TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
OSMAN OKTAY EKŞİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/3092)
|
|
Karar Tarihi: 27/12/2017
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz
PAKSÜT
|
|
|
Recep
KÖMÜRCÜ
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Recep KAPLAN
|
Başvurucu
|
:
|
Osman Oktay
EKŞİ
|
Vekili
|
:
|
Av. Fikret
İLKİZ
|
|
|
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, şeref ve itibara yönelik sözlere karşı açılan tazminat
davasının reddi nedeniyle maddi ve manevi varlığı koruma hakkının ihlal
edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 6/3/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur.
7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda
bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal
Yargı Ağı Bilişim Sistemi(UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
9. 1934 doğumlu olan başvurucu, 1952 yılında gazetecilik
yaşamına başlamıştır. Aradaki kısa dönemli kesintiler dikkate alınmazsa 1974
yılından 30/10/2010 tarihine kadar Hürriyet gazetesinin (gazete) başyazarı
olarak görev yapmıştır. 1988 yılında Basın Konseyi Başkanlığına seçilmiş, bu
görevi 19/1/2011 tarihine kadar devam ettirmiştir. 12/6/2011 seçimlerinde
İstanbul milletvekili seçilen başvurucu,24. Dönem Cumhuriyet Halk Partisi (CHP)
milletvekili olarak görev yapmıştır.
10.Başvurucunun başyazarı olduğu gazetede 28/10/2010 tarihinde
yayımlanan "Az demişiz" başlıklı
köşe yazısı şu şekildedir:
" GEÇENLERDE bir tepkimizi dile
getirirken Çevre ve Orman Bakanı Prof. Dr. Veysel Eroğlu’nun “neyin bakanı?”
olduğunu sormuştuk. Meğer bu laf tam yerine oturuyormuş. Onu da Çevre
Bakanı’nın, “cennet” güzelliğindeki İkizdere Vadisi’nde 22 adethidroelektrik baraj
yapılmasını engelleyen sit kararına gösterdiği tepkiyle anladık.
Konunun bir “hukuki” tarafı da var ama, ona
gelmeden değinelim:
Veysel Eroğlu’nun aslında Çevre Bakanı
anlayışıyla değil “Çevre Düşmanlığı Bakanı” gibi görev yaptığını gösteren son
haberi, arkadaşımız Nuray Babacan dün bildirdi:
İkizdere Vadisi’nde Hidroeldektrik Santrallar
(HES) kurmak için baraj inşa edilmesine biliyorsunuz önce yöredeki bilinçli
insanlar karşı çıktı.
Çünkü her barajın yöredeki tabiatı mahvedeceği
aşikârdı. İkizdereliler belki de Veysel Eroğlu’nun sıfatına bakıp kendilerini
destekleyeceğini sanmışlardı.
Oysa Eroğlu kendisini hâlâ Devlet Su İşleri
Genel Müdürü koltuğunda oturuyor sandığı için tam tersini yaptı:
Tam bir çevre düşmanı gibi HES yapımında ısrar
etti. Ama Trabzon’daki Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu geçen gün
İkizdere Vadisi’ni “sit alanı” ilan edip de baraj yapımını durdurunca aynen
Başbakan Tayyip Erdoğan gibi o da küplere bindi.
“HES’lere karşı çıkanlar Avrupa’dan finanse
ediliyor” diyen Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız gibi (3 Eylül
2010 gazeteler) o da tuttu, “ülkesini seven, enerjide dışa bağımlılığın
azalmasını isteyen vatansever çevrecilerin de olduğunu” söyleyerek kendisini
eleştirenlerin hareketini “vatan hainliği” ile açıkladı.
Meğer o da yetmemişmiş.
Nuray Babacan’ın haberi işte onu ortaya
koyuyor. Çünkü haberde “İkizdere Vadisi”nin “sit alanı” olduğuna karar veren
Kurulun elindeki yetkinin oradan alınıp Çevre Bakanlığı’na verilmesini öngören
bir yasal değişikliğin Meclis’e sunulduğu bildiriliyor.
Şimdi görürsünüz Türkiye’nin güzelliklerinin
ırzına nasıl geçildiğini...
