TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MURAT ÖZTÜRK BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/2454)
|
|
Karar Tarihi: 4/11/2014
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Derya ATAKUL
|
Başvurucu
|
:
|
Murat ÖZTÜRK
|
Vekili
|
:
|
Av. Halil İbrahim KOÇ
|
|
|
|
I.BAŞVURUNUN KONUSU
1.
Başvurucu, haksız ekonomik çıkar sağlamak amacıyla silahlı suç örgütüne üye
olma suçunu işlediği iddiasıyla yargılandığı davada, tutukluluğunun kanunda
öngörülen azami süreyi aştığını, yargılamanın halen devam ettiğini ve makul
sürede yargılama yapılmadığını belirterek, Anayasa’nın 19. ve 36. maddelerinde
yer alan özgürlük ve güvenlik hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüş, manevi tazminat ile tahliye talebinde bulunmuştur.
II.BAŞVURU SÜRECİ
2.
Başvuru, 25/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari
yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun
bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 16/5/2014 tarihinde, kabul
edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar verilmiştir.
4.
Bölüm tarafından 5/9/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin
birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve
olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına
gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 10/9/2014 tarihli yazısında, Anayasa
Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen,
başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III.OLAY VE OLGULAR
A.Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile
başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar
özetle şöyledir:
7. Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (CMK. 250.
maddesi ile yetkili) yürütülen soruşturma kapsamında 6/8/2007 tarihinde gözaltına
alınmıştır.
8. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince (CMK. 250. maddesi
ile görevli), 10/8/2007 tarih ve 2007/59 Sorgu sayılı karar ile başvurucunun
tutuklanmasına karar verilmiştir.
9. Başvurucu ve diğer elli şüpheli hakkında İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK. 250. maddesi ile yetkili) 21/1/2008 tarih ve
E.2008/72 sayılı iddianamesi ile "haksız
ekonomik çıkar sağlamak amacıyla silahlı suç örgütü kurmak ve yönetmek, bu amaç
için kurulan silahlı suç örgütüne üye olmak, nitelikli tehdit, nitelikli yağma,
nitelikli yağmaya teşebbüs, kasten adam öldürmeye teşebbüs ve azmettirme,
kasten silahlı yaralamaya teşebbüs ve azmettirme, nitelikli tehdide azmettirme,
kasten yaralama, kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma, 6136 sayılı Kanun'a
muhalefet, telefon ile hakaret, kumar oynanması için yer ve imkan sağlama, 1072
sayılı Kanun'a muhalefet" suçlarını işledikleri iddiasıyla kamu
davası açılmış, yargılamaya İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK. 250.
maddesi ile görevli) E.2008/35 sayılı dosyasında başlanmıştır.
10. Mahkeme, 22/7/2008 tarih ve E.2008/190, K.2008/188 sayılı
kararı ile İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 15/7/2008 tarih ve E.2008/978
sayılı iddianamesi ile açılan E.2008/190 sayılı dava dosyasının, Mahkemenin
E.2008/35 sayılı dosyası ile birleştirilmesine, yargılamanın bu dosya üzerinden
yürütülmesine karar vermiştir.
11. Mahkeme, 8/4/2009 tarih ve E.2009/92, K.2009/62 sayılı
kararı ile İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 1/4/2009 tarih ve E.2009/371
sayılı iddianamesi ile açılan E.2009/92 sayılı dava dosyasının, Mahkemenin
E.2008/35 sayılı dosyası ile birleştirilmesine, yargılamanın bu dosya üzerinden
yürütülmesine karar vermiştir.
12. Çeşme Sulh Ceza Mahkemesi, 17/11/2009 tarih ve
E.2008/270, K.2009/425 sayılı kararı ile Çeşme Cumhuriyet Başsavcılığının
4/5/2008 tarih ve E.2008/475 sayılı iddianamesi ile açılan E.2008/270 sayılı
dava dosyasının, İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2008/35 sayılı dosyası
ile birleştirilmesine, yargılamanın bu dosya üzerinden yürütülmesine karar
vermiştir.
