TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
İSMAİL HAKKI BULUNMAZ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/2960)
|
|
Karar Tarihi: 4/10/2017
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Celal Mümtaz
AKINCI
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Özgür DUMAN
|
Başvurucu
|
:
|
İsmail Hakkı
BULUNMAZ
|
|
|
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, belediyeye bağlı bir kuruluşta çalışmaya başlandığı
gerekçesine dayalı olarak yaşlılık aylığının kesilmesi üzerine açılan davanın
reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 5/3/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda
bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
9. Başvurucunun yaşlılık aylığı tahsis talebini değerlendiren
Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından (SGK) başvurucuya 1/1/1995 tarihinden itibaren
yaşlılık aylığı tahsis edilmiştir.
10. Başvurucu 16/6/2003 tarihinde İzmir Büyükşehir Belediyesi Su
ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğünde (İZSU) avukat olarak çalışmaya
başlamıştır. Başvurucunun yaşlılık aylığı almaya başladıktan sonra tekrar çalışmaya
başladığı dönemde SGK tarafından başvurucuya yaşlılık aylığı ödenmesine devam
edilmiştir.
11. 1/1/2005 tarihinde yürürlüğe giren 28/12/2004 tarihli ve
5277 sayılı 2005 Mali Yılı Bütçe Kanunu’nun 25. maddesinin (f) fıkrasının
ikinci paragrafıyla herhangi bir sosyal güvenlik kurumundan emeklilik veya
yaşlılık aylığı alanların, kanunda sayılan kamu kurum ve kuruluşlarında
herhangi bir kadro, pozisyon veya görevde çalışmaları durumunda emeklilik veya
yaşlılık aylıklarının kesilmesini zorunlu kılan yasal düzenleme yapılmıştır.
12. İZSU tarafından başvurucunun yaşlılık aylığı almakta olduğu
ve kurumlarında görev yaptığı 14/1/2005 tarihinde SGK'ya
bildirilmiştir. Bunun üzerine SGK, 10/2/2005 tarihli yazı ile başvurucunun
aylığının 2005 yılı Mart ayı itibarıyla kesildiğini
başvurucunun çalıştığı kuruma bildirmiştir.
13. Öte yandan SGK 1/1/2005-17/3/2005 tarihleri arasına ilişkin
olarak başvurucuya ödenen yaşlılık aylıklarının tahsili istemiyle İzmir 9. İcra
Müdürlüğünün 2005/9665 sayılı dosyasında icra takibi başlatmıştır. Başvurucu,
20/10/2005 tarihinde İcra Müdürlüğüne
"böyle bir borcunun olmadığını" belirterek takibe itiraz
dilekçesi vermiştir.
14. SGK tarafından başvurucu aleyhine 4/8/2006 tarihinde İzmir
3. İş Mahkemesinde itirazın iptali davası açılmıştır. Mahkeme 18/6/2007
tarihinde davanın kısmen kabulü ile takibin 1.293,02 TL alacağa takip
tarihinden itibaren yasal faiz işletilmek suretiyle devamına karar vermiştir.
Kararın gerekçesinde, başvurucunun yaşlılık aylığı almakta iken çalışmasını
sürdürdüğü ve 5277 sayılı Kanun'un 25. maddesine göre başvurucuya 1/1/2005
tarihinden sonra 1.293,02 TL yaşlılık aylığı ödendiği belirtilmiştir.
15. Temyiz edilen hüküm, Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin
10/11/2008 tarihli ilamıyla bozulmuştur. Daire, söz konusu kanun hükmünün, SGK'ya aylık kesme yükümü getirmeyip, diğer kuruluşlara
aylığı kesilmemiş kişileri çalıştırmama yükümlülüğünü öngördüğü gerekçesiyle
davanın reddine karar verilmesi gerektiğini belirtmiştir. Mahkeme 2/3/2009
tarihinde bozma ilamına uymuş ve davanın reddine karar vermiştir. Bu karar da
temyiz edilmiş, Dairenin 11/5/2009 tarihli ilamıyla hükmün onanmasına karar
verilmiştir.
16. Bu sırada söz konusu düzenlemenin bütçe kanunuyla ilgisinin
bulunmadığı gerekçesiyle iptali istemiyle Anayasa Mahkemesine itiraz yoluna
başvurulmuş ancak Anayasa Mahkemesince henüz iptal istemi hakkında bir karar
verilmeden 21/4/2005 tarihli ve 5335 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 29. maddesiyle mezkur düzenleme yürürlükten kaldırılarak söz konusu
hükümler aynı Kanun'un 30. maddesinde yeniden düzenlenmiştir. Anayasa
Mahkemesince sonradan verilen 28/12/2005 tarihli ve E.2005/146, K.2005/105
sayılı kararla kanun koyucu tarafından yürürlükten kaldırılan 5277 sayılı
Kanun'un 25. maddesinin ilgili kısmı, bütçe kanunuyla düzenlenmesi yasak olan
konuları içerdiği gerekçesiyle iptal edilmiştir.
17. 5335 sayılı Kanun'un ilgili düzenlemeyi içeren 30.
maddesinin ikinci ve üçüncü fıkralarının Anayasa'ya aykırı olduğu gerekçesiyle
iptali için tekrar Anayasa Mahkemesine başvurulmuş, ancak Anayasa Mahkemesinin
3/4/2007 tarihli ve E.2005/52, K.2007/35 sayılı kararıyla düzenlemenin
Anayasa'ya aykırı olmadığı belirtilerek iptal istemi reddedilmiştir.
18. Başvurucu kesilen yaşlılık aylığının bağlanması istemiyle
SGK aleyhine Ankara 3. İdare Mahkemesinde 22/2/2006 tarihinde dava açmıştır.
Ancak Mahkeme 14/2/2007 tarihinde uyuşmazlığın çözümü bakımından adli yargı
yerlerinin görevli olduğunu belirterek davanın görev yönünden reddine karar
vermiştir.
