TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
NAİL YILMAZ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/4147)
|
|
Karar Tarihi: 10/6/2015
|
R.G. Tarih- Sayı: 15/7/2015-29417
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi
DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Derya ATAKUL
|
Başvurucu
|
:
|
Nail YILMAZ
|
Vekili
|
:
|
Av. Mübeccel PINARLIDAĞ
|
|
|
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1.
Başvurucu, “suç işlemek amacıyla kurulan
örgüte üye olma, yağma ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma”
suçlarını işlediği iddiasıyla yargılandığı davada, soruşturma aşamasında müdafiin dosyayı inceleme yetkisi kısıtlandığı için etkin
savunma yapamadığını, uzun süredir tutuklu olduğunu, tutukluluğunun makul
olmayan bir süredir devam ettiğini ve Kanun’da öngörülen azami süreyi aştığını,
yargılamanın halen devam ettiğini ve makul sürede sonuçlandırılmadığını
belirterek, Anayasa’nın 19. ve 36. maddelerinde yer alan kişi özgürlüğü ve
güvenliği hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş,
maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2.
Başvuru, 26/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari
yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir
durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 10/6/2014 tarihinde, kabul
edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar verilmiştir.
4.
Bölüm Başkanı tarafından 18/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas
incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve
olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına
gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 15/8/2014 tarihli yazısında, Anayasa
Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen,
başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP
aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu, Bursa Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen
soruşturma kapsamında 19/12/2006 tarihinde gözaltına alınmıştır.
8. Bursa 4. Sulh Ceza Mahkemesince 21/12/2006 tarihli ve
2006/683 Sorgu sayılı karar ile başvurucunun tutuklanmasına karar verilmiştir.
9. Bursa Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan 6/2/2007
tarihli ve 2007/7 sayılı fezleke, kamu davası açılmak üzere, 4/12/2004 tarih ve
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 250. maddesi ile görevli ve yetkili
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir.
10. Başvurucu ve diğer yirmi üç şüpheli hakkında, İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK. 250. maddesi ile yetkili) 1/3/2007 tarihli ve
E.2007/333 sayılı iddianamesi ile "çıkar
amaçlı silahlı suç örgütü kurmak, yönetmek, kurulan örgüte üye olmak, örgüt
faaliyetleri kapsamında silahla birden fazla kişiyle yağma yapmak ve yağmaya
teşebbüs etmek, zorla kişi hürriyetinden mahrum bırakmak, 6136 ve 2521 sayılı
Kanunlara muhalefet" suçlarını işledikleri iddiasıyla kamu
davası açılmıştır.
11. İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi (CMK. 250. maddesi ile
görevli), 15/4/2013 tarihli ve E.2007/165, K.2013/95 sayılı kararı ile
başvurucunun “kişiyi hürriyetinden yoksun
kılma” suçundan beraatine, “suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olmak, yol
kesmek suretiyle silahla birden fazla kişi ile yağma (3 kez), birden fazla kişi
tarafından birlikte yağma, cebir, tehdit veya hile kullanarak kişiyi
hürriyetinden yoksun kılma” suçlarından toplam 44 yıl 33 ay 20 gün
hapis cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluğunun devamına karar vermiştir.
12. Başvurucunun, makul olmayan bir süredir tutuklu olduğu ve
tutukluluk süresinin beş yılı geçtiği iddiasıyla 24/4/2013 tarihinde
tutukluluğunun devamı kararına yaptığı itiraz, Mahkemece 2/5/2013 tarihli ve
E.2007/165 sayılı ara karar ile reddedilmiştir.
13. Başvurucunun, İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin ret
kararına itirazı İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 7/5/2013 tarihli ve
2013/218 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Başvurucu, 19/7/2013
tarihinde makul olmayan bir süredir tutuklu olduğu ve tutukluluk süresinin beş
yılı geçtiği gerekçesiyle tutukluluğunun devamı kararına tekrar itiraz etmiş
olup Mahkemece bu konuda herhangi bir değerlendirme yapılıp yapılmadığı tespit
edilememiştir.
