TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
MEHMET EMİN YILMAZ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2014/3928)
Karar Tarihi: 15/12/2015
Başkan
:
Engin YILDIRIM
Üyeler
Alparslan ALTAN
Celal Mümtaz AKINCI
Muammer TOPAL
M. Emin KUZ
Raportör Yrd.
Leyla Nur ODUNCU
Başvurucu
Mehmet Emin YILMAZ
Vekili
Av. Erdal ELDEMİR
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; terör olaylarından dolayı köyü terke mecbur kalınması nedeniyle 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun kısmen kabul edilmesi ve idare ile sulhname imzalanması akabinde başvurunun kabul edilmeyen kısmı için açılmış olan davanın reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin makul sürede sonuçlandırılmaması, Danıştay Onuncu ve Onbeşinci Daireleri arasındaki içtihat farklılığı bulunması nedenleriyle adil yargılanma hakkının; terör olayları sebebiyle köyü terke mecbur kalınması nedeniyle kişi dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı geliştirme hakkının, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının, yerleşme ve seyahat hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 21/3/2014 tarihinde İstanbul 17. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 5/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlığa) gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Bakanlığa, başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş; başvuru belgelerinin bir örneği görüş için gönderilmiştir. Bakanlığın 6/1/2015 tarihli görüş yazısında benzer şikâyetlere ilişkin başvurularda daha önce sunulan görüşlere atıf yapılarak somut başvuru için ayrıca görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru dilekçesi ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu, Mardin ili Dargeçit ilçesi Kısmetli mevkiinde ikamet etmekte iken terör olaylarından kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeniyle köyünü terk etmek zorunda kaldığını iddia etmiştir.
8. Başvurucu 18/5/2005 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Mardin Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur.
9. Komisyonun 29/12/2009 tarihli ve 2009/3-14370 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:
“...
Başvurusunda iddia ettiği malvarlığıyla ilgili yapılan araştırma ve incelemeler sonucunda köy kadastro kayıtları, muhtar, köy bilirkişileri ve köy sakinlerinin gösterimleri ve beyanları doğrultusunda komisyonun yerinde ve zemininde yaptığı inceleme sonucunda;
5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkındaki Kanun kapsamında yapılan müracaatın incelenmesi sonucu; 04/10/2004 tarih ve 2004/7955 sayılı Yönetmelik hükümlerinde belirtilen şartlara uygun olması nedeniyle müracaatçıya; yığma kargir ev için 2.444,00 TL, TAŞINIR VE TAŞINMAZ nedeniyle oluşan; toplam 2.444,00 TL ödenmesine;
Ayrıca, başvurudaki diğer taleplerle ilgili herhangi bir kanıtlayıcı bilgi, belge bulunmadığı ve bilirkişi tarafından herhangi bir tespit yapılmadığından bunlara ilişkin taleplerin reddine...”
10. Komisyon kararı akabinde 5233 sayılı Kanun’un 12. maddesi gereğince davet yazısı ile birlikte sulhname örneği başvurucu vekiline gönderilmiştir.
11. “Yukarıda ayni/nakdi olarak belirtilen zararımın/zararlarımın karşılanması sonucunda Komisyonun tespitine esas olay ile ilgili olarak uğradığım zararımın tamamının karşılanmış olduğunu kabul ve taahhüt ederim.” beyanını içeren sulhname, 19/4/2010 tarihinde başvurucu vekili tarafından imzalanmıştır.
12. Belirlenen tazminat miktarı 9/12/2010 tarihinde başvurucu vekilinin hesap numarasına aktarılmıştır.
13. Komisyon kararında hükmedilen miktarın gerçek zararını karşılamadığından bahisle başvurucu tarafından Mardin İdare Mahkemesinde iptal davası açılmıştır.
