TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ERTUĞRUL BARKA VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/2818)
|
|
Karar Tarihi: 24/1/2018
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Nuri
NECİPOĞLU
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Özgür DUMAN
|
Başvurucular
|
:
|
1. Ertuğrul
BARKA
|
|
|
2. Gönül
KAYA
|
|
|
3. Gülizar
SOLAÇ MISIR
|
|
|
4. Gürel
NİŞLİ
|
|
|
5. Muammer
SAKARYALI
|
|
|
6. Mustafa
SAKARYALI
|
|
|
7. Mutlu
ÇAKIR
|
|
|
8. Neşve
KOYLU
|
|
|
9. Oya
OTYILDIZ
|
|
|
10. Ömer
Turgut ERLAT
|
|
|
11. Öztan
Saniye KÜÇÜK KAÇAR
|
|
|
12. Serkan
CENGİZ
|
|
|
13. Yelda
KULLAP
|
Vekilleri
|
:
|
Av. Arif Ali
CANGI
|
|
|
14. Arif Ali
CANGI
|
|
|
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, bir altın madeni işletilmesine izin verilmesi sürecinde
çevresel etki değerlendirmesi (ÇED) raporunun uygun bulunması nedeniyle kişinin
maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği
iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 28/2/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur.
7. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda
bulunmuşlardır.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
9. Başvuruculardan Ulubey doğumlu Mustafa Sakaryalı, çiftçi olup
Uşak'ın Ulubey ilçesine bağlı İnay köyünde ikamet etmektedir. Diğer
başvurucular ise İzmir'in Konak, Karşıyaka ve Bornova ilçelerinde ikamet
etmektedirler.
A. ÇED Raporunun Uygun
Bulunması İşleminin İptali İstemiyle Açılan Dava
10. T. Metal Madencilik San. ve Tic. A.Ş. (Şirket) tarafından
Uşak'ın Ulubey ilçesi Gümüşkol köyü Kışladağ mevkiinde belirlenen alanda altın
madeni arama ve işletilmesi için hazırlanan ÇED raporu Çevre ve Orman
Bakanlığınca 27/6/2003 tarihinde uygun bulunmuştur.
11. Başvurucular, bu idari işleme karşı Manisa İdare
Mahkemesinde iptal davası açmışlardır. Mahkemece, mahallinde jeoloji ve maden
mühendisi uzman bilirkişilerden oluşturulan bir Teknik Bilirkişi Kurulu
eşliğinde keşif yapılmıştır. 10/10/2005 tarihli ilk bilirkişi raporunda;
işletme sonrasında sahada bir asit kaya drenajı sorununun çözülmediği, bir göl
oluşacağı ve bu gölün yer altı suyuna yapacağı etkinin boyutu konusunda bir
öngörüde bulunulmamakla birlikte ciddi bir risk oluşturacağı belirtilmiştir.
Mahkemenin talebi üzerine bu defa oyçokluğuyla düzenlenen ek bilirkişi
raporunda ise ilk raporda kesin ifadelerle belirtilen açık göl oluşumu hakkında
bu kez aksi bir yorumla; belirtilen derinlikte bir göl oluşumunun mümkün
olmadığı, burada ancak birkaç metrelik su birikiminin olabileceği ifade
edilmiştir. Ek bilirkişi raporunda; ocakta oluşabilecek çevreye zararlı
etkilerin alınacak tedbirlerle giderilebileceği, ÇED raporunda Şirketin her
türlü önlemi alacağının belirtildiği ve gerekli taahhütlerde bulunduğu, ÇED
raporunun yeterli olduğu görüşleri bildirilmiştir.
12. Mahkeme, ek bilirkişi raporunu hükme esas alarak 9/10/2006
tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, davaya konu
ÇED raporunun madenin işletilmesine özgü bütün riskler gözönünde bulundurularak
hazırlandığı belirtilmiştir. Mahkemeye göre işletme sürecine ilişkin koruma
önlemleri ile acil durum önlemleri yeterli ölçüde olup bu durum rapor sonrası
oluşturulan İzleme ve Denetleme Komisyonunca yapılan analizlerle de ortaya
konmuştur. Mahkeme ayrıca, madenin kapatma sonrası durumunun yeterli önlemler
içeren bir planla belirlendiğini vurgulamıştır. Mahkeme, bu sebeplerle dava
konusu işlemde mevzuata aykırılık bulunmadığı sonucuna varmıştır.
13. Başvurucular, kararı temyiz etmişler ve ayrıca kararın
yürütmesinin durdurulmasını da talep etmişlerdir. Danıştay Altıncı Dairesi
9/7/2007 tarihinde yürütmenin durdurulması talebini kabul etmiştir. Temyiz
edilen hüküm, Danıştay Altıncı Dairesinin 6/2/2008 tarihli ilamıyla
bozulmuştur. Daireye göre, düzenlenen bilirkişi raporu gerek biçim olarak gerek
esas olarak gerekli ilkeleri taşımadığı gibi ÇED raporu hakkında olumlu veya
olumsuz kanaate ulaşılmasını sağlayacak nitelikte yeterli teknik bilgi ve
değerlendirmeleri de ortaya koyamamıştır.
