logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Tansel Çölaşan [1.B.], B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

TANSEL ÇÖLAŞAN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/6128)

 

Karar Tarihi: 7/7/2015

R.G. Tarih- Sayı: 14/8/2015-29445

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Erdal TERCAN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

Raportör

:

Yunus HEPER

Başvurucu

:

Tansel ÇÖLAŞAN

Vekili

:

Av. Mutluhan KARAGÖZOĞLU

 

 

Av. Tamer SAĞCAN

 

 

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, bir toplantıda yaptığı konuşmada davacıların kişilik haklarına saldırıda bulunduğu iddiasıyla başvurucu aleyhine açılan davaların sonucunda mahkemelerce “davalının tecavüzünün kınanması”na (kınama) kararı verilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiaları hakkındadır.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. 2014/6128 sayılı başvuru 6/5/2014 tarihinde, 2014/10098 ve 2014/10100 numaralı başvurular 24/6/2014 tarihinde, 2014/14415 ve 2014/14417 numaralı başvurular 3/9/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçeler ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. 2014/6128 sayılı başvurunun, Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 15/9/2014 tarihinde; 2014/10098 sayılı başvurunun, İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 14/5/2015 tarihinde; 2014/10100 sayılı başvurunun, İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 5/5/2015 tarihinde; 2014/14415 sayılı başvurunun, Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 30/6/2015 tarihinde; 2014/14417 sayılı başvurunun, Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 30/6/2015 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Birinci Bölüm Başkanı, 10/11/2014 tarihinde, 2014/6128 sayılı başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar vermiştir.

5. 2014/6128 sayılı başvuruya konu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 9/1/2015 tarihli görüş yazısı 20/1/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu, Adalet Bakanlığı görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

6. 2014/10098, 2014/10100, 2014/14415 ve 2014/14417 numaralı başvuruların konu bakımından aynı nitelikte bulunmaları nedeniyle 2014/6128 sayılı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu, Danıştay Eski Başkanvekili ve Danıştay Eski Başsavcısıdır. Emekliliğini müteakip 14 Haziran 2010 tarihinde Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) Genel Kurulunca Genel Başkan seçilmiş ve halen bu görevine devam etmektedir.

9. Anayasa’nın 26. maddesini değiştiren Kanun Türkiye Büyük Millet Meclisince kabul edildikten sonra Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından 10/9/2010 tarihinde referanduma sunulmuş ve halkoylaması sonucunda Anayasa değişikliği kabul edilmiştir. Söz konusu değişiklikte başta Anayasa Mahkemesi ile Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun yapısı olmak üzere kamuoyunu yakından ilgilendiren bazı değişiklikler yapılmış, Anayasa değişikliğine karşı çıkanlar ile değişikliği isteyenler arasında uzunca bir süre tartışmalar meydana gelmiştir.

10. Başvurucu, ADD Hatay Şubesi tarafından referandum tarihinden 9 gün sonra 19/9/2010 tarihinde düzenlenen “Türkiye Nereye Gidiyor?” başlıklı panelde ADD Genel Başkanı sıfatıyla bir konuşma yapmıştır.

11. Başvurucu, söz konusu konuşmada dinleyicileri, Türk Milletinin bir ferdi olma sorumluluğunu yerine getirip getirmediğini düşünmeye çağırmıştır. Başvurucuya göre önemli olan, emperyalizmin mevcut olduğu bir dünyada emir alarak mı yoksa bağımsız bir şekilde mi yaşandığıdır. Bu noktada başvurucu herkesi Atatürk’ü ve onun felsefesini yeniden düşünmeye davet etmektedir. Başvurucuya göre Cumhuriyetin kurucu felsefesi demokrasidir. Oysa bugün Türkiye gibi ülkelere dayatılan demokrasi içi boşaltılmış bir demokrasidir. Başvurucuya göre Türkiye’nin kurucu felsefesini bilmeyen kişiler iktidardadır. Başvurucu, konuşmasının bu noktasında daha sonra pek çok dava açılacak olan şu sözleri sarf etmiştir:

“Çözüm bizlerdedir. Yani sizlerdedir. Yani oylarımızdadır. O oylar bilinçliyse ne ala bilinçli olmayan yani % 42’nin dışında olan oylar bana göre gaflet, delalet ve hıyanet içindedir. Hıyaneti hepimiz biliyoruz. Bizi sömürmek üzere kendi menfaatlerine göre buraya gelmiş olanları ben suçlamam. Onlar kendi ülkeleri için çalışıyorlar. Bizimkilerde kendi ülkeleri için çalışırlarsa o emperyalist güçlerin emrinde iş birlikçi olmazlar”

12. Başvurucu, konuşmasının devamında kimi zaman bölücü, kimi zaman toprak ağalığı ve kimi zaman da siyasi demokratikleşme şeklinde cumhuriyetin ilkelerine ters düşüldüğünü ve bireylerin vurdumduymazlıkları sebebiyle devrim karşıtı güçlerin ülkeyi idare ettiklerini ileri sürmektedir. Başvurucu daha sonra kuruluş felsefesinin kendisine göre anlamını açıklamaya girişmekte Atatürk İlkelerinin demokrasinin üstünde olduğunu savunmaktadır. Başvurucu, 1961 Anayasası ile ülkeye özgürlükçü bir rejimin hâkim olduğunu, 1971 ve 1982’de yaşanan “darbeyle” geriye gidiş yaşandığını düşünmektedir. Başvurucuya göre Adnan Menderes demokrat değildi ve anayasayı ihlal etmekten yargılanmıştı. Sonunda idam edilmiş olmasını eleştiren başvurucu Menderes’in Atatürk ilkelerinden taviz verdiğini düşünmektedir. Başvurucu bu düşüncelerinden dolayı kendisi hakkında pek çok dava açılmış olmasından da yakınmaktadır. Başvurucu, Amerika’nın demokrasi ihracı bahanesiyle bölgeye “İslamcılık” getirdiğini, 1980 darbesinden sonra “gerici ve bölücü güçlerin” Türkiye’de desteklendiğini ileri sürmekte ve kendi bakış açısından 1980 sonrası Türkiye’de başta, yargı, üniversiteler, bazı anayasal kurumlar olmak üzere meydana gelen değişimleri analiz etmektedir. Başvurucu daha sonra Adalet ve Kalkınma Partisinin (AK Parti) kuruluşundan sonraki süreci değerlendirmekte ve Amerika ile söz konusu parti arasında şüpheli ilişkiler bulunduğunu iddia etmektedir. Başvurucuya göre AK parti ve “Fetullah Gülen Cemaati” devlet ve yargıda kadrolaşmaktadır ve “Ergenekon”, “Balyoz” gibi davalar ise bu kadrolaşmanın neticesidir. Başvurucu, son yapılan referanduma da değinmekte ve “hayır” oyu verenlerin bilinçli olarak oy verdiklerini ancak 13-l4 milyon kişinin oy vermediğini bunların eğitilmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Başvurucu, referandum sonrası değişen Anayasa kurallarını değerlendirmiş ve son olarak yapılacak genel seçimlerde AK Partinin halkın oyları ile iktidardan uzaklaştırılması halinde “Atatürkçülerin” yeni Anayasa yapımı konusunda siyasilere katkı sunabileceğini iddia etmiştir.

