuk yollarına başvurmuş olurlarsa
olsunlar, insanların hayatının tehlikeye girmesine neden olan kişiler aleyhine
etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi, hiçbir suçlamada bulunulmaması ya
da bu kişilerin yargılanmaması 17. maddenin ihlaline neden olabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 59-62).
2. İlkelerin Olaya Uygulanması
48. Somut olayda başvurucu, Mersin E Tipi Kapalı Ceza İnfaz
Kurumunda tutuklu olarak bulunan oğlunun gerek Ceza İnfaz Kurumu yetkililerince
gerekse Hastane personelince gerekli özenin gösterilmemesi sonucu hayatını
kaybettiğini, buna rağmen ölüm olayında ihmali olan kamu görevlilerinin cezasız
kaldığını ileri sürmektedir. Başvurucu ayrıca oğlunun vücudunda bulunan anten
parçasının oğluna zorla yutturulmuş olabileceğini ifade etmektedir.
49. Bu durumda, yaşanan ölüm olayının kasıtlı bir şekilde gerçekleştirilip
gerçekleştirilmediğinin yahut somut olayda yetkili makamların muhakeme hatasını
veya dikkatsizliği aşan bir ihmalinin, yani olası sonuçların farkında
olmalarına rağmen kendilerine verilen yetkileri gözardı
ederek olayda ortaya çıkan riskleri bertaraf etmek için gerekli ve yeterli
önlemleri almamaları gibi bir durumun bulunup bulunmadığının tespiti
gerekmektedir. Çünkü bu gibi durumlarda yukarıda da belirtildiği üzere -birey
kendi inisiyatifiyle hangi hukuk yollarına başvurmuş olursa olsun- insanların
hayatının tehlikeye girmesine neden olan kişiler aleyhine hiçbir suçlamada
bulunulmaması ya da bu kişilerin yargılanmaması 17. maddenin ihlaline neden
olabilir (bkz. § 45).
50. Bu nedenle somut olayda başvuru yollarının tüketilip
tüketilmediği konusunda karar verebilmek için devletin Anayasa’nın 17. maddesi
kapsamında yaşam hakkını korumak için sahip olduğu “etkili bir yargısal sistem
kurma” yönündeki pozitif yükümlülüğün kapsamının ve başvuru konusu olayda eğer
varsa bu yükümlülüğün ne ölçüde yerine getirildiğinin tespiti gerekmektedir. Bu
tespit ise ancak somut olayın koşulları ile yürütülen ceza soruşturmasının
kapsam ve içeriği dikkate alınarak yapılabilir.
51. Bu çerçevede başvuru konusu olayda öncelikle S.A.nın vücudundan çıkan anten
parçasının S.A.ya zorla yutturulmuş olabileceği
yönündeki iddiaya değinmek gerekir. Cumhuriyet savcısı bu kapsamda S.A.nın Ceza İnfaz Kurumundaki
arkadaşlarının ifadesini almıştır. Olay anına tanıklık eden tutuklu B.B.,
Cumhuriyet savcısı huzurunda verdiği ifadesinde açıkça radyo antenini S.A.nın yutttuğunu
ifade etmiştir. Cumhuriyet savcısı tarafından dinlenen diğer tanıklar da
tutuklu B.B. ile benzer şekilde beyanda bulunmuş ve olayda başka bir kişinin
dahlinin olmadığını ifade etmiştir. Başvurucu her ne kadar oğlunun koğuş
arkadaşlarının verdiği ifadelerin yönlendirilmiş olabileceği ihtimalinden
bahsetmiş ise de başvuru formu ve ekleri ile soruşturma dosyasındaki hiçbir
bilgi ve belge bu kişilerin beyanlarından kuşku duyulmasını gerektirecek bir
veri içermemektedir. Kaldı ki başvurucunun oğlu, bilinci açık bir şekilde
hastaneye götürülmüş, hatta olası bir ameliyatın riskleri hakkında
bilgilendirilmiş ve kendisinin ameliyat için yazılı rızası alınmıştır.
Başvurucunun oğlu S.A., hastanede yapılan bu işlemler sırasında söz konusu
anten parçasının kendisine zorla yutturulduğu şeklinde bir beyanda
bulunmamıştır. Ayrıca ölü muayenesi işlemi tutanağı ile otopsi raporunda, ölen
kişinin vücudunda herhangi bir darp ve cebir izi tespit edilemediği
belirtilmiştir. Bu tespitler de söz konusu anten parçasının S.A.ya zorla yutturulduğu iddiasını desteklememektedir.