14. Mardin İdare Mahkemesinin 21/4/2011 tarihli ve E.2010/747, K.2011/641 sayılı kararında dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:
“… Mardin Valiliği Zarar Tespit Komisyon Başkanlığı tarafından davacının başvurusunun kabul edilerek, zararların tespit edilmesi amacıyla 24-31/07/2007 tarihinde Kısmetli köyünde keşif yapıldığı, buna göre davacının, 65 m² tek katlı evinin bulunduğunun hazır bulunan bilirkişi beyanlarıyla tespit edildiği, Zarar Tespit Komisyonunca dava konusu işlemle ev için toplam 2.444,00 TL ödenmesine karar verilerek davacıya sulhname gönderildiği, davacının sulhnameyi imzaladığı, ancak arazi, ağaç ve hayvan zararlarının hesaplanmadığı ileri sürülerek görülmekte olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Dava konusu olayda, davacının uğradığı zararların tespiti için idare tarafından keşif ve bilirkişi incelemesi yapılarak, davacının malvarlığının bulunup bulunmadığı hususlarının araştırılmasından anlaşılacağı üzere, davacının yaptığı başvurunun 5233 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilip değerlendirilmeyeceği konusunda bir uyuşmazlık bulunmamakla beraber, esas uyuşmazlığın uğranıldığı iddia edilen zarara ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
Bakılan uyuşmazlıkta, davacı tarafından, terör olayları nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen zarar kalemleri arasında, göç ederken bırakmak zorunda kaldığı hayvanlar, ağaçlarının tahrip olması ve ürün zararları da sayılmışsa da, söz konusu hususların ispatına yönelik olarak, davacının beyanı dışında hukuken kabul edilebilir nitelikte somut herhangi bir bilgi ve belgenin sunulamamış olması karşısında, bu talepler yönünden tazminat ödenmemesinde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
Ancak, dava dilekçesine eklenen tapu senetlerinden anlaşılacağı üzere, Kısmetli köyünde davacının babası S. Y.'ye ait taşınmazların bulunduğu, S.Y.'nin 5233 sayılı Yasa kapsamında bir başvurusunun bulunmadığı ve tazminat alacağının oğlu olan davacıya ödenmesine muvafakat ettiği görüldüğünden, söz konusu taşınmazların köyün boşaltıldığı yıllarda yine S.Y.'ye ait olup olmadığının tespiti suretiyle, varsa taşınmazların kullanılamamasından kaynaklanan zararlarının hesaplanarak ödenmesi gerekirken, sadece ev zararının ödenmesine yönelik dava konusu işlemde bu yönüyle hukuka uyarlık bulunmamıştır…”
15. Kararın temyiz edilmesi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 17/4/2012 tarihli ve E.2011/13961, K.2012/2295 sayılı ilamında İdare Mahkemesi hükmünün bozulmasına karar verilmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:
“… 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun’un 12. maddesinde, …
Aktarılan 12. maddenin gerekçesinde ise; "... Hukukumuzda feragat, kabul ve sulh gibi işlemler, görülmekte olan davaları sona erdiren işlemlerdir. Sulh işlemi, dava öncesi yapılmışsa dava açılmasını engelleyici özelliktedir. Sulh işlemine rağmen dava açılırsa bu durum itiraz olarak ileri sürülebilir ve dava ortadan kaldırılır. Böylece dostane bir çözüm şekli olan sulh, bağlayıcı niteliktedir." şeklinde açıklamalara yer verilmiştir.
5233 sayılı Kanunun amacı, gerekçesi ve 12. madde metninin birlikte değerlendirilmesinden; sulhnamenin imzalanmasıyla uyuşmazlık ortadan kalktığı için, başvuruda belirtilen bazı zarar kalemlerinin karşılanmadığından bahisle dava açılmasına hukuken olanak bulunmadığı sonucuna ulaşılmaktadır.
…
Bu durumda, davacının uğradığı zararların tamamının karşılandığına ilişkin 19.04.2010 tarih ve 2009/3-14370 sayılı sulhname davacı vekili tarafından imzalanarak uyuşmazlık sulhen sona erdirildiği için bu aşamadan sonra dava açılması mümkün olmadığından, İdare Mahkemesince bu gerekçeyle davanın reddine karar verilmesi gerekirken, hangi tarihte düzenlendiği belli olmayan bir muvafakatnameye dayanılarak, davacının babasına ait tarlaların kullanılamamasından kaynaklanan zararlar için hesaplama yapılmadığından bahisle dava konusu işlemin iptali yönünde verilen kararda hukukî isabet görülmemiştir ...”
16. Başvurucunun karar düzeltme istemi, Danıştay Onbeşinci Dairesinin 13/12/2012 tarihli ve E.2012/8419, K.2012/14116 sayılı ilamı ile reddedilmiştir.
