TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
HÜSEYİN AKBULUT VE YUSUF AKBULUT BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/7643)
|
|
Karar Tarihi: 6/4/2017
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Nuri
NECİPOĞLU
|
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Ayhan KILIÇ
|
Başvurucu
|
:
|
1. Hüseyin
AKBULUT
|
|
|
2. Yusuf
AKBULUT
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, tapuya kayıtlı taşınmazın orman olarak tespiti
nedeniyle mülkiyet hakkının; tespit kararına karşı açılan davanın uzun sürmesi
nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. 2014/7643 ve 2014/7646 başvuru numaralı bireysel başvuruların
her ikisi de29/5/2014 tarihinde yapılmıştır.
3.Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin
Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. 2014/7646 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası,
aralarında konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2014/7643 başvuru
numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş ve 2014/7646 sayılı
bireysel başvuru dosyası kapatılmıştır. Sonuç olarak inceleme 2014/7643 başvuru
numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmüştür.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve
bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunmayacağını
bildirmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8.Başvurucular Yusuf Akbulut ve Hüseyin Akbulut sırasıyla 1945
ve 1942 doğumlu olup Erzurum ili Tortum ilçesinde ikamet etmektedirler.
9. 9/3/1949 tarihli ve 40 cilt 130 sayfa numaralı tapu senedine
göre Erzurum ili Tortum ilçesi Çineçor (Çardaklı)
köyü Göçendire mevkiinde kâin "tarafları mişe [meşe] ve çay ile çevrili" 360 hisseli 919 m²
taşınmazın on hissesi başvurucuların murisi (annesi) Akgül Seraç'a
(Akbulut) aittir.
10.Dosyadan anlaşılamayan bir tarihte yapılan kadastro
çalışmaları sonucu anılan taşınmaz 101 ada 1 parsel numarasıyla Hazine adına
tespit edilmiştir.
11. Başvurucular tarafından 10/8/2008 tarihinde Tortum Kadastro
Mahkemesinde (Mahkeme) Hazine adına yapılan tespite, itiraz davası açılmıştır.
Mahkemece 1/10/2011 tarihinde taşınmaz mahallinde bilirkişilerle birlikte keşif
yapılmıştır. Keşifte dinlenen mahallî bilirkişiler, 101 ada 1 No.lu parselde
Hüseyin Akbulut ve Yusuf Akbulut'a ait çayırın bulunduğunu ve bu çayırın
dedelerinden başvuruculara miras kaldığını beyan etmişlerdir. Kadastro tespit
bilirkişileri ortak beyanlarında 101 ada 1 numaralı parselin bir kısmının çayır
olduğunu ancak kadastro çalışmaları sırasında burayı hatalı olarak orman
arazisi tespit ettiklerini ifade etmişlerdir.
12. Ziraat bilirkişisi raporunda; dava konusu taşınmazın organik
madde bakımından fakir, killi, tınlı bir yapıya sahip
olduğu, tuzluluk ve elektrik iletkenliği değerlerinin yüksek olduğu
belirtilmiş, tarımsal üretim yapılan alanlarda organik madde miktarının %4-6
arasında olması ve tuzluluk-elektrik iletkenliğinin ise düşük olması gerektiği
ifade edilmiştir. Sonuç olarak taşınmazın zirai açıdan çayır vasfı taşıyan
orman arazisi olduğu görüşü açıklanmıştır. Orman bilirkişileri, ziraat
bilirkişisi raporunda açıklanan görüşe koşut bir şekilde dava konusu 101 ada 1
parsel numaralı taşınmazın toprak muhafaza karakteri taşımayan, evveliyatı
itibarıyla ve bugünkü hâli ile orman sayılan yerlerden olduğu kanaatini
belirtmişlerdir.
13. Mahkemece 15/2/2012 tarihli kararla dava reddedilmiştir.
Kararın gerekçesinde, orman mühendisi bilirkişileri ile ziraat bilirkişisi
tarafından düzenlenen raporlara dayanıldığı ifade edilmiştir. Kararda ayrıca
Yargıtay içtihadına atıfla orman sayılan yerlerin özel mülkiyete konu
edilemeyeceği vurgulanmış ve başvuruculara ait tapunun usulsüz olarak
düzenlendiğinin kabulü gerektiği belirtilmiştir.
14. Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 26/12/2012 tarihli ilamıyla
Mahkeme kararı onanmış, karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 7/4/2014 tarihli
ilamıyla reddedilerek karar kesinleşmiştir.
15. Nihai karar 30/4/2014 tarihinde başvuruculara tebliğ
edilmiştir.
16. Başvurucular 29/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuşlardır.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
17.9/7/1945 tarihli ve 4785 sayılı Kanun'un 1. maddesi şöyledir:
"Bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihte varolan gerçek veya tüzel özel kişilere, vakıflara ve köy,
belediye, özel idare kamu tüzel kişiliklerine ilişkin bütün ormanlar bu kanun
gereğince devletleştirilmiştir. Bu ormanlar hiç bir
işlem ve bildirime lüzum olmaksızın Devlete geçer."
18. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni/ Kanunu'nun
1007. maddesi şöyledir:
"Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün
zararlardan Devlet sorumludur.
Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan
görevlilere rücu eder.
Devletin sorumluluğuna ilişkin davalar, tapu
sicilinin bulunduğu yer mahkemesinde görülür."
B. Uluslararası Hukuk
19.Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) hem kıyılar hem de
ormanlarla ilgili kararlarında, kadastro tespiti ya da satın alma yoluyla
tapulu taşınmazları edinen kişilerin tapularının kıyı kenar çizgisi ya da orman
alanı içinde kaldığı gerekçesiyle ve herhangi bir tazminat ödenmeksizin iptal
edilmesini Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (AİHS/Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün
1. maddesinin ihlali olarak nitelendirmiştir. AİHM bu kararlarında çevrenin
korunmasına ilişkin kamu yararı ile bireyin mülkiyet hakkının korunması
arasında makul bir dengenin bulunması gerektiğini belirterek karşılığı
ödenmeksizin mülkiyet hakkına müdahale edilemeyeceği sonucuna ulaşmıştır (N.A. ve diğerleri/Türkiye, B. No:
37451/97, 11/10/2005, § 41).
20.AİHM, bir başvurucunun tazminat ödenmeksizin taşınmazının
elinden alınması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğinin iddiasına
ilişkin olarak Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun Kasım 2009 tarihinde daha önceki
içtihadında değişikliğe gittiğini, AİHM'in bu
konudaki içtihatlarına dayanarak tapu kayıtlarındaki yanlış kayıtlardan
kaynaklanan ayni hak ya da menfaatleri kaybolmuş ya da kısıtlanmış olanların
tapu kayıtlarındaki düzensizliklerden dolayı devleti sorumlu tutabileceğine
hükmettiğini, tazminat miktarının söz konusu arazinin kullanılma şekli,
niteliği ve değeri temelinde muhtemel getirisi ve emsal değerlerin dikkate
alınarak değerlendirme yapılması gerektiğine dikkat çektiğini, bu başvuru
yolunun düzenli olarak kullanılmakta olduğunu, ulusal mahkemelerin AİHM'in içtihatlarını ve AİHS'e
ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesine dayanarak ilgili mevzuat hükümlerini
uyguladıklarını, başvurucunun tapu belgesinin iptali yönündeki kararın
kesinleşmesinden itibaren on yıl içinde tazminat talebinde bulunabileceğini
belirterek iç hukuk yolları tüketilmediği gerekçesiyle başvurunun kabul
edilemez olduğuna hükmetmiştir (Altunay/Türkiye
(k.k.), B. No: 42936/07, 17/4/2012, §§
36-38).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
21. Mahkemenin 6/4/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Mülkiyet Hakkının
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların
İddiaları
22. Başvurucular, 150 yıldan beri maliki oldukları taşınmaza
ilişkin tapunun bedel ödenmeksizin iptal edilmesi nedeniyle mülkiyet haklarının
ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. Başvurucular, yargılama sırasında dinlenen
tanık ve mahallî bilirkişi beyanlarının dikkate alınmadığından yakınmışlardır.
2. Değerlendirme
23. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı
35. maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına
sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz."
24. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Yargılama sırasında dinlenen tanık ve
mahallî bilirkişi beyanlarının dikkate alınmadığı şikâyetinin esas olarak
mülkiyet hakkının kaybına yönelik olması nedeniyle mülkiyet hakkı kapsamında
incelenmesi gerektiği kanaatine varılmıştır.
25. Anayasa'nın 35. maddesinde herkesin mülkiyet hakkına sahip
olduğu, bu hakların ancak kamu yararı amacıyla kanunla sınırlanabileceği,
mülkiyet hakkının kullanılmasının toplum yararına aykırı olamayacağı hükme
bağlanmıştır. Mülkiyet hakkı, kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek ve
yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği
gibi kullanma ve tasarruf etme, onun ürünlerinden yararlanma olanağı verir
(AYM, E.2011/58, K.2012/70, 17/5/2012).