Yukarıda Veysel Eroğlu’nun sıfatı ile
yaptığının birbirine zıt olduğundan söz etmiştik. Bunun “hukuki” zeminini de
söyleyelim:
Biliyorsunuz devletin her kurumunun varlığı,
onunla ilgili yasa hükmüne dayanır. Açın Çevre ve Orman Bakanlığı’nın kuruluş
yasasını okuyun. Burada Çevre ve Orman Bakanlığı’nın, “baraj” yapmasına izin
veren tek kelimelik bir hüküm yok.
Tam tersine yasa, Çevre Bakanı’na, bu
sıfatıyla ilgili tam 13 adet görev vermiş. Onlardan biri olarak da “Çevreye
olumsuz etkileri olan her türlü faaliyeti ülke bütününde izlemesini ve
denetlemesini” emretmiş.
Ama anlaşılan bir kararla Devlet Su İşleri’ni
Çevre Bakanı’na bağlamışlar yani “kümesi tilkiye teslim edip” meseleyi
çözmüşler.
Biliyorsunuz “ileri demokrasi” ve yeni “hukuk
devleti” anlayışıyla yönetiliyoruz ya...
Bu anlayış, Anadolu’daki 2000’den fazla
akarsuyu, o yörenin tabiatına ne zarar vereceğini hesaba katmadan tuttu “Baraj yapıp
elektrik üreteceğim, bunu da devlete satacağım” diyen şirketlere 49 yıl için
peşkeş çekti.
Şimdi, her şeyi satan işte o zihniyetin
marifetlerini görüyoruz."
11. Yazının son cümlesi gazetenin internet sitesindeki
versiyonunda "Şimdi, her şeyi satan işte
o zihniyetin marifetlerini görüyoruz." şeklinde yer almışken
taşra baskısında "Şimdi, analarını bile
satan işte o zihniyetin marifetlerini görüyoruz." şeklinde yer
almıştır.
12. Başvurucunun 30/10/2010 tarihli gazetede yayımlanan "Ayarı kaçırmışız" başlıklı köşe
yazısı şu şekildedir:
"OKUYUCUDAN tepki gelmese belki unutup
gidecektik. Ama “Bu düpedüz hakaret anlamına geliyor” türü uyarılar üzerine
dönüp bakınca, itiraf edelim, “Lafın hem ayarını kaçırmışız, hem de seviyesini
çok düşürmüşüz” diye çok rahatsız olduk. Önce kimi rencide etmişsek tüm
içtenliğimizle özür diliyoruz.
Gelelim şimdi hikâyenin kendisine:
Bize yani Hürriyet’in köşe yazarlarına kendi
yazılarını, “eğer ifade düşüklüğü, bilgi yanlışı, eksik anlatım gibi bir kusur
varsa düzeltmesi için” bir fırsat verilir yani ya evine gazetenin erken
baskıları gönderilir veya yazısı fakslanır.
Bu profesyonel mükemmeliyetçiliğin gereğidir
ve yıllardır yapılır.
Biz yazarlar -en azından ben öyleyimdir- geç
vakit de olsa, o metni bir kere daha gözden geçiririz. Zaman olur yazıya ilave
yaparız. Zaman olur yazının bütününü değiştiririz. Zaman olur içindeki bir
ifadeyi yeterince açık yahut çarpıcı bulmaz, onun yerine başka bir cümle
yazarız.
Şimdi bu yazıyı yazmamıza sebep olan makalenin
başından aynen öyle bir şey geçti.
Geçen gece, yani 27 Ekim günü saat 23.30
sularıydı. “Okuyucunun önüne çıkacak metinde hata olmasın” diye, eve fakslanmış
yazıyı gözden geçirdim. Gerçekten metinde ufak tefek hatalar vardı. Onları
düzelttim.
Yazı, Rize’nin İkizdere vadisinde 22 adet
Hidroelektrik Santral yapılmasını engelleyen Trabzon Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kurulu’nun kararına destek veriyor ve “Elektrik üretimi
için ülkedeki tüm akarsuların kullanma hakkının 49 yıllığına özel şirketlere
verilmesini” bir “peşkeş çekme” olarak nitelendiriyordu.
Konuşmacılar gibi yazarlar da son cümlenin
“vurucu” olmasını isterler. Çünkü dinlediğiniz konuşmanın yahut okuduğunuz
yazının deyim yerindeyse tadı o son cümlededir.
Ben de, akarsuların kullanma hakkının 49
yıllığına verilmesiyle ilgili hususu, “Şimdi, her şeyi satan işte o zihniyetin
marifetini görüyoruz” diyerek ifade etmiştim.
