TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
HASAN ÇOŞKUN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/2765)
|
|
Karar Tarihi: 6/4/2017
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Nuri
NECİPOĞLU
|
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Ayhan KILIÇ
|
Başvurucu
|
:
|
Hasan ÇOŞKUN
|
Vekili
|
:
|
Av. Emin
ERGÜT
|
|
|
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; zilyet olunan taşınmazların orman vasfıyla Hazine
adına tespit edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; tespite karşı açılan davanın
uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddialarına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 28/2/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu 1941 doğumlu olup İzmir ili Seferihisar ilçesinde
ikamet etmektedir.
9. Başvurucu ve diğer iki davacı tarafından, Sivas ili Zara
ilçesi Söğütlüağıl köyü Çinigözer
mevkiinde kain ve yapılan kadastro çalışmaları sonucu 125 ada 3, 4, 5, 10, 14,
15, 16 ve 22 parsel numaralarıyla ve orman vasfıyla Hazine adına tespit gören
taşınmazlardan bazılarının tüm hissesinin, bazılarının ise 1/2 hissesinin
murisleri Hacı Ahmet'e ait olduğu ileri sürülerek 5/11/1997 tarihinde Zara
Kadastro Mahkemesinde (Mahkeme) tespite itiraz davası açılmıştır. Dava
dilekçesinde, bu taşınmazların yüz yıldan fazla bir süredir nizasız ve
fasılasız olarak kendilerinin ve murislerinin zilyetliği altında bulunduğu
iddia edilmiştir.
10. Mahkemece iki kez yapılan keşif ve bilirkişi incelemesi
sonucu ikinci bilirkişi tarafından düzenlenen ve taşınmazın orman vasfında
olduğu kanaati belirtilen rapora dayanılarak 24/2/2006 tarihli kararla davanın
reddi yolunda hüküm kurulmuştur.
11. Karar, Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin (Daire) 13/11/2006
tarihli kararıyla bozulmuştur. Daire kararında, iki bilirkişi raporu arasında
çelişki bulunduğuna dikkat çekilerek çelişen raporlara dayanılarak hüküm
kurulamayacağı belirtilmiştir. Daire, Mahkemece eski tarihli memleket haritası,
hava fotoğrafları ve varsa angajman planı getirtilerek yeniden bilirkişi
incelemesi yaptırılması gerektiğini vurgulamıştır. Gerekçede ayrıca, yapılacak
araştırma ve inceleme sonucu taşınmazların orman veya orman içi açıklık
olmadığının tespiti hâlinde zilyetlik durumunun araştırılması gerektiği ifade
edilmiştir.
12. Bozma kararına uyan Mahkemece, tekrar keşif ve bilirkişi
incelemesi yaptırılmıştır. Bilirkişiler tarafından düzenlenen raporu gözeten
Mahkeme 14/7/2008 tarihli kararıyla bir kısım taşınmazın orman vasfında
bulunmadığı ve zilyetlikle mülk edinme koşullarının oluştuğu gerekçesiyle bu
taşınmazlar yönünden davanın kabulü ile taşınmazların davacılar adına tesciline
hükmetmiştir.
13. Kararın temyizi üzerine Daire 5/2/2009 tarihli ilamla
Mahkeme kararını bozmuştur. Kararın gerekçesinde, bozma kararının gereğinin tam
olarak yerine getirilmediği belirtilerek bir önceki bozma kararındaki
gerekçeler yinelenmiştir.
14. Bozma kararına uyan Mahkeme, tekrar bilirkişi incelemesi
yaptırmıştır. Orman mühendislerinden oluşan bir heyet tarafından düzenlenen
raporda, taşınmazların orman sayılmayan yerlerden olduğu görüşü açıklanmıştır.
