TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
İRFAN DURMUŞ VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/4153)
|
|
Karar Tarihi: 11/5/2017
|
R.G. Tarih ve Sayı: 13/7/2017 - 30123
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Nahit GEZGİN
|
Başvurucular
|
:
|
1. İrfan
DURMUŞ
|
|
|
2. Kadriye
DURMUŞ
|
|
|
3. Muhammet
DURMUŞ
|
Vekili
|
:
|
Av. Ali
DİNSEVER
|
|
|
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, bir hükümlünün ceza infaz kurumunda çıkan yangında
yanarak yaralanması sonrasında tedavisindeki yetersizlikler ve ihmalkârlıklar
sonucu yaşamını yitirmesi ve bu olayla ilgili olarak etkili bir ceza
soruşturması yürütülmemesi nedenleriyle yaşama hakkının ihlal edildiği
iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 26/3/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur.
7. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal
Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucular, Tarsus'ta yaşamaktadırlar. Başvuruculardan
Muhammet Durmuş ve Kadriye Durmuş'un oğulları, diğer başvurucu İrfan Durmuş'un
ise kardeşi olan 1989 doğumlu Hakan Durmuş (H.D.), olay tarihinden önce farklı
sağlık kuruluşları tarafından kronik psikotik
bozukluk tanısı konulmuş bir kişidir.
10. H.D. olay tarihinde çeşitli suçlardan aldığı kesinleşmiş
mahkûmiyetler nedeniyle Aydın E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz
Kurumu) hükümlü olarak tutulmaktadır.
11. H.D., Eskişehir Askerî Mahkemesinin hakkında yürüttüğü
yargılama sonucunda verdiği koruma ve tedavi altına alınmasına ilişkin kararın
yerine getirilmesi için 25/5/2011 tarihinde tutulmaya başlandığı bu Kurumdan
30/07/2012 tarihinde Manisa Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesine (Ruh ve Sinir
Hastalıkları Hastanesi) gönderilmiştir.
12. Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinin de psikotik bozukluk tanısı koyduğu H.D. sosyal şifa bulduğu
ve toplum açısından tehlikeli olma durumunun ortadan kalktığı gerekçesiyle aynı
Hastane tarafından tıbbi kontrol ve takip şartıyla taburcu edilerek diğer
cezalarını çekmek üzere 9/8/2012 tarihinde Ceza İnfaz Kurumuna yeniden teslim
edilmiştir.
13. H.D. teslim edildikten sonra Ceza İnfaz Kurumundaki tek
kişilik bir odaya kendi isteğiyle -Ceza İnfaz Kurumu görevlilerin beyanlarına
göre- alınmış, tutulmaya devam ettiği bu odada 11/8/2012 gününü 12/8/2012
gününe bağlayan gece saat 02.00 sıralarında yangın çıkmıştır. H.D., odadan
kısmen yanmış bir şekilde infaz koruma görevlilerince çıkartılarak görevlilerin
ilk müdahalelerinin ardından olay yerine gelen 112 Acil Servis ekibi tarafından
Aydın Devlet Hastanesine (Devlet Hastanesi) götürülmüştür.
14. Olaydan hemen sonra Ceza İnfaz Kurumu görevlilerince olaya
ilişkin bir tutanak düzenlenmiş ve olay yerinin fotoğrafları çekilmiştir. Söz
konusu tutanağın ilgili bölümü şöyledir:
“…Hakan Durmuş, 11.08.2012 günü saat 02.00
sıralarında bulunduğu oda kapısının önüne yığdığı yatak, elbise, battaniye gibi
eşyalarla kendisini yakmaya çalışmış ve kendisine müdahale edilmesini önlemek
için oda kapısının kilit kısmına kemerle düğüm atmasına rağmen odaya yangın
tüpüyle müdahale edilip yanan malzemeler söndürülerek kendisi oda dışına alınıp
hemen acil 112 servisi çağrılarak Aydın Devlet Hastanesine sevki yapılmıştır.”
15. H.D., sağlık durumunun ciddi olması ve Devlet Hastanesinde
yanık tedavisi ünitesinin bulunmaması nedeniyle yanık tedavi ünitesi/merkezi
bulunan farklı şehir ve bölgelerdeki devlet veya üniversite hastanelerine
nakledilmeye çalışılmış ise de görüşülen hastaneler tarafından yer yokluğu
gerekçesiyle her defasındakabul edilmemiştir.
16. 15/8/2012 günü Adana'daki bir özel hastane tarafından kabul
edilmesi üzerine H.D.nin nakli için gerekli
hazırlıklara başlanmış ancak durumunun ciddiyeti nedeniyle naklin uçak
ambulansla yapılmasının gerekmesi ve bu hastanede uçak ambulansın inişi için
uygun bir fiziksel ortamın bulunmaması yüzünden bu nakil işlemi de
gerçekleştirilememiştir.
17. H.D., daha önce sorulup da nakledilmeye çalışılmasına rağmen
diğer hastaneler gibi yer yokluğu gerekçesiyle kabul edilmediği İzmir Bozyaka Eğitim ve Araştırma Hastanesine (Eğitim ve
Araştırma Hastanesi) -bu Hastanede yatan başka bir hastanın yaşamını yitirmesi
sonucu yer sağlandığının aynı gün (15/8/2012) Hastane tarafından bildirilmesi
üzerine- bir uçak ambulansla nakledilmiştir. H.D. takip ve tedavisinin devam
edildiği bu Hastanede 20/8/2012 tarihinde yaşamını yitirmiştir.
18. Devlet Hastanesi Cerrahi Yoğun Bakım Ünitesinin düzenlediği
epikrizin ilgili bölümü şöyledir:
"...
FİZİK MUAYENE
- ... Tüm vücutta yaklaşık %70 ikinci derece
yanık mevcut. ...
KLİNİK İZLEM
11/08/2012 saat 02.45 hastaya tedavisi
düzenlendi. ... 112 acil servise hastanın ileri bir yanık merkezine nakli için
istemde bulunuldu.
11/08/2012 Genel durumu kötü. Hasta ile kooere kurulamıyor. Ajite. ... Yanık merkezleri ile
görüşülüyor. Dr. F... K... ile görüşüldü. ... İzmir Bozyaka
Devlet Hastanesi yanık merkezi Prof. Dr. M... Y... ile
görüşüldü. En erken 20 gün sonra açılabileceği söylendi.
12/08/2012 saat 10:00 Genel durumu kötü. ...
112 ile tekrar irtibat kuruldu. Yanık merkezlerinden yer aranıyor. Durumundan SABİM'e [Sağlık Bakanlığı İletişim Merkezi] bilgi verildi. ... 13/08/2012 Genel durumu kötü. ...
112 ile irtibata geçildi. Yanık merkezlerinden yer aranıyor.
14/08/2012 Genel durumu orta. ...GATA, DİCLE, İzmit Devlet Hastanesi 112 aracılığı ile
kabul etmiyor. Bozyaka, İzmir Atatürk,
Adnan Menderes Ünv. ile
bizzat görüşüldü. Yerleri olmadığı için hastayı kabul etmiyorlar.
...
... Adana Özel ... hastanesi ile görüşüldü.
Hastanın nakli için hava ambulans sistemine başvuruldu. (...) "
19. Eğitim ve Araştırma Hastanesi görevlilerince ölüm olayının
bildirilmesi üzerine aynı gün İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından
soruşturma açılmış ve nöbetçi Cumhuriyet Savcısı tarafından bir adli tıp
uzmanının da hazır bulunduğu ölü muayene işlemi gerçekleştirilmiştir.
20. Cumhuriyet Savcısı tarafından gerçekleştirilen bu ölü
muayene işlemi sırasında, olaydan haberdar edilmesi üzerine ölümün
gerçekleşmesinden önce Tarsus'tan Aydın'a gelen başvurucu İrfan Durmuş da hazır
bulunmuş ve kimlik tanığı sıfatıyla beyanı alınmıştır. Söz konusu ifadenin
ilgili bölümlerişöyledir:
" Ben olayın nasıl olduğunu bilmiyorum.
... Kaldığı koğuşta M... isimli bir hükümlü ile kavga
etmiş. Kavgaya diğer mahkumlarda karışıp kardeşimi dövmüşlerdi. Bu olay
sebebiyle kardeşimi çocukların kaldığı çocuk koğuşuna göndermişler. Çocuk
koğuşundayken yangın olayı olmuş, daha sonra kardeşimi Aydın Devlet Hastanesine
kaldırdılar. Burada 3 gün kaldıktan sonra durumu ağır olduğu için İzmir Bozyaka Devlet Hastanesine sevk ettiler. ... Kardeşimin cezaevinde
yanması olayı ile ilgili ben daha sonra Aydın Cumhuriyet Başsavcılığına ifade
vermek için gideceğim dedi."
21. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından gerçekleştirilen ölü
muayenesi sonrasındakesin ölüm sebebinin
belirlenebilmesi için ceset sistematik otopsi işlemi yapılmak üzere İzmir Adli
Tıp Grup Başkanlığına (Adli Tıp Kurumu) gönderilmiş; bu Kurum tarafından
raporun düzenlenmesinin beklendiği 27/8/2012 tarihinde ise soruşturma dosyası,
yetkisizlik kararı verilerek Aydın Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet
Başsavcılığı) gönderilmiştir.
22. Adli Tıp Kurumunun 10/10/2012 tarihinde düzenlediği ve
Cumhuriyet Başsavcılığına gönderdiği otopsi raporunun sonuç bölümünün ilgili
kısımları şöyledir:
"Yanık nedeni ile tedavi gördüğü
hastanede 20.08.2012 tarihinde öldüğü bildirilen ... HAKAN DURMUŞ’un
cesedine 20.08.2012 tarihinde, Adli Tıp Kurumu İzmir Grup Başkanlığı Morg
İhtisas Dairesi’nce yapılan otopsiden ve tetkiklerden elde edilerek yukarıya
kaydedilen bilgi ve bulgular dikkate alındığında;
1. Kimya İhtisas Dairesi’nin raporuna göre; iç
organlarda yapılan sistematik toksikolojik analiz
sonucunda, aranan maddelerin bulunmadığı, kanda; alkol(etil-metil) bulunmadığı,
kan ve safrada; uyutucu-uyuşturucu maddelerin arandığını elde edilen bulgulara
göre kanda ;"paracetamol"
,"tramadol" ve "pheniramine"
etken maddelerinin bulunduğu,
2. Kişinin ölümünün yanık ve bu nedenle
gelişen komplikasyonlar sonucu meydana gelmiş olduğu kanaatini (bildirir
rapordur)."
23. Aydın Cumhuriyet Savcısı, yangının kısa sürede bildirilmesi
üzerine Ceza İnfaz Kurumuna giderek inceleme yapmış ve olaya ilişkin bir
tutanak düzenlemiştir. Söz konusu 12/8/2012 tarihli tutanağın ilgili bölümleri
şöyledir:
" Müşadahe
odasının parmaklıklı demir kapısının üstünde açık asma kilit olduğu halde
sonuna kadar açık olduğu ve asma kilidin hemen alt tarafında bir kısmı yanmış
şekilde yatay vaziyette süngü demirin hemen altında üst tarafında demir tokası
gelecek şekilde siyah beyaz naylon ipten mütevellit 5-6 kat döndürülmüş
vaziyette kemer olduğu kemerin sargılarından iç kısımda olan 2-3 parçasının
yanık ve kopuk olduğu görüldü,
Müşahade odasının ilk girişinde yığıntı halinde siyah, ıslak, çoğu kömürleşmiş
ve is kaplanmış vaziyette tişört, kazak, gömlek, battaniye gibi kıyafetlerin
yanık vaziyette olduğu hemen bu yığıntının üst tarafında takriben 40-50 cm
uzunluğunda üst tarafı yanmış ikiye kıvrılmış halde içinde yanık sünger
parçaları gözüken yatak parçası olduğu görüldü,
Bu yığıntının hemen girişe göre sağ arka
tarafında şahsın spor ayakkabılarının olduğu görüldü, içeride başkaca eşyanın
kalmadığı görüldü,
...
Müşahade odasına girildiğinde, odanın kapı ön tarafındaki duvarların tamamen
isle kaplanmış olduğu yer yer döküntü olduğu yan duvarlarda da is ve isle kaplı
olup, sıva döküntüleri olduğu, arka havalandırma penceresinin olduğu bölümlerde
de yer yer isli bölüm olduğu görüldü. Ayrıca müşahadeye
girmeden önce kapı üstündeki balkon pervazı şeklindeki çıkıntılarında grimtrak isle kaplanmış olduğu görüldü.
Müşahade odası içerisinde gözle yapılan gözlemlerle sünger yatak ve diğer
kıyafetler dışında yakıcı herhangi bir sıvı veya bunun emarelerine ilişkin
herhangi birşey görülmediği,
...
Kurum idaresinden alınan bilgiye göre adı
geçen hükümlünün Manisa ruh ve sinir hastalıkları hastanesinde uzun süreli
yatış sonrası geldiği, görevliler tarafından yapılan görüşmelerde cezaevi
koğuşlarında yattığı ve kavgalı olup husumetli olduğu bu nedenle müşahade de kalmak istediğini bildirdiği ve akabinde
idarece gerekli araştırmalar yapıldıktan sonra müşahade
odasına alındığı ve olay saatine kadar herhangi bir eyleminin olmadığı,
talebinin bulunmadığı, şüpheli davranışlarının olmadığı bildirildi.
Olay saatinde müşahade
kısmında görevli nönetçi memur tarafından alev ve
dumanın görülmesi üzerine derhal vardiya başmemuruna
haber verildiği, başmemur nezaretinde görevlilerin
derhal yangın söndürme tüpüyle müdahale ettikleri ancak kapının bağlanmış
olması nedeniyle içeriye kapıya sarılı kemer (kayışın) indirmek veya koparmak
suretiyle açılıp zor girildiği derhal girildiği. Hükümlünün oda arka kısmındaki
tuvalet bölümünde oturmuş vaziyette bulunduğu görevliler tarafından derhal
üstündeki kıyafetlerin çıkartılarak şahsın hemen yakındaki banyoya sokulduğu
orada elbiselerinin çıkarıldığı ve üzerinde sadece donunun kaldığı soğuk su
altına tutulduğu, bu esnada 112'ye haber verildiği ve özel folyoya sarıldığı ve
şahsın alınarak hastaneye götürüldüğü şahsın yürüyerek cezaevinden çıktığı
ancak şuanda cerrahi yoğun bakımda
hayati tehlike kaydıyla yattığı, yanık ünitesi olan üniversite hastanelerine
şevki için uğraşıldığı, ...
Ayrıca hastanede refakatte bulunan
görevlilerle yapılan görüşmede şahsın halen yoğun bakımda olduğu, kendisinde
olduğu ancak ifade verecek durumda bulunmadığı bildirildi."
24. Aydın Emniyet Müdürlüğü Olay Yeri İnceleme ekibi (Olay Yeri
İnceleme ekibi) de Cumhuriyet Savcısı'nın talimatı üzerine inceleme yapmış ve kriminal inceleme yapmak üzere olay yerinden bazı numuneler
almıştır. Bu incelemeden sonra Olay Yeri İnceleme ekibi tarafından 13/8/2012
tarihinde düzenlenen raporun ilgili bölümü şöyledir:
“ …olayın E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu
D-Blok sağ üst 2. kat 3 nolu müşahede odasında vuku
bulduğu, müşahade odasının demir parmaklıklarının
kapalı, sürgü kızaklı ve asma kilit ile kilitli olduğu, sürgülü kızak ve demir
parmaklık sarılı vaziyette kısmen yanmış olan siyah-beyaz renkli metal tokalı
bel kısmına bağlanan kemerin bulunduğu, oda içerisine girildiğinde zeminde
muhtemelen yaralı şahsa ait giysi ve eşyaların, sünger yatağın ve oda
içerisinde bulunan çeşitli eşyaların yanmış ve ıslak olduğu duvarların tamamen
yanmadan dolayı is olduğu, oda içerisinde tuvalet, çeşme ve bir adet
havalandırma ızgarasının olduğu, oda içerisi yatak koyma beton zemini üzerinde
kırmızı renkli, bez iple bağlı, mekanizması olmayan ve çalışmayan bir adet
çakmak olduğu (tespit edilmiştir.)"
25. Olay yerinden alınan numuneleri inceleyen Emniyet Genel
Müdürlüğü Kriminal Polis Laboratuvarı (Kriminal Laboratuvar) tarafından düzenlenen 18/10/2012
tarihli ekspertiz raporunda, olay yerinden uygun yöntemlerle alınan numunelerin
analiz edilmesi sonucu bu numunelerde herhangi bir yangın başlatıcı ve
hızlandırıcı madde kalıntılarına rastlanmadığı ifade edilmiştir.
