TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
CÜNEYT GÖRÜR BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/243)
|
|
Karar Tarihi: 17/11/2014
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Derya ATAKUL
|
Başvurucu
|
:
|
Cüneyt GÖRÜR
|
|
|
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, suç işlemek
amacıyla silahlı örgüt kurmak ve yönetmek suçunu işlediği iddiasıyla
yargılandığı davada, tutukluluğunun kanunda öngörülen azami süreyi aştığını,
yargılamanın halen devam ettiğini ve makul sürede yargılama yapılmadığını
belirterek, Anayasa’nın 19. ve 36. maddelerinde yer alan özgürlük ve güvenlik
hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve
manevi tazminat ile tahliye talebinde bulunmuştur.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 7/1/2014
tarihinde İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve
eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler
tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 13/5/2014 tarihinde, kabul
edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm başkanı tarafından
30/6/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte
yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve
olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına
gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 7/7/2014 tarihli yazısında, Anayasa
Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen,
başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile
başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar
özetle şöyledir:
7. Başvurucu, İzmir Cumhuriyet
Başsavcılığınca (CMK. 250. maddesi ile yetkili) yürütülen soruşturma kapsamında
10/11/2006 tarihinde gözaltına alınmıştır.
8. İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesinin
(CMK. 250. maddesi ile görevli), 11/11/2006 tarih ve 2006/26 Sorgu sayılı
kararı ile başvurucunun “silahlı suç örgütü
yöneticisi olmak, adam öldürmek, işyeri kurşunlamak, adam yaralamak, silahlı
suç örgütüne üye olmak ve 6136 sayılı Kanun’a muhalefet” suçlarından
tutuklanmasına karar verilmiştir.
9. Başvurucu ve diğer yirmi sekiz
şüpheli hakkında, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK. 250. maddesi ile
yetkili) 17/7/2007 tarih ve E.2007/317 sayılı iddianamesi ile "suç işlemek amacıyla silahlı örgüt kurmak ve
yönetmek, suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olmak, örgüt faaliyeti
çerçevesinde tasarlayarak birden fazla adam öldürmek, öldürmeye teşebbüs, 6136
sayılı Kanun’a muhalefet, ev ve işyeri kurşunlamak, mala zarar vermek, örgüt
faaliyeti çerçevesinde uyuşturucu madde ve silah ticareti yapmak, genel
güvenliği kasten tehlikeye sokmak, silahla kasten adam yaralamak, tefecilik,
örgüte gelir temin etmek amacıyla hırsızlık ve tehdit” suçlarını
işledikleri iddiasıyla kamu davası açılmıştır.
10. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının
(CMK. 250. maddesi ile yetkili) 23/10/2007 tarih ve E.2007/426 sayılı
iddianamesi ile on şüpheli hakkında "suç
işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olmak, örgüt faaliyeti çerçevesinde
tasarlayarak birden fazla adam öldürmek, öldürmeye teşebbüs ve genel güvenliği
kasten tehlikeye sokmak” suçlarını işledikleri iddiasıyla kamu
davası açılmıştır.
11. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının,
17/7/2007 ve 23/10/2007 tarihli iddianameleri ile açılan kamu davaları, İzmir
10. Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK. 250. maddesi ile görevli) E.2007/316 sayılı
dosyasına kaydedilmiştir.
12. İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesi,
14/4/2011 tarih ve E.2007/316, K.2011/70 sayılı kararı ile başvurucunun
mahkûmiyetine karar vermiştir.
13. Temyiz üzerine karar, Yargıtay 1.
Ceza Dairesinin 6/11/2012 tarih ve E.2012/3338, K.2012/7873 sayılı ilâmıyla
bozulmuştur.
