TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
OSMAN OKTAY EKŞİ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2014/3092)
Karar Tarihi: 27/12/2017
Başkan
:
Engin YILDIRIM
Üyeler
Serdar ÖZGÜLDÜR
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
Recep KÖMÜRCÜ
M. Emin KUZ
Raportör
Recep KAPLAN
Başvurucu
Osman Oktay EKŞİ
Vekili
Av. Fikret İLKİZ
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, şeref ve itibara yönelik sözlere karşı açılan tazminat davasının reddi nedeniyle maddi ve manevi varlığı koruma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 6/3/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur.
7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi(UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
9. 1934 doğumlu olan başvurucu, 1952 yılında gazetecilik yaşamına başlamıştır. Aradaki kısa dönemli kesintiler dikkate alınmazsa 1974 yılından 30/10/2010 tarihine kadar Hürriyet gazetesinin (gazete) başyazarı olarak görev yapmıştır. 1988 yılında Basın Konseyi Başkanlığına seçilmiş, bu görevi 19/1/2011 tarihine kadar devam ettirmiştir. 12/6/2011 seçimlerinde İstanbul milletvekili seçilen başvurucu,24. Dönem Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) milletvekili olarak görev yapmıştır.
10.Başvurucunun başyazarı olduğu gazetede 28/10/2010 tarihinde yayımlanan "Az demişiz" başlıklı köşe yazısı şu şekildedir:
" GEÇENLERDE bir tepkimizi dile getirirken Çevre ve Orman Bakanı Prof. Dr. Veysel Eroğlu’nun “neyin bakanı?” olduğunu sormuştuk. Meğer bu laf tam yerine oturuyormuş. Onu da Çevre Bakanı’nın, “cennet” güzelliğindeki İkizdere Vadisi’nde 22 adethidroelektrik baraj yapılmasını engelleyen sit kararına gösterdiği tepkiyle anladık.
Konunun bir “hukuki” tarafı da var ama, ona gelmeden değinelim:
Veysel Eroğlu’nun aslında Çevre Bakanı anlayışıyla değil “Çevre Düşmanlığı Bakanı” gibi görev yaptığını gösteren son haberi, arkadaşımız Nuray Babacan dün bildirdi:
İkizdere Vadisi’nde Hidroeldektrik Santrallar (HES) kurmak için baraj inşa edilmesine biliyorsunuz önce yöredeki bilinçli insanlar karşı çıktı.
Çünkü her barajın yöredeki tabiatı mahvedeceği aşikârdı. İkizdereliler belki de Veysel Eroğlu’nun sıfatına bakıp kendilerini destekleyeceğini sanmışlardı.
Oysa Eroğlu kendisini hâlâ Devlet Su İşleri Genel Müdürü koltuğunda oturuyor sandığı için tam tersini yaptı:
Tam bir çevre düşmanı gibi HES yapımında ısrar etti. Ama Trabzon’daki Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu geçen gün İkizdere Vadisi’ni “sit alanı” ilan edip de baraj yapımını durdurunca aynen Başbakan Tayyip Erdoğan gibi o da küplere bindi.
“HES’lere karşı çıkanlar Avrupa’dan finanse ediliyor” diyen Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız gibi (3 Eylül 2010 gazeteler) o da tuttu, “ülkesini seven, enerjide dışa bağımlılığın azalmasını isteyen vatansever çevrecilerin de olduğunu” söyleyerek kendisini eleştirenlerin hareketini “vatan hainliği” ile açıkladı.
Meğer o da yetmemişmiş.
Nuray Babacan’ın haberi işte onu ortaya koyuyor. Çünkü haberde “İkizdere Vadisi”nin “sit alanı” olduğuna karar veren Kurulun elindeki yetkinin oradan alınıp Çevre Bakanlığı’na verilmesini öngören bir yasal değişikliğin Meclis’e sunulduğu bildiriliyor.
Şimdi görürsünüz Türkiye’nin güzelliklerinin ırzına nasıl geçildiğini...
