TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
CUMALİ KARAŞAHİN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/2927)
|
|
Karar Tarihi: 1/2/2017
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Celal Mümtaz
AKINCI
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Recai AKYEL
|
Raportör
|
:
|
Özgür DUMAN
|
Başvurucu
|
:
|
Cumali
KARAŞAHİN
|
Vekili
|
:
|
Av. Mevlüt
GÜL
|
|
|
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, tapuda Maliye Hazinesi adına kayıtlı taşınmaz üzerinde
başvurucu tarafından yetiştirildiği belirtilen kayısı ağaçları ile üzüm
asmasının Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünce (DSİ) sulama kanalı geçirilmesi
sırasındazarar görmesi ve bu zararın tazmini istemiyle açılan tazminat
davasının da reddedilmesi nedenleriyle eşitlik ilkesinin ve mülkiyet hakkının
ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 5/3/2014 tarihinde Malatya İdare Mahkemesi
vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 15/6/2015 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 22/2/2016 tarihinde, başvurunun
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından başvuru hakkında bu aşamada bir
görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
7. Başvurucu, tapuda Maliye Hazinesi adına kayıtlı bulunan
Malatya ili, Battalgazi ilçesi, Hatunsuyu köyünde bulunan 1241 parsel sayılı
taşınmazı kayısı bahçesi olarak kullanmaktadır.
8. Başvurucu bu taşınmaz için; 1995-1996 yıllarına ilişkin
olarak 30/12/1999 tarihinde 160.875.000 TL, 8/2/1999 tarihinde 42.750.000 TL,
12/1/2000 tarihinde 67.350.000 TL, 2/1/2002 tarihinde 217.500.000 TL, 12/2/2001
tarihinde 436.500.000 TL, 18/2/2002 tarihinde 569.620.000 TL ve 24/12/2003
tarihinde de 261.000.000 TL ile 630.000.000 TL tutarlarında ecrimisil bedeli
ödediğini gösteren maliye vezne alındıları sunmuştur (belirtilen tutarlar eski
Türk Lirası üzerindendir).
9. Başvurucunun ecrimisil ödeyerek kullandığı taşınmazdan DSİ
tarafından sulama kanalı geçirilmesi üzerine başvurucu, Malatya 2. Asliye Hukuk
Mahkemesinin 2009/342 Değişik İş sayılı dosyasında delil tespiti talebinde
bulunmuş, Mahkemece yapılan keşif sonucu düzenlenen 7/11/2009 tarihli ziraat
uzmanı teknik bilirkişi raporunda, DSİ tarafından 23 adet 15 yaşında, 4 adet 8
yaşında ve 1 adet 2 yaşında olmak üzere toplam 28 adet kayısı ağacının ve 1
adet de 5 yaşında üzüm asmasının sökülmesi nedeniyle başvurucunun toplam 10.914
TL tutarında zararının olduğu belirtilmiştir.
10. Başvurucu, kanal yapımı sırasında sökülen ağaçların ve üzüm
asmasının bedelinin ödenmesi için 17/11/2009 tarihinde DSİ Malatya Şube
Müdürlüğünden talepte bulunmuştur. Şube Müdürlüğü 18/11/2009 tarihli cevap
yazısında, yargı kararına dayalı olarak ödeme yapılabileceğini başvurucuya
bildirmiştir.
1. Adli Yargı Süreci
11. Başvurucu kayısı bahçesi olarak kullandığı taşınmazdan
sulama kanalı geçirilmesi sırasında kayısı ağaçları ve üzüm asmasının sökülmesi
nedeniyle uğradığı zararın tazmini istemiyle 9/12/2009 tarihinde Malatya 1.
Asliye Hukuk Mahkemesinde tazminat davası açmıştır.
12. Mahkeme, 26/5/2010 tarihli ve E.2009/576, K.2010/274 sayılı
kararıyla davanın kabulüne ve 10.914 TL tutarındaki maddi tazminatın 24/11/2009
tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak
davacıya ödenmesine karar vermiştir.
13. Davalı idarenin kararı temyiz etmesi üzerine Yargıtay 4.
Hukuk Dairesi'nin 4/7/2011 tarihli ve E.2010/7947, K.2011/7807 sayılı ilamıyla "...davacı, baraj yapımı sırasında zarar verilen
ağaçların bedelini istediğine göre, dava dilekçesinin yargı yolu bakımından
reddedilmemiş olması doğru değildir..." gerekçesiyle hükmün
bozulmasına karar verilmiştir.
14. Yargıtay bozma ilamına uyan Mahkeme 20/10/2011 tarihli ve
E.2011/566, K.2011/783 sayılı kararı ile uyuşmazlığın çözümü bakımından idari
yargı yerinin görevli olduğu gerekçesiyle dava dilekçesinin görev yönünden
reddine karar vermiş, bu karar 16/12/2011 tarihinde temyiz edilmeksizin
kesinleşmiştir.
2. İdari Yargı Süreci
15. Başvurucu bu defa, aynı olay nedeniyle 11.576,26 TL
tutarındaki maddi zararının tazmini istemiyle 22/12/2011 tarihinde Malatya
İdare Mahkemesinde tam yargı davası açmıştır.
16. Mahkeme, 24/12/2013 tarihli ve E.2013/1581, K.2013/1783
sayılı kararı ile davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili
kısımları şöyledir:
"Malatya 1. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin
2011/566 esas sayılı dosyasına sunulan ecrimisil ihbarnameleri ile ecrimisil
ödendiğini gösteren belgeler dikkate alındığında davacının, mülkiyeti Hazineye
ait ve sulama kanalı yapımı için DSİ Genel Müdürlüğü'ne tahsis edilen taşınmazı
kira, geçit hakkı, mecra hakkı vb. hukuki ilişkiye dayanmadan ağaç dikmek
suretiyle kullanması nedeniyle işgalci konumunda bulunduğu sabittir.