14. Bozma üzerine, dava İzmir 10. Ağır
Ceza Mahkemesinin E.2012/216 sayılı dosyasına kaydedilmiş, 24/1/2013 tarihli duruşmada,
başvurucunun tutuklu olduğu “silahlı suç
örgütü yöneticisi olmak, adam öldürmek, işyeri kurşunlamak, adam yaralamak,
silahlı suç örgütüne üye olmak ve 6136 sayılı Kanun’a muhalefet”
suçlarından tutukluluğunun beş yıla yaklaşmış olması nedeniyle tahliyesine, “adam öldürmeye teşebbüs” suçundan mevcut
delil durumu, kuvvetli suç şüphesinin bulunması nedenleri ile 4/12/2004 tarih
ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. ve devamı maddeleri gereğince
tutuklanmasına karar verilmiştir.
15. Başvurucunun da bulunduğu duruşmada
Mahkeme, 12/4/2013 tarih ve E.2012/216, K.2013/55 sayılı kararı ile
başvurucunun “suç işlemek amacıyla silahlı
örgüt kurmak ve yönetmek, örgüt faaliyeti çerçevesinde tasarlayarak birden
fazla adam öldürmek (4 kez), öldürmeye teşebbüs (3 kez), korku kaygı ve panik
yaratacak şekilde silahla ateş etmek, silahla kasten adam yaralamak (2 kez)” suçlarından
mahkûmiyetine ve tahliye talebinin reddi ile tutukluluk halinin devamına karar
vermiştir.
16. Karar başvurucu tarafından temyiz
edilmiş olup, temyiz incelemesi halen devam etmektedir.
17. Başvurucu, 11/7/2013 tarihinde
tutukluluğunun makul süreyi aştığını ileri sürerek İzmir 10. Ağır Ceza
Mahkemesine tahliye talebinde bulunmuş, Mahkemece 16/7/2013 tarihli karar ile “5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinde yer alan
şartların oluşmadığı, ayrıca suçun niteliği, mevcut delil durumu, Kanun’da
belirtilen bir tutuklama nedeninin mevcut olması ve başvurucu hakkında isnat
edilen suçların ceza miktarı değerlendirildiğinde kaçma şüphesinin bulunduğu,
bu nedenle sanık hakkında adli kontrol tedbirine hükmedilmesinin yeterli
olamayacağı” gerekçesiyle tahliye talebinin reddi ile tutukluluk
halinin devamına karar verilmiş, bu karar 22/7/2013 tarihinde başvurucuya
tebliğ edilmiştir.
18. Başvurucu, 7/1/2014 tarihinde
bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili
Hukuk
19. 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk
Ceza Kanunu’nun 35. maddesi, 37. maddesinin (1) numaralı fıkrası, 38.
maddesinin (1) numaralı fıkrası, 82. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a)
bendi, 86. maddesinin (1) numaralı fıkrası ile (3) numaralı fıkrasının (e)
bendi, 170. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendi, 220. maddesinin (1),
(3) ve (5) numaralı fıkraları; 10/7/1953 tarih ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve
Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun’un 12. maddesinin ikinci fıkrası.
