TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MUHİTTİN TULGAR BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/3456)
|
|
Karar Tarihi: 7/7/2015
|
R.G. Tarih- Sayı: 14/8/2015-29445
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi
DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Yusuf Enes KAYA
|
Başvurucu
|
:
|
Muhittin TULGAR
|
Vekili
|
:
|
Av. Müşir DELİDUMAN
|
|
|
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, formül gerekçelerle
tutukluluğun devamına karar verildiği, tutukluluğun makul olmayan bir süredir
devam ettiği, adil bir yargılama yapılmadığı, makul olmayan bir süredir
yargılamanın devam ettiği gerekçesiyle adil yargılanma ile kişi özgürlüğü ve
güvenliği haklarının ihlal edildiği iddiası hakkındadır.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 13/3/2014 tarihinde
Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesi neticesinde, başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir
eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 27/2/2015 tarihinde
kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar verilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru formu ve eklerinde
ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
5. Başvurucu, suç işlemek
amacıyla örgüt kurmak ve yönetmek, tefecilik yapmak, tehdit, kişiyi
hürriyetinden yoksun kılma, yağma suçlarını işlediği şüphesiyle 22/12/2008
tarihinde gözaltına alınmış, Mersin 2. Sulh Ceza Mahkemesinin 26/12/2008
tarihli ve 2008/418 sorgu sayılı kararıyla tutuklanmıştır.
6. Adana Cumhuriyet
Başsavcılığınca düzenlenen iddianameyle başvurucu hakkında suç işlemek amacıyla
örgüt kurma ve yönetme, tefecilik yapma, tehdit, kişiyi hürriyetinden yoksun
kılma ve yağma suçlarından kamu davası açılmıştır.
7. Adana 7. Ağır Ceza
Mahkemesinin 9/11/2012 tarihli ve E.2009/123, K.2012/177 sayılı kararıyla
başvurucunun atılı suçlardan mahkûmiyetine ve hükümle birlikte tutukluluk
halinin devamına karar verilmiştir.
8. Başvurucu, 7/3/2014 tarihli
dilekçesiyle tutukluluk durumunun incelenmesi için dosya temyiz aşamasında iken
Yargıtay 6. Ceza Dairesine tahliye talebiyle başvurmuştur. Başvuru formu ve
eklerinden Yargıtay 6. Ceza Dairesince bu talebin reddine karar verildiği
anlaşılmıştır.
9. Başvurucu, 13/3/2014
tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
10. Temyiz üzerine ilk derece
mahkemesi kararı, Yargıtay 6. Ceza Dairesinin 8/5/2014 tarihli ve E.
2013/30950, K.2014/9482 ilâmıyla bozulmuştur. Bozma kararı sonrasında dosya,
Adana 7. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2014/243 sayılı dosyasına kaydedilmiştir.
11. Adana 7. Ağır Ceza
Mahkemesinin 2/6/2014 tarihli ve E.2014/243, K.2014/171 sayılı yetkisizlik
kararı üzerine dava, Mersin 1. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2014/282 sayılı
dosyasına kaydedilmiş olup yargılama halen devam etmektedir.
B. İlgili
Hukuk
12. 4/12/2004 tarihli ve 5271
sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. maddesi şöyledir:
“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve
bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında
tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik
tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.
(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı
şüphesini uyandıran somut olgular varsa.
b) Şüpheli veya sanığın davranışları;
1. Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,
2. Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması
girişiminde bulunma,
Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.
(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe
sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk
Ceza Kanununda yer alan;
…
9. Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci
fıkralar hariç, madde 220),
…
(4) Sadece adlî para cezasını gerektiren veya hapis
cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı
verilemez.”
13. 26/9/2004 tarihli ve 5237
sayılı Kanun’un 106. maddesi şöyledir:
“(1) Bir
başkasını, kendisinin veya yakınının hayatına, vücut veya cinsel
dokunulmazlığına yönelik bir saldırı gerçekleştireceğinden bahisle tehdit eden
kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Malvarlığı
itibarıyla büyük bir zarara uğratacağından veya sair bir kötülük edeceğinden bahisle
tehditte ise, mağdurun şikayeti üzerine, altı aya
kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur.