52. Bu durumda ölen kişinin vücudundan çıkan anten parçasının
ölen kişiye zorla yutturulması gibi bir durumun söz konusu olmadığı, somut
olayda aksine bir durumdan “şüphelenilmesi”ni gerektirecek bir olgunun bulunmadığı
anlaşılmaktadır. Öte yandan başvurucu, ceza ve infaz koruma memurlarının
ifadelerinin alınmamasının ve Ceza İnfaz Kurumu kamera kayıtlarının
istenmemesinin bir eksiklik olduğunu ileri sürmüş ise de yukarıdaki tespitleri
yapmaya imkân sağlayacak araştırmaların yapıldığı soruşturmada olay anının
tespitine ilişkin başka bazı araştırmaların yapılmamış olması eksiklik olarak
değerlendirilmemiştir.
53. Bununla birlikte yetkili makamların yaşanan ölüm olayında
yukarıda (bkz. § 47) belirtilen ilkeler kapsamında değerlendirilebilecek bir
rollerinin bulunup bulunmadığının da incelenmesi gerekmektedir.
54. Anten yutma olayından iki gün önce Ceza İnfaz Kurumuna
konulan ve başvuru formunda uyuşturucu madde kullanımına bağlı sorunlar
haricinde herhangi bir sorunundan bahsedilmeyen S.A.nın
anten yutmak suretiyle kendisine zarar vermesinin önlenememiş olmasında, Ceza
İnfaz Kurumu yetkililerinin cezai yönden sorumlu tutulmalarını gerektirecekağır bir kusurunun olmadığı, bu nedenle somut
olayda soruşturma makamlarının, Ceza İnfaz Kurumu yetkililerinin cezai
sorumluluklarının bulunmadığı yönündeki tespitinden ayrılmayı gerektirecek bir
yön bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Kaldı ki soruşturma kapsamında Adli Tıp
Kurumundan alınan raporlarda S.A.nın
anten parçası nedeniyle öldüğünün delillerinin bulunmadığı ifade edilmiştir.
55. Bu durumda S.A.nın
ölümünün tıbbi ihmalden ya da yanlış tedaviden kaynaklanmış olabileceği
yönündeki iddianın incelenmesi gerekir. Bireysel başvuru formu ve eklerinde söz
konusu ölüm olayının sağlık personelinin kasti bir tutumundan kaynaklandığını
gösteren herhangi bir bulgu olmadığı gibi olayın meydana geldiği koşulların bu
bağlamda herhangi bir şüphe uyandırmadığı anlaşılmaktadır. Başvurucu da söz
konusu olayın sağlık personeli tarafından kasti şekilde gerçekleştirildiği
yönünde bir iddia ileri sürmemiştir.
56. Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesi bağlamında devletin
sahip olduğu “etkili bir yargısal
sistem kurma” yönündeki pozitif yükümlülük, somut olayda başvurucuya adli ya da
idari yargı mercileri önünde açabileceği bir tazminat ya da tam yargı davası
yolunun sağlanması ile yerine getirilmiş sayılabilir.
57. Bu itibarla Türk hukuk sistemindeki mevcut hukuki yollardan
olup hem ilgili personelin ve idarenin sorumluluğunu saptayabilecek hem de
gerektiği takdirde zararın ödenmesi yoluyla uygun giderim sağlayabilecek
tazminat yolunun, somut olayda devletin yaşam hakkı kapsamındaki "etkili bir yargısal sistem
kurma" yönündekipozitif yükümlülüğünü yerine
getirebilmesi bakımından öncelikle tüketilmesi gereken bir başvuru yolu olduğu
sonucuna varılmıştır. Bu nedenle yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın öncelikle hukuk mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar
tarafından değerlendirilmesi ve bir çözüme kavuşturulması gerekmektedir.
58. Başvurucu, olayda ihmali olduğunu ileri sürdüğü personel
hakkında suç duyurusunda bulunarak ceza soruşturması açılması talebinde
bulunmuş olmakla birlikte hukuk mahkemelerinde tazminat davası ya da idari
yargıda tam yargı davası açma imkânını kullanmamıştır. Bu durumda başvuru
konusu olayda ihlale neden olduğu ileri sürülen eylem için kanunda öngörülen
yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce
tüketilmiş olduğundan söz edilemeyecektir.
59. Açıklanan nedenlerle başvurunun, diğer kabul edilebilirlik
şartları yönünden incelenmeksizin başvuru
yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun başvuru
yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
21/9/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.