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
20. Mahkemenin 17/11/2014 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 7/1/2014 tarih ve 2014/243 numaralı
bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
21. Başvurucu, İzmir Cumhuriyet
Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında 10/11/2006 tarihinde gözaltına
alındığını ve 11/11/2006 tarihinde “silahlı
suç örgütü yöneticisi olmak, adam öldürmek, işyeri kurşunlamak, adam yaralamak,
silahlı suç örgütüne üye olmak ve 6136 sayılı Kanun’a muhalefet” suçlarından tutuklandığını, hakkında açılan kamu
davasında yapılan yargılamada İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesince 24/1/2013
tarihli duruşmada, tutukluluğunun beş yıla yaklaşmış olması nedeniyle
tahliyesine karar verildiğini ancak, aynı tarihli duruşmada “adam öldürmeye teşebbüs” suçundan
tutuklandığını, aynı suçtan iki defa tutuklandığını, uzun süredir tutuklu
olduğunu, tutukluluğunun kanunda öngörülen makul süreyi aştığını ve
yargılamanın uzun sürdüğünü belirterek, özgürlük ve güvenlik hakkı ile adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
a. Kişi
Özgürlüğü ve Güvenliği Hakkının İhlali İddiası
22. Başvurucu, İzmir Cumhuriyet
Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında 10/11/2006 tarihinde gözaltına
alındığını ve 11/11/2006 tarihinde tutuklandığını, hakkında açılan kamu
davasında yapılan yargılamada, İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesince 24/1/2013 tarihli
duruşmada, tutukluluğunun beş yıla yaklaşmış olması nedeniyle tahliyesine karar
verildiğini, ancak aynı tarihte tekrar tutuklandığını, 12/4/2013 tarihinde
hakkında mahkûmiyet kararı verildiğini, tutukluluk halinin halen devam
ettiğini, uzun süredir tutuklu olduğunu ve tutukluluğunun kanunda öngörülen
makul süreyi aştığını, bu nedenle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüş ve tahliye talebinde bulunmuştur.
23. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un "Bireysel başvuru usulü" kenar
başlıklı 47. maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:
"Bireysel
başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği tarihten; başvuru yolu
öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması
gerekir. ..."
24. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün "Başvuru süresi ve mazeret"
kenar başlıklı 64. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Bireysel
başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği tarihten, başvuru yolu
öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması
gerekir."
25. Bireysel başvurunun kabul
edilebilirlik koşullarından olan başvuru süresine riayet edilmesi şartı,
bireysel başvuru incelemesinin her aşamasında resen nazara alınması gereken bir
başvuru koşuludur (B. No: 2013/1582, 7/11/2013, § 19).
26. Yukarıda belirtilen hükümler
uyarınca bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği, başvuru yolu
öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması
gerekmektedir. Bu yönüyle başvuru yollarının tüketilmesi ve başvuru süresine
ilişkin koşullar arasında yakın bir bağlantı bulunmaktadır. Ancak belirtilen
hükümlerde yer verilen olağan başvuru yolları ibaresinin, başvurucunun
şikâyetleri açısından makul bir başarı şansı sunabilecek ve bir çözüm
sağlayabilecek nitelikte, kullanılabilir ve etkili başvuru yolları olarak
anlaşılması gerekir. Olağan başvuru yollarının tamamının tüketilmesi ibaresinin
katı bir şekilde yorumlanması, bir takım başvurular
açısından bireysel başvurunun amacıyla bağdaşmayan neticelere yol
açabilecektir. Bu nedenle, olayın özel şartları içinde etkisiz ve yetersiz olan
bir kanun yolunun tüketilmesi şartı aranmaksızın, her bir başvuru yolunun somut
başvurular açısından etkili olup olmadığının münferiden denetlenmesi
gerekmektedir (B. No: 2013/1582, 7/11/2013, § 20).
27. Bireysel başvurunun, başvuru yolu
öngörülmüş olması halinde bu yolun tüketildiği tarihten itibaren otuz gün
içinde yapılması gerektiği belirtilmekle beraber, başvuru süresinin başlangıç
tarihinin belirlenmesi hususunda başvurucunun nihai karardan yeterince bilgi
sahibi olması aranacaktır. Bu noktada, nihai kararın tebliğinin öngörüldüğü
hallerde tebliğ tarihinin, tebliğ şartı öngörülmeyen hallerde ise başvurucunun
kararın içeriğini kesin olarak öğrenebildiği tarihin esas alınması gerekir (B.
No: 2013/1582, 7/11/2013, § 21).