13. Başvurucunun da bulunduğu duruşmada İstanbul 9. Ağır Ceza
Mahkemesi, 7/12/2012 tarih ve E.2008/35, K.2012/307 sayılı kararı ile
başvurucunun neticeten 25 yıl 46 ay 45 gün hapis ve 3.000,00 TL adli para
cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluk halinin devamına karar vermiştir.
14. Başvurucunun, tutukluluğun devamına dair 7/12/2012
tarihli karara karşı itiraz yoluna başvurduğuna dair herhangi bir bilgi veya
belge bulunmamaktadır.
15. Gerekçeli karar 6/4/2013 tarihinde başvurucu tarafından
temyiz edilmiş ve dosya 28/6/2013 tarihinde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına
gönderilmiş olup, temyiz incelemesi halen devam etmektedir.
16. Başvurucu, 29/1/2014 tarihinde tutukluluğunun makul
süreyi aştığını ileri sürerek İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesine tahliye talebinde
bulunmuş, Mahkemece itiraz ile ilgili değerlendirme yapıldığı tespit
edilememiştir.
17. Başvurucu, 25/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
18. Başvurucu, 19/8/2014 tarihli ek dilekçesiyle, 29/1/2014
tarihli başvuruyla ilgili olarak Mahkemece, dosyanın Yargıtayda
olduğu gerekçesiyle karar verilmesine yer olmadığına karar verildiğini
bildirmiştir.
B.İlgili Hukuk
19. 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 81.
maddesi, 86. maddesinin (2) numaralı fıkrası, 106. maddesinin (2) numaralı
fıkrasının (d) bendi, 109. maddesinin (2) numaralı fıkrası, (3) numaralı
fıkrasının (a) ve (b) bentleri, 149. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (f) ve
(g) bentleri, 220. maddesinin (2) ve (3) numaralı fıkraları.
IV.İNCELEME VE GEREKÇE
20. Mahkemenin 4/11/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda,
başvurucunun 25/2/2014 tarih ve 2014/2454 numaralı bireysel başvurusu incelenip
gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
21. Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma
kapsamında 6/8/2007 tarihinde gözaltına alındığını ve 10/8/2007 tarihinde
tutuklandığını, hakkında açılan kamu davasında yapılan yargılama sonunda
7/12/2012 tarihinde mahkûmiyet kararı verildiğini, tutukluluk halinin ve temyiz
incelemesinin halen devam ettiğini, tutukluluk durumuna ilişkin incelemeler
sonucunda verilen bazı kararların dosya üzerinden ve savunması alınmadan
verildiğini, tahliye taleplerinin reddine dair itirazlarının formül
gerekçelerle reddedildiğini, tutukluluğunun makul süreyi aştığını ve makul
sürede yargılama yapılmadığını belirterek, özgürlük ve güvenlik hakkı ile adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
a. Kişi Özgürlüğü ve Güvenliği Hakkının İhlali İddiası
22. Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen
soruşturma kapsamında 6/8/2007 tarihinde gözaltına alındığını ve 10/8/2007
tarihinde tutuklandığını, hakkında açılan kamu davasında yapılan yargılama
sonunda 7/12/2012 tarihinde mahkûmiyet kararı verildiğini, tutukluluk halinin
halen devam ettiğini, tutukluluk durumuna ilişkin incelemeler sonucunda verilen
bazı kararların dosya üzerinden ve savunması alınmadan verildiğini, tahliye
taleplerinin reddine dair itirazlarının formül gerekçelerle reddedildiğini,
uzun süredir tutuklu olduğunu ve tutuklulukta geçen sürenin kanuni süreyi
aştığını, bu nedenle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüş ve tahliye talebinde bulunmuştur.
23. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un "Bireysel başvuru usulü" kenar başlıklı 47.
maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:
"Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği tarihten;
başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün
içinde yapılması gerekir. ..."
24. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün "Başvuru süresi ve mazeret" kenar başlıklı 64.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği tarihten,
başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün
içinde yapılması gerekir."
