TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ÇETİN TULGAR BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/3458)
|
|
Karar Tarihi: 8/9/2015
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Yusuf Enes KAYA
|
Başvurucu
|
:
|
Çetin TULGAR
|
Vekili
|
:
|
Av. Müşir DELİDUMAN
|
|
|
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, formül gerekçelerle
tutukluluğun devamına karar verildiği, tutukluluğun makul olmayan bir süredir
devam ettiği, adil bir yargılama yapılmadığı, makul olmayan bir süredir
yargılamanın devam ettiği gerekçeleriyle adil yargılanma ile kişi özgürlüğü ve
güvenliği haklarının ihlal edildiği iddiası hakkındadır.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 13/3/2013 tarihinde
Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruda, Komisyona sunulmasına engel teşkil
edecek bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü
Komisyonunca 27/2/2015 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru formu ve eklerinde
ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
5. Başvurucu, suç işlemek
amacıyla örgüt kurmak ve yönetmek, tefecilik yapmak, tehdit, kişiyi
hürriyetinden yoksun kılma, yağma suçlarını işlediği şüphesiyle 22/12/2008
tarihinde gözaltına alınmış, Mersin 2. Sulh Ceza Mahkemesinin 26/12/2008
tarihli ve 2008/418 Sorgu sayılı kararıyla tutuklanmıştır.
6. Adana Cumhuriyet
Başsavcılığınca düzenlenen iddianameyle başvurucu hakkında suç işlemek amacıyla
örgüt kurma ve yönetme, tefecilik yapma, tehdit, kişiyi hürriyetinden yoksun
kılma ve yağma suçlarından kamu davası açılmıştır.
7. Adana 7. Ağır Ceza
Mahkemesinin 9/11/2012 tarihli ve E.2009/123, K.2012/177 sayılı kararıyla
başvurucunun atılı suçlardan mahkûmiyetine ve hükümle birlikte tutukluluk
hâlinin devamına karar verilmiştir.
8. Başvurucu, 7/3/2014 tarihli
dilekçesiyle tutukluluk durumunun incelenmesi için dosya temyiz aşamasında iken
Yargıtay 6. Ceza Dairesine tahliye talebiyle başvurmuştur. Başvuru formu ve
eklerinden Yargıtay 6. Ceza Dairesince bu talebin reddine karar verildiği
anlaşılmıştır.
9. Başvurucu, 13/3/2014
tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
10. Temyiz üzerine ilk derece
mahkemesi kararı, Yargıtay 6. Ceza Dairesinin 8/5/2014 tarihli ve E.
2013/30950, K.2014/9482 sayılı ilamıyla bozulmuştur. Bozma kararı sonrasında
dosya, Adana 7. Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/243 sayılı esasına kaydedilmiştir.
11. Adana 7. Ağır Ceza
Mahkemesinin 2/6/2014 tarihli ve E.2014/243, K.2014/171 sayılı yetkisizlik
kararı üzerine dava, Mersin 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/282 sayılı esasına
kaydedilmiş olup yargılama hâlen devam etmektedir.
B. İlgili
Hukuk
12. 4/12/2004 tarihli ve 5271
sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. maddesi şöyledir:
“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve
bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında
tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik
tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.
(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı
şüphesini uyandıran somut olgular varsa.
b) Şüpheli veya sanığın davranışları;
1. Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,
2. Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması
girişiminde bulunma,
Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.
(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe
sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk
Ceza Kanununda yer alan;
…
9. Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci
fıkralar hariç, madde 220),
…
(4) Sadece adlî para cezasını gerektiren veya hapis
cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı
verilemez.”
13. 26/9/2004 tarihli ve 5237
sayılı Kanun’un 106. maddesi şöyledir:
“(1) Bir
başkasını, kendisinin veya yakınının hayatına, vücut veya cinsel
dokunulmazlığına yönelik bir saldırı gerçekleştireceğinden bahisle tehdit eden
kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Malvarlığı
itibarıyla büyük bir zarara uğratacağından veya sair bir kötülük edeceğinden
bahisle tehditte ise, mağdurun şikayeti üzerine, altı
aya kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur.