(2) Tehdidin; a)
Silahla, b) Kişinin kendisini tanınmayacak bir hale koyması suretiyle, imzasız
mektupla veya özel işaretlerle, c) Birden fazla kişi tarafından birlikte, d)
Var olan veya var sayılan suç örgütlerinin oluşturdukları korkutucu güçten
yararlanılarak, İşlenmesi halinde, fail hakkında iki yıldan beş yıla kadar
hapis cezasına hükmolunur. (3) Tehdit amacıyla kasten öldürme, kasten yaralama
veya malvarlığına zarar verme suçunun işlenmesi halinde, ayrıca bu suçlardan
dolayı ceza verilir.”
14. 5237 sayılı Kanun’un 109.
maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Bir kimseyi
hukuka aykırı olarak bir yere gitmek veya bir yerde kalmak hürriyetinden yoksun
bırakan kişiye, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilir.
(2) Kişi, fiili
işlemek için veya işlediği sırada cebir, tehdit veya hile kullanırsa, iki
yıldan yedi yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.”
15. 5237 sayılı Kanun’un 149.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1) Yağma suçunun;
a) Silahla,
b) Kişinin kendisini
tanınmayacak bir hale koyması suretiyle,
c) Birden fazla kişi
tarafından birlikte,
d) (Değişik:
18/6/2014-6545/64 md.) Yol kesmek suretiyle ya da
konutta, işyerinde veya bunların eklentilerinde,
e) Beden veya ruh
bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,
f) Var olan veya var
sayılan suç örgütlerinin oluşturdukları korkutucu güçten yararlanılarak,
g) Suç örgütüne yarar
sağlamak maksadıyla,
h) Gece vaktinde,
İşlenmesi halinde,
fail
hakkında on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına
hükmolunur.”
16. 5237 sayılı Kanun’un 220.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“ (1) Kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla
örgüt kuranlar veya yönetenler, örgütün yapısı, sahip bulunduğu üye sayısı ile
araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olması halinde, iki
yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Ancak, örgütün varlığı
için üye sayısının en az üç kişi olması gerekir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
17. Mahkemenin 7/7/2015
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 13/3/2014 tarihli ve 2014/3456
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
18. Başvurucu, delillerin bizzat
savcı tarafından toplanması gerekirken kolluk makamlarınca toplandığını,
tahliye taleplerinin formül gerekçelerle reddedildiğini, tutukluğunun devamı
kararlarında kendisinin ve müdafiinin görüşünün
alınmadığını, tutukluluğunun infaza dönüştüğünü, uzun süredir tutuklu olduğunu,
yargılamanın makul olmayan bir süredir devam ettiği, savunma yapması için
gerekli kolaylıkların sağlanmadığını, tevsii tahkikat taleplerinin dikkate
alınmadığını, iddia makamı ve kolluğun isnatlarına dayalı olarak hüküm
kurulduğunu, belirterek kişi özgürlüğü ve güvenliği, adil yargılanma ve etkili
başvuru haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tahliye talebinde
bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Kişi Özgürlüğü ve Güvenliği Hakkının
İhlal Edildiği İddiası
19. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuru usulü” kenar başlıklı
47. maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği
tarihten; başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren
otuz gün içinde yapılması gerekir. …”.
20. Başvurucu, tutukluluğun
devamına dair kararlarda somut bulguların yer almadığını, tahliye taleplerinin
formül gerekçelerle reddedildiğini, tutukluğunun devamı kararlarında kendisinin
ve müdafiinin görüşünün alınmadığını, uzun süredir
tutuklu olduğunu belirterek kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
21. Devam eden tutukluluğun
hukuka aykırı olduğu iddiasıyla yapılan bireysel başvurularda şikâyetlerin
temel amacı, tutukluluğun hukuka aykırı olduğunun ya da devamını haklı kılan
sebep veya sebeplerin bulunmadığının tespitidir. Bu tespit yapıldığı takdirde
buna bağlı olarak ilgilinin tutukluluk halinin devamına gerekçe olarak gösterilen
hukuki sebeplerin varlığı sona erecek ve böylece kişinin serbest kalmasının
yolu açılabilecektir. Dolayısıyla belirtilen nedenlerle ve serbest bırakılmayı
temin edebilecek bir karar alma amacıyla yapılacak bireysel başvuruların,
olağan kanun yolları tüketilmek şartıyla, tutukluluk hali devam ettiği sürece
yapılabilmesi mümkündür (Korcan Pulatsü, B.No: 2012/726 § 30).