25. Bireysel başvurunun kabul edilebilirlik koşullarından
olan başvuru süresine riayet edilmesi şartı, bireysel başvuru incelemesinin her
aşamasında resen nazara alınması gereken bir başvuru koşuludur (B. No: 2013/1582, 7/11/2013, § 19).
26. Yukarıda belirtilen hükümler uyarınca bireysel
başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği, başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin
öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekmektedir. Bu
yönüyle başvuru yollarının tüketilmesi ve başvuru süresine ilişkin koşullar
arasında yakın bir bağlantı bulunmaktadır. Ancak belirtilen hükümlerde yer
verilen olağan başvuru yolları ibaresinin, başvurucunun şikâyetleri açısından
makul bir başarı şansı sunabilecek ve bir çözüm sağlayabilecek nitelikte,
kullanılabilir ve etkili başvuru yolları olarak anlaşılması gerekir. Olağan
başvuru yollarının tamamının tüketilmesi ibaresinin katı bir şekilde
yorumlanması, birtakım başvurular açısından bireysel başvurunun amacıyla
bağdaşmayan neticelere yol açabilecektir. Bu nedenle, olayın özel şartları
içinde etkisiz ve yetersiz olan bir kanun yolunun tüketilmesi şartı
aranmaksızın, her bir başvuru yolunun somut başvurular açısından etkili olup
olmadığının ayrı ayrı denetlenmesi gerekmektedir (B. No: 2013/1582, 7/11/2013, § 20).
27. Bireysel başvurunun, başvuru yolu öngörülmüş olması
halinde bu yolun tüketildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması
gerektiği belirtilmekle beraber, başvuru süresinin başlangıç tarihinin
belirlenmesi hususunda başvurucunun nihai karardan yeterince bilgi sahibi
olması aranacaktır. Bu noktada, nihai kararın tebliğinin öngörüldüğü hallerde
tebliğ tarihinin, tebliğ şartı öngörülmeyen hallerde ise başvurucunun kararın
içeriğini kesin olarak öğrenebildiği tarihin esas alınması gerekir (B. No: 2013/1582, 7/11/2013, § 21).
28. Devam eden tutukluluğun hukuka aykırı olduğu iddiasıyla
yapılan bireysel başvurularda şikâyetlerin temel amacı, tutukluluğun hukuka
aykırı olduğunun ya da devamını haklı kılan sebep veya sebeplerin
bulunmadığının tespitidir. Bu tespit yapıldığı takdirde buna bağlı olarak
ilgilinin tutukluluk halinin devamına gerekçe olarak gösterilen hukuki
sebeplerin varlığı sona erecek ve böylece kişinin serbest kalmasının yolu
açılabilecektir. Bu amaçla yapılan bir başvuruda, itiraz kanun yolunda
çelişmeli yargılama ve/veya silahların eşitliği gibi ilkelere uygun olarak bir
inceleme yapılıp yapılmadığı da dikkate alınacaktır. Dolayısıyla belirtilen
nedenlerle ve serbest bırakılmayı temin edebilecek bir karar alma amacıyla
yapılacak bireysel başvuruların, olağan kanun yolları tüketilmek şartıyla,
tutukluluk hali devam ettiği sürece yapılabilmesi mümkündür (B. No: 2012/726, 2/7/2013, § 30).
29. Ancak başvurucu tahliye olmuş ya da hakkında ilk derece
mahkemesinin mahkûmiyet hükmü kesinleşmiş ise bireysel başvuru açısından
talebi, hukuka aykırılığın tespiti ve gerekiyorsa belli bir miktar tazminata
hükmedilmesiyle sınırlı kalacaktır. Dolayısıyla bu tür ihlal iddiaları
bakımından varsa başvuru yolları denendikten sonra bireysel başvuru
yapılmalıdır (B. No: 2012/726, 2/7/2013, § 31).
