TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MEHMET EMİN YILMAZ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/3928)
|
|
Karar Tarihi: 15/12/2015
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Leyla Nur ODUNCU
|
Başvurucu
|
:
|
Mehmet Emin YILMAZ
|
Vekili
|
:
|
Av. Erdal ELDEMİR
|
|
|
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1.
Başvuru; terör olaylarından dolayı köyü terke mecbur kalınması nedeniyle
17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların
Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun kısmen kabul edilmesi
ve idare ile sulhname imzalanması akabinde başvurunun kabul edilmeyen kısmı için
açılmış olan davanın reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; ret işlemine
karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin makul sürede
sonuçlandırılmaması, Danıştay Onuncu ve Onbeşinci Daireleri arasındaki içtihat
farklılığı bulunması nedenleriyle adil yargılanma hakkının; terör olayları
sebebiyle köyü terke mecbur kalınması nedeniyle kişi dokunulmazlığı, maddi ve
manevi varlığı geliştirme hakkının, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının,
yerleşme ve seyahat hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2.
Başvuru 21/3/2014 tarihinde İstanbul 17. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla
yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin
bulunmadığı tespit edilmiştir.
3.
İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin
Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4.
Bölüm Başkanı tarafından 5/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin
görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlığa) gönderilmesine karar verilmiştir.
5.
Bakanlığa, başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş; başvuru belgelerinin bir
örneği görüş için gönderilmiştir. Bakanlığın 6/1/2015 tarihli görüş yazısında
benzer şikâyetlere ilişkin başvurularda daha önce sunulan görüşlere atıf
yapılarak somut başvuru için ayrıca görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6.
Başvuru dilekçesi ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit
edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
7.
Başvurucu, Mardin ili Dargeçit ilçesi Kısmetli mevkiinde ikamet etmekte iken
terör olaylarından kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeniyle köyünü terk etmek
zorunda kaldığını iddia etmiştir.
8.
Başvurucu 18/5/2005 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının
karşılanması talebiyle Mardin Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon)
başvurmuştur.
9.
Komisyonun 29/12/2009 tarihli ve 2009/3-14370 sayılı kararının ilgili bölümü
şöyledir:
“...
Başvurusunda iddia
ettiği malvarlığıyla ilgili yapılan araştırma ve incelemeler sonucunda köy
kadastro kayıtları, muhtar, köy bilirkişileri ve köy sakinlerinin gösterimleri
ve beyanları doğrultusunda komisyonun yerinde ve zemininde yaptığı inceleme
sonucunda;
5233 sayılı Terör ve
Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkındaki Kanun kapsamında
yapılan müracaatın incelenmesi sonucu; 04/10/2004 tarih ve 2004/7955 sayılı
Yönetmelik hükümlerinde belirtilen şartlara uygun olması nedeniyle
müracaatçıya; yığma kargir ev için 2.444,00 TL, TAŞINIR VE TAŞINMAZ nedeniyle
oluşan; toplam 2.444,00 TL ödenmesine;
Ayrıca, başvurudaki
diğer taleplerle ilgili herhangi bir kanıtlayıcı bilgi, belge bulunmadığı ve
bilirkişi tarafından herhangi bir tespit yapılmadığından bunlara ilişkin
taleplerin reddine...”
10.
Komisyon kararı akabinde 5233 sayılı Kanun’un 12. maddesi gereğince davet
yazısı ile birlikte sulhname örneği başvurucu vekiline gönderilmiştir.
11. “Yukarıda ayni/nakdi olarak belirtilen
zararımın/zararlarımın karşılanması sonucunda Komisyonun tespitine esas olay
ile ilgili olarak uğradığım zararımın tamamının karşılanmış olduğunu kabul ve
taahhüt ederim.” beyanını içeren sulhname, 19/4/2010 tarihinde
başvurucu vekili tarafından imzalanmıştır.
12.
Belirlenen tazminat miktarı 9/12/2010 tarihinde başvurucu vekilinin hesap
numarasına aktarılmıştır.
13.
Komisyon kararında hükmedilen miktarın gerçek zararını karşılamadığından
bahisle başvurucu tarafından Mardin İdare Mahkemesinde iptal davası açılmıştır.
14.