28. Devam eden tutukluluğun hukuka
aykırı olduğu iddiasıyla yapılan bireysel başvurularda şikâyetlerin temel
amacı, tutukluluğun hukuka aykırı olduğunun ya da devamını haklı kılan sebep
veya sebeplerin bulunmadığının tespitidir. Bu tespit yapıldığı takdirde buna
bağlı olarak ilgilinin tutukluluk halinin devamına gerekçe olarak gösterilen
hukuki sebeplerin varlığı sona erecek ve böylece kişinin serbest kalmasının
yolu açılabilecektir. Bu amaçla yapılan bir başvuruda, itiraz kanun yolunda
çelişmeli yargılama ve/veya silahların eşitliği gibi ilkelere uygun olarak bir
inceleme yapılıp yapılmadığı da dikkate alınacaktır. Dolayısıyla belirtilen
nedenlerle ve serbest bırakılmayı temin edebilecek bir karar alma amacıyla
yapılacak bireysel başvuruların, olağan kanun yolları tüketilmek şartıyla,
tutukluluk hali devam ettiği sürece yapılabilmesi mümkündür (B. No: 2012/726, 2/7/2013, § 30).
29. Ancak başvurucu hâlihazırda tahliye
olmuş ya da hakkında ilk derece mahkemesinin mahkûmiyet hükmü kesinleşmiş ise
bireysel başvuru açısından talebi, hukuka aykırılığın tespiti ve gerekiyorsa
belli bir miktar tazminata hükmedilmesiyle sınırlı kalacaktır. Dolayısıyla bu
tür ihlal iddiaları bakımından varsa başvuru yolları denendikten sonra bireysel
başvuru yapılmalıdır (B. No: 2012/726, 2/7/2013, § 31).
30. Buna karşılık, kişi serbest
bırakılmadan yargılanmakta olduğu davada ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm
olmuşsa, mahkûmiyet tarihi itibarıyla tutukluluk hali sona erer. Çünkü bu
durumda kişinin hukuki durumu "bir suç
isnadına bağlı olarak tutuklu" olma kapsamından çıkmaktadır.
Bireysel başvuru incelemesi açısından, tutuklamanın şartları ile mahkûmiyete
hükmedilmesi arasındaki esaslı fark da bunu gerektirir. Zira mahkûmiyete karar
verilmesi, şüphenin yenildiği anlamına gelmekte; isnat olunan suçun işlendiği,
bundan failin sorumlu olduğunun sübuta erdiği kabul edilmekte ve bu nedenle
sanık hakkında hürriyeti bağlayıcı cezaya ve/veya para cezasına
hükmedilmektedir. Bir başka ifadeyle tutuklu sanığın hukuki statüsü değişmekte,
tutuklanmasına neden olan (kuvvetli) şüphe yerini, her türlü şüpheden uzak bir
kabulü ifade eden "kanaat"e
bırakmaktadır. Bu nedenle mahkûmiyetle birlikte kişinin kuvvetli suç şüphesinin
ve bir tutuklama nedenine bağlı olarak tutukluluk halinin sona erdiğinin kabulü
gerekir. Bu bakımdan, mahkûmiyet kararının kesinleşmiş olması ayrıca gerekmez.
Nitekim gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), gerekse Yargıtay,
mahkûmiyet kararı sonrası tutulma halini tutukluluk olarak
nitelendirmemektedir. AİHM, ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm olan bir
sanığın, söz konusu mahkûmiyet kararından sonraki tutulmasını Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 5. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi
hükmü uyarınca "mahkûmiyet sonrası
tutma" olarak değerlendirmekte ve tutukluluk süresinin hesabında
dikkate almamaktadır (Benzer yöndeki bir AİHM kararı için bkz. Solmaz/Türkiye, B. No: 27561/02, 16/1/2007, §§ 23, 24; Şahap Doğan/Türkiye, B. No: 29361/07, 27/5/2010, § 26). Aynı yaklaşım Yargıtay Ceza
Genel Kurulu (YCGK) tarafından da benimsenmektedir. YCGK'nin
12/4/2011 tarih ve E.2011/1-51, K.2011/42 sayılı kararında, "hakkında mahkûmiyet hükmü kurulmakla sanığın
atılı suçu işlediği yerel mahkeme tarafından sabit görülmekte ve bu aşamadan
sonra tutukluluğun dayanağı mahkûmiyet hükmü olmaktadır."
gerekçesiyle, temyizde geçen sürenin tutukluluk süresine dâhil edilmeyeceğine
karar verilmiştir (B. No: 2013/6398, 3/4/2014, §32).