19. Başvurucu bu defa yaşlılık aylığı kesilmesi işleminin iptali
istemiyle 10/4/2009 tarihinde İzmir 10. İş Mahkemesinde dava açmıştır. Mahkeme
10/2/2010 tarihinde davanın kabulü ile başvurucunun 1/3/2005 tarihinden
itibaren yaşlılık aylığının kesilmesine ilişkin işlemin iptaline karar
vermiştir. Kararın gerekçesinde, 5277 sayılı Kanun'un 25. ve 5335 sayılı
Kanun'un 30. maddesindeki hükümlerin, SGK'ya aylık
kesme yükümlülüğü getirmediği belirtilmiştir. Mahkemeye göre anılan hükümler
ile diğer kuruluşların aylığı kesilmemiş kişileri çalıştırmama yükümlülüğü
bulunmaktadır. Kararda ayrıca başvurucunun 2005 yılı Mart dönemine kadar ödenen
yaşlılık aylıkları konusunda başlatılan icra takibine itirazın iptali davasının
reddine ilişkin kesinleşmiş hükme ve bu davadaki Yargıtay ilamlarına da atıfta
bulunulmuştur.
20. SGK tarafından hüküm temyiz edilmiştir. Dairenin 15/7/2010
tarihli ilamıyla hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Bozma ilamında, yapılan
kanun değişikliklerine göre herhangi bir sosyal güvenlik kurumundan yaşlılık
veya emeklilik aylığı alanların, bu aylıkları kesilmeksizin, 5335 sayılı
Kanun'un 30. maddesinde açıklanan nitelikte çalıştırılamayacakları ve görev
yapamayacakları vurgulanmıştır. Daire, emredici bu kanuni düzenlemeye aykırı
biçimde çalışanların, fiilen çalışılan döneme ait yaşlılık veya emeklilik
aylıklarının SGK tarafından kesilip yersiz ödenen aylıkların geri alınmasının
zorunlu olduğunu belirtmiştir. Bozma ilamında, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun
(Genel Kurul) 27/5/2009 tarihli ilamında da aynı yaklaşım ve görüşün
benimsendiğine dikkati çekmiştir. Daire ayrıca kesin hükmün ancak konusunu
oluşturan husus hakkında geçerli olduğunu belirterek itirazın iptali davasında
verilen hükmün eldeki dava bakımından kesin hüküm niteliğini taşımadığını
açıklamıştır.
21. Bozma ilamına uyan Mahkeme, 29/12/2010 tarihinde davanın
reddine karar vermiştir. Temyiz edilen hüküm Dairenin 26/12/2013 tarihli
ilamıyla onanmıştır. Onama ilamında, İZSU'nun 5335 sayılı
Kanun'un 30. maddesinin ikinci fıkrası sayılan kurumlardan olduğuna vurgu
yapılmıştır.
22. Nihai karar başvurucu vekiline 18/2/2014 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
23. Başvurucu 5/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. Mevzuat Hükümleri
24. 5277 sayılı Kanun'un 25. maddesinin (f) fıkrasının mülga
ikinci paragrafı şöyledir:
“Herhangi bir sosyal güvenlik kurumundan
emeklilik veya yaşlılık aylığı alanlar bu aylıkları kesilmeksizin; genel bütçeye
dahil daireler, katma bütçeli idareler, döner sermayeler, fonlar, belediyeler,
il özel idareleri, belediyeler ve il özel idareleri tarafından kurulan birlik
ve işletmeler, sosyal güvenlik kurumları, bütçeden yardım alan kuruluşlar ile
özel kanunla kurulmuş diğer kamu kurum, kurul, üst kurul ve kuruluşları, kamu
iktisadi teşebbüsleri ve bunların bağlı ortaklıkları ile müessese ve
işletmelerinde ve sermayesinin %50'sinden fazlası kamuya ait olan diğer
ortaklıklarda herhangi bir kadro, pozisyon veya görevde çalıştırılamaz ve görev
yapamazlar. ”
25. Anayasa Mahkemesinin 14/11/2006 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan 28/12/2005 tarihli ve E.2005/146,
K.2005/105 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Bu
durumda, diğer yasalarla düzenlenmesi gereken konuların bütçe yasasıyla
düzenlenmesi Anayasa'nın 87., 88., 89., 161. ve 162. maddelerine aykırılık
oluşturduğundan itiraz konusu kuralların iptali gerekir.
VI-SONUÇ
28.12.2004 günlü, 5277 sayılı '2005 Malî Yılı
Bütçe Kanunu'nun 25. maddesinin (f) fıkrasının ikinci ve üçüncü paragraflarının
Anayasa'ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, 28.12.2005 gününde OYBİRLİĞİYLE karar
verildi."
26. 5335 sayılı Kanun’un 29. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"...
c) 28.12.2004 tarihli ve 5277 sayılı Kanunun
25 inci maddesinin (f) fıkrası ile 30 uncu maddesi ve 37 nci maddesinin (e) ve (i) fıkraları,
...
Yürürlükten kaldırılmıştır."
27. 5335 sayılı Kanun'un 30. maddesinin ikinci fıkrası ve
dördüncü fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Herhangi bir sosyal güvenlik kurumundan emeklilik veya yaşlılık aylığı
alanlar bu aylıkları kesilmeksizin; genel bütçeye dahil daireler, katma bütçeli
idareler, döner sermayeler, fonlar, belediyeler, il özel idareleri, belediyeler
ve il özel idareleri tarafından kurulan birlik ve işletmeler, sosyal güvenlik
kurumları, bütçeden yardım alan kuruluşlar ile özel kanunla kurulmuş diğer kamu
kurum, kurul, üst kurul ve kuruluşları, kamu iktisadi teşebbüsleri ve bunların
bağlı ortaklıkları ile müessese ve işletmelerinde ve sermayesinin %50'sinden
fazlası kamuya ait olan diğer ortaklıklarda herhangi bir kadro, pozisyon veya
görevde çalıştırılamaz ve görev yapamazlar.
Bu maddenin ikinci ve üçüncü fıkra hükümleri;
...
f) Yaş
haddini aşmamış olmaları kaydıyla her derece ve türdeki örgün ve yaygın eğitim
kurumlarında ders ücreti karşılığı ders görevi verilenler (üniversitelerde ders
ücreti karşılığı ders görevi verilenler hakkında yaş haddini aşmamış olmaları
kaydı aranmaz.),
...
Hakkında uygulanmaz. ”
2. Yargısal İçtihatlar
28. Anayasa Mahkemesinin 3/4/2007 tarihli ve E.2005/52,
K.2007/35 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...