26. Cumhuriyet Savcısı, yangının meydana geldiği sırada diğer
müşahede odalarında kalan hükümlülerin ifadelerini almıştır. Bu hükümlülülerden bazıları, müteveffayı tanımadıklarını ve
olayın ne şekilde gerçekleştiğini bilmediklerini; bazıları ise olay gecesi
müteveffa ile sohbet ettiklerini, bu sohbet sırasında birkaç kez istemesi
üzerine bir çakmağı kendisine ulaştırdıklarını, gece yarısı duman kokusu
duymaları ve müteveffanın kaldığı odadan dışarıya alev çıktığını görmeleri
üzerine hep birlikte bağırmaya başladıklarını, seslerini duyan memurların koşarak
geldiğini, ardından bu memurların yangın söndürme tüpleri ve suyla yangına
müdahale ederek müteveffayı odadan çıkardıklarını söylemişlerdir. Bu hükümlüler
ayrıca müteveffanın odadayken sürekli kendi kendine konuştuğunu ancak bu
konuşmaları sırasında kendisine veya bir başkasına zarar vereceğini söylediğini
duymadıklarını ifade etmişlerdir.
27. Bazı hükümlülülerin tanık
sıfatıyla alınan ifadelerinin ilgili bölümleri şöyledir:
“H.K.: ... kendisinin sorunlu biri olduğunu,
psikolojik sorunları olduğunu, Manisa’dan tedaviden geldiğini biliyordum.
Olayın olduğu gün gece saat 24.00 civarında benden çakmak istedi. Ben çakmak
vermedim çünkü odada sürekli kendi kendine konuşuyordu ve onu tehlikeli
görüyordum kendisine zarar verecek bir olaya sebep olmak istemedim. Daha sonra müşahadiyede kalan diğer mahkûmlardan istedi. Diğer
mahkûmlardan birinden aldı fakat kimden aldı bilmiyorum. İlerleyen saatlerde
ben uykuya dalarken yangın var diye bağrışmalar duydum. Hemen arkasından
kurumda görevli infaz koruma memurları geldi. Ben odadan beş litrelik su
şişesini memurlara verdim. Memurlar su şişesiyle ve yanlarında getirdikleri
yangın tüpleri ile olaya müdahale ettiler. Memurlar yangını söndürdükten sonra
Hakan Durmuş’u odadan çıkardılar. Daha sonra bizi başka bir yere yerleştirdiler.
Hakan Durmuş’un sürekli odada kendi kendine konuştuğunu duyuyordum fakat bana
ya da bir başkasına odayı ve kendini yakacağını dile getirmedi. Başka da bir
diyeceğim yoktur.”
“T.K.: ... Hakan Durmuş’u tanımıyorum.
Müşahede 1 kısmına 09/08/2012 günü geldiğini biliyorum. Görevli memur ile Hakan
arasındaki konuşma esnasında Hakan’ın Manisa’dan geldiğini öğrendim. Hakan
kaldığı odada sürekli kendi kendine konuşuyordu fakat olay günü ve geldiği gün
hiçbir şekilde odayı yakacağını veya kendine zarar vereceğini hiç bir şekilde dile getirmedi. Olay gecesi saat 1.30
civarında müşahede 1 kısmında kalmakta olan mahkûmlardan çakmak istedi.
Hakan’ın sigara içip içmediğini bilmiyorum. Hakan’a mahkûm G.E. çakmağını
verdi. Hakan’ın odasının iki yan odasında kalıyordu. Olay olduğu esnada ben
uyuyordum. H.K. isimli mahkûmun
yangın var diye bağırmasına uyandım. H.K. görevli infaz memurlarını çağırdı.
Görevli memurlar hemen geldiler, yangını söndürdüler. Başka da diyeceğim bir
şey yoktur.”
“G.E.: ... Hakan buraya yerleştirildikten
sonra kendisiyle biraz sohbet ettik. Kendisi bana rahatsız olduğunu, Manisa’ya
hastaneye gittiğini, tedavi olup geri geldiğini söyledi. Ben de kendisine
gücümün yettiğince yardımcı olacağımı, kendisini dinleyeceğimi söyledim. Hakan
kaldığı odasında sürekli kendi kendine konuşuyor, şarkı söylüyordu fakat hiç bir şekilde kendisine zarar vereceğini veya odayı
yakacağını söylemedi. Olay günü müşahadiye 1 kısmında
kalan mahkûmlardan çakmak istedi. Bize sigara içeceğini, çakmağı olmadığını
söyledi. Bu sırada ben uyuyordum. Uykudan uyandım. Bana sigarasını yakacağını
söyleyince çakmağı verdim ve çakmak senin olsun dedim. Hakan’ın sigara içtiğini
biliyordum. Olayın olduğu esnada ben uyuyordum. Bağrışmalarla uyandım.
Uyandığımda yangın olduğunu gördüm. Ben de görevli memurlara bağırarak onları
çağırdım. Görevli infaz koruma memurları olay yerine hemen geldiler. Görevli
memurların elinde yangın tüpleri vardı. Hemen yan odada kalan H.K isimli
mahkûmdan su şişesi aldılar ve olaya derhal müdahale ettiler. Yangını söndürüp
Hakan’ı odadan alarak götürdüler. Hakan Durmuş’a çakmağımı vermemin sebebi
sigarasını yakmak istemesiydi, kendisine zarar vereceğini bilmiyordum. Böyle
bir şeyin olacağını bilseydim asla vermezdim. Başka da bir diyeceğim yoktur.”
28. Hükümlü G.E.nin ifadesi,
Cumhuriyet Savcısı tarafından 15/8/2012 tarihinde yeniden alınmıştır. Söz
konusu ifadenin ilgili bölümü şöyledir:
"... bir kaç kez
sigara istedi ben kendim uzatmadım orda bulunan görevli memurla birkaç kez
sigara gönderdim çakmak göndermedim sigaraları içti nasıl yaktığını bilmiyorum.
O gece odasında şarkı türkü okuduğunu duydum. Başka konuşmasını duymadım ...
Gece 02:00 civarında tam saati bilmiyorum kapıya
vurdu, o gürültü ile uykudan uyandım 'bana çakmak verin' diye bağırıyordu. Ben
sana çakmağı buradan nasıl atayım dedim, bana ısrarla sigara içeceğini çakmak
göndermemi istedi 15-20 dakika boyunca Allah rızası için sigara içecem çakmak gönderin dedi. Ben sana çakmak göndermem
memur gelsin veririm dedim. Kısa bir süre sonra memur geldiğinde çakmağımı ona
vermesini söyledim hatta onun olsun dedim. Memur çakmağı aldı sonra ben
uyumuşum gece birden bağrışmalar ve duman kokusu ile uyandım. ... Olay bu şekilde olmuştur. Benden
sigara yakmak için çakmak istemişti hem sigara hem çakmak göndermiştim çakmak
ve sigarayı memur vazıtası ile göndermiştim iple veya
başka şeyle bağlayıp vermedim şahsın kendisini yakacağını duymadım duysam zaten
vermezdim. ...
Olay hakkındaki bilgi ve görgüm bundan
ibarettir (dedi).
29. Ceza İnfaz Kurumunda olay tarihinde infaz koruma başmemuru olarak görev yapan T.T.nin
şüpheli olarak alınan ifadesinin ilgili bölümü ise şöyledir:
“... Ben olay tarihinde kurumda görevli
sorumlu baş memurdum. Olay saatine kadar herhangi bir olay yoktu. Takriben saat
2.00 sıralarında baş memur odasında oturuyordum. Telefon geldi. M.K isimli
infaz memuru aradı. Amirim müşahede kısmında yangın var diye bağırıyordu.
Derhal kalkarak görevli tüm arkadaşlara bağırdım. Yangın tüplerini ve el
fenerlerini getirin dedim. Maltada koşturarak müşahadiyeye geldim. Diğer görevli memurlar da yangın
tüplerini alarak arkamdan geldiler. Müşahadiyenin
olduğu D Blok önüne geldiğimde M.K isimli infaz memuru duruyordu. Koşturarak 2.
kattaki yangın kısmı mahalline gittim. Olay mahalline vardığımda 3-4 infaz
koruma memuru ellerindeki su bidonlarıyla 3 nolu müşahadiye odasındaki yangını söndürmeye çalışıyorlardı. 3 nolu odanın kapısının arasından dışarıya alevler çıkıyordu.
Ortalık dumanlarla kaplıydı. Hemen arkamdan gelen arkadaştan yangın tüpünü
aldım. Kapı demir parmaklıklı olduğu için kapının dışından içerdeki yangın
kaynağına yangın tüpünü sıkmaya başladım. Gördüğüm kadarıyla altta kıyafetler,
battaniye gibi eşyalar üstünde de çatı haline getirilmiş, kıvrılmış ve o anda
yarısından çoğu yanmış sünger yatak vardı. Yangın tüpünü sıkmamla ateş söndü.