17. Danıştay kararları doğrultusunda değerlendirme yapılarak dava dosyası yeniden incelenmek suretiyle Mardin İdare Mahkemesinin 29/5/2013 tarihli ve E.2013/938, K.2013/1097 sayılı kararında Danıştay bozma ilamına uyularak davanın reddine hükmedilmiştir.
18. Temyiz üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 4/12/2013 tarihli ve E.2013/12508, K.2013/9839 sayılı ilamı ile hükmün onanmasına karar verilmiştir.
19. Onama kararı 24/2/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş ve 21/3/2014 tarihinde süresi içinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
B. İlgili Hukuk
20. 5233 sayılı Kanun’un 1., 2., 4., 6., 7., 8., geçici 1., geçici 4. maddeleri (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-21, 23).
21. 5233 sayılı Kanun’un 12. maddesi şöyledir:
“Komisyon, doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile yaptığı tespitten sonra 8 inci maddeye göre belirlenen zararı, 9 uncu maddeye göre hesaplanan yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerindeki nakdî ödeme tutarını, 10 uncu maddeye göre ifa tarzını ve 11 inci maddeye göre mahsup edilecek miktarları dikkate alarak, uğranılan zararı sulh yoluyla karşılayacak safi miktarı belirler. Komisyonca, bu esaslara göre hazırlanan sulhname tasarısının örneği davet yazısı ile birlikte hak sahibine tebliğ edilir.
Davet yazısında hak sahibinin sulhname tasarısını imzalamak üzere otuz gün içinde gelmesi veya yetkili bir temsilcisini göndermesi gerektiği, aksi takdirde sulhname tasarısını kabul etmemiş sayılacağı ve yargı yoluna başvurarak zararının tazmin edilmesini talep etme hakkının saklı olduğu belirtilir.
Davet üzerine gelen hak sahibi veya yetkili temsilcisi sulhname tasarısını kabul ettiği takdirde, bu tasarı kendisi veya yetkili temsilcisi ve komisyon başkanı tarafından imzalanır.
Sulhname tasarısının kabul edilmemesi veya ikinci fıkraya göre kabul edilmemiş sayılması hâllerinde bir uyuşmazlık tutanağı düzenlenerek bir örneği ilgiliye gönderilir.
Sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır.”
22. 5233 sayılı Kanun’un 13. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Sulhnamede belirlenen zararlar, sulhnamenin imzalanmasından sonra valinin onayı üzerine ifa tarzına göre Bakanlık bütçesine bu amaçla konulan ödenekten üç ay içerisinde karşılanır.”
23. Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Yönetmelik’in 27. maddesi şöyledir:
“Sulhname tasarıları hak sahibi veya yetkili temsilcisi ile komisyon başkanı tarafından imzalandıktan sonra Vali veya Bakan tarafından onaylanır.
Ödemeler sulhname tasarılarının onay tarih ve sıraları dikkate alınarak yapılır. Nakdi ödemeler hak sahibi veya sahiplerinin banka hesaplarına yapılır.”
24. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 1. maddesinin (2) numaralı fıkrası, 14. maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları, 20. maddesinin (5) numaralı fıkrası, 49. maddesinin (1) numaralı fıkrası.
