TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
CÜNEYT GÖRÜR BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2014/243)
Karar Tarihi: 17/11/2014
Başkan
:
Alparslan ALTAN
Üyeler
Serdar ÖZGÜLDÜR
Celal Mümtaz AKINCI
Muammer TOPAL
M. Emin KUZ
Raportör Yrd.
Derya ATAKUL
Başvurucu
Cüneyt GÖRÜR
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, suç işlemek amacıyla silahlı örgüt kurmak ve yönetmek suçunu işlediği iddiasıyla yargılandığı davada, tutukluluğunun kanunda öngörülen azami süreyi aştığını, yargılamanın halen devam ettiğini ve makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, Anayasa’nın 19. ve 36. maddelerinde yer alan özgürlük ve güvenlik hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat ile tahliye talebinde bulunmuştur.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 7/1/2014 tarihinde İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 13/5/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm başkanı tarafından 30/6/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 7/7/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca (CMK. 250. maddesi ile yetkili) yürütülen soruşturma kapsamında 10/11/2006 tarihinde gözaltına alınmıştır.
8. İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK. 250. maddesi ile görevli), 11/11/2006 tarih ve 2006/26 Sorgu sayılı kararı ile başvurucunun “silahlı suç örgütü yöneticisi olmak, adam öldürmek, işyeri kurşunlamak, adam yaralamak, silahlı suç örgütüne üye olmak ve 6136 sayılı Kanun’a muhalefet” suçlarından tutuklanmasına karar verilmiştir.
9. Başvurucu ve diğer yirmi sekiz şüpheli hakkında, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK. 250. maddesi ile yetkili) 17/7/2007 tarih ve E.2007/317 sayılı iddianamesi ile "suç işlemek amacıyla silahlı örgüt kurmak ve yönetmek, suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olmak, örgüt faaliyeti çerçevesinde tasarlayarak birden fazla adam öldürmek, öldürmeye teşebbüs, 6136 sayılı Kanun’a muhalefet, ev ve işyeri kurşunlamak, mala zarar vermek, örgüt faaliyeti çerçevesinde uyuşturucu madde ve silah ticareti yapmak, genel güvenliği kasten tehlikeye sokmak, silahla kasten adam yaralamak, tefecilik, örgüte gelir temin etmek amacıyla hırsızlık ve tehdit” suçlarını işledikleri iddiasıyla kamu davası açılmıştır.
10. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK. 250. maddesi ile yetkili) 23/10/2007 tarih ve E.2007/426 sayılı iddianamesi ile on şüpheli hakkında "suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olmak, örgüt faaliyeti çerçevesinde tasarlayarak birden fazla adam öldürmek, öldürmeye teşebbüs ve genel güvenliği kasten tehlikeye sokmak” suçlarını işledikleri iddiasıyla kamu davası açılmıştır.
11. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının, 17/7/2007 ve 23/10/2007 tarihli iddianameleri ile açılan kamu davaları, İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK. 250. maddesi ile görevli) E.2007/316 sayılı dosyasına kaydedilmiştir.
12. İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesi, 14/4/2011 tarih ve E.2007/316, K.2011/70 sayılı kararı ile başvurucunun mahkûmiyetine karar vermiştir.
13. Temyiz üzerine karar, Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 6/11/2012 tarih ve E.2012/3338, K.2012/7873 sayılı ilâmıyla bozulmuştur.
14. Bozma üzerine, dava İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2012/216 sayılı dosyasına kaydedilmiş, 24/1/2013 tarihli duruşmada, başvurucunun tutuklu olduğu “silahlı suç örgütü yöneticisi olmak, adam öldürmek, işyeri kurşunlamak, adam yaralamak, silahlı suç örgütüne üye olmak ve 6136 sayılı Kanun’a muhalefet” suçlarından tutukluluğunun beş yıla yaklaşmış olması nedeniyle tahliyesine, “adam öldürmeye teşebbüs” suçundan mevcut delil durumu, kuvvetli suç şüphesinin bulunması nedenleri ile 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. ve devamı maddeleri gereğince tutuklanmasına karar verilmiştir.