13. Başvurucu ayrıca 20/9/2010 tarihinde ulusal yayın yapan Haber Türk Televizyonunda bir programa katılmıştır. Başvurucu televizyon programında “Eğitimli kesim hayır diyor, eğitimsiz kesim evet diyor” ifadelerini kullanmıştır.

14. Başvurucunun dosyaya sunduğu belgelere göre bu konuşmasından dolayı 16 farklı ilde toplam 58 adet tazminat davası açılmıştır. Başvuru tarihi itibarıyla söz konusu tazminat davalarından 34’ü hakkında ilk derece mahkemelerince ret kararı verilmiş, bunlardan 20 tanesi Yargıtay tarafından görüşülerek onanmıştır. Başvurucunun yukarıda zikredilen konuşmasında tırnak içinde alıntılanan sözleri ve referandumda “evet” oyu verenleri eğitimsiz olarak nitelendirmesi nedeniyle açılan davalar nedeniyle yapılan bireysel başvurulardan dördü mevcut başvuru ile birleştirilmiştir.

 Birinci Dava

15. AK Parti milletvekili yedi davacı tarafından 24/10/2010 tarihinde Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesine açılan tazminat davasında başvurucunun referandumda “evet” oyu kullananlara ve dolayısıyla kendilerine hakaret ettiğini iddia etmişlerdir. Başvurucu, İlk Derece Mahkemesindeki davaya cevabında davacıları hedef almadığını, sarf ettiği sözlerin referanduma ilişkin sonuçların değerlendirilmesi safhasında eleştiri sınırları içerisinde olan genel geçer açıklamalardan ibaret olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca, oylamanın gizli yapıldığı için kimsenin hangi yönde oy verdiğinin bilinemeyeceğini ve davacının oyunun kendi tasarrufu olduğunu, kimseyi ilgilendirmediğini, davacının doğrudan zarar görmemesi nedeniyle tazminat isteme hakkının da bulunmadığını, davacı açısından matufiyet şartının oluşmadığını savunmuştur.

16. İlk Derece Mahkemesi, 20/9/2011 tarihli kararı ile davayı kısmen kabul etmiş ve davacılar lehine tazminata hükmetmiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 12/2/2013 tarihli ilamı ile tazminat yerine tecavüzün kınanmasına karar verilmesi gerektiğinden bahisle oy çokluğu ile bozulmuştur. Dairenin gerekçesi şöyledir:

“Davacı, iktidar partisi milletvekili olduğunu, üyesi bulunduğu partinin Anayasa değişikliği önerisini meclise sunduğunu, teklifin yasalaşma sürecinde ve sonraki "halk oylaması" aşamasında halkı "evet" oyu kullanmaya davet eden çalışmalar yaptığını halk oylamasında "evet" oyunun daha fazla çıkması nedeniyle bu halk oylamasından sonra, Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Başkanı olan davalının 18/09/2010 tarihinde Hatay'da düzenlenen "Türkiye Nereye Gidiyor" konulu panelde ve buradaki konuşmaların tartışıldığı 20/09/2010 tarihli Habertürk adlı televizyonda yayınlanan ‘Söz Sende’ adlı programdaki konuşmaları ile kendisi gibi "evet" oyu kullanan kesimi gaflet, delalet, hıyanet ve cahillikle itham ettiğini ve kişilik hakkına saldırıldığını belirterek manevi tazminat istemiştir.

Davalı taraf, sözlerin davacıya yönelik olmadığını, davacının ‘evet’ oyu kullanıp kullanmadığını bilmesinin gerekmediğini, bu nedenle sözlerin davacıya yönelik olmadığını, tahkir amaçlı olmayan sözlerin, bilinçli olarak oy verenler dışında kalan kimselere yönelik olarak kullanıldığını, oyunu bilinçsiz olarak kullananların hatasının vurgulandığını, kaldı ki, siyasi kişilerin eleştiri sınırının geniş olduğunu, sözlerin ifade özgürlüğü kapsamında kaldığını, sözlerin hakaretle ilgisi olmadığını belirterek davanın reddini istemiştir.

Yerel mahkemece, davacının mensubu olduğu siyasi partinin Anayasa değişikliği teklifini meclise sunması, yasalaşma sürecinde halkı ‘evet’ oyu kullanmaya davet eden kampanyalar yürütmesi, açık hava toplantıları, radyo ve televizyon konuşmaları yapmaları bu itibarla davacının da ‘evet’ oyu kullanacağının aşikar olması nedeniyle matufiyet unsurunun bulunduğunu kabul ederek, davalı tarafından söylenen ‘Gaflet, delalet, hıyanet içinde olmak ve cehalet’ sözlerinin eleştiri sınırlarını aşıp davacıyı aşağılayan, kişilik hakkını zedeleyen, halkın gözünde küçük düşmesini sağlayan sözler şeklinde olduğundan davayı kısmen kabul etmiştir.

Manevi zarar, kişilik değerlerinde oluşan objektif eksilmedir. Kişide oluşan manevi zararın giderilmesi bakımından hâkimin olayın özelliklerine, fail ve mağdurun durumlarına, kişilik değerlerinde meydana gelen eksilmenin niteliğine göre manevi tazminat olarak bir miktar paranın ödenmesine veya Borçlar Kanunu 49/3. maddesi gereğince tazminat yerine diğer bir tazmin yoluna başvurması mümkündür. Bahsedilen madde gereği diğer tazmin yöntemleri konusunda örnekseme yapılarak haksız saldırının kınanması ve kınama kararıyla birlikte bu kararın basın yoluyla ilan edilmesi yöntemlerine değinilmişse de bu yöntemler sınırlı olmayıp hakimin takdirine bırakılmıştır. Bu bağlamda, özür beyanı, isnadın geri alınması vb. bir tazmin şeklinin benimsenmesi de düşünülebilir. (4. HD. 14/11/1996, 8472/11191). Somut olayda, tarafların sıfatı, sarf edilen sözlerin niteliği, sözlerin söylendiği ortam, hedef alınan kitle ve potansiyel etkisi ile sözlerde davacı tarafın tek olarak hedef alınmayıp bir topluluğun içinde yer aldığı hususları dikkate alındığında tazminat yaptırımı yerine BK.49/3. maddesinde bahsedilen diğer yaptırımlardan olan tecavüzün kınanmasına dair kararla yetinilmesi gerekirken tazminat yaptırımına başvurulması usul ve yasaya aykırı olduğundan kararın bozulması gerekmiştir.”

17. Bozma üzerine İlk Derece Mahkemesi, 5/11/2013 tarihli kararı ile davayı kabul etmiş ve başvurucunun “doğrudan davacıları hedef almamakla birlikte Anayasa referandumunda evet oyu verilmesini sağlayan veya evet oyu veren şahısların hedef alındığı, matufiyet unsurunun gerçekleştiği, söylenen sözlerin de eleştiri sınırını aştığı” gerekçesiyle, kınama kararı vermiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 4/3/2014 tarihli ilamı ile onanmıştır. Onama kararı 7/4/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.