14. Mahkeme, uzman bilirkişiler ile birlikte yeniden keşif
yapmış ve Bilirkişi Kurulu 28/12/2009 tarihli raporu hazırlamıştır. Raporda şu
hususlar tespit edilmiştir:
i. Bölgede bulunan altın cevheri açısından raporda öngörülen
işletme türünün açık ocak işletmeciliği olduğu ve proje kapsamında on yedi yıl
içinde ocaktan 132 milyon ton altın cevheri çıkarılacağı belirtilmiştir.
ii. Çevresel ve ekonomik sebeplerle ÇED raporunda öngörülen
yığın liçi yönteminin daha iyi bir alternatif olduğu sonucuna varıldığı
belirtilmiştir. Buna göre uluslararası standart yaklaşım kapsamında altın
madenciliği faaliyetlerinde bulunması zorunlu olan unsurlar, dava konusu altın
madeni projesinde planlanan ÇED raporunda ve ekinde sunulan dokümanlarda
mevcuttur.
iii. Proje inşaat ve işletme faaliyetlerinden kaynaklanan toz
emisyonlarının izlendiği ve bugüne kadarki verilerde 17/7/2008 tarihli ve 26939
sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Çevresel Etki
Değerlendirmesi Yönetmeliği’inde (Yönetmelik)
belirlenen sınır değerlerinin altında ölçüm yapıldığı bildirilmiştir.
iv. Açık ocak madenciliğinden kaynaklı gaz ve toz emisyonları
için ÇED raporunda öngörülen önlemlerin yeterli olduğu ve verilen taahhütlere
uygun olarak gerçekleştirilen hava kalitesinin izlendiği, sonuçların
standartlara uygun olduğu ve gürültü yönünden de gerekli tedbirlerin alındığı
tespit edilmiştir.
v. Kapatma sonrası ocak tabanında doğal bir gölün oluşacağı
ancak ÇED raporundaki veriler ışığında taahhüt edilen çalışmaların
gerçekleştirildiğinin görüldüğü belirtilmiştir.
vi. Madenin işletme aşamasında oluşan toz içinde bulunan ağır metallerin
ise maden çalışanları, çevre ve halk üzerinde bir sağlık problemi
oluşturmasının mümkün olamayacağı bildirilmiştir.
15. Mahkeme, altın madeni işletmeciliğinde siyanürün etkisi ile
ilgili olarak kimya alanında uzman bir bilirkişiden ayrı bir rapor daha
aldırmıştır. Bu ikinci bilirkişi raporunda şu hususlar tespit edilmiştir:
i. Siyanürün madende kullanıldığı her aşamanın Uşak Valiliği
bünyesinde oluşturulan İzleme ve Denetleme Komisyonu tarafından takip edildiği
ve alınan numunelerin üniversite laboratuvarlarında tahlil edildiği, bugüne
kadar herhangi bir olumsuz duruma rastlanmadığı vurgulanmıştır.
ii. Altın madeni işletmesinde yığınlar ve havuzlar için alınan
sızdırmazlık önlemlerinin ÇED raporunda tartışıldığı, bu kapsamda sızdırmazlık
tasarımlarının ve modelleme çalışmalarının işletme açısından yeterli olduğu
ifade edilmiştir.
iii. Ayrıca yığın liçi alanının ve çözelti havuzlarının
yüzeyinde oluşması beklenen siyanür konsantrasyonlarının -en kötü durum
senaryosunda dahi- sınır değerlerin altında kaldığı, keşif esnasında da bu
durumun aynen gözlemlendiği belirtilmiştir.
iv. Sonuç olarak siyanürle ilgili riskler açısından işletmenin
farkındalık seviyesi ve ÇED raporunda alınması taahhüt edilen önlemler
gözönünde bulundurulduğunda yığınların işletme sonrasında çevresel açıdan
minimum ve kabul edilebilir seviyelerin ötesinde bir risk yaratmayacağı kanaati
bildirilmiştir.
16. Mahkeme bu raporları hükme esas alarak 13/10/2010 tarihinde
davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; altın madeni tesisi için
düzenlenen ÇED olumlu raporunun
maden için ayrılan sahada mevcut somut durumla örtüşen ve madenin işletme
türünü, altın madeni çıkarma ve işleme/zenginleştirme sürecini ve bu konuda
dünyada genel kabul gören standartları dikkate aldığı belirtilmiştir. Mahkemeye
göre, davaya konu ÇED raporu bir tesisin kurulma ve işletme aşamalarında
gözönünde bulundurulması zorunlu çevresel etki değerlendirme unsurlarını
içermektedir. Mahkeme, raporun madenin işletilmesi sürecine özgü tüm riskler
nazara alınarak hazırlandığını ve işletim sürecine ilişkin koruma önlemleri ile
acil durum önlemlerinin yeterli ölçüde olduğunu kabul etmiştir.
17. Temyiz edilen karar, Danıştay Ondördüncü Dairesinin
4/11/2011 tarihli ilamıyla onanmıştır. Başvurucuların karar düzeltme istemleri
aynı Dairenin 13/11/2013 tarihli ilamıyla reddedilmiştir.