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
25. Mahkemenin 15/12/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvurucunun 21/3/2014 tarihli ve 2014/3928 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
26. Başvurucu; Mardin ili Dargeçit ilçesi Kısmetli mevkiinde ikamet etmekte iken terör olayları nedeniyle yerleşim yerini terk etmek zorunda kaldığını, 5233 sayılı Kanun kapsamında yapmış olduğu müracaatın kısmen kabul edilip kısmen reddedildiğini, kabul edilen kısım için idare ile sulhname imzalandığını, sulhnamenin kapsamının kabul edilen zararlarla sınırlı olduğunu, dolayısıyla kabul edilmeyen kısım için mal varlığına ulaşamamaktan kaynaklanan dava açma hakkının saklı bulunduğunu, sulhname kapsamı dışında kalan zararları için açtığı iptal davasında zararlarının tazmini konusunda önce iptal kararı verilmekle birlikte akabinde bu kararın temyiz merciince bozulduğunu, dolayısıyla bozma kararı ve bozmaya uyma kararı sonucunda Komisyon tarafından açıkça veya zımnen reddedilen zarar kalemlerini kapsamaması nedeniyle sulhname kapsamı dışında tutulan zarar kalemleri için ilgilinin dava açma hakkının saklı bulunduğu yönündeki Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.20008/9584 sayılı kararı ile aykırılığa düşüldüğünü ve bu hâli ile Danıştay Onuncu Dairesi ve Onbeşinci Dairesi arasında içtihat farklılığı bulunduğunu, yaptığı başvuru hakkında yürütülen işlemlerin makul sürede sonuçlandırılmadığını, gerçek zararının hesabında birçok zarar kalemi mevcut olmasına rağmen bunların göz önünde bulundurulmaması sebebiyle zararının eksik tazmin edildiğini, bu şekilde mülkiyet hakkından yoksun kaldığını, yerleşim yerinden zorla göç ettirilmesi nedeniyle kişi dokunulmazlığı ilkesine, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına, serbest dolaşım özgürlüğüne riayet edilmediğini belirterek Anayasa’nın 17., 19., 23., 35. ve 36. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia etmiş; maddi tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Kişi Dokunulmazlığı İlkesinin, Kişi Özgürlüğü ve Güvenliği Hakkının, Serbest Dolaşım Özgürlüğünün İhlal Edildiği İddiası
27. Başvurucu, köyünden zorla çıkarılması sonucu insan haysiyeti ile bağdaşmayan koşullarda yaşamak zorunda kalması nedeniyle Anayasa’nın 17. maddesinde tanımlanan kişi dokunulmazlığı ilkesinin; zorunlu göç sebebiyle Anayasa’nın 19. maddesinde tanımlanan kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının, Anayasa’nın 23. maddesinde tanımlanan serbest dolaşım özgürlüğünün ihlal edildiğini iddia etmiştir.
28. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“... Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”
29. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
30. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun'un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmak için ihlale neden olduğu iddia edilen işlem veya eylem için idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerekir.
31. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının uyması gereken bir ilke olup bu ilkeye uygun davranılmadığı takdirde ortaya çıkan ihlale karşı öncelikle yetkili idari mercilere ve derece mahkemelerine başvurulmalıdır.
32. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle genel yargı mercilerinde olağan yasa yolları ile çözüme kavuşturulması esastır. Bireysel başvuru yoluna, iddia edilen hak ihlallerinin bu olağan denetim mekanizması içinde giderilememesi durumunda başvurulabilir (Bayram Gök, B. No: 2012/946, 26/3/2013, § 18).
33. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle hukuk sisteminde düzenlenen başvuru yollarının tüketilmesi zorunludur. Bu ilke uyarınca başvurucunun Anayasa Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve adli mercilere usulüne uygun olarak iletmesi ve bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtlarını zamanında bu makamlara sunması ve aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir (Bayram Gök, § 19).
34. Bireysel başvurunun ikincil niteliğinin bir sonucu olarak olağan kanun yollarında ve genel mahkemeler önünde ileri sürülmeyen iddialar Anayasa Mahkemesi önünde şikâyet konusu edilemeyeceği gibi genel mahkemelere sunulmayan yeni bilgi ve belgeler de Anayasa Mahkemesine sunulamaz (Bayram Gök, § 20).
35. Başvuru konusu olayda başvurucunun Mardin Valiliğine sunduğu başvuru dilekçesi, dava dilekçesi ve temyiz talebi incelendiğinde başvurucunun köyü terke mecbur kalması nedeniyle kişi dokunulmazlığı ilkesinin, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının, serbest dolaşım özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin herhangi bir iddia ileri sürmediği görüldüğünden anılan iddiaların Anayasa Mahkemesince incelenmesi bireysel başvurunun ikincillik ilkesi gereği mümkün değildir.