İkinci Dava

18. Türkiye Büyük Millet Meclisi Sanayi ve Ticaret Komisyonu Başkanvekili olan başka bir davacı tarafından 18/1/2011 tarihinde Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesine açılan tazminat davasında başvurucunun referandumda “evet” oyu kullananlara ve dolayısıyla kendisine hakaret ettiğini iddia etmiştir. Davacı birinci davadaki cevabına benzer bir savunmada bulunmuştur. İlk Derece Mahkemesi, 4/1/2012 tarihli kararı ile davayı kısmen kabul etmiş ve davacı lehine tazminata hükmetmiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 12/2/2013 tarihli ilamıyla birinci davada belirtilen gerekçeler ile tazminat yerine Borçlar Kanununun 49. maddesinde belirtilen tedbirlerden birine tecavüzün kınanmasına karar verilmesi gerektiğinden bahisle oy çokluğu ile bozulmuştur. Bozma üzerine İlk Derece Mahkemesi, 5/11/2013 tarihli kararı ile davayı kabul etmiş ve birinci davadaki gerekçeyle kınama kararı vermiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 14/4/2014 tarihli ilamı ile onanmıştır. Onama kararı 4/6/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.

 Üçüncü Dava

19. AK Parti milletvekili diğer bir davacı tarafından 23/11/2010 tarihinde Ankara 1. Asliye Hukuk Mahkemesine açılan tazminat davasında başvurucunun referandumda “evet” oyu kullananlara ve dolayısıyla kendilerine hakaret ettiğini iddia edilmiştir. Davacı birinci davadaki cevabına benzer bir savunmada bulunmuştur. İlk Derece Mahkemesi, 21/6/2012 tarihli kararı ile davayı, başvurucunun sözleri ile davacıyı hedef almadığı, beğenilmeyen eleştirilere tazminat ödenmesinin demokratik bir toplumda kabul edilemeyeceği, kaldı ki başvurucunun da amacının demokrasi olduğunun açık olduğu, başvurucunun sözlerine tahammül edilmesi gerektiği gerekçesiyle reddetmiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi 12/2/2013 tarihli ilamı ile davanın reddi yerine kabulüne karar verilmesi gerektiğinden bahisle oy çokluğu ile bozulmuştur. Bozma gerekçesi şöyledir:

“Dosyadaki belgelerden davacının, Anayasa değişikliğinin halk oylamasına sunulması teklifini meclise sunan, bu teklifin komisyon ve genel kurul aşamasında yasalaşması için ve halkın "halk oylaması" sırasında "evet" oyu vermesi için çalışmalar yapan, kampanya yürüten, bu bağlamda açık hava konuşmaları, radyo ve televizyon programları ile halkı "evet" oyu kullanmaya çağıran iktidar partisinin milletvekili olduğu anlaşılmaktadır.

Davalının konuşmalarında geçen ve "evet" oyu veren %58'lik kesimin içinde davacının yer almadığını iddia etmek davacının üyesi olduğu partinin eylemleri ve davacının sıfatı ile bağdaşmaz. Şu durumda davalının sözlerinin, Anayasa değişikliği teklifini yapan, değişiklik için "evet" oyu kullanılması için kampanyalar düzenleyen partinin milletvekili olan davacıya yönelik olduğunun kabulü, sözlerin davacıya da matuf olduğu gözetilerek işin esasına girilmek gerekirken yazılı gerekçe ile davanın reddi usul ve yasaya aykırı olduğundan kararın bozulması gerekmiştir.”

20. Bozma üzerine İlk Derece Mahkemesi, 10/12/2013 tarihli kararı ile davayı birinci davadaki gerekçelere benzer gerekçeler ile kabul etmiş ve “davalının tecavüzünün kınanması”na karar vermiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 21/5/2014 tarihli ilamı ile onanmıştır. Onama kararı 16/6/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.

 Dördüncü Dava

21. Milletvekili olan bir başka bir davacı tarafından 8/12/2010 tarihinde Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesine açılan tazminat davasında başvurucunun referandumda “evet” oyu kullananlara ve dolayısıyla kendisine hakaret ettiğini iddia etmiştir. Davacı birinci davadaki cevabına benzer bir savunmada bulunmuştur. İlk Derece Mahkemesi, 15/11/2011 tarihli kararı ile davayı kısmen kabul etmiş ve davacı lehine tazminata hükmetmiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 12/2/2013 tarihli ilamıyla birinci davada belirtilen gerekçeler ile tazminat yerine Borçlar Kanununun 49. maddesinde belirtilen tedbirlerden birine karar verilmesi gerektiğinden bahisle bozulmuştur. Bozma üzerine İlk Derece Mahkemesi, 27/2/2014 tarihli kararı ile davayı kabul etmiş ve birinci davadaki gerekçeyle kınama kararı vermiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 23/6/2014 tarihli ilamı ile onanmıştır. Onama kararı 6/8/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.

 Beşinci Dava

22. Milletvekili olan bir başka bir davacı tarafından 27/9/2010 tarihinde Ankara Bursa 1. Asliye Hukuk Mahkemesine açılan tazminat davasında başvurucunun referandumda “evet” oyu kullananlara ve dolayısıyla kendisine hakaret ettiğini iddia etmiştir. Davacı birinci davadaki cevabına benzer bir savunmada bulunmuştur. İlk Derece Mahkemesi, 28/7/2011 tarihli kararı ile davayı reddetmiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 12/2/2013 tarihli ilamıyla üçüncü davada belirtilen gerekçeler ile Borçlar Kanununun 49. maddesinde belirtilen tedbirlerden birine karar verilmesi gerektiğinden bahisle bozulmuştur. Bozma üzerine İlk Derece Mahkemesi, 25/7/2013 tarihli kararı ile davayı kabul etmiş ve birinci davadaki gerekçeyle kınama kararı vermiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 12/6/2014 tarihli ilamı ile onanmıştır. Onama kararı 6/8/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.

23. Başvurucu, birinci dava yönünden 6/5/2014 tarihinde; ikinci ve üçüncü davalar yönünden 24/6/2014 tarihinde; dördüncü ve beşinci davalar yönünden 3/9/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. İlgili Hukuk

24. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 49. maddesi şöyledir:

“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.

 Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de,bu zararı gidermekle yükümlüdür.”

25. 6098 sayılı Kanun’un 50. maddesi şöyledir:

“Zarar gören, zararını ve zarar verenin kusurunu ispat yükü altındadır.

Uğranılan zararın miktarı tam olarak ispat edilemiyorsa hâkim, olayların olağan akışını ve zarar görenin aldığı önlemleri göz önünde tutarak, zararın miktarını hakkaniyete uygun olarak belirler.”

26. 6098 sayılı Kanun’un 58. maddesi şöyledir:

“Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir.