(2) Tehdidin; a) Silahla, b) Kişinin kendisini tanınmayacak
bir hale koyması suretiyle, imzasız mektupla veya özel işaretlerle, c) Birden
fazla kişi tarafından birlikte, d) Var olan veya var sayılan suç örgütlerinin
oluşturdukları korkutucu güçten yararlanılarak, İşlenmesi halinde, fail
hakkında iki yıldan beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. (3) Tehdit
amacıyla kasten öldürme, kasten yaralama veya malvarlığına zarar verme suçunun
işlenmesi halinde, ayrıca bu suçlardan dolayı ceza verilir.”
14. 5237 sayılı Kanun’un 109.
maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Bir kimseyi
hukuka aykırı olarak bir yere gitmek veya bir yerde kalmak hürriyetinden yoksun
bırakan kişiye, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilir.
(2) Kişi, fiili işlemek için veya işlediği sırada cebir,
tehdit veya hile kullanırsa, iki yıldan yedi yıla kadar hapis cezasına
hükmolunur.”
15. 5237 sayılı Kanun’un 149.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1) Yağma suçunun;
a) Silahla,
b) Kişinin kendisini tanınmayacak bir hale koyması
suretiyle,
c) Birden fazla kişi tarafından birlikte,
d) (Değişik: 18/6/2014-6545/64 md.)
Yol kesmek suretiyle ya da konutta, işyerinde veya bunların eklentilerinde,
e) Beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda
bulunan kişiye karşı,
f) Var olan veya var sayılan suç örgütlerinin oluşturdukları
korkutucu güçten yararlanılarak,
g) Suç örgütüne yarar sağlamak maksadıyla,
h) Gece vaktinde, İşlenmesi halinde,
fail hakkında on yıldan onbeş
yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.”
16. 5237 sayılı Kanun’un 220.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“ (1) Kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla
örgüt kuranlar veya yönetenler, örgütün yapısı, sahip bulunduğu üye sayısı ile
araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olması halinde, iki
yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Ancak, örgütün varlığı
için üye sayısının en az üç kişi olması gerekir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
17. Mahkemenin 8/9/2015
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 13/3/2014 tarihli ve 2014/3458
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
18. Başvurucu, delillerin bizzat
savcı tarafından toplanması gerekirken kolluk makamlarınca toplandığını,
tahliye taleplerinin formül gerekçelerle reddedildiğini, tutukluğunun devamı
kararlarında kendisinin ve müdafisinin görüşünün alınmadığını, tutukluluğunun
infaza dönüştüğünü, uzun süredir tutuklu olduğunu, yargılamanın makul olmayan
bir süredir devam ettiğini, savunma yapması için gerekli kolaylıkların
sağlanmadığını, tahkikatın genişletilmesi taleplerinin dikkate alınmadığını,
iddia makamı ve kolluğun isnatlarına dayalı olarak hüküm kurulduğunu belirterek
kişi özgürlüğü ve güvenliği, adil yargılanma ve etkili başvuru haklarının ihlal
edildiğini ileri sürmüş ve tahliye talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Kişi Özgürlüğü ve Güvenliği Hakkının
İhlal Edildiği İddiası
19. 30/3/2011 tarihli ve 6216
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru usulü” kenar başlıklı
47. maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği
tarihten; başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren
otuz gün içinde yapılması gerekir. …”.
20. Başvurucu, tutukluluğun
devamına dair kararlarda somut bulguların yer almadığını, tahliye taleplerinin
formül gerekçelerle reddedildiğini, tutukluluğunun devamı kararlarında
kendisinin ve müdafisinin görüşünün alınmadığını, uzun süredir tutuklu olduğunu
belirterek kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
21. Devam eden tutukluluğun
hukuka aykırı olduğu iddiasıyla yapılan bireysel başvurularda şikâyetlerin
temel amacı, tutukluluğun hukuka aykırı olduğunun ya da devamını haklı kılan
sebep veya sebeplerin bulunmadığının tespitidir. Bu tespit yapıldığı takdirde
buna bağlı olarak ilgilinin tutukluluk hâlinin devamına gerekçe olarak
gösterilen hukuki sebeplerin varlığı sona erecek ve böylece kişinin serbest
kalmasının yolu açılabilecektir. Dolayısıyla belirtilen nedenlerle ve serbest
bırakılmayı temin edebilecek bir karar alma amacıyla yapılacak bireysel
başvuruların, olağan kanun yolları tüketilmek şartıyla, tutukluluk hâli devam
ettiği sürece yapılabilmesi mümkündür (Korcan Pulatsü, B.No: 2012/726, 2/7/2013, § 30).
22. Ancak başvurucu hakkında ilk
derece mahkemesinde mahkûmiyet kararı verilmiş ise, bireysel başvuru açısından
talep hukuka aykırılığın tespiti ve tazminatla sınırlı kalacaktır. Dolayısıyla
bu tür ihlal iddiaları bakımından varsa başvuru yolları denendikten sonra
bireysel başvuru yapılmalıdır (Korcan Pulatsü, § 31).
23. Kişi serbest bırakılmadan
yargılandığı davada ilk derece mahkemesinin kararıyla mahkûm olmuşsa mahkûmiyet
tarihi itibarıyla tutukluluk hâli sona erer. Çünkü bu durumda kişinin hukuki
durumu “bir suç isnadına bağlı olarak
tutuklu” olma kapsamından çıkmaktadır. Bireysel başvuru incelemesi
açısından, tutuklamanın şartları ile mahkûmiyete hükmedilmesi arasındaki esaslı
fark bunu gerektirir. Zira mahkûmiyete karar verilmiş olmakla, isnat olunan
suçun işlendiği, bundan failin sorumlu olduğunun sübuta erdiği kabul edilmekte
ve bu nedenle sanık hakkında hürriyeti bağlayıcı cezaya ve/veya para cezasına
hükmedilmektedir. Mahkûmiyetle birlikte kişinin kuvvetli suç şüphesi ve bir
tutuklama nedenine bağlı olarak tutukluluk hâli sona ermektedir. Bu açıdan
mahkûmiyet kararının kesinleşmiş olması ayrıca gerekmez. Nitekim Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi (AİHM) ve Yargıtay, mahkûmiyet kararı sonrası tutulma hâlini
tutukluluk olarak nitelendirmemektedir. AİHM, ilk derece mahkemesi kararıyla
mahkûm olan bir sanığın, söz konusu mahkûmiyet kararından sonraki tutulmasını
Sözleşme’nin 5. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi hükmü uyarınca “mahkûmiyet sonrası tutma” olarak
değerlendirmekte ve tutukluluk süresinin hesabında dikkate almamaktadır (Korcan Pulatsü, § 33).
24. “Bir suç
isnadına bağlı olarak” tutuklulukta geçen sürenin başlangıcı, başvurucunun ilk kez
yakalanıp gözaltına alındığı durumlarda bu tarih, doğrudan tutuklandığı
durumlarda ise tutuklama tarihidir. Sürenin sonu ise kural olarak kişinin
serbest bırakıldığı ya da ilk derece mahkemesince hükmün verildiği tarihtir (Murat Narman, B. No: 2012/1137, 2/7/2013,
§ 66). Belirtilen tarihler arasında geçen süre esas alınarak “bir suç isnadına bağlı olarak”
tutuklulukta geçen sürenin makul olup olmadığı değerlendirmesi yapılacaktır.
25. Bu kapsamda “bir suç isnadına bağlı olarak tutuklu olma”
durumunda, tutukluluk süresinin makul olmadığı iddiasıyla yapılacak bireysel
başvurunun ilk derece yargılaması devam ederken tutukluluğun devamına karar
verilen her aşamada başvuru yolları tüketildikten sonra ve serbest bırakılma
dışında, nihayet bu durumun ortadan kalktığı mahkûmiyet kararından itibaren
süresi içinde yapılması gerekir. AİHM de, mahkûmiyet
kararından itibaren altı ay içerisinde yapılmayan “bir suç isnadına bağlı” tutma kapsamındaki başvurunun
süresinde olmadığını belirtmiştir (Atalay
Öztürk/Türkiye (k.k.), B. No: 54890/09,
7/1/2014, §§ 37-41).
26. Somut olayda başvurucu,
isnat edilen suçlar nedeniyle 26/12/2008 tarihinde tutuklanmış ve Adana 7. Ağır
Ceza Mahkemesinin 9/11/2012 tarihli kararıyla başvurucunun, üzerine atılı suçlardan
hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hükümle birlikte tutukluluk hâlinin
devamına karar verilmiştir. Söz konusu karar başvurucuya tefhim edilmiştir.
27. Başvurucunun, isnat edilen
suçlarla ilgili yargılama kapsamında ilk derece mahkemesince mahkûmiyet
kararının verildiği tarihe kadar geçen sürede “bir
suç isnadına bağlı olarak” özgürlüğünden yoksun bırakıldığı,
mahkûmiyet kararından sonra geçen sürenin “mahkûmiyet
sonrası tutma” kapsamında olduğu anlaşılmaktadır.
28. Hükümle birlikte verilen
tutukluluk hâlinin devamı kararına itiraz edildiğine ilişkin başvurucu
tarafından herhangi bir bilgi ve belge sunulmadığı tespit edilmiştir. Bu
belirlemeler karşısında, “bir suç isnadına
bağlı olarak” tutuklulukla ilgili şikâyetleri içeren bireysel
başvuruda, ilk derece mahkemesinin nihai kararını verdiği 9/11/2012 tarihinden
itibaren otuz gün içinde başvuru yapılması gerekirken 13/3/2014 tarihinde
başvuru yapılması nedeniyle süre aşımı olduğu sonucuna varılmıştır. Bu noktada
başvurucunun 7/3/2014 tarihli dilekçesiyle Yargıtay 6. Ceza Dairesine yaptığı
tahliye talebinin başvuru süresi üzerinde bir etkisi olmayacaktır.
29. Açıklanan nedenlerle,
başvuru yollarının tüketildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılmayan
bireysel başvurunun bu kısmının “süre aşımı”
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası
i. Yargılamanın Sonucu İtibarıyla Adil Olmadığı İddiası
30. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel
başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal
için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel
başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
31. Anılan
hükümler uyarınca bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek
için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması gerekir. Temel hak ve
özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının anayasal ödevi olup, bu ödevin
ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi idari ve
yargısal makamların görevidir. Temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği
iddialarının öncelikle derece mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar
tarafından değerlendirilmesi ve bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet
Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 16).
32. Bu nedenle
Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin derece
mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir
kanun yoludur. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun
yollarının tüketilmesi zorunludur. Bu ilke uyarınca, başvurucunun Anayasa
Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve
yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi
ve kanıtlarını zamanında bu makamlara sunması ve aynı zamanda bu süreçte dava
ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir (Ayşe Zıraman ve Cennet
Yeşilyurt, § 17).
33. Başvurucu delillerin bizzat savcı
tarafından toplanması gerekirken kolluk makamlarınca toplandığını, savunma
yapması için gerekli kolaylıkların sağlanmadığını, tahkikatın genişletilmesi
taleplerinin dikkate alınmadığını, iddia makamı ve kolluğun isnatlarına
üstünlük tanınarak hüküm kurulduğunu belirterek adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
34. Somut
olayda başvurucu hakkındaki dosya, Mersin 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/282 sayılı esas
numarasına kaydedilmiş olup yargılama hâlen devam etmektedir. Dolayısıyla bu
şikâyet bakımından olağan kanun yolları tüketilmemiştir.
35. Açıklanan
nedenlerle, kanunda öngörülmüş yargısal başvuru yollarının tamamı tüketilmeden
bireysel başvuru yapıldığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının “başvuru yollarının tüketilmemiş olması”
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası
36. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda,
başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği şikâyetinin açıkça
dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan bu şikâyetin kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
37. Başvurucu suç işlemek amacıyla örgüt kurma, tefecilik
yapma, yağma, kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma ve tehdit suçlarından
hakkında açılan kamu davasında makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek,
adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
38. Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme)
ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18) Sözleşme metni
ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarından ortaya çıkan ve adil
yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36.
maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa
Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok
kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında
yorumlamak suretiyle, Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM
içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara,
Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını
oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle
ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten
Anayasa’nın 141. maddesinin de Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul
sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması
gerektiği açıktır (Güher Ergun ve diğerleri,
B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38-39).
39. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu,
tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun
davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir
davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması
gereken kriterlerdir (Güher Ergun ve
diğerleri, §§ 41–45).