Mardin İdare Mahkemesinin 21/4/2011 tarihli ve E.2010/747, K.2011/641 sayılı
kararında dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir. Karar gerekçesi
şöyledir:
“… Mardin Valiliği
Zarar Tespit Komisyon Başkanlığı tarafından davacının başvurusunun kabul
edilerek, zararların tespit edilmesi amacıyla 24-31/07/2007 tarihinde Kısmetli
köyünde keşif yapıldığı, buna göre davacının, 65 m² tek katlı evinin
bulunduğunun hazır bulunan bilirkişi beyanlarıyla tespit edildiği, Zarar Tespit
Komisyonunca dava konusu işlemle ev için toplam 2.444,00 TL ödenmesine karar
verilerek davacıya sulhname gönderildiği, davacının sulhnameyi imzaladığı,
ancak arazi, ağaç ve hayvan zararlarının hesaplanmadığı ileri sürülerek
görülmekte olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Dava konusu olayda,
davacının uğradığı zararların tespiti için idare tarafından keşif ve bilirkişi
incelemesi yapılarak, davacının malvarlığının bulunup bulunmadığı hususlarının
araştırılmasından anlaşılacağı üzere, davacının yaptığı başvurunun 5233 sayılı
Kanun kapsamında değerlendirilip değerlendirilmeyeceği konusunda bir uyuşmazlık
bulunmamakla beraber, esas uyuşmazlığın uğranıldığı iddia edilen zarara ilişkin
olduğu anlaşılmaktadır.
Bakılan uyuşmazlıkta,
davacı tarafından, terör olayları nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen zarar
kalemleri arasında, göç ederken bırakmak zorunda kaldığı hayvanlar, ağaçlarının
tahrip olması ve ürün zararları da sayılmışsa da, söz
konusu hususların ispatına yönelik olarak, davacının beyanı dışında hukuken
kabul edilebilir nitelikte somut herhangi bir bilgi ve belgenin sunulamamış
olması karşısında, bu talepler yönünden tazminat ödenmemesinde hukuka aykırılık
bulunmamaktadır.
Ancak, dava
dilekçesine eklenen tapu senetlerinden anlaşılacağı üzere, Kısmetli köyünde
davacının babası S. Y.'ye ait taşınmazların bulunduğu, S.Y.'nin 5233 sayılı
Yasa kapsamında bir başvurusunun bulunmadığı ve tazminat alacağının oğlu olan
davacıya ödenmesine muvafakat ettiği görüldüğünden, söz konusu taşınmazların
köyün boşaltıldığı yıllarda yine S.Y.'ye ait olup olmadığının tespiti
suretiyle, varsa taşınmazların kullanılamamasından kaynaklanan zararlarının
hesaplanarak ödenmesi gerekirken, sadece ev zararının ödenmesine yönelik dava
konusu işlemde bu yönüyle hukuka uyarlık bulunmamıştır…”
15.
Kararın temyiz edilmesi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 17/4/2012 tarihli
ve E.2011/13961, K.2012/2295 sayılı ilamında İdare Mahkemesi hükmünün
bozulmasına karar verilmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:
“… 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden
Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun’un 12. maddesinde, …
Aktarılan 12.
maddenin gerekçesinde ise; "... Hukukumuzda feragat, kabul ve sulh gibi
işlemler, görülmekte olan davaları sona erdiren işlemlerdir. Sulh işlemi, dava
öncesi yapılmışsa dava açılmasını engelleyici özelliktedir. Sulh işlemine
rağmen dava açılırsa bu durum itiraz olarak ileri sürülebilir ve dava ortadan
kaldırılır. Böylece dostane bir çözüm şekli olan sulh, bağlayıcı niteliktedir."
şeklinde açıklamalara yer verilmiştir.
5233 sayılı Kanunun
amacı, gerekçesi ve 12. madde metninin birlikte değerlendirilmesinden;
sulhnamenin imzalanmasıyla uyuşmazlık ortadan kalktığı için, başvuruda
belirtilen bazı zarar kalemlerinin karşılanmadığından bahisle dava açılmasına
hukuken olanak bulunmadığı sonucuna ulaşılmaktadır.
…
Bu durumda, davacının
uğradığı zararların tamamının karşılandığına ilişkin 19.04.2010 tarih ve
2009/3-14370 sayılı sulhname davacı vekili tarafından imzalanarak uyuşmazlık
sulhen sona erdirildiği için bu aşamadan sonra dava açılması mümkün
olmadığından, İdare Mahkemesince bu gerekçeyle davanın reddine karar verilmesi
gerekirken, hangi tarihte düzenlendiği belli olmayan bir muvafakatnameye
dayanılarak, davacının babasına ait tarlaların kullanılamamasından kaynaklanan
zararlar için hesaplama yapılmadığından bahisle dava konusu işlemin iptali
yönünde verilen kararda hukukî isabet görülmemiştir ...”
16.
Başvurucunun karar düzeltme istemi, Danıştay Onbeşinci Dairesinin 13/12/2012
tarihli ve E.2012/8419, K.2012/14116 sayılı ilamı ile reddedilmiştir.
17.
Danıştay kararları doğrultusunda değerlendirme yapılarak dava dosyası yeniden
incelenmek suretiyle Mardin İdare Mahkemesinin 29/5/2013 tarihli ve E.2013/938,
K.2013/1097 sayılı kararında Danıştay bozma ilamına uyularak davanın reddine
hükmedilmiştir.