Yukarıda Veysel Eroğlu’nun sıfatı ile yaptığının birbirine zıt olduğundan söz etmiştik. Bunun “hukuki” zeminini de söyleyelim:
Biliyorsunuz devletin her kurumunun varlığı, onunla ilgili yasa hükmüne dayanır. Açın Çevre ve Orman Bakanlığı’nın kuruluş yasasını okuyun. Burada Çevre ve Orman Bakanlığı’nın, “baraj” yapmasına izin veren tek kelimelik bir hüküm yok.
Tam tersine yasa, Çevre Bakanı’na, bu sıfatıyla ilgili tam 13 adet görev vermiş. Onlardan biri olarak da “Çevreye olumsuz etkileri olan her türlü faaliyeti ülke bütününde izlemesini ve denetlemesini” emretmiş.
Ama anlaşılan bir kararla Devlet Su İşleri’ni Çevre Bakanı’na bağlamışlar yani “kümesi tilkiye teslim edip” meseleyi çözmüşler.
Biliyorsunuz “ileri demokrasi” ve yeni “hukuk devleti” anlayışıyla yönetiliyoruz ya...
Bu anlayış, Anadolu’daki 2000’den fazla akarsuyu, o yörenin tabiatına ne zarar vereceğini hesaba katmadan tuttu “Baraj yapıp elektrik üreteceğim, bunu da devlete satacağım” diyen şirketlere 49 yıl için peşkeş çekti.
Şimdi, her şeyi satan işte o zihniyetin marifetlerini görüyoruz."
11. Yazının son cümlesi gazetenin internet sitesindeki versiyonunda "Şimdi, her şeyi satan işte o zihniyetin marifetlerini görüyoruz." şeklinde yer almışken taşra baskısında "Şimdi, analarını bile satan işte o zihniyetin marifetlerini görüyoruz." şeklinde yer almıştır.
12. Başvurucunun 30/10/2010 tarihli gazetede yayımlanan "Ayarı kaçırmışız" başlıklı köşe yazısı şu şekildedir:
"OKUYUCUDAN tepki gelmese belki unutup gidecektik. Ama “Bu düpedüz hakaret anlamına geliyor” türü uyarılar üzerine dönüp bakınca, itiraf edelim, “Lafın hem ayarını kaçırmışız, hem de seviyesini çok düşürmüşüz” diye çok rahatsız olduk. Önce kimi rencide etmişsek tüm içtenliğimizle özür diliyoruz.
Gelelim şimdi hikâyenin kendisine:
Bize yani Hürriyet’in köşe yazarlarına kendi yazılarını, “eğer ifade düşüklüğü, bilgi yanlışı, eksik anlatım gibi bir kusur varsa düzeltmesi için” bir fırsat verilir yani ya evine gazetenin erken baskıları gönderilir veya yazısı fakslanır.
Bu profesyonel mükemmeliyetçiliğin gereğidir ve yıllardır yapılır.
Biz yazarlar -en azından ben öyleyimdir- geç vakit de olsa, o metni bir kere daha gözden geçiririz. Zaman olur yazıya ilave yaparız. Zaman olur yazının bütününü değiştiririz. Zaman olur içindeki bir ifadeyi yeterince açık yahut çarpıcı bulmaz, onun yerine başka bir cümle yazarız.
Şimdi bu yazıyı yazmamıza sebep olan makalenin başından aynen öyle bir şey geçti.
Geçen gece, yani 27 Ekim günü saat 23.30 sularıydı. “Okuyucunun önüne çıkacak metinde hata olmasın” diye, eve fakslanmış yazıyı gözden geçirdim. Gerçekten metinde ufak tefek hatalar vardı. Onları düzelttim.
Yazı, Rize’nin İkizdere vadisinde 22 adet Hidroelektrik Santral yapılmasını engelleyen Trabzon Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun kararına destek veriyor ve “Elektrik üretimi için ülkedeki tüm akarsuların kullanma hakkının 49 yıllığına özel şirketlere verilmesini” bir “peşkeş çekme” olarak nitelendiriyordu.
Konuşmacılar gibi yazarlar da son cümlenin “vurucu” olmasını isterler. Çünkü dinlediğiniz konuşmanın yahut okuduğunuz yazının deyim yerindeyse tadı o son cümlededir.