40. Anayasa’nın 36. ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca
kişilere, cezai alanda yöneltilen suçlamaların da (suç isnadı) makul sürede
karara bağlanmasını isteme hakkı tanınmıştır. İsnat olunan fiil, ceza
kanunlarında suç olarak nitelendirilmiş ve yargılama aşamasında ceza hukukunun
kuralları uygulanmış ise ayrıca bir uygulanabilirlik incelemesi yapılmaksızın
kendiliğinden adil yargılanma hakkının kapsamına girer (B.E.,B. No: 2013/625, 9/1/2014, §
31). Başvuru konusu olayda, başvurucu hakkında, suç işlemek amacıyla örgüt
kurma, tefecilik yapma, yağma, kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma ve tehdit
suçlarını işlediği iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır. Başvurucuya isnat
olunan suçlar, 5237 sayılı Kanun’un 220. maddesinin (1) numaralı fıkrasında,
106. maddesinin (2) numaralı fıkrasının (d) bendinde, 109. maddesinin (2)
numaralı fıkrasında, 149. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a), (c), (f),
(g), (h) bentlerinde hapis cezasını gerektirir şekilde tanımlanmıştır. Bu
çerçevede başvurucu hakkındaki suç isnadına dayalı yargılamanın Anayasa’nın 36.
maddesinin güvence kapsamına girdiği konusunda kuşku bulunmamaktadır (B.E.,§ 32).
41. Ceza muhakemesinde yargılama süresinin makul olup
olmadığı değerlendirilirken sürenin başlangıcı, bir kişiye suç işlediği iddiasının
yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya isnattan ilk olarak etkilendiği
arama ve gözaltı gibi birtakım tedbirlerin uygulanması anıdır. Somut başvuru
açısından bu tarih, başvurucunun göz altına alındığı 22/12/2008 tarihidir.
42. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde, Adana
Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında, 22/12/2008
tarihinde gözaltına alınarak 26/12/2008 tarihinde tutuklanan başvurucu
hakkında, Başsavcılığın 26/5/2009 tarihli iddianamesi ile suç işlemek amacıyla
örgüt kurma, tefecilik yapma, yağma, kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma ve
tehdit suçlarını işlediği iddiasıyla kamu davası açıldığı, Adana 7. Ağır Ceza
Mahkemesince, başvurucunun savunmasının alındığı, müştekilerin dinlendiği,
toplanan deliller değerlendirilerek 9/11/2012 tarihli karar ile hapis ve adli
para cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği, başvurucunun temyizi
üzerine Yargıtay 6. Ceza Dairesinin 8/5/2014 tarihli ilamıyla hükmün
bozulmasına karar verildiği belirlenmiştir. Bozma kararı sonrası dosya, Adana
7. Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/243 sayılı esasına kaydedilmiştir. Adana 7. Ağır
Ceza Mahkemesinin yetkisizlik kararı üzerine dosya, Mersin 1. Ağır Ceza
Mahkemesinin 2014/282 sayılı esasına kaydedilmiş olup yargılama hâlen devam etmektedir.
43. 5271 sayılı Kanun’un öngördüğü yargılama usullerine tabi
mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki
iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi
tarafından makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde kararlar
verilmiştir (B.E.,§§
23-41; Ersin Ceyhan, B. No:
2013/695, 9/1/2014, §§ 24-40).
44. Başvuruya konu davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken
usul işlemlerinin niteliği başvuruya konu yargılamanın karmaşık olduğunu ortaya
koymakla birlikte, davaya bütün olarak bakıldığında, somut başvuru açısından
farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve yaklaşık yedi
yıldır devam eden söz konusu yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin
olduğu sonucuna varılmıştır.
45. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun Anayasanın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
46. 6216 sayılı Kanun’un 50.
maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas
inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine
karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit
edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını
ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye
gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde
başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması
yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
45. Başvuruda, Anayasa’nın 36.
maddesinin ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
46. Başvurucu, herhangi bir tazminat
talebinde bulunmamıştır.
47. Başvurucu tarafından yapılan ve
dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet
ücretinden oluşan toplam 1.706,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine
karar verilmesi gerekir.
48. Kararın bir örneğinin ilgili
mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. Kişi özgürlüğü ve güvenliği
hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının “süre
aşımı” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığı yönündeki
iddiasının “başvuru yollarının tüketilmemesi”
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki
iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
4. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
B. Başvurucu tarafından yapılan 206,10 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.706,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
C. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
D. Kararın bir örneğinin Mersin 1. Ağır Ceza Mahkemesine
gönderilmesine,
8/9/2015 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.