Bu arada 'Hakan Hakan' diye bağırıyordum. İçerideki
dumandan bir şey görünmüyordu. Fenerle bakmama rağmen kimseyi göremiyordum.
İçeriden herhangi bir ses de gelmiyordu. Kapıyı açıp içeri girmek istedik ancak
kapının asma kilidi, üstünden ceza evi yapımı naylon kemer ile 3-4 defa sarılı
idi ve düğüm atılmıştı. Sıcağın etkisiyle de erimek üzereydi. Kilidi açabilmek
için elimizde kesici bir şey olmadığından elimdeki toplu anahtarlarla asma
kilidin üzerindeki sarılı kayışa vurmak suretiyle gevşetip aşağıya düşürdüm,
asma kilidi kurtardım. Asma kilidi açmak istediğimde çok ısınmıştı. Hemen
üstüne su döktüm ve açtım. Fenerle içeriye girdiğimde hükümlü Hakan’ı odanın
arka kısmındaki tuvalet bölümünde köşeye çekilmiş ve çömelmiş halde gördüm.
Hakan Hakan diye bağırdım. O da 'abi abi beni kurtarın' dedi. Başka bir şey demedi. Kollarından
tutarak kaldırdım, yürüyerek odadan çıkardım ve yakındaki bir banyoya götürdüm.
Hakan’ın üst kısmında bir şey yoktu. Altındaki pantolonu da Hakan kendisi
çıkardı ve suyun altına soktum. O da elini yüzünü temizlemeye çalışıyordu.
Öksürtmeye çalıştık, öksürünce biraz rahatladı. Hakan’a neden böyle bir şey
yaptığını sorunca sadece kafasını salladı başka bir şey demedi. Bu arada biz
yangına müdahale ederken 112 acil servisine de haber verilmişti. Tam süresini
hatırlamıyorum ama kısa bir süre içinde ambulans geldi. Doktor bize ne
yaptığımızı sordu. Suyun altına tuttuğumuzu söyleyince 'iyi yapmışsınız' dedi
ve yanında getirdiği aliminyüm folya
gibi bir şeye sardılar, kendi sedyelerine aldılar hemen orada müdahale ederek
ambulanslarına bindirip acilen memur nezaretinde hastaneye götürdüler, ... Olay
bu şekilde olmuştur olay sonrası ben müşadiyedeki
görevli O... K... ile görüştüm. Kendisi bana bu
olaydan yaklaşık 10-15 dakika önce o kısmı dolaştığını, H... K...
ve Hakan ile konuştuğunu, Hakan'ın odasında volta attığını, Hakan'a 'ne
yapıyorsun nasılsın' diye sorduğunda'iyim biraz sonra
yatacağım' dediğini, anormal bir durum görmediğini söylemişti. ... Hakan'ı dediğim gibi cezaevimize 2011
sonlarında gelmesinden itibaren tanırım. Kendi halinde efendi gariban
ziyaretçisi olmayan bir kişiydi. Kaldığı koğuşlarda maddi durumu olmadığı için
pek geçinemiyordu. Koğuşlar pek onu istemiyorlardı en az 10-12 koğuş
değiştirmiştir. Memurlar ile aralarında bir problem olmayan kendi halinde bir
kişiydi. Bildiğim kadarı ile hasmı da yoktu. Yine bildiğim kadarı ile sigara da
içiyordu. Müşadiye kısmında kalanlar ceza değil
sadece kendi istekleri ile tedbir amaçlı kaldıklarından sigara v.s gibi herhangi bir yasaklamaları yoktu. Normal kantin
ihtiyaçlarını giderebiliyorlardı.
Çocuklar dışında sigara serbestti. müşadiyede odalar arasında sigara
veya çakmak alışverişi odalar bitişik olduğundan kendi aralarında
yapabiliyorlar veya tespitimize göre çakmak veya sigaraya ip bağlamak suretiyle
oda kapılarından birbirlerine atıyorlar. Memurların odalar arası sigara çakmak v.s gibi malzeme götürüp getirmeleri yasaktır. Memurların
bu şekilde davranıp davranmadıklarını görmedim.
...
Savunmamda belirttiğim gibi Hakan Durmuş un
bizimle herhangi bir husumeti yoktu. Saygılı bir insandı. Olay anına kadarda
şüpheli herhangi bir davranışı olmamıştı, görmemiştik böyle yapcağını
da tahmin etmiyorduk.
(...).”
30.Olay tarihinde Ceza İnfaz Kurumunda idari memur olarak görev
yapan C.S.nin şüpheli olarakalınan
ifadesinin ilgili bölümü şöyledir:
"... 11/08/2012 günü sabahında nöbeti
devraldım, akşam sekize kadar herhangi bir problem yoktu, her şey normal olduğu
için akşam 20:00'dan sonra icapçı olarak evime gittim, evimde bulunduğumuz
esnada takriben 02:20 sıralarında cep telefonundan vardiye
baş memuru T... Bey tarafından cezaevi telefonundan arandım ve bana müşadiyede kalmakta olan Hakan DURMUŞ'un
odasını yaktığını, kendisinde de yanıklar olduğunu, 112 çağrıldığını,
hükümlünün 112 tarafından acilen hastaneye götürüldüğünü söyledi, ben hemen
geleceğimi söyledim ve hemen nöbetçi savcı ile cezaevi savcısını telefonla
arayarak bilgi verdim. ... İlk
önce olayın meydana geldiği müşadiye bir kısmına
çıktım, yanmış olan odayı gördüm, vardiyadaki görevli arkadaşlardan bilgi
aldım, ben aldığım talimat doğrultusunda fotoğrafların çekilmesi için talimat
verdim ve odanın aynı şekilde hiç bir şeye dokunulmadan muhafaza edilmesini
istedim, sonra baş memur ve memur arkadaşlarla birlikte olaya ilişkin
tutanakları tanzim ettim, bu esnada 1. Müdürümüzde cezaevinde idi, takriben
saat 05:30'a kadar bu şekilde işlemlere devam ettim akabinde de cezaevinden
ayrıldım.
...
Ben hükümlüyü tanımam kim olduğunu bilmem
ancak sonradan öğrendiğime göre Manisa'dan bir gün önce gelmiş, kendi isteği
ile müşadiyede kalmak istemiş, neden bu şekilde
kalmak istemiş bilemiyorum, ancak olay anına kadar herhangi şüpheli bir
davranışı olmamış, müşadede kalan diğer hükümlüler
ile konuştuğumda yangın anında uyduklarını, duman ve ateşle uyandıklarında
bağırıp çağırdıklarını, memurların çok kısa bir süre içerisinde geldiklerini
söylemişlerdi.
Bu müşade odalarında
kalan hükümlüler ceza olarak değil tedbir amaçlı veya kendi istekleri
doğrultusunda barındırılan kişilerdir, bu nedenle çocuklar hariç yanlarında
sigara ve çakmak ile diğer şahsi eşyalarını bulundurabilirler, kantin
ihtiyaçlarını giderebilirler, bunlarda herhangi bir yasak yoktur.
Hakan'ın neden ne şekilde bu olayı yaptığını
bilmiyorum ancak olay anına kadar bana veya diğer görevlilere herhangi bir şikayeti ve talebi gelmemiştir, diğer hükümlülerden de
herhangi bir bilgi gelmemiştir, sadece odada bazen kendi kendine konuşup şarkı
söylediğini dolaştığını söylemişlerdi. Görevli arkadaşlarda herhangi bir şüpheli
tavrının veya davranışını görmemişler.
Olaydan sonra yapılan idari soruşturma
esnasında müşade kısmında kalan hükümlülerden
birisinden sigara içmek için çakmak istediğini ve çakmak aldığını duydum ancak
bu şahsında kim olduğunu bilmiyorum.
Benim görevim esnasında herhangi bir şüpheli
durum olmamıştır, olsaydı gerekli tedbirleri alırdım, herhangi bir şikayet veya bilgi gelmediği için hükümlü Hakan'ın
davranışları hakkında çok fazla bir bilgim yoktur, herhangi bir tedbir almaya
da gerek olmamıştır. Hükümlünün yangın çıkarması hakkında en kısa süre
içerisinde olaya müdahale edilmiş, hükümlü gelen sağlık ekiplerine teslim
edilip hastaneye sevk edilmiştir, tarafımdan da ilgili savcılara haber ve bilgi
verilmiştir.