Ben de, akarsuların kullanma hakkının 49 yıllığına verilmesiyle ilgili hususu, “Şimdi, her şeyi satan işte o zihniyetin marifetini görüyoruz” diyerek ifade etmiştim.
Aklıma bir önceki Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın meşhur “Babalar gibi satacağız” sözü geldi. Ondan esinlenerek “her şeyi satan zihniyet” ifadesini değiştirip “analarını bile satan” yaptım ve o metni gazeteye faksladım.
Bu değişiklik sadece saat 24’ten sonra basılan gazetelere yani şehir içlerinde dağıtılan Hürriyet’lere girdi.
Ertesi sabah gazetede kendi yaptığım değişikliği görünce “Galiba kantarın topunuzu kaçırmışız” dedim ama iş işten geçmişti.
Gerçekten ifade hem “maksadımı” aşmıştı, hem de bu sütunu izleyenlerin yadırgayacağı kadar ağır kaçmıştı.
Nitekim okuyucu hiçbir faturayı ödetmeden bırakmaz:
Protestolar yağınca, başa döndük ve “vurucu ifade” şehvetine kapılıp birilerini -özellikle siyasi iktidarı- rencide ettiğimizi gördük.
Konuyu bir de gazetede kendi aramızda tarttık. Sonunda “hatayı kabul etmenin de bir görev ve bir borç olduğu” gerçeğini dikkate alıp “üzdüklerimizden özür dilediğimizi” tüm içtenliğimizle duyurmaya karar verdik."
13. Başvurucu, bu yazıdan bir gün sonra 31/10/2010 tarihinde yayımlanan "Okuyucularıma veda" başlıklı köşe yazısında şu ifadelerle gazeteden ayrıldığını duyurmuştur:
"BAZEN habbenin (dam-lacığın) kubbe, kubbenin de habbe yapıldığı dönemlerden geçersiniz.
Benim 28 Ekim tarihli yazımın son cümlesinde (nasıl istismar edilebileceğini hesaplayamadan) değiştirdiğim iki kelime buna örnek teşkil etti. Gerçeği olduğu gibi anlatmam anlamak istemeyenlere yetmedi.
Bu durumda 1966 yılından beri mensubu olduğum, 1974 yılından beri de “Başyazar”ı sıfatını taşıdığım Hürriyet Gazetesi’nden ayrılmaya karar verdim.
Bana ne mutlu ki bunca yıl en iyi patronlarla ve mükemmel gazetecilerle çalıştım. Hepsine içten teşekkür borçluyum.
Bugüne kadar ülkem ve mesleğim için hangi görüşleri savundumsa ömrümün sonuna kadar onları savunacağımın bilinmesini isterim."
14. Başvurucu 11/1/2011 tarihinde CHP'ye katılmış ve CHP tarafındanİstanbul 3. Bölge'den milletvekili adayı gösterilmiştir.
15. Başvurucunun mensubu olduğu CHP'nin Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu 25/4/2011 tarihinde partisinin Zonguldak mitinginde yaptığı bir konuşmada, başvuruya konu olayların yaşandığı dönemde başbakanlık görevinde bulunan Recep Tayyip Erdoğan'ı (davalı) sert sözlerle eleştirmiştir. Konuşmanın ilgili bazı kısımları şöyledir:
"Efendim neymiş Sosyal Sigortalar Kurumu Genel Müdürlüğü yaptığım dönemi suçluyor. Beni suçluyor. Buradan Zonguldak'tan, işçi kentinden sana meydan okuyorum Recep Tayyip Erdoğan, sana meydan okuyorum; eğer sen yiğit adamsan, düzgün adamsan, adam gibi adamsan, delikanlı adamsan istediğin televizyon kanalına gel, seninle hesaplaşalım. Nasıl bir yıkacağım seni, göreceksin sen. Recep Tayyip Erdoğan açık konuşabilir mi? Ben de biliyorum çıkamaz. Çıkması için mangal gibi bir yürek olması lazım. Var mı o yürek onda. Meydan okuyorum.
Eğer bir toplu iğne ucu kadar yakınlarıma çıkar sağladığımı ispat edersen eyvallah. İspat edemezsen benim adımı yolsuzlukla anarsan a.. gerisinisöylemeyeyim...''