Hâkim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir giderim biçimi kararlaştırabilir veya bu tazminata ekleyebilir; özellikle saldırıyı kınayan bir karar verebilir ve bu kararın yayımlanmasına hükmedebilir.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

27. Mahkemenin 7/7/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 6/5/2014 tarihli ve 2014/6128 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

28. Başvurucu,

 i. İlk Derece Mahkemesinin tamamen ifade hürriyeti kapsamında kalan bir konuşması nedeniyle kınama kararı verdiğini, bu kararın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) yerleşik içtihatlarına aykırı olduğunu,

 ii. Dava konusu ifadelerde belli bir kişinin hedef alınmadığını, 2010 yılında yapılan Anayasa referandumuna ilişkin sonuçların değerlendirilmesi sırasında kullandığı sözlerde “evet” oyu kullananları eleştirdiğini, seçimlerin gizli yapıldığını, davacıların oy tercihlerinin bilinemeyeceğini, mahkemenin matufiyet unsurunun oluştuğunu kabul etmesinin hukuka aykırı olduğunu,

 iii. Yargıtayın manevi tazminat talep etmek hakkının yalnızca eylemden doğrudan doğruya zarar görenlere ait olduğuna ve yansıma yoluyla acı duyan kişilerin manevi tazminat talep edemeyeceklerine dair önceki yerleşmiş içtihatlarına aykırı olarak somut davada herhangi bir kişi hedef alınmadığı halde yansıma yoluyla zarar gördüğünden bahisle davacıların davasının kabul edilmesinin usul ve kanunlara aykırı olduğunu,

 iv. Aynı olaya ilişkin hakkında açılan 58 davadan 20 tanesi hakkında verilen ret kararlarının Yargıtay aşamasından geçerek kesinleştiğini ancak kanun ve içtihatlarda bir değişiklik olmadığı halde başvuru konusu dosyada verilen kınama kararının aynı Daire tarafından aynı olaya ilişkin olarak verdiği önceki kararlarına aykırı olarak onandığını,

 v. Başvuruya konu davaların Yargıtay 4. Hukuk Dairesinde görüşüldüğünü, bu Dairenin üye yapısı değiştikten sonraki incelediği davalarda tutum değiştirdiğini,

 Anayasa’nın 26. maddesinde tanımlanan ifade hürriyeti, 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkı, 37. maddesinde tanımlanan kanuni hâkim güvencesi ile Anayasa’nın 10. maddesinde yer alan eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, toplam 14.931,00 TL maddi ve 15.000,00 TL manevi tazminat ödenmesi talebinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

29. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder. Başvurucu, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin tarafgir davrandığını ve bu sebeple Anayasa’nın 10. maddesinde yer alan eşitlik ilkesinin, Anayasa’nın 36. maddesinde koruma altına alınan adil yargılanma hakkının ve 37. maddesinde tanımlanan kanuni hâkim güvencesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucunun bu şikâyetleri, yapmış olduğu konuşmada sarf ettiği sözler nedeniyle kınama kararı verilmesine yöneliktir ve bu sebeple söz konusu şikâyetlerin Anayasa’nın 26. maddesi bağlamında incelenmesi uygun görülmüştür.

30. Başvurucunun, yapmış olduğu konuşmada sarf ettiği sözler nedeniyle aleyhine kınama kararı verilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiğine ilişkin şikâyetleri açıkça dayanaktan yoksun değildir. Ayrıca başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığı için başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

31. Başvurucu, bir toplantıda yaptığı konuşmada kullandığı sözler nedeniyle davacılara tazminat ödemesinin Anayasa’nın 26. maddesinde yer alan ifade özgürlüğünü ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Başvurucunun iddialarına karşı Bakanlık görüşünde, başvurucunun şikâyetlerinin Anayasa’nın 26. maddesinde yer alan ifade özgürlüğü çerçevesinde incelenmesi gerektiği belirtilmiştir.

32. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:

“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

33. Anayasa’nın “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” kenar başlıklı 26. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir.

Bu hürriyetlerin kullanılması, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.

Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.”

34. Anayasa’nın 26. maddesinde düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün kullanımında başvurulabilecek araçlar “söz, yazı, resim veya başka yollar” olarak ifade edilmiştir ve “başka yollar” ifadesiyle her türlü ifade aracının anayasal koruma altında olduğu gösterilmiştir (Emin Aydın, B. No: 2013/2602, 23/1/2014, §43).

35. Anılan düzenlemeler uyarınca ifade özgürlüğü, sadece “düşünce ve kanaate sahip olma” özgürlüğünü değil aynı zamanda sahip olunan “düşünce ve kanaati (görüşü) açıklama ve yayma”, buna bağlı olarak “haber veya görüş alma ve verme” özgürlüklerini de kapsamaktadır. Bu çerçevede ifade özgürlüğü, insanın serbestçe haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği düşünce ve kanaatlerden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir (Emin Aydın, § 40).

36. Bu bağlamda toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Aynı şekilde birey özgün kişiliğini düşüncelerini serbestçe ifade edebildiği ve tartışabildiği bir ortamda gerçekleştirebilir. İfade özgürlüğü, kendimizi ve başkalarını tanımlamada, anlamada ve algılamada, bu çerçevede başkalarıyla ilişkilerimizi belirlemede ihtiyaç duyduğumuz bir değerdir (Emin Aydın, § 41).

37. Anayasa’nın 26. maddesinin birinci fıkrası, ifade özgürlüğüne içerik bakımından bir sınırlama getirmemiştir. Başka bir deyişle hem gerçek hem de tüzel kişiler için geçerli olan ifade özgürlüğü siyasi, sanatsal, akademik veya ticari her türlü ifadeyi kapsamına almaktadır. Aynı şekilde açıklanan ve yayılan bir düşüncenin “değerli-değersiz” veya “topluma yararlı-yararsız” biçiminde ayrıştırılması da bu özgürlükten yararlanmak bakımından önemli bir ölçüt değildir.

38. İfade özgürlüğü, düşüncenin iletilmesini ve dolaşımını gerçekleştirerek bireyin ve toplumun bilgilenmesini sağlar. Çoğunluğa muhalif olanlar da dâhil olmak üzere düşüncelerin her türlü araçla açıklanması, açıklanan düşünceye paydaş sağlanması, düşünceyi gerçekleştirmek ve gerçekleştirme konusunda ikna etmek çoğulcu demokratik düzenin gereklerindedir. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (bkz. Abdullah Öcalan [GK], B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 74).

39. Öte yandan ifade özgürlüğü, sınırlanabilir bir haktır ve Anayasa’da yer alan temel hak ve özgürlüklerin sınırlama rejimine tabidir. İfade özgürlüğüne ilişkin 26. maddenin ikinci fıkrasında sınırlama sebeplerine yer verilmiştir. Ancak bu özgürlüğe yönelik sınırlamaların da bir sınırının olması gerektiği açıktır. Temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında Anayasa’nın 13. maddesindeki ölçütler göz önüne alınmak zorundadır. Bu sebeple ifade özgürlüğüne getirilen sınırlandırmaların denetiminin Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçütler çerçevesinde ve Anayasa’nın 26. maddesi kapsamında yapılması gerekmektedir (bkz. Abdullah Öcalan [GK], § 41).

40. Başvuru, bir toplantıda başvurucu tarafından kullanılan sözlerin davacıların şeref ve itibarına zarar verdiği kabul edilerek kınama kararı verilmesi nedeniyle yapılmıştır.