Dava konusu kural, emekli veya yaşlılık aylığı
almakta olan kişinin kendini çalışma gücüne sahip görerek kendi isteği ile
kuralda belirtilen yerlerde yeniden çalışmaya başlaması durumunda emekli
aylığının kesilmesine ilişkindir.
Buna göre, kişinin sosyal güvenlik hakkı
ortadan kaldırılmamakta ve emeklilik statüsü zarar görmemektedir. Kural, sadece
belirtilen yerlerde çalışıldığı ve karşılığında gelir elde edildiği sürece
emekli aylığının kesilmesini öngörmektedir. Bu durumda da sosyal güvenliğin
sosyal riskler karşısında asgari yaşam düzeyinin sağlanması amacı ortadan
kalkmamaktadır. Kişi, yaşlılık dolayısıyla çalışamama riski karşılığında sosyal
güvenlik sisteminin sağladığı emekli veya yaşlılık aylığından, belirtilen
kurumlarda çalışarakdaha iyibir
yaşam elde etmedüşüncesiyle kendi isteği ile
vazgeçmektedir.
Anayasa'nın 49. maddesinde, çalışmanın
herkesin hakkı ve ödevi olduğu belirtilmiş, Devlete, çalışanların yaşam
düzeyini yükseltmek, çalışma yaşamını geliştirmek için çalışanları korumak,
çalışmayı denetlemek ve işsizliği gidermeye elverişli ekonomik bir ortam
yaratmak için gerekli önlemleri almak ödevi verilmiştir. Devlet, kişinin
çalışma hakkını kullanabilmesi için iş alanında gerekli önlemleri alacak ve
sınırlamaları kaldırarak görevini yerine getirecek, birey de çalışarak topluma
yük olmaktan kurtulacaktır.
Devletin herkese iş verme, herkesi işe
yerleştirme zorunluluğu bulunmamaktadır. Ancak, Devlet olanakları ölçüsünde,
yeterli örgütler kurarak iş bulmayı kolaylaştırıp sağlamak için gerekli
önlemleri almakla yükümlüdür. İşsizliği önlemek amacıyla yapacağı çalışmalarla
Devlet, öncelikle kamu sektöründe iş vermek yolunu izleyecek, bu nedenle de
yasal düzenlemeler yapacaktır. Buna göre, Devlet işsizlere de iş imkanı sağlayacak istihdam tedbirlerini almak zorundadır.
Sosyal güvenlik kurumlarından emekli veya yaşlılık aylığı almakta iken kendi
isteği ile belirtilen yerlerde yeniden çalışmaya başlayanların emekli veya
yaşlılık aylıkların kesilmesinin, özellikle öğrenimlerini tamamlayıp iş arayan
gençlere iş bulma amacı dikkate alındığında daha büyük sorunların çözümüne
yönelik düzenlemeler olduğu anlaşılmaktadır.
Açıklanan nedenlerle, sosyal güvenlik
kurumundan emekli veya yaşlılık aylığı almakta olanların, kuralda sayılan kurum
ve kuruluşlarda kendi istekleri ile yeniden çalışmaya başlamaları ve
karşılığında aylık almaları nedeniyle, yaşlılık veya emekli aylıklarının
kesilmesini öngören dava konusu kural, Anayasa'nın 2., 49. ve 60. maddelerine aykırı
değildir. İptal isteminin reddi gerekir."
29. Genel Kurulun 27/5/2009 tarihli ve E.2009/21-168, K.2009/218
sayılı ilamının ilgili kısımları şöyledir:
"Açıklanan yasal süreç karşısında somut
olayın değerlendirilmesine gelince;
Herhangi bir sosyal güvenlik kurumundan
emeklilik veya yaşlılık aylığı alanların, bu aylıkları kesilmeksizin
belediyelerde herhangi bir kadro, pozisyon veya görevde çalıştırılamayacakları
ve görev yapamayacaklarına, dair düzenlemenin 01.01.2005 tarihinden başlamak
suretiyle yürürlükte olduğu belirgindir.
Davacının, dava dışı Belediye ile imzaladığı
sözleşmeler uyarınca 01.01.2005 ile 31.05.2006 tarihleri arasında avukat olarak
çalıştığı konusunda taraflar arasında uyuşmazlık bulunmamaktadır.
Davacı ile Belediye arasında düzenlenen
sözleşmenin, 5393 sayılı Kanunun 49. maddesine dayalı olarak düzenlendiği ve
davacının anılan madde kapsamında sözleşme ile çalıştığı ve bu çalışmanın ise
yukarıda da dayanakları açıklandığı üzere sözleşmeye konu 01.01.2005- 31.05.2006
tarihlerine yürürlükte bulunan 5277 ve 5335 sayılı kanun ile getirilen yasal
düzenlemeye aykırı olduğu açıktır.
Şu durumda; yerel mahkemenin davacının
çalıştığı dönemin tamamı yönünden verilen, davanın kabulüne ilişkin kararı
usule ve açıklanan yasal düzenlemelere aykırıdır."
B. Uluslararası Hukuk
30. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin, kural olarak
mülkiyeti edinme hakkını içermediğini kabul etmektedir (Stec ve diğerleri/Birleşik Krallık [BD], B. No:
65731/01-65900/01, 12/4/2006, § 53). Bununla birlikte AİHM, modern demokratik
devletlerde birçok bireyin, yaşamlarını sürdürebilmek için hayatlarının tamamı
ya da bir bölümünde, sosyal güvenlik ve sosyal yardım ödemelerine bağımlı
olduklarını belirtmektedir. AİHM bu sebeple birçok hukuk sisteminin, bireylerin
belli bir derecede belirlilik ve güvenliğe ihtiyaç duyduklarını kabul ederek
onlara birtakım imkânlar sağladığını ve bu çerçevede, öngörülen bazı koşulların
yerine getirilmesi şartıyla bu bireylere çeşitli ödemeler yapılması yolunda hak
tanıyan düzenlemelere yer verdiğini hatırlatmaktadır. AİHM bu bağlamda ister
önceden kişilerin katkı yapma şartına bağlı olsun ister olmasın, iç hukuka göre
sosyal yardım alma hakkının bulunduğu durumlarda, bu ekonomik menfaatlerin 1
No.lu ek Protokol'ün 1. maddesi kapsamında olduğu sonucuna varmıştır (Moskal/Polonya, B. No: 10373/05, 15/9/2009, §§
38-39).