30. Buna karşılık, kişi serbest bırakılmadan yargılanmakta
olduğu davada ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm olmuşsa, mahkûmiyet tarihi
itibarıyla tutukluluk hali sona erer. Çünkü bu durumda kişinin hukuki durumu "bir suç isnadına bağlı olarak tutuklu"
olma kapsamından çıkmaktadır. Bireysel başvuru incelemesi açısından,
tutuklamanın şartları ile mahkûmiyete hükmedilmesi arasındaki esaslı fark da
bunu gerektirir. Zira mahkûmiyete karar verilmesi, şüphenin yenildiği anlamına
gelmekte; isnat olunan suçun işlendiği, bundan failin sorumlu olduğunun sübuta
erdiği kabul edilmekte ve bu nedenle sanık hakkında hürriyeti bağlayıcı cezaya
ve/veya para cezasına hükmedilmektedir. Bir başka ifadeyle tutuklu sanığın
hukuki statüsü değişmekte, tutuklanmasına neden olan (kuvvetli) şüphe, yerini
her türlü şüpheden uzak bir kabulü ifade eden "kanaat"e bırakmaktadır. Bu
nedenle mahkûmiyetle birlikte kişinin kuvvetli suç şüphesinin ve bir tutuklama
nedenine bağlı olarak tutukluluk halinin sona erdiğinin kabulü gerekir. Bu bakımdan,
mahkûmiyet kararının kesinleşmiş olması ayrıca gerekmez. Nitekim gerek Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), gerekse Yargıtay, mahkûmiyet kararı sonrası
tutulma halini tutukluluk olarak nitelendirmemektedir. AİHM, ilk derece
mahkemesi kararıyla mahkûm olan bir sanığın, söz konusu mahkûmiyet kararından
sonraki tutulmasını Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 5.
maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi hükmü uyarınca "mahkûmiyet sonrası tutma"
olarak değerlendirmekte ve tutukluluk süresinin hesabında dikkate almamaktadır
(Benzer yöndeki bir AİHM kararı için bkz. Solmaz/Türkiye,
B. No: 27561/02, 16/1/2007, §§ 23, 24; Şahap Doğan/Türkiye, B. No: 29361/07, 27/5/2010, § 26). Aynı yaklaşım Yargıtay Ceza
Genel Kurulu (YCGK) tarafından da benimsenmektedir. YCGK'nin
12/4/2011 tarih ve E.2011/1-51, K.2011/42 sayılı kararında, "hakkında mahkûmiyet hükmü kurulmakla sanığın
atılı suçu işlediği yerel mahkeme tarafından sabit görülmekte ve bu aşamadan
sonra tutukluluğun dayanağı mahkûmiyet hükmü olmaktadır."
gerekçesiyle, temyizde geçen sürenin tutukluluk süresine dâhil edilmeyeceğine
karar verilmiştir (B. No: 2013/6398, 3/4/2014, §32).
31. Bu nedenle mahkumiyete ilişkin nihai kararla birlikte,
sanığın tutukluluğa ilişkin hukuki statüsü ve dolayısıyla tabi olduğu rejim
değiştiğinden, otuz günlük başvuru süresinin, itiraz yoluna başvurulmayan
durumlarda, tutukluluğun hükümle birlikte devamına dair kararın başvurucu
tarafından öğrenildiği tarihten itibaren hesaplanması gerekir (B. No:
2013/6398, 3/4/2014, § 33, benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Atalay Öztürk/Türkiye [KK], B. No: 54890/09, 7/1/2014).
32. Somut olayda başvurucu, 10/8/2007 tarihinde İstanbul 13.
Ağır Ceza Mahkemesince tutuklanmış, İlk Derece Mahkemesinin mahkûmiyet kararını
verdiği 7/12/2012 tarihinde tutukluluk hali bu anlamda sona ermiştir. Bu karar
başvurucuya aynı tarihte tefhim edilmiştir. Başvurucunun bu karara karşı itiraz
yoluna başvurduğuna dair herhangi bir bilgi veya belge bulunmamaktadır.