(...)."
31. Olay tarihinde Ceza İnfaz Kurumunun ikinci müdürü olarak
görev yapan K.İ.nin şüpheli olarak alınan ifadesinin
ilgili bölümü şöyledir:
" ... Olayın ne şekilde olduğunu görmedim
ancak olay öncesi hükümlünün cezaevine geldikten sonraki gün koğuş dağıtımı
esnasında kendisi ile görüşmüştüm, olaydan sonrada yaralandığı için görüşme imkanım olmadı.
Adı geçen hükümlü yanlış hatırlamıyorsam
09/08/2012 tarihinde akşam saatlerinde Manisa'dan tedavi sonrası sevkle
cezaevimize gelmiş, kabulü esnasında kendi beyanları doğrultusunda geçici
olarak müşahade odasına alınmış, ertesi gün ben
görevim dahilinde koğuş dağıtımına ilişkin işlemleri yaptığım esnada Hakan DURMUŞ'un müşahadede kalmasına
ilişkin tutanağını da gördüm, koğuşa dağıtmak için kendisini çağırdım, normal
müdür görüşü yaptığımız müdahale odasında Hakan DURMUŞ ile görüştüm. Görüşmem
esnasında o saatte müdahale ekibinden görevli iki üç arkadaş daha odada
bulunuyor idi isimlerini yeni geldiğimden tam net hatırlamıyorum, onların
huzurunda Hakan'a koğuşa dağıtım yapacağımı söyledim, kendisi bana yaklaşık 2-3
hafta Manisa Ruh Hastalıkları Hastanesinde kaldığını, bu süre zarfında deli
koğuşunda kaldığını, bundan dolayı çok yıprandığını 2-3 gün müşahadede
kalmak ve kafa dinlemek için izin istediğini söyledi, ben ısrarla koğuşa
geçmesi gerektiğini belirtmiş isem de deli koğuşunda kaldığını bu nedenle kafa
dinlemek istediğini, bir kaç gün kalabalıktan uzak kalmak, kafa dinlemek
istediğini söyledi, ben kendisine niye Manisa'ya tedaviye gittiğini sorduğumda
o bana askerliği elverişli olup olmadığı konusunda askeri mahkemenin rapor
istediğini o nedenle gittiğini, herhangi bir psikolojik rahatsızlığının
olmadığını söyledi, talebi aşırı bir talep olmayıp 2-3 gün sonra koğuş
dağıtımında herhangi bir engel olmadığından ben müşahadeden
alınması konusunda herhangi bir talimat vermedim, kaldı ki o gün koğuşa
alsaydık en ufak bir şekilde bir kavga olayı çıkartıp güvenlik nedeni ile müşahadeye geçmesi gerekirdi. Bu şekilde hükümlüler
davranışlarda bulunmaktadırlar, kalma isteğini de idare ve gözlem kurulundaki
arkadaşlara ilettim, onlarında onayı ile o konuda karar aldık, müşahadede bıraktık. Bunlar geldiği günün ertesi günü yani
ayın 10'unda olan olaylardır, görüşmem esnasında Hakan sakin, agresif herhangi
bir hareketi olmayan, psikolojik olarak biraz rahatlamış olarak gözüken,
söylediğimi anlayan, söyledikleri anlaşılan hal ve davranışlar içerisinde idi,
rahatsız olduğuna dair herhangi bir emare yoktu, ben kendisine seni Pazartesi
alıp koğuşuna vereceğim dediğimde bana 'uygundur' demişti. Bu şekilde o gün müşahade odasında kalmasına idare ve gözlem kurulu olarak
karar verildi, ...
Belirttiğim şekilde Hakan'la görüşmem
esnasında kendisinin rahatsız olduğuna ilişkin herhangi bir emaresi yoktu,
benden müşahadede kalma dışında herhangi bir talebi
olmadı, müşahadede 1-2 gün kafa dinlemek için kalmak
istediğini söylemişti. Bizcede talebi uygun
olduğundan geçici olarak müşahadede kalması için
idare ve gözlem kurulu olarak kararı verdik.
Dediğim gibi ben olayın nasıl olduğunu
görmedim, benim nöbetimde olmamıştı, olayın olduğu sabah mesaiye geldiğimde
olayı duydum, ...
İrfan [başvurucu] diğer yakınları Aydın'a hastaneye geldiklerinde ilk
başlarda Hakan'ın daha önceden de annesinin evini yaktığını, daha önce başka
bir suçtan başka bir cezaevinde yatarken tedavi için hastanede yattığını esnada
firar ettiğini söylemişti.
Hükümlü Hakan, İzmir iline sevk olduktan sonra
kardeşi İrfan DURMUŞ telefonla cep telefonumdan beni devamlı aramak sureti ile
sürekli bilgi istemiş, bazende duyduğu acı ile bize
sert şekilde konuşarak ceza infaz kurumu çalışanları ve ceza infaz kurumunda
hükümlü olarak M... ve M... S...'ın suçlu olduğunu ifade ediyordu, bize olayın anlatılan
şekilde olmadığını söyleyip bana 'siz yeni geldiniz, siz bilmezsiniz cezaevinde
sizden önce M... ve M... S... istedikleri gibi at
koşturduklarını, kendisinin de Aydın Cezaevinde yattığını ondan dolayı
bildiğini, kardeşi Hakan'ın bundan 4-5 ay kadar önce M... S...'ın koğuşunda kalırken M...'ın onu
dövüp koğuşundan attığını ve bundan sonra kardeşinin koğuşlarda kalmak
istemediğini, bundan dolayı kardeşinin müşahadede
kaldığını, onların suçlu olduğunu, memurların cezaevinin suçlu olduğunu'
söylemişti, sonraki telefon görüşmelerimizde de bu işte M... ve M... S...'ın parmağı olduğunu,
şikayetçi olacağını, bu işin peşini bırakmayacağını, medyaya vereceğini, insan
haklarına kadar gideceğini söylemişti, bizde kendisini acısından dolayı sakin
karşılayıp bütün yasal haklarını kullanabileceğini, kurum ve insan olarak
elimizden ne gelirse yardımcı olacağımızı söylemiştik.
(...)
... müşahadiyeye
ceza olarak değil kendi istediği ve gözlem kurulu kararı ile alınmıştı,
herhangi bir şüpheli hareketi yoktu, hangi düşünce ile nasıl yaktı bilmiyorum,
...
(...)."
32. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucuların müşteki
sıfatıyla ifadelerinin alınması için 22/10/2012 tarihinde Tarsus Cumhuriyet
Başsavcılığına talimat yazılmıştır. 6/11/2012 tarihinde bu talimat yerine
getirilerek alınan ifadelerde başvurucuların şikâyetçi olduklarını
belirttikleri anlaşılmıştır. Başvurucu İrfan Durmuş ayrıca olaydan haberdar
edilmeleri üzerine kız kardeşi ve annesiyle (başvurucu
Kadriye Durmuş) Aydın'a gelip Devlet Hastanesinde bulunan müteveffanın odasına
girdikleri sırada müteveffanın "Ağabey
beni yaktılar." demesi üzerine annesinin fenalaşarak
bayıldığını, akabinde Ceza İnfaz Kurumunda görevli memurların yanlarında
oldukları sırada ise "Ağabey ben elimde
bulunan sigarayla eşyaları yaktım." dediğini beyan etmiştir.
Başvurucu, bunun yanında müteveffanın olay tarihinden önce başka hükümlüler
tarafından birkaç kez dövüldüğünü de ileri sürmüştür.
33. Başvurucu Kadriye Durmuş ise Devlet Hastanesine
geldiklerinde müteveffayı yoğun bakım odasında yatarken gördüğünü, bu odaya
girer girmez fenalaşarak bayıldığını ve bu bayılma hadisesinden sonra
müteveffayı ölümüne kadar bir daha görmediğini söylemiş ancak bayılmasından
önce müteveffanın başvurucu İrfan Durmuş'un ifadesinde belirttiği gibi "Ağabey beni yaktılar."dediğine ilişkin bir
ifadesi olmamıştır.
34. H.D.yi
Ceza İnfaz Kurumundan Devlet Hastanesine nakleden sağlık görevlileri olaya
ilişkin verdikleri ifadelerinde özetle, olayın bildirilmesi üzerine kısa bir
sürede olay yerine ulaştıklarını ve ardından Ceza İnfaz Kurumu görevlilerin
yanında bir sedyenin üzerinde oturmakta olan ve vücudunun çeşitli yerlerinde
yanıklar olduğunu gördükleri kişiyi derhâl bir yanık battaniyesine sarıp Devlet
Hastanesine götürdüklerini söylemişlerdir.