16. Davalının 27/4/2011 tarihinde katıldığı bir toplu açılış töreninde yaptığı konuşmanın başvuru konusu olayla ilgili kısımları şu şekildedir:
"...Bugünlerde muhalefetin en iyi yaptığı şey ne biliyor musunuz? Hakaret... En iyi yaptıkları şey küfür. Ağızlarını bozuyorlar. Ağızlarından adeta köpükler saçıyorlar. Ağızlarıyla birlikte milletin temiz Türkçe'sini kirletiyorlar. CHP'nin, bir gazetenin edepsiz başyazarını neden transfer ettiği şimdi çok iyi anlaşılıyor. Meğer daha iyi küfretmek, daha iyi hakaret etmek, daha galiz sözler kullanmak için transfer etmişler. Anlaşılıyor ki, o yazarların dizlerinin dibine oturmuş, güzelce derslerini ezberlemişler. Kol kola yürüdükleri, avukatlığını yaptıkları, kol kanat gerdikleri o çetelerin tarzını, dilini, jargonunu epeyce ezberlemişler. İşte siz busunuz. İşte siz bu kadarsınız..."
17. Başvurucu, bu konuşma üzerine davalının "CHP'nin bir gazetenin "Edepsiz başyazarını neden transfer ettiği şimdiçok iyi anlaşılıyor .... Meğer daha iyi küfür etmek, daha iyi hakaret etmek, daha galiz sözler kullanmak için transfer etmişler....." şeklindeki sözleriyle kendisine hakaret ederek kişilik haklarını ihlal ettiğinden bahisle davacı hakkında manevi tazminat davası açmıştır.
18. Dava İstanbul 19. Asliye Hukuk Mahkemesinde görülmüştür. Mahkeme, 19/6/2012 tarihli kararı ile davayı reddetmiştir. Mahkemenin gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Davalının 27/04/2011 tarihinde Esenler Belediyesi tesislerinin açılışı sırasında Esenler bölge parkında genel seçimler öncesiseçim mitinginde yaptığı konuşma bir bütün olarak ele alındığında davacının siyasi uslübunun eylem ve söylemlerine , şahsına yönelik ağza alınmayacak ifadelerine karşı cevap ve eleştiri niteliğinde bulunduğu, davacının 28/10/2010 tarihinde Hürriyet gazetesinde "az demişiz" başlıklı yazısında başta davalı olmak üzere davalınınmensup olduğu tüm parti mensuplarına en ağır şekilde yaptığı hakarete ve yazının "analarını bile satan işte bu zihniyetin marifetini görüyorsunuz" ......şeklindeki hukuka aykırı davalının kişilik haklarına saldırı niteliğindeki yazılar üzerine yapılmıştır .
Davalının beyanları bir cevap niteliğinde olduğu, davacının davalı hakkındaki bu ve benzeri çok ağır söz ve eylemleri nedeniylesarf edilmişolduğunun kabulü gerekir .
TMK 24-25 ve BK 49.maddelerine göre davacı lehine manevi tazminatın koşulları oluşmamıştır .
Çünkü davalının beyanlarına davacının davalı hakkında kullandığı çok ağır sözleri ve eylemleri neden olmuştur . Bu da hukuka aykırılığı ortadan kaldırmaktadır.. Bu nedenlerle davanın reddine karar verilmesi gerekmiştir..."
19. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar, Yargıtayca 11/11/2013 tarihinde onanmıştır. Anılan karar başvurucu vekiline 13/2/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.
20. Başvurucu 6/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
21.22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun "İlke" kenar başlıklı 24. maddesi şöyledir:
“Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hâkimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir.
Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.”
22. 4721 sayılı Kanun’un "Davalar" kenar başlıklı 25. maddesinin üçüncü fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Davacının, maddî ve manevî tazminat...istemde bulunma hakkı saklıdır."
23.11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun "A. Sorumluluk I. Genel olarak" kenar başlıklı 49. maddesi şöyledir:
"Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.
Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür."