18. Nihai karar, başvuruculara 29/1/2014 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
19. Başvurucular 28/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuşlardır.
B. Maden İşletmesine
Deneme İzni Verilmesi İşleminin İptali İstemiyle Açılan Dava
20. ÇED raporunun uygun bulunması işleminin iptaline ilişkin
dava devam ederken Uşak Özel İdaresi tarafından Şirkete, belirlenen alanda
altın madeni ve patlayıcı madde deposu işletilmesi için 6/4/2006 tarihinden
itibaren bir yıl süreli deneme izni verilmiştir. Bunun üzerine Türk Mühendis ve
Mimar Odaları Birliğine bağlı çeşitli odalar ile başvurucuların da aralarında
olduğu kişiler tarafından bu iznin iptali istemiyle Manisa İdare Mahkemesinde
dava açılmıştır.
21. Mahkeme 21/2/2007 tarihinde davanın reddine karar vermiştir.
Kararın gerekçesinde, birinci sınıf gayrisıhhi müessese niteliğinde olan ve ÇED olumlu raporu verilen işletmeye bir
yıl süreli olarak deneme izni verilmesine ilişkin işlemde hukuka aykırılık
bulunmadığı belirtilmiştir.
22. Temyiz edilen karar, Danıştay Sekizinci Dairesinin 6/6/2008
tarihli ilamıyla bozulmuştur. Daire, ÇED raporunun uygun bulunmasına ilişkin
açılan davada verilen bozma ilamına dikkat çekerek dava konusu işleme dayanak
alınan hususların ortadan kalktığını vurgulamıştır.
23. Bozma ilamına uymayan Mahkeme 28/5/2009 tarihli kararı ile
davanın reddi yönündeki ilk kararında ısrar etmiştir. Bu karar temyiz edilmiş,
Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu 10/10/2013 tarihinde ısrar hükmünün onanmasına
karar vermiştir. Onama ilamında, ÇED raporunun uygun bulunması işleminin iptali
için açılan davanın reddedildiği ve ret kararının Danıştayca onanarak
kesinleştiği belirtilmiştir.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
24. 9/8/1983 tarihli ve 2872 sayılı Çevre Kanunu'nun “Tanımlar” kenar başlıklı 2. maddesinin
birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“ Bu Kanunda geçen terimlerden;
Çevre: Canlıların yaşamları boyunca
ilişkilerini sürdürdükleri ve karşılıklı olarak etkileşim içinde bulundukları
biyolojik, fiziksel, sosyal, ekonomik ve kültürel ortamı,
…
Çevresel etki değerlendirmesi:
Gerçekleştirilmesi plânlanan projelerin çevreye olabilecek olumlu ve olumsuz
etkilerinin belirlenmesinde, olumsuzyöndeki etkilerin önlenmesi ya da çevreye
zarar vermeyecek ölçüde en aza indirilmesi için alınacak önlemlerin, seçilen
yer ile teknoloji alternatiflerinin belirlenerek değerlendirilmesinde ve
projelerin uygulanmasının izlenmesi ve kontrolünde sürdürülecek çalışmaları,
…
ifade eder.”
25. 2872 sayılı Kanun'un “Çevresel
etki değerlendirilmesi” kenar başlıklı 10. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“Gerçekleştirmeyi plânladıkları faaliyetleri
sonucu çevre sorunlarına yol açabilecek kurum, kuruluş ve işletmeler, Çevresel
Etki Değerlendirmesi Raporu veya proje tanıtım dosyası hazırlamakla
yükümlüdürler.
Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu Kararı
veya Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir Kararı alınmadıkça bu
projelerle ilgili onay, izin, teşvik, yapı ve kullanım ruhsatı verilemez; proje
için yatırıma başlanamaz ve ihale edilemez.
Çevresel Etki Değerlendirmesine tâbi projeler
ve Stratejik Çevresel Değerlendirmeye tâbi plân ve programlar ve konuya
ilişkinusûl ve esaslarBakanlıkça çıkarılacakyönetmeliklerle belirlenir.”
26. Yönetmelik’in “Çevresel
etki değerlendirmesi başvuru dosyası, çevresel etki değerlendirmesi raporu veya
proje tanıtım dosyası hazırlama yükümlülüğü” kenar başlıklı 6.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bu Yönetmelik kapsamındaki bir projeyi
gerçekleştirmeyi planlayan gerçek veya tüzel kişiler; Çevresel Etki
Değerlendirmesine tabi projeleri için; ÇED Başvuru
Dosyasını, ÇED Raporunu, Seçme Eleme Kriterleri uygulanacak projeler için ise
Proje Tanıtım Dosyasını, Bakanlıkça yeterlik verilmiş kurum/kuruluşlara
hazırlatmak, ilgili makama sunulmasını sağlamak ve proje kapsamında verdikleri
taahhütlere uymakla yükümlüdürler.”