Bu durumda, mülkiyeti Hazineye ait ve sulama
kanalı yapımı için davalı idareye tahsis edilen taşınmazı herhangi bir hukuki
ilişkiye dayanmadan (fuzuli şagil olarak) ağaç dikmek suretiyle kullanıldığı
için herhangi bir hukuki korumadan faydalanamayan davacı tarafından dikilen
ağaçların, Kanunla kendisine verilen sulama kanalı yapım görevini hukuka uygun
olarak yine kendisine tahsis edilen taşınmaz üzerinde yerine getirmesi
sırasında sökülmesi nedeniyle uğranılan zararının tazminine hükmedilmesi için
gerekli olan hukuka aykırı fiil şartı gerçekleşmediğinden davalı idarenin
tazminle sorumlu tutulamayacağı sonucuna ulaşılmıştır."
17. Başvurucu tarafından itiraz edilen bu karar, Malatya Bölge
İdare Mahkemesinin 5/7/2013 tarihli ve E.2013/1057, K.2013/997 sayılı ilamıyla
onanmış, başvurucunun karar düzeltme talebi ise Bölge İdare Mahkemesinin
24/12/2013 tarihli ve E.2013/1581, K.2013/1783 sayılı ilamıyla reddedilmiştir.
18. Nihai karar başvurucu vekiline 4/2/2014 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
19. Başvurucu 5/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
20. 22/12/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun
718. maddesi şöyledir:
"Arazi üzerindeki mülkiyet,
kullanılmasında yarar olduğu ölçüde, üstündeki hava ve altındaki arz
katmanlarını kapsar.
Bu mülkiyetin kapsamına, yasal sınırlamalar
saklı kalmak üzere yapılar, bitkiler ve kaynaklar da girer."
21. 8/9/1983 tarihli ve 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu’nun 75.
maddesi şöyledir:
“Devletin özel mülkiyetinde veya hüküm ve tasarrufu altında bulunan
taşınmaz malları ve Vakıflar Genel Müdürlüğü ile idare ve temsil ettiği mazbut
vakıflara ait taşınmaz malların, gerçek ve tüzelkişilerce işgali üzerine,
fuzuli şagilden, bu Kanunun 9 uncu maddesindeki yerlerden sorulmak suretiyle,
idareden taşınmaz ve değerleme konusunda işin ehli veya uzmanı üç kişiden oluşan
komisyonca tespit tarihinden geriye doğru beş yılı geçmemek üzere tespit ve
takdir edilecek ecrimisil istenir. Ecrimisil talep edilebilmesi için, Hazinenin
işgalden dolayı bir zarara uğramış olması gerekmez ve fuzuli şagilin kusuru
aranmaz.
(Ek cümle: 23/7/2010-6009/24 md.) Ecrimisile
itiraz edilmemesi halinde yüzde yirmi, peşin ödenmesi halinde ise ayrıca yüzde
onbeş indirim uygulanır. Ecrimisil fuzuli şagil tarafından rızaen ödenmez ise,
6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre
tahsil olunur.
Kira sözleşmesinin bitim tarihinden itibaren,
işgalin devam etmesi halinde, sözleşmede hüküm varsa ona göre hareket edilir.
Aksi halde ecrimisil alınır.
İşgal edilen taşınmaz mal, idarenin talebi
üzerine, bulunduğu yer mülkiye amirince en geç 15 gün içinde tahliye
ettirilerek, idareye teslim edilir.
(Ek fıkra: 23/7/2010-6009/24 md.)Köy sınırları içerisinde yer alan Hazinenin özel
mülkiyetinde veya Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan taşınmazların
işgalcilerinden tahsil edilen ecrimisil gelirlerinin yüzde beşi, 442 sayılı Köy
Kanununda belirlenen görevlerde kullanılmak kaydıyla, tahsilatı izleyen ay
içinde bu gelirlerin elde edildiği köy tüzel kişiliği hesabına aktarılmak üzere
emanet nitelikli hesaplara kaydedilir. Maliye Bakanlığı bu oranı iki katına
kadar artırmaya yetkilidir.”
22. 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun "Tapuda kayıtlı olmayan taşınmaz malların
tescili ve zilyedin hakları" kenar başlıklı 19.
maddesine26/5/2004 tarihli ve 5177 sayılı Maden Kanunu'nda ve Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 35. maddesi ile eklenen onuncu fıkra
şöyledir:
“Başkası adına tapulu, sahipsiz ve/veya zilyedi tarafından iktisap
edilmemiş yerin kamulaştırmasında binaların asgarî levazım bedeli, ağaçların
ise 11 inci madde çerçevesinde takdir olunan bedeli zilyedine ödenir.”
23. 29/6/2001 tarihli ve 4706 sayılı Hazineye Ait Taşınmaz
Malların Değerlendirilmesi ve Katma Değer Vergisi Kanunu'nda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun’un 5. maddesinin onbirinci fıkrasının Anayasa
Mahkemesince kısmen iptal edilmeden önceki hali şöyledir:
"Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten
sonra Hazineye ait taşınmazlar üzerinde yapılan her türlü yapı ve tesisler,
başka bir işleme gerek kalmaksızın Hazineye intikal eder. Yapı ve tesisleri
yapanlar herhangi bir hak ve tazminat talep edemezler.”
24. Anayasa Mahkemesinin 3/7/2014 tarihli ve E.2014/9,
K.2014/121 sayılı kararı ile 4706 sayılı Kanun'un 5. maddesinin onbirinci
fıkrasının ikinci cümlesi iptal edilmiştir. Bu kararın gerekçesinin ilgili
kısımları şöyledir:
"A- Kanun’un 5. Maddesinin Onbirinci
Fıkrasının Birinci Cümlesinin İncelenmesi
...
İtiraz
konusu kuralın birinci cümlesinde, Kanun’un 5. maddesinin yürürlüğe girdiği
19.7.2003 tarihinden sonra Hazineye ait taşınmazlar üzerinde yapılan her türlü
yapı ve tesislerin, başka bir işleme gerek kalmaksızın Hazineye intikal edeceği
hükme bağlanmıştır.