B.Uluslararası Hukuk
24. İlgili uluslararası hukuk kaynaklarının derli toplu verildiği bir karar için Kemal Kılıçdaroğlu (B. No: 2014/1577, 25/10/2017, §§ 29-35) kararına bakılabilir.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
25. Mahkemenin 27/12/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
26. Başvurucu, şeref ve itibarına yönelik sözlere karşı açtığı tazminat davasının reddi ve Yargıtay kararının gerekçesinin yetersiz olması nedenleriyle Anayasa'nın 2., 12., 13., 17., 20., 26., 28. ve 36. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
27. Bakanlık görüşünde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve Anayasa Mahkemesininifade özgürlüğü ve itibarın korunmasını isteme hakkı arasındaki ilişkiyi değerlendirdiği bazı kararları hatırlatılmıştır. Bakanlık derece mahkemelerinin kararlarının AİHM içtihatları ile uyumlu olduğu ve başvuru konusu kişilerin siyasi şahsiyetler olması nedeniyle ifade özgürlüğüne ağırlık verildiği görüşündedir. Bakanlık, yargı mercilerinin farklı çıkarlar arasında adil denge kurarken sahip oldukları takdir payları da dikkate alındığında, Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında yer alan pozitif yükümlülüklere uyulduğu ve yerel mahkemelerin kararlarının ifade özgürlüğü ile şeref ve itibar hakkı arasındaki adil denge kurulduğunu gösteren yeterli ve ilgili gerekçeyi taşıdığını belirtmiştir. Bu çerçevede Bakanlık, başvurucunun maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edilmediği görüşündedir.
28. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında önceki görüşlerini tekrar etmiştir. Başvurucu ayrıca, Bakanlığın görüşlerine katılmadığını ve yürütme organı içinde olması nedeniyle Bakanlık görüşlerine itibar edilemeyeceğini belirtmiştir. Başvurucu, Bakanlığın siyasetçilerin ifade özgürlüğünün geniş yorumlanması konusundaki görüşüne karşılık Başbakanın Bakanlar Kurulunun başkanı olarak söylemlerine dikkat etmesi gereken en üst düzey siyasetçi olduğunu ve görev ve sorumluluk bilinci içinde hareket etmesi gerektiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
1. Genel İlkeler
29. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şeref ve itibarına yönelik sözlere karşı açtığı tazminat davasının reddi ve Yargıtay kararının gerekçesinin yetersiz olması nedenleriyle Anayasa'nın 2., 12., 13., 17., 20., 26., 28. ve 36. maddelerinin ihlal edildiği yönündeki iddiasının Anayasa'nın 17. maddesi bağlamında incelenmesi uygun görülmüştür. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."
30. Bireyin şeref ve itibarı, kişisel kimliğinin ve manevi bütünlüğünün bir parçasını oluşturur ve Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının korumasından faydalanır (İlhan Cihaner (2), B. No: 2013/5574, 30/6/2014, § 44) Devlet, bireyin şeref ve itibarına keyfî olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlüdür (Nilgün Halloran, B. No: 2012/1184, 16/7/2014, § 41; Adnan Oktar (3), B. No: 2013/1123, 2/10/2013, § 33; Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, § 45; Önder Balıkçı, B. No: 2014/6009, 15/2/2017, § 44). Bununla beraber elbette siyasetçilerin de şöhretlerini koruma hakları vardır.
31. Buna ilave olarak Anayasa Mahkemesi; siyasetçilerin, kamuoyunca tanınan kişilerin ve kamusal yetki kullanan görevlilerin gördükleri işlev nedeniyle daha fazla eleştiriye katlanmak durumunda olduklarını ve bunlara yönelik eleştirinin sınırlarının çok daha geniş olduğunu her zaman vurgulamıştır(Siyasetçilerle ilgili olarak bkz. Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 58; kamusal yetki kullanan görevlilerle ilgili olarak bkz. Nilgün Halloran, § 45; tanınan bir Cumhuriyet başsavcısı ile ilgili olarak bkz. İlhan Cihaner (2), § 82; tanınan ve siyasete hazırlanan bir kamu görevlisi ile ilgili olarak bkz. Önder Balıkçı, § 42).