22. Ancak başvurucu hakkında ilk
derece mahkemesinde mahkûmiyet kararı verilmiş ise, bireysel başvuru açısından
talep hukuka aykırılığın tespiti ve tazminatla sınırlı kalacaktır. Dolayısıyla
bu tür ihlal iddiaları bakımından varsa başvuru yolları denendikten sonra
bireysel başvuru yapılmalıdır (Korcan Pulatsü, § 31).
23. Kişi serbest bırakılmadan
yargılandığı davada ilk derece mahkemesinin kararıyla mahkûm olmuşsa,
mahkûmiyet tarihi itibarıyla tutukluluk hali sona erer. Çünkü bu durumda
kişinin hukuki durumu “bir suç isnadına
bağlı olarak tutuklu” olma kapsamından çıkmaktadır. Bireysel başvuru
incelemesi açısından, tutuklamanın şartları ile mahkûmiyete hükmedilmesi
arasındaki esaslı fark bunu gerektirir. Zira mahkûmiyete karar verilmiş
olmakla, isnat olunan suçun işlendiği, bundan failin sorumlu olduğunun sübuta
erdiği kabul edilmekte ve bu nedenle sanık hakkında hürriyeti bağlayıcı cezaya
ve/veya para cezasına hükmedilmektedir. Mahkûmiyetle birlikte kişinin kuvvetli
suç şüphesi ve bir tutuklama nedenine bağlı olarak tutukluluk hali sona
ermektedir. Bu açıdan mahkûmiyet kararının kesinleşmiş olması ayrıca gerekmez.
Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve Yargıtay, mahkûmiyet kararı
sonrası tutulma halini tutukluluk olarak nitelendirmemektedir. AİHM, ilk derece
mahkemesi kararıyla mahkûm olan bir sanığın, söz konusu mahkûmiyet kararından
sonraki tutulmasını Sözleşme’nin 5. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi
hükmü uyarınca “mahkûmiyet sonrası tutma”
olarak değerlendirmekte ve tutukluluk süresinin hesabında dikkate almamaktadır
(Korcan Pulatsü, § 33).
24. “Bir suç
isnadına bağlı olarak” tutuklulukta geçen sürenin başlangıcı, başvurucunun ilk kez
yakalanıp gözaltına alındığı durumlarda bu tarih, doğrudan tutuklandığı
durumlarda ise tutuklama tarihidir. Sürenin sonu ise kural olarak kişinin
serbest bırakıldığı ya da ilk derece mahkemesince hüküm verildiği tarihtir (Murat Narman, B. No: 2012/1137, 2/7/2013,
§ 66). Belirtilen tarihler arasında geçen süre esas alınarak “bir suç isnadına bağlı olarak”
tutuklulukta geçen sürenin makul olup olmadığı değerlendirmesi yapılacaktır.
25. Bu kapsamda “bir suç isnadına bağlı olarak tutuklu olma”
durumunda, tutukluluk süresinin makul olmadığı iddiasıyla yapılacak bireysel
başvurunun ilk derece yargılaması devam ederken tutukluluğun devamına karar
verilen her aşamada başvuru yolları tüketildikten sonra ve serbest bırakılma
dışında, nihayet bu durumun ortadan kalktığı mahkûmiyet kararından itibaren
süresi içinde yapılması gerekir. AİHM de, mahkumiyet
kararından itibaren altı ay içerisinde yapılmayan “bir suç isnadına bağlı” tutma kapsamındaki başvurunun
süresinde olmadığını belirtmiştir (Atalay
Öztürk/Türkiye (kk), B. No: 54890/09,
7/1/2014, §§ 37-41).
26. Somut olayda başvurucu,
isnat edilen suçlar nedeniyle 26/12/2008 tarihinde tutuklanmış ve Adana 7. Ağır
Ceza Mahkemesinin 9/11/2012 tarihli kararıyla üzerine atılı suçlardan hapis
cezası ile cezalandırılmasına ve hükümle birlikte tutukluluk halinin devamına
karar verilmiştir. Söz konusu karar başvurucuya tefhim edilmiştir.