18.
Temyiz üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 4/12/2013 tarihli ve E.2013/12508,
K.2013/9839 sayılı ilamı ile hükmün onanmasına karar verilmiştir.
19.
Onama kararı 24/2/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş ve 21/3/2014
tarihinde süresi içinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
B. İlgili Hukuk
20.
5233 sayılı Kanun’un 1., 2., 4., 6., 7., 8., geçici 1., geçici 4. maddeleri (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014,
§§ 15-21, 23).
21.
5233 sayılı Kanun’un 12. maddesi şöyledir:
“Komisyon, doğrudan
doğruya veya bilirkişi aracılığı ile yaptığı tespitten sonra 8 inci maddeye
göre belirlenen zararı, 9 uncu maddeye göre hesaplanan yaralanma, engelli hâle
gelme ve ölüm hâllerindeki nakdî ödeme tutarını, 10 uncu maddeye göre ifa
tarzını ve 11 inci maddeye göre mahsup edilecek miktarları dikkate alarak,
uğranılan zararı sulh yoluyla karşılayacak safi miktarı belirler. Komisyonca,
bu esaslara göre hazırlanan sulhname tasarısının örneği davet yazısı ile
birlikte hak sahibine tebliğ edilir.
Davet yazısında hak
sahibinin sulhname tasarısını imzalamak üzere otuz gün içinde gelmesi veya
yetkili bir temsilcisini göndermesi gerektiği, aksi takdirde sulhname
tasarısını kabul etmemiş sayılacağı ve yargı yoluna başvurarak zararının tazmin
edilmesini talep etme hakkının saklı olduğu belirtilir.
Davet üzerine gelen
hak sahibi veya yetkili temsilcisi sulhname tasarısını kabul ettiği takdirde,
bu tasarı kendisi veya yetkili temsilcisi ve komisyon başkanı tarafından
imzalanır.
Sulhname tasarısının
kabul edilmemesi veya ikinci fıkraya göre kabul edilmemiş sayılması hâllerinde
bir uyuşmazlık tutanağı düzenlenerek bir örneği ilgiliye gönderilir.
Sulh yoluyla
çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları
saklıdır.”
22.
5233 sayılı Kanun’un 13.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Sulhnamede
belirlenen zararlar, sulhnamenin imzalanmasından sonra valinin onayı üzerine
ifa tarzına göre Bakanlık bütçesine bu amaçla konulan ödenekten üç ay
içerisinde karşılanır.”
23.
Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında
Yönetmelik’in 27. maddesi şöyledir:
“Sulhname tasarıları hak sahibi veya yetkili temsilcisi ile
komisyon başkanı tarafından imzalandıktan sonra Vali veya Bakan tarafından
onaylanır.
Ödemeler sulhname tasarılarının onay tarih ve sıraları
dikkate alınarak yapılır. Nakdi ödemeler hak sahibi veya sahiplerinin banka
hesaplarına yapılır.”
24.
6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 1. maddesinin
(2) numaralı fıkrası, 14. maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları, 20.
maddesinin (5) numaralı fıkrası, 49. maddesinin (1) numaralı fıkrası.
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
25.
Mahkemenin 15/12/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvurucunun 21/3/2014
tarihli ve 2014/3928 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
26.
Başvurucu; Mardin ili Dargeçit ilçesi Kısmetli mevkiinde ikamet etmekte iken
terör olayları nedeniyle yerleşim yerini terk etmek zorunda kaldığını, 5233
sayılı Kanun kapsamında yapmış olduğu müracaatın kısmen kabul edilip kısmen
reddedildiğini, kabul edilen kısım için idare ile sulhname imzalandığını,
sulhnamenin kapsamının kabul edilen zararlarla sınırlı olduğunu, dolayısıyla
kabul edilmeyen kısım için mal varlığına ulaşamamaktan kaynaklanan dava açma
hakkının saklı bulunduğunu, sulhname kapsamı dışında kalan zararları için
açtığı iptal davasında zararlarının tazmini konusunda önce iptal kararı
verilmekle birlikte akabinde bu kararın temyiz merciince bozulduğunu,
dolayısıyla bozma kararı ve bozmaya uyma kararı sonucunda Komisyon tarafından
açıkça veya zımnen reddedilen zarar kalemlerini kapsamaması nedeniyle sulhname
kapsamı dışında tutulan zarar kalemleri için ilgilinin dava açma hakkının saklı
bulunduğu yönündeki Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve
E.2008/4141, K.20008/9584 sayılı kararı ile aykırılığa düşüldüğünü ve bu hâli
ile Danıştay Onuncu Dairesi ve Onbeşinci Dairesi arasında içtihat farklılığı
bulunduğunu, yaptığı başvuru hakkında yürütülen işlemlerin makul sürede
sonuçlandırılmadığını, gerçek zararının hesabında birçok zarar kalemi mevcut
olmasına rağmen bunların göz önünde bulundurulmaması sebebiyle zararının eksik
tazmin edildiğini, bu şekilde mülkiyet hakkından yoksun kaldığını, yerleşim
yerinden zorla göç ettirilmesi nedeniyle kişi dokunulmazlığı ilkesine, kişi
özgürlüğü ve güvenliği hakkına, serbest dolaşım özgürlüğüne riayet edilmediğini
belirterek Anayasa’nın 17., 19., 23., 35. ve 36. maddelerinde tanımlanan
haklarının ihlal edildiğini iddia etmiş; maddi tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Kişi Dokunulmazlığı İlkesinin, Kişi Özgürlüğü ve Güvenliği
Hakkının, Serbest Dolaşım Özgürlüğünün İhlal Edildiği İddiası
27.