36. Açıklanan nedenlerle anılan ihlal iddialarının başvuru yolları usulüne uygun şekilde tüketilmeden bireysel başvuru konusu yapıldığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiği İddiası
37. Başvurucu; 5233 sayılı Kanun kapsamında yapmış olduğu başvurunun kısmen kabul edilip kısmen reddedildiğini, zararının kabul edilen kısmı için idare ile sulhname imzalanmakla birlikte kabul edilmeyen kısım için iptal davası açtığını, gerçek zararının hesabında ev dışında da zarar kalemleri mevcut olduğundan sulhnamenin kapsamının kabul edilen zararlarla sınırlı olduğunu, dolayısıyla kabul edilmeyen kısım olan arazileri kullanamama sonucu mal varlığına ulaşamamaktan kaynaklı dava açma hakkının saklı bulunduğunu fakat açtığı davanın reddedildiğini, gerçek zararının hesabında arazileri kullanamama durumu ile tapuda babası adına kayıtlı olan araziler için tazminat alacağının kendisine ödenmesi yönündeki muvafakatname göz önünde bulundurulmadan gerçekleştirilen eksik tazmin nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
38. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda idare ile sulhname imzalanması nedeniyle bakiye zarar iddiasına ilişkin davanın reddedilmesi daha önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği kararlarda idari ve yargısal süreci müteakip ihlali tespit eden ve makul bir tazminata hükmedilmesini temin eden etkili bir giderim yolu bulunduğundan hareketle başvurucunun mağdur sıfatının ortadan kalkmış olmasına dayanılarak kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle başvurunun kabul edilemez olduğu sonucuna varılmıştır (Zübeyit Kaya, B. No: 2013/7674, 21/5/2015, §§ 29-43; Faris Arslan, B. No: 2014/1026, 20/5/2015, §§ 45-58).
39. Somut başvuruda başvurucu, terör ve terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle oluşan zararlarının karşılanması amacıyla 5233 sayılı Kanun kapsamında Komisyona başvurmuş; Komisyon tarafından yapılan keşif ile gerçekleştirilen araştırma ve inceleme sonucunda (bkz. § 9) 2.444 TL tazminat miktarı belirlenmiş ve başvurucu vekiline, kararlaştırılan tazminat miktarını içerir sulhname örneği ile birlikte sulha davet yazısı gönderilmiştir. Sulh teklifi başvurucu tarafından kabul edilmiştir.
40. Bu durumda, başvurucunun eksik hesaplandığını beyan ettiği zarar miktarı da dikkate alındığında başvurucunun idareyle anlaşma sağladığı ve 19/4/2010 tarihli sulhnameyi imzaladığı, bu şekilde Komisyonun tespitine esas olan olay ile ilgili maddi mağduriyetinin açıkça orantısız olmayacak şekilde giderildiği sonucuna varılmıştır. Başvurucu, zararlarının tamamını karşıladığını beyan ettiği alacağını tümüyle davalı idareden tahsil ettiğinden (bkz. § 12) mülkiyet hakkına ilişkin mağduriyeti 9/12/2010 tarihinde giderilmiş ve bu hak yönünden başvurucunun mağdurluk statüsü de aynı tarihte sona ermiştir. Buna karşın başvurucu, 5233 sayılı Kanun ile oluşturulan iç hukuk yolunun Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarında (Akdıvar ve diğerleri/Türkiye [Giderim], B. No: 21893/93, 16/9/1996; Doğan ve diğerleri/Türkiye, B. No: 8803-8811/02…, 13/7/2006) belirtilen nitelikleri taşımadığı yahut Komisyon tarafından ödenmesine karar verilen tazminat tutarının kendisine ödenmediği ya da eksik ödendiği yönünde bir iddiada da bulunmamıştır.
41. Açıklanan nedenlerle başvurucunun mülkiyet hakkına yönelik şikâyet yönünden mağdurluk statüsünü kaybettiği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası
i. Danıştay Daireleri Arasında İçtihat Farklılığı Bulunması Nedeniyle Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası
42. Başvurucu, Komisyon kararında karşılanmaması nedeniyle sulhname kapsamına dâhil olmayan zarar kalemleri için açtığı iptal davasında Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararında da belirtildiği gibi bakiye zararlara ilişkin dava hakkı saklı olduğundan dava konusu işlemin iptaline hükmedilmesi gerekirken Danıştay Onbeşinci Dairesinin bozma kararı verdiğini ve İlk Derece Mahkemesince bu karara uyularak davanın reddine hükmedildiğini, bu hâliyle Danıştayın iki Dairesi arasında içtihat farklılığı bulunması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
43. Anayasa'nın 36. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
44. Anayasa'nın 141. maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.”
45. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.…”
46. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa'nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi Anayasa'nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme'nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
47. Bu noktada hukuk devletinin gereklerinden birini de hukuk güvenliği ilkesi oluşturmaktadır (AYM, E.2008/50, K.2010/84, 24/6/2010 ve E.2012/50, K.2012/128, 20/9/2012). AİHM de benzer biçimde adil yargılanma hakkının, hukuk devletinin Sözleşmeci Devletlerin ortak mirası olduğunu belirten Sözleşme’nin ön sözüyle birlikte yorumlanması gerektiğini belirtmektedir. Hukuk devletinin asli unsurları arasında yer alan hukuki belirlilik veya güvenlik ilkesi ise hukuki durumlarda belirli bir istikrarı temin etmekte ve kamunun mahkemelere güvenine katkıda bulunmaktadır. Birbiriyle uyuşmayan mahkeme kararlarının sürüp gitmesi, yargı sistemine güveni azaltarak yargısal bir belirsizliğe yol açabilir (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye [BD], B. No: 13279/05, 20/10/2011, § 57).