...
İtiraz
konusu kuralın birinci cümlesinin, 19.7.2003 tarihinden sonra Hazineye ait
taşınmazlar üzerinde her türlü yapı ve tesis yapanların mülkiyet haklarının
sınırlanması sonucunu doğurduğu açıktır. Bu sınırlamanın Anayasa’ya uygun
olabilmesi için Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen temel hakların
sınırlandırılmasına ilişkin ilkelere uygun olması ve bu bağlamda kamu yararı ile
malikin bireysel yararı arasında makul bir denge gözetmesi gerekir.
Kanun
gerekçesinde itiraz konusu kuralın, Kanun’un yürürlük tarihinden sonra Hazine
taşınmazları üzerinde kaçak yapılaşmanın önlenmesi amacıyla kabul edildiği
belirtilmiştir. Bu nedenle, kuralın mülkiyet hakkını kamu yararı amacıyla
sınırlandırdığında kuşku bulunmamaktadır.
Hazineye ait taşınmazlar üzerinde yapı ve
tesis yapılması, kamuya ait mülkiyet hakkını ihlal etmektedir. Hazinenin söz
konusu yapı ya da tesislerin yapılmasına izni ya da muvafakati bulunmadığından,
bu hakkından vazgeçmesi ya da kişiler lehine fedakârlıkta bulunması beklenemez.
Ayrıca, itiraz konusu kuralda, söz konusu sınırlamanın kuralın yer aldığı 5.
maddenin yürürlüğe girdiği tarihten sonrası için geçerli olduğu belirtilerek,
geçmişe etkili uygulamanın yol açabileceği hak kayıplarının önüne geçildiği
görülmektedir. Bu yönüyle değerlendirildiğinde kuralın, birey hakları ile kamu
yararı arasında açık bir dengesizlik yarattığı söylenemez.
Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kuralın
birinci cümlesi Anayasa’nın 2., 13. ve 35. maddelerine aykırı değildir. İptal
isteminin reddi gerekir.
B- Kanun’un 5. Maddesinin Onbirinci Fıkrasının
İkinci Cümlesinin İncelenmesi
...
İtiraz
konusu kuralın ikinci cümlesinde, birinci cümlede belirtilen yapı ve tesisleri
yapanların herhangi bir hak ve tazminat talep edemeyecekleri hükme
bağlanmıştır.
Anayasa’nın 36. maddesinde 'Herkes, meşru
vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya
davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. Hiçbir
mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.' denilmektedir.
Maddeyle güvence altına alınan dava yoluyla hak arama özgürlüğü, kendisi bir
temel hak niteliği taşımasının ötesinde diğer temel hak ve özgürlüklerden
gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili
güvencelerden birini oluşturmaktadır. Kişinin uğradığı bir haksızlığa veya
zarara karşı kendisini savunabilmesinin ya da maruz kaldığı haksız bir uygulama
veya işleme karşı haklılığını ileri sürüp kanıtlayabilmesinin, zararını
giderebilmesinin en etkili ve güvenceli yolu, yargı mercileri önünde dava
hakkını kullanabilmesidir. Kişilere yargı mercileri önünde dava hakkı tanınması
adil yargılamanın ön koşulunu oluşturur.
İtiraz
konusu kuralın ikinci cümlesi ile maddenin yürürlüğe girdiği 19.7.2003
tarihinden sonra Hazineye ait taşınmazlar üzerinde yapı ve tesis yapanların,
söz konusu yapı ve tesislerin başka bir işleme gerek kalmaksızın Hazineye
intikal etmesi nedeniyle herhangi bir hak ve tazminat talep edemeyecekleri
hüküm altına alınmıştır. Bu kural, Hazineye ait taşınmazlar üzerinde yapı ya da
tesis yapan kişilerin haklılıklarını ileri sürüp kanıtlayabilmelerine ve
zararlarını giderebilmelerine engel olmakta, böylece hak arama özgürlüğünü
ortadan kaldırmaktadır.
Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kuralın
ikinci cümlesi Anayasa’nın 36. maddesine aykırıdır. İptali gerekir."
25. 18/12/1953 tarihli ve 6200 sayılı Devlet Su İşleri Genel
Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun'un 2. maddesi şöyledir:
"Devlet Su İşleri Umum Müdürlüğünün
vazife ve salahiyetleri şunlardır:
...
n) Umum Müdürlüğün vazifesi içinde bulunan
işlerin yapılmasına lüzumlu arazi ve gayrimenkulleri kanunlarına göre muvakkat
olarak işgal etmek veya istimlak etmek veya satın almak;
..."
26. 16/5/1956 tarihli ve 1956/1-6 sayılı Yargıtay İçtihadı
Birleştirme Büyük Genel Kurulu Kararı şöyledir:
"Taşınmazına kamulaştırmasız el konulan
malik, el atmanın önlenmesi davası açabileceği gibi, bu eylemli duruma razı
olduğu takdirde taşınmaz bedelini isteme hakkı da bulunmaktadır. Taşınmaz
sahibinin el konulan taşınmazın bedelini talep ederek dava açması halinde,
taşınmazın el koyma tarihindeki bedeli değil, mülkiyet hakkının devrine razı
olduğu tarih olan dava tarihindeki değerinin belirlenerek tahsiline karar
verilir."