14. Başvurucu, 26/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
15. Gerekçeli karar temyiz edilmiş, Yargıtay 6. Ceza Dairesi,
30/10/2014 tarihli ve E.2014/6342, K.2014/18152 sayılı ilâmı ile “hükme esas alınan iletişim tespit tutanakları,
sanıkların ve mağdurların hazırlık ifadeleri, teşhis tutanakları, ekspertiz
raporları, fiziki takip tutanakları, bilgisayar inceleme ve görüntü tespit
tutanağı, gizli takip kayıt ve CD çözüm tutanakları ile arama ve muhafaza
altına alma ile yakalama ve zapt etme tutanaklarının denetime olanak verecek
şekilde dosya arasında bulundurulmadığı” gerekçesiyle hükmü
bozmuştur.
16. Özel yetkili mahkemelerin kapatılması üzerine, Hakimler
ve Savcılar Yüksek Kurulunun (HSYK) 30/4/2014 tarihli ve 61434595-550/13943
sayılı dosya devri hakkındaki kararı uyarınca, suç yeri Bursa ili olduğundan
dava dosyası görevli ve yetkili Bursa Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiştir.
17. Dava dosyası, İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesince, Bursa
4. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2007/366 sayılı dosyasına devredilmiştir.
18. Bursa 4. Ağır Ceza Mahkemesince, devredilen dava dosyası
incelenmiş, E.2014/445 sayılı dava dosyasına kaydı yapılarak yargılamaya devam
edilmiştir.
19. Mahkemece, 5/12/2014 tarihli tensip tutanağı ile
başvurucu hakkındaki delillerin toplanmış olması, tutuklu kalınan süre ve
Anayasa Mahkemesinin 3/4/2014 tarihli ve B. No: 2013/736 sayılı kararı ile bu
karardaki gerekçe dikkate alınarak başvurucu hakkında yurtdışı çıkış yasağı
konulmasına ve başvurucunun tahliyesine karar verilmiştir.
20. Yargılama, Bursa 4. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2014/445
sayılı dosyasında halen devam etmektedir.
B. İlgili
Hukuk
21. 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 109.
maddesinin (2) numaralı fıkrası, (3) numaralı fıkrasının (a) ve (b) bentleri,
149. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a), (c), (d), (f) ve (g) bentleri,
220. maddesinin (2) ve (3) numaralı fıkraları; 5271 sayılı Kanun’un 223.
maddesinin (2) numaralı fıkrasının (e) bendi.
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
22. Mahkemenin 10/6/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda,
başvurucunun 26/3/2014 tarih ve 2014/4147 numaralı bireysel başvurusu incelenip
gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
23. Başvurucu, 19/12/2006 tarihinde gözaltına alındığını ve 21/12/2006
tarihinde tutuklandığını, tutukluluğunun makul olmayan bir süredir devam
ettiğini ve Kanun’da öngörülen azami süreyi aştığını, “suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma, yağma
ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma” suçlarını işlediği iddiasıyla
yargılandığı davada, soruşturma aşamasında müdafiin
dosyayı inceleme yetkisi kısıtlandığı için etkin savunma yapamadığını, kısıtlanan savunma hakkının iddianamenin
tebliği ile sona erdiğini, ancak soruşturma aşamasında aleyhe delillere
ulaşamadığından yaklaşık dört ay boyunca savunma yapamadan tutuklu kaldığını, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca
1/3/2007 tarihinde hakkında açılan kamu davasının halen devam ettiğini ve
yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek, kişi özgürlüğü ve
güvenliği hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
a. Soruşturma Aşamasında Savunma Hakkının İhlali İddiası
24. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un geçici 1. maddesinin (8)
numaralı fıkrası şöyledir:
"Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve
kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler."
25. Anılan Kanun hükmü uyarınca Anayasa Mahkemesinin zaman
bakımından yetkisinin başlangıcı 23/9/2012 tarihi olup, Mahkeme, ancak bu
tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel
başvuruları inceleyebilir. Niteliği itibarıyla kamu düzenine ilişkin olan bu
başvuru şartını taşımayan bireysel başvuruların incelenebilmesi mümkün
değildir.
26. Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi için kesin
bir tarihin belirlenmesi ve Mahkemenin yetkisinin geriye yürür şekilde
uygulanmaması hukuk güvenliği ilkesinin bir gereğidir (Zafer Öztürk, B. No: 2012/51, 25/12/2012,
§ 18).
27. Başvurucu, 19/12/2006 tarihinde gözaltına alındığını ve
21/12/2006 tarihinde tutuklandığını, “suç
işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma, yağma ve kişiyi hürriyetinden yoksun
kılma” suçlarını işlediği iddiasıyla yargılandığı davada, soruşturma
aşamasında müdafiin dosyayı inceleme yetkisi
kısıtlandığı için etkin savunma yapamadığını, kısıtlanan savunma hakkının
iddianamenin tebliği ile sona erdiğini, ancak soruşturma aşamasında aleyhe
delillere ulaşamadığından yaklaşık dört ay boyunca savunma yapamadan tutuklu
kaldığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
28. Somut olayda başvurucu, 19/12/2006 tarihinde gözaltına
alınmış, 21/12/2006 tarihinde tutuklanmış, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının
1/3/2007 tarihli iddianamesi ile başvurucu ve diğer yirmi üç şüpheli hakkında, "çıkar amaçlı silahlı suç örgütü kurmak,
yönetmek, kurulan örgüte üye olmak, örgüt faaliyetleri kapsamında silahla birden
fazla kişiyle yağma yapmak ve yağmaya teşebbüs etmek, zorla kişi hürriyetinden
mahrum bırakmak, 6136 ve 2521 sayılı Kanunlara muhalefet"
suçlarını işledikleri iddiasıyla kamu davası açılmıştır.
29. Başvurucu, soruşturma aşamasında müdafiin
dosyayı inceleme yetkisi kısıtlandığı için aleyhe delillere ulaşamadığından
yaklaşık dört ay boyunca savunma yapamadan tutuklu kaldığını, ancak gözaltına
alındığı 19/12/2006 tarihinde kısıtlanan savunma hakkının iddianamenin tebliği
ile sona erdiğini ve tebliğden itibaren dosyadaki tüm deliller hakkında bilgi
sahibi olduğunu belirtmiştir. Başvurucu hakkında, 1/3/2007 tarihinde düzenlenen
iddianamenin Mahkemece kabul edilerek, soruşturma aşamasının sona erdiği ve
28/3/2007 tarihinde düzenlenen tensip tutanağı ile iddianamenin başvurucuya
tebliğ edildiği anlaşılmıştır.
30. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun soruşturma aşamasında
savunma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetinin Anayasa Mahkemesinin
yetkisinin başladığı tarihten önceye ait olduğu anlaşıldığından, başvurunun bu
kısmının "zaman bakımından
yetkisizlik" nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
b. Kişi Özgürlüğü ve Güvenliği Hakkının İhlali İddiası
31. Başvurucu, 19/12/2006 tarihinde gözaltına alındığını ve
21/12/2006 tarihinde tutuklandığını, tutukluluğunun makul olmayan bir süredir
devam ettiğini ve Kanun’da öngörülen azami süreyi aştığını belirterek, kişi
özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
32. 6216 sayılı Kanun’un "Bireysel
başvuru usulü" kenar başlıklı 47. maddesinin (5) numaralı
fıkrası şöyledir:
"Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği tarihten;
başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün
içinde yapılması gerekir. ..."
33. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün "Başvuru süresi ve mazeret" kenar başlıklı 64.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği tarihten,
başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün
içinde yapılması gerekir."
34. Bireysel başvurunun kabul edilebilirlik koşullarından
olan başvuru süresine riayet edilmesi şartı, bireysel başvuru incelemesinin her
aşamasında resen nazara alınması gereken bir başvuru koşuludur (Taner Kurban, B. No: 2013/1582, 7/11/2013,
§ 19).