15. Başvurucunun da bulunduğu duruşmada Mahkeme, 12/4/2013 tarih ve E.2012/216, K.2013/55 sayılı kararı ile başvurucunun “suç işlemek amacıyla silahlı örgüt kurmak ve yönetmek, örgüt faaliyeti çerçevesinde tasarlayarak birden fazla adam öldürmek (4 kez), öldürmeye teşebbüs (3 kez), korku kaygı ve panik yaratacak şekilde silahla ateş etmek, silahla kasten adam yaralamak (2 kez)” suçlarından mahkûmiyetine ve tahliye talebinin reddi ile tutukluluk halinin devamına karar vermiştir.
16. Karar başvurucu tarafından temyiz edilmiş olup, temyiz incelemesi halen devam etmektedir.
17. Başvurucu, 11/7/2013 tarihinde tutukluluğunun makul süreyi aştığını ileri sürerek İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesine tahliye talebinde bulunmuş, Mahkemece 16/7/2013 tarihli karar ile “5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinde yer alan şartların oluşmadığı, ayrıca suçun niteliği, mevcut delil durumu, Kanun’da belirtilen bir tutuklama nedeninin mevcut olması ve başvurucu hakkında isnat edilen suçların ceza miktarı değerlendirildiğinde kaçma şüphesinin bulunduğu, bu nedenle sanık hakkında adli kontrol tedbirine hükmedilmesinin yeterli olamayacağı” gerekçesiyle tahliye talebinin reddi ile tutukluluk halinin devamına karar verilmiş, bu karar 22/7/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
18. Başvurucu, 7/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
19. 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 35. maddesi, 37. maddesinin (1) numaralı fıkrası, 38. maddesinin (1) numaralı fıkrası, 82. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi, 86. maddesinin (1) numaralı fıkrası ile (3) numaralı fıkrasının (e) bendi, 170. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendi, 220. maddesinin (1), (3) ve (5) numaralı fıkraları; 10/7/1953 tarih ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun’un 12. maddesinin ikinci fıkrası.
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
20. Mahkemenin 17/11/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 7/1/2014 tarih ve 2014/243 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
21. Başvurucu, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında 10/11/2006 tarihinde gözaltına alındığını ve 11/11/2006 tarihinde “silahlı suç örgütü yöneticisi olmak, adam öldürmek, işyeri kurşunlamak, adam yaralamak, silahlı suç örgütüne üye olmak ve 6136 sayılı Kanun’a muhalefet” suçlarından tutuklandığını, hakkında açılan kamu davasında yapılan yargılamada İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesince 24/1/2013 tarihli duruşmada, tutukluluğunun beş yıla yaklaşmış olması nedeniyle tahliyesine karar verildiğini ancak, aynı tarihli duruşmada “adam öldürmeye teşebbüs” suçundan tutuklandığını, aynı suçtan iki defa tutuklandığını, uzun süredir tutuklu olduğunu, tutukluluğunun kanunda öngörülen makul süreyi aştığını ve yargılamanın uzun sürdüğünü belirterek, özgürlük ve güvenlik hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Kişi Özgürlüğü ve Güvenliği Hakkının İhlali İddiası
22. Başvurucu, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında 10/11/2006 tarihinde gözaltına alındığını ve 11/11/2006 tarihinde tutuklandığını, hakkında açılan kamu davasında yapılan yargılamada, İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesince 24/1/2013 tarihli duruşmada, tutukluluğunun beş yıla yaklaşmış olması nedeniyle tahliyesine karar verildiğini, ancak aynı tarihte tekrar tutuklandığını, 12/4/2013 tarihinde hakkında mahkûmiyet kararı verildiğini, tutukluluk halinin halen devam ettiğini, uzun süredir tutuklu olduğunu ve tutukluluğunun kanunda öngörülen makul süreyi aştığını, bu nedenle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tahliye talebinde bulunmuştur.
23. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un "Bireysel başvuru usulü" kenar başlıklı 47. maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:
"Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği tarihten; başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir. ..."
24. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün "Başvuru süresi ve mazeret" kenar başlıklı 64. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği tarihten, başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir."
25. Bireysel başvurunun kabul edilebilirlik koşullarından olan başvuru süresine riayet edilmesi şartı, bireysel başvuru incelemesinin her aşamasında resen nazara alınması gereken bir başvuru koşuludur (B. No: 2013/1582, 7/11/2013, § 19).
26. Yukarıda belirtilen hükümler uyarınca bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği, başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekmektedir. Bu yönüyle başvuru yollarının tüketilmesi ve başvuru süresine ilişkin koşullar arasında yakın bir bağlantı bulunmaktadır. Ancak belirtilen hükümlerde yer verilen olağan başvuru yolları ibaresinin, başvurucunun şikâyetleri açısından makul bir başarı şansı sunabilecek ve bir çözüm sağlayabilecek nitelikte, kullanılabilir ve etkili başvuru yolları olarak anlaşılması gerekir. Olağan başvuru yollarının tamamının tüketilmesi ibaresinin katı bir şekilde yorumlanması, bir takım başvurular açısından bireysel başvurunun amacıyla bağdaşmayan neticelere yol açabilecektir. Bu nedenle, olayın özel şartları içinde etkisiz ve yetersiz olan bir kanun yolunun tüketilmesi şartı aranmaksızın, her bir başvuru yolunun somut başvurular açısından etkili olup olmadığının münferiden denetlenmesi gerekmektedir (B. No: 2013/1582, 7/11/2013, § 20).
27. Bireysel başvurunun, başvuru yolu öngörülmüş olması halinde bu yolun tüketildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerektiği belirtilmekle beraber, başvuru süresinin başlangıç tarihinin belirlenmesi hususunda başvurucunun nihai karardan yeterince bilgi sahibi olması aranacaktır. Bu noktada, nihai kararın tebliğinin öngörüldüğü hallerde tebliğ tarihinin, tebliğ şartı öngörülmeyen hallerde ise başvurucunun kararın içeriğini kesin olarak öğrenebildiği tarihin esas alınması gerekir (B. No: 2013/1582, 7/11/2013, § 21).
28. Devam eden tutukluluğun hukuka aykırı olduğu iddiasıyla yapılan bireysel başvurularda şikâyetlerin temel amacı, tutukluluğun hukuka aykırı olduğunun ya da devamını haklı kılan sebep veya sebeplerin bulunmadığının tespitidir. Bu tespit yapıldığı takdirde buna bağlı olarak ilgilinin tutukluluk halinin devamına gerekçe olarak gösterilen hukuki sebeplerin varlığı sona erecek ve böylece kişinin serbest kalmasının yolu açılabilecektir. Bu amaçla yapılan bir başvuruda, itiraz kanun yolunda çelişmeli yargılama ve/veya silahların eşitliği gibi ilkelere uygun olarak bir inceleme yapılıp yapılmadığı da dikkate alınacaktır. Dolayısıyla belirtilen nedenlerle ve serbest bırakılmayı temin edebilecek bir karar alma amacıyla yapılacak bireysel başvuruların, olağan kanun yolları tüketilmek şartıyla, tutukluluk hali devam ettiği sürece yapılabilmesi mümkündür (B. No: 2012/726, 2/7/2013, § 30).
29. Ancak başvurucu hâlihazırda tahliye olmuş ya da hakkında ilk derece mahkemesinin mahkûmiyet hükmü kesinleşmiş ise bireysel başvuru açısından talebi, hukuka aykırılığın tespiti ve gerekiyorsa belli bir miktar tazminata hükmedilmesiyle sınırlı kalacaktır. Dolayısıyla bu tür ihlal iddiaları bakımından varsa başvuru yolları denendikten sonra bireysel başvuru yapılmalıdır (B. No: 2012/726, 2/7/2013, § 31).