35. Olay tarihinde 112 Acil Servisinde doktor olarak görev yapan
Ş.E.nin ifadesinin ilgili bölümü şöyledir:
"... Gelen ihbar üzerine kapalı cezaevine
çıkış yapmamız söylendi. Muhtemelen olayın niteliğini de söyleyip bizden çıkış
istemişlerdir. Biz ihbar üzerine çok kısa süre içerisinde cezaevine gittik.
Cezaevine girdiğimizde içerde sedyenin üzerinde oturan bir şahıs gördük.
Etrafında gardiyanlar vardı. Sedyede oturan şahsın üzerinde sadece kilot benzeri birşey vardı.
Altında ve üstünde başka birşey yoktu, Vücudunun üst,
arka, ön ve yüz kısmında yanıklar vardı. Tam hatırlıyamıyorum
yüzde yetmiş civarında olabilir. Vakayı görür görmez hemen bu tür olaylarda
kullandığımız yanık battaniyesi çıkartıp hastayı sardık ve ambulansa aldık. ...
Biz vakayı teslim ettikten sonra oradan ayrıldık.
Biz olay için ilk gittiğimizde yanan şahıs
sedyede oturuyordu. Şuuru yerindeydi. Ağrısı ve acısı olduğu için bağırarak
konuşuyordu. 'Çok acım var ağrıyor' gibi kelimelerle ağlar tarzda konuşuyordu.
Ben olayın nasıl olduğunu sorduğumda ordaki
görevliler yatağın yandığını söylediler. Yine tam hatırlıyamıyorum
ancak yanan şahıs ta 'yatak alev aldı' gibi birşeyler söylemişti. Konuşmalar arasında arada bir çakmak
lafı da geçti ancak memurlar mı söyledi tam bilemiyorum. Görevliler
üstündeki elbiseleri çıkartıp suyun altına soktuklarını söylemişlerdi.
(...)."
36. Olay tarihinde Aydın Devlet Hastanesinde genel cerrahi
uzmanı olarak görev yapan Doktor C.Ö.nün
ifadesinin ilgili bölümü şöyledir:
" (...)
Hastanın 02:45
civarında hastanemiz yoğun bakım servisine yatırıldı. Yaklaşık olarakvücut yüzeyinin ilk hesaplamada yüzde yetmişine
yakınının ikinci ve üçüncü derecede yanık olduğu, hastanın yoğun bakımda
yatırıldığı, ... Daha sonra hastanın hemen 112 ile yanık merkezine nakli için
irtibata geçildi. Fakat yanık merkezlerinin o anda dolu olduğu bildirildi. Aynı
sabah 08:30 da 112 servisi ile tekrar irtibata geçildi. Hastane telefonu ile
resmi kayıtlara geçmek üzere Türkiye de yanık
merkezleri araştırıldı. Hiçbirinde yer olmadığı söylendi özellikle İzmir Bozyaka Devlet
Hastanesi Yanık Merkezinde Prof. Dr. M... Y...
ile bizzat görüşüldü. Yanık merkezinin dolu olduğu ve 20 günden önce vefat eden
hasta olmadığı takdirde açılmadığı söylendi. ...12/08/2012 tarihinde Sabime
haber verilerek 112 haricinde sabim merkezinin de haberi olması istendi. Bu
arada Atatürk Üniversitesi anestezi
yoğun bakım servisinden Dr. E... bey ile görüşüldü.
Tel ( 0 ...) yer olmadığı belirtildi. İzmir Bozyaka dan
M... Y... iletel (0... ) icapcı uzman A... C... tel ( 0...-
12:31) yanık merkezinden, Ankara Hastanesi Yanık
merkezinden Dr. K... Bey (0...) Kartal Devlet
Hastanesinden hastaneler arası sevk sorumlusu Dr. M... T..., (0...) yine Kartal
Eğitim Hastanesi Yanık Merkezinden (0... ), Hacettepe Üniversitesinden Doç. Dr. A...
Bey ( yanık ünitesi sorumlusu) (0... - 16 76) ile
bizzat telefon görüşmeleri yapılarak yer arandı. Kayıtlara geçirildi. Fakat hiçbir yanık merkezinden yer bulunamadı.
Cumhuriyet Başsavcılığının da devreye girmesiyle Adana Özel E... Hastanesinde
yer olduğu söylenip Dr. B... bey ile görüşüldü. Hava
Ambulansı ile hastanın nakline karar verildi. Fakat 3-4 saat sonra hava
ambulansının hastayı götürmeyeceği, hastanenin yerinin olmadığı tarafımıza
bildirildi. Bu arada hastanın medikal tedavisine devam edildi. Bunun haricinde Gata, Dicle, İzmit Devlet Hastanesi Yanık
Merkezi, İzmir Atatürk Eğitim Hastanesi,
Adnan Menderes Üniversitesi ile de görüşüldü. Yanık Merkezlerinin dolu olması nedeniyle hastayı
kabul etmeyeceklerini söylediler. Sağlık Bakanlığına bağlı Ankara Numune Eğitim
Araştırma Hastanesindeki büyük yanık merkezine aynı tarihlerde bakanlıkça tadilata
alındığından dolayı yanık merkezlerinin bu yüzden bu kadar dolu olduğu
belirtildi. 4. günü Bozyaka Eğitim
hastanesinden bir hastanın vefat etmesi üzerine yer açıldığı tarafımıza
belirtildi. Hasta Bozyaka Eğitim Hastanesi Yanık
Ünitesine nakil edildi.
(...)."
37. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından, Adli Tıp Kurumu İstanbul
Adli Tıp Birinci İhtisas Kuruluna (Birinci İhtisas Kurulu) yangın sonrasında
müteveffaya yapılan müdahalelerde, hastanelere naklinde ve bu hastanelerdeki
teşhis ve tedavilerinde bir gecikme olup olmadığı ile Ceza İnfaz Kurumu ve
sağlık görevlilerinin olayda ihmal ve kusurlarının bulunup bulunmadığı
sorulmuştur. Birinci İhtisas Kurulunun 29/5/2013 tarihli raporunun -bazı
şüphelilerin ve tanıkların ifadelerinin, olay hakkında düzenlenen adli
belgelerin ve müteveffaya ilişkin tıbbi belgelerin yer aldığı- sonuç bölümü
şöyledir:
" 11/08/2012 tarihinde cezaevinde yalnız
kaldığı koğuşta gece 02.00 sıralarında koğuşundan alevlerin görüldüğü görevli
memurlar tarafından kapının iç tarafında asma kilit üzerinde sarılı duran kayış
nedeniyle kapının güçlükte açılabildiği, yatağın tutuşması şeklinde başlayan
yangının söndürüldüğü, bu esnada vücudunda yaygın yanıklar olan tutuklunun
ambulans ile Aydın Devlet Hastanesine götürüldüğü, burada 15/08/2012 tarihine
kadar takipleri yapıldığı, bu süre içinde sürekli değişik yanık merkezleri ile
temasa geçilip hastanın kabulünün sağlanmaya uğraşıldığı, 15/08/2012 tarihinde
uçak ambulans ile İzmir Bozyaka Eğitim ve Araştırma
Hastanesi yanık ünitesine naklinin yapıldığı, burada takip ve tedavileri devam
ederken 20/08/2012 de öldüğü bildirilen Hakan Durmuş hakkında düzenlenmiş adli
ve tıbbi belgelerde bulunan veriler birlikte değerlendirildiğinde:
1-Tıbbi belgelerinde intoksikasyon
bulguları tanımlanmadığı, otopsisinde alınan doku örneklerinin Kimya İhtisas
Dairesinde yapılan incelemesinde tespit edilen paracetamol,
tramadol ve pheniramine
maddelerinin tespit edilmiş olup bunların kişinin tedavisinde kullanılan