35. Yukarıda belirtilen hükümler uyarınca bireysel
başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği, başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin
öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekmektedir. Bu
yönüyle başvuru yollarının tüketilmesi ve başvuru süresine ilişkin koşullar
arasında yakın bir bağlantı bulunmaktadır. Ancak belirtilen hükümlerde yer
verilen olağan başvuru yolları ibaresinin, başvurucunun şikâyetleri açısından
makul bir başarı şansı sunabilecek ve bir çözüm sağlayabilecek nitelikte,
kullanılabilir ve etkili başvuru yolları olarak anlaşılması gerekir. Olağan
başvuru yollarının tamamının tüketilmesi ibaresinin katı bir şekilde
yorumlanması, birtakım başvurular açısından bireysel başvurunun amacıyla
bağdaşmayan neticelere yol açabilecektir. Bu nedenle, olayın özel şartları
içinde etkisiz ve yetersiz olan bir kanun yolunun tüketilmesi şartı
aranmaksızın, her bir başvuru yolunun somut başvurular açısından etkili olup
olmadığının münferiden denetlenmesi gerekmektedir (Taner Kurban, § 20).
36. Bireysel başvurunun, başvuru yolu öngörülmüş olması
halinde bu yolun tüketildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması
gerektiği belirtilmekle beraber, başvuru süresinin başlangıç tarihinin
belirlenmesi hususunda başvurucunun nihai karardan yeterince bilgi sahibi
olması aranacaktır. Bu noktada, nihai kararın tebliğinin öngörüldüğü hallerde
tebliğ tarihinin, tebliğ şartı öngörülmeyen hallerde ise başvurucunun kararın
içeriğini kesin olarak öğrenebildiği tarihin esas alınması gerekir (Taner Kurban, § 21).
37. Devam eden tutukluluğun hukuka aykırı olduğu iddiasıyla
yapılan bireysel başvurularda şikâyetlerin temel amacı, tutukluluğun hukuka
aykırı olduğunun ya da devamını haklı kılan sebep veya sebeplerin
bulunmadığının tespitidir. Bu tespit yapıldığı takdirde buna bağlı olarak
ilgilinin tutukluluk halinin devamına gerekçe olarak gösterilen hukuki
sebeplerin varlığı sona erecek ve böylece kişinin serbest kalmasının yolu
açılabilecektir. Bu amaçla yapılan bir başvuruda, itiraz kanun yolunda
çelişmeli yargılama ve/veya silahların eşitliği gibi ilkelere uygun olarak bir
inceleme yapılıp yapılmadığı da dikkate alınacaktır. Dolayısıyla belirtilen
nedenlerle ve serbest bırakılmayı temin edebilecek bir karar alma amacıyla
yapılacak bireysel başvuruların, olağan kanun yolları tüketilmek şartıyla,
tutukluluk hali devam ettiği sürece yapılabilmesi mümkündür (Korcan Pulatsü, B. No:
2012/726, 2/7/2013, § 30).
38. Ancak başvurucu hâlihazırda tahliye olmuş ya da hakkında ilk
derece mahkemesinin mahkûmiyet hükmü kesinleşmiş ise bireysel başvuru açısından
talebi, hukuka aykırılığın tespiti ve gerekiyorsa belli bir miktar tazminata
hükmedilmesiyle sınırlı kalacaktır. Dolayısıyla bu tür ihlal iddiaları
bakımından varsa başvuru yolları denendikten sonra bireysel başvuru
yapılmalıdır (Korcan Pulatsü, § 31).