31. Bu nedenle mahkumiyete ilişkin
nihai kararla birlikte, sanığın tutukluluğa ilişkin hukuki statüsü ve
dolayısıyla tabi olduğu rejim değiştiğinden, otuz günlük başvuru süresinin,
itiraz yoluna başvurulmayan durumlarda, tutukluluğun hükümle birlikte devamına
dair kararın başvurucu tarafından öğrenildiği tarihten itibaren hesaplanması
gerekir (B. No: 2013/6398, 3/4/2014, § 33, benzer yöndeki AİHM kararı için bkz.
Atalay Öztürk/Türkiye [KK], B.
No: 54890/09, 7/1/2014).
32. Somut olayda başvurucu, 11/11/2006
tarihinde İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesince tutuklanmış, İlk Derece Mahkemesinin
son mahkûmiyet kararını verdiği 12/4/2013 tarihinde tutukluluk statüsü bu
anlamda sona ermiştir. Bu karar başvurucuya aynı tarihte tefhim edilmiştir.
Başvurucunun bu karara karşı itiraz yoluna başvurduğuna dair herhangi bir bilgi
veya belge bulunmamaktadır.
33. Başvurucu, 11/7/2013 tarihinde,
tutukluluğun makul süreyi aştığı gerekçesiyle tahliye talebinde bulunması
üzerine, İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesince, “5271
sayılı Kanun’un 102. maddesinde yer alan şartların oluşmadığı, ayrıca suçun
niteliği, mevcut delil durumu, Kanun’da belirtilen bir tutuklama nedeninin
mevcut olması ve başvurucu hakkında isnat edilen suçların ceza miktarı
değerlendirildiğinde kaçma şüphesinin bulunduğu, bu nedenle sanık hakkında adli
kontrol tedbirine hükmedilmesinin yeterli olamayacağı” gerekçesiyle
tahliye talebinin reddi ile tutukluluk halinin devamına karar verildiğini ileri
sürmüşse de 12/4/2013 tarihinde, başvurucunun da bulunduğu duruşmada verilen
karardan itibaren süresi içinde itiraz yoluna başvurduğuna veya tahliye
talebinde bulunduğuna dair herhangi bir bilgi veya belge sunmadığı gibi otuz
günlük sürede bireysel başvuruda da bulunmadığı anlaşılmıştır. Buna göre,
başvurucunun 7/1/2014 tarihinde yapmış olduğu bireysel başvurunun, bu şikayet yönünden süresi içerisinde yapıldığının kabul
edilmesi mümkün değildir.
34. Açıklanan nedenlerle, ihlale neden
olduğu iddia edilen karara ilişkin olarak otuz gün geçtikten sonra yapılan
başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden
incelenmeksizin "süre aşımı"
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Makul Sürede Yargılama Yapılmadığı İddiası
35. Başvurucunun yargılamanın
uzunluğuyla ilgili şikâyeti açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyet
için diğer kabul edilemezlik nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu
nedenle, başvurunun bu bölümüne ilişkin olarak kabul edilebilirlik kararı
verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
36. Başvurucu, İzmir Cumhuriyet
Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında 10/11/2006 tarihinde gözaltına
alındığını ve 11/11/2006 tarihinde tutuklandığını, tutuklu yargılandığı davanın
halen devam ettiğini ve makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde
bulunmuştur.
37. Anayasa ve Sözleşme’nin ortak
koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (B. No: 2012/1049,
26/3/2013, § 18), Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil
yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36.
maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa
Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında,
ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak
suretiyle, Sözleşme’nin lâfzî içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil
yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36.
maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul
sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma
hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan
süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141.
maddesinin de Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma
hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B.