48. Bununla birlikte farklı kararların aynı mahkemeden çıkmış olması tek başına, adil yargılanma hakkının ihlali anlamına gelmeyecektir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Pinto/Portekiz, B. No: 39005/04, 20/5/2008, § 41; Tudor Tudor/Romanya, B. No: 21911/03, 24/3/2009, § 29; Remuszko/Polonya, B. No: 1562/10, 16/7/2013, § 92). Değişik yönlerde kararlar verilmesi ihtimali Yargıtay, Danıştay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi gibi çeşitli yüksek mahkemelerden oluşan yargı sistemimizin kaçınılmaz bir özelliği olarak kabul edilmelidir (Türkan Bal, B. No: 2013/6932, 6/1/2015, § 53).
49. Diğer yandan bireylerin makul güvenlerinin korunması ve hukuki güvenlik ilkesi, içtihadın değişmezliği şeklinde bir hak bahşetmemektedir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Unédic/Fransa, B. No: 20153/04, 18/12/2008, § 74; Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 58). Mahkemelerin yorumlarında dinamik bir yaklaşımın sürdürülememesi reform ya da gelişimi engelleyeceğinden kararlardaki değişim, adaletin iyi bir şekilde gerçekleştirilmesine aykırılık teşkil etmez (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Atanasovski/Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti, B. No: 36815/03, 14/1/2010, § 38).
50. Yüksek mahkemelerin ya da nihai merci olarak bir uyuşmazlığı çözüme bağlayan mahkemelerin aynı konuya ilişkin kararlarında davaların içeriğinden kaynaklanmayan farklı kabullerin bulunması hâlinde ise hareket noktası, derece mahkemelerinin değerlendirme veya yorumlarından hangisinin doğru olduğunun ve tercih edilmesi gerektiğinin tespit edilmesi olmayacaktır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Stefanica ve diğerleri/Romanya, B. No: 38155/02, 2/11/2010, § 34). Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi, kararlarda yaşanan değişimin hukuki bir belirsizliğe yol açıp açmadığına ve başvurucu bakımından öngörülebilir olup olmadığına yönelik bir inceleme yapabilir (Türkan Bal, § 58).
51. Yargısal kararlardaki değişiklikler, hukukun dinamizmini ve mahkemelerin yaklaşımlarını yaşanan gelişmelere uyarlama kabiliyetlerini yansıtması yönüyle olumludur. Uygulamadaki birlikteliği sağlamaları beklenen yüksek mahkemeler içinde yer alan dairelerin benzer davalarda tatmin edici bir gerekçe göstererek farklı sonuçlara ulaşmaları, hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ilkeleri çerçevesinde, verilen kararların ihtimale dayalı sonuçlar olmamasını ve birbirine zıt ilamların ortaya çıkmamasını gerektirir. Anılan durum, bireylerin yargı sistemine ve mahkeme kararlarına duymaları beklenen güvenin zarar görmemesi noktasında da önem arz etmektedir.
52. Başvurucunun, kendisiyle aynı statüde olan davacılar lehine hüküm kurulması hakkında dayandığı Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı ilamının incelenmesi neticesinde farklı idare mahkemesince yapılan yargılamada davanın reddi yönünde kurulan hükmün, davacının Komisyon tarafından reddedilen diğer istemine yönelik olarak dava açma hakkının saklı bulunduğunun kabulü gerektiğinden bahisle bozulmasına karar verildiği anlaşılmaktadır.