41. Somut olayda çözümlenmesi gereken ilk mesele, başvurucu aleyhine kınama kararı verilmesinin ifade özgürlüğüne yönelik bir müdahale oluşturup oluşturmadığını belirlemektir. Sonraki aşamalarda, varlığı kabul edilen müdahalenin meşru amaçlara dayanıp dayanmadığının, söz konusu hakkın özü zedeleyecek ölçüde kısıtlanıp kısıtlanmadığının, kısıtlamanın demokratik toplumda gerekli olup olmadığının ve kullanılan araçların orantısız olup olmadığının tespit edilmesi gerekir.

a. Müdahalenin Mevcudiyeti

42. Bir toplantıda başvurucu tarafından kullanılan sözlerin davacıların şeref ve itibarına zarar verdiği kabul edilerek kınama kararı verilmiştir. Başvurucu davacılara tazminat ödemek zorunda kalmamış olsa bile “tecavüzünün kınanması” kararı 6098 sayılı Kanun’un 58. maddesi göre ancak davacının kişilik hakkının zedelendiği kabul edildiğinde, manevi tazminatın ödenmesi yerine veya bu tazminata ilave olarak kararlaştırılabilen bir giderim yoludur. Dolayısıyla başvurucunun bir toplantıda sarf ettiği bazı siyasi ifadelerinden dolayı mahkeme kararı ile “tecavüzünün kınanması” başvurucunun ifade özgürlüğüne yönelik bir müdahaledir.

b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

43. Yukarıda anılan müdahale Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanmadığı ve Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 26. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu sebepten dolayı, sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen öze dokunmama, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilmiş olma, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

 i. Kanun Tarafından Öngörülme

44. Başvurucu Anayasa’nın 26. maddenin beşinci fıkrasında yer alan “bu hakların kullanılması kanunla düzenlenir” hükmüne ve Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan “kanun tarafından öngörülme” gereğine aykırılık bulunduğuna ilişkin bir iddiada bulunmamıştır. Yapılan değerlendirmeler neticesinde, 6098 sayılı Kanun’un 49., 50. ve 58. maddelerinin “kanun tarafından öngörülme” ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.

ii. Meşru Amaç

45. Başvurucunun “tecavüzünün kınanmasına” ilişkin söz konusu mahkeme kararının başkalarının şöhret veya haklarının korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.

 iii. Demokratik Toplum Düzeninin Gerekli Olma ve Ölçülülük

46. Son olarak başvurucunun bir toplantıda sarf ettiği sözlerden dolayı aleyhine hükmedilen “tecavüzünün kınanması” kararında, demokratik bir toplumda, başvurucunun ifade özgürlüğü ile başkalarının şöhret veya haklarının korunması arasında makul bir dengenin gözetilip gözetilmediği değerlendirilmelidir.

47. Bireyin şeref ve itibarı, Anayasa’nın 17. maddesinde yer alan “manevi varlık” kapsamında yer almaktadır. Devlet, bireyin manevi varlığının bir parçası olan şeref ve itibara keyfi olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlüdür. Üçüncü kişilerin şeref ve itibara müdahalesi, birçok ihtimalin yanında, görsel ve işitsel yayınlar yoluyla da olabilir. Bir kişi görsel ve işitsel yayın yoluyla bir kamuoyu tartışması çerçevesinde eleştirilmiş olsa dahi o kişinin şeref ve itibarı manevi bütünlüğünün bir parçası olarak değerlendirilmelidir (Nilgün Halloran, B. No: 2012/1184, 16/7/2014, § 41; Adnan Oktar (3), B. No: 2013/1123, 2/10/2013, § 33).

48. İfade özgürlüğü konusunda devletin pozitif ve negatif yükümlülükleri bulunmaktadır. Kamu makamları negatif yükümlülük kapsamında Anayasa’nın 13. ve 26. maddeleri kapsamında zorunlu olmadıkça düşüncenin açıklanmasını ve yayılmasını yasaklamamalı ve yaptırımlara tabi tutmamalı; pozitif yükümlülük kapsamında ise ifade özgürlüğünün gerçek ve etkili korunması için gereken tedbirleri almalıdır (Nilgün Halloran, § 43; benzer yöndeki AİHM görüşü için bkz. Özgür Gündem/Türkiye, B. No: 23144/93, 16/3/2000, § 43). Üçüncü kişilerce şeref ve itibara yapılan müdahaleler için ülkemizde hem cezai hem de hukuki koruma öngörülmüştür (Nilgün Halloran, § 42; Adnan Oktar (3), § 35).

49. Devletin, bireylerin maddi ve manevi varlığının korunması ile ilgili pozitif yükümlülükleri çerçevesinde şeref ve itibarın korunması hakkı ile diğer tarafın Anayasa’da güvence altına alınmış olan düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünden yararlanma hakkı arasında adil bir denge kurması gerekir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Von Hannover/Almanya (no.2) [BD], B. No: 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012, § 99). Bu denge kurulurken Anayasanın 13. ve 26. maddeleri kapsamında demokratik toplum düzeninin gerekleri gözetilerek, sınırlama amacı ile aracı arasında ölçülü bir dengenin gözetilmesi ve hakkın özüne dokunulmaması gereklidir (Nilgün Halloran, § 43).

50. Anayasa Mahkemesi yerleşik içtihatlarında demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı rejimler olarak kabul edilmiştir. Temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunup tümüyle kullanılamaz hale getiren sınırlamalar, demokratik toplum düzeni gerekleriyle uyum içinde sayılamaz. Bu nedenle, temel hak ve özgürlükler, istisnaî olarak ve ancak özüne dokunmamak koşuluyla demokratik toplum düzeninin sürekliliği için zorunlu olduğu ölçüde ve ancak yasayla sınırlandırılabilirler (AYM, E.2006/142, K.2008/148, K.T. 24/9/2008) Diğer bir deyişle yapılan sınırlama hak ve özgürlüğün özüne dokunarak, kullanılmasını durduruyor veya aşırı derecede güçleştiriyorsa, etkisiz hale getiriyorsa veya ölçülülük ilkesine aykırı olarak sınırlama aracı ile amacı arasındaki denge bozuluyorsa demokratik toplum düzenine aykırı olacaktır (Bkz. AYM, E.2009/59, K.2011/69, K.T. 28/4/2011; AYM, E.2006/142, K.2008/148, K.T. 17/4/2008).

51. Öze dokunma yasağını ihlal etmeyen müdahaleler yönünden gözetilmesi öngörülen “demokratik toplum düzeninin gerekleri” kavramı, öncelikle ifade özgürlüğü üzerindeki sınırlamaların zorunlu ya da istisnai tedbir niteliğinde olmalarını, başvurulabilecek en son çare ya da alınabilecek en son önlem olarak kendilerini göstermelerini gerektirmektedir. “Demokratik toplum düzeninin gerekleri”nden olma, bir sınırlamanın demokratik bir toplumda zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacın karşılanması amacına yönelik olmasını ifade etmektedir. Buna göre, sınırlayıcı tedbir, bir toplumsal ihtiyacı karşılamıyorsa ya da başvurulabilecek en son çare niteliğinde değilse, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir tedbir olarak değerlendirilemez (Bu konudaki AİHM kararı için bkz. Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 48).