B. Uluslararası Hukuk
27. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), çevresel meselelere
ilişkin başvuruları iki açıdan incelemektedir. Buna göre söz konusu müdahalelerin
esas bakımından Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 8. maddesine
uygunluğunun yanı sıra karar alma süreci de bir bütün olarak ayrıca
değerlendirilmektedir. AİHM kararlarında; çevresel meselelerin usul boyutu
bağlamında çevresel bilgi edinme hakkı, çevresel karar alma süreçlerine katılım
hakkı ve çevresel konularda yargısal yollara başvurma hakkı şeklindeki usule
ilişkin güvencelere vurgu yapıldığı anlaşılmaktadır (Hatton ve diğerleri/Birleşik Krallık [BD], B. No: 36022/97,
8/7/2003, § 104; Taşkın ve diğerleri/Türkiye,
B. No: 46117/99, 10/11/2004, §§115 vd.).
28. Taşkın ve
diğerleri/Türkiye kararında (Aynı kararda bkz. §§ 111-126) esas
yönünden, çevre ile ilgili uyuşmazlıklarda devletlerin geniş bir takdir
yetkilerinin bulunduğu belirtilmiştir. Usule ilişkin yükümlülükler yönünden
yapılan değerlendirmede ise ÇED sürecine değinilmiş ve başvurucuların bu
kapsamda gerekli bilgi ve belgelere ulaşabildikleri vurgulanmıştır. AİHM; buna
karşın idari yargı kararlarına rağmen altın madeni ocağı faaliyetlerinin devam
etmesine izin verilmesinin bu kararlarla belirlenmiş olan, başvurucuların usule
ilişkin elde ettikleri güvenceleri ortadan kaldırdığını tespit etmiştir. AİHM
bu gerekçeyle Sözleşme'nin 8. maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir (Aynı
yöndeki kararlar için bkz. Öçkan ve
diğerleri/Türkiye, B. No: 46771/99, 28/3/2006, §§ 37-50; Lemke/Türkiye, B. No: 17381/02, 5/6/2007,
§§ 30-46).
29. Aydın ve
diğerleri/Türkiye ((k.k.), 40806/07, 13/9/2007, §§ 18-29) kararında
AİHM, bir baraj ve hidroelektrik santrali yapımı projesinin çevresel etkisine
yönelik şikâyeti incelemiştir. AİHM, uyuşmazlık konusu baraj inşaatı ile
hidroelektrik santralinin yapımına başlanmadığına dikkat çekmiştir. AİHM,
Sözleşme’nin 8. maddesinin olası bir hak ihlalinin önlenmesini güvence altına
almadığını hatırlatmış ve başvurucuların da başvuru konusu projenin çevreye
olumsuz etkilerine ilişkin inandırıcı kanıtlar ortaya koyamadıklarına karar
vermiştir. AİHM ayrıca, başvurucuların ikamet ettikleri yere önem vermiş ve başvurucularınprojenin
yapıldığı yerde ikamet etmediklerini tespit etmiştir. Bu sebeplerle AİHM,
başvurucuların özel hayatlarına bir müdahalenin bulunmadığını kabul etmiştir.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
30. Mahkemenin 24/1/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları ve Bakanlık Görüşü
31. Başvurucular, yaşadıkları yerin yakınlarında siyanür liçi
yöntemiyle altın madeni işletilmesine başlanmasına izin verildiğini ancak bu
maden işletmesi faaliyetinin sağlıklarını tehlikeye soktuğu gibi bulundukları
çevre yönünden de risk oluşturduğunu belirtmişlerdir. Başvurucular ayrıca;
siyanürlü altın aramanın kanser, anemi, kalp yetmezliği, doğumsal anomaliler ve
bebeklerde gelişme geriliği gibi sonuçlara yol açacağını iddia etmişlerdir.
Başvurucular, bu iddiaları ile ilgili olarak bir yüksek jeoloji mühendisi
tarafından düzenlenen "Bilinen En İyi
Teknoloji İmiş! (Su Kaynaklarımız ve Yeraltı Sularımız Kuruyacak Mı?"
başlıklı tarihsiz bir yazı sunmuşlardır.
32. Başvurucular bunun yanında madene yakın bazı köylerde
yüzlerce kuzunun öldüğünü, bazı kişilerde siyanür zehirlenmesi yaşandığını,
analiz edilen içme sularındaki arsenik miktarının insan sağlığını olumsuz
etkileyecek düzeyde olduğunun tespit edildiğini öne sürmüşlerdir. Başvurucular,
bu iddiaları ile ilgili olarak şu belgeleri sunmuşlardır:
i. Jeoloji mühendisince yaptırılan beş adet su numunesine
ilişkin ağır metal analiz raporları sunulmuştur. Bu raporlara göre Karacaahmet
yol kenarı çeşmesi ve Söğütlü köyü çeşmesi sularında arsenik miktarının olması
gerekenden fazla olduğu, İnay köyü dâhil diğer köyler yönünden ise arsenik
miktarının normal miktardan az olduğu tespit edilmiştir.