27. Başvurucunun, isnat edilen
suçlarla ilgili yargılama kapsamında ilk derece mahkemesince mahkûmiyet
kararının verildiği tarihe kadar geçen sürede “bir
suç isnadına bağlı olarak” özgürlüğünden yoksun bırakıldığı,
mahkûmiyet kararından sonra geçen sürenin “mahkûmiyet
sonrası tutma” kapsamında olduğu anlaşılmaktadır.
28. Hükümle birlikte verilen
tutukluluk halinin devamı kararına itiraz edildiğine ilişkin başvurucu
tarafından herhangi bir bilgi ve belge sunulmadığı tespit edilmiştir. Bu
belirlemeler karşısında, “bir suç isnadına
bağlı olarak” tutuklulukla ilgili şikayetleri içeren bireysel
başvuruda, ilk derece mahkemesinin nihai kararını verdiği 9/11/2012 tarihinden
itibaren otuz gün içinde başvuru yapılması gerekirken 13/3/2014 tarihinde
başvuru yapılması nedeniyle süre aşımı olduğu sonucuna varılmıştır. Bu noktada
başvurucunun 7/3/2014 tarihli dilekçesiyle Yargıtay 6. Ceza Dairesine yaptığı
tahliye talebinin başvuru süresi üzerinde bir etkisi olmayacaktır.
29. Açıklanan nedenlerle,
başvuru yollarının tüketildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılmayan
bireysel başvurunun bu kısmının “süre aşımı”
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası
i. Adil Bir Yargılama Yapılmadığı İddiası
30. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (2)
numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal
için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel
başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
31. Anılan
hükümler uyarınca bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek
için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması gerekir. Temel hak ve
özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının anayasal ödevi olup, bu ödevin
ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi idari ve
yargısal makamların görevidir. Temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği
iddialarının öncelikle derece mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar
tarafından değerlendirilmesi ve bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet
Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 16).
32. Bu nedenle
Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin derece
mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir
kanun yoludur. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun
yollarının tüketilmesi zorunludur. Bu ilke uyarınca, başvurucunun Anayasa
Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve
yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi
ve kanıtlarını zamanında bu makamlara sunması ve aynı zamanda bu süreçte dava
ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir (Ayşe Zıraman ve Cennet
Yeşilyurt, § 17).
33. Başvurucu delillerin bizzat savcı tarafından toplanması gerekirken kolluk
makamlarınca toplandığını, savunma yapması için gerekli kolaylıkların
sağlanmadığını, tevsii tahkikat taleplerinin dikkate alınmadığını, iddia makamı
ve kolluğun isnatlarına üstünlük tanınarak hüküm kurulduğunu belirterek adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
34. Somut
olayda başvurucu hakkındaki dosya, Adana 7. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2014/243 sayılı
dosyasına kaydedilmiş olup yargılama halen devam etmektedir. Dolayısıyla bu
şikâyet bakımından olağan kanun yolları tüketilmemiştir.
35. Açıklanan
nedenlerle, kanunda öngörülmüş yargısal başvuru yollarının tamamı tüketilmeden
bireysel başvuru yapıldığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının “başvuru yollarının tüketilmemiş olması”
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası
36. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda,
başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği şikâyetinin açıkça
dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan bu şikayetin
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
37. Başvurucu suç işlemek amacıyla örgüt kurma, tefecilik
yapma, yağma, kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma ve tehdit suçlarından
hakkında açılan kamu davasında makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek,
adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
38. Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme)
ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (Onurhan
Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18), Sözleşme metni ile Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının
somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36. maddesinde yer
verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de
Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili
hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle,
Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma
hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi
kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede
yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının
kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle
sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141.
maddesinin de Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma
hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13,
2/7/2013, §§ 38–39).
39. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu,
tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun
davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir
davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması
gereken kriterlerdir (Güher Ergun ve
Diğerleri, §§ 41–45).