39. Buna karşılık, kişi serbest bırakılmadan yargılanmakta
olduğu davada ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm olmuşsa, mahkûmiyet tarihi
itibarıyla tutukluluk hali sona erer. Çünkü bu durumda kişinin hukuki durumu "bir suç isnadına bağlı olarak tutuklu"
olma kapsamından çıkmaktadır. Bireysel başvuru incelemesi açısından,
tutuklamanın şartları ile mahkûmiyete hükmedilmesi arasındaki esaslı fark da
bunu gerektirir. Zira mahkûmiyete karar verilmesi, şüphenin yenildiği anlamına
gelmekte; isnat olunan suçun işlendiği, bundan failin sorumlu olduğunun sübuta
erdiği kabul edilmekte ve bu nedenle sanık hakkında hürriyeti bağlayıcı cezaya
ve/veya para cezasına hükmedilmektedir. Bir başka ifadeyle tutuklu sanığın
hukuki statüsü değişmekte, tutuklanmasına neden olan (kuvvetli) şüphe, yerini
her türlü şüpheden uzak bir kabulü ifade eden "kanaat"e bırakmaktadır. Bu
nedenle mahkûmiyetle birlikte kişinin kuvvetli suç şüphesinin ve bir tutuklama
nedenine bağlı olarak tutukluluk halinin sona erdiğinin kabulü gerekir. Bu
bakımdan, mahkûmiyet kararının kesinleşmiş olması ayrıca gerekmez. Nitekim
gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), gerekse Yargıtay, mahkûmiyet
kararı sonrası tutulma halini tutukluluk olarak nitelendirmemektedir. AİHM, ilk
derece mahkemesi kararıyla mahkûm olan bir sanığın, söz konusu mahkûmiyet
kararından sonraki tutulmasını Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme)
5. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi hükmü uyarınca "mahkûmiyet sonrası tutma"
olarak değerlendirmekte ve tutukluluk süresinin hesabında dikkate almamaktadır
(Benzer yöndeki bir AİHM kararı için bkz. Solmaz/Türkiye,
B. No: 27561/02, 16/1/2007, §§ 23, 24; Şahap
Doğan/Türkiye, B. No: 29361/07, 27/5/2010, § 26). Aynı yaklaşım
Yargıtay Ceza Genel Kurulu (YCGK) tarafından da benimsenmektedir. YCGK'nin 12/4/2011 tarih ve E.2011/1-51, K.2011/42 sayılı
kararında, "hakkında mahkûmiyet hükmü
kurulmakla sanığın atılı suçu işlediği yerel mahkeme tarafından sabit görülmekte
ve bu aşamadan sonra tutukluluğun dayanağı mahkûmiyet hükmü olmaktadır."
gerekçesiyle, temyizde geçen sürenin tutukluluk süresine dâhil edilmeyeceğine
karar verilmiştir (Hasan Elçi, B.
No: 2013/6398, 3/4/2014, §32).
40. Bu nedenle mahkumiyete ilişkin nihai kararla birlikte,
sanığın tutukluluğa ilişkin hukuki statüsü ve dolayısıyla tabi olduğu rejim
değiştiğinden, otuz günlük başvuru süresinin, itiraz yoluna başvurulmayan
durumlarda, tutukluluğun hükümle birlikte devamına dair kararın başvurucu tarafından
öğrenildiği tarihten itibaren hesaplanması gerekir (Hasan Elçi, § 33, benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Atalay Öztürk/Türkiye [KK], B. No:
54890/09, 7/1/2014). Tutukluluğun hükümle birlikte devamına dair karara karşı
itiraz yoluna başvurulmuş olması durumunda ise otuz günlük başvuru süresinin,
itirazın reddine dair kararın başvurucu tarafından öğrenildiği tarihten
itibaren hesaplanması gerekir.
41. Somut olayda, 19/12/2006 tarihinde gözaltına alınan ve
21/12/2006 tarihinde tutuklanan başvurucunun, İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesice 15/4/2013 tarihinde mahkûmiyetine ve tutukluluk
halinin devamına karar verilmiştir. Başvurucunun, 24/4/2013 tarihinde
tutukluluğunun devamı kararına yaptığı itiraz, Mahkemece 2/5/2013 tarihli ve
E.2007/165 sayılı ara karar ile reddedilmiştir. Başvurucunun, İstanbul 10. Ağır
Ceza Mahkemesinin ret kararına itirazı da İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesinin
7/5/2013 tarihli ve 2013/218 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir.
Başvurucu, 19/7/2013 tarihinde tutukluluğunun devamı kararına tekrar itiraz
etmiştir. Dolayısıyla başvurucunun, İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesinin
7/5/2013 tarihli kararını en geç 19/7/2013 tarihi itibarıyla öğrendiğinin
kabulü gerekir. Buna göre, başvurucunun 26/3/2014 tarihinde yapmış olduğu
bireysel başvurunun, bu şikayet yönünden süresi
içerisinde yapıldığının kabul edilmesi mümkün değildir.