ii. Ayrıca İnay köylülerince düzenlendiği belirtilen 2/8/2007
tarihli bir tutanağı ibraz etmişlerdir. Bu tutanakta; köy sakinlerinin kaygılı
oldukları, yetkililerce siyanür oranına ilişkin kan tahlili yapılmadığı hâlbuki
altın madeni faaliyetleri nedeniyle zehirlendiklerini düşündükleri
belirtilmiştir. Bu tutanağın ekinde, özel bir laboratuvarca düzenlenmiş olan ve
çeşitli kişilere ait kandaki siyanür miktarının olması gerekenden fazla
olduğunu gösterir raporlar sunulmuştur.
iii. Son olarak İnay köyünde yaşanan kuzu ölümlerine ilişkin
çeşitli resmî yazışma ve belgeler sunulmuştur. Buna göre Ulubey Kaymakamlığı
Köy Hayvan Sağlığı ve Zabıtası Komisyonu 6/2/2008 tarihinde şap hastalığı ve 14/2/2008 tarihinde ise brucella melitensis şüphesiyle geçici
kordon uygulaması yapılmasına karar vermiştir. Aynı Komisyon 18/2/2008
tarihinde ise geçici kordon uygulamasını kaldırmıştır. Ayrıca İnay köyünde kuzu
ölümleri meydana geldiği şikâyetleri üzerine Ulubey İlçe Tarım Müdürlüğünce
29/2/2008 tarihinde bir rapor düzenlenmiştir. Bu raporda, toplam 557 hayvanın
öldüğü iddia edilmesine karşın bu hususu teyit eden herhangi bir verinin
bulunmadığı belirtilmiştir. Raporda ayrıca yapılan analizlere göre şap hastalığı veya brucella hastalığının ise mevcut olmadığı
belirtilmiştir. Bu konuda atıf yapılan epidemiyolojik araştırma raporunda;
gebelik süresince koyunlarda ve doğum sonrası kuzularda yetersiz veya kötü
bakım ve barınak hijyeni sebebiyle kolibasillozis
ve koksidiyozis ile ektima ve
selenyum ile E vitamini eksikliğine bağlı kas zayıflığı hastalıkları tespit
edildiği belirtilmiştir.
33. Başvurucular son olarak işletmeye deneme süreli izin
verilmesi işlemine karşı açtıkları davada yürütmenin durdurulması kararının
idare tarafından uygulanmadığından yakınmışlardır. Başvurucular, ÇED olumlu işlemine karşı açtıkları
davanın da haksız yere reddedildiğini ifade etmişlerdir. Başvurucular, bu
davada verilen kararların gerekçesiz olduğunu ve bilirkişi raporlarına
yaptıkları itirazların ise değerlendirilmediğini vurgulamışlardır.
34. Başvurucular, bu sebeplerle özel hayata ve aile hayatına
saygı ile adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
35. Bakanlık görüşünde; Danıştayın yürütmenin durdurulmasına
ilişkin kararının uygulanmadığına ilişkin iddianın Mahkeme kararının Danıştay
tarafından bozularak yargılamanın devam ettiği döneme ilişkin olduğu
belirtilmiştir. Bakanlık ayrıca, yargı kararının uygulanmasına ilişkin cezai ve
hukuki yolların etkisiz kaldığının gösterilemediğini bildirmiştir. Bakanlık,
somut olayda çevresel etki değerlendirmesi yapıldığına ve Mahkemece mahallinde
keşif yapılarak konusunda uzman bilirkişilerden raporlar alındığına dikkat
çekmiştir. Görüş yazısında; bu uzman bilirkişi raporlarına atıfta bulunularak
uygun bulunan ÇED raporunun alınması gerekli bütün tedbirleri içerecek şekilde
düzenlendiği yönündeki tespitlere değinilmiştir.
36. Başvurucular, cevap dilekçesinde başvuru formundaki
beyanlarını yinelemişlerdir.
B. Değerlendirme
37. Anayasa’nın “Kişinin
dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına
sahiptir.”
38. Anayasa’nın “Sağlık
hizmetleri ve çevrenin korunması” kenar başlıklı 56. maddesinin
birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:
“Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.
Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak
ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.”
39. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucular tarafından adil yargılanma
haklarının ihlal edildiği iddia edilmiş olmakla beraber ihlal iddialarının
mahiyeti gereği, başvurunun maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi
hakkı kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
a. Başvurucu Mustafa
Sakaryalı'nın İhlal İddiası Yönünden
40. Sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı, esas itibarıyla
Anayasa'nın ve Sözleşme'nin ortak koruma alanında bulunmayan Anayasa'nın 56.
maddesinde düzenlenmiştir. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi; daha önce pek
çok kararında söz konusu hakkın Anayasa’nın fiziksel ve ruhsal bütünlüğün
korunması ile ilgili hukuksal çıkarları ihtiva eden 17. maddesi, özel hayata ve
aile hayatına saygıyı güvence altına alan 20. maddesi ve konut dokunulmazlığını
düzenleyen 21. maddesi ile bağlantılı olarak ve söz konusu hükümlerde yer alan
hukuksal çıkarlar üzerindeki etkisi dikkate alınarak değerlendirilmesi
gerektiğini belirtmiştir (Mehmet Kurt, B.