32. Anayasa Mahkemesi önceki kararlarında ifade özgürlüğü ile şeref ve itibar hakkının korunması arasında adil bir dengenin gözetilip gözetilmediğini değerlendirmiştir. (Nilgün Halloran, § 27; İlhan Cihaner (2), § 49). Bu, soyut bir değerlendirme değildir. Çatışan haklar arasında dengeleme yapılabilmesi için başvurucunun kullandığı ifadelerin türünün, kamusal tartışmalara katkı sunma kapasitesinin, ifadelere yönelik kısıtlamaların niteliğinin ve kapsamının, ifadelerin kimin tarafından dile getirildiğinin, kime yöneldiğinin, tarafların ünlülük derecelerinin ile ilgili kişilerin önceki davranışlarının ve kamuoyu ile diğer kişilerin kullanılan ifadeler karşısında sahip oldukları hakların ağırlığının değerlendirilmesi gerekir (Nilgün Halloran, § 44; Ergün Poyraz (2), § 56; Kadir Sağdıç [GK], B. No: 2013/6617, 8/4/2015, §§ 58-66; İlhan Cihaner (2), §§ 66-73). Bunun için başvuruya konu sözlerin, yapılan konuşmanın tamamı ve söylendiği bağlamdan kopartılmaksızın olayın bütünselliği içinde değerlendirilmesi gerekir (Nilgün Halloran, § 52; Önder Balıkçı, § 45).
33. Öte yandan dava konusu söylemlerin maddi vakıaların açıklanması veya değer yargısı olarak nitelendirilmesi önemlidir. Bu noktada maddi olgular ile değer yargısı arasında dikkatli bir ayrıma gidilmelidir. Maddi olgular ispatlanabilse de değer yargılarının doğruluğunu ispatlamanın mümkün olmadığı hatırda tutulmalıdır (Kadir Sağdıç, § 57; İlhan Cihaner (2), § 64). Ancak bir açıklamanın tamamen değer yargısından oluşması durumunda bile müdahalenin orantılılığı ihtilaflı açıklamanın somut unsurlarla yeterince desteklenip desteklenmemesine göre tespit edilmelidir. Çünkü somut unsurlarla desteklenmiyorsa değer yargısı ölçüsüz olabilir (Cem Mermut, B. No: 2013/7861, 16/4/2015, § 48).
34.Söz konusu değerlendirmelerde derece mahkemelerinin belirli bir takdir yetkisi bulunmaktadır. Ancak bu takdir payı, Anayasa Mahkemesinin denetimindedir. Anayasa Mahkemesinin görevi, bu denetimi yerine getirirken derece mahkemelerinin yerini almak değildir fakat söz konusu yargı mercilerinin takdir yetkilerini kullanarak verdikleri kararların Anayasa'nın 17. maddesi açısından doğruluğunu denetlemektir. Anayasa Mahkemesi, derece mahkemeleri tarafından ortaya konan gerekçelerin “uygun ve yeterli” görünüp görünmediğini tespit edebilmek amacıyla söz konusu müdahaleyi davanın bütününe bakarak değerlendirecektir (İfade özgürlüğü bağlamında bkz. Kemal Kılıçdaroğlu, § 57, 58).
2. İlkelerin Olaya Uygulanması
35. Eldeki başvurunun çözümlenmesinde gözönünde tutulması gereken ilk husushem başvurucu hem de davalının toplumsal konumlarıdır. Bir yanda tanınan bir gazeteci aynı zamanda olaylar tarihinde siyasi bir kişiliğe sahip olan ve görüşleri yaygın kitleler tarafından takip edilen başvurucu, diğer yanda ise olayların yaşandığı tarihte başbakan olan davalı bulunmaktadır.
36. Seçmenlerini temsil eden, onların taleplerini, endişelerini ve düşüncelerini politik alana aktaran ve çıkarlarını savunan seçilmiş kimseler için ifade özgürlüğünün özellikle değerli olduğu açıktır (Kemal Kılıçdaroğlu, § 60). Somut olayda davalı konumunda olan Başbakan'ın sözleri değerlendirilirken bu husus göz ardı edilemez.