52. O halde ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin, toplumsal bir ihtiyaç baskısı nedeniyle yapılıp yapılmadığının tespiti gerekecektir. Bu çerçevede bir müdahale, meşru amaçla orantılı bir müdahale olmalıdır; ikinci olarak müdahalenin haklılığı için kamu makamlarının gösterdikleri gerekçeler konuyla ilgili ve yeterli olmalıdır (başka bir bağlamda benzer bir değerlendirme için bkz. Tayfun Cengiz, B. No: 2013/8463, 18/9/2014, § 56).

53. Buradan çıkan sonuca göre demokratik toplumun temellerinden olan ifade özgürlüğünün sadece lehte olduğu kabul edilen veya zararsız veya ilgilenmeye değmez görülen ifadeler için değil, Devletin veya toplumun bir bölümünü eleştiren, onlara çarpıcı gelen, onları rahatsız eden ifadeler için de geçerli olduğu kuşkusuzdur. Çünkü bunlar, demokratik toplum düzeninde geçerli olan çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir (bkz. Handyside/Birleşik Krallık, § 49).

54. Temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin başvurularda öncelikli olarak dikkate alınması gereken bir başka güvence de Anayasa’nın 13. maddesinde ifade edilen “ölçülülük ilkesi”dir. Temel hak ve özgürlüklere yönelik her hangi bir sınırlamanın, demokratik toplum düzeni için gerekli nitelikte, başka bir ifadeyle güdülen kamu yararı amacını gerçekleştirmekle birlikte, temel haklara en az müdahaleye olanak veren ölçülü bir sınırlama niteliğinde olup olmadığının incelenmesi gerekir (AYM, E.2007/4, K.2007/81, K.T. 18/10/2007).

55. Anayasa Mahkemesinin kararlarına göre ölçülülük, temel hak ve özgürlüklerin sınırlanma amaçları ile araç arasındaki ilişkiyi yansıtır. Ölçülülük denetimi, ulaşılmak istenen amaçtan yola çıkılarak bu amaca ulaşılmak için seçilen aracın denetlenmesidir. Bu sebeple ifade özgürlüğü alanında getirilen müdahalelerde, hedeflenen amaca ulaşabilmek için seçilen müdahalenin elverişli, gerekli ve orantılı olup olmadığı değerlendirilmelidir (Abdullah Öcalan [GK], § 97).

56. Bu bağlamda, başvuru konusu olay bakımından yapılacak değerlendirmelerin temel ekseni, müdahaleye neden olan derece mahkemelerinin kararlarında dayandıkları gerekçelerin, ifade özgürlüğünü kısıtlama bakımından “demokratik bir toplumda gerekli” ve “ölçülülük ilkesi”ne uygun olduğunu inandırıcı bir şekilde ortaya koyup koyamadığı olacaktır.

57. Yukarıdaki değerlendirmeler ışığında mahkemelerin, düşüncelerin açıklanması ve yayılmasına yönelik olarak tazminata veya cezaya karar verirken düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün kullanılmasından kaynaklanan yarardan çok daha ağır basan, korunması gereken bir yararın varlığını somut olgulara dayanarak göstermeleri gerekir (Mustafa Ali Balbay, B. No: 2012/1272, 4/12/2013, § 114).

58. Bunun sonucu olarak başvurucunun ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin Anayasa’nın 26. maddesini ihlal edip etmediği incelenirken soyut bir değerlendirme yapılmayıp; başvurucunun kullandığı ifadelerin türünün, kamusal tartışmalara katkı sunma kapasitesinin, ifadelere yönelik kısıtlamaların niteliğinin ve kapsamının, ifadelerin kimin tarafından dile getirildiğinin, kime yöneldiğinin ve kamuoyu ile diğer kişilerin kullanılan ifadeler karşısında sahip oldukları hakların ağırlığının gerektiği gibi değerlendirilip değerlendirilmediğine bakılmalıdır.

59. Başvuruya konu konuşma yapılmadan önce 12/9/2010 tarihinde yapılan Anayasa değişikliği referandumu nedeniyle uzunca bir süre kamuoyunda yoğun bir tartışma yaşanmıştır. Referandumdan sonra ise Anayasa değişikliğinin referandum ile kabul edilmesi nedeniyle referandum sonuçları üzerinde tartışmalar devam etmiştir. Başvuruya konu konuşma 19/9/2010 tarihinde yapılmış, başvurucu bir gün sonra 20/10/2010 tarihinde ulusal bir televizyon kanalında katıldığı programda referandum sonucunda Anayasanın değiştirilmiş olmasına ilişkin düşüncelerini aktarmaya devam etmiştir.

60. Başvurucu, yapılan Anayasa değişikliği ile Mustafa Kemal Atatürk’ün yerleştirmeye çalıştığı “felsefenin” tasfiye edilmeye çalışıldığını, yapılan değişikliklerin Türkiye’nin bağımsızlığının aleyhine ve emperyalizmin çıkarlarının lehine olduğunu savunmaktadır. Başvurucu “Cumhuriyet değerlerinin” giderek unutulduğunu, referandumda “evet” oyu verenlerin bilinçsiz oy kullandığını, toplumun eğitilmesi gerektiğini, “bilinçli olarak oy kullananlar bir yana” bilinçsiz bir şekilde hareket edenlerin “gaflet, dalalet ve hıyanet içinde” olduklarını, Türklerin “kendi ülkeleri için çalışırlarsa o emperyalist güçlerin emrinde iş birlikçi” olmayacaklarını ifade etmiştir. Başvurucu, kendi bakış açısından referandumda “evet” oyu kullananların “düştükleri hatayı” anlatmak istemiştir.

61. Başvurucu hakkında açılan birinci ve ikinci tazminat davaları İlk Derece Mahkemelerince kabul edilerek başvurucu aleyhine tazminata hükmedilmiş, üçüncü dava ise İlk Derece Mahkemesince reddedilmiştir. Buna karşın Yargıtayca kararlar kınama kararı verilmesi gerektiğinden bahisle bozulmuştur. Daha sonra İlk Derece Mahkemeleri, Yargıtay bozma gerekçesinde belirtilen gerekçelerle davayı kabul ederek başvurucunun kınanmasına karar vermiştir. O halde başvurucu hakkında kınama kararı verilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiğine ilişkin şikâyetin incelenmesi sırasında Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin bozma ilamlarında yer alan gerekçeler değerlendirilmelidir (§ 15, 18).

62. Öte yandan, yapılan bireysel başvurularda yalnızca ve tek başlarına derece mahkemelerince verilen kararların ele alınması ile de yetinilemez. İlk olarak başvurucu tarafından söylenen sözlerin konuşmanın bütünü ile birlikte ve bunların söylendikleri bağlamından kopartılmaksızın, olayın bütünselliği içerisinde değerlendirilmesi gerekir (Nilgün Halloran, § 52).

63. Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, “tarafların sıfatı, sarf edilen sözlerin niteliği, sözlerin söylendiği ortam, hedef alınan kitle ve potansiyel etkisi ile sözlerde davacı tarafın tek olarak hedef alınmayıp bir topluluğun içinde yer aldığı hususları dikkate alındığında” tecavüzün kınanmasına karar verilmesi gerektiğini belirtmiştir. Başvurucuya göre ise başvuru konusu sözler referandumda “evet” oyu vermekle “insanların düştüğü hatayı vurgulamak” için söylenmiştir. Gerçekten de başvurucu söz konusu sözleri, Anayasa değişikliği nedeniyle kendi bakış açısına göre ülkenin ve rejimin bulunduğu tehlikeli duruma dikkat çekmek için söylemiştir.