Başvurucu, köyünden zorla çıkarılması sonucu insan haysiyeti ile bağdaşmayan
koşullarda yaşamak zorunda kalması nedeniyle Anayasa’nın 17. maddesinde
tanımlanan kişi dokunulmazlığı ilkesinin; zorunlu göç sebebiyle Anayasa’nın 19.
maddesinde tanımlanan kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının, Anayasa’nın 23.
maddesinde tanımlanan serbest dolaşım özgürlüğünün ihlal edildiğini iddia
etmiştir.
28.
Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“... Başvuruda
bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”
29.
30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu
ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve
yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce
tüketilmiş olması gerekir.”
30.
Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun'un 45.
maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda
bulunmak için ihlale neden olduğu iddia edilen işlem veya eylem için idari ve
yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerekir.
31.
Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının uyması gereken bir
ilke olup bu ilkeye uygun davranılmadığı takdirde ortaya çıkan ihlale karşı
öncelikle yetkili idari mercilere ve derece mahkemelerine başvurulmalıdır.
32.
Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, ikincil nitelikte bir kanun yoludur.
Temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle genel yargı
mercilerinde olağan yasa yolları ile çözüme kavuşturulması esastır. Bireysel
başvuru yoluna, iddia edilen hak ihlallerinin bu olağan denetim mekanizması
içinde giderilememesi durumunda başvurulabilir (Bayram Gök, B. No: 2012/946, 26/3/2013,
§ 18).
33.
Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa Mahkemesine bireysel
başvuruda bulunabilmek için öncelikle hukuk sisteminde düzenlenen başvuru
yollarının tüketilmesi zorunludur. Bu ilke uyarınca başvurucunun Anayasa
Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve
adli mercilere usulüne uygun olarak iletmesi ve bu konuda sahip olduğu bilgi ve
kanıtlarını zamanında bu makamlara sunması ve aynı zamanda bu süreçte dava ve
başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir (Bayram Gök, § 19).
34.
Bireysel başvurunun ikincil niteliğinin bir sonucu olarak olağan kanun
yollarında ve genel mahkemeler önünde ileri sürülmeyen iddialar Anayasa
Mahkemesi önünde şikâyet konusu edilemeyeceği gibi genel mahkemelere sunulmayan
yeni bilgi ve belgeler de Anayasa Mahkemesine sunulamaz (Bayram Gök, § 20).
35. Başvuru konusu olayda başvurucunun Mardin Valiliğine sunduğu başvuru
dilekçesi, dava dilekçesi ve temyiz talebi incelendiğinde başvurucunun köyü
terke mecbur kalması nedeniyle kişi dokunulmazlığı ilkesinin, kişi özgürlüğü ve
güvenliği hakkının, serbest dolaşım özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin
herhangi bir iddia ileri sürmediği görüldüğünden anılan iddiaların Anayasa
Mahkemesince incelenmesi bireysel başvurunun ikincillik ilkesi gereği mümkün
değildir.
36. Açıklanan nedenlerle anılan ihlal
iddialarının başvuru yolları usulüne uygun şekilde tüketilmeden bireysel başvuru konusu yapıldığı anlaşıldığından başvurunun bu
kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Mülkiyet Hakkının
İhlal Edildiği İddiası
37.
Başvurucu; 5233 sayılı Kanun kapsamında yapmış olduğu başvurunun kısmen kabul
edilip kısmen reddedildiğini, zararının kabul edilen kısmı için idare ile
sulhname imzalanmakla birlikte kabul edilmeyen kısım için iptal davası
açtığını, gerçek zararının hesabında ev dışında da zarar kalemleri mevcut
olduğundan sulhnamenin kapsamının kabul edilen zararlarla sınırlı olduğunu,
dolayısıyla kabul edilmeyen kısım olan arazileri kullanamama sonucu mal
varlığına ulaşamamaktan kaynaklı dava açma hakkının saklı bulunduğunu fakat
açtığı davanın reddedildiğini, gerçek zararının hesabında arazileri kullanamama
durumu ile tapuda babası adına kayıtlı olan araziler için tazminat alacağının
kendisine ödenmesi yönündeki muvafakatname göz önünde bulundurulmadan
gerçekleştirilen eksik tazmin nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini
iddia etmiştir.
38. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda
idare ile sulhname imzalanması nedeniyle bakiye zarar iddiasına ilişkin davanın
reddedilmesi daha önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu
konuda verdiği kararlarda idari ve yargısal süreci müteakip ihlali
tespit eden ve makul bir tazminata hükmedilmesini temin eden etkili bir giderim
yolu bulunduğundan hareketle başvurucunun mağdur sıfatının ortadan kalkmış
olmasına dayanılarak kişi bakımından
yetkisizlik nedeniyle başvurunun kabul edilemez olduğu sonucuna
varılmıştır (Zübeyit Kaya, B. No: 2013/7674, 21/5/2015, §§ 29-43; Faris Arslan, B. No: 2014/1026, 20/5/2015,
§§ 45-58).
39.
Somut başvuruda başvurucu, terör ve terörle mücadele kapsamında yürütülen
faaliyetler nedeniyle oluşan zararlarının karşılanması amacıyla 5233 sayılı
Kanun kapsamında Komisyona başvurmuş; Komisyon tarafından yapılan keşif ile
gerçekleştirilen araştırma ve inceleme sonucunda (bkz. § 9) 2.444 TL tazminat
miktarı belirlenmiş ve başvurucu vekiline, kararlaştırılan tazminat miktarını
içerir sulhname örneği ile birlikte sulha davet yazısı gönderilmiştir. Sulh
teklifi başvurucu tarafından kabul edilmiştir.
40.
Bu durumda, başvurucunun eksik hesaplandığını beyan ettiği zarar miktarı da
dikkate alındığında başvurucunun idareyle anlaşma sağladığı ve 19/4/2010
tarihli sulhnameyi imzaladığı, bu şekilde Komisyonun tespitine esas olan olay
ile ilgili maddi mağduriyetinin açıkça orantısız olmayacak şekilde giderildiği
sonucuna varılmıştır. Başvurucu, zararlarının tamamını karşıladığını beyan
ettiği alacağını tümüyle davalı idareden tahsil ettiğinden (bkz. § 12) mülkiyet
hakkına ilişkin mağduriyeti 9/12/2010 tarihinde giderilmiş ve bu hak yönünden
başvurucunun mağdurluk statüsü de aynı tarihte sona ermiştir. Buna karşın
başvurucu, 5233 sayılı Kanun ile oluşturulan iç hukuk yolunun Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarında (Akdıvar
ve diğerleri/Türkiye [Giderim], B. No: 21893/93, 16/9/1996; Doğan ve diğerleri/Türkiye, B. No:
8803-8811/02…, 13/7/2006) belirtilen nitelikleri taşımadığı yahut Komisyon
tarafından ödenmesine karar verilen tazminat tutarının kendisine ödenmediği ya
da eksik ödendiği yönünde bir iddiada da bulunmamıştır.
41.
Açıklanan nedenlerle başvurucunun mülkiyet hakkına yönelik şikâyet yönünden
mağdurluk statüsünü kaybettiği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer
kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası
i. Danıştay Daireleri Arasında İçtihat Farklılığı Bulunması
Nedeniyle Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası
42.
Başvurucu, Komisyon kararında karşılanmaması nedeniyle sulhname kapsamına dâhil
olmayan zarar kalemleri için açtığı iptal davasında Danıştay Onuncu Dairesinin
30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararında da belirtildiği
gibi bakiye zararlara ilişkin dava hakkı saklı olduğundan dava konusu işlemin
iptaline hükmedilmesi gerekirken Danıştay Onbeşinci Dairesinin bozma kararı
verdiğini ve İlk Derece Mahkemesince bu karara uyularak davanın reddine
hükmedildiğini, bu hâliyle Danıştayın iki Dairesi arasında içtihat farklılığı
bulunması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
43.
Anayasa'nın 36. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahiptir.”
44.
Anayasa'nın 141. maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli
olarak yazılır.”
45.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili
uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda
karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından
davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini
isteme hakkına sahiptir.…”
46.
Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin yargı organlarına davacı
ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve
adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Sözleşme metni ile AİHM
kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan
alt ilke ve haklar, Anayasa'nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma
hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi Anayasa'nın 36. maddesi uyarınca
inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme'nin 6. maddesi ve AİHM
içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan
ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve
haklara Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §
38).