Aklıma bir önceki Maliye Bakanı Kemal
Unakıtan’ın meşhur “Babalar gibi satacağız” sözü geldi. Ondan esinlenerek “her
şeyi satan zihniyet” ifadesini değiştirip “analarını bile satan” yaptım ve o
metni gazeteye faksladım.
Bu değişiklik sadece saat 24’ten sonra basılan
gazetelere yani şehir içlerinde dağıtılan Hürriyet’lere girdi.
Ertesi sabah gazetede kendi yaptığım
değişikliği görünce “Galiba kantarın topunuzu kaçırmışız” dedim ama iş işten
geçmişti.
Gerçekten ifade hem “maksadımı” aşmıştı, hem
de bu sütunu izleyenlerin yadırgayacağı kadar ağır kaçmıştı.
Nitekim okuyucu hiçbir faturayı ödetmeden
bırakmaz:
Protestolar yağınca, başa döndük ve “vurucu
ifade” şehvetine kapılıp birilerini -özellikle siyasi iktidarı- rencide
ettiğimizi gördük.
Konuyu bir de gazetede kendi aramızda tarttık.
Sonunda “hatayı kabul etmenin de bir görev ve bir borç olduğu” gerçeğini
dikkate alıp “üzdüklerimizden özür dilediğimizi” tüm içtenliğimizle duyurmaya
karar verdik."
13. Başvurucu, bu yazıdan bir gün sonra 31/10/2010 tarihinde
yayımlanan "Okuyucularıma veda"
başlıklı köşe yazısında şu ifadelerle gazeteden ayrıldığını duyurmuştur:
"BAZEN habbenin (dam-lacığın) kubbe,
kubbenin de habbe yapıldığı dönemlerden geçersiniz.
Benim 28 Ekim tarihli yazımın son cümlesinde
(nasıl istismar edilebileceğini hesaplayamadan) değiştirdiğim iki kelime buna
örnek teşkil etti. Gerçeği olduğu gibi anlatmam anlamak istemeyenlere yetmedi.
Bu durumda 1966 yılından beri mensubu olduğum,
1974 yılından beri de “Başyazar”ı sıfatını taşıdığım Hürriyet Gazetesi’nden
ayrılmaya karar verdim.
Bana ne mutlu ki bunca yıl en iyi patronlarla
ve mükemmel gazetecilerle çalıştım. Hepsine içten teşekkür borçluyum.
Bugüne kadar ülkem ve mesleğim için hangi
görüşleri savundumsa ömrümün sonuna kadar onları savunacağımın bilinmesini
isterim."
14. Başvurucu 11/1/2011 tarihinde CHP'ye katılmış ve CHP
tarafındanİstanbul 3. Bölge'den milletvekili adayı gösterilmiştir.
15. Başvurucunun mensubu olduğu CHP'nin Genel Başkanı Kemal
Kılıçdaroğlu 25/4/2011 tarihinde partisinin Zonguldak mitinginde yaptığı bir
konuşmada, başvuruya konu olayların yaşandığı dönemde başbakanlık görevinde
bulunan Recep Tayyip Erdoğan'ı (davalı) sert sözlerle eleştirmiştir. Konuşmanın
ilgili bazı kısımları şöyledir:
"Efendim neymiş Sosyal Sigortalar Kurumu
Genel Müdürlüğü yaptığım dönemi suçluyor. Beni suçluyor. Buradan Zonguldak'tan,
işçi kentinden sana meydan okuyorum Recep Tayyip Erdoğan, sana meydan okuyorum;
eğer sen yiğit adamsan, düzgün adamsan, adam gibi adamsan, delikanlı adamsan
istediğin televizyon kanalına gel, seninle hesaplaşalım. Nasıl bir yıkacağım
seni, göreceksin sen. Recep Tayyip Erdoğan açık konuşabilir mi? Ben de
biliyorum çıkamaz. Çıkması için mangal gibi bir yürek olması lazım. Var mı o
yürek onda. Meydan okuyorum.
Eğer bir toplu iğne ucu kadar yakınlarıma
çıkar sağladığımı ispat edersen eyvallah. İspat edemezsen benim adımı
yolsuzlukla anarsan a.. gerisinisöylemeyeyim...''