ilaçların etken maddeleri olduğu, bunlarla birlikte toksik
madde tespit edilmediği dikkate alındığında kişinin zehirlenerek öldüğünün
tıbbi delillerinin bulunmadığı,
2-Tıbbi belgelerinde ve otopsisinde kafa
kemiklerinde kırık, kafa içi travmatik değişim, iç
organ ve büyük damar yaralanması tarif edilmediğine göre; kişinin travmatik bir tesirle öldüğünün tıbbi delilleri
bulunmadığı,
3-11/08/2012 tarihinde tek kaldığı koğuşta
saat 02.00 da çıkan ve yatağın yanması ile sonuçlanan yangın olayında yaklaşık
%70 oranında 2. ve 3. derecede yanık tespit edilip Aydın Devlet Hastanesine
götürüldüğü, burada ilk müdahalelerin yapılıp yanık ünitesi olan bir merkeze
nakil için uğraşıldığı, takip ve tedavilerinde enfeksiyon konsültasyonu yapılıp
antibioterapisinin düzenlendiği, üre ve kreatinin yüksek olması nedeniyle nefroloji
konsültasyonu yapılıp tedavilerinin düzenlenip albumin
verildiği, 15/08/2012 de yer bulunması üzerine İzmir Bozyaka
Eğitim ve Araştırma Hastanesine sevk edildiği, burada yapılan muayenesinde enfekte yaralarının olduğu, nefroloji,
nöroloji ve enfeksiyon konsültasyonları istendiği, acil fasyotomi
ve eskarektomi planlandığı, operasyon sonrası genel
durumunun düzelmeyip yoğun bakım ünitesine yatışının yapıldığı, takiplerinde
28/08/2012 [20/8/2012] tarihinde saat 07:35 te arrest
geliştiği, CPR yapıldığı, yanıt alınamayınca 08.15 te ölü olarak kabul
edildiği, otopsisinde dış muayenede saçlı deri içinde sol parietal
bölgede patlamış bül olduğu, yüz, göğüs, sırt ve
batın bölgelerini içerecek şekilde vücudun üst kısmında geniş alanda, dizlerde
ve her iki uyluk yan yüzlerinde 2-3'üncü derece yanıklar olduğu, her iki ön
kolda eskarotomi kesilerinin
olduğu, el ve ayaklarda ödem ve ciltte soyulmalar olduğu, ayrıca genital anal muayenede postmortem
dilatasyon dışında özellik gözlenmediği, dilatasyon dışında özellik görülmediği, iç organlarda her
iki akciğer dokusunda ağrılık artışı olup kesitlerinde kanlı püylü sıvı çıkışı olduğu, histopatolojik
tetkikte akciğerlerde akut pnömoni, fokal bir alanda diffüz alveoler hasarı ile uyumlu histopatolojik
bulgular ve komşuluğunda çok sayıda mikotik
mikroorganizma, intraalveoler ödem ve hemosiderin yüklü makrofaj, antrakozis, akut alveoler şişme
ve konjesyon, karaciğerde parankimde
çok sayıda kolestatik hepatosit,
böbreklerde parankimde fokal,
lenfositik infiltrasyon odakları,
konjesyon tespit edildiğinin belirtildiği dikkate
alındığında; kişin ölümünün yanık ve gelişen komplikasyonlar sonucu meydana
gelmiş olduğu,
4-11/08/2011 tarihinde cezaevinde tek kaldığı
koğuşta, saat 01.00 sıralarında arkadaşlarından çakmak aldığı, saat 02.00 da
odasından alevlerin yansımasının olduğu, kapı arkasında kapının açılmasını
önlemek için kayış ile bağlanmış olduğundan parmaklıklı kapının arkasındaki
kayışın üzerine vurularak kapının açıldığı, kapı açıldığında köşeye çekilmiş ve
çömelmiş halde olduğu, odadan çıkartılıp yıkandığı, o esnada 112 ekibinin
geldiği, 112 ekibi doktoru Dr. Ş... E... tarafından
yapılan muayenesinde vücut üst, arka, ön ve yüz kısmında olmak üzere toplam %70
civarında 2. ve 3. derecede yanık olduğu, yanık battaniyesine sarılarak
ambulans ile Aydın Devlet Hastanesine götürüldüğü, burada genel cerrahi uzmanı Dr.C... Ö... tarafından yoğun bakım servisine yatışının
yapıldığı, formülle sıvı raplasmanının düzenlendiği,
geldiği günden itibaren değişik yanık üniteleri ile temasa geçildiği, yer
bulunamadığı, burada yanıkların takip ve tedavilerinde pansumanlarının
yapıldığı, antibioterapisinin düzenlendiği, BUN ve kreatinin yüksek olması nedeniyle nefroloji
konsültasyonu istendiği, 15/08/2012 tarihinde yer bulunması üzerine uçak
ambulans ile İzmir Bozyaka Eğitim ve Araştırma
Hastanesi Yanık Ünitesine sevk edildiği, burada yapılan tetkiklerinde tubuler nekroz, akut böbrek yetmezliği ve birden fazla
vücut bölgesinde üçüncü derecenin üzerinde yanık tanısıyla yatışının yapıldığı,
takiplerinde nefroloji, nöroloji, enfeksiyon
hastalıkları konsültasyonu istenip tedavilerinin düzenlendiği, yapılan
muayenesinde üst ekstremite, gövde ve sırtta 3.
derece enfekte görünümde yanık yaraları olduğu, bilateral ekstremitelerde ısı
kaybı ve sirküler 3. derece yanığa bağlı kompartıman yaraları olduğu, acil fasyotomi ve eskarektomi
planlandığı, operasyon sonrası genel durumunun kötü olması nedeniyle ekstübe edilmeden yoğun bakıma yatırıldığı, 28/08/2012
tarihinde saat 07:35 te arrest olduğu, CPR yapıldığı,
yanıt alınamayınca 08.15 te ölü olarak kabul edildiği dikkate alındığında;
kişinin koğuşunda meydana gelen yanık sonrası diğer odalardaki hükümlüler
tarafından haber verilmesi üzerine görevli cezaevi personeli tarafından 112
acil ekibinin çağrıldığı, 112 ekibi tarafından yanık torbasına konularak
gecikmeksizin Aydın Devlet Hastanesine götürüldüğü, burada muayenesinin ve
tetkiklerinin yapılarak müdahalesinin yapıldığı, yanık ünitesi olan bir sağlık
kuruluşuna nakli için uğraşıldığı, 15/12/2012 tarihinde yer olması nedeniyle
İzmir Bozyaka Eğitim ve Araştırma Hastanesine uçak
ambulans ile sevk edildiği, burada uygun takip ve tedavisinin yapıldığı dikkate
alındığında; kişinin muayene takip ve tedavisini yapan hekimlere, yardımcı
sağlık personeline ve cezaevlerinde görevli personele atfı kabil kusur
bulunmadığı oy birliğiyle (mütalaa olunur)."
38. Cumhuriyet Başsavcılığı 10/10/2013 tarihinde soruşturmada
kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili bölümü
şöyledir:
" ...
Yukarıda açık kimliği yazılı Hakan DURMUŞ'un ... cezai ehliyet yönünden koruma ve tedavi
altına alınmasına ilişkin güvenlik tedbiri ilamının bulunduğu ve bu cezalarını
25/05/2011 tarihinden itibaren Cezaevinde infaz ettiği,
...