53. Danıştay dava daireleri arasındaki iş bölümü kapsamında 5233 sayılı Kanun’dan kaynaklanan davaları ve temyiz başvurularını inceleme görevi Danıştay Onuncu Dairesine ait iken Danıştay Genel Kurulunca alınan 25/4/2011 tarihli E.2011/13, K.2011/13 sayılı kararla Danıştay Dairelerinin yeni iş bölümü esasları belirlenmiş ve bu görev Danıştay Onbeşinci Dairesine devredilmiştir. Aynı yıl Danıştay Onbeşinci Dairesi içtihat değişikliğine giderek 5233 sayılı Kanun'un 12. maddesinin madde metni ve gerekçesinden hareketle sulhname imzalanması ile uyuşmazlığın ortadan kalktığından bahisle bakiye zararlar için dava açılamayacağı şeklinde hüküm kurmuştur.
54. Başvuruya konusu olayda başvurucunun Mardin İdare Mahkemesinde açtığı davada Mahkemenin; davacı tarafından, varlığı iddia edilen zarar kalemlerinin ispatına yönelik olarak davacının beyanı dışında hukuken kabul edilebilir nitelikte somut herhangi bir bilgi ve belgenin sunulamamış olması karşısında, bu talepler yönünden tazminat ödenmemesinde hukuka aykırılık bulunmadığı fakat dava dilekçesine eklenen tapu senetlerinden anlaşılacağı üzere Kısmetli köyünde davacının babasına ait taşınmazların bulunduğu, babasının 5233 sayılı Kanun kapsamında bir başvurusunun bulunmadığı ve tazminat alacağının oğlu olan davacıya ödenmesine muvafakat ettiğinden bahisle dava konusu işlemin iptali yönünde hüküm kurduğu, söz konusu kararın Danıştay Onbeşinci Dairesi tarafından anılan içtihat değişikliğinden sonraki bir tarih olan 2012 yılında bozulduğu anlaşılmaktadır. Başvurucunun dosyaya çelişkili karar örneği olarak beyan ettiği kararın 2011 yılındaki içtihat değişikliğinden önce Danıştay tarafından verilen karar olduğu görülmekle söz konusu kararlar ile başvurucunun açtığı davada kurulan hüküm arasındaki farklılıkların Danıştay Onbeşinci Dairesinin içtihat değişikliğinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
55. Yüksek mahkemelerin oynaması gereken rol tam da yargı kararlarında doğabilecek içtihat farklılıklarına bir çözüm getirmektir. Bununla birlikte yeni kabul edilmiş bir yasanın yorumlanmasında olduğu gibi bazı hâllerde içtihadın müstakar hâle gelmesinin belirli bir zamana ihtiyaç duyacağı açıktır (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Zielinski ve Pradal ve Gonzalez ve diğerleri/Fransa [BD], B. No: 24846/94…, 28/10/1999, § 59; Schwarzkopf ve Taussik/Çek Cumhuriyeti (k.k.), B. No: 42162/02, 2/12/2008).
56. Yazılı hukuk sistemine tabi ülkelerde içtihat değişmez bir olgu olmadığından mahkeme içtihatlarındaki değişme yargı organlarının takdir yetkisi kapsamında kalmaktadır. Böyle bir değişiklik özü itibarıyla önceki çözümün tatminkâr bulunmaması anlamına gelmektedir (S.S.Balıklıçeşme Beldesi Tarım Kalkınma Kooperatifi ve diğerleri/Türkiye, B. No: 3573/05…, 30/11/2010, § 28). Ancak aynı hususta daha önce çıkan kararlardan farklı bir hüküm kurulması hâlinde mahkemelerce, bu farklılaşmaya ilişkin makul bir açıklama getirilmesi gerekmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Stoilkovska/Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti, B. No: 29784/07, 18/7/2013, § 49).
57. Danıştay Onbeşinci Dairesinin bahse konu ilamının, Danıştay Onuncu Dairesinin daha önceki kararından farklı bir sonuca neden ulaşıldığı hakkında başvurucu ve üçüncü kişiler tarafından objektif olarak anlaşılmasına imkân verecek yeterli gerekçeyi içerdiği değerlendirilmektedir. 2004 yılında kabul edilip aynı yıl yürürlüğe giren 5233 sayılı Kanun kapsamında öngörülen idari süreç akabinde uyuşmazlıkların yargıya taşınması ile yeni usul ve sulhname imzalanması işlemi hakkında içtihatların müstakar hâle gelmesi için belli bir zamana ihtiyaç duyulması da nazara alındığında yeterli gerekçeyle desteklenen içtihat değişikliği sonrasında içtihattan sapma olmadığı gibi başvurucunun bu yönde bir iddiası da mevcut değildir.