47. Bu noktada hukuk devletinin gereklerinden birini de hukuk
güvenliği ilkesi oluşturmaktadır (AYM, E.2008/50, K.2010/84, 24/6/2010 ve
E.2012/50, K.2012/128, 20/9/2012). AİHM de benzer biçimde adil yargılanma
hakkının, hukuk devletinin Sözleşmeci Devletlerin ortak mirası olduğunu
belirten Sözleşme’nin ön sözüyle birlikte yorumlanması gerektiğini
belirtmektedir. Hukuk devletinin asli unsurları arasında yer alan hukuki
belirlilik veya güvenlik ilkesi ise hukuki durumlarda belirli bir istikrarı
temin etmekte ve kamunun mahkemelere güvenine katkıda bulunmaktadır. Birbiriyle
uyuşmayan mahkeme kararlarının sürüp gitmesi, yargı sistemine güveni azaltarak
yargısal bir belirsizliğe yol açabilir (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye [BD], B. No: 13279/05, 20/10/2011, §
57).
48. Bununla birlikte farklı kararların aynı mahkemeden çıkmış
olması tek başına, adil yargılanma hakkının ihlali anlamına gelmeyecektir (Benzer
yöndeki AİHM kararları için bkz. Pinto/Portekiz,
B. No: 39005/04, 20/5/2008, § 41; Tudor Tudor/Romanya, B. No: 21911/03,
24/3/2009, § 29;
Remuszko/Polonya, B. No: 1562/10, 16/7/2013, § 92). Değişik yönlerde
kararlar verilmesi ihtimali Yargıtay,
Danıştay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi gibi çeşitli yüksek mahkemelerden
oluşan yargı sistemimizin kaçınılmaz bir özelliği olarak kabul edilmelidir (Türkan Bal, B. No: 2013/6932, 6/1/2015, §
53).
49. Diğer yandan bireylerin makul güvenlerinin korunması ve hukuki
güvenlik ilkesi, içtihadın değişmezliği şeklinde bir hak bahşetmemektedir (Benzer
yöndeki AİHM kararları için bkz. Unédic/Fransa, B. No: 20153/04, 18/12/2008, § 74; Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, §
58). Mahkemelerin yorumlarında dinamik bir
yaklaşımın sürdürülememesi reform ya da gelişimi engelleyeceğinden kararlardaki
değişim, adaletin iyi bir şekilde gerçekleştirilmesine aykırılık teşkil etmez
(Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Atanasovski/Makedonya
Eski Yugoslav Cumhuriyeti, B. No: 36815/03, 14/1/2010, § 38).
50.
Yüksek mahkemelerin ya da nihai merci olarak bir uyuşmazlığı çözüme bağlayan
mahkemelerin aynı konuya ilişkin kararlarında davaların içeriğinden
kaynaklanmayan farklı kabullerin bulunması hâlinde ise hareket noktası, derece
mahkemelerinin değerlendirme veya yorumlarından hangisinin doğru olduğunun ve
tercih edilmesi gerektiğinin tespit edilmesi olmayacaktır (Benzer yöndeki AİHM
kararı için bkz. Stefanica ve
diğerleri/Romanya, B. No: 38155/02, 2/11/2010, § 34). Bununla birlikte
Anayasa Mahkemesi, kararlarda yaşanan değişimin hukuki bir belirsizliğe yol
açıp açmadığına ve başvurucu bakımından öngörülebilir olup olmadığına yönelik
bir inceleme yapabilir (Türkan Bal,
§ 58).
51.
Yargısal kararlardaki değişiklikler, hukukun dinamizmini ve mahkemelerin
yaklaşımlarını yaşanan gelişmelere uyarlama kabiliyetlerini yansıtması yönüyle
olumludur. Uygulamadaki birlikteliği sağlamaları beklenen yüksek mahkemeler
içinde yer alan dairelerin benzer davalarda tatmin edici bir gerekçe göstererek
farklı sonuçlara ulaşmaları, hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ilkeleri
çerçevesinde, verilen kararların ihtimale dayalı sonuçlar olmamasını ve
birbirine zıt ilamların ortaya çıkmamasını gerektirir. Anılan durum, bireylerin
yargı sistemine ve mahkeme kararlarına duymaları beklenen güvenin zarar
görmemesi noktasında da önem arz etmektedir.
52. Başvurucunun,
kendisiyle aynı statüde olan davacılar lehine hüküm kurulması hakkında
dayandığı Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141,
K.2008/9584 sayılı ilamının incelenmesi neticesinde farklı idare mahkemesince
yapılan yargılamada davanın reddi yönünde kurulan hükmün, davacının Komisyon
tarafından reddedilen diğer istemine yönelik olarak dava açma hakkının saklı
bulunduğunun kabulü gerektiğinden bahisle bozulmasına karar verildiği
anlaşılmaktadır.
53.