Maktul Hakan DURMUŞ'un
tedavi ve kontrol için gönderildiği Manisa Ruh ve Sinir Hastalıkları
hastanesinden sosyal şifa halinde taburcu olduğu, akabinde 09/08/2012 tarihinde
akşam saatlerinde Aydın E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna getirilip teslim
edildiği, Cezaevine kabulü esnasında, kendi beyanı ve talebi doğrultusunda,
kurum idaresi tarafından koğuşa alınıncaya kadar geçici olmak üzere müşahadiye odasına alındığı, ertesi gün koğuş dağıtımı için
çağrılıp beyanının alındığı, alınan beyanında, kendisinin 2-3 hafta süreyle
Manisa'daki hastanede kaldığını, bundan dolayı yıprandığını, 2-3 gün müşahadiyede kalıp kafasını dinlemek istediğini belirtip,
herhangi bir rahatsızlığının olmadığını söylediği, bu beyanına dayanılarak
idare ve gözlem kurulu kararıyla hükümlünün, 2-3 gün sonra yapılacak koğuş dağıtımına
kadar, müşahadiyede kalmasına karar verildiği, aynı
gün yani ayın 10 nunu 11 ne bağlayan gece, müşahade 1 kısım 2.nci kat 3.no.luodasında kalan maktülün, odanın demir parmaklıklı kapısını ve üzerindeki
asma kilidini naylon örme kemeriyle sıkıca bağladığı, akabinde odadaki
battaniye, eşya ve kıyafetlerini kapı önüne yığdığı ve üzerlerine de sünger
yatağını ters V şeklinde yerleştirdiği, sonra da yandaki müşahade
odalarında kalan hükümlü ve tutuklulardan sigara içme bahanesiyle elde ettiği
çakmak ile yatak ve eşyaları tutuşturduğu, yatağın sünger olması nedeniyle
ateşin hızla yayılıp yoğun şekilde duman ve koku çıkardığı, sağ ve sol
tarafında sıralı diğer müşahade odalarında kalan
hükümlü ve tutukluların koku ve dumanı görmeleri üzerine bağırmaya başladıkları,
bağırma sesi üzerine blok görevlisi İnfaz Koruma Memurunun durumu fark edip başmemura haber vermesi üzerine, çok kısa bir süre sonra başmemurun yanındaki görevli memurlar ile birlikte olay
mahalline geldiği, geldikleri anda odanın içerisinden demir parmaklı kapıdan
dışarıya doğru alev fışkırdığını ve içerisinin duman kaplı olduğunu gördükleri,
hemen yangın tüpleriyle dışarıdan oda içine müdahale ettikleri, kapıyı açmak
istediklerinde kapı ve kilidinin de naylon örme kemerle bağlı olduğu için ilk aşamada
başarılı olamadıkları, ancak anahtarına vurmak suretiyle yanan ve eriyen kemeri
düşürüp fener ile içeri girdikleri,maktül hükümlüyü
odanın arka kısmındaki tuvalet bölümünde, üstü çıplak, altında kirli kot
pantolon olduğu halde, köşede çömelmiş şekilde buldukları, derhal bulunduğu
yerden kaldırılarak dışarı çıkarıldığı, 3-4 metre ilerdeki ortak banyoya
götürülüp soğuk suyun altına sokulduğu, elinin yüzünün temizlenmesinin
sağlandığı, yangına müdahale anında haber verilen 112 acil servisin gelmesi üzerine,
maktulün derhal cezaevi girişindeki 112 ekibine götürüldüğü, 112 ekibi
tarafından, maktulün aliminyum folyoya sararak sedye
ile yaralı halde ambulansa alıp Aydın Devlet Hastanesine ulaştırıldığı,
Maktulün Aydın Devlet Hastanesi yoğun bakım
ünitesine yatırıldığı ve tedavisine başlandığı, ilk hesaplamada %70 oranında,
2. 3. derecede yanık tespit edilmesi üzerine hastane tarafından 112 merkezi ile
irtibata geçilerek yanık tedavi merkezi olan hastanelerle irtibata geçilmesi
için uğraşıldığı, ancak yer bulunamaması nedeniyle 15/08/2012 tarihine kadar
tedavisine mecburen bu hastanede devam edildiği, 15/08/2012 günü yanık merkezi
bulunan İzmir Bozyaka Eğitim ve Araştırma
Hastanesinden olumlu cevap gelmesi üzerine ambulans ile Aydın'dan bu hastaneye
sevkinin sağlandığı, burada tedavisine devam edilirken, 22/08/2012 tarihinde
vefat ettiği,
(...)
Olay akabinde Cumhuriyet Başsavcılığımızca,
yangın olayının meydana geldiği 3 no.lu müşahadiye
odasının bulunduğu sıradaki müşahade odalarında kalan
hükümlü ve tutukluların beyanlarının alındığı, tanıkların beyanlarında özetle;
maktul Hakan ile sohbet ettiklerini, Hakan'ın bir kaç kez sigara istemesi
üzerine kendisine sigara gönderdiklerini, çakmağı da ip bağlanmak ve atmak
suretiyle birbirlerine ulaştırdıklarını, gece yarısı duman kokusu duyulması ve
Hakan'ın kaldığı odadan dışarıya alev fışkırdığının görülmesi üzerine, herkesin
bağırmaya başladığını, memurların koşturarak geldiklerini, yangın tüpü ve su
dökmek suretiylemüdahale edildiğini, görevlilerin
Hakan'ı odadan çıkartıp götürdüklerini beyan ettikleri,
(...)
Müşteki İrfan'ın, kardeşi Hakan ile aynı
koğuşta kalan M... isimli hükümlü tarafından dövülmesi
olayıyla ilgili beyanı doğrultusunda, Cumhuriyet Başsavcılığımızca bu hususta
araştırmaya başlandığı, cezaevi kayıtlarında yapılan araştırmalar ile
cezaevinden alınan yazışmalar sonucu hükümlü Hakan'ın, Aydın Cezaevinde kaldığı
süre içerisinde 16 kez koğuş değiştirdiği ve adı geçen M... S...
isimli hükümlü ile yangın olayından takriben 6 ay kadar önce 16/02/2012
-17/02/2012 tarihleri arasında C-15 koğuşunda 1 gün süre ile birlikte
kaldıkları, bu tarihte ve ondan sonraki tarihlerde iddia edildiği şekilde M...
tarafından Hakan'ın dövüldüğüne ilişkin herhangi bir şikayet, tutanak veya
idari soruşturmanın bulunmadığının tespit edildiği,
(...)
Olayın oluşumu sonrası, olaya müdahale, olay
sonrası yaralının hastaneye sevki ve daha sonraki aşamalarda, maktülün yanık ünitesi bulunan Hastaneye sevki, teşhis ve
tedavi süreçlerinde orada bulunan cezaevi ile sağlık görevlilerinin herhangi
bir ihmalleri olup olmadığı konusunda, Cumhuriyet Başsavcılığımızca, İstanbul
Adli Tıp Kurumundan rapor alındığı, İstanbul ATK. 1.İhtisas Kurulunun
29/05/2013 gün ve 2013/38051/2548 sayı numarası ile tanzim olunun raporda sonuç
olarak; kişinin koğuşta meydana gelen yangın sonrası diğer odalardaki
hükümlüler tarafından haber verilmesi üzerine görevli cezaevi personeli
tarafından 112 acil ekibinin çağrıldığı, 112 ekibi tarafından yanık torbasına
konularak gecikmeksizin Aydın Devlet Hastanesine götürüldüğü, burada muayenesi
ve tetkiklerinin yapılarak, yanık ünitesi olan bir sağlık kuruluşuna sevki
konusunda uğraşıldığı, yer olması nedeniyle İzmir Bozyaka
Eğitim ve Araştırmasına sevk edildiği, burada uygun takip ve tedavisinin
yapıldığı dikkate alındığında, kişinin muayene, takip ve tedavisini yapan
hekimlere, yardımcı sağlık personeline ve cezaevlerinde görevli personele atfı
kabil kusur bulunmadığına dair karar verildiği görülmüştür.
İstanbul ATK. 1.İhtisas Kurulunun 29/05/2013 günve 2013/38051/2548 sayı numarası ile tanzim olunun rapor
ile birlikte, alınan şüpheli savunmaları, tanık beyanları, müşteki beyanları,
olay yeri inceleme görgü tespit tutanakları ve raporları, tutanaklar, ölü
muayene ve otopsi raporu, hastane kayıtları ile tüm soruşturma evrakı kapsamı
birlikte değerlendirildiğinde ;
Aydın E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda
hükümlü olarak barındırılan maktül Hakan Durmuş'un
vefatıyla sonuçlanan yangın olayında, olayın oluşumu öncesi ve sonrasında
Cezaevi görevlisi şüpheliler ile olay sonrası maktülün
hastaneye sevk edilip yatırılışları, tedavisi sürecine ilişkin cezaevi ve
sağlık görevlilerine izafe edilebilecek her hangi bir kusur bulunmadığı, bu
nedenlerle görevi ihmal ve görevi kötüye kullanma kasıtlarının olmadığı, maktülün kendi iradesi ve eylemi ile sözü edilen olaya
neden olup şüphelilerin üzerlerine atılı suçu işlemedikleri anlaşılmakla,
Sunulan nedenlerle yukarıda açık kimliği
yazılı şüpheliler hakkında üzerlerine atılı suçtan KAMU ADINA KOVUŞTURMAYA YER
OLMADIĞINA (karar verildi)."
39. Başvurucular; müteveffanın Ceza İnfaz Kurumunda tek başına
tutulduğu bir odada dışarıdan bir çakmak edinebilmesinin ve bir kemer
bulundurarak kendisini yakabilmesinin hayatın olağan akışına uygun olmadığını,
ayrıca olaydan sonra Devlet Hastanesinde tedavi gördüğü sırada yakıldığını
söylediğini ileri sürerek bu karara itiraz etmişlerdir.
40. Başvurucuların bu itirazı Söke 2. Ağır Ceza Mahkemesinin
17/1/2014 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiştir. Karar gerekçesinin
ilgili bölümü şöyledir:
"... olaydan hemen sonrada Cumhuriyet
Savcısı tarafından ceza evinde olay yeri incelemesi yapılmış olması,
soruşturmaya derhal başlanması, müşahade odalarında
bulunan diğer hükümlülerin müteveffanın kendilerinden ısrarla sigara içmek için
çakmak