42. Açıklanan nedenlerle, ihlale neden olduğu iddia edilen
karara ilişkin olarak otuz gün geçtikten sonra yapılan başvurunun bu kısmının,
diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin "süre aşımı" nedeniyle kabul
edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c.
Yargılamanın Makul Sürede Sonuçlandırılmadığı İddiası
43. Başvurucu, 19/12/2006 tarihinde gözaltına alındığını ve
21/12/2006 tarihinde tutuklandığını, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca
1/3/2007 tarihinde hakkında açılan kamu davasının halen devam ettiğini ve
yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek, adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
44. Başvurucunun yargılamanın uzunluğuyla ilgili şikâyeti
açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyet için diğer kabul edilemezlik
nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle, başvurunun bu
bölümüne ilişkin olarak da kabul edilebilirlik kararı verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
45. Başvurucu, 19/12/2006 tarihinde gözaltına alınmasıyla
başlayan yargılama sürecinin halen devam ettiğini ve yargılamanın makul sürede
sonuçlandırılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüş, manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
46. Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan
bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, §
18), Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma
hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36. maddesinde
yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın
36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı bir çok
kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında
yorumlamak suretiyle, Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM
içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara,
Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını
oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle
ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten
Anayasa’nın 141. maddesinin de Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul
sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması
gerektiği açıktır (Güher Ergun ve Diğerleri,
B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38–39).
47. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu,
tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun
davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir
davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması
gereken kriterlerdir (Güher Ergun ve
Diğerleri, §§ 41–45).
48. Anayasa’nın 36. ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca
kişilere, cezai alanda yöneltilen suçlamaların da (suç isnadı) makul sürede
karara bağlanmasını isteme hakkı tanınmıştır. İsnat olunan fiil, ceza
kanunlarında suç olarak nitelendirilmiş ve yargılama aşamasında ceza hukukunun
kuralları uygulanmış ise ayrıca bir uygulanabilirlik incelemesi yapılmaksızın kendiliğinden
adil yargılanma hakkının kapsamına girer (B.E.,
B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 31). Başvuru konusu olayda, başvurucu hakkında, “suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olmak,
birden fazla kişi tarafından birlikte yağma, cebir, tehdit veya hile kullanarak
kişiyi hürriyetinden yoksun kılma” suçlarını işlediği iddiasıyla
soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu hakkında isnat olunan suçlar 5237 sayılı
Kanun’da hapis cezasını gerektirir şekilde tanımlanmışlardır. Bu çerçevede
başvurucu hakkındaki suç isnadına dayalı yargılamanın Anayasa’nın 36.
maddesinin güvence kapsamına girdiği konusunda kuşku bulunmamaktadır (B.E., § 32).
49. Ceza muhakemesinde yargılama süresinin makul olup
olmadığı değerlendirilirken sürenin başlangıcı, bir kişiye suç işlediği iddiasının
yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya isnattan ilk olarak etkilendiği
arama ve gözaltı gibi bir takım tedbirlerin
uygulanması anıdır. Somut başvuru açısından bu tarih, başvurucunun Bursa
Cumhuriyet Başsavcılığınca gözaltına alındığı 19/12/2006 tarihidir. Ceza
yargılamasında sürenin sona erdiği tarih, suç isnadının nihai olarak karara
bağlandığı, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin
makul süre şikâyetiyle ilgili kararını verdiği tarihtir (Ersin Ceyhan, B. No: 2013/695, 9/1/2014, §
35).
50. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde, Bursa
Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında 19/12/2006 tarihinde
gözaltına alınarak Bursa 4. Sulh Ceza Mahkemesince 21/12/2006 tarihinde
tutuklanan başvurucu hakkında düzenlenen fezlekenin görevli ve yetkili İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığına gönderildiği, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının
1/3/2007 tarihli iddianamesi ile başvurucu ve diğer yirmi üç şüpheli hakkında, "çıkar amaçlı silahlı suç örgütü kurmak, yönetmek,
kurulan örgüte üye olmak, örgüt faaliyetleri kapsamında silahla birden fazla
kişiyle yağma yapmak ve yağmaya teşebbüs etmek, zorla kişi hürriyetinden mahrum
bırakmak, 6136 ve 2521 sayılı Kanunlara muhalefet" suçlarını
işledikleri iddiasıyla kamu davası açıldığı tespit edilmiştir. İstanbul 10.
Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonunda 15/4/2013 tarihli karar ile
başvurucunun “kişiyi hürriyetinden yoksun
kılma” suçundan beraatine, “suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olmak, yol
kesmek suretiyle silahla birden fazla kişi ile yağma (3 kez), birden fazla kişi
tarafından birlikte yağma, cebir, tehdit veya hile kullanarak kişiyi
hürriyetinden yoksun kılma” suçlarından mahkûmiyetine ve
tutukluluğunun devamına karar verildiği, temyiz üzerine hükmün, Yargıtay 6.
Ceza Dairesinin, 30/10/2014 tarihli ilâmı ile bozulduğu belirlenmiştir. Bozma
üzerine, dava dosyasının görevli ve yetkili Bursa 4. Ağır Ceza Mahkemesine
gönderildiği, davanın, Mahkemenin E.2014/445 sayılı dosyasına kaydedildiği,
5/12/2014 tarihli tensip tutanağı ile başvurucunun tahliyesine karar verildiği
ve yargılamanın halen devam ettiği anlaşılmıştır.
51. 5271 sayılı Kanun’un öngördüğü yargılama usullerine tabi
mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar
daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından
makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde kararlar verilmiştir (B.E., §§ 23-41; Ersin Ceyhan, §§ 24-40).
52. Başvuruya konu davada yer alan kişi sayısı ve davanın
mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliği başvuruya konu
yargılamanın karmaşık olduğunu ortaya koymakla birlikte, davaya bütün olarak
bakıldığında, somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek
bir yön bulunmadığı ve söz konusu sekiz yılı aşkın süredir devam eden yargılama
sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
53. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine
karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
54. Başvurucu, yargılama makul sürede sonuçlandırılmadığı
için 10.000,00 TL maddi ve 10.000,00 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep
etmiştir.
55. 6216 sayılı Kanun'un “Kararlar”
kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
56. Başvurucunun tarafı olduğu uyuşmazlığa ilişkin sekiz yılı
aşkın süredir devam eden yargılama süresi nazara alındığında, yargılama faaliyetinin
uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi
zararları karşılığında başvurucuya net 4.400,00 TL manevi tazminat ödenmesine
karar verilmesi gerekir.
57. Başvurucu tarafından maddi tazminat talebinde bulunulmuş
olmakla beraber, tespit edilen ihlal ile iddia edilen maddi zarar arasında
illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından, başvurucunun maddi tazminat talebinin
reddine karar verilmesi gerekir.
58. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca
tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
1.706,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
59. Başvuruya konu yargılamanın sekiz yılı aşkın süredir
devam ettiği ve bu hususun makul sürede yargılanma hakkını ihlal ettiği
gözetilerek, anayasal bir hakkın ihlal edildiği açık olan bir yargılama
dosyasında, hukuka, adalete ve mahkemeye güven ilkesinin gördüğü zararın devam
etmesinin önlenmesi amacıyla, yargılamanın mümkün olan en kısa sürede
sonuçlandırılmasını teminen, kararın bir örneğinin
ilgili Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. Savunma hakkının ihlal
edildiği yönündeki iddiasının “zaman
bakımından yetkisizlik” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2.
Özgürlük ve güvenlik hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının "süre aşımı" nedeniyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3.
Yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmadığı yönündeki iddiasının KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
4.
Makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
B. Başvurucuya, net 4.400,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE, başvurucunun tazminata ilişkin diğer
taleplerinin REDDİNE,
C. Başvurucu tarafından yapılan 206,10 TL harç ve 1.500,00 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.706,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
D. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
E. Kararın bir örneğinin Bursa 4. Ağır Ceza Mahkemesine
gönderilmesine,
10/6/2015
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.