64. İfade özgürlüğü büyük ölçüde eleştiri özgürlüğünün güvence altına alınmasını hedeflemektedir ve düşüncelerin açıklanması ve yayılması sırasında kullanılan ifadelerin sert olması doğal karşılanmalıdır. Öte yandan siyasi tartışma özgürlüğünün “tüm demokratik sistemlerin temel ilkesi” (bkz. Lingens/Avusturya, B. No: 9815/82, 8/7/1986, § 41-42) olduğu göz önüne alındığında diğer ifade türlerine nazaran, başvuru konusu konuşmalardaki gibi siyasal politikaları ve siyasileri eleştiren, siyasi politikaları veya açıklamaları muhalif bir tarzda ele alan siyasi ifade özgürlüğüne ayrıca önem vermek gerekmektedir.

65. Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrası, siyasi ifadeler ile kamuyu ilgilendiren ifadelere yönelik pek az bir sınırlamaya yer vermektedir. Siyasi bir tartışmayı savunmak demokratik toplumun temel bir unsurudur. Bu sebeple zorlayıcı nedenler olmadıkça siyasi ifadeye kısıtlama getirilmemesi gerekir (örnek bir AİHM kararı için bkz. Feldek/Slovakya, B. No: 29032/95, 12/7/2001, § 83).

66. AİHM’in yerleşik içtihatlarında da belirttiği gibi, hükümetler kullandıkları kamu gücünden dolayı kendilerine yöneltilmiş en ağır eleştirileri bile hoşgörü ile karşılamak zorundadır. Sağlıklı bir demokrasi, bir hükümetin yalnızca yasama organı veya yargı organları tarafından denetlenmesini değil aynı zamanda sivil toplum örgütleri, medya ve basın veya siyasi partiler gibi siyasal alanda yer alan diğer aktörlerce de denetlenmesini gerektirir (örnek bir karar için bkz. Castells/İspanya, B. No: 11798/85, 23/4/1992, § 46).

67. Aynı şekilde siyasetçilere yönelik eleştirilerin kabul edilebilir sınırları, özel bir şahsa yönelik eleştiri sınırına göre daha geniştir. Bir siyasetçi özel bir şahıstan farklı olarak, her sözünü ve eylemini bilerek halkın ve aynı zamanda diğer siyasetçilerin denetimine açar; bu nedenle de daha geniş hoşgörü göstermek zorundadır (benzer bir yaklaşım için bkz. Lingens/Avusturya, § 42).

68. Yine de siyasetçilerin daha geniş hoşgörülü olmak zorunda olmaları Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen “şöhret ve haklarının” korunmayacağı anlamına gelmez. Aksine 26. maddenin ikinci fıkrası bütün bireylerin itibarlarının korunmasına imkân verir. Ancak, şahsi sıfatları dışında hareket eden siyasetçiler söz konusu olduğunda söz konusu korumanın gerekleri, siyasi meseleleri açık biçimde tartışmanın yararıyla bağlantılı olarak tartılmalıdır (aynı konuya AİHM’in yaklaşımı için bkz. bkz. Lingens/Avusturya, § 42).

69. Somut olayda başvurucu, referandum sonucunda Anayasa’da önemli ölçüde değişiklik yapılmış olmasına yönelik olarak sert ifadeler kullanmıştır. Buna karşın Yargıtay 4. Hukuk Dairesi başvurucunun dile getirdiği düşüncelerin ve sarf ettiği sözlerin bir bütün olarak davacıların şeref ve itibarlarına saldırı anlamı taşıdığına karar vermiştir. Dairenin, başvurucunun asıl amacının davacıları küçük düşürmek olduğunu kabul etmesi ancak başvurucunun kullandığı kelimelere onun verdiği anlamın ötesinde anlamlar yüklemesi ile mümkün olmuştur. Başvurucunun kullandığı ifadelere onun verdiği anlamın ötesinde bir anlam yüklenmemelidir.

70. Son olarak, Anayasa Mahkemesinin görevi mevcut başvuruya benzer davalarda derece mahkemelerince uygulanacak içtihadı belirlemek değildir. Buna karşın başvurucunun referandumda evet oyu kullananlara yönelik olarak dile getirdiği sözler nedeniyle aleyhine onlarca tazminat davası açıldığını belirtmek gerekir. Somut başvuruda, başvurucunun beş kez kınanmasına karar verilmiştir. Bu tür yaptırımların kamusal tartışmayı zorlaştırma ve bireyleri caydırma etkisi bulunduğu belirtilmelidir. Kamusal tartışmalara katılan bireylerin hafif bile olsa yaptırıma maruz kalma endişesi taşımaları onlar üzerinde kesintiye uğratıcı bir etki doğurur.

71. Ayrıca, mağdurun belirlenmesinin oldukça güç olduğu bu gibi sınır alanlarında belirli bir toplumsal kesime yönelik düşünce açıklamalarından dolayı o toplumsal kesimde bulunanların tamamının açtıkları davaların kabul edilmesinin de ifade özgürlüğü üzerinde caydırıcı bir etkisi olacaktır. Kişilerin böyle bir etki altında, ileride düşüncelerini açıklamaktan ve yaymaktan imtina etme riski bulunmaktadır.

72. Başvurucunun dava konusu konuşmalarında Anayasa değişikliği referandumunu analiz etmesinin ve değişikliği eleştirmesinin genel olarak kamu yararını ilgilendiren bir mesele olduğunda kuşku yoktur. Ayrıca hükümetlere ve siyasetçilere yöneltilen eleştirinin sınırı da diğer kişilere göre daha fazladır. Bu sebeplerle başvurucunun ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin “başkalarının şöhret ve haklarının” korunması için demokratik bir toplumda gerekli bir müdahale olmadığı kanaatine varılmıştır.

73. Bu sebeplerle başvurucunun Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

Erdal TERCAN bu görüşe katılmamıştır.

 3. 6216 sayılı Kanun’un 50. Maddesinin Uygulanması

74. Başvurucu, hakkında herhangi bir tazminata hükmedilmemiş olmakla birlikte davacıların kendilerini bir vekil ile temsil ettirmeleri nedeniyle vekâlet ücreti, takip masrafı ve faiz ücreti olmak üzere birinci davada 10.910,00 TL’yi, ikinci davada 1.800,00 TL’yi ve üçüncü davada 2.221,00 TL’yi davacılara ödemiştir.

75. Başvurucu, aleyhine açılan davalar nedeniyle ödemek zorunda kaldığı yargılama giderleri ve vekâlet ücretleri toplamı olarak 14.931,00 TL maddi tazminat talep etmiştir. Başvurucu dördüncü ve beşinci davalar yönünden maddi tazminat talebinde bulunmamıştır. Başvurucu her bir dava için 5.000,00 TL olmak üzere toplam 25.000,00 TL manevi tazminatın ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.

76. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, esas inceleme sonunda ihlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedileceği belirtilmiş; ancak yerindelik denetimi yapılamayacağı, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemeyeceği hüküm altına alınmıştır.