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
27. Mahkemenin 1/2/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
28. Başvurucu, tapuda Hazine adına kayıtlı taşınmazı ecrimisil
ödeyerek kayısı bahçesi olarak kullandığını, ancak DSİ'nin sulama kanalı
geçirmesi nedeniyle bu taşınmazdaki kayısı ağaçları ile üzüm asmasının
söküldüğünü, uğradığı zararın tazmini için başvurduğu idari ve yargısal
süreçlerden ise bir sonuç alamadığını belirterek, eşitlik ilkesi ile mülkiyet
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş; 10.000 TL maddi ve 10.000 TL manevi
tazminata karar verilmesi taleplerinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
29. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
30. Başvurucu, eşitlik ilkesinin de ihlal edildiğini ileri
sürmüş ise de bu iddianın ciddiye alınabilmesi için başvurucunun kendisi ile
benzer durumdaki başka kişilere yapılan muamele ile kendisine yapılan muamele
arasında bir farklılığın bulunduğunu ve bu farklılığın meşru bir temeli
olmaksızın sırf ırk, renk, cinsiyet, din, dil, cinsel yönelim vb. ayrımcı bir
nedene dayandığını makul delillerle ortaya koyması gerekmekte olup somut olayda
ise başvurucunun bu yöndeki iddialarını temellendirecek somut bulgu ve
kanıtları ortaya koyamadığı anlaşılmaktadır.
31. Başvurucunun şikâyetlerinin özü, kayısı ağaçlarının ve üzüm
asmasının DSİ tarafından yürütülen kanal yapım çalışmaları sırasında tazminat
ödenmeksizin söküldüğü iddiası olduğundan, başvurunun mülkiyet hakkı kapsamında
incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
32. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeninin de bulunmadığı anlaşılan
mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna
karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
33. Bakanlık tarafından başvuru hakkında bir görüş
bildirilmemiştir.
34. Anayasa'nın "Mülkiyet
hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına
sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz."
35. Somut olayda çözümlenmesi gereken ilk mesele “mülkiyet
hakkına” yönelik bir müdahale olup olmadığını belirlemektir. Sonraki aşamalarda,
varlığı kabul edilen müdahalenin kanuni dayanağının bulunup bulunmadığı, meşru
amaçlara dayanıp dayanmadığı, müdahalenin amacı ve kullanılan araçlar ile
başvurucuya yüklenen külfetin ölçülü olup olmadığı hususlarının tespit edilmesi
gerekir.
a. Mülkün Varlığı
36. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse,
önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır. Bu nedenle
öncelikle başvurucunun, Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren
mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup olmadığı noktasındaki hukuki
durumunun değerlendirilmesi gerekir (Cemile
Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26; İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539, 16/5/2013, § 31).
37. Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme)
ortak koruma alanındaki mülkiyet hakkı özel hukukta veya idari yargıda kabul
edilen mülkiyet hakkı kavramlarından farklı bir anlam ve kapsama sahip olup bu
alanlarda kabul edilen mülkiyet hakkı, yasal düzenlemeler ile yargı
içtihatlarından bağımsız olarak özerk bir yorum ile ele alınmalıdır (Hüseyin Remzi Polge, B. No: 2013/2166,
25/6/2015, § 31).
38. Mülkiyet hakkı; mevcut mal, mülk ve varlıkları koruyan bir
güvencedir. Bir kişinin hâlihazırda sahibi olmadığı bir mülkün mülkiyetini
kazanma hakkı, kişinin bu konudaki menfaati ne kadar güçlü olursa olsun Anayasa
ve Sözleşme'yle korunan mülkiyet kavramı içinde değildir. Bu hususun istisnası
olarak belli durumlarda bir "ekonomik değer" veya icrası mümkün bir
"alacağı" elde etmeye yönelik "meşru bir beklenti" Anayasa
ve Sözleşme'nin ortak koruma alanında yer alan mülkiyet hakkı güvencesinden
yararlanabilir. Meşru beklenti, makul bir şekilde ortaya konmuş icra edilebilir
bir iddianın doğurduğu, ulusal mevzuatta belirli bir kanun hükmüne veya
başarılı olma şansının yüksek olduğunu gösteren yerleşik ve istikrarlı bir
yargı içtihadına dayanan, yeterli somutluğa sahip nitelikteki bir beklentidir.
Meşru beklentiden söz edilebilmesi için bir uyuşmazlık ya da ciddi bir iddianın
varlığı yeterli değildir, iç hukukta yasa ya da yerleşik içtihada dayalı
yeterli temeli olan bir beklenti bulunması gerekir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No: 2012/636,
15/4/2014, §§ 36, 37).
39. Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruması kapsamında olan meşru
beklentiye dayalı mülkiyet hakkının tespiti, mevcut hukuk sisteminde iddia
edilen mülkiyet iddiasının tanınmasına bağlı olup bu tanıma mevzuat hükümleri
ve yargı kararları ile yapılmaktadır (Üçgen
Nakliyat Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2013/845, 20/11/2014, § 37).
40. Başvuru konusu olayda dava konusu taşınmazın başvurucuya ait
olmayıp Hazine adına tapuda tescilli olduğu tartışma konusu değildir. Nitekim
başvurucu da taşınmaz üzerinde bir hak iddiasında bulunmamaktadır. Başvurucu
esas itibarıyla, söz konusu taşınmazı ecrimisil ödeyerek kayısı bahçesi olarak
kullandığını ve üzerindeki kayısı ağaçları ile üzüm asmasının DSİ tarafından
yapılan sulama kanalı çalışmaları sırasında söküldüğünü belirtmektedir.
Dolayısıyla söz konusu taşınmaz üzerinde bulunan ve DSİ tarafından söküldüğü
anlaşılan başvurucunun yetiştirdiği kayısı ağaçları ile üzüm asması yönünden
başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi anlamında mülkiyet hakkı kapsamında
korunmaya değer bir menfaatinin mevcut olup olmadığının değerlendirilmesi
gerekmektedir.
41. 4721 sayılı Kanun'un 718. maddesine göre arazi üzerindeki
mülkiyet -kullanılmasında yarar olduğu ölçüde- üstündeki hava ve altındaki arz
katmanlarını kapsamakta olupyasal sınırlamalar saklı kalmak kaydıyla yapılar,
bitkiler ve kaynaklar da bu mülkiyetin kapsamına girmektedir. Diğer bir deyişle
kural olarak taşınmazın üzerindeki yapılar ve bitkiler de arazinin mülkiyetine
tabidir.