Mahkemece bu bilirkişi raporuna istinaden 6/7/2011 tarihli kararla 10, 15 ve 16
numaralı parsellerin başvurucunun da aralarında bulunduğu davacılar adına
tesciline karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, taşınmazların özel mülkiyete
elverişli olduğu ve 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 14. ve
17. maddelerindeki koşulların oluştuğu belirtilmiştir.
15. Anılan karar, Dairenin 8/2/2012 tarihli kararıyla tekrar
bozulmuştur. Kararın gerekçesinde, çevresi kadastro komisyonu kararıyla veya
hükmen orman olduğu tespit edilen taşınmazlarla çevrili olan ihtilaf konusu
taşınmazların orman içi açıklık niteliğinde olduğu saptaması yapılmıştır.
Kararda 31/8/1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 17. maddesi ile bu
maddenin yorumuna ilişkin Yargıtay içtihadı uyarınca, orman içi açıklıkların da
-öncesinde orman olup olmadığına bakılmaksızın- orman sayıldığı
hatırlatıldıktan sonra buraların özel mülkiyete konu edilmesinin mümkün
olmadığı vurgulanmıştır. Kararda ayrıca, zilyetlik yoluyla ormandan toprak
kazanılmasına imkân sağlayan 3402 sayılı Kanun'un 45. maddesinin ilgili
fıkralarının da Anayasa Mahkemesince iptal edildiği belirtilmiştir.
16. Mahkemece bozma kararına uyularak 11/10/2012 tarihli kararla
davanın reddine ve 10, 15 ve 16 parsel numaralı taşınmazların tespit gibi
tesciline hükmedilmiştir.
17. Dairenin 6/5/2013 tarihli ilamıyla Mahkeme kararı onanmış,
karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 20/1/2014 tarihli kararıyla
reddedilmiştir.
18. Nihai karar 4/2/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ
edilmiştir.
19. Başvurucu 28/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. İlgili Mevzuat
20. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun
705. maddesi şöyledir:
"Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması,
tescille olur.
Miras, mahkeme kararı, cebrî icra, işgal,
kamulaştırma hâlleri ile kanunda öngörülen diğer hâllerde, mülkiyet tescilden
önce kazanılır. Ancak, bu hâllerde malikin tasarruf işlemleri yapabilmesi,
mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlıdır."
21. 3402 sayılı Kanun'un 17. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"Orman sayılmayan Devletin hüküm ve
tasarrufu altında bulunan ve kamu hizmetine tahsis edilmeyen araziden, masraf
ve emek sarfı ile imar ve ihya edilerek tarıma elverişli hale getirilen taşınmaz
mallar 14 üncü maddedeki şartlar mevcut ise imar ve
ihya edenler veya halefleri adına, aksi takdirde hazine adına tespit
edilir."
22. 6831 sayılı Kanun'un 17. maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
“Devlet ormanları içinde ... tarla açılması, işlenmesi, ekilmesi ve
orman içinde yerleşilmesi yasaktır. ...
Devlet ormanlarının herhangi bir suretle
yanmasından veya açıklıklarından faydalanılarak işgal, açma ... yollariyle elde edilecek yerlerle buralarda yapılacak her
türlü yapı ve tesisler, şahıslar adına tapuya tescil olunamaz. Buralara
doğrudan doğruya orman idaresince el konulur. ...
... ”
23. 15/7/2004 tarihli 25523 sayılı Resmî Gazete'de
yayımlanarak yürürlüğe giren 6831 Sayılı Orman Kanunu'na Göre Orman
Kadastrosunun Uygulanması Hakkında Yönetmelik'in 26. maddesinin ilgili bölümü
şöyledir:
“Orman kadastro komisyonlarınca;
a) 6831 sayılı Kanunun 1 inci maddesine göre,
orman sayılan ve eskiden beri Devlete ait olduğu bilinen ormanlar, orman
içindeki kültür arazileri dışında 6831 sayılı Kanununun 17 nci maddesinde yer alan orman içinde bulunandoğal olarak ağaç ve ağaçcık
içermeyen, genel olarak otsu bitki veya bazı durumlarda yer yer odunsu bitkiler
içeren açıklıklar,
...