33. Başvurucu, 29/1/2014 tarihinde, tutukluluğun makul süreyi
aştığı gerekçesiyle tahliye talebinde bulunması üzerine, İstanbul 9. Ağır Ceza
Mahkemesince, dava dosyasının temyiz incelemesi için Yargıtaya
gönderildiği gerekçesiyle karar verilmesine yer olmadığı yönünde hüküm
kurulduğunu ileri sürmüşse de 7/12/2012 tarihinde, başvurucunun da bulunduğu
duruşmada verilen karardan itibaren otuz gün içinde itiraz yoluna başvurduğuna
veya tahliye talebinde bulunduğuna dair herhangi bir bilgi veya belge
sunmamıştır. Buna göre, başvurucunun 25/2/2014 tarihinde yapmış olduğu bireysel
başvurunun, bu şikayet yönünden süresi içerisinde
yapıldığının kabul edilmesi mümkün değildir.
34. Öte yandan başvurucu, tutukluluk durumuna ilişkin
incelemeler sonucunda verilen bazı kararların dosya üzerinden ve savunması
alınmadan verildiğini, tahliye taleplerinin reddine dair itirazlarının formül
gerekçelerle reddedildiğini belirterek, özgürlük ve güvenlik hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüşse de başvurucunun tutukluluk halinin devamına dair
kararın 7/12/2012 tarihli mahkûmiyet kararı ile birlikte yüzüne karşı verildiği
ve bu karara karşı süresi içinde itiraz yoluna başvurmadığı anlaşıldığından, bu
iddiasının da otuz günlük bireysel başvuru süresinden sonra yapıldığı
belirlenmiştir.
35. Açıklanan nedenlerle, ihlale neden olduğu iddia edilen
karara ilişkin olarak otuz gün geçtikten sonra yapılan başvurunun bu kısmının,
diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin "süre aşımı" nedeniyle kabul
edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Makul Sürede Yargılama Yapılmadığı İddiası
36. Başvurucunun yargılamanın uzunluğuyla ilgili şikâyeti
açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyet için diğer kabul edilemezlik
nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle, başvurunun bu
bölümüne ilişkin olarak kabul edilebilirlik kararı verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
37. Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen
soruşturma kapsamında 6/8/2007 tarihinde gözaltına alındığını ve 10/8/2007
tarihinde tutuklandığını, tutuklu yargılandığı davanın halen devam ettiğini ve
makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüş, manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
38. Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir
hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi mümkün olmayıp (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18), Sözleşme metni
ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut
görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen
adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36.
maddesi uyarınca inceleme yaptığı bir çok kararında,
ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak
suretiyle, Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil
yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36.
maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul
sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma
hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan
süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141.
maddesinin de Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma
hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B.
No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38–39).
39. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu,
tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun
davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir
davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması
gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).
40. Anayasa’nın 36. ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca
kişilere, cezai alanda yöneltilen suçlamaların da (suç isnadı) makul sürede
karara bağlanmasını isteme hakkı tanınmıştır. İsnat olunan fiil, ceza
kanunlarında suç olarak nitelendirilmiş ve yargılama aşamasında ceza hukukunun
kuralları uygulanmış ise ayrıca bir uygulanabilirlik incelemesi yapılmaksızın
kendiliğinden adil yargılanma hakkının kapsamına girer (B. No: 2013/625,
9/1/2014, § 31). Başvuru konusu olayda, başvurucu hakkında, “haksız ekonomik çıkar sağlamak amacıyla kurulan
silahlı suç örgütüne üye olma, nitelikli yağma, kişiyi hürriyetinden yoksun
bırakma, tehdit, yağma, silahlı tehdit, kasten yaralama, nitelikli yağmaya
teşebbüs, kasten adam öldürmeye teşebbüs ve azmettirme, resmi
belgede sahtecilik” suçlarını işlediği iddiasıyla soruşturma
başlatılmıştır. Başvurucu hakkında isnat olunan suçlar 5237 sayılı Kanun’da
hapis ve adli para cezasını gerektirir şekilde tanımlanmışlardır. Bu çerçevede
başvurucu hakkındaki suç isnadına dayalı yargılamanın Anayasa’nın 36. maddesinin
güvence kapsamına girdiği konusunda kuşku bulunmamaktadır (B. No: 2012/625,
9/1/2014, § 32).