37. Başvuru konusu olayda davalının sözleri kamuoyu tarafından tanınan bir gazeteci ve siyasetçi olan başvurucuya yönelik olduğu için kabul edilebilir eleştiri sınırları, sade bir vatandaş ile karşılaştırıldığında daha geniştir. Bu sebeple eldeki başvuruya konu olayın taraflarından birisi olan başvurucunun kendisine yönelik eleştirilere sade vatandaşlara göre daha fazla hoşgörü göstermesi gerekir.
38. Somut davanın kendine has koşullarında mahkemelerin başvurucuyu eleştiri sınırını aşan bir müdahaleye karşı korumakta yetersiz kalıp kalmadıkları incelenmelidir. Öte yandan somut başvurudaki ihtilafın, büyük ölçüde, dava konusu sözlerin; maddi vakıaların açıklanması veya değer yargısı olarak nitelendirilmesi ile ilgili olduğu görülmektedir.
39. İlk derece mahkemesi tarafından yapılan değerlendirmelerde, olgusal bir temele sahip olmasa aşırı olarak değerlendirilebilecek olan "CHP'nin, bir gazetenin edepsiz başyazarını neden transfer ettiği şimdi çok iyi anlaşılıyor. Meğer daha iyi küfretmek, daha iyi hakaret etmek, daha galiz sözler kullanmak için transfer etmişler..." şeklindeki başvurucuya yönelik eleştiriler, başvurucunun davalıya yönelik olan ve aşırıya kaçtığı kendisi tarafından da kabul edilen ve 30/10/2010 tarihli yazısında özür dilediği "analarını bile satan işte bu zihniyetin marifetini görüyorsunuz" şeklindeki sözlerle birliktedeğerlendirme konusu yapılmıştır. Bu kapsamda davalı tarafından söylenen sözlerin başvurucunun önceki yazılarında yaptığı ağır eleştirilere cevap niteliği taşıdığı vurgulanmıştır.
40. Öte yandan davalı tarafından söylenen sözler, seçimlerin yaklaştığı anda yapılan bir konuşmada ve CHP Genel Başkanı'nın iki gün önce yaptığı konuşmasındaki ağır eleştirilere bir cevap mahiyetinde söylenmiştir. Bu tespitler çerçevesinde davalının başvurucuya yönelik sözlerinin yaklaşan seçim atmosferi, CHP Genel Başkanı'nın davalıya yönelik ağır eleştirileri ve başvurucunun davalının da aralarında bulunduğu kişilere yönelik ağır ifadeler içeren yazıları çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir.
41. Ayrıca,davalı "...CHP'nin, bir gazetenin edepsiz başyazarını neden transfer ettiği şimdi çok iyi anlaşılıyor..." şeklindeki sözleriyle başvurucunun önceki yazılarındaki ağır eleştirilerinden hareketle başvurucuya karşı bir değer yargısını ifade etmiştir.
42. Somut olayda ilk derece mahkemesi, ifade özgürlüğü ile şeref ve itibar hakkının korunması hakları arasında bir denge kurma işlemi yapmıştır. İlk derece mahkemesi, davaya konu sözleri başvurucunun davalıya yönelik önceki sözleri ile birlikte değerlendirmiş ve bu bağlamda başvurucuya yönelik eleştirilerin kişilik haklarına saldırı seviyesinde olmadığına karar vermiştir.
43. İlk derece mahkemesinin kararında, Anayasa Mahkemesi içtihatlarında ortaya konulan kriterleri herkesi tatmin edecek derecede ayrıntılı olarak ele aldığı söylenemez. Ancak Anayasa Mahkemesinin vardığı sonuçlarla birlikte karar değerlendirildiğinde Mahkemenin başvurucunun davasının reddini haklı göstermek için sunduğu gerekçeler uygun ve yeterli kabul edilmiştir.
44. Bu şartlarda yukarıdaki değerlendirmelerin tamamı ve yargı mercilerinin farklı çıkarları dengelerken sahip oldukları takdir payları da dikkate alındığında Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında yer alan pozitif yükümlülüklere uyulduğu, derece mahkemelerince tarafların haklarının değerlendirilmesinde açık bir dengesizlik saptanmadığı ve bu kapsamda bir ihlalin olmadığının açık olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
45. Açıklanan nedenlerle başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA 27/12/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.