31. AİHM'e göre mülkiyet hakkına konu bir menfaatin sonradan
ortadan kaldırılması, en azından ortadan kaldırıldığı ana kadar bu menfaatin, 1
No.lu ek Protokol'ün 1. maddesi kapsamında mülk olarak değerlendirilmesini
engellemez (Beyeler/İtalya, B.
No: 33202/96, 5/1/2000, § 105). Öte yandan AİHM, uyuşmazlık konusu menfaate hak
kazanmanın şarta bağlandığı ancak bu şartın yerine getirilmediği durumlarda ise
söz konusu menfaatin 1 No.lu ek Protokol'ün 1. maddesi anlamında mülk olarak
değerlendirilemeyeceği görüşündedir (Lihtenştayn
Prensi Hans-Adam II/Almanya [BD], B. No:
42527/98, 12/7/2001, §§ 82-83).
32. AİHM, sosyal güvenlik sisteminin düzenlenmesi ve bu kapsamda
hangi yardımların veya ödemelerin yapılacağı ya da ne kadar yapılacağı
hususunda devletlerin geniş bir takdir yetkileri olduğunu kabul etmektedir (Stec ve diğerleri/Birleşik Krallık, § 53).
33. AİHM, Fabian/Macaristan
([BD], B. No: 78117/13, 5/9/2017) kararında yaşlılık aylığının kesilmesinin
mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiğini kabul etmiştir. Ayrımcılık yasağı
kapsamında mülkiyet hakkının değerlendirildiği bu başvuru, bir kamu
kuruluşundan emekli olan başvurucunun yeniden çalışmaya başlaması nedeniyle
yaşlılık aylığının kesilmesine ilişkindir. AİHM kararında özel ve kamu
sektörlerinden emekli olanlar ile kamu sektöründen emekli olanların kendi
aralarında farklı uygulama yapılarak kamu sektöründen emekli olan bazı
kişilerin yaşlılık aylıklarından kesinti yapılmasının, müdahalenin taşıdığı
meşru amaç dikkate alındığında ölçüsüz olmadığı sonucuna varılmıştır (Fabian/Macaristan, §§ 112-134).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
34. Mahkemenin 4/10/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
35. Başvurucu, 11 yıldır almakta olduğu yaşlılık aylığının,
yapılan kanun değişikliğine dayalı olarak İZSU'da
avukat olarak çalıştığı gerekçesiyle 2005 yılı Mart
ayından itibaren kesildiğini belirtmiştir. Başvurucu ilk olarak söz konusu
kanun değişikliği tarihinden sonra çalışmaya başlayanlar yönünden yaşlılık
aylığının kesilebileceğini ifade etmiştir. Başvurucu ikinci olarak belediyeye
bağlı bir kuruluş olan İZSU'nun 5335 sayılı Kanun'un
30. maddesinde sayılan kurum ve kuruluşlardan olmadığını belirtmiştir.
Başvurucu son olarak daha önce itirazın iptali davasında aynı konuda lehine
karar verildiğine dikkati çekmiştir. Başvurucu bunlara rağmen SGK tarafından
kanun hükümlerinin hatalı yorumuyla yaşlılık aylığının kesildiğinden
yakınmaktadır. Başvurucu bu sebeplerle sosyal güvenlik hakkı ile kazanılmış
haklara saygı ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
36. Bakanlık, 1/1/2005 tarihinden beri yürürlükte olan
düzenlemelere göre herhangi bir sosyal güvenlik kurumundan yaşlılık veya
emeklilik aylığı alanların, bu aylıkları kesilmeksizin 31/5/2006 tarihli ve
5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun 30.
maddesinde açıklanan nitelikte çalıştırılamayacaklarının ve görev
yapamayacaklarının öngörüldüğünü bildirmiştir. Görüş yazısında, bu konuya
ilişkin Genel Kurul içtihatlarının da aynı yönde olduğu ve başvurucunun görev
yaptığı İZSU'nun anılan kanun maddesi kapsamında bir
kuruluş olduğu ifade edilerek müdahalenin kanuni olduğu belirtilmiştir.
37. Başvurucu cevap dilekçesinde, başvuru formundaki beyan ve
iddialarını yinelemiştir.
B. Değerlendirme
38. Anayasa’nın 35. maddesi şöyledir:
“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz.”
39. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
40. Öncelikle başvurucunun daha önce ödenen yaşlılık
aylıklarının geri istenilmesinden kaynaklanan bir şikâyetinin bulunmadığı
anlaşılmaktadır. Zira başvurucunun bu şikâyeti derece mahkemelerince incelenmiş
ve bu bakımdan süreç, başvurucu lehine sonuçlanmıştır. Başvurucunun bireysel
başvuruya konu temel şikâyeti, yaşlılık aylığının kesilmesine yöneliktir.
Başvurucu bu şikâyeti kapsamında sosyal güvenlik hakkının ve kazanılmış haklara
saygı ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmektedir. Ancak başvurucunun
belirtilen şikâyetinin, özü itibarıyla mülkiyet hakkının ihlali iddiasına
ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Kaldı ki sosyal güvenlik hakkı, Anayasa’nın 60.
maddesinde güvence altına alınmış olmakla birlikte Sözleşme ve buna ek olarak
Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamında bulunmamaktadır (Mehmet Hadi Tunç, B. No: 2013/1958,
7/7/2015, § 28). Bu nedenle başvurucunun söz konusu iddialarının mülkiyet hakkı
kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
41. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan
mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna
karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Mülkün Varlığı
42. Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında "Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir."
denilmek suretiyle mülkiyet hakkı güvenceye bağlanmıştır. Anayasa'nın anılan
maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve
parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM,
E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu bağlamda mülk olarak
değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul mallar
ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ve fikri hakların yanı
sıra, icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına
dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri,
B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60).