Danıştay dava daireleri arasındaki iş bölümü kapsamında 5233 sayılı Kanun’dan
kaynaklanan davaları ve temyiz başvurularını inceleme görevi Danıştay Onuncu
Dairesine ait iken Danıştay Genel Kurulunca alınan 25/4/2011 tarihli E.2011/13,
K.2011/13 sayılı kararla Danıştay Dairelerinin yeni iş bölümü esasları
belirlenmiş ve bu görev Danıştay Onbeşinci Dairesine devredilmiştir. Aynı yıl
Danıştay Onbeşinci Dairesi içtihat değişikliğine giderek 5233 sayılı Kanun'un
12. maddesinin madde metni ve gerekçesinden hareketle sulhname imzalanması ile uyuşmazlığın
ortadan kalktığından bahisle bakiye zararlar için dava açılamayacağı şeklinde
hüküm kurmuştur.
54.
Başvuruya konusu olayda başvurucunun Mardin İdare Mahkemesinde açtığı davada
Mahkemenin; davacı tarafından, varlığı iddia edilen zarar kalemlerinin ispatına
yönelik olarak davacının beyanı dışında hukuken kabul edilebilir nitelikte
somut herhangi bir bilgi ve belgenin sunulamamış olması karşısında, bu talepler
yönünden tazminat ödenmemesinde hukuka aykırılık bulunmadığı fakat dava
dilekçesine eklenen tapu senetlerinden anlaşılacağı üzere Kısmetli köyünde
davacının babasına ait taşınmazların bulunduğu, babasının 5233 sayılı Kanun
kapsamında bir başvurusunun bulunmadığı ve tazminat alacağının oğlu olan
davacıya ödenmesine muvafakat ettiğinden bahisle dava konusu işlemin iptali
yönünde hüküm kurduğu, söz konusu kararın Danıştay Onbeşinci Dairesi tarafından
anılan içtihat değişikliğinden sonraki bir tarih olan 2012 yılında bozulduğu
anlaşılmaktadır. Başvurucunun dosyaya çelişkili karar örneği olarak beyan
ettiği kararın 2011 yılındaki içtihat değişikliğinden önce Danıştay tarafından
verilen karar olduğu görülmekle söz konusu kararlar ile başvurucunun açtığı
davada kurulan hüküm arasındaki farklılıkların Danıştay Onbeşinci Dairesinin
içtihat değişikliğinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
55.
Yüksek mahkemelerin oynaması gereken rol tam da yargı kararlarında doğabilecek
içtihat farklılıklarına bir çözüm getirmektir. Bununla birlikte yeni kabul
edilmiş bir yasanın yorumlanmasında olduğu gibi bazı hâllerde içtihadın
müstakar hâle gelmesinin belirli bir zamana ihtiyaç duyacağı açıktır (Benzer
yöndeki AİHM kararları için bkz. Zielinski ve Pradal ve Gonzalez ve diğerleri/Fransa [BD], B. No: 24846/94…,
28/10/1999, § 59; Schwarzkopf ve Taussik/Çek Cumhuriyeti (k.k.), B. No: 42162/02,
2/12/2008).
56.
Yazılı hukuk sistemine tabi ülkelerde içtihat değişmez bir olgu olmadığından
mahkeme içtihatlarındaki değişme yargı organlarının takdir yetkisi kapsamında
kalmaktadır. Böyle bir değişiklik özü itibarıyla önceki çözümün tatminkâr
bulunmaması anlamına gelmektedir (S.S.Balıklıçeşme Beldesi Tarım Kalkınma Kooperatifi ve
diğerleri/Türkiye, B. No: 3573/05…, 30/11/2010, § 28). Ancak aynı
hususta daha önce çıkan kararlardan farklı bir hüküm kurulması hâlinde
mahkemelerce, bu farklılaşmaya ilişkin makul bir açıklama getirilmesi
gerekmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Stoilkovska/Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti, B. No: 29784/07, 18/7/2013, § 49).
57.
Danıştay Onbeşinci Dairesinin bahse konu ilamının, Danıştay Onuncu Dairesinin
daha önceki kararından farklı bir sonuca neden ulaşıldığı hakkında başvurucu ve
üçüncü kişiler tarafından objektif olarak anlaşılmasına imkân verecek yeterli
gerekçeyi içerdiği değerlendirilmektedir. 2004 yılında kabul edilip aynı yıl
yürürlüğe giren 5233 sayılı Kanun kapsamında öngörülen idari süreç akabinde
uyuşmazlıkların yargıya taşınması ile yeni usul ve sulhname imzalanması işlemi
hakkında içtihatların müstakar hâle gelmesi için belli bir zamana ihtiyaç duyulması
da nazara alındığında yeterli gerekçeyle desteklenen içtihat değişikliği
sonrasında içtihattan sapma olmadığı gibi başvurucunun bu yönde bir iddiası da
mevcut değildir.
58.