Devlet ormanı olarak sınırlandırılır.”
2. Yargıtay İçtihadı
24. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 8/4/2015 tarihli ve
E.2013/1602, K.2015/1162 sayılı karanının ilgili bölümü şöyledir:
“...
Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık,
dava konusu taşınmazların orman içi açıklık olarak orman vasfı ile Hazine adına
tesciline dair verilen kararın yerinde olup olmadığı; mahkemece bozma ilamında
değinilen araştırmaların yapılmasının gerekip gerekmediği noktasında
toplanmaktadır.
...
... uyuşmazlığın çözümünde 6831 sayılı
Kanun’un 17/2.maddesi gözetilerek, taşınmazların orman içi açıklık vasfında
olup olmadığının belirlenmesi gerekir. Anılan maddede belirtildiği üzere orman
içi açıklıklar orman sayılmasa da, orman bütünlüğünün
korunması amacıyla orman olarak tescil edilmeleri zorunlu olup, yasa koyucu
tarafından böyle bir yerin zilyetlikle edinim olanağı engellenmiştir.
Taşınmazın anılan madde kapsamında orman içi açıklık vasfında olması için de; tapulu bir taşınmaz olmaması ve kural olarak dört
tarafının ormanla çevrili olması, bu nedenle ediniminin orman bütünlüğünü
bozması gerekir.
...”
25. Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 18/9/2007 tarihli ve
E.2007/9781, K.2007/10612 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:
“...
6831 sayılı Yasa'nın 17. maddesi, orman içi
açıklıklarda tarım ve inşaat yapılmasına, hayvancılık amacı ile ağıl yapılmasına,
bu kesimlerin özel mülke dönüşmesine izin vermez.
6831 sayılı Yasa madde: 17/1-2
Devlet ormanları içinde bu ormanların
korunması, istihsal ve imarı ile alakalı olarak yapılacak her nevi bina ve
tesisler müstesna olmak üzere; her çeşit bina ve ağıl inşası ve hayvanların
barınmasına mahsus yerler yapılması ve tarla açılması, işlemesi, ekilmesi ve
orman içinde yerleşilmesi yasaktır.
Devlet ormanlarının herhangi bir suretle
yanmasından veya açıklıklarından faydalanılarak işgal, açma veya herhangi şekilde
olursa olsun kesme, sökme, budama veya boğma yollarıyla elde edilecek yerlerle
buralarda yapılacak her türlü yapı ve tesisler, şahıslar adına tapuya tescil
olunamaz. Buralara doğrudan doğruya Orman İdaresi'nce el konulur. Yanan
yerlerde husule gelen enkaz hiçbir suretle eşhasa satılamaz. Bunlar resmi daire
ve müesseseler ihtiyacına tahsis olunur.
Yasa metninden açıkça anlaşıldığı gibi, hangi
nedenle olursa olsun orman içi açıklıklarda tarım, inşaat ve hayvancılık yapmak
amacı ile ağıl yapılamaz. Bu tür yerler özel mülk olamaz. Yönetim derhal el
koyma hakkına sahiptir. Orman içi açıklıklardan yararlanabilmek için zorunlu
olarak orman kullanılacaktır. Bu kullanım nedeniyle yeni açma, genişletme,
yangın oluşması önlenemeyecek ve orman bütünlüğü bozulacaktır.
Ayrıca, bu tür taşınmazların öncesinin orman
olma zorunluluğu yoktur. Zira, öncesi orman olan ve ormandan açılan
taşınmazlar, 6831 sayılı Yasa'nın 1. maddesi ve Yargıtay uygulamaları gereği
oluşan kesin içtihatlara göre zaten orman sayılmaktadır. 17. maddede tanımı
yapılan olgu, öncesi orman iken açılan yerlerle beraber ayrıca [HANGİ NEDENLE
OLURSA OLSUN ORMAN İÇİ AÇIKLIKLARIN KAZANILAMAYACAGI İLKESİNİ İÇERMEKTEDİR VE
AMACI ORMAN BÜTÜNLÜĞÜNÜ KORUMAKTIR].