26. Olayda başvurucuların tapusuna sahip oldukları taşınmaz,
orman sınırları içinde kaldığı gerekçesiyle Hazine adına tespit edilmiştir.
Tapulu taşınmazın Hazine adına tespit edilmesi mülkiyet hakkına müdahale teşkil
etmekte olup mülkten yoksun bırakma niteliğindedir.
27. Mülkiyet hakkı mutlak bir hak olmayıp kamu yararı amacıyla
sınırlandırılabilir. Ancak bu sınırlandırmanın ölçülü ve orantılı olması
gerekir. Devletin hüküm ve tasarrufu altında olan malların korunması amacıyla
mülkiyet hakkına müdahale edilmesi meşru olmakla birlikte bu kamusal külfetin
tamamının mülk sahiplerine yüklenemeyeceği ve kanun koyucunun buna uygun çözüm
yolları bulması gerekeceği açıktır (AYM, E.2009/31, K.2011/77, 12/5/2011).
28. Temel bir değer olarak çevrenin korunması ve herkesin çevreden
eşit şekilde yararlanma hakkının bir uzantısı olarak Anayasa'nın 169.
maddesinde, ormanların devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu belirtilerek
bu alanlarda özel mülkiyet yasaklanmıştır. Bu nedenle belli bir sürenin
geçmesiyle söz konusu alanlarda özel mülkiyet edinilmesi olanaklı değildir
(AYM, E.2009/31, K.2011/77, 12/5/2011). Dolayısıyla başvurucuların taşınmazının
Hazine adına tespiti suretiyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanuni
dayanağının bulunduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan ormanların korunması amacıyla
mülkiyet hakkına müdahale edilmesinde kamu yararı bulunduğu tartışmasızdır
(AYM, E.2009/31, K.2011/77, 12/5/2011).
29. Başvurucular, tapuda adlarına tescilli bulunan ve orman
olduğu gerekçesiyle Hazine adına tespit edilen taşınmazın orman vasfını
taşımadığını ileri sürmektedirler. Başvurucular, bu iddiayı Tortum Kadastro
Mahkemesinde açtıkları Hazine adına yapılan tespite itiraz davasında da dile
getirmişlerdir. Kadastro tespitine itiraz davası, taşınmazın vasfının ve
mülkiyetinin tespiti bakımından etkili bir hukuksal yoldur. Kuruluş amacı
kadastro tespitlerine ilişkin uyuşmazlıkları süratli bir şekilde sonuçlandırmak
ve mülkiyet durumunu kesinleştirmek olan kadastro mahkemeleri, kadastroya konu
taşınmazların vasfının ve mülkiyetinin tespitinde uzmanlaşmış yargı mercii
konumundadır. Bu nedenle taşınmazın orman vasfı taşıyıp taşımadığına yönelik
maddi olay ve olgular ile delillerin değerlendirilmesi uzman mahkeme olarak
davaya bakan kadastro (derece) mahkemelerinin takdirindedir. Anayasa
Mahkemesinin bireysel başvuru kapsamında derece mahkemelerinin maddi olay ve
olgular ile delillerin değerlendirilmesi hususundaki takdirini denetlemesi
kural olarak mümkün değildir. Ancak derece mahkemelerinin bu husustaki
değerlendirmelerinin bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik
içermesi ve bunun hak ve özgürlüklere müdahale teşkil etmesi hâlinde Anayasa
Mahkemesinin denetim hakkı saklıdır (Ahmet
Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 42).
30. Olayda Mahkemece keşif yapılmış, mahallî bilirkişiler ile
kadastro tespit bilirkişileri dinlenmiş, ziraat bilirkişisi ile orman
bilirkişilerinin bilimsel görüşlerine başvurulmuştur. Mahkeme, sonuç olarak
ziraat bilirkişisi ile orman bilirkişilerince açıklanan bilimsel görüşlere
üstünlük tanıyarak taşınmazın orman arazisi olduğu kanaatine ulaşmıştır.
Yargıtay 20. Hukuk Dairesi de Mahkemenin ulaştığı kanaati usule ve hukuka uygun
bulmuştur.
31. Tüm bu hususlar birlikte dikkate alındığında Hazine adına
yapılan tespitin iptaline ilişkin davada Mahkemece delillerin
değerlendirilmesinde ve yorumlanmasında açık ve bariz bir takdir hatasının
bulunmadığı ve yargılama sonucunda ihtilaf konusu taşınmazların orman vasfını
haiz olduğu yolunda ulaşılan kanaatin keyfîlik
içermediği sonucuna ulaşılmaktadır. Mahkemenin söz konusu taşınmazın orman
olduğu yolundaki kabulünün aksini düşünmeyi gerektirecek başkaca bir neden de
bulunmamaktadır.