77. Başvurucunun ifade özgürlüğüne yönelik başvuru açısından, yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında başvurucuya takdiren net 5.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

78. Başvurucu aleyhine verilen karar nedeniyle başvurucunun davacılara ödediği vekâlet ücreti ve diğer masraflar nedeniyle maddi zarara uğradığı anlaşıldığından başvurucuya net 14.931,00 TL maddi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

79. Başvurucu, vekâlet ücreti ve yargılama giderlerinin tahsilini talep ettiğinden başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen toplam 1.030,50 TL başvuru harcı ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.530,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurucunun,

1. İfade özgürlüğünün ihlal edildiği yönündeki iddialarının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA, OY BİRLİĞİYLE,

2. Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE, Erdal TERCAN’ın karşıoyu ve OY ÇOKLUĞUYLA,

3. Başvurucunun yeniden yargılama yapılması talebinin hukuki yarar bulunmadığından REDDİNE, başvurucuya 5.000,00 TL manevi, 14.931,00 TL maddi olmak üzere toplam net 19.931,000 TL TAZMİNAT ÖDENMESİNE, Erdal TERCAN’ın karşıoyu ve OY ÇOKLUĞUYLA,

B. Başvurucu tarafından yapılan 1.030,50 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.530,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE, OY BİRLİĞİYLE,

C. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına, OY BİRLİĞİYLE,

7/7/2015 tarihinde karar verildi.

 

KARŞI GÖRÜŞ

Başvurucu, Atatürkçü Düşünce Derneği Hatay Şubesi tarafından, 2010 Anayasa değişikliği ile ilgili olarak, 19/9/2010 tarihinde düzenlenen “Türkiye Nereye Gidiyor?” başlıklı panelde Dernek Genel Başkanı sıfatıyla bir konuşma yapmıştır. Yapılan bu konuşmada, referandumda evet oyu kullananlarla ilgili olarak şöyle denilmiştir:

“Çözüm bizlerdedir. Yani sizlerdedir. Yani oylarımızdadır. O oylar bilinçliyse ne ala bilinçli olmayan yani % 42’nin dışında olan oylar bana göre gaflet, delalet ve hıyanet içindedir. Hıyaneti hepimiz biliyoruz. Bizi sömürmek üzere kendi menfaatlerine göre buraya gelmiş olanları ben suçlamam. Onlar kendi ülkeleri için çalışıyorlar. Bizimkilerde kendi ülkeleri için çalışırlarsa o emperyalist güçlerin emrinde iş birlikçi olmazlar.”

Başvurucu tarafından kullanılan bu sözler nedeniyle aleyhine çok sayıda dava açılmış, açılan bu davalarda, ilk derece mahkemeleri başvurucunun kınanmasına karar vermişler, bu kararlar da temyiz üzerine Yargıtay tarafından onanmıştır.

Bölüm Çoğunluğu, kullanılan sözlerin ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiği kanaatine vararak, başvurucu hakkında verilen kınama kararı nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlâl edildiği sonucuna varmıştır.

Anayasa’nın “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” kenar başlıklı 26. maddesinin 1. ve 2. fıkrası şöyledir:

“Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir.

Bu hürriyetlerin kullanılması, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.”

Görüldüğü gibi, herkes kural olarak düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğüne sahiptir. Bu, demokrasi için son derece önemli bir haktır. Özellikle yönetime muhalif olanlar açısından, bu hak daha da önem arz etmektedir. Bununla birlikte ifade özgürlüğü sınırsız bir hak olmayıp, sözkonusu maddenin 2. fıkrasında belirtilen hallerde, somut olay açısından, başkalarının şöhret ve haklarının korunması amacıyla sınırlandırılabilir. Bu sınırlandırma için yine Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen sınırlama ölçütlerine de riayet edilmelidir.

 Başvurucu, konuşma esnasında kullanmış olduğu sözler nedeniyle kanaatimce ifade özgürlüğü ve eleştiri sınırlarını aşarak, % 42 oranındaki referanduma hayır diyenlerin dışındaki diğer kişileri yani % 58 oranındaki evet diyenleri açık bir şekilde, gaflet, dalalet ve ihanetle yani hainlikle itham etmektedir. Bu ifadeler, eleştiri sınırlarının ötesinde hakaret niteliği taşımaktadır. Bu açıdan da muhataplarının kişilik haklarına açıkça saldırıda bulunulmuştur.

İlk derece mahkemeleri ve Yargıtay, davacıların kişilik haklarına yapılan bu saldırı nedeniyle Borçlar Kanunu m. 58,2 gereğince kınama kararı verilmesini uygun görmüştür. Verilen bu karar, Anayasa m. 13 ve 26 açısından değerlendirildiğinde, ölçülü bir yaptırımdır. O nedenle, başvurunun ihlâl olmadığı gerekçesiyle reddedilmesi gerekirdi.

Ayrıca, Bölüm çoğunluğumuz tarafından verilen ihlâl kararına bağlı olarak, başvurucuya 5000 TL manevi tazminat ve aleyhine açılan davalarda ödediği yargılama giderleri miktarınca maddi tazminat ödenmesine karar verilmiştir. Kanaatimce, 6216 sayılı Kanunun 50. maddesinin 2. fıkrası gereğince yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hallerde tazminata hükmedilebilir. Somut başvuruda, ihlâl kararı verilse dahi, başvurucunun hukuki yararı yeniden yargılama ile gerçekleşebilir. Tazminat ödenmesine ihtiyaç olmamalıdır. Başvurucu aleyhine açılan dava sayısının fazlalığı da bu konuda belirleyici bir rol oynamamalıdır. Mahkememiz tarafından somut olaya benzer şekilde ifade özgürlüğü nedeniyle verilen ihlâl kararlarında, daha önceki dava nedeniyle ödenen yargılama giderlerinin maddi tazminat olarak ödenmesine de karar verilmemiştir.

Yukarıda belirtilen nedenlerle, Bölüm çoğunluğu tarafından verilen ihlâl kararına ve ihlâlin sonuçlarının giderilmesi için, maddi tazminat ödenmesi kararına katılmam mümkün olmamıştır.

 

 

 

 

 

Üye

Erdal TERCAN

 

 

 

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim Birinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Esas (İhlal)
Künye
(Tansel Çölaşan [1.B.], B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § …)
   
Başvuru Adı TANSEL ÇÖLAŞAN
Başvuru No 2014/6128
Başvuru Tarihi 6/5/2014
Karar Tarihi 7/7/2015
Birleşen Başvurular 2014/14417, 2014/10098, 2014/10100, 2014/14415
Resmi Gazete Tarihi 14/8/2015 - 29445

II. BAŞVURU KONUSU


Başvuru, bir toplantıda yaptığı konuşmada davacıların kişilik haklarına saldırıda bulunduğu iddiasıyla başvurucu aleyhine açılan davaların sonucunda mahkemelerce “davalının tecavüzünün kınanması”na (kınama) kararı verilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiaları hakkındadır.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
İfade özgürlüğü İfade özgürlüğü - şeref ve itibar dengesi İhlal Maddi tazminat, Manevi tazminat

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 6098 Türk Borçlar Kanunu 49
50
58
  • pdf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi