TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
YILDIRAY GİDİRİŞOĞLU BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2014/3796)
Karar Tarihi: 26/2/2015
Başkan y.
:
Burhan ÜSTÜN
Üyeler
Nuri NECİPOĞLU
Hicabi DURSUN
Erdal TERCAN
Hasan Tahsin GÖKCAN
Raportör
Bahadır YALÇINÖZ
Başvurucu
Yıldıray GİDİRİŞLİOĞLU
Vekili
Av. Sibel Ezgi MAHMUTOĞLU
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, Türkiye Cumhuriyeti Nürnberg Başkonsolosluğunda güvenlik ataşesi olarak görev yapmakta iken merkez teşkilatına atanmasına yönelik işlemin iptali istemiyle açtığı davanın reddedilmesi ve makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle Anayasa’nın 36. ve 40. maddelerinde düzenlenen haklarının edildiğini ileri sürmüş, maddi tazminat talebinde bulunmuştur.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 19/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 26/6/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 24/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular Adalet Bakanlığına bildirilmiş, Bakanlık görüşünü 8/9/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 19/6/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, karşı beyanlarını 29/9/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, Türkiye Cumhuriyeti Nürnberg Başkonsolosluğunda güvenlik ataşesi olarak görev yapmakta iken merkez teşkilatına atanmasına yönelik işlemin iptali istemiyle 26/5/2006 tarihinde açtığı dava, Ankara 1. İdare Mahkemesinin 24/10/2007 tarih ve E.2006/1339, K.2007/2363 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:
"Dosyanın incelenmesinden, davacının 2004 yılından itibaren Türkiye Cumhuriyeti Nurnberg Başkonsolosluğu’nda Güvenlik Ataşesi olarak görev yaptığı, 14 Kasım 2005 tarihinde birinci sicil amiri olan Muavin Konsolos ile aralarında geçen tartışma üzerine yapılan soruşturma neticesinde, ilgili yönetmelik ve talimatlara aykırı davranışları nedeniyle kınama cezası ile cezalandırıldığı, kınama cezasına konu fiillerle ilgili Misyon Şefi tarafından yapılan değerlendirmeler çerçevesinde, hizmetin gereği şartları yerine getirmediği nedeniyle 15.5.2006 tarih ve 1803 sayılı müşterek kararname ile merkeze atandığı, davacı tarafından; yapılan atamanın objektif bir gerekçesinin olmadığı, Muavin Konsolos ile arasında yaşanan kişisel husumetten kaynaklanan bir olay gerekçe gösterilerek verilen kınama cezası üzerine merkeze atanmasına yönelik tesis edilen dava konusu işlemin hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek bakılan davanın açıldığı anlaşılmıştır.
Olayda, davacının 1.sicil amiri olan Muavin konsolos ile tartışarak tehditkar sözler söylediği, yapılan soruşturma kapsamında davacının verdiği savunmasında da sabit olup, davacının bulunduğu görevin önemi ve özelliği de göz önünde bulundurulduğunda, yukarıda anılan mevzuat hükümleri uyarınca Misyon Şefi tarafından yapılan değerlendirmeler çerçevesinde, hizmetin gereği şartları yerine getirmediği nedeniyle 15.5.2006 tarih ve 1803 sayılı müşterek kararname ile merkezde bir göreve atanmasına yönelik tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır. "
9. Başvurucu tarafından bu karar temyiz edilmiş, Danıştay Beşinci Dairesinin 21/4/2008 tarih ve E.2008/1706, K.2008/2271 sayılı kararıyla temyiz talebinin süresinde yapılıp yapılmadığının incelenmesi ve sonucuna göre işlem yapılması için esas kaydının kapatılarak dava dosyasının İlk Derece Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.
10. İlk Derece Mahkemesi, 25/6/2008 tarih ve E.2006/1339, K.2007/2363 sayılı kararıyla temyiz talebini süre aşımı nedeniyle reddetmiştir.
11. Başvurucu tarafından temyiz edilen bu karar, Danıştay Beşinci Dairesinin 29/6/2009 tarih ve E.2008/4550, K.2009/4120 sayılı kararıyla onanmıştır.
12. Başvurucu karar düzeltme talebinde bulunmuş, Daire 8/3/2011 tarih ve E.2009/6006, K.2011/1134 sayılı kararıyla başvurucu vekiline yapılan tebligatın usulsüz olduğu, dolayısıyla temyiz talebinin süre aşımı gerekçesiyle reddinde mevzuat hükümlerine uyarlık görülmediği gerekçesiyle karar düzeltme talebini kabul etmiş, İlk Derece Mahkemesinin 25/6/2008 tarih ve E.2006/1339, K.2007/2363 sayılı kararını bozmuş, kararın tebligat işlemlerinin yapılması için dosyanın İlk Derece Mahkemesine iadesine ve ardından dosyanın yeniden Danıştay Başkanlığına gönderilmesine karar vermiştir.
13. Davalı idarenin bu karara ilişkin karar düzeltme talebi aynı Dairenin, 13/9/2011 tarih ve E.2011/5294, K.2011/4491 sayılı kararıyla incelenmeksizin reddedilmiştir.
14. İlk Derece Mahkemesince tebligat işlemleri tamamlanmış ve dosya Danıştay Başkanlığına gönderilmiş, İlk Derece Mahkemesinin 24/10/2007 tarih ve E.2006/1339, K.2007/2363 sayılı kararı hakkında Daire temyiz incelemesini yapmış ve 23/5/2013 tarih ve E.2012/4967, K.2013/4255 sayılı kararıyla İlk Derece Mahkemesi kararını onamıştır.
15. Başvurucunun karar düzeltme talebi aynı Dairenin 5/12/2013 tarih ve E.2013/8134, K.2013/9142 sayılı kararıyla reddedilmiş, karar, başvurucuya 18/2/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.
16. Başvurucu, 19/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapmıştır.
B. İlgili Hukuk
17. 14/7/1965 tarih ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 76. maddesi şöyledir:
“Kurumlar, görev ve unvan eşitliği gözetmeden kazanılmış hak aylık dereceleriyle memurları bulundukları kadro derecelerine eşit veya 68 inci maddedeki esaslar çerçevesinde daha üst, kurum içinde aynı veya başka yerlerdeki diğer kadrolara naklen atayabilirler.
Memurlar istekleri ile, kurumlarında kazanılmış hak derecelerinin en çok üç derece altında aynı veya başka yerlerdeki kadrolara atanabilirler.
…”
18. 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 1. maddesinin (2) numaralı fıkrası, 14. maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları, 20. maddesinin (5) numaralı fıkrası, 49. maddesinin (3) numaralı fıkrası ile 60. maddesi.
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
19. Mahkemenin 26/2/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 19/3/2014 tarih ve 2014/3796 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
20. Başvurucu, Türkiye Cumhuriyeti Nürnberg Başkonsolosluğunda güvenlik ataşesi olarak görev yapmakta iken merkez teşkilatına atanmasına yönelik işlemin iptali için açtığı davanın reddedildiğini, kınama cezasına karşı dava açma hakkının olmaması, atama işleminin gerekçesini de bu cezanın oluşturması ve davanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle Anayasa'nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ve Anayasa'nın 40. maddesinde düzenlenen etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, atama işlemi nedeniyle uğradığı maddi zararların tazmini talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
21. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı değildir. Başvurucu, etkili bir hukuk yoluna başvuru hakkının tanınmamasından, etkili başvuru hakkı tanınmayan disiplin cezası nedeniyle atamasının yapılmış olmasından ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmamasından şikâyet etmektedir. Bu nedenle başvurunun, etkili bir hukuk yoluna başvuru hakkı tanınmadığı, yargılamanın sonucunun adil olmadığı ve makul sürede sonuçlandırılmadığı iddiası başlıklarında değerlendirilmesi gerekmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Etkili Bir Hukuk Yoluna Başvuru Hakkının Tanınmadığı İddiası
22. Başvurucu, atama işleminin gerekçesi olarak gösterilen disiplin cezasına karşı disiplin cezasının tesis edildiği tarih itibarıyla yargı yolunun kapalı olmasının Anayasa'nın 40. maddesinde düzenlenen etkili başvuru hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
23. Adalet Bakanlığı görüşünde, kınama cezasına karşı etkili başvuru yolunun bulunmadığı değerlendirilse dahi anılan cezanın 3/3/2006 tarihinde tesis edilmiş olması nedeniyle, bu işlem yönünden Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin bulunup bulunmadığının dikkate alınması gerektiğini belirtmiştir
24. Başvurucu cevap dilekçesinde, yargılamaya konu atama işleminin gerekçesinin kınama cezası olduğu, bu cezaya karşı da yargı yolunun kapalı olması nedeniyle hak ihlaline maruz kaldığını ifade etmiştir.
25. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler.”
26. Anılan hüküm uyarınca Anayasa Mahkemesinin yetkisinin zaman bakımından başlangıcı 23/9/2012 tarihi olup, Mahkeme, ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvuruları inceleyebilecektir. Anayasa Mahkemesinin yetki kapsamının anılan tarihten önce kesinleşmiş nihai işlem ve kararları da içerecek şekilde genişletilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/947, 12/2/2013, § 16).
27. Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi için kesin bir tarihin belirlenmesi ve Mahkemenin yetkisinin geriye yürür şekilde uygulanmaması hukuk güvenliği ilkesinin bir gereğidir (B. No: 2012/51, 25/12/2012, § 18).
28. Başvuru konusu olayda, başvurucu, 3/3/2006 tarihli işlem ile kınama cezası ile tecziye edilmiş, cezaya konu fiilleri nedeniyle atama işlemine tabi tutulmuş, bu işlemin iptali istemiyle açılan davada Mahkeme, başvurucunun fiillerini değerlendirmek suretiyle yapılan atama işleminde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir.
29. Başvurucu, bireysel başvuru formunda atama işlemine dayanak olan disiplin cezasına karşı yargı yolunun kapalı olması nedeniyle etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmekte ise de, anılan ceza 3/3/2006 tarihli işlem ile tesis edilmiş ve kesinleşmiş olduğundan, başvurunun bu bölümü Anayasa Mahkemesinin yetkisi dışında kalmaktadır.
30. Açıklanan nedenlerle, başvuru konusu disiplin cezasına yönelik ihlal iddiasının 23/9/2012 tarihinden öncesine ait olduğu anlaşıldığından başvurunun bu bölümünün, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “zaman bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Yargılamanın Sonucu İtibarıyla Adil Olmadığı İddiası
31. Başvurucu, yargı yolu kapalı olan disiplin cezası gerekçe gösterilerek atama işleminin tesis edilmesi işlemine karşı açtığı davanın reddedildiğini, bu durumun sonuç itibarıyla adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
32. Adalet Bakanlığı görüşünde, başvurucunun atama işleminin iptali istemiyle açtığı davada Misyon Şefinin yaptığı değerlendirmenin hukuki denetiminin yapıldığı, atama işlemine dayanak alınan fiillerin yargı denetiminden geçmesi nedeniyle etkili bir hukuk yolunun kullanıldığı hususunun dikkate alınması gerektiğini belirtmiştir
33. Başvurucu cevap dilekçesinde, başvuru formundaki iddialarını tekrarlamıştır.
34. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Maddede geçen “adil yargılanma hakkının” kapsamı Anayasa’da açık bir şekilde düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir.
35. Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası veya açık keyfilik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, bariz takdir hatası veya açık keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
36. Başvuru konusu olayda, başvurucu, yargı yolu kapalı olan disiplin cezası nedeniyle atamasının yapıldığını, atama işlemine karşı açılan davanın da bu sebeple iptal ile sonuçlanması gerektiğini ileri sürmüş ise de, İlk Derece Mahkemesi kararına bakıldığında; davanın reddedilme gerekçesinin salt yargı yolu kapalı olan disiplin cezasının verilmiş olmasından kaynaklanmadığı, Mahkeme tarafından disiplin cezasına konu başvurucu fiillerinin öncelikle sübuta erip ermediğinin incelendiği, sübuta erdiğine kanaat getirilmesinin ardından, bu fiillerin başvurucunun atamasının yapılmasını gerektirip gerektirmediği değerlendirilmesinin yapılarak, dava hakkında karar verildiği görülmektedir.
37. Adil yargılanma hakkı bireylere dava sonucunda verilen kararın değil, yargılama sürecinin ve usulünün adil olup olmadığını denetletme imkânı verir. Bu nedenle, bireysel başvuruda adil yargılanmaya ilişkin şikâyetlerin incelenebilmesi için başvurucunun yargılama sürecinde haklarına saygı gösterilmediğine, bu çerçevede yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığı veya bunlara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığı, kendi delillerini ve iddialarını sunamadığı ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi tarafından dinlenmediği veya kararın gerekçesiz olduğu gibi, mahkeme kararının oluşumuna sebep olan unsurlardan değerlendirmeye alınmamış eksiklik, ihmal ya da açık keyfiliğe ilişkin bir bilgi ya da belge sunmuş olması gerekir. Somut olayda başvurucunun yargılama sürecinin hakkaniyete aykırı olduğuna dair bir bilgi ya da belge sunmadığı, aksine yargılama sonucunda verilen kararın içeriğinin adil olmadığı şikâyetini dile getirdiği anlaşılmaktadır.
38. Açıklanan nedenlerle, başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, derece mahkemesi kararının bariz takdir hatası veya açık bir keyfilik de içermediği anlaşıldığından başvurunun bu bölümünün, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Yargılamanın Makul Sürede Sonuçlandırılmadığı İddiası
39. Başvurucunun, davanın makul sürede sonuçlandırılmadığı iddiasına ilişkin başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olmadığı anlaşılmaktadır. Kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmaması nedeniyle, başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
40. Başvurucu, 2006 yılında açtığı davanın 2013 yılında sonuçlandırılması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
41. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra AİHS ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
42. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
43. Anayasa’nın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması” kenar başlıklı 141. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.”
44. AİHS’in “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
45. Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18), AİHS metni ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü AİHS’in 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, AİHS’in lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38–39).
46. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).
47. Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekir. Hukuk sisteminde yer alan mevzuat hükümleri gereğince “kamu hukuku” alanına dâhil olan, ancak sonucu itibarıyla özel nitelikteki haklar ve yükümlülükler üzerinde belirleyici olan uyuşmazlıkları konu alan davalar da, Anayasa’nın 36. maddesi ve AİHS’in 6. maddesinin koruması kapsamına girmektedir. Bu anlamda, belirtilen düzenlemelerde yer verilen güvenceler, başvurucunun haklarına zarar verdiği iddia edilen idari bir kararın iptali talebiyle açılan davalara da uygulanacaktır. Başvuruya konu davanın, başvurucunun atamasının yapılmasına dair idari bir kararın iptali talebini konu alan somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur.
48. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarihtir. Başvuru konusu olaya bakıldığında Anayasa Mahkemesine yapılan başvuruya konu edilen ve Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi dâhilinde olan dava, başvurucunun atama işleminin iptali istemiyle 26/5/2006 tarihinde açılan davadır. Bu durumda, makul süre değerlendirmesinde sürenin başlangıç tarihi somut başvuru açısından 26/5/2006 tarihidir.
49. Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir. Ancak devam eden yargılamalara ilişkin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasını içeren başvuruların yargılama faaliyetinin devamı sırasında da yapılabilmesi olanağı bulunduğundan, değerlendirmeye esas alınacak sürenin bitiş anı bireysel başvurunun karara bağlandığı tarihtir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 52). Bu kapsamda, somut yargılama faaliyeti açısından sürenin bitiş tarihinin, başvurucunun karar düzeltme talebi hakkında verilen Danıştay Beşinci Dairesinin E.2013/8134, K.2013/9142 sayılı karar tarihi olan 5/12/2013 tarihi olduğu anlaşılmaktadır.
50. İlgili yargılama evrakının incelenmesinden, başvuruya konu yargılama sürecinin idari yargı makamları nezdinde sürdüğü görülmekle, 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine tabi bir yargılama faaliyetinin söz konusu olduğu ve idari yargı alanına dâhil uyuşmazlıkları konu alan yargılama faaliyetleri için geçerli genel usuli hükümler içeren 2577 sayılı Kanun’un muhtelif maddelerinin, uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerekliliğini ortaya koyduğu anlaşılmaktadır (§ 18).
51. Hukuk sistemimizde idari yargı alanında yer alan uyuşmazlıklara ilişkin dava sürelerinin makul yargılama süresini aştığı yönündeki tespitlere, AİHM tarafından verilen birçok ihlal kararında yer verilmiş olup, özellikle idari yargı alanındaki yapısal sorunlar ve Danıştay nezdinde temyiz ve karar düzeltme incelemelerinde geçirilen uzun yargılama sürelerinin ihlal kararlarına temel oluşturduğu anlaşılmaktadır. Bu kapsamda idari yargı makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından, özellikle 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümleri de göz önünde bulundurularak makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde karar verilmiştir (B. No: 2012/1198, 7/11/2013, § 54-60).
52. Başvuruya konu davaya bütün olarak bakıldığında, 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine tabi bir yargılama sürecine ilişkin somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve söz konusu yedi yıl altı ay dokuz günlük yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
53. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden
54. Başvurucu, atama işlemi nedeniyle uğramış olduğu maddi zararlarının tazminine karar verilmesini talep etmiştir.
55. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
56. Başvurucu tarafından, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle manevi zararının tazmini istenilmeyip, maddi tazminat talebinde bulunulduğundan ve tespit edilen ihlal ile iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından, başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
57. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.706,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir..
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. Etkili bir hukuk yoluna başvuru hakkı tanınmadığı yönündeki iddiasının "zaman bakımından yetkisizlik",
2. Yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığı yönündeki iddiasının "açıkça dayanaktan yoksun olması"
nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
4. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
B. Başvurucunun maddi tazminat talebinin REDDİNE,
C. Başvurucu tarafından yapılan 206,10 harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.706,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
D. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
26/2/2015 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.