32. Başvurucuların orman vasfı taşıdığı anlaşılan tapulu
taşınmazı Hazine adına tespit ve tescil edilmek suretiyle mülkiyet hakkına
yapılan müdahale, kanuna uygun ve meşru bir amaç taşımakta ise de taşınmazın
bedelinin ödenmemesi başvuruculara ağır ve katlanılamaz bir külfet
yüklemektedir. Ormanların korunmasındaki kamu yararı amacı ile başvurucuların
mülkiyet hakkı arasında makul denge, başvuruculara tazminat ödenmesi veya
başvurucuların zararının başka yollarla telafi edilmesi şartıyla sağlanabilir.
33. Bununla birlikte 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 45. maddesinin
(2) numaralı fıkrası uyarınca müdahaleyle başvuruculara yüklenen külfetin
telafisine yönelik olarak varsa kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru
yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması
gerekir.
34. 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi
tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan devletin sorumlu olduğunu,
zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere devletin rücu edebileceğini hüküm
altına almıştır. Anayasa Mahkemesi, daha önceki kararlarında Yargıtay
içtihadına dayanarak 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesinde
öngörülen tazminat yolunun, kadastro tespiti aşamalarındaki işlemlerden doğan
zararların telafisi yönünden de etkili olduğu sonucuna ulaşmıştır (Nazmiye Akman, B. No: 2013/1012,
16/4/2013, § 25; Ahmet Hilmi Serter,
B. No: 2014/10954, 17/11/2016, §§ 41-42; Hatice
Avcı ve diğerleri, B. No: 2014/9788, 22/9/2016, §§ 74-76). Buna göre
tapu ve kadastro işlemleri nedeniyle zarar görenler, 4721 sayılı Kanun'un 1007.
maddesi gereğince zararlarının tazmini için 11/1/2011
tarihli ve 6098 sayılı Borçlar Kanunu'nun 146. maddesi gereğince on yıllık
zamanaşımı süresinde Hazine aleyhine adli yargıda dava açabilirler (Nazmiye Akman, § 27).
35. Somut olayda başvurucuların 4721 sayılı Kanun’un 1007. maddesine dayanarak tazminat davası açtıklarına dair
herhangi bir bilgi veya belgenin bireysel başvuru dosyasına sunulmadığı
görülmektedir. Bu anlamda adil dengenin sağlanmasında etkili olduğu tespit
edilen yargısal yollara başvurulmadığından başvuru yollarının usulünce
tüketildiği söylenemez.
36. Açıklanan nedenlerle mülkiyet hakkının ihlal edildiği
iddiasının yetkili derece mahkemeleri önünde tanınan başvuru yolları
tüketilmeden bireysel başvuru konusu yapıldığı anlaşıldığından başvurunun diğer
kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
37. Başvurucular, yargılamanın yedi yıl sürmesi nedeniyle makul
sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
38. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
39. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin
yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın
ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra
aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği, yargılaması devam
eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının
ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13,
2/7/2013, §§ 50, 52).
40. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin
yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın
karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).
41. Anılan ilkeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesinin benzer
başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında somut olayda 5 yıl 8 ay devam
eden yargılamanın süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.
42. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
43.6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya
da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali
ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya
ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel
mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla
yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
44. Başvurucular, mülkiyet hakkı ile makul sürede yargılanma
hakkının ihlali nedeniyle her biri için 100.000 TL maddi ve 50.000 TL manevi
tazminat talebinde bulunmuşlardır.
45. Başvurucuların mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiası
yönünden başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı
verildiğinden buna yönelik tazminat isteminin reddi gerekir.
46. Başvuruda, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği
sonucuna varılmıştır.
47. Başvurucuların makul sürede yargılanma hakkının ihlali
nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları
karşılığında başvuruculara ayrı ayrı net 6.000 TL manevi tazminat ödenmesine
karar verilmesi gerekir.
48. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 412,20 TL harçtan oluşan
yargılama giderinin başvuruculara müşetereken
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR
OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuların her birine ayrı ayrı net 6.000 TL manevi
tazminat ÖDENMESİNE; tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 412,20 TL harçtan oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCULARA
MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin bilgi için Tortum Kadastro Mahkemesine
(E.2008/31) GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
6/4/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.