Yasa koyucu ayrı bir kavram oluşturmuş ve hangi
nedenle olursa olsun orman içi açıklıklarda tarım ve inşaat ile özel mülke
dönüşme yolunu kapamıştır. Bu itibarla, dava konusu taşınmazın memleket
haritasında açık alanda gözükmesi bu olguyu değiştirmez. Etrafı ormanla çevrili
olan taşınmazlar özel mülke dönüşüp, tarım ve inşaata açıldığında orman
bütünlüğünün bozulacağı tartışmasızdır. Dairemizin bu yoldaki kararları
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nca benimsenmiş ve yerleşik kararlar halini
almıştır [Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 10.12.1997 gün ve 1997/20-830/1034,
10.12.1997 gün ve 1997/20-808/1039, 22.10.2003 gün ve 2003/20-665/614 sayılı
kararları].
Ayrıca, bu tür yerler yasa gereği orman
sayıldığı için, orman içi açıklık ve boşlukların zilyetlik yolu ile kazanılmasına
yasal olanak yoktur. Dolayısıyla bu yollarla ormandan toprak kazanımından söz
edilemeyeceğinden, orman içi açıklık olduğu saptanan taşınmazın özel mülke konu
olamayacağı gözetil-melidir.
Orman araştırması sonucunda davaya konu
taşınmazın orman sayılmayan yerlerden olduğu saptandığı takdirde, bu kez,
zilyetlik yolu ile kazanma koşullarının araştırılması gerekir.
...”
B. Uluslararası Hukuk
26. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi'ne ek (1) Numaralı Protokol’ün 1. maddesi anlamında ancak “mülk”
teşkil eden şeylere müdahale edilmesi koşuluyla anılan hükmün ihlali iddiasında
bulunabileceğini vurgulamaktadır (Kopecky/Slovakya,
B. No: 44912/98, 28/9/2004, § 35; Gratzinger ve Gratzingerova/Çek Cumhuriyeti, [BD-kk]B. No: 39794/98, 10/7/2002, § 69).(1) Numaralı Protokol
bağlamında “mülk” kavramı iç hukuktaki formel sınıflandırmadan bağımsız olarak
özerk bir anlam taşımaktadır (Beyeler/İtalya,
B. No:33202/96, 5/1/2000, §100; Eski
Yunanistan Kralı ve Diğerleri/Yunanistan, B. No: 25701/94,
23/11/2000, §60). “Mülk” kavramının özerk yorumlanması, maddi varlığı bulunan
şeylerle sınırlı olmaması anlamına da gelmektedir. Bu bağlamda, mal varlığını
oluşturan hak ve menfaatler de bu hüküm çerçevesinde mülkiyet hakkı kapsamında,
diğer bir deyişle “mülk” olarak değerlendirilebilir (Broniowski/Polonya, B. No: 31443/96, 22/6/2004,
§129).
27. AİHM’e göre (1) Numaralı Protokol’ün 1. maddesi mevcut
mülkleri veya varlıkları kapsamakta olup mülk edinmeyi garanti altına almaz (Kopecky/Slovakya, §35; Gratzinger ve Gratzingerova,
§ 69). Öte yandan, uzun zaman önce ortada kalkmış bir mülkiyet hakkının yeniden
canlandırılabileceği ümidi, 1 No'lu Protokol'ün 1.
maddesinin anlamında bir "mülk" olarak görülmeyeceği gibi şartları
yerine getirmemenin sonucu olarak sona eren şartlı bir talep de değildir (Gratzinger ve Gratzingerova,
§69).
28. Bununla birlikte AİHM, “mevcut mülk” veya mal varlığının
yanında, mülkiyet hakkından etkili yararlanmanın teminine yönelik en azından
"meşru bir beklenti"nin bulunduğunun iddia
edilebilmesine imkân tanıyan taleplerin de mülk kapsamına girdiğini kabul
etmektedir. Buna karşılık AİHM, mülkiyet hakkının tanınacağı umudunun (1)
Numaralı Protokol’ün 1. maddesi anlamında “mülk” olarak görülmesinin mümkün
olmadığını ifade etmektedir (Kopecky/Slovakya,
§ 35; Gratzinger ve Gratzingerova/Çek
Cumhuriyeti, § 69; Lihtenştayn
Prensi Hans-Adam II/Almanya, B. No:
42527/98, 12/7/2001, § 83; Stretch/Birleşik Krallık, B. No: 44277/98, 24/6/2003,§32).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
29. Mahkemenin 6/4/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Mülkiyet Hakkının
İhlal Edildiği İddiası Yönünden
1. Başvurucunun İddiaları
30. Başvurucu, yargılama sırasında Mahkemeye sunulan bilirkişi
raporlarında ihtilaf konusu taşınmazların orman sayılmayan yerlerden olduğu
belirtildiği hâlde gerek Mahkemece gerekse Daire tarafından aksi sonucu
ulaşılarak taşınmazın Haize adına tespit ve tescil edilmesi nedeniyle mülkiyet
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
2. Değerlendirme
31. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
32. Başvurucunun, bilirkişi görüşlerine itibar edilmediği
biçimindeki şikâyetinin özü, taşınmazların orman vasfının bulunup bulunmadığına
yöneliktir. Taşınmazların orman niteliğinde olup olmadığı, mülkiyet hakkı
güvencesinden yararlanabilecek bir "mülk"ün
varlığının tespiti bakımından önem taşımaktadır. Bu nedenle, yargılama sürecine
ilişkin iddiaların mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.
33. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı
35. maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına
sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz."
34. Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
denilmek suretiyle mülkiyet hakkı güvenceye
bağlanmıştır. Anayasa'nın anılan maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı,
ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı
hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu bağlamda,
mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve
gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ve
fikri hakların yanı sıra, icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet
hakkının kapsamına dahildir (Mahmut Duran ve
diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60).
35. Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkı; mevcut
mal, mülk ve varlıkları koruyan bir güvencedir. Bir kişinin hâlihazırda sahibi
olmadığı bir mülkün mülkiyetini kazanma hakkı, kişinin bu konudaki menfaati ne
kadar güçlü olursa olsun Anayasa'yla korunan mülkiyet kavramı içinde değildir.
Bu hususun istisnası olarak belli durumlarda bir "ekonomik değer"
veya icrası mümkün bir "alacağı" elde etmeye yönelik "meşru bir
beklenti" Anayasa'da yer alan mülkiyet hakkı güvencesinden yararlanabilir.
Meşru beklenti, makul bir şekilde ortaya konmuş icra edilebilir bir alacağın
doğurduğu, ulusal mevzuatta belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma
ihtimalinin yüksek olduğunu gösteren yerleşik bir yargı içtihadına dayanan,
yeterli somutluğa sahip nitelikteki bir beklentidir. Temelsiz bir hak kazanma
beklentisi veya sadece mülkiyet hakkı kapsamında ileri sürülebilir bir iddianın
varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No:
2012/636, 15/4/2014, § 36,37).
36. Somut olayda, başvurucunun fiili zilyedi olduğu ancak tapu
siciline kayıtlı bulunmayan taşınmazlar kadastro çalışması sonucu orman
vasfıyla Hazine adına tespit edilmiştir. Başvurucu ise bu taşınmazlara yüz
yıldan fazla bir süredir nizasız ve fasılasız zilyet olmaları nedeniyle
kendisine ve diğer mirasçılara ait olduğunu iddia etmektedir.
37. 4721 sayılı Kanun'un
705. maddesine göre taşınmaz mülkiyetinin kazanılabilmesi için kural olarak
tapu siciline tescil şarttır. Ancak; miras, mahkeme kararı, cebri icra, işgal,
kamulaştırma hâllerinde mülkiyet tescilden önce kazanılmaktadır. Benzer hüküm,
4721 sayılı Kanun'un 705. maddesinde de yer almaktadır. Dolayısıyla, Türk
hukukunda, miras, mahkeme kararı, cebri icra, işgal, kamulaştırma hâlleri
dışında taşınmaz mülkiyeti, tapu siciline yapılan tescilin sonucunda
kazanılmaktadır.
38. Olayda başvurucu ve diğer mirasçılar tarafından imar ve ihya
suretiyle üzerlerinde zilyetlik kurulan ihtilaf konusu taşınmazların tapuya
kayıtlı olmadığı hususunda tartışma bulunmamaktadır. Türk hukukunda gayrimenkul
mülkiyeti kural olarak tescil ile kazanılacağından başvurucular adına tapu
kütüğünde tescilli bulunmayan ihtilaf konusu taşınmazların başvurucuların
mülkiyetinde bulunduğundan söz edilemez.
39. Başvurunun mülkiyet
hakkı kapsamında incelenmesi gerekip gerekmediğinin tespiti bakımından ayrıca
zilyetlerin (başvurucuların), imar ve ihya ettikleri taşınmazların mülkiyetini
kazanacaklarına yönelik "meşru bir beklenti" içerisine girmelerine
neden olan bir kanun hükmünün veya açılacak davanın başarılı olma ihtimalinin
yüksek olduğunu gösteren yerleşik bir yargı içtihadının bulunup bulunmadığına
da bakılmalıdır.
40. 3402 sayılı Kanun'un 17. maddesiyle devletin hüküm ve
tasarrufu altında bulunan, masraf ve emek sarfı ile imar ve ihya edilerek
tarıma elverişli hâle getirilen taşınmaz malların imar ve ihya edenler veya
halefleri adına tespit edilmesi mümkün kılınmıştır. Ancak anılan maddede, orman
sayılmayan taşınmazların imar ve ihyasına izin verildiğinden hükmün aksi ile
yorumundan orman niteliği taşıyan taşınmazların imar ve ihya yoluyla mülk
edinilmesinin mümkün olmadığı anlaşılmaktadır.
41. Ayrıca 6831 sayılı Kanun'un 17. maddesinin birinci
fıkrasında, devlet ormanları içinde tarla açılması, işlenmesi, ekilmesi ve
orman içinde yerleşilmesi açık bir biçimde yasaklanmıştır. Aynı maddenin ikinci
fıkrasında da devlet ormanlarının herhangi bir suretle yanmasından veya
açıklıklarından faydalanılarak işgal ve açma yollarıyla elde edilecek yerlerin,
şahıslar adına tapuya tescil olunamayacağı, buralara doğrudan doğruya orman
idaresince el konulacağı belirtilmiştir. Bu hükümleri yorumlayan Yargıtay,
orman vasfını taşımasa bile orman içi açıkların da ormanlarla aynı statüye tabi
olduğunu, imar ve ihya suretiyle veya başka bir şekilde özel mülkiyete konu
edilemeyeceğini kabul etmiştir (bkz. § 24, 25).
42. Şu hâlde orman vasfı taşımasa bile orman içi açıklıkların
imar ve ihya suretiyle üzerinde zilyetlik tesis edilerek mülk edinilmesinin
mümkün olmadığı anlaşılmaktadır.