43. Anayasa'da yer alan mülkiyet hakkı; mevcut mal, mülk ve
ekonomik değerleri koruyan bir temel haktır. Kişinin hâlihazırda sahibi
olmadığı bir mülkün mülkiyetini kazanma hakkı, bu konudaki menfaati ne kadar
güçlü olursa olsun mülkiyet kavramı içinde değildir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No: 2012/636,
15/4/2014, § 36). Ayrıca gelecekte elde edileceği iddia edilen bir gelirin
mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilmesi mümkün değildir (Sultan Tokay ve diğerleri, B. No:
2013/1122, 26/6/2014, § 42). Buna karşılık mülkiyet hakkı, bireylere bir tür
sosyal güvenlik ödemesi alma hakkı içermemekle birlikte, yürürlükteki
mevzuatta, önceden prim ödeme şartıyla veya şartsız olarak sosyal yardım alma
hakkı şeklinde bir ödeme yapılması öngörülmüş ise yargısal içtihatlara paralel
olarak ilgili mevzuatın aradığı şartları yerine getiren bireyin mülkiyet hakkı
kapsamına giren bir menfaatinin doğduğu kabul edilmelidir (Hüseyin Remzi Polge, B.
No: 2013/2166, 25/6/2015, § 36).
Ayrıca mülkiyet hakkının belli şartlar altında ortadan kaldırılması, onun en
azından ortadan kaldırılıncaya kadar "mülk" olarak kabul edilmesine
engel teşkil etmez (Bülent Akgül, B.
No: 2013/3391, 16/9/2015, § 56).
44. Somut olayda SGK tarafından başvurucunun yaşlılık aylığı
tahsis talebi kabul edilerek başvurucuya 1/11/1998 tarihinden itibaren geçerli
olmak üzere aylık tahsisi yapılmıştır. Ancak başvurucunun almakta olduğu
yaşlılık aylığı, başvurucunun belediyeye bağlı bir kuruluş olan İZSU bünyesinde
avukat olarak çalışması nedeniyle 5277 ve 5335 sayılı Kanun hükümleri uyarınca
kesilmiştir. Dolayısıyla başvurucunun almakta olduğu yaşlılık aylığının
Anayasa'nın 35. maddesi bağlamında mülk olduğunun kabulü gerekir (benzer yönde
AİHM kararları için bkz. §§ 29-32).
b. Müdahalenin Varlığı ve
Türü
45. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence
altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye başkasının hakkına zarar vermemek ve
yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla sahibi olduğu şeyi dilediği
gibi kullanma, semerelerinden yararlanma ve tasarruf etme olanağı veren bir
haktır (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B.
No: 2013/817, 19/12/2013, § 32). Dolayısıyla malikin, mülkünü kullanma,
semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden
herhangi birinin sınırlanması, mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No:
2014/1546, 2/2/2017, § 53).
46. Somut olayda başvurucuya ödenmekte olan yaşlılık aylığının
kesilmesinin başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahale teşkil ettiği
açıktır.
47. Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden
diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde, Anayasa'nın mülkiyet hakkına
müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nın
35. maddesinin birinci fıkrasında herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu
belirtilmek suretiyle "mülkten barışçıl yararlanma hakkı"na
yer verilmiş, ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına
müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında genel olarak
mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenmekle aynı zamanda
"mülkten yoksun bırakma"nın şartlarının
genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının
kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle
devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân
sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı maddelerinde de devlet tarafından
mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca
belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi,
mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, §§ 55-58).
48. Somut olayda başvurucunun yeniden çalışmaya başlamasıyla
yaşlılık aylığı kesilmekle birlikte, mülkiyet hakkı kapsamında
değerlendirilebilecek sosyal güvenlik yardımı bütünüyle ortadan kaldırılmamakta
ve emeklilik statüsü zarar görmemektedir. Müdahaleyle sadece belirtilen
yerlerde çalışıldığı ve karşılığında gelir elde edildiği sürece yaşlılık aylığının
kesilmesi öngörülmektedir. Üstelik mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin türü
belirlenirken sonucu yanında ayrıca müdahalenin amacının da dikkate alınması
gerekmektedir. Buna göre başvuru konusu müdahale, mülkiyeti kaybettirme amacı
taşımamaktadır. Sosyal güvenlik sisteminin korunması amacıyla kamu kurumlarında
çalışanların emeklilik aylığı alması yasaklanarak bu alan düzenlenmiştir. Bu
durumda, söz konusu müdahalenin "mülkiyetin kamu yararına kullanımının
kontrolü veya düzenlenmesi" biçimindeki üçüncü kural kapsamında
incelenmesi gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır.
c. Müdahalenin İhlal
Oluşturup Oluşturmadığı
i. Kanunilik
(1) Genel İlkeler
49. Anayasa'nın 35. maddesinin ikinci fıkrasında mülkiyet
hakkının ancak kamu yararı amacıyla kanunla sınırlanabileceği belirtilmek
suretiyle mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerin kanunda öngörülmesi gereği
ifade edilmiştir. Öte yandan, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına
ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesi de "hak ve özgürlüklerin ancak kanunla
sınırlanabileceğini" temel bir ilke olarak benimsemiştir (Mehmet Arif Madenci, B. No: 2014/13916,
12/1/2017, § 69). Dolayısıyla Anayasa'nın 13. ve 35. maddelerine göre mülkiyet
hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi gereken ölçüt, kanuna dayalı olma
ölçütüdür.
50. Kanunun varlığı kadar kanun metninin ve uygulamasının da
bireylerin davranışlarının sonucunu öngörebilecekleri kadar hukuki belirlilik
taşıması gerekir. Bir diğer ifadeyle kanunun kalitesi de kanunilik koşulunun
sağlanıp sağlanmadığının tespitinde önem arz etmektedir (Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No:
2013/1301, 30/12/2014, § 56).
51. Öte yandan ilgili mevzuatın ilk defa yorumlanmasında, yetki
alanları ve görevleri farklı olan mahkemeler arasında farklılıklar oluşması
doğaldır. Diğer bir deyişle değişik yargı kademelerinde görev alan hâkimlerin
tamamının ilk defa uygulanan bir kuralı aynı şekilde yorumlamaları mümkün
olmayabilir. Böyle bir durumda mahkemelerin uygulamaları arasındaki uyumu ve
içtihat birliğini sağlamaya yönelik mekanizmalar önem taşımaktadır (İslam Şahin, B. No: 2014/7280, 21/1/2016,
§ 54; Uğur Çelik, B. No:
2015/20244, 15/6/2016, § 53).