42. Başvurucu taşınmaz için ecrimisil ödediğini belirterek hak
iddiasında bulunmakta ise de 2886 sayılı Kanun'un 75. maddesine göre ecrimisil;
devletin özel mülkiyetinde veya hüküm ve tasarrufu altında bulunan
taşınmazların, gerçek ve tüzelkişilerce işgali üzerine, işgalciden (fuzuli
şagilden) alınan tazminat niteliğindedir. Başvurucu, Hazine adına kayıtlı
taşınmazı kullanmakta olduğundan haksız zilyet konumundadır. Haksız işgal
tazminatı olarak da adlandırılan ecrimisil bedelinin ödenmesi ise anılan
mevzuata göre taşınmaz üzerinde, kural olarak işgalci yararına tek başına
doğrudan herhangi bir hak meydana getirmez.
43. Bununla birlikte 2942 sayılı Kanun'un 19. maddesinin onuncu
fıkrasında, başkası adına tapulu taşınmazların kamulaştırılmasında ağaçların
takdir olunan bedelinin zilyedine ödeneceği hüküm altına alınmıştır. Bu
maddenin uygulanmasına ilişkin çok sayıda Yargıtay kararı bulunmaktadır.
Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 23/9/2014 tarihli ve E.2014/6321, K.2014/21931
sayılı kararı da şöyledir:
"Dava, zemini Hazineye ait olan taşınmaz
üzerinde bulunan muhtesat bedelinin tahsili istemine ilişkindir.
Bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır. Zemini
Hazineye ait taşınmaz üzerindeki fıstık ağaçlarına değer biçilmesi yöntem
itibarıyla doğru olduğu halde mahkemece ağaçların dikili olduğu zeminin özel
mülkiyete konu olamayacağı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş; hüküm,
davacı vekilince temyiz edilmiştir.
Kamulaştırma Kanunu'nun değer biçmeye ilişkin
hükümleri kıyasen kamulaştırmasız el atmaya dayanan tazminat istemine ilişkin
davalarda da uygulanır. Bu nedenle 2942 sayılı Kanun'un 19. maddesine 5177
sayılı [Kanun] ile eklenen fıkrada yer alan ... hükmü uyarınca dava konusu
meyve ağaçlarının davacı tarafından yetiştirilip yetiştirilmediği
araştırılarak, davacıya ait olduğunun belirlenmesi halinde, hesaplanacak
bedelin davalı idareden tahsili yerine, yazılı gerekçeler ile davanın reddine
karar verilmesi,
Doğru görülmemiştir..."
44. Yine Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 22/6/2015 tarihli ve
E.2015/3499, K.2015/14580 sayılı ilamı da şöyledir:
"Dava, zemini Hazineye ait olan taşınmaz
üzerinde bulunan muhtesat bedelinin tahsili istemine ilişkindir.
Mahkemece davanın reddine karar verilmiş;
hüküm, davacı vekilince temyiz edilmiştir.
Kamulaştırma Kanununun değer biçmeye ilişkin hükümleri kıyasen kamulaştırmasız el atmaya
dayanan tazminat istemine ilişkin davalarda da uygulanır. Bu nedenle 2942
sayılı Kamulaştırma Kanununun 19. maddesine 5177
sayılı Yasa ile eklenen fıkrada yer alan ... hükmü uyarınca dava konusu meyve
ağaçlarının davacı tarafından yetiştirilip yetiştirilmediği araştırılarak,
davacıya ait olduğunun belirlenmesi halinde, hesaplanacak bedelin davalı
idareden tahsili yerine, yazılı gerekçeler ile davanın reddine karar verilmesi,
Doğru görülmemiştir..."
45. 4706 sayılı Kanun’un 5. maddesinin on birinci fıkrasında bu
maddenin yürürlüğe girdiği 19/7/2003 tarihinden sonra Hazineye ait taşınmazlar
üzerinde yapılan her türlü yapı ve tesislerin, başka bir işleme gerek
kalmaksızın Hazineye intikal edeceği hükme bağlanmıştır. Ancak fıkranın "Yapı ve tesisleri yapanlar herhangi bir hak ve
tazminat talep edemezler” şeklindeki ikinci cümlesi Anayasa
Mahkemesinin 3/7/2014 tarihli ve E.2014/9, K.2014/121 sayılı kararıyla iptal
edilmiştir.
46. Öte yandan Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 28/3/2016
tarihli ve E.2014/1450, K.2016/1083 sayılı ilamı şöyledir:
"... dava konusu taşınmazı davacının ....
tarihinden itibaren fuzuli şagil olarak kullandığı ve
bu işgalden dolayı kendisine ecrimisil tahakkuk ettirilerek davacıdan tahsil
edildiği belirtilmiş olup, davacının söz konusu taşınmazı ecrimisil bedelleri
ödeyerek kullandığı, mülki idare amirince, ilgili mevzuat hükümleri uyarınca
davacının tahliye edilmediği de anlaşılmaktadır.
Dava konusu olayda, davacının ... köyünde ...
parsel sayılı tarlaya buğday ve beyaz lahana ektiği açık olup; söz konusu
tarlanın davacının mülkiyetinde olmayıp Hazineye ait bulunması, yani davacının
işgalci olması, buğday ve lahana ürününün, davalı DSİ Genel Müdürlüğü'nün
hizmet kusuru nedeniyle su baskınına uğradığının tespiti halinde, idarenin
tazmin sorumluluğunu ortadan kaldırmamaktadır. Zira buğday ve lahana ürününün,
davacı tarafından ekildiği, davacının mülkiyetinde olduğu tartışmasızdır.
Dolayısıyla su baskınına uğrayan buğday ve lahana ürününde ortaya çıkan
davacının uğradığı zararın, hizmet kusurunun tespiti halinde, davalı idarece
tazmini gerekmektedir. Ancak, davacının işgal ettiği Hazine arazisine ekim
yapmak suretiyle sağladığı bu yararın, davacıdan tahsil olunacak ecrimisil
hesabında dikkate alınacağı da tabiidir.