No: 2013/2552, 25/2/2016, § 46; Ahmet İsmail
Onat, B. No: 2013/6714, 21/4/2016, § 59; Fevzi Kayacan (2), B. No: 2013/2513, 21/4/2016, § 39; Hüseyin Tunç Karlık ve Zahide Şadan Karluk,
B. No: 2013/6587, 24/3/2016, § 43).
41. Somut başvuru açısından değerlendirilmesi gereken ilk husus,
başvuruya konu çevresel etkinin Anayasa’nın 17. maddesi kapsamındaki
güvenceleri harekete geçirecek asgari ağırlıkta olup olmadığıdır. Bu kapsamda
ilgili tesis, işletme veya sair faaliyet sonucu ortaya çıkan çevresel etkiler
ile başvurucunun özel ve aile hayatı veya konutunu kullanım hakkı arasında
gereğince sıkı bir bağın varlığı yeterlidir (Mehmet
Kurt, § 70; Ahmet İsmail Onat,
§ 84; Hüseyin Tunç Karlık ve Zahide Şadan
Karluk, § 68). Uşak'ın Ulubey ilçesi İnay köyünde ikamet eden ve
çiftçilik yapan başvurucunun özel ve aile hayatı ile konutu yönünden
-yakınındaki bir altın madeni işletmesinin faaliyetlerinin etkisi dikkate
alındığında- başvurunun Anayasa’nın 17. maddesi bağlamında inceleme yapılmasını
gerektirdiği değerlendirilmektedir.
42. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşıldığından
başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Diğer Başvurucuların
İhlal İddiaları Yönünden
43. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 46. maddesine göre Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuruda bulunulması için başvuruya konu edilen ve ihlale
yol açtığı ileri sürülen kamusal eylem veya işlemden başvurucunun kişisel
olarak ve doğrudan etkilenmiş olması gerekir (Onur
Doğanay, B. No: 2013/1977, 9/1/2014, §§ 42-45).
44. Yukarıda da değinildiği üzere Anayasa'nın 17. maddesinin
uygulanabilmesini sağlayan etken, çevrenin genel olarak bozulması değil
bireylerin özel veya aile hayatı ile konutları için zararlı bir etkinin söz
konusu olmasıdır (bkz. §§ 49, 50). Somut olayda ise başvurucu Mustafa Sakaryalı
dışındaki bütün başvurucuların İzmir'e bağlı ilçelerde ikamet ettikleri, şikâyet
edilen altın madeninin ise Uşak'ın Ulubey ilçesinde bulunduğu anlaşılmaktadır.
Ayrıca başvurucular, konut veya tarla gibi maden işletmesinin faaliyetlerinden
etkilenmesi muhtemel bir taşınmazın sahibi olduklarını da ortaya
koyamamışlardır. Bu durumda somut olay bağlamında başvurucuların özel ve aile
hayatları ile konutları bakımından söz konusu maden işletmesinin
faaliyetlerinin zararlı etkilerinin olabileceğinden söz edilmesi mümkün
bulunmamaktadır. Dolayısıyla başvuruya konu maden işletmesi faaliyetlerinin
diğer başvurucuları güncel ve kişisel olarak doğrudan etkilediğinin
başvurucular tarafından ortaya konulamadığı anlaşıldığından diğer
başvurucuların mağdur statülerinin bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır (Benzer
yöndeki karar için bkz. Ayşe Sevtap Uzun,
B. No: 2013/6260, 13/4/2016, §§ 36-41).
45. Açıklanan gerekçelerle başvurucu Mustafa Sakaryalı dışındaki
diğer başvurucuların ihlal iddialarının başvurunun diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin kişi
yönünden yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
46. Somut başvuruda şikâyet edilen altın madeni işletmesi özel
bir şirkete ait olup buna devletin doğrudan bir müdahalesi söz konusu değildir.
Bununla birlikte devletin kişilerin maddi ve manevi varlığını ve özel hayata
saygı hakkını etkili olarak koruma vebunlara saygı gösterme şeklinde pozitif
yükümlülüğü bulunmaktadır. Başvuruya konu maden işletmesinin faaliyetleri ise
devletin denetim ve gözetimi altında yürütülmektedir. Ayrıca maden işletmesinin
faaliyetine başlaması ve işletilmesi de ancak kamu kurum ve kuruluşlarının izin
vermesiyle mümkündür. Kaldı ki özel hayata ve aile hayatına saygı hakkına
ilişkin başvurularda devletin negatif veya pozitif yükümlülüklerinin
birbirinden ayrılabilmesi oldukça güçtür. Bunun yanında özel hayata ve aile
hayatına saygı hakkı çerçevesinde devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri
yönünden uygulanacak ilkeler çoğunlukla aynıdır (Benzer yöndeki karar için bkz.