58. Aynı hukuki metne ilişkin olarak aynı derecedeki bağımsız yargı mercileri arasındaki yorum ve içtihat farklılıkları ile temyiz mercilerinin uyuşmazlıklara ilişkin olarak tarafların talepleri ve delilleri arasındaki yorum farklılıkları, tek başına adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul edilemeyeceği gibi (Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 17/9/2013, § 45) mahkemelerce, hukuk kurallarının yorumlanması ve delillerin değerlendirilmesinde farklılıklar meydana gelmesi ya da önceki çözümün tatminkâr bulunmaması, yeni kabul edilmiş bir yasanın yorumlanmasında içtihadın müstakar olması için belli bir zamana ihtiyaç duyulması gibi çeşitli nedenlerle içtihat değişikliğine gidilmesi de tek başına adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul edilemez.
59. Açıklanan nedenlerle başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, Derece Mahkemesi kararının bariz takdir hatası veya açık keyfîlik de içermediği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlali İddiası
60. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
61. Başvurucu, 5233 sayılı Kanun kapsamında ileri sürdüğü giderim talebinin değerlendirilmesi hususundaki idari süreç ve yargılama prosedürünün makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
62. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan müracaatlarda idari yargı makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği kararlarda, Komisyon ve yargılama aşamalarında geçen süreler ile davanın tüm koşulları, karara bağlanan başvuru sayısı ve yargılama sürecinde Komisyon ve yargılama makamlarınca yapılan işlemler dikkate alınarak uyuşmazlığın karara bağlanması konusunda kamu otoritelerine ve özellikle yargılama organlarına atfedilebilecek bir gecikmenin olmadığı ve toplamda sekiz yılın altında gerçekleşen başvuruların karara bağlanma süresinin makul sürede yargılanma hakkının ihlaline yol açmadığı sonucuna ulaşılmıştır (Sabri Çetin, B. No: 2013/3007, 6/2/2014, §§ 61-69; Mahmut Can Arslan, B. No: 2013/3008, 6/2/2014, §§ 60-68; Mehmet Gürgen, B. No: 2013/3202, 6/2/2014, §§ 58-66; Celal Demir, §§ 58-66). Başvurunun kesin olarak karara bağlanmasının daha uzun bir sürede gerçekleştiği ve bu durumun başvuruculara atfedilebilecek bir kusurdan kaynaklanmadığı durumlarda ise makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır (İsmet Kaya, B. No: 2013/2294, 8/5/2014, §§ 46-70).
63. Somut başvuru bakımından başvurucu tarafından 18/5/2005 tarihinde Komisyona yapılan müracaat sonrasında 5233 sayılı Kanun’un öngördüğü usul uyarınca bir kısım işlemlerin yapılması akabinde 29/12/2009 tarihinde başvurucunun talebinin kısmen kabul edilip kısmen reddedildiği, belirtilen karar aleyhine 21/5/2010 tarihinde başlatılan yargılama sürecinin ise başvurucunun temyiz talebinin reddine dair Danıştay Onbeşinci Dairesinin 4/12/2013 tarihli kararı ile tamamlandığı, bu bakımından makul sürede yargılanma hakkı kapsamında nazara alınması gereken toplam sürenin yaklaşık dokuz yıllık bir zaman dilimi olduğu anlaşılmaktadır.
64. Somut başvuruya bir bütün olarak bakıldığında başvurucu açısından farklı karar verilmesini gerektiren bir yön bulunmadığı ve söz konusu yaklaşık dokuz yıllık yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
65. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
66. Başvurucu, 7.000 TL maddi tazminatın bireysel başvuru tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte ödenmesine hükmedilmesini talep etmiştir.
67. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
68. Mevcut başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği tespit edilmiş olmakla birlikte başvurucu tarafından manevi tazminat talebinde bulunulmadığı, tespit edilen ihlal ile iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı da olmadığı anlaşıldığından başvurucunun maddi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
69. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.706,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Kişi dokunulmazlığı ilkesinin, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının, serbest dolaşım özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Danıştay Daireleri arasında içtihat farklılığı bulunması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Tazminata ilişkin taleplerin REDDİNE,
D. 206,10 TL harç ve 1.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.706,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması hâlinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına
15/12/2015 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.