TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
HÜSEYİN YILMAZ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2014/3718)
Karar Tarihi: 9/5/2018
Başkan
:
Engin YILDIRIM
Üyeler
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
Celal Mümtaz AKINCI
Muammer TOPAL
M. Emin KUZ
Raportör
Murat ŞEN
Başvurucu
Hüseyin YILMAZ
Vekili
Av. Mehdi ÖZDEMİR
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, ağır kalp rahatsızlığı olmasına rağmen ceza infaz kurumu koşullarında tutulmanın işkence ve kötü muamele yasağını; tutukluluğun devamına dair kararlarda somut bulguların yer almamasının, bu kararların gerekçesiz ve şablon şeklinde olmasıyla tutukluluk süresi ile yargılama süresinin makul olmamasının kişi hürriyeti ve güvenliği ile makul sürede yargılanma haklarını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 7/3/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu, başvuru tarihinde Diyarbakır D Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) tutuklu olarak bulunmaktadır.
8. Başvurucu; devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma, 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet, iş ve çalışma hürriyetini engelleme, eğitim ve öğretimi engelleme suçlarına azmettirme suçlarından hakkında yürütülen soruşturma kapsamında 14/4/2009 tarihinde gözaltına alınmış ve 18/4/2009tarihinde tutuklanmıştır.
9. Soruşturma sonucunda Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı (CMK 250. madde ile görevli) 9/6/2010 tarihli iddianameyle başvurucunun anılan suçlardan cezalandırılması için Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinde (CMK 250. madde ile görevli) kamu davası açmıştır.
10. Açılan kamu davasındabaşvurucu ile birlikte 103'ü tutuklu, toplam 151 sanığın yargılanmasına başlanmıştır. Mahkeme tensip zaptında duruşmaların güvenliği için gereken güvenlik görevlisi sayısı, dosyasının niteliği itibarıyla katılacak avukat sayısı ve seyirciler gözetildiğinde adliyedeki duruşma salonlarının yetersiz kalacağını belirtmiştir. Bu nedenle Mahkeme; Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığından bir duruşma salonunun hazırlanmasını, hazırlanacak duruşma salonunda sesli ve görüntülü kayıt sisteminin kurulmasını, buna yönelik fiziki, teknik ve personel ihtiyacının karşılanmasını istemiştir.
11. Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi ilk duruşmayı 18/10/2010 tarihinde gerçekleştirmiştir. Mahkeme 7/3/2014 tarihine kadar toplam altmış üç duruşma yapmıştır. Duruşmaların uzamasında sanıkların ana dilde savunma yapmak istemeleri ve Mahkemenin sanıkların Türkçe bildiği gerekçesiyle bu talepleri reddetmesi önemli bir rol oynamıştır.Ayrıca iki defa hâkimin reddi talep edilmiştir. Mahkeme, yargılamayı uzatmaya yönelik olduğu kanaatiyle bu talepleri reddetmiştir. Karara yapılan itiraz da yetkili mahkeme tarafından reddedilmiştir.
12. Mahkeme 7/3/2014 tarihli duruşmada, 6/3/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun'la yapılan değişiklik üzerine 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun geçici 14. maddesi ve 7/10/2014 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun'un 12. maddesi gereğince dosyanın görevli ve yetkili Diyarbakır 2. Ağır Ceza Mahkemesine devrine karar vermiştir.
13. Başvurucunun yargılanmasına ilişkin anılan süreç içinde bireysel başvuruya konu edilen karar, Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinin 3/2/2014 tarihli, başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına ilişkin karardır. Anılan karara yapılan itiraz Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 18/2/2014 tarihli kararı ile reddedilmiştir.
14. Başvurucunun yargılamasına devam eden Diyarbakır 2. Ağır Ceza Mahkemesi 12/4/2014 tarihli kararıyla başvurucuyu serbest bırakmıştır.
15. Devam eden yargılama sonunda Mahkeme 27/3/2017 tarihli kararı ile başvurucunun terör örgütü yöneticiliği suçundan 21 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına, diğer suçlar açısından ise beraat, düşme ve kovuşturmanın ertelenmesine karar vermiştir. Başvurucu karara karşı istinaf yoluna başvurmuş olup inceleme sonuçlanmamıştır.
16. Başvuru dosyasına sunulan belgelerde ve UYAP üzerinde yapılan incelemedebaşvurucunun tutukluluğa itiraz gerekçeleri belirlenememiştir. Bununla birlikte, bireysel başvuru formunda, başvurucu ciddi sağlık sorunları yaşadığından tutukluluğunun devam etmesinin hayati risk oluşturduğu ileri sürülmüştür. Bu bağlamda başvurucu, ileri sürdüğü sağlık sorunlarına ilişkin bazı tıbbi belgeleri başvuru dosyasına eklemiştir.
17. Sunulan belgeler arasında bulunan Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesinin 27/10/2005 tarihli ve 27514 sayılı raporuna göre başvurucu, aterosklerotik kalp hastası olup ömür boyu ilaç ve diyet tedavisi görmelidir.
18. Başvurucu 18/4/2009 tarihinde tutuklandıktan sonra anılan raporda belirtilen rahatsızlığı nedeniyle Ceza İnfaz Kurumu Hekimliğine başvurmuştur. Bunun üzerine başvurucu 8/5/2009 tarihinde kardiyoloji polikliniğine sevk edilmiştir.
19. Diyarbakır Devlet Hastanesine götürülen başvurucuya kalp rahatsızlığına ilişkin olarak birçok test yapılmıştır. Bu testlerden sonra başvurucu yaklaşık bir ay sonra tekrar hastaneye sevk edilmiştir. Diyarbakır Devlet Hastanesinin 8/7/2009 tarihli ve 1730137/6309 sayılı sağlık kurulu raporunda başvurucunun koroner arter hastalığı olduğu tespit edilmiştir. Bunun dışında raporda başvurucunun rahatsızlığının ceza infaz kurumu şartlarında tedavi edilip edilemeyeceğine yönelik herhangi bir tespit yapılmamıştır.
20. Başvurucu anılan ilk muayenelerden sonra tutukluluk sürecinde rahatsızlığı sebebiyle birçok kez hastaneye sevk edilmiş, anjiyo yapılmış ve ilaç tedavisine devam edilmiştir. Sunulan belgelerden bu süreç içinde başvurucunun Ceza İnfaz Kurumundan ve Cumhuriyet Başsavcılığından iki ayrı talebi tespit edilmiştir. Ceza İnfaz Kurumuna yazdığı 1/11/2012 tarihli dilekçede başvurucu, tedavi sürecinde kullandığı ilaçların muayeneyi yapan doktora gösterilerek yeni tavsiyelerinin sorulmasını talep etmiştir. Aynı gün içinde başvurucuya cevap verilmiş ve ek ilaç tavsiyesinde bulunulmuştur.
21. Başvurucunun Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına hitaben yazdığı 5/3/2013 tarihli dilekçede ise ceza infaz kurumu şartlarında kalmasının, ciddi sağlık sorunlarının tedavisine imkân vermediğini belirtmiş; bu nedenle infaz ertelenerek tutuksuz yargılanmayı talep etmiştir. Dosya kapsamında, talebe cevap verilip verilmediğine, cevap verildiyse başvurucunun buna ilişkin herhangi bir itirazda bulunup bulunmadığına dair herhangi bir bilgi ve belgeye rastlanmamıştır.
22. Öte yandan başvurucu aynı rahatsızlığı nedeniyle 25/11/2013 tarihinde Dicle Üniversitesi Hastanesine yatırılmıştır. Hastanenin Kalp Damar Cerrahisi Yoğun Bakım Çıkış Özeti'ne göre kırk iki gün süre ile hastanede kalan başvurucu 6/1/2014 tarihinde şifa ile taburcu edilmiştir. Bu süreçte başvurucu 27/11/2013 tarihinde koroner arter by-pass ameliyatı olmuştur.
23. Başvurucu anılan belgeler dışında birçok diyet listesi sunmuştur. Ancak başvurucu bu diyet listelerinin uygulanmaması nedeniyle Ceza İnfaz Kurumu idaresinden herhangi bir talepte bulunup bulunmadığına veya diyetlerin uygulanmamasından dolayı yetkili infaz hâkimliğine şikâyetçi olup olmadığına dair herhangi bir bilgi ve belge sunmamıştır.
24. Başvurucu 7/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
25. 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un “Tutukluların yükümlülükleri” kenar başlıklı 116. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Bu Kanunun; … hastalık nedeniyle nakil,… muayene ve tedavi istekleri,… muayene ve tedavileri,… sağlık denetimi, hastaneye sevk, infazı engelleyecek hastalık hâli, …konularında 9, 16, 21, 22, 26 ilâ 28, 34 ilâ 53, 55 ilâ 62, 66 ilâ 76 ve 78 ila 88 inci maddelerinde düzenlenmiş hükümlerin tutukluluk hâliyle uzlaşır nitelikte olanları tutuklular hakkında da uygulanabilir.”
26. 5275 sayılı Kanun’un 16. maddesinin (1), (2), (3) ve (6) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Akıl hastalığına tutulan hükümlünün cezasının infazı geriye bırakılır ve hükümlü, iyileşinceye kadar Türk Ceza Kanununun 57 nci maddesinde belirtilen sağlık kurumunda koruma ve tedavi altına alınır. Sağlık kurumunda geçen süreler cezaevinde geçmiş sayılır.
(2) Diğer hastalıklarda cezanın infazına, resmî sağlık kuruluşlarının mahkûmlara ayrılan bölümlerinde devam olunur. Ancak bu durumda bile hapis cezasının infazı, mahkûmun hayatı için kesin bir tehlike teşkil ediyorsa mahkûmun cezasının infazı iyileşinceye kadar geri bırakılır.
(3) Yukarıdaki fıkralarda belirtilen geri bırakma kararı, Adlî Tıp Kurumunca düzenlenen ya da Adalet Bakanlığınca belirlenen tam teşekküllü hastanelerin sağlık kurullarınca düzenlenip Adlî Tıp Kurumunca onaylanan rapor üzerine, infazın yapıldığı yer Cumhuriyet Başsavcılığınca verilir. Geri bırakma kararı, mahkûmun tâbi olacağı yükümlülükler belirtilmek suretiyle kendisine ve yasal temsilcisine tebliğ edilir. Mahkûmun geri bırakma süresi içinde bulunacağı yer, kendisi veya yasal temsilcisi tarafından ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilir. Mahkûmun sağlık durumu, geri bırakma kararını veren Cumhuriyet Başsavcılığınca veya onun istemi üzerine, bulunduğu veya tedavisinin yapıldığı yer Cumhuriyet Başsavcılığınca, sağlık raporunda belirtilen sürelere, bir süre bulunmadığı takdirdebirer yıllık dönemlere göre bu fıkrada yazılı usule uygun olarak incelettirilir. İnceleme sonuçlarına göre geri bırakma kararını veren Cumhuriyet Başsavcılığınca, geri bırakmanın devam edip etmeyeceğine karar verilir. Geri bırakma kararını veren Cumhuriyet Başsavcılığının istemi üzerine, mahkûmun izlenmesine yönelik tedbirler, bildirimin yapıldığı yerde bulunan kolluk makam ve memurlarınca yerine getirilir. Bu fıkrada yazılı yükümlülüklere aykırı hareket edilmesi hâlinde geri bırakma kararı, kararı veren Cumhuriyet Başsavcılığınca kaldırılır. Bu karara karşı infaz hâkimliğine başvurulabilir.
…
(6) (Ek fıkra: 24/01/2013-6411 S.K./3. mad) Maruz kaldığı ağır bir hastalık veya sakatlık nedeniyle ceza infaz kurumu koşullarında hayatını yalnız idame ettiremeyen ve toplum güvenliği bakımından tehlike oluşturmayacağı değerlendirilen mahkûmun cezasının infazı üçüncü fıkrada belirlenen usule göre iyileşinceye kadar geri bırakılabilir.”
27. 5275 sayılı Kanun’un ilgili maddeleri şunlardır:
“Hastalık nedeniyle nakil
Madde 57- (1) Hastaneye sevki zorunlu görülen hükümlü, bulunduğu yere en yakın tam teşekküllü Devlet veya üniversite hastanesinin hükümlü koğuşuna yatırılır.
(2) Bu hastanelere gönderilen hükümlülerin başka yerlerdeki hastanelere sevki, sağlık kurulu raporuyla, acil ve yaşamsal tehlikesi bulunması hâlinde, varsa biri hastalığın uzmanı olmak üzere iki uzman hekim tarafından verilip, başhekim tarafından onaylanan ve hastalığın sebebi, tedavinin hangi sebeple bulunduğu hastanede gerçekleştirilemediği, hastaya nerede ve ne tür bir tedavi gerektiğini açıkça belirten bir raporla mümkündür. Bu durumda da en yakın ve hükümlü koğuşu bulunan Devlet veya üniversite hastaneleri tercih edilir.
(3) Hükümlünün bu hastanelerde kontrol ve tedavisinin devam edip etmeyeceğinin sağlık kurulu raporuyla belgelendirilmesi gerekir; aksi hâlde hükümlü ait olduğu kuruma iade edilir.
(4) Hükümlü, acil hâller dışında özel sağlık kuruluşlarında tedavi edilemez. Acil hâllerin varlığı hâlinde Adalet Bakanlığına bilgi verilir.
(5) Hükümlü, sağlık nedenleriyle bulunduğu kurumda kalmasının uygun olmadığı, kurum hekiminin önerisi ve en üst amirinin isteği üzerine alınacak sağlık kurulu raporuyla belirlendiği takdirde, başka kurumlara nakledilebilir.
Hükümlünün muayene ve tedavi istekleri
Madde 71- (1) Hükümlü, beden ve ruh sağlığının korunması, hastalıklarının tanısı için muayene ve tedavi olanaklarından, tıbbî araçlardan yararlanma hakkına sahiptir. Bunun için hükümlü öncelikle kurum revirinde, mümkün olmaması hâlinde Devlet veya üniversite hastanelerinin mahkûm koğuşlarında tedavi ettirilir.
Hükümlünün muayene ve tedavisi
Madde 78- (1) Kurumun sağlık koşullarının düzenlenmesi, hükümlünün acil veya olağan muayene ve tedavisi kurumun hekimi tarafından yapılır. Genel veya hastalık nedeniyle yapılan tüm muayene ve tedavi sonuçları, sağlık izleme kartına işlenir ve dosyasında saklanır.
(2) Sağlık Bakanlığı ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile üniversitelerin sağlık kuruluşları, hükümlülerin tedavileri bakımından gerekli yardımları yapmakla görevlidirler.
Hastaneye sevk
Madde 80- (1) Hükümlünün sağlık nedeniyle hastaneye sevkine gerek duyulduğunda durum, kurum hekimi tarafından derhâl bir raporla ceza infaz kurumu yönetimine bildirilir.
İnfazı engelleyecek hastalık hâli
Madde 81- (1) Kurum hekimi veya görevli hekim tarafından yapılan muayene ve incelemeler sonucunda hükümlünün cezasını yerine getirmesine engel olabilecek hastalığı saptanırsa durum, kurum yönetimine bildirilir.”
28. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tutuklama kararı" kenar başlıklı 101. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir.
(2) (Değişik: 2/7/2012-6352/97 md.) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;
a) Kuvvetli suç şüphesini,
b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,
c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,
gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir."
29. 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:
"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;
a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,
...
d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,
Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler."
30. 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı 142. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
"(1) Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.
(2) İstem, zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa, en yakın yer ağır ceza mahkemesinde karara bağlanır."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
31. Mahkemenin 9/5/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. İşkence ve Kötü Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
32. Başvurucu; tutuklu olarak yargılanmakta olduğunu, mevcut kalp rahatsızlığının Ceza İnfaz Kurumu koşulları nedeniyle arttığını, 2013 yılında kalp ameliyatı olduğunu, gerekli tedavinin ve diyet listesinin uygulanamamasından dolayı ölüme mahkûm edildiğini, ayrıca doktor ve sağlık personelinin ameliyat sonrasında hastane odasına alınmayarak tedavisine engel olunduğunu belirterek Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
33. Başvurucunun doktor ve hastane personelinin ameliyat sonrasında odaya alınmamasına ilişkin iddiaları 2014/14290 başvuru numaralı dosya kapsamında Anayasa Mahkemesince incelenmiştir. Bu kapsamda Anayasa Mahkemesi Birinci Bölüm Birinci Komisyonu 20/4/2017 tarihli kararı ile başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar vermiştir. Bu nedenle anılan iddialar tekrar incelenmemiştir.
34. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olması, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında da kimseye “işkence” ve “eziyet” yapılamayacağı, kimsenin “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 80).
35. Anayasa’nın 17. maddesi ayrıca devlete kişilerin işkence ve eziyete ya da insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir ceza veya muameleye -bu muameleler üçüncü kişiler tarafından yapılmış olsa dahi- maruz bırakılmalarını engelleyecek tedbirler alma ödevini yüklemektedir. Dolayısıyla yetkililerin bildikleri ya da bilmeleri gerektiği bir kötü muamele tehlikesinin gerçekleşmesini engellemek için makul tedbirleri almamaları durumunda devletin 17. maddenin üçüncü fıkrası anlamında sorumluluğu ortaya çıkabilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 82).
36. Hükümlü veya tutuklular, Anayasa’nın 19. maddesi kapsamında hukuka uygun olarak kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkından mahrum bırakılabilirken (İbrahim Uysal, B. No: 2014/1711, 23/7/2014, §§ 29-33) genel olarak Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) ortak koruma alanı kapsamında bulunan diğer hak ve özgürlüklere sahiptirler. Bununla birlikte ceza infaz kurumunda tutulmanın kaçınılmaz sonucu olarak suçun önlenmesi ve disiplinin sağlanması gibi ceza infaz kurumunda güvenliğin sağlanmasına yönelik kabul edilebilir makul gerekliliklerin olması durumunda hükümlü veya tutukluların sahip olduğu haklar sınırlanabilir (Turan Günana, B. No: 2013/3550, 19/11/2014, § 35).
37. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasındaki “Kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.” şeklindeki kural, hükümlü ve tutuklulara yönelik uygulamalar için de geçerlidir. Bu husus 5275 sayılı Kanun'un "İnfazda temel ilke" başlıklı 2. maddesinin (2) numaralı fıkrasında "Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazında zalimane, insanlık dışı, aşağılayıcı ve onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz." ve yine Kanun'un 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinde "Hürriyeti bağlayıcı cezanın zorunlu kıldığı hürriyetten yoksunluk, insan onuruna saygının korunmasını sağlayan maddi ve manevi koşullar altında çektirilir." şeklinde düzenleme ile açıkça ifade edilmiştir. Dolayısıyla tutuklamaya veya hapis cezasına mahkûmiyete ilişkin bir kararın yerine getirilmesi için sağlanacak şartlar, insan onuruna saygıyı koruyacak nitelikte olmalıdır (Turan Günana, § 36).
38. Ceza infaz kurumlarında tutulan kişilerin maruz kaldığı maddi koşulların Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamına girebilmesi için asgari bir eşiğe ulaşmış olması gerekir. Belirtilen asgari eşiğe ilişkin değerlendirme; tutma koşulları ile ilgili tüm veriler, özellikle de muamelenin süresi, fiziksel ya da ruhsal etkileri, bazen de mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu dikkate alınarak yapılmalıdır (K. A. [GK], B. No: 2014/13044, 11/11/2015, § 93; Rıda Boudraa, B. No: 2013/9673, 21/1/2015, § 60).
39. Anayasa’nın 17. maddesi, ceza infaz kurumunda tutulan bir hükümlü veya tutuklunun içinde bulunduğu şartların insan onuruna yakışır bir şekilde olmasını da koruma altına almaktadır. İnfazın yöntemi ve infaz sürecindeki davranışların mahkûmları özgürlükten mahrum kalmanın doğal sonucu olan kaçınılmaz elem seviyesinden daha fazla sıkıntılı veya eziyetli bir duruma sokmaması gerekir. Ceza infaz kurumunda tutulmanın pratik gerekleri çerçevesinde mahkûmların sağlık ve esenlikleri gibi hususların yeterli bir şekilde güvence altına alınması ve gerekli tıbbi yardımın sağlanması da insan onuruna yakışır koşulların sağlanması için gereklidir (Turan Günana, § 39). Bu çerçevede hasta bir kişinin uygun olmayan fiziki ve tıbbi koşullarda tutulması da Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasına aykırı bir muamele olarak kabul edilebilir (Murat Karabulut, B. No: 2013/2754, 18/2/2016, § 65).
40. Öte yandan Anayasa'nın tutuklu bir kimsenin sağlık gerekçesiyle serbest bırakılması için hiçbir "genel zorunluluk" getirmediğini ancak doğal olarak ortaya çıkan fiziksel ya da ruhsal rahatsızlıklardan kaynaklanan acının yetkililerin sorumlu tutulabileceği tutukluluk koşullarından dolayı artması ya da artma riski bulunması hâlinde bu durumun Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamına girebileceğini belirtmek gerekir (Fatih Hilmioğlu, § 66).
41. Özgürlüğünden yoksun bırakılmakta olan kişilerin, hasta olmaları durumunda devletin kontrolü altında tuttuğu bu kişilere gerekli tıbbi yardımı sağlama yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu yükümlülüğün hiç veya gerektiği gibi yerine getirilmemesi sonucunda kişinin yaşamı veya vücut bütünlüğü bakımından tehlike arz eden acil bir duruma, ağır veya uzun süreli acı çekmesine sebebiyet verilmiş olması ya da belirtilen sonuçlar ortaya çıkmamakla birlikte, kişinin tıbbi yardımdan mahrum kalmış olması nedenleriyle yaşadığı stres, huzursuzluk veya aşağılanma hissinin -olayın kendine has koşulları çerçevesinde- insan haysiyeti ile bağdaşmayan muamele düzeyine ulaşacak ciddiyette olması hâlinde Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiği kabul edilebilir. Bu kapsamdaki değerlendirmede kişinin özgürlüğünden yoksun bırakılmasına bağlı dezavantajlı konumunun da dikkate alınması gerekir (Hayati Kaytan, B. No: 2014/19527, 16/11/2016, § 44).
42. Somut olayda başvurucu 14/4/2009 tarihinde gözaltına alınmış ve 18/4/2009tarihinde tutuklanmıştır. Ceza İnfaz Kurumunda tutulmaya başlandıktan sonra 6/5/2009 tarihinde başvurucu, önceki kalp rahatsızlığı nedeniyle kardiyoloji polikliniğine sevk edilmiştir. Bu muayeneden sonra başvurucuya ilaç tedavisi uygulanmıştır. Bu bağlamda Diyarbakır Devlet Hastanesi tarafından sağlık kurulu raporu verilmiştir. Rapor başvurucunun ceza infaz kurumunda tutulmasına engel olabilecek şekilde bir rahatsızlıktan bahsetmemektedir (bkz. §§ 17-19).
43. Öte yandan rahatsızlığının ilerlemesi nedeniyle başvurucu kırk iki gün süre ile Hastanede Yoğun Bakım Ünitesinde kalmıştır.27/11/2013 tarihinde koroner arter by-pass ameliyatı olan başvurucu 6/1/2014 tarihinde şifa ile taburcu edilmiştir (bkz. § 22). Dolayısıyla başvurucunun hastalığının teşhis ve tedavisine yönelik olarak Ceza İnfaz Kurumunun gerekli özeni göstermediği söylenemez.
44. Başvurucu ceza infaz kurumu şartlarının hastalığının ilerlemesine sebep olduğunu ileri sürmüş ise de ceza infaz kurumunda tutulmanın doğal sonuçları dışında hangi şartların kalp rahatsızlığının ilerlemesine neden olduğunu ortaya koyamamıştır. Başvurucunun tedavi veya kontrollerinin ihmal edilmesi nedeniyle hastalığının ilerlediği yönünde bir tespit de bulunmamaktadır. Bu bağlamda ulusal ve uluslararası hukuk çerçevesinde belirlenen standart ceza infaz koşulları dışında hangi somut koşulların hastalığını ilerlettiği başvurudan anlaşılamamıştır. Ceza infaz kurumunda tutulmanın hükümlü ve tutuklularda belirli bir elem ve ızdırap yaratabileceğinde tereddüt bulunmamaktadır. Ancak sadece ceza infaz kurumunda tutmadan kaynaklanabilecek her türlü rahatsızlığın hükümlü ve tutukluların doğrudan tahliyesini gerektirdiği söylenemez.
45. Öte yandan başvurucu rahatsızlığı nedeniyle sürekli diyet programı uygulanamamasından da şikâyetçi olmuştur. Bu kapsamda başvurucu bazı diyet menülerini bireysel başvuru dosyasına eklemiş ise de diyet programının uygulanmadığı iddialarını kanıtlayacak herhangi bir belge sunmamıştır. Kaldı ki başvurucunun diyet talebinin karşılanmadığı kabul edilse dahi, yetkili ve görevli infaz hâkimliğine başvuruda bulunduğuna dair herhangi bir belge ve bilgi de sunulmamıştır. Dolayısıyla başvurucunun diyet programına ilişkin olarak Ceza İnfaz Kurumunun uygulamasına yönelik iddiaları soyut nitelikte olduğundan incelenmemiştir.
46. Başvurucunun geçirdiği ameliyatlara ilişkin sağlık durumuna rağmen cezaevinde tutulmasının insanlık dışı veya aşağılayıcı bir ceza/muamele olarak değerlendirilmesine neden olabilecek somut bir olgu bulunmadığı görülmektedir. Başvurucu, ceza infaz kurumunda tutulma nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği şikâyetine ilişkin olarak gerek Ceza İnfaz Kurumu koşullarından gerekse yetkililerce yapılan uygulamalardan kaynaklanan somut bir delil sunmamıştır.
47. Suç isnadına veya mahkûmiyet kararına bağlı olarak özgürlüğünden yoksun bırakılan bir kimsenin, sağlık gerekçesiyle serbest bırakılması için hiçbir “genel zorunluluk” bulunmadığı, hasta bir kişinin ceza infaz kurumunda tutulmasının, ancak ceza infaz kurumu şartları veya uygulanan tedbirlerin kişiyi olağanın üzerinde sıkıntıya sokacak nitelikte olması hâlinde insanlık dışı veya aşağılayıcı bir muamele olarak nitelendirilebileceği ve bu kapsamda da somut bir delil olmadığı dikkate alındığında, başvurucunun rahatsızlığına rağmen ceza infaz kurumunda tutulmasına ilişkin şikâyetlerinin, somut bir olguya dayanmaması nedeniyle kötü muamele yasağı kapsamında değerlendirilmesi mümkün değildir.
48. Açıklanan nedenlerle başvurucunun kötü muamele yasağının ihlal edildiğine dair iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Kişi Özgürlüğü ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
49. Başvurucu; tutukluluğun devamına dair kararlarda somut bulguların yer almadığını, bu kararların gerekçesiz ve şablon şeklinde olduğunu, 4 yıl 11 ayı aşan süredir tutuklu olduğunu belirterek Anayasa'nın 19. maddesinde düzenlenen kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
50. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının son cümlesi şöyledir:
"Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır."
51. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Bireysel başvuru hakkı" kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir."
52. Anılan Anayasa ve Kanun hükümlerine göre bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması gerekir. Temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve bir çözüme kavuşturulması esastır. Bu nedenle Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin derece mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, §§ 16, 17).
53. Ancak tüketilmesi gereken başvuru yollarının ulaşılabilir olması yanında telafi kabiliyetini haiz ve tüketildiğinde başvurucunun şikâyetlerini gidermede makul başarı şansı tanıması gerekir. Dolayısıyla mevzuatta bu yollara yer verilmesi tek başına yeterli olmayıp uygulamada da etkili olduğunun gösterilmesi ya da en azından etkili olmadığının kanıtlanmamış olması gerekir (Ramazan Aras, B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 29).
54. 5271 sayılı Kanun'un tazminat isteminin düzenlendiği 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilenler ile kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen kişilerin maddi ve manevi her türlü zararlarını devletten isteyebileceklerine ilişkin hükümlerin bu hususta bir başvuru mekanizması öngördüğü görülmektedir. Bununla birlikte aynı Kanun'un tazminat isteminin koşullarının düzenlendiği 142. maddesinin (1) numaralı fıkrasında karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabileceği belirtilmektedir.
55. Anayasa Mahkemesi, tutukluluğun kanunda öngörülen azami süreyi veya makul süreyi aştığı iddiasıyla yapılan bireysel başvurular bakımından bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla başvurucu tahliye edilmiş ise asıl dava sonuçlanmamış da olsa -ilgili Yargıtay içtihatlarına atıf yaparak- 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde öngörülen tazminat davası açma imkânının tüketilmesi gereken etkili bir hukuk yolu olduğunu belirtmektedir (Erkam Abdurrahman Ak, B. No: 2014/8515, 28/9/2016, §§ 48-62; İrfan Gerçek, B. No: 2014/6500, 29/9/2016,§§ 33-45).
56. Somut olayda bireysel başvuruda bulunduktan sonra 14/4/2014 tarihinde tahliyesine karar verilen başvurucunun tutukluluğunun makul süreyi aştığına ilişkin iddiası, 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesi kapsamında açılacak davada da incelenebilir. Bu madde kapsamında açılacak dava sonucuna göre başvurucunun tutukluluğunun makul süreyi aştığının tespiti hâlinde görevli mahkemece başvurucu lehine tazminata da hükmedilebilecektir. Buna göre 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde belirtilen dava yolunun başvurucunun durumuna uygun, telafi kabiliyetini haiz etkili bir hukuk yolu olduğu ve bu olağan başvuru yolu tüketilmeden yapılan bireysel başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun "ikincil niteliği" ile bağdaşmadığı sonucuna varılmıştır.
57. Açıklanan nedenlerle başvurucunun anılan iddialarına ilişkin olarak yargısal başvuru yolları tüketilmeden bireysel başvuru yapıldığı anlaşıldığından başvurunun başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
C. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
58. Başvurucu, hakkında devam eden yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmamasının makul sürede yargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
59. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
60. Ceza yargılamasının süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirildiği veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama ve gözaltı gibi birtakım tedbirlerin uygulandığı tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak ise suç isnadına ilişkin nihai kararın verildiği, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (B.E., B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 34)
61. Ceza yargılamasının süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (B.E., § 29)
62. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında somut olaydaki -103'ü tutuklu 151 sanık olmasına rağmen- yaklaşık 9 yıl 23 gün yargılama süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.
63. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
D. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
64. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…”
65. Başvurucu, manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
66. Somut olayda, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
67. İhlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 4.320 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
68. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.186,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. İşkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianınaçıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 4.320 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
D. 206,10 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.186,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Diyarbakır 2. Ağır Ceza Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 9/5/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.