40. Anayasa’nın 36. ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca
kişilere, cezai alanda yöneltilen suçlamaların da (suç isnadı) makul sürede
karara bağlanmasını isteme hakkı tanınmıştır. İsnat olunan fiil, ceza
kanunlarında suç olarak nitelendirilmiş ve yargılama aşamasında ceza hukukunun
kuralları uygulanmış ise ayrıca bir uygulanabilirlik incelemesi yapılmaksızın
kendiliğinden adil yargılanma hakkının kapsamına girer (Yüksel Zeki, B. No:
2013/625, 9/1/2014, § 31). Başvuru konusu olayda, başvurucu hakkında, suç
işlemek amacıyla örgüt kurma, tefecilik yapma, yağma, kişiyi hürriyetinden
yoksun bırakma ve tehdit suçlarını işlediği iddiasıyla soruşturma
başlatılmıştır. Başvurucu hakkında isnat olunan suçlar 5237 sayılı Kanun’un
220. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, 106. maddesinin (2) numaralı
fıkrasının d bendinde, 109. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, 149. maddesinin
(1) numaralı fıkrasının a,c,g,h,
f bentlerinde hapis cezasını gerektirir şekilde tanımlanmıştır. Bu çerçevede
başvurucu hakkındaki suç isnadına dayalı yargılamanın Anayasa’nın 36.
maddesinin güvence kapsamına girdiği konusunda kuşku bulunmamaktadır (B.E., B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 32).
41. Ceza muhakemesinde yargılama süresinin makul olup
olmadığı değerlendirilirken sürenin başlangıcı, bir kişiye suç işlediği
iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya isnattan ilk olarak
etkilendiği arama ve gözaltı gibi bir takım
tedbirlerin uygulanması anıdır. Somut başvuru açısından bu tarih, başvurucunun
göz altına alındığı 22/12/2008 tarihidir.
42. Başvuruya konu yargılama
sürecinin incelenmesinde, Adana Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma
kapsamında, 22/12/2008 tarihinde gözaltına alınarak 26/12/2008 tarihinde
tutuklanan başvurucu hakkında, Başsavcılığın 26/5/2009 tarihli iddianamesi ile
suç işlemek amacıyla örgüt kurma, tefecilik yapma, yağma, kişiyi hürriyetinden
yoksun bırakma ve tehdit suçlarını işlediği iddiasıyla kamu davası açıldığı,
Adana 7. Ağır Ceza Mahkemesince, başvurucunun savunmasının alındığı,
müştekilerin dinlendiği, toplanan deliller değerlendirilerek 9/11/2012 tarihli
karar ile hapis ve adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği,
Başvurucunun temyizi üzerine, Yargıtay 6. Ceza Dairesince 8/5/2014 tarihli
ilamıyla hükmün bozulmasına karar verildiği belirlenmiştir. Bozma kararı
sonrası Adana 7. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2014/243 sayılı dosyasına kaydedilen
davanın halen devam ettiği anlaşılmıştır.
43. 5271 sayılı Kanun’un öngördüğü yargılama usullerine tabi
mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki
iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi
tarafından makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde kararlar
verilmiştir (B.E., §§ 23-41; Ersin Ceyhan, B. No: 2013/695, 9/1/2014,
§§ 24-40).
44. Başvuruya konu davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken
usul işlemlerinin niteliği başvuruya konu yargılamanın karmaşık olduğunu ortaya
koymakla birlikte, davaya bütün olarak bakıldığında, somut başvuru açısından
farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve söz konusu
yaklaşık yedi yıldır devam eden yargılama sürecinde makul olmayan bir
gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
45. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun Anayasanın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216
Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
46. 6216 sayılı Kanun’un 50.
maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas
inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine
karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit
edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını
ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye
gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde
başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması
yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
45. Başvuruda, Anayasa’nın 36.
maddesinin ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
46. Başvurucu, herhangi bir tazminat talebinde
bulunmamıştır.
47. Başvurucu tarafından yapılan ve
dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet
ücretinden oluşan toplam 1.706,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine
karar verilmesi gerekir.
48. Kararın bir örneğinin ilgili
mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
Başvurucunun,
A. Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiği yönündeki
şikâyetinin “süre aşımı”
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Adil bir yargılama yapılmadığı yönündeki şikâyetinin “başvuru yollarının tüketilmemesi” nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
C. 1. Makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR
OLDUĞUNA
2.
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma
hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
D. Başvurucu tarafından yapılan 206,10 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.706,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
E. Kararın bir örneğinin Mersin 1. Ağır Ceza Mahkemesine
gönderilmesine,
7/7/2015
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.