Hüseyin Tunç Karlık ve Zahide Şadan Karluk,
§59).
a. Usule İlişkin
Yükümlülükler Yönünden
47. Çevresel meseleler bağlamında devletin usule ilişkin pozitif
yükümlülükleri daha önce Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında ortaya
konmuştur. Buna göre ilk olarak çevresel riskler konusunda ilgili idarelerin
kamuyu bilgilendirme yükümlülüğü bulunmaktadır. Özellikle çevresel bilgi edinme
hakkı bağlamında yalnızca kamusal makamların uhdesinde bulunan bilgilerin değil
ilgili faaliyeti yürüten özel kişilerin elinde bulunan bilgilerin de erişime
açılması gerektiği vurgulanmalıdır. İkinci olarak erişmeleri sağlanan bilgiler
doğrultusunda çevresel karar alma süreçlerine katılımlarının temin edilmesi
gereken bireylerin söz konusu süreçte hukuksal çıkarlarının yeterince
gözetilmediğini düşünmeleri durumunda bireylere yargısal yollara başvuru
imkânının tanınması da önemli bir usule ilişkin yükümlülüktür. Muhtemel olumsuz
çevresel etkilerin önlenmesi veya en aza indirilmesi amacının
gerçekleştirilebilmesi için sürece dâhil olan söz konusu tarafların menfaatlerinin
titizlikle değerlendirilmesi, bu değerlendirmenin sağlıklı şekilde
yapılabilmesi için de ilgili tarafların sürece etkin katılımının sağlanması
gerektiği tartışmasızdır (Mehmet Kurt, §§
47-69; Ahmet İsmail Onat, §§
79-81; Fevzi Kayacan (2), §§
56-61; Hüseyin Tunç Karlık ve Zahide Şadan
Karluk, §§ 64, 65).
48. İlk olarak somut olayda başvurucunun çevresel bilgilendirme
sürecine katılım olanağı bulamadıklarına dair açık bir şikâyeti
bulunmamaktadır. Nitekim başvurucunun söz konusu altın madeni işletmesi
faaliyetlerinin zararlı etkilerine dair iddialarını yargısal makamlar önüne
taşıma imkânı bulduğu anlaşılmaktadır.
49. İkinci olarak başvurucu, derece mahkemelerinin kararlarının
yeterli bir gerekçe içermediğinden ve bilirkişi raporlarına itirazlarının değerlendirilmediğinden
yakınmaktadır. Buna karşın Mahkemece, başvurucunun iddialarının yapılan keşif
ve alınan bilirkişi raporları kapsamında ayrıntılı olarak değerlendirildiği ve
yerinde görülmeme nedenlerinin kapsamlı bir gerekçe ile karşılandığı anlaşılmaktadır.
Danıştayın da ilk derece mahkemesinin kararına atıfla bu kararın hukuka uygun
olduğundan bahisle hükmü onadığı, sonrasında da karar düzeltme istemini
reddettiği dikkate alındığında bu kararların da gerekçesiz olduğu söylenemez.
50. Üçüncü olarak başvurucu, deneme süreli izin verilmesi
işlemine karşı açılan davanın reddine ilişkin olarak Danıştayca verilen
yürütmenin durdurulması kararının uygulanmadığını ileri sürmüştür. Bununla
birlikte davaya konu idari işlemin yürütmesinin durdurulmasına yönelik bir
karar verilmediği gibi yargılama süreci sonunda dava konusu işlemin iptaline
ilişkin davanın reddedildiği ve bu kararın Danıştayca onanarak kesinleştiği
görülmektedir.
51. Dolayısıyla başvurucunun söz konusu çevresel soruna ilişkin
iddialarını ilgili usule ilişkin güvenceleri haiz olarak yargısal makamlara
sunma ve inceletme imkânı bulduğu anlaşılmaktadır.
b. Esasa İlişkin Yükümlülükler Yönünden
52. Anayasa'nın 48. maddesi gereğince özel teşebbüslerin millî
ekonominin gereklerine uygun yürümesinin sağlanması konusunda devlete düşen
bazı yükümlülükler bulunmaktadır (Ahmet
İsmail Onat, § 99). Bu bağlamda somut olayda maden işletmesine
verilen iznin ülkenin ekonomik yararına ilişkin kamu yararına dayalı meşru bir
amacı içerdiği açıktır.
53. Bununla birlikte çevresel meseleler bağlamında gündeme gelen
müdahalelerin maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkını
doğrudan ve ciddi şekilde etkilediğinin tespiti sonrasında üzerinde durulması
gereken husus, kamu makamlarının bu hakların etkili şekilde korunmasını güvence
altına almak için gerekli adımları atıp atmadığıdır. Bu bağlamda söz konusu
çevresel etki kapsamında karşı karşıya gelen menfaatler arasında adil bir
dengenin tesis edilip edilmediğinin saptanması gerekmektedir. Bu alanda kamusal
makamların sahip olduğu geniş takdir yetkisi dikkate alındığında çevresel
meseleler bağlamında Anayasa Mahkemesinin görevi, söz konusu çevresel
rahatsızlığın nasıl sonlandırılacağını veya etkilerinin nasıl azaltılacağını
bizzat belirlemek değildir. Bununla birlikte Mahkeme, yargısal makamlar başta
olmak üzere kamusal makamların konuya gereken özenle yaklaşıp yaklaşmadıklarını
ve ilgili tüm menfaatleri gözetip gözetmediklerini değerlendirmek durumundadır ( Mehmet Kurt, § 75; Ahmet İsmail Onat, § 87; Fevzi
Kayacan (2), §§ 66, 67; Hüseyin
Tunç Karlık ve Zahide Şadan Karluk, §§ 70, 71).