30. Buna karşılık, kişi serbest bırakılmadan yargılanmakta olduğu davada ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm olmuşsa, mahkûmiyet tarihi itibarıyla tutukluluk hali sona erer. Çünkü bu durumda kişinin hukuki durumu "bir suç isnadına bağlı olarak tutuklu" olma kapsamından çıkmaktadır. Bireysel başvuru incelemesi açısından, tutuklamanın şartları ile mahkûmiyete hükmedilmesi arasındaki esaslı fark da bunu gerektirir. Zira mahkûmiyete karar verilmesi, şüphenin yenildiği anlamına gelmekte; isnat olunan suçun işlendiği, bundan failin sorumlu olduğunun sübuta erdiği kabul edilmekte ve bu nedenle sanık hakkında hürriyeti bağlayıcı cezaya ve/veya para cezasına hükmedilmektedir. Bir başka ifadeyle tutuklu sanığın hukuki statüsü değişmekte, tutuklanmasına neden olan (kuvvetli) şüphe yerini, her türlü şüpheden uzak bir kabulü ifade eden "kanaat"e bırakmaktadır. Bu nedenle mahkûmiyetle birlikte kişinin kuvvetli suç şüphesinin ve bir tutuklama nedenine bağlı olarak tutukluluk halinin sona erdiğinin kabulü gerekir. Bu bakımdan, mahkûmiyet kararının kesinleşmiş olması ayrıca gerekmez. Nitekim gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), gerekse Yargıtay, mahkûmiyet kararı sonrası tutulma halini tutukluluk olarak nitelendirmemektedir. AİHM, ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm olan bir sanığın, söz konusu mahkûmiyet kararından sonraki tutulmasını Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 5. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi hükmü uyarınca "mahkûmiyet sonrası tutma" olarak değerlendirmekte ve tutukluluk süresinin hesabında dikkate almamaktadır (Benzer yöndeki bir AİHM kararı için bkz. Solmaz/Türkiye, B. No: 27561/02, 16/1/2007, §§ 23, 24; Şahap Doğan/Türkiye, B. No: 29361/07, 27/5/2010, § 26). Aynı yaklaşım Yargıtay Ceza Genel Kurulu (YCGK) tarafından da benimsenmektedir. YCGK'nin 12/4/2011 tarih ve E.2011/1-51, K.2011/42 sayılı kararında, "hakkında mahkûmiyet hükmü kurulmakla sanığın atılı suçu işlediği yerel mahkeme tarafından sabit görülmekte ve bu aşamadan sonra tutukluluğun dayanağı mahkûmiyet hükmü olmaktadır." gerekçesiyle, temyizde geçen sürenin tutukluluk süresine dâhil edilmeyeceğine karar verilmiştir (B. No: 2013/6398, 3/4/2014, §32).
31. Bu nedenle mahkumiyete ilişkin nihai kararla birlikte, sanığın tutukluluğa ilişkin hukuki statüsü ve dolayısıyla tabi olduğu rejim değiştiğinden, otuz günlük başvuru süresinin, itiraz yoluna başvurulmayan durumlarda, tutukluluğun hükümle birlikte devamına dair kararın başvurucu tarafından öğrenildiği tarihten itibaren hesaplanması gerekir (B. No: 2013/6398, 3/4/2014, § 33, benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Atalay Öztürk/Türkiye [KK], B. No: 54890/09, 7/1/2014).
32. Somut olayda başvurucu, 11/11/2006 tarihinde İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesince tutuklanmış, İlk Derece Mahkemesinin son mahkûmiyet kararını verdiği 12/4/2013 tarihinde tutukluluk statüsü bu anlamda sona ermiştir. Bu karar başvurucuya aynı tarihte tefhim edilmiştir. Başvurucunun bu karara karşı itiraz yoluna başvurduğuna dair herhangi bir bilgi veya belge bulunmamaktadır.