Bu durumda, dosyadaki bilgi ve belgelere göre,
... davacının fuzuli şagil olmasının tek başına davalı idarenin sorumluluğunu
ortadan kaldırmayacağı gözetilmeden verilen temyize konu ısrar kararında hukuki
isabet görülmemiştir."
47. Somut olayda taşınmazın mülkiyeti Hazineye ait olmakla
birlikte başvurucunun bu taşınmazdan ilgili mevzuat hükümlerine göre tahliyesi
yoluna gidilmediği gibi bu taşınmazın başvurucu tarafından uzun yıllar boyunca
kayısı bahçesi olarak kullanıldığı ve başvurucunun yaşı 15'i bulan çok sayıda
kayısı ağacı ve üzüm asması yetiştirdiği anlaşılmaktadır. Bu kayısı ağaçlarının
ve üzüm asmasının başvurucu yararına ekonomik bir değerinin mevcut olduğu
açıktır. Anılan mevzuat hükümleri ve yargısal içtihatlar da birlikte
değerlendirildiğinde söz konusu taşınmaz üzerinde başvurucu tarafından
yetiştirilen, ancak DSİ tarafından sulama kanalı yapımı çalışmaları sırasında
söküldüğü anlaşılan "kayısı ağaçları ile üzüm asması" yönünden
başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi kapsamında korunmaya değer bir menfaatinin
olduğu sonucuna varılmıştır.
b. Müdahalenin Varlığı ve
Türü
48. Anayasa’nın 35. maddesi ve Sözleşme'ye ek (1) No.lu
Protokol’ün 1. maddesi benzer düzenlemelerle mülkiyet hakkına yer vermiştir.
Her iki düzenleme de üç kural ihtiva etmektedir. Sözleşme’nin ilk cümlesi
herkese mülkünden barışçıl yararlanma hakkı verirken Anayasa, daha geniş manada
mülkiyet hakkını tanımaktadır. Düzenlemelerin ikinci cümleleri ise kişilerin
hangi koşullarda mülkünden yoksun bırakılabileceğini ya da kişilere ait
mülkiyetin hangi koşullarla sınırlandırılabileceğini hüküm altına almaktadır (Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No:
2013/1301, 30/12/2014, § 45).
49. Her iki düzenlemenin üçüncü cümleleri ise mülkiyetin
kullanımının kontrolü ya da düzenlenmesine ilişkindir. Anayasa’nın 35.
maddesinin son fıkrası mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı
olamayacağı şeklinde hakkın kullanımına ilişkin genel bir ilkeye yer verirken
Sözleşme’ye ek (1) No.lu Protokol'ün 1. maddesinin ikinci fıkrası, devletlerin
mülkiyeti kamu yararı amacıyla düzenleme, vergiler ve diğer katkılar ile
cezaların tahsili konusunda gerekli gördükleri kanunları uygulama konusundaki
haklarını saklı tutarak taraf devletlerin kamu yararına uygun olarak
“mülkiyetin kullanımını kontrol” yetkisine sahip olduğunu kabul etmektedir.
Ayrıca Anayasa’nın birçok maddesi ilgili olduğu hususta devlete, mülkiyetin
kullanımının kontrolü ya da mülkiyeti düzenleme yetkisi vermektedir (Necmiye Çiftçi ve diğerleri, § 46).
50. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre ikinci ve
üçüncü kurallar, mülkiyetten barışçıl yararlanma ilkesi şeklinde ifade edilen
birinci kuralın özel görünüm şekilleridir ve bu nedenle genel nitelikli birinci
kuralın ışığı altında anlaşılmaları gerekmektedir (James ve diğerleri/Birleşik Krallık [GK], B. No: 8793/79,
21/2/1986, § 37).
51. Başvuru konusu olayda Malatya 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin
2009/342 Değişik İş sayılı dosyasında yapılan delil tespitinde ve Malatya 1.
Asliye Hukuk Mahkemesinin 2009/576 esas sayılı dosyasında başvurucunun Hazineye
ait taşınmaz üzerindeki kayısı ağaçları ile üzüm asmasının DSİ tarafından
yapılan sulama kanalı çalışmaları sırasında söküldüğü kabul edilmiştir. İdari
yargı sürecinde de Malatya İdare Mahkemesinin 24/12/2013 tarihli davanın
reddine ilişkin kararında, başvurucunun meyve ağacı dikmek suretiyle ecrimisil
ödeyerek taşınmazı kullandığının sabit olduğu belirtilmiştir. Bu durumda
başvurucunun yetiştirdiği ve kullanımında olan kayısı ağaçları ile üzüm
asmasının bir kamu kuruluşu olan DSİ tarafından sökülmesi suretiyle
başvurucunun mülkiyet hakkına müdahale edildiği açık olup sökme eylemi dolayısıyla
bu ağaçların ve asmanın bir daha kullanılamayacak olması nedeniyle başvurunun
mülkten yoksun bırakmaya ilişkin ikinci kural çerçevesinde incelenmesi
gerekmektedir.
c. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
i. Genel İlkeler
52. Anayasa'nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence
altına alınmış olan mülkiyet hakkı, kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek
ve yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği
gibi kullanma ve tasarruf etme, onun ürünlerinden yararlanma olanağı veren bir
haktır. Anayasa'ya göre bu hakka ancak kamu yararı nedeniyle ve kanunla
sınırlama getirilebilir. (Mustafa Asiler,
B. No: 2013/3578, 25/2/2015, § 35).
53. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi
gereken ölçüt hukuka dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit
edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının
ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. Müdahalenin hukuka dayalı olması, iç
hukukta müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir ve öngörülebilir kuralların
bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş
Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44).
54. Anayasa'nın 35. maddesinde mülkiyet hakkına getirilecek
sınırlamaların kamu yararı amacıyla ve kanunla yapılması gerektiği hüküm altına
alınırken Sözleşme'ye ek (1) No.lu Protokol'ün 1. maddesi mülkiyetten yoksun
bırakmanın kamu yararıyla, yasada öngörülen koşullarla ve uluslararası
sözleşmelere uygun olarak yapılabileceğini öngörmektedir. Anayasa, tüm
sınırlandırmaların mutlak manada kanunla yapılacağını öngörerek Sözleşme'den
daha geniş bir koruma sağlamaktadır (Mehmet
Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 31).