52. Yüksek mahkemelerin oynaması gereken rollerden biri de yargı
kararlarında doğabilecek içtihat farklılıklarına bir çözüm getirmektir. Bununla
birlikte yeni kabul edilmiş bir yasanın yorumlanmasında olduğu gibi bazı
hâllerde içtihadın müstekar hâle gelmesinin belirli
bir zamanı gerektirdiği açıktır (Türkan Bal [GK],
B. No: 2013/6932, 6/1/2015, § 56).
(2) İlkelerin Olaya Uygulanması
53. Başvuru konusu olayda ihtilaf konusu, başvurucunun
büyükşehir belediyesine bağlı kamu tüzel kişiliğini haiz kuruluşta avukat
olarak çalışmaya başlaması nedeniyle kendisine ödenmekte olan yaşlılık
aylığının kesilip kesilemeyeceği hususuna ilişkindir.
54. 5277 sayılı Kanun'un 25. maddesinin (f) fıkrasının mülga
ikinci paragrafında, herhangi bir sosyal güvenlik kurumundan emeklilik veya
yaşlılık aylığı alanların bu aylıkları kesilmeksizin genel bütçeye dâhil
daireler ve katma bütçeli idareler ile maddede sayılan diğer kurum ve
kuruluşlarda çalıştırılamayacakları ve görev yapamayacakları hüküm altına
alınmıştır. Anayasa Mahkemesince bu hüküm iptal edilmekle birlikte 5335 sayılı
Kanun'un 30. maddesinin ikinci fıkrası ile aynı hükme yeniden yer verilmiştir.
Bu hükmün Anayasa'ya aykırılığı talebi ise Anayasa Mahkemesinin 3/4/2007
tarihli ve E.2005/52, K.2007/35 sayılı kararı ile reddedilmiştir.
55. Başvurucu ilk olarak söz konusu kanun değişikliğinin,
1/1/2005 tarihinden sonra çalışmaya başlayanlar yönünden uygulanabileceğini
ileri sürmektedir. Başvurucunun bu iddiasına karşın gerek 5277 ve gerekse de
5335 sayılı Kanun hükümlerinde buna ilişkin açık bir hüküm mevcut olmayıp
aksine 1/1/2005 tarihi itibarıyla bu kanun değişikliklerinin uygulanmaya başlandığı
görülmektedir.
56. Başvurucu ikinci olarak, çalıştığı İZSU'nun
5335 sayılı Kanun'un 30. maddesi kapsamında sayılan kurum ve kuruluşlardan
olmadığını belirtmektedir. Ancak anılan kanun maddesi incelendiğinde,
belediyeler ile bağlı kuruluşların da bu madde kapsamında sayıldığı
görülmektedir.
57. Bu kapsamda başvurucu ayrıca 2005 yılı Mart
ayına kadar yapılan yaşlılık aylığı ödemelerinin iadesine ilişkin itirazın
iptali davası lehine sonuçlandığı hâlde sonraki dönemlere ait yaşlılık
aylıklarının kesilmesi işleminin iptali davasının reddedilmesinin çelişki
oluşturduğundan yakınmaktadır. Gerçekten de itirazın iptali davasında derece
mahkemeleri, 5277 sayılı Kanun'un 25. maddesiyle getirilen düzenlemenin
yalnızca ilgili kuruluşlara yaşlılık aylığı kesilmemiş kişileri çalıştırmama
yükümlülüğü öngördüğü gerekçesine dayanmışlardır. Ancak daha sonra açılan kurum
işleminin iptali davasında derece mahkemeleri bu defa5277 ve 5335 sayılı Kanun
hükümlerini farklı yorumlamış ve yapılan kanun değişikliklerine göre herhangi
bir sosyal güvenlik kurumundan yaşlılık veya emeklilik aylığı alanların, bu
aylıkları kesilmeksizin, belirtilen nitelikte çalıştırılamayacakları ve görev
yapamayacakları sonucuna varmışlardır.
58. Bu durumda somut olay bakımından yaşlılık aylığı almakta
olan kişilerin hukuksal durumlarıyla ilgili olarak ilk defa 2005 yılında olmak
üzere çeşitli tarihlerde yapılan kanun değişikliklerinin mahkemelerce ilk defa
yorumlanması söz konusudur.
59. Başvuru konusu olayda Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin
15/7/2010 tarihli bozma ilamında başvurucunun hukuksal durumunun ayrıntılı
olarak tartışıldığı görülmektedir. Daire öncelikle itirazın iptali davasının
konusu ile kurum işleminin iptali davasının farklı dönemlere ilişkin olmakla
konuları farklı olduğundan daha önce verilen kararın kesin hüküm teşkil
etmeyeceğine vurgu yapmıştır. Daire ayrıca Genel Kurulun 27/5/2009 tarihli
ilamıyla da uyuşmazlığın hukuki mahiyetinin tartışıldığını belirterek bu
yaklaşım doğrultusunda, kanun değişikliğiyle getirilen hükümlerde belirtilen
kurum ve kuruluşlarda çalışan kişilerin yaşlılık aylıklarının kesilebileceği
sonucuna vardığını açıklamıştır.
60. Dolayısıyla yaşlılık aylığı almakta olanların yeniden
çalışmaya başlamaları durumunda hukuksal statüleri ile ilgili olarak yeni kabul
edilen kanun hükümlerinin yorumlanması bakımından yüksek mahkemelerin kararları
ile yargısal içtihatların geliştirilerek farklılığın giderilmeye çalışıldığı
görülmektedir. Bu içtihatlar kararlılık kazandığı takdirde somut olayda olduğu
gibi derece mahkemeleri nezdindeki farklı yorumların ve uygulamaların ortadan
kalkacağı ancak bunun, yargı sisteminin işleyişi gereği belirli bir zaman
alabileceği kuşkusuzdur. Nitekim itirazın iptali davasından sonra konu Genel
Kurulda tartışılmış ve yargısal uygulama, Genel Kurulun 15/7/2010 tarihli
kararı yönünde gelişmiştir. Bu durumda somut olayda yeni kabul edilmiş bir
kanunun yorumlanmasında yargısal içtihatların zamanla geliştirildiği ve
uyumlaştırıldığı görülmektedir (benzer bir yorum için bkz. İslam Şahin, § 56; Uğur Çelik, § 56).