Aynı hukuki metne ilişkin olarak aynı derecedeki bağımsız yargı mercileri
arasındaki yorum ve içtihat farklılıkları ile temyiz mercilerinin
uyuşmazlıklara ilişkin olarak tarafların talepleri ve delilleri arasındaki
yorum farklılıkları, tek başına adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde
kabul edilemeyeceği gibi (Ahmet
Sağlam, B. No: 2013/3351,
17/9/2013, § 45) mahkemelerce, hukuk kurallarının yorumlanması ve delillerin
değerlendirilmesinde farklılıklar meydana gelmesi ya da önceki çözümün
tatminkâr bulunmaması, yeni kabul edilmiş bir yasanın yorumlanmasında içtihadın
müstakar olması için belli bir zamana ihtiyaç duyulması gibi çeşitli nedenlerle
içtihat değişikliğine gidilmesi de tek başına adil yargılanma hakkının ihlali
niteliğinde kabul edilemez.
59.
Açıklanan nedenlerle başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu
şikâyeti niteliğinde olduğu, Derece Mahkemesi kararının bariz takdir hatası
veya açık keyfîlik de içermediği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer
kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlali İddiası
60.
Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda açıkça dayanaktan yoksun
olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden
de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
61.
Başvurucu, 5233 sayılı Kanun kapsamında ileri sürdüğü giderim talebinin
değerlendirilmesi hususundaki idari süreç ve yargılama prosedürünün makul
sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan
makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
62.
5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan müracaatlarda idari yargı makamları
nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha
önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği
kararlarda, Komisyon ve yargılama aşamalarında geçen süreler ile davanın tüm
koşulları, karara bağlanan başvuru sayısı ve
yargılama sürecinde Komisyon ve yargılama makamlarınca yapılan işlemler dikkate
alınarak uyuşmazlığın karara bağlanması konusunda kamu otoritelerine ve
özellikle yargılama organlarına atfedilebilecek bir gecikmenin olmadığı ve toplamda
sekiz yılın altında gerçekleşen başvuruların karara bağlanma süresinin makul
sürede yargılanma hakkının ihlaline yol açmadığı sonucuna ulaşılmıştır (Sabri Çetin, B. No: 2013/3007, 6/2/2014,
§§ 61-69; Mahmut Can Arslan, B.
No: 2013/3008, 6/2/2014, §§ 60-68; Mehmet
Gürgen, B. No: 2013/3202, 6/2/2014, §§ 58-66; Celal Demir, §§ 58-66). Başvurunun kesin
olarak karara bağlanmasının daha uzun bir sürede gerçekleştiği ve bu durumun
başvuruculara atfedilebilecek bir kusurdan kaynaklanmadığı durumlarda ise makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır (İsmet Kaya, B. No: 2013/2294, 8/5/2014, §§
46-70).
63.
Somut başvuru bakımından başvurucu tarafından 18/5/2005 tarihinde Komisyona
yapılan müracaat sonrasında 5233 sayılı Kanun’un öngördüğü usul uyarınca bir
kısım işlemlerin yapılması akabinde 29/12/2009 tarihinde başvurucunun talebinin
kısmen kabul edilip kısmen reddedildiği, belirtilen karar aleyhine 21/5/2010
tarihinde başlatılan yargılama sürecinin ise başvurucunun temyiz talebinin
reddine dair Danıştay Onbeşinci Dairesinin 4/12/2013 tarihli kararı ile
tamamlandığı, bu bakımından makul sürede yargılanma hakkı kapsamında nazara
alınması gereken toplam sürenin yaklaşık dokuz yıllık bir zaman dilimi olduğu
anlaşılmaktadır.
64. Somut başvuruya bir bütün olarak bakıldığında
başvurucu açısından farklı karar verilmesini gerektiren bir yön bulunmadığı
ve söz konusu yaklaşık dokuz yıllık yargılama sürecinde makul olmayan bir
gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
65.
Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına
alınan makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
66. Başvurucu, 7.000 TL maddi tazminatın bireysel başvuru
tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte ödenmesine
hükmedilmesini talep etmiştir.
67. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
68. Mevcut başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına
alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği tespit edilmiş olmakla
birlikte başvurucu tarafından manevi tazminat talebinde bulunulmadığı, tespit
edilen ihlal ile iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı da olmadığı
anlaşıldığından başvurucunun maddi tazminat taleplerinin reddine karar
verilmesi gerekir.
69. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.500
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.706,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. 1. Kişi dokunulmazlığı ilkesinin, kişi özgürlüğü ve güvenliği
hakkının, serbest dolaşım özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Mülkiyet hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın kişi bakımından
yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Danıştay Daireleri arasında
içtihat farklılığı bulunması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Tazminata ilişkin taleplerin
REDDİNE,
D. 206,10 TL harç ve 1.500 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.706,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın
tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren
dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması hâlinde, bu sürenin sona
erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına
15/12/2015
tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.