33. Başvurucu, 11/7/2013 tarihinde, tutukluluğun makul süreyi aştığı gerekçesiyle tahliye talebinde bulunması üzerine, İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesince, “5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinde yer alan şartların oluşmadığı, ayrıca suçun niteliği, mevcut delil durumu, Kanun’da belirtilen bir tutuklama nedeninin mevcut olması ve başvurucu hakkında isnat edilen suçların ceza miktarı değerlendirildiğinde kaçma şüphesinin bulunduğu, bu nedenle sanık hakkında adli kontrol tedbirine hükmedilmesinin yeterli olamayacağı” gerekçesiyle tahliye talebinin reddi ile tutukluluk halinin devamına karar verildiğini ileri sürmüşse de 12/4/2013 tarihinde, başvurucunun da bulunduğu duruşmada verilen karardan itibaren süresi içinde itiraz yoluna başvurduğuna veya tahliye talebinde bulunduğuna dair herhangi bir bilgi veya belge sunmadığı gibi otuz günlük sürede bireysel başvuruda da bulunmadığı anlaşılmıştır. Buna göre, başvurucunun 7/1/2014 tarihinde yapmış olduğu bireysel başvurunun, bu şikayet yönünden süresi içerisinde yapıldığının kabul edilmesi mümkün değildir.
34. Açıklanan nedenlerle, ihlale neden olduğu iddia edilen karara ilişkin olarak otuz gün geçtikten sonra yapılan başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin "süre aşımı" nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Makul Sürede Yargılama Yapılmadığı İddiası
35. Başvurucunun yargılamanın uzunluğuyla ilgili şikâyeti açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyet için diğer kabul edilemezlik nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle, başvurunun bu bölümüne ilişkin olarak kabul edilebilirlik kararı verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
36. Başvurucu, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında 10/11/2006 tarihinde gözaltına alındığını ve 11/11/2006 tarihinde tutuklandığını, tutuklu yargılandığı davanın halen devam ettiğini ve makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
37. Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18), Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşme’nin lâfzî içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38–39).
38. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).
39. Anayasa’nın 36. ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca kişilere, cezai alanda yöneltilen suçlamaların da (suç isnadı) makul sürede karara bağlanmasını isteme hakkı tanınmıştır. İsnat olunan fiil, ceza kanunlarında suç olarak nitelendirilmiş ve yargılama aşamasında ceza hukukunun kuralları uygulanmış ise ayrıca bir uygulanabilirlik incelemesi yapılmaksızın kendiliğinden adil yargılanma hakkının kapsamına girer (B. No: 2013/625, 9/1/2014, § 31). Başvuru konusu olayda, başvurucu hakkında, "suç işlemek amacıyla silahlı örgüt kurmak ve yönetmek, suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olmak, örgüt faaliyeti çerçevesinde tasarlayarak birden fazla adam öldürmek, öldürmeye teşebbüs, 6136 sayılı Kanun’a muhalefet, ev ve işyeri kurşunlamak, mala zarar vermek, örgüt faaliyeti çerçevesinde uyuşturucu madde ve silah ticareti yapmak, genel güvenliği kasten tehlikeye sokmak, silahla kasten adam yaralamak, tefecilik, örgüte gelir temin etmek amacıyla hırsızlık ve tehdit” suçlarını işlediği iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu hakkında isnat olunan suçlar 5237 ve 6136 sayılı Kanunlarda hapis ve adli para cezasını gerektirir şekilde tanımlanmıştır. Bu çerçevede başvurucu hakkındaki suç isnadına dayalı yargılamanın Anayasa’nın 36. maddesinin güvence kapsamına girdiği konusunda kuşku bulunmamaktadır (B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 32).
40. Ceza muhakemesinde yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken sürenin başlangıcı, bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama ve gözaltı gibi bir takım tedbirlerin uygulanması anıdır. Somut başvuru açısından bu tarih, başvurucunun İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca gözaltına alındığı 10/11/2006 tarihidir. Ceza yargılamasında sürenin sona erdiği tarih, suç isnadının nihai olarak karara bağlandığı, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul süre şikâyetiyle ilgili kararını verdiği tarihtir (B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 35).
41. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca 10/11/2006 tarihinde gözaltına alınan ve 11/11/2006 tarihinde tutuklanan başvurucu ve diğer yirmi sekiz şüpheli hakkında 17/7/2007 tarihinde “suç işlemek amacıyla silahlı örgüt kurmak ve yönetmek, suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olmak, örgüt faaliyeti çerçevesinde tasarlayarak birden fazla adam öldürmek, öldürmeye teşebbüs, 6136 sayılı Kanun’a muhalefet, ev ve işyeri kurşunlamak, mala zarar vermek, örgüt faaliyeti çerçevesinde uyuşturucu madde ve silah ticareti yapmak, genel güvenliği kasten tehlikeye sokmak, silahla kasten adam yaralamak, tefecilik, örgüte gelir temin etmek amacıyla hırsızlık ve tehdit” suçlarını işledikleri iddiasıyla düzenlenen iddianame ve Başsavcılığın 23/10/2007 tarihinde başvurucu dışındaki on şüpheli hakkında düzenlediği iddianame ile kamu davası açıldığı, davanın İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2007/316 sayılı dosyasına kaydedildiği belirlenmiştir. Mahkemece yapılan yargılamada, başvurucunun savunmasının alındığı, uzun süre mağdur, müşteki ve tanık beyanlarının alınabilmesi için ilgili Mahkemelere yazılan talimat cevaplarının beklendiği, taraflarca sunulan delillerin toplandığı, telefon tape kayıtlarına ve suça konu olaya ait CD’lere ilişkin Adli Tıp Kurumundan rapor alındığı, 14/4/2011 tarihli karar ile başvurucunun mahkûmiyetine karar verildiği, başvurucu tarafından temyiz edilen hükmün, Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 6/11/2012 tarihli ilâmıyla bozulduğu tespit edilmiştir. Bozma ilâmına uyularak yapılan yargılamada Mahkemece, 12/4/2013 tarihli karar ile başvurucunun “suç işlemek amacıyla silahlı örgüt kurmak ve yönetmek, örgüt faaliyeti çerçevesinde tasarlayarak birden fazla adam öldürmek (4 kez), öldürmeye teşebbüs (3 kez), korku kaygı ve panik yaratacak şekilde silahla ateş etmek, silahla kasten adam yaralamak (2 kez)” suçlarından mahkûmiyetine ve tahliye talebinin reddi ile tutukluluk halinin devamına karar verildiği, hükmün başvurucu tarafından temyiz edildiği ve temyiz incelemesinin halen devam ettiği anlaşılmıştır.
42. 5271 sayılı Kanun’un öngördüğü yargılama usullerine tabi mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde kararlar verilmiştir (B. No: 2012/625, 9/1/2014, §§ 23-41; B. No: 2013/695, 9/1/2014, §§ 24-40).
43. Başvuruya konu davada yer alan kişi sayısı ve davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliği başvuruya konu yargılamanın karmaşık olduğunu ortaya koymakla birlikte, davaya bütün olarak bakıldığında, somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve söz konusu sekiz yıldır devam eden yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
44. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
45. Başvurucu, makul sürede yargılama yapılmadığı için 50.000,00 TL maddi ve 50.000,00 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
46. 6216 sayılı Kanun'un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
47. Başvurucunun tarafı olduğu uyuşmazlığa ilişkin sekiz yıldır devam eden yargılama süresi nazara alındığında, yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 4.400,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
48. Başvurucu tarafından maddi tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber, tespit edilen ihlal ile iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından, başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
49. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 206,10 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
50. Başvuruya konu yargılamanın sekiz yıldır devam ettiği ve bu hususun makul sürede yargılanma hakkını ihlal ettiği gözetilerek, anayasal bir hakkın ihlal edildiği açık olan bir yargılama dosyasında, hukuka, adalete ve mahkemeye güven ilkesinin gördüğü zararın devam etmesinin önlenmesi amacıyla, yargılamanın mümkün olan en kısa sürede sonuçlandırılmasını teminen, kararın bir örneğinin ilgili Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. Özgürlük ve güvenlik hakkının ihlal edildiği yönündeki şikâyetlerinin "süre aşımı" nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
3. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
B. Başvurucuya net 4.400,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE, başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
C. Başvurucu tarafından yapılan 206,10 TL harçtan oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
D. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
E. Kararın bir örneğinin ilgili derece Mahkemelerine gönderilmesine,
17/11/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.