16. Davalının 27/4/2011 tarihinde katıldığı bir toplu açılış
töreninde yaptığı konuşmanın başvuru konusu olayla ilgili kısımları şu
şekildedir:
"...Bugünlerde muhalefetin en iyi yaptığı
şey ne biliyor musunuz? Hakaret... En iyi yaptıkları şey küfür. Ağızlarını
bozuyorlar. Ağızlarından adeta köpükler saçıyorlar. Ağızlarıyla birlikte
milletin temiz Türkçe'sini kirletiyorlar. CHP'nin, bir gazetenin edepsiz
başyazarını neden transfer ettiği şimdi çok iyi anlaşılıyor. Meğer daha iyi
küfretmek, daha iyi hakaret etmek, daha galiz sözler kullanmak için transfer
etmişler. Anlaşılıyor ki, o yazarların dizlerinin dibine oturmuş, güzelce
derslerini ezberlemişler. Kol kola yürüdükleri, avukatlığını yaptıkları, kol
kanat gerdikleri o çetelerin tarzını, dilini, jargonunu epeyce ezberlemişler.
İşte siz busunuz. İşte siz bu kadarsınız..."
17. Başvurucu, bu konuşma üzerine davalının "CHP'nin bir gazetenin "Edepsiz başyazarını neden
transfer ettiği şimdiçok iyi anlaşılıyor .... Meğer daha iyi küfür etmek, daha
iyi hakaret etmek, daha galiz sözler kullanmak için transfer etmişler....."
şeklindeki sözleriyle kendisine hakaret ederek kişilik haklarını ihlal
ettiğinden bahisle davacı hakkında manevi tazminat davası açmıştır.
18. Dava İstanbul 19. Asliye Hukuk Mahkemesinde görülmüştür.
Mahkeme, 19/6/2012 tarihli kararı ile davayı reddetmiştir. Mahkemenin
gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Davalının 27/04/2011 tarihinde Esenler
Belediyesi tesislerinin açılışı sırasında Esenler bölge parkında genel seçimler
öncesiseçim mitinginde yaptığı konuşma bir bütün olarak ele alındığında
davacının siyasi uslübunun eylem ve söylemlerine , şahsına yönelik ağza
alınmayacak ifadelerine karşı cevap ve eleştiri niteliğinde bulunduğu,
davacının 28/10/2010 tarihinde Hürriyet gazetesinde "az demişiz" başlıklı
yazısında başta davalı olmak üzere davalınınmensup olduğu tüm parti
mensuplarına en ağır şekilde yaptığı hakarete ve yazının "analarını bile
satan işte bu zihniyetin marifetini görüyorsunuz" ......şeklindeki hukuka
aykırı davalının kişilik haklarına saldırı niteliğindeki yazılar üzerine
yapılmıştır .
Davalının beyanları bir cevap niteliğinde
olduğu, davacının davalı hakkındaki bu ve benzeri çok ağır söz ve eylemleri
nedeniylesarf edilmişolduğunun kabulü gerekir .
TMK 24-25 ve BK 49.maddelerine göre davacı
lehine manevi tazminatın koşulları oluşmamıştır .
Çünkü davalının beyanlarına davacının davalı
hakkında kullandığı çok ağır sözleri ve eylemleri neden olmuştur . Bu da hukuka
aykırılığı ortadan kaldırmaktadır.. Bu nedenlerle davanın reddine karar verilmesi
gerekmiştir..."
19. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar, Yargıtayca
11/11/2013 tarihinde onanmıştır. Anılan karar başvurucu vekiline 13/2/2014
tarihinde tebliğ edilmiştir.
20. Başvurucu 6/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
21.22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun
"İlke" kenar başlıklı
24. maddesi şöyledir:
“Hukuka aykırı olarak kişilik
hakkına saldırılan kimse, hâkimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını
isteyebilir.
Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha
üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin
kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına
yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.”
22. 4721 sayılı Kanun’un "Davalar"
kenar başlıklı 25. maddesinin üçüncü fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Davacının, maddî ve manevî
tazminat...istemde bulunma hakkı saklıdır."
23.11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun
"A. Sorumluluk I. Genel olarak"
kenar başlıklı 49. maddesi şöyledir:
"Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille
başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.
Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı
bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu
zararı gidermekle yükümlüdür."
B.Uluslararası Hukuk
24. İlgili uluslararası hukuk kaynaklarının derli toplu
verildiği bir karar için Kemal Kılıçdaroğlu
(B. No: 2014/1577, 25/10/2017, §§ 29-35) kararına bakılabilir.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
25. Mahkemenin 27/12/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
26. Başvurucu, şeref ve itibarına yönelik sözlere karşı açtığı
tazminat davasının reddi ve Yargıtay kararının gerekçesinin yetersiz olması
nedenleriyle Anayasa'nın 2., 12., 13., 17., 20., 26., 28. ve 36. maddelerinin
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
27. Bakanlık görüşünde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve
Anayasa Mahkemesininifade özgürlüğü ve itibarın korunmasını isteme hakkı
arasındaki ilişkiyi değerlendirdiği bazı kararları hatırlatılmıştır. Bakanlık
derece mahkemelerinin kararlarının AİHM içtihatları ile uyumlu olduğu ve
başvuru konusu kişilerin siyasi şahsiyetler olması nedeniyle ifade özgürlüğüne
ağırlık verildiği görüşündedir. Bakanlık, yargı mercilerinin farklı çıkarlar
arasında adil denge kurarken sahip oldukları takdir payları da dikkate
alındığında, Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında yer alan pozitif
yükümlülüklere uyulduğu ve yerel mahkemelerin kararlarının ifade özgürlüğü ile
şeref ve itibar hakkı arasındaki adil denge kurulduğunu gösteren yeterli ve
ilgili gerekçeyi taşıdığını belirtmiştir. Bu çerçevede Bakanlık, başvurucunun
maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edilmediği görüşündedir.
28. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında önceki
görüşlerini tekrar etmiştir. Başvurucu ayrıca, Bakanlığın görüşlerine
katılmadığını ve yürütme organı içinde olması nedeniyle Bakanlık görüşlerine
itibar edilemeyeceğini belirtmiştir. Başvurucu, Bakanlığın siyasetçilerin ifade
özgürlüğünün geniş yorumlanması konusundaki görüşüne karşılık Başbakanın
Bakanlar Kurulunun başkanı olarak söylemlerine dikkat etmesi gereken en üst
düzey siyasetçi olduğunu ve görev ve sorumluluk bilinci içinde hareket etmesi
gerektiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
1. Genel İlkeler
29. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şeref ve itibarına yönelik
sözlere karşı açtığı tazminat davasının reddi ve Yargıtay kararının
gerekçesinin yetersiz olması nedenleriyle Anayasa'nın 2., 12., 13., 17., 20.,
26., 28. ve 36. maddelerinin ihlal edildiği yönündeki iddiasının Anayasa'nın
17. maddesi bağlamında incelenmesi uygun görülmüştür. İddianın
değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa'nın
17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, yaşama, maddi ve manevi
varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."
30. Bireyin şeref ve itibarı, kişisel kimliğinin ve manevi
bütünlüğünün bir parçasını oluşturur ve Anayasa’nın 17. maddesinin birinci
fıkrasının korumasından faydalanır (İlhan
Cihaner (2), B. No: 2013/5574, 30/6/2014, § 44) Devlet, bireyin şeref ve itibarına keyfî olarak
müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlüdür (Nilgün Halloran, B. No: 2012/1184,
16/7/2014, § 41; Adnan Oktar (3), B. No: 2013/1123,
2/10/2013, § 33; Bekir Coşkun [GK],
B. No: 2014/12151, 4/6/2015, § 45;
Önder Balıkçı, B. No: 2014/6009,
15/2/2017, § 44). Bununla beraber
elbette siyasetçilerin de şöhretlerini koruma hakları vardır.
31. Buna ilave olarak Anayasa Mahkemesi; siyasetçilerin,
kamuoyunca tanınan kişilerin ve kamusal yetki kullanan görevlilerin gördükleri
işlev nedeniyle daha fazla eleştiriye katlanmak durumunda olduklarını ve
bunlara yönelik eleştirinin sınırlarının çok daha geniş olduğunu her zaman
vurgulamıştır(Siyasetçilerle ilgili olarak bkz. Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 58; kamusal yetki kullanan görevlilerle
ilgili olarak bkz. Nilgün Halloran,
§ 45; tanınan bir Cumhuriyet başsavcısı ile ilgili olarak bkz. İlhan Cihaner (2), § 82; tanınan ve
siyasete hazırlanan bir kamu görevlisi ile ilgili olarak bkz. Önder Balıkçı, § 42).
32. Anayasa Mahkemesi önceki kararlarında ifade özgürlüğü ile
şeref ve itibar hakkının korunması arasında adil bir dengenin gözetilip
gözetilmediğini değerlendirmiştir. (Nilgün
Halloran, § 27; İlhan Cihaner
(2), § 49). Bu, soyut bir değerlendirme değildir. Çatışan haklar
arasında dengeleme yapılabilmesi için başvurucunun kullandığı ifadelerin
türünün, kamusal tartışmalara katkı sunma kapasitesinin, ifadelere yönelik
kısıtlamaların niteliğinin ve kapsamının, ifadelerin kimin tarafından dile
getirildiğinin, kime yöneldiğinin, tarafların ünlülük derecelerinin ile ilgili
kişilerin önceki davranışlarının ve kamuoyu ile diğer kişilerin kullanılan
ifadeler karşısında sahip oldukları hakların ağırlığının değerlendirilmesi
gerekir (Nilgün Halloran, § 44; Ergün Poyraz (2), § 56; Kadir Sağdıç [GK], B. No: 2013/6617,
8/4/2015, §§ 58-66; İlhan Cihaner (2), §§
66-73). Bunun için başvuruya konu sözlerin, yapılan konuşmanın tamamı ve
söylendiği bağlamdan kopartılmaksızın olayın bütünselliği içinde değerlendirilmesi
gerekir (Nilgün Halloran, § 52; Önder Balıkçı, § 45).
33. Öte yandan dava konusu söylemlerin maddi vakıaların
açıklanması veya değer yargısı olarak nitelendirilmesi önemlidir. Bu noktada
maddi olgular ile değer yargısı arasında dikkatli bir ayrıma gidilmelidir.
Maddi olgular ispatlanabilse de değer yargılarının doğruluğunu ispatlamanın
mümkün olmadığı hatırda tutulmalıdır (Kadir
Sağdıç, § 57; İlhan Cihaner (2),
§ 64). Ancak bir açıklamanın tamamen değer yargısından oluşması durumunda bile
müdahalenin orantılılığı ihtilaflı açıklamanın somut unsurlarla yeterince
desteklenip desteklenmemesine göre tespit edilmelidir. Çünkü somut unsurlarla
desteklenmiyorsa değer yargısı ölçüsüz olabilir (Cem Mermut, B. No: 2013/7861, 16/4/2015, § 48).
34.Söz konusu değerlendirmelerde derece mahkemelerinin belirli
bir takdir yetkisi bulunmaktadır. Ancak bu takdir payı, Anayasa Mahkemesinin
denetimindedir. Anayasa Mahkemesinin görevi, bu denetimi yerine getirirken
derece mahkemelerinin yerini almak değildir fakat söz konusu yargı mercilerinin
takdir yetkilerini kullanarak verdikleri kararların Anayasa'nın 17. maddesi
açısından doğruluğunu denetlemektir. Anayasa Mahkemesi, derece mahkemeleri
tarafından ortaya konan gerekçelerin “uygun ve yeterli” görünüp görünmediğini
tespit edebilmek amacıyla söz konusu müdahaleyi davanın bütününe bakarak
değerlendirecektir (İfade özgürlüğü bağlamında bkz. Kemal Kılıçdaroğlu, § 57, 58).
2. İlkelerin Olaya Uygulanması
35. Eldeki başvurunun çözümlenmesinde gözönünde tutulması
gereken ilk husushem başvurucu hem de davalının toplumsal konumlarıdır. Bir
yanda tanınan bir gazeteci aynı zamanda olaylar tarihinde siyasi bir kişiliğe
sahip olan ve görüşleri yaygın kitleler tarafından takip edilen başvurucu,
diğer yanda ise olayların yaşandığı tarihte başbakan olan davalı bulunmaktadır.
36. Seçmenlerini temsil eden, onların taleplerini, endişelerini
ve düşüncelerini politik alana aktaran ve çıkarlarını savunan seçilmiş kimseler
için ifade özgürlüğünün özellikle değerli olduğu açıktır (Kemal Kılıçdaroğlu, § 60). Somut olayda
davalı konumunda olan Başbakan'ın sözleri değerlendirilirken bu husus göz ardı
edilemez.
37. Başvuru konusu olayda davalının sözleri kamuoyu tarafından
tanınan bir gazeteci ve siyasetçi olan başvurucuya yönelik olduğu için kabul
edilebilir eleştiri sınırları, sade bir vatandaş ile karşılaştırıldığında daha
geniştir. Bu sebeple eldeki başvuruya konu olayın taraflarından birisi olan
başvurucunun kendisine yönelik eleştirilere sade vatandaşlara göre daha fazla
hoşgörü göstermesi gerekir.
38. Somut davanın kendine has koşullarında mahkemelerin
başvurucuyu eleştiri sınırını aşan bir müdahaleye karşı korumakta yetersiz
kalıp kalmadıkları incelenmelidir. Öte yandan somut başvurudaki ihtilafın,
büyük ölçüde, dava konusu sözlerin; maddi vakıaların açıklanması veya değer
yargısı olarak nitelendirilmesi ile ilgili olduğu görülmektedir.
39. İlk derece mahkemesi tarafından yapılan değerlendirmelerde,
olgusal bir temele sahip olmasa aşırı olarak değerlendirilebilecek olan "CHP'nin, bir gazetenin edepsiz başyazarını neden
transfer ettiği şimdi çok iyi anlaşılıyor. Meğer daha iyi küfretmek, daha iyi
hakaret etmek, daha galiz sözler kullanmak için transfer etmişler..." şeklindeki
başvurucuya yönelik eleştiriler, başvurucunun davalıya yönelik olan ve aşırıya
kaçtığı kendisi tarafından da kabul edilen ve 30/10/2010 tarihli yazısında özür
dilediği "analarını bile satan işte bu
zihniyetin marifetini görüyorsunuz" şeklindeki sözlerle
birliktedeğerlendirme konusu yapılmıştır. Bu kapsamda davalı tarafından
söylenen sözlerin başvurucunun önceki yazılarında yaptığı ağır eleştirilere
cevap niteliği taşıdığı vurgulanmıştır.
40. Öte yandan davalı tarafından söylenen sözler, seçimlerin
yaklaştığı anda yapılan bir konuşmada ve CHP Genel Başkanı'nın iki gün önce
yaptığı konuşmasındaki ağır eleştirilere bir cevap mahiyetinde söylenmiştir. Bu
tespitler çerçevesinde davalının başvurucuya yönelik sözlerinin yaklaşan seçim
atmosferi, CHP Genel Başkanı'nın davalıya yönelik ağır eleştirileri ve
başvurucunun davalının da aralarında bulunduğu kişilere yönelik ağır ifadeler
içeren yazıları çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir.
41. Ayrıca,davalı "...CHP'nin,
bir gazetenin edepsiz başyazarını neden transfer ettiği şimdi çok iyi
anlaşılıyor..." şeklindeki sözleriyle başvurucunun önceki
yazılarındaki ağır eleştirilerinden hareketle başvurucuya karşı bir değer
yargısını ifade etmiştir.
42. Somut olayda ilk derece mahkemesi, ifade özgürlüğü ile şeref
ve itibar hakkının korunması hakları arasında bir denge kurma işlemi yapmıştır.
İlk derece mahkemesi, davaya konu sözleri başvurucunun davalıya yönelik önceki
sözleri ile birlikte değerlendirmiş ve bu bağlamda başvurucuya yönelik
eleştirilerin kişilik haklarına saldırı seviyesinde olmadığına karar vermiştir.
43. İlk derece mahkemesinin kararında, Anayasa Mahkemesi
içtihatlarında ortaya konulan kriterleri herkesi tatmin edecek derecede
ayrıntılı olarak ele aldığı söylenemez. Ancak Anayasa Mahkemesinin vardığı
sonuçlarla birlikte karar değerlendirildiğinde Mahkemenin başvurucunun
davasının reddini haklı göstermek için sunduğu gerekçeler uygun ve yeterli
kabul edilmiştir.
44. Bu şartlarda yukarıdaki değerlendirmelerin tamamı ve yargı
mercilerinin farklı çıkarları dengelerken sahip oldukları takdir payları da
dikkate alındığında Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında yer alan
pozitif yükümlülüklere uyulduğu, derece mahkemelerince tarafların haklarının
değerlendirilmesinde açık bir dengesizlik saptanmadığı ve bu kapsamda bir
ihlalin olmadığının açık olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
45. Açıklanan nedenlerle başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
27/12/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.