55. Hak ve özgürlüklerin ve bunlara yapılacak müdahalelerin ve
sınırlandırmaların kanunla düzenlenmesi, bu haklara ve özgürlüklere keyfî
müdahaleyi engelleyen ve hukuk güvenliğini sağlayan demokratik hukuk devletinin
en önemli unsurlarından biridir. Bununla beraber kanunla düzenleme zorunluluğu,
hakka yapılacak müdahalenin uygulanmasının kanun çerçevesini aşmayacak şekilde
tüzük, yönetmelik, tebliğ ve genelge gibi yürütme organının çıkardığı ikincil
düzenlemelerle yapılmasına mani değildir (Tahsin Erdoğan, B. No: 2012/1246,
6/2/2014, § 60).
56. Kanunun varlığı kadar kanun metninin ve uygulamasının da
bireylerin davranışlarının sonucunu önceden öngörebilecekleri kadar hukuki
belirlilik taşıması gerekir. Bir diğer ifadeyle kanunun kalitesi de kanunilik
koşulunun sağlanıp sağlanmadığının tespitinde önem arz etmektedir (Necmiye Çiftçi ve diğerleri, § 55). Hukuki
belirlilik ilkesinin alt ilkeleri olan "ulaşılabilirlik" ilgili
hukuki düzenlemenin aleni olması yani yayımlanmasını ifade etmekte (Spaček, s.r.o./Çek Cumhuriyeti, B.
No: 26449/95, 9/11/1999, §§ 56-61),"öngörülebilirlik" ise hukuk
kuralının uygulanması hâlinde doğabilecek sonuçların önceden tahmin
edilebilmesi anlamına gelmektedir (Hentrich/Fransa,
B. No: 13616/88, 22/9/1994, § 42).
57. Hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin ön
koşullarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki
güvenlik ilkesi; hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem
ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde
bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar.
Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden
herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır
ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına
karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (AYM, E.2013/39, K.2013/65,
22/5/2013).
ii. İlkelerin Somut Olaya
Uygulanması
58. Başvurucu, ecrimisil ödeyerek kullandığı Hazine taşınmazı
üzerinde bulunan kayısı ağaçları ile üzüm asmasının DSİ tarafından, sulama
kanalı yapılırken bir kamulaştırma yapılmadan ve tazminat ödenmeden
sökülmesinden yakınmaktadır.
59. Başvuru konusu olayda başvurucunun kayısı bahçesi olarak
kullandığı mülkiyeti Hazineye ait taşınmaz üzerinde başvurucu tarafından
yetiştirildiği adli ve idari yargı süreçlerinde mahkemelerce de sabit görülen
23 adet 15 yaşında, 4 adet 8 yaşında ve 1 adet 2 yaşında olmak üzere toplam 28
adet kayısı ağacının ve 1 adet de 5 yaşında üzüm asmasının DSİ tarafından
taşınmazdan sulama kanalı geçirilirken söküldüğü anlaşılmaktadır.
60. Başvurucu yetiştirdiği ağaçların ve asmanın sökülmesi
nedeniyle uğradığı zararın tespiti için Malatya 2. Asliye Hukuk Mahkemesinden delil
tespiti talebinde bulunmuş, yapılan delil tespiti üzerine 17/11/2009 tarihinde
DSİ'ye başvurarak tazminat talebinde bulunmuş, 18/11/2009 tarihinde
başvurucuya, ancak yargı kararına dayalı olarak ödeme yapılabileceği
bildirilmiştir. Başvurucunun 26/5/2010 tarihinde Malatya 1. Asliye Hukuk
Mahkemesinde açtığı tazminat davası ise Yargıtay bozma ilamı sonrası Mahkemenin
20/10/2011 tarihli kararıyla uyuşmazlığın çözümü bakımından idari yargı yerinin
görevli olduğu gerekçesiyle yargı yolu yönünden reddedilmiştir. Başvurucu bunun
üzerine 22/12/2011 tarihinde Malatya İdare Mahkemesinde tam yargı davası açmış,
Mahkemenin 24/12/2013 tarihli kararı ile davanın reddine karar verilmiştir.
Başvurucunun bu karara karşı yaptığı itiraz Malatya Bölge İdare Mahkemesinin 5/7/2013
tarihli ilamıyla reddedilerek hüküm onanmış, başvurucunun karar düzeltme talebi
de Bölge İdare Mahkemesince 24/12/2013 tarihinde reddedilmiştir.
61. İdare Mahkemesinin davanın reddine ilişkin 24/12/2013
tarihli kararının temel gerekçesi, başvurucunun taşınmazı kira, geçit hakkı,
mecra hakkı vb. hukuki ilişkiye dayanmadan kullanması nedeniyle tazminat talep
edemeyeceği yönündedir. Gerçekten de taşınmazın mülkiyeti Hazineye ait olup
Hazine ile başvurucu arasında taşınmazın kayısı bahçesi olarak kullanılmasına
ilişkin herhangi bir sözleşmenin de bulunmadığı anlaşılmaktadır. Ancak bu
kullanma biçimi, kayısı bahçesini kullanan başvurucu ile taşınmazın mülk sahibi
olan Hazine arasındaki ilişkide önem taşımaktadır. Taşınmazın mülk sahibi olan
Hazine başvurucuyu taşınmazdan tahliye ettirebileceği gibi bu yolu tercih
etmeyip haksız işgal tazminatı (ecrimisil) talep etmekle de yetinebilmektedir.
Nitekim somut olayda da Hazine başvurucuyu taşınmazdan tahliye ettirmemiş,
başvurucunun taşınmazdaki kullanımı nedeniyle ecrimisil bedeli tahsil etmeyi
tercih etmiştir.