No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38–39).
38. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın
kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki
tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin
niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde
göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§
41–45).
39. Anayasa’nın 36. ve Sözleşme’nin 6.
maddesi uyarınca kişilere, cezai alanda yöneltilen suçlamaların da (suç isnadı)
makul sürede karara bağlanmasını isteme hakkı tanınmıştır. İsnat olunan fiil,
ceza kanunlarında suç olarak nitelendirilmiş ve yargılama aşamasında ceza
hukukunun kuralları uygulanmış ise ayrıca bir uygulanabilirlik incelemesi
yapılmaksızın kendiliğinden adil yargılanma hakkının kapsamına girer (B. No:
2013/625, 9/1/2014, § 31). Başvuru konusu olayda, başvurucu hakkında, "suç işlemek amacıyla silahlı örgüt kurmak ve
yönetmek, suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olmak, örgüt faaliyeti
çerçevesinde tasarlayarak birden fazla adam öldürmek, öldürmeye teşebbüs, 6136
sayılı Kanun’a muhalefet, ev ve işyeri kurşunlamak, mala zarar vermek, örgüt
faaliyeti çerçevesinde uyuşturucu madde ve silah ticareti yapmak, genel
güvenliği kasten tehlikeye sokmak, silahla kasten adam yaralamak, tefecilik,
örgüte gelir temin etmek amacıyla hırsızlık ve tehdit” suçlarını
işlediği iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu hakkında isnat olunan
suçlar 5237 ve 6136 sayılı Kanunlarda hapis ve adli para cezasını gerektirir
şekilde tanımlanmıştır. Bu çerçevede başvurucu hakkındaki suç isnadına dayalı
yargılamanın Anayasa’nın 36. maddesinin güvence kapsamına girdiği konusunda
kuşku bulunmamaktadır (B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 32).
40. Ceza muhakemesinde yargılama
süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken sürenin başlangıcı, bir kişiye
suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya isnattan
ilk olarak etkilendiği arama ve gözaltı gibi bir takım
tedbirlerin uygulanması anıdır. Somut başvuru açısından bu tarih, başvurucunun
İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca gözaltına alındığı 10/11/2006 tarihidir. Ceza
yargılamasında sürenin sona erdiği tarih, suç isnadının nihai olarak karara
bağlandığı, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin
makul süre şikâyetiyle ilgili kararını verdiği tarihtir (B. No: 2013/695,
9/1/2014, § 35).
41. Başvuruya konu yargılama sürecinin
incelenmesinde, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca 10/11/2006 tarihinde gözaltına
alınan ve 11/11/2006 tarihinde tutuklanan başvurucu ve diğer yirmi sekiz
şüpheli hakkında 17/7/2007 tarihinde “suç
işlemek amacıyla silahlı örgüt kurmak ve yönetmek, suç işlemek amacıyla kurulan
örgüte üye olmak, örgüt faaliyeti çerçevesinde tasarlayarak birden fazla adam
öldürmek, öldürmeye teşebbüs, 6136 sayılı Kanun’a muhalefet, ev ve işyeri
kurşunlamak, mala zarar vermek, örgüt faaliyeti çerçevesinde uyuşturucu madde
ve silah ticareti yapmak, genel güvenliği kasten tehlikeye sokmak, silahla
kasten adam yaralamak, tefecilik, örgüte gelir temin etmek amacıyla hırsızlık
ve tehdit” suçlarını işledikleri iddiasıyla düzenlenen iddianame ve
Başsavcılığın 23/10/2007 tarihinde başvurucu dışındaki on şüpheli hakkında
düzenlediği iddianame ile kamu davası açıldığı, davanın İzmir 10. Ağır Ceza
Mahkemesinin E.2007/316 sayılı dosyasına kaydedildiği belirlenmiştir. Mahkemece
yapılan yargılamada, başvurucunun savunmasının alındığı, uzun süre mağdur,
müşteki ve tanık beyanlarının alınabilmesi için ilgili Mahkemelere yazılan
talimat cevaplarının beklendiği, taraflarca sunulan delillerin toplandığı,
telefon tape kayıtlarına ve suça konu olaya ait
CD’lere ilişkin Adli Tıp Kurumundan rapor alındığı, 14/4/2011 tarihli karar ile