54. Karmaşık çevresel sorunların ele alınıp çözümlenmesi
aşamasında karar süreci, çevreye ve kişi haklarına zarar verebilecek
faaliyetlerin etkilerini önceden değerlendirecek ve önleyecek şekilde tesis
edilmelidir. Böylece bireysel ve kamusal menfaatler arasında adil bir denge
tesis edilerek karşıt görüşlerin dile getirilmesine olanak tanıyacak gerekli
etüt ve değerlendirmelerin gerçekleştirilmesi sağlanacaktır. Bu bağlamda söz
konusu sürece ilişkin bilgilere erişim ve karar alma sürecine aktif katılımın
yanı sıra karardan etkilenebilecek olan bireylerin karar alma sürecinde görüş
ve menfaatlerinin yeterince dikkate alınmadığını dile getirebilmek için konuyla
ilgili her türlü tasarrufa karşı yargısal başvuru hakkına sahip olmaları ve
iddialarının yargısal makamlarca özenli bir şekilde değerlendirilmesi son
derece önemlidir (Ahmet İsmail Onat,
§ 94; Fevzi Kayacan (2), § 71; Hüseyin Tunç Karlık ve Zahide Şadan Karluk, §
75).
55. Somut olayda başvurucu, öncelikle siyanürle altın arama
yönteminin olası risk ve tehlikelerinden şikâyetçi olmuştur. Başvurucuya göre
bu yöntemin uygulanması kanser, iç organ yetmezlikleri, doğum anomalileri ve
diğer çeşitli sağlık sorunlarına yol açabilir. Ancak ileride gerçekleşmesi
muhtemel risk ve tehlikelerin soyut bir biçimde Anayasa'nın 17. maddesi
kapsamında değerlendirilebilmesi mümkün değildir. Söz konusu işletmenin
faaliyetlerinin özel hayat, aile hayatı ve konut hakkı üzerindeki etkilerini
başvurucudan inandırıcı delilleriyle somut bir biçimde ortaya koyması ve
kanıtlaması beklenir. Somut başvuruda ise başvurucu, bu etkilerin
gerçekleşebileceğine dair somut herhangi bir bilgi veya belge sunamamıştır.
56. Başvurucu, olası risk ve tehlikeler yanında bazı somut
sonuçların da ortaya çıktığını öne sürmektedir. Ancak başvurucunun sunduğu
rapor ve analizlerin hangi koşullarda yapıldığı, ulusal ve uluslararası
standartlarda güvenilir nitelikte olup olmadıkları anlaşılamamaktadır. Üstelik
ileri sürülen etkilerin maden işletmesinin faaliyetleri ile bağlantısı da yine
somut bir biçimde uzman raporları ile ortaya konulamamıştır. Nitekim
başvurucunun da tarafı olduğu yargılama sırasında alınan bilirkişi raporlarına
göre, ilk derece mahkemesince yapılan keşif sırasındaki analiz sonuçları da
başvurucunun iddialarını doğrulamamaktadır.
57. Başvuru konusu olayda ilgili yargısal makamlarca altın
madeni işletmesinin faaliyetlerinin riskleri ve zararlı etkileri yönünden
kapsamlı ve nitelikli bir araştırma yapıldığı, yapılan bu araştırma sonucunda
uzman bilirkişilerin raporlarına dayalı olarak ÇED raporunda gerekli bütün
tedbirlerin alındığı sonucuna varıldığı anlaşılmaktadır (bkz. §§ 14-17).
Dolayısıyla işletmenin faaliyet süreçlerinde gerçekleştirilen idari eylem ve
işlemlerin hukukiliği derece mahkemeleri tarafından iddiaları karşılayacak
yeterlilikte değerlendirilmiştir. Bu durumda başvurucunun ve kamunun somut
başvuru özelinde karşı karşıya gelen menfaatleri arasında derece mahkemeleri
tarafından adil bir denge kurulmadığı ve takdir hakkının sınırlarının aşıldığı
sonucuna ulaşmak mümkün değildir. Bu noktada Anayasa Mahkemesinin kendi
takdirini, bilimsel veriler ile bu teknik ve karmaşık alana ilişkin olarak
derece mahkemelerinin takdiri yerine ikame etmesi düşünülemez.
58. Yukarıda yer verilen tespitler ışığında kamusal makamların
olaya gereken özenle yaklaşmadıkları veya olayda söz konusu olan kamusal ve
bireysel menfaatleri gerektiği şekilde değerlendirmedikleri söylenemeyeceğinden
başvurucunun maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkının
korunması bağlamında kamusal makamların pozitif yükümlülüklerini yerine
getirmedikleri sonucuna varılması mümkün değildir.
59. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 17.
maddesinde güvence altına alınan maddi ve manevi varlığın korunması ve
geliştirilmesi hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Başvurucu Mustafa Sakaryalı'nın başvurusunun KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Diğer başvurucuların başvurularının kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan maddi ve
manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE,
D. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerine BIRAKILMASINA
24/1/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.