62. Öncelikle belirtmek gerekir ki delillerin değerlendirilmesi
ve hukuk kurallarının yorumlanması, derece mahkemelerinin yetki ve sorumluluk
alanındadır. Buna göre ilke olarak mahkemeler önünde dava konusu yapılmış maddi
olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk
kurallarının yorumlanması ve uygulanması ileuyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun
adil olup olmaması bireysel başvurukonusu olamaz. Ancak bireysel başvuru
kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden, bariz takdir hatası veya
açık keyfîlik içeren tespit ve sonuçlar bu kapsamda değildir (Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013,
§ 42).
63. Bireysel başvurularda Anayasa Mahkemesinin görevi Anayasa
veSözleşme'nin ortak koruma alanında kalan haklar kapsamındaki güvencelerin
somut olayda sağlanıp sağlanmadığını incelemektir.
64. 2942 sayılı Kanun'un 19. maddesinin onuncu fıkrasında,
başkası adına tapulu taşınmazların kamulaştırılmasında ağaçların ve yapıların
takdir olunan bedelinin zilyedine ödeneceği hüküm altına alınmıştır. Yargıtay
da zemini Hazineye ait olan taşınmaz üzerinde bulunan ağaçlar ve diğer
muhdesatlar yönünden tazminat istemine konu müdahaleleri kamulaştırmasız el
atma olarak nitelendirmiş ve anılan hüküm uyarınca dava konusu ağaçların davacı
tarafından yetiştirilmesi durumunda bedelinin kamulaştırma esaslarına göre
tespit edilerek davacıya ödenmesine karar vermiştir (bkz. §§ 43, 44).
65. Derece mahkemeleri taşınmazın Hazineye ait olması sebebiyle
DSİ'nin tazminat sorumluluğunun bulunmadığını kabul etmişlerse de Danıştay
İdari Dava Daireleri Kurulu, taşınmazın davacının mülkiyetinde olmayıp Hazineye
ait bulunmasının, davacı tarafından yetiştirilen ürünler bakımından zarara yol
açan idarenin hizmet kusuru nedeniyle tazmin sorumluluğunu ortadan kaldırmadığı
ve davacının işgal ettiği Hazine arazisinden sağladığı yararın ise davacıdan
tahsil olunacak ecrimisil hesabında dikkate alınacağı görüşündedir (bkz. § 46).
66. Devlet kendisine ait olan taşınmazlar üzerinde başkaları
tarafından haksız olarak yapılan yapıları yıkabilir ve ağaçları sökebilir.
Devletin kendi taşınmazı üzerindeki yapıları yıkması ve ağaçları sökmesi başka
hiçbir sebep olmasa bile kamuya ait mülkiyeti koruma şeklinde kamu yararına
dayalı meşru bir amacı da taşımaktadır. Bununla birlikte somut olayda
başvurucunun mülkiyet hakkına, mülkün sahibi olan Hazine tarafından herhangi
bir müdahalede bulunulmamıştır. Bunun aksine Hazine, başvurucuyu taşınmazdan
tahliye ettirmediği gibi belirli bir ecrimisil bedeli karşılığında bu
taşınmazın kullanılmasına ve kayısı ağaçları ile üzüm asması dikilerek
yetiştirilmesine izin vermiş, en azından buna müdahale etmemiştir.
67. Öte yandan her ne kadar 4721 sayılı Kanun'a göre taşınmaz
üzerindeki bitki, ağaç ve yapılar da arzın mülkiyetine tabi ise de 2942 sayılı
Kanun'un 19. maddesinde başkasına ait bir taşınmazda bulunan bitki, ağaç ve
yapıların kamulaştırma bedelinin muhdesat sahibine ödenmesi öngörülmüştür.
Yargıtay ve Danıştay içtihatlarıyla uygulama da bu yönde gelişmiş, mülkiyeti
Hazineye ait olsa da taşınmaz üzerindeki muhdesat bedelinin sahibine ödenmemesi
açıkça kanuna aykırı görülerek "kamulaştırmasız el atma" olarak
değerlendirilmiştir.
68. Başvuru konusu olayda da başvurucunun mülkiyet hakkı
kapsamında bulunan kayısı ağaçları ile üzüm asması herhangi bir bedel
ödenmeksizin sökülerek başvurucu mülkiyetten yoksun bırakılmıştır. Hâlbuki
başvurucu belirtilen kanun hükmü ve yargısal içtihatlar doğrultusunda kendisine
tazminat ödeneceği yönünde bir meşru beklenti içerisindedir. Ancak başvurucunun
açtığı tazminat davasında derece mahkemeleri, olaya uygulanan mevzuatın
yorumlanmasında, anılan kanun hükmü ve Yargıtay ile Danıştay içtihatlarından
farklı ve “öngörülemez” nitelikte bir değerlendirme yaparak davayı reddetmiştir.
69. Sonuç olarak mülkiyeti Hazineye ait olan taşınmaz üzerinde
başvurucu tarafından yetiştirilen kayısı ağaçları ile üzüm asmasının DSİ
tarafından, taşınmazdan sulama kanalı geçirilmesi sırasında herhangi bir
tazminat ödenmeksizin sökülmesi suretiyle başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan
müdahalenin Anayasa’nın 13. ve 35. maddelerinde öngörülen güvence ölçütlerinden
kanunilik unsurunu sağlamadığı anlaşılmaktadır.
70. Yukarıda yer verilen tespitler uyarınca başvuruya konu
müdahalenin kanunilik şartını sağlamadığı anlaşıldığından söz konusu müdahale
açısından diğer güvence ölçütlerine riayet edilip edilmediğinin ayrıca
değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.
71. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence
altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
72. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
73. Başvurucu 10.000 TL maddi ve 10.000 TL manevi tazminat
talebinde bulunmuştur.
74. Başvuruda mülkiyethakkının ihlal edildiği sonucuna
varılmıştır.
75. Mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan
kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Malatya İdare
Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
76. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir..
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet
hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Malatya
İdare Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
D. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
1/2/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.