başvurucunun mahkûmiyetine karar verildiği, başvurucu tarafından temyiz edilen
hükmün, Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 6/11/2012 tarihli ilâmıyla bozulduğu tespit
edilmiştir. Bozma ilâmına uyularak yapılan yargılamada Mahkemece, 12/4/2013
tarihli karar ile başvurucunun “suç işlemek
amacıyla silahlı örgüt kurmak ve yönetmek, örgüt faaliyeti çerçevesinde
tasarlayarak birden fazla adam öldürmek (4 kez), öldürmeye teşebbüs (3 kez),
korku kaygı ve panik yaratacak şekilde silahla ateş etmek, silahla kasten adam
yaralamak (2 kez)” suçlarından mahkûmiyetine ve tahliye talebinin
reddi ile tutukluluk halinin devamına karar verildiği, hükmün başvurucu
tarafından temyiz edildiği ve temyiz incelemesinin halen devam ettiği
anlaşılmıştır.
42. 5271 sayılı Kanun’un öngördüğü
yargılama usullerine tabi mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul sürede
tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve
Anayasa Mahkemesi tarafından makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği
yönünde kararlar verilmiştir (B. No: 2012/625, 9/1/2014, §§ 23-41; B. No:
2013/695, 9/1/2014, §§ 24-40).
43. Başvuruya konu davada yer alan kişi
sayısı ve davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliği
başvuruya konu yargılamanın karmaşık olduğunu ortaya koymakla birlikte, davaya
bütün olarak bakıldığında, somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini
gerektirecek bir yön bulunmadığı ve söz konusu sekiz yıldır devam eden
yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
44. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216
Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
45. Başvurucu, makul sürede
yargılama yapılmadığı için 50.000,00 TL maddi ve 50.000,00 TL manevi tazminata
hükmedilmesini talep etmiştir.
46. 6216 sayılı Kanun'un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
47. Başvurucunun tarafı olduğu
uyuşmazlığa ilişkin sekiz yıldır devam eden yargılama süresi nazara
alındığında, yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal tespitiyle
giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 4.400,00 TL
manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
48. Başvurucu tarafından maddi
tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber, tespit edilen ihlal ile iddia
edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından,
başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
49. Başvurucu tarafından yapılan
ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 206,10 TL harçtan oluşan yargılama
giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
50. Başvuruya konu yargılamanın
sekiz yıldır devam ettiği ve bu hususun makul sürede yargılanma hakkını ihlal
ettiği gözetilerek, anayasal bir hakkın ihlal edildiği açık olan bir yargılama
dosyasında, hukuka, adalete ve mahkemeye güven ilkesinin gördüğü zararın devam
etmesinin önlenmesi amacıyla, yargılamanın mümkün olan en kısa sürede
sonuçlandırılmasını teminen, kararın bir örneğinin
ilgili Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. Özgürlük ve güvenlik
hakkının ihlal edildiği yönündeki şikâyetlerinin "süre aşımı" nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
3. Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL
EDİLDİĞİNE,
B. Başvurucuya net 4.400,00 TL
manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE, başvurucunun
tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
C. Başvurucu tarafından yapılan
206,10 TL harçtan oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
D. Ödemenin, kararın tebliğini
takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay
içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği
tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
E. Kararın bir örneğinin
ilgili derece Mahkemelerine gönderilmesine,
17/11/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.