41. Ceza muhakemesinde yargılama süresinin makul olup
olmadığı değerlendirilirken sürenin başlangıcı, bir kişiye suç işlediği
iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya isnattan ilk olarak
etkilendiği arama ve gözaltı gibi bir takım
tedbirlerin uygulanması anıdır. Somut başvuru açısından bu tarih, başvurucunun
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca gözaltına alındığı 6/8/2007 tarihidir. Ceza
yargılamasında sürenin sona erdiği tarih, suç isnadının nihai olarak karara
bağlandığı, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin
makul süre şikâyetiyle ilgili kararını verdiği tarihtir (B. No: 2013/695,
9/1/2014, § 35).
42. Yargılama sürecinin uzamasında yetkili makamlara
atfedilecek gecikmeler, yargılamanın süratle sonuçlandırılması hususunda
gerekli özenin gösterilmemesinden kaynaklanabileceği gibi, yapısal sorunlar ve
organizasyon eksikliğinden de ileri gelebilir. Zira Anayasa’nın 36. maddesi ile
Sözleşme’nin 6. maddesi, hukuk sisteminin, mahkemelerin davaları makul bir süre
içinde karara bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama
koşullarını yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesi sorumluluğunu
yüklemektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 44). Bu kapsamda, yargı sisteminin
yapısı, mahkeme kalemindeki rutin görevler sırasındaki aksamalar, hükmün
yazılmasındaki, bir dosyanın veya belgenin bir mahkemeden diğerine
gönderilmesindeki ve raportör atanmasındaki gecikmeler, yargıç ve personel
sayısındaki yetersizlik ve iş yükü ağırlığı nedeniyle yargılamada makul sürenin
aşılması durumunda da yetkili makamların sorumluluğu gündeme gelmektedir (B.
No: 2012/1198, 7/11/2013, § 55).
43. Ancak yargılama süresinin uzunluğunun tespiti açısından
davanın karmaşıklığı, davadaki sanık sayısı, atılı suçun vasıf ve mahiyeti, söz
konusu suç için öngörülen cezanın miktarı, yargılamanın kaç dereceli olduğu,
tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu gibi hususların da
göz önünde bulundurulması gerekmektedir.
44. Anayasa Mahkemesinin, derece mahkemelerinin yargılama
sürelerine riayetlerine ilişkin mevzuatı nasıl yorumladıklarını ve
uyguladıklarını denetleme görevi bulunmamakta olup Mahkeme, davaların “makul süre” içerisinde tamamlanıp tamamlanmadığını
tespit etmek amacıyla yargılama süresinin bütününü ele alarak, bu sürenin
Anayasa’nın 36. maddesine uygun olup olmadığıyla sınırlı bir inceleme
yapmaktadır.
45. Başvuru konusu olayda başvurucu, hakkında yürütülen
soruşturma kapsamında 6/8/2007 tarihinde gözaltına alınmış, İstanbul 13. Ağır
Ceza Mahkemesinin 10/8/2007 tarihli kararı ile tutuklanmıştır. İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığı 21/1/2008 tarihinde başvurucunun da aralarında
bulunduğu elli bir şüpheli hakkında kamu davası açmıştır. Yargılamayı yürüten
İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi 7/12/2012 tarihli kararı ile birleşen
dosyalarla birlikte toplam elli üç sanık hakkında hüküm kurmuştur. Hüküm
başvurucu tarafından temyiz edilmiş olup temyiz incelemesi devam etmektedir.
46. Başvurucu, haksız ekonomik çıkar sağlamak amacıyla
kurulan silahlı suç örgütüne üye olma, nitelikli yağma, kişiyi hürriyetinden
yoksun bırakma, tehdit, yağma, silahlı tehdit, kasten yaralama, nitelikli
yağmaya teşebbüs, kasten adam öldürmeye teşebbüs ve azmettirme, resmi belgede sahtecilik suçlarından oluşan on farklı suçu
işlediği iddiasıyla yargılanmıştır.