43. Taşınmazların orman içi açıklık vasfında olup olmadığının
tespiti maddi olgu ve delillerin değerlendirilmesine ilişkin bir husus olup
uzman mahkeme olarak davaya bakan derece mahkemelerinin takdirindedir. Anayasa
Mahkemesinin bireysel başvuru kapsamında derece mahkemelerinin maddi olay ve
olgular ile delillerin değerlendirilmesi hususundaki takdirini denetlemesi
kural olarak mümkün değildir. Ancak derece mahkemelerinin bu husustaki
değerlendirmelerinin bariz takdir hatası veya açık keyfîlik
içermesi ve bunun hak ve özgürlüklere müdahale teşkil etmesi hâlinde Anayasa
Mahkemesinin denetim hakkı saklıdır (Ahmet
Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 42).
44. Somut olayda, Mahkemece yapılan yargılama sırasında görüşüne
başvurulan bilirkişilerce ihtilaf konusu taşınmazların orman sayılmayan
alanlardan olduğu belirtilmiştir. Mahkeme, bu bilirkişi raporuna dayanılarak
taşınmazların başvurucu ve diğer davacılar adına tesciline karar vermiştir.
Ancak Daire, taşınmazların çevresinin kadastro komisyonu kararıyla veya hükmen
orman olduğu tespit edilen alanlarla çevrili olmasından hareketle orman içi
açıklık niteliğinde olduğu sonucuna ulaşmış ve bu sebeple Mahkeme kararını
bozmuştur. Mahkemece, Daire görüşü doğrultusunda davanın reddi yolunda hüküm
kurulmuştur.
45. Tüm bu hususlar birlikte dikkate alındığında, Hazine adına
yapılan tespitin iptaline ilişkin davada Mahkemece delillerin
değerlendirilmesinde ve yorumlanmasında açık ve bariz bir takdir hatasının
bulunmadığı ve yargılama sonucunda ihtilaf konusu taşınmazların orman içi
açıklık vasfını haiz olduğu yolunda ulaşılan kanaatin keyfîlik
içermediği sonucuna ulaşılmaktadır. Mahkemenin söz konusu taşınmazın orman içi
açıklık olduğu yolundaki kabulünün aksini düşünmeyi gerektirecek başkaca bir
neden de bulunmamaktadır. Dolayısıyla orman içi açıklık vasfında olduğu tespit
edilen taşınmazlar üzerinde imar ve ihya yoluyla mülkiyet tesisi hukuken
olanaklı olmadığından ihyanın, başvurucuyu, bu taşınmazların maliki
olabilecekleri yolunda meşru bir beklentiye sevkettiği
sonucuna ulaşılması mümkün değildir.
46. Belirtilen çerçevede,
orman içi açıklık niteliğinde olduğu tespit edilen taşınmazlara zilyet olan
başvurucu, hiçbir zaman bu taşınmazlara malik olmadığı gibi, mülk edineceği
yolunda meşru bir beklentiye de sahip bulunmadığından olayda "mülk"ün varlığından söz edilemez.
47. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun "mülk"ünün
bulunmadığı anlaşıldığından, başvurunun mülkiyet hakkının ihlal edildiği
iddiası yönünden incelenmeksizin “konu
bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
B. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
48. Başvurucu, yargılamanın yaklaşık on yedi yıl sürmesi
nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri
sürmüşlerdir.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
49. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
50. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin
yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın
ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra
aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği, yargılaması devam
eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının
ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13,
2/7/2013, §§ 50, 52).
51. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin
yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın
karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).
52. Anılan ilkeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesinin benzer
başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında somut olayda on altı yıl iki
ay devam eden yargılama süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.
53. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
54. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya
da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali
ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya
ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan
hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava
açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme,
Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
55. Başvurucu, tazminat talebinde bulunmamıştır.
56. Başvuruda makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği
sonucuna varılmıştır.
57. Başvurucu tazminat talebinde bulunmadığından tazminata
hükmedilmesine gerek görülmemiştir.
58. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
D. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
E. Kararın bir örneğinin bilgi için Zara Kadastro Mahkemesine
(E.2012/13) GÖNDERİLMESİNE,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
6/4/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.