61. Kaldı ki bireysel başvurunun ikincil doğası gereği Anayasa
Mahkemesinin görevi, sosyal güvenlik hukukuna ilişkin olguların
değerlendirilmesi ve buna ilişkin hukuk kurallarının yorumlanması değildir. Bu görev,
esas itibarıyla derece mahkemelerine ait olup bu kapsamda delillerin
değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumlanması, açık bir keyfîliğe veya bariz bir takdir hatasına yol açılmadığı
sürece derece mahkemelerinin takdirindedir.
62. Somut olayda başvurucu söz konusu iddialarını derece
mahkemeleri önünde de dile getirmiştir. Ancak Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin
15/7/2010 tarihli bozma ilamında, başvurucunun dava konusu dönemde yaptığı
çalışmaların 5277 ve 5335 sayılı Kanun hükümleri kapsamında olduğu kabul
edilmiştir. İlk derece mahkemesi de bozma ilamına uymuş ve 29/12/2010 tarihinde
davanın reddine karar vermiştir. Dolayısıyla başvurucunun mülkiyet hakkına
yapılan müdahale, 5277 ve 5335 sayılı Kanun hükümlerine dayanmaktadır. Bu Kanun
hükümlerinin ise belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir olduğu açık olduğundan
müdahalenin kanuni bir dayanağı bulunmaktadır.
ii. Meşru Amaç
63. Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkı
kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilmektedir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına
yapılan bir müdahalenin kamu yararına dayalı meşru bir amacının bulunması
gerekmektedir.
64. Kamu yararı, doğası gereği geniş bir kavramdır. Yasama ve
yürütme organları toplumun ihtiyaçlarını dikkate alarak neyin kamu yararına
olduğunu belirlemede geniş bir takdir yetkisine sahiptir. Kamu yararı konusunda
bir uyuşmazlığın çıkması hâlinde ise uzmanlaşmış ilk derece ve temyiz
yargılaması yapan mahkemelerin uyuşmazlığı çözme konusunda daha iyi konumda
oldukları açıktır. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru incelemesinde
kararların açıkça dayanaktan yoksun veya keyfî olduğu anlaşılmadıkça yetkili
kamu organlarının kamu yararının tespiti konusundaki takdirine müdahalesi söz
konusu olamaz. Müdahalenin kamu yararına uygun olmadığını ispat yükümlülüğü,
bunu iddia edene aittir (Mehmet Akdoğan ve
diğerleri, §§ 34-36).
65. Anayasa'nın 5. maddesinde kişilerin ve toplumun refah, huzur
ve mutluluğunu sağlamak, kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk
devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal,
ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmak devletin temel amaç ve görevleri
arasında sayılmıştır. Anayasa'nın 49. maddesine göre devlet, çalışanların yaşam
düzeyini yükseltmek, çalışma yaşamını geliştirmek için çalışanları korumak,
çalışmayı denetlemek ve işsizliği gidermeye elverişli ekonomik bir ortam
yaratmak için gerekli önlemleri almakla yükümlü tutulmuştur. Anayasa'nın 60.
maddesinde ise devletin sosyal güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri alma ve
teşkilatı kurma yükümlülüğü mevcuttur.
66. Devletin iktisadi ve sosyal ödevlerine bir sınır çizen
Anayasa'nın 65. maddesinde ise devletin, sosyal ve ekonomik alanlarda Anayasa
ile belirlenen görevlerini, bu görevlerin amaçlarına uygun öncelikleri
gözeterek mali kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine getireceği ifade
edilmiştir. Bu maddenin gerekçesinde, mali kaynakların yeterliliğinin
"Devletin kaynaklarını zorlamadan tabii bir sınır" olduğu
vurgulanmaktadır. Gerekçede, bu kaynakların zorlanması durumunda ekonomik
istikrarın bozulacağı, bunun da en fazla bu haklardan yararlananlara zarar
vereceği ifade edilmektedir. Anayasa koyucu, Anayasa'daki sosyal ve ekonomik
hakların kişilere bir "talep hakkı" vermekten ziyade, devlete mali
gücüyle sınırlı bir "ödev" yüklediğini belirtmiştir. Nitekim 65.
maddenin gerekçesine göre madde, hiç kimseye devletten sosyal ve ekonomik
hakları gerçekleştirmesini isteme hakkı vermediğini, bu hakların devlete
yüklenen ödevlerden ibaret olduğunu belirlemektedir.
67. Devletin mali kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde sosyal
güvenliği sağlayacak tedbirleri kurma yükümlülüğü, kamu kaynakları yanında
sistemden yararlanacak bireylerin katkılarını da gerektirir. Sosyal güvenlik
sistemine yapılan bu malitransferlerin doğru ve etkin
bir şekilde yönetiminde kamu yararının bulunduğu kuşkusuzdur. Öte yandan
devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında çalışma hayatına müdahale ederek
istihdam seviyesinin yükseltilmesini ve işsizliğin azaltılmasını sağlayacak tedbirleri
alabileceğinde de şüphe bulunmamaktadır. Genç nüfusun kamuda istihdamının
artırılmasını sağlamak için sosyal güvenlik hakkı kazanmış kişilerin yeniden
kamu sektöründe çalışmaya karar vermeleri durumunda sosyal güvenlik hakkı
kapsamında yapılan ödemelerden çalıştıkları süre boyunca
yararlanamayacaklarının öngörülmesi sınırlı kamu kaynaklarının etkin bir
biçimde yönetim ve kullanımının bir tezahürüdür. Bu yolla devlet, çalışma
hayatını geliştirme ve çalışanlar ile işsizleri koruma yükümlülüğü ile sosyal
güvenlik sisteminin etkin bir biçimde işlemesini sağlayacak tedbirleri alma
yükümlülüğü arasında bir dengelemeye gitmekte, bu görevlerin amaçlarına uygun
öncelikleri gözeterek sınırlı mali kaynakların toplumun huzur ve refahını
sağlayacak şekilde kullanılmasını sağlamak için bir tedbir almakta ve nihayet
kamu yararının gerçekleştirilmesini hedeflemektedir. Bu durumda başvuruya konu
müdahalenin kamu yararına dayalı meşru bir amacı içerdiği anlaşılmaktadır.
iii. Ölçülülük
(1) Genel İlkeler
68. Son olarak kamu makamlarınca başvurucunun mülkiyet hakkına
yapılan müdahaleyle gerçekleştirilmek istenilen amaç ve bu amacı
gerçekleştirmek için kullanılan araçlar arasında makul bir ölçülülük
ilişkisinin olup olmadığı değerlendirilmelidir.
69. Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi gereği,
kişilerin mülkiyet haklarına getirilen sınırlamanın hakkın özüne dokunmaması ve
ulaşılmak istenen kamu yararı ile bireyin sınırlandırılan hakkı arasında adil
bir dengenin kurulması gerekir. Bu adil denge, mülkiyet hakkına yapılan
müdahaleyle bireye, şahsi olarak aşırı ve olağandışı bir külfetin yüklenmesi
durumunda bozulmuş olur. Müdahalenin ölçülülüğünü değerlendirirken Anayasa
Mahkemesi, bir taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini ve diğer
taraftan müdahalenin niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin
davranışlarını da gözönünde tutarak başvurucuya
yüklenen külfeti dikkate alacaktır.
70. Ölçülülük ilkesi “elverişlilik”, “gereklilik” ve
“orantılılık” olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. “Elverişlilik” öngörülen
müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını,
“gereklilik” ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını
yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını,
“orantılılık” ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç
arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir.
Öngörülen tedbirin, maliki, ulaşılmak istenen kamu yararı karşısında olağandışı
ve aşırı bir yük altına sokması durumunda müdahalenin orantılı ve dolayısıyla
ölçülü olduğundan söz edilemez.(AYM, E.2011/111,
K.2012/56, 11/4/2012; E.2015/43, K.2015/101, 12/11/2015; E.2016/13, K.2016/127,
22/6/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri,
§ 38).
(2) İlkelerin Olaya
Uygulanması
71. Başvuru konusu olayda başvurucuya 1/1/1995 tarihinden
itibaren yaşlılık aylığı bağlanmıştır. Başvurucu, yaşlılık aylığı almaya
başladıktan sonra tekrar çalışmaya başlamış ve 16/6/2003 tarihinden itibaren
İZSU bünyesinde avukat olarak çalışmaya devam etmiştir. SGK tarafından,
yaşlılık aylığı bağlandığı tarihten sonra tekrar çalışmaya başladığı dönemde de
başvurucuya yaşlılık aylığı ödenmesi sürdürülmüştür. Başvurucunun İZSU
bünyesinde çalıştığının SGK tarafından 10/2/2005 tarihinde tespiti üzerine 2005
yılı Mart ayından itibaren yaşlılık aylığı ödemeleri
durdurulmuştur. Ayrıca düzenlemenin yürürlüğe girdiği 1/1/2005 tarihinden
başvurucunun çalıştığının tespit edildiği döneme kadar ödenen yaşlılık
aylıklarının tahsili amacıyla başvurucu hakkında icra takibi başlatılmıştır.
Ancak başvurucu bu takibe itiraz etmiş, SGK tarafından açılan itirazın iptali
davası ise 2/3/2009 tarihli ilamla reddedilmiş ve bu hüküm Dairenin 11/5/2009
tarihli ilamıyla onanmıştır.
72. Başvurucu bu defa yaşlılık aylıklarının kesilmesi işleminin
iptali istemiyle İzmir 10. İş Mahkemesinde dava açmış, ancak yargılama
sonucunda Mahkemenin 19/12/2010 tarihli kararı ile davanın reddine karar
verilmiştir. Başvurucu tarafından temyiz edilen hüküm Yargıtay 10. Hukuk
Dairesince 26/12/2013 tarihinde onanmıştır.
73. Somut olayda yaşlılık aylığı almakta olan başvurucunun
kendini çalışma gücüne sahip görerek kendi isteği ile kanunda belirtilen bir
kurumda yeniden çalışmaya devam etmesi nedeniyle yaşlılık aylığı kesilmiştir.
Ancak başvurucunun mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilebilecek sosyal
güvenlik yardımı bütünüyle ortadan kaldırılmamakta ve emeklilik statüsü zarar
görmemektedir. Müdahaleyle sadece belirtilen yerlerde çalışıldığı ve
karşılığında gelir elde edildiği sürece yaşlılık aylığının kesilmesi öngörülmektedir.
Bu durumda, başvurucunun elde ettiği sosyal güvenlik hakkı çerçevesinde sosyal
riskler karşısında asgari yaşam düzeyinin sağlanması amacı ortadan
kalkmamaktadır. Buna göre Anayasa Mahkemesinin yukarıda değinilen kararında da
ifade edildiği üzere (bkz. § 28) başvurucu, yaşlılık dolayısıyla çalışamama
riski karşılığında sosyal güvenlik sisteminin sağladığı yaşlılık aylığından,
belirtilen kurumlarda çalışarak daha iyibir yaşam
elde etme düşüncesiyle kendi isteği ile vazgeçmektedir.
74. Öte yandan müdahalenin dayandığı kanun hükmünün, kamu ve
özel sektör ayrımı yapılmaksızın yaşlılık veya emeklilik aylığı alanların
tamamını kapsadığı ve bu düzenlemenin öngörülemez ve keyfî bir nitelik
taşımadığı da açıktır. Ayrıca müdahalenin özellikle gençlerin işsizliği
sorununa çözüm bulma ve istihdamın sağlanması şeklindeki meşru amacının
dayandığı kamu yararının ağırlığı da dikkate alınmalıdır. Buna göre
başvurucunun yeniden çalışmaya başlaması nedeniyle yaşlılık aylığının kesilmesi
yönündeki müdahalenin, içerdiği meşru amacın dayandığı kamu yararı ile
karşılaştırıldığında, başvurucuya şahsi olarak aşırı ve olağandışı bir külfet
yüklemediği değerlendirilmiştir. Dolayısıyla söz konusu müdahaleyle kamunun
yararı ile başvurucunun mülkiyet hakkının korunması arasında kurulması gereken
adil dengenin bozulmadığı sonucuna varılmıştır.
75. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence
altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet
hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
4/10/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.