47. Başvurucunun yargılandığı dava dosyası ile 22/7/2008,
8/4/2009 ve 17/11/2009 tarihlerinde olmak üzere üç farklı dava dosyası
birleştirilmiştir.
48. Başvurucunun yargılandığı dosya kapsamında toplam elli üç
sanık bulunmaktadır. İlk Derece Mahkemesince başvurucu hakkında mahkûmiyet
hükmü kurulana kadar toplam yirmi bir duruşma yapılmıştır.
49. İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesinin 7/12/2012 tarih ve
E.2008/35, K.2012/307 sayılı kararı ile başvurucunun haksız ekonomik çıkar
sağlamak amacıyla kurulan silahlı suç örgütüne üye olma, yağmaya teşebbüs (üç
kez), silahla öldürmeye teşebbüs, tehdit (iki kez), kişiyi hürriyetinden yoksun
bırakma (üç kez) ve yaralama (üç kez) suçlarından toplam 25 yıl 46 ay 45 gün
hapis ve 3.000,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.
50. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma
kapsamında 6/8/2007 tarihinde gözaltına alınan başvurucu hakkındaki dava,
Anayasa Mahkemesince yapılan bireysel başvuru incelemesi sırasında Yargıtayda temyiz aşamasındadır. Başvurucuya bir suçun
isnat edildiği 6/8/2007 tarihi ile bireysel başvurunun karara bağlandığı tarih
arasında geçen süre yaklaşık 7 yıl 2 ay 28 gündür.
51. Makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddialarına
ilişkin olarak AİHM, mutlak bir süreye göre değerlendirme yapmamakta, her
davanın özelliğine göre, makul sürenin aşılıp aşılmadığını incelemektedir.
Davanın karmaşıklığı, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki
tutumu, AİHM tarafından bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde
içtihat yoluyla geliştirilmiş olan kriterlerdir (Frydlender/Fransa, No: 30979/96, 27/6/2000, § 43; Ezel Tosun/Türkiye, No:33379/02,
10/1/2006, 21; Namlı ve Diğerleri/Türkiye,
No: 51963/99, 23/5/2007, § 24; Alhan/Türkiye,
No: 8163/07, 2/4/2013, § 21; Danespayeh/Türkiye,
No: 21086/04, 16/7/2009, § 28).
52. AİHM, yargılamanın karmaşıklığını değerlendirirken
davanın hem hukuki hem de maddi açıdan bütün yönlerini ele almakta, davanın
konusunun karmaşıklığı, hukuki meselenin çözümündeki güçlük, delillerin
toplanmasında karşılaşılan engel, maddi olayların karmaşıklığı, sanıkların ya
da isnat edilen suçların veya tanıkların sayısı, davanın uluslararası unsurları,
bilirkişi deliline ihtiyaç, yazılı delillerin hacmi gibi birçok unsuru
incelemektedir (Pretto ve Diğerleri/İtalya, No: 7984/77,
8/12/1983, § 32; Eckle/Almanya, No:8130/78, 15/7/1982, § 81; Buchholz/Almanya, No: 7759/77, 6/5/1981, § 55; Neumeister/Avusturya, No: 1936/63, 27/6/1968, § 21).
AİHM bir kararında, davanın karmaşıklığı ile ilgili olarak, davadaki sanık
sayısı, suçun ekonomik boyutu, bilirkişi raporuna ihtiyaç duyulması gibi
nedenlerle 7 yıl 27 gün süren yargılama sürecinin makul olduğunu belirtmiştir (M.A.T./Türkiye, No: 63964/00, 19/1/2007, §
40).
53. Davanın taraflarının ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu açısından ise ceza davalarında sanık, adli makamlarla aktif
bir işbirliği yapmak zorunda olmadığı gibi hukuk
sisteminin sunduğu savunma imkânlarını kullandığı için de kusurlu bulunamaz.
Diğer taraftan devlet, kendi idari ve yargısal organlarına yüklenebilecek
gecikmelerden sorumludur. AİHM, yetkili makamların tutumu ölçütünü, esas
olarak, meydana gelen gecikmeden devletin ihmal ve kusuru nedeniyle sorumlu
olup olmadığına bakarak ele almaktadır (Zana/Türkiye, No: 18954/91, 25/11/1997, §§ 79–82). AİHM,
yargılamada ortaya çıkan her bir hareketsiz geçen dönemi veya ertelemeleri ayrı
ayrı değerlendirmektedir. Bununla birlikte AİHM, bir başvuruda yargısal
organlara yüklenebilecek 15 aylık bir gecikme periyoduna rağmen, ulusal yargı
makamları önünde 7 yıl 4 ay süren davanın oldukça karmaşık olduğunu göz önünde
bulundurarak makul sürede yargılanma hakkının ihlal edilmediğine karar vermiştir
(Neumeister/Avusturya, No: 1936/63, 27/6/1968, §§
20–21). AİHM ayrıca yargı makamlarının davaları birleştirme, delil toplama gibi
nedenlerle davayı uzatmalarının belli bir yere kadar makul görülebileceğini
belirtmektedir (Ewing/Birleşik Krallık (Avrupa Komisyonu Raporu),
No: 11224/84, 7/10/1987, § 151).
54. Dava dosyasının incelenmesinde, İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığınca 6/8/2007 tarihinde gözaltına alınan başvurucu hakkında beş ay
süren soruşturma sonunda 21/1/2008 tarihinde on ayrı suçtan cezalandırılması
istemiyle kamu davası açıldığı, yargılamaya başlayan İstanbul 9. Ağır Ceza
Mahkemesince, davanın tensip zaptının düzenlenmesinden sonra toplam elli üç
şüphelinin savunmaları ile on altı müşteki ve mağdurun beyanlarının alındığı,
şüphelilerden birinin savunmasının alınması için İngiltere adli makamlarına
talimat yazıldığı, sekiz tanığın dinlendiği, tarafların sundukları delillerin
toplandığı, bini aşkın telefon tape kaydının
incelendiği, yargılamanın başladığı tarihten itibaren, aralarında bağlantı görülen
farklı dava dosyalarının birleştirilmesine ilk bir buçuk yıllık yargılama
süresi içinde karar verildiği, duruşmaların makul denilebilecek aralıklarla
gerçekleştirildiği, yargılama süresince dosyanın incelemeye alındığı herhangi
bir duruşmanın olmadığı anlaşılmıştır. Mahkemece 7/12/2012 tarihinde verilen
gerekçeli kararın 6/4/2013 tarihinde temyiz edildiği ve 28/6/2013 tarihinde
temyiz incelemesi için Yargıtaya gönderildiği
belirlenmiştir. Bireysel başvurunun karara bağlandığı tarih itibarıyla yaklaşık
bir yıl beş aydır temyiz incelemesinin devam ettiği tespit edilmiştir. Sonuç
olarak, soruşturma ve yargılama safhalarıyla temyiz süreci birlikte
değerlendirildiğinde, yargılama faaliyetlerinde hareketsiz kalınan bir dönemin
bulunmadığı, yargı mercilerine atfedilebilecek bir kusurun olmadığı ve gerekli
özenin gösterildiği görülmüştür.
55. Yargılama süresinin makul olup olmadığının
değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gereken davadaki sanık sayısı,
dosyada birleştirme kararı verilip verilmediği, davanın karmaşıklığı, atılı
suçların vasıf ve mahiyeti, söz konusu suçlar için öngörülen cezaların miktarı
gibi unsurlar bir bütün olarak değerlendirildiğinde somut başvuru bakımından
yargılama süresinin makul olduğu görülmektedir.
56. Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edilmediğine karar
verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A.Başvurucunun,
1.
Özgürlük ve güvenlik hakkının ihlal edildiği yönündeki şikâyetlerinin "süre aşımı" nedeniyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2.
Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B.BaşvurucununAnayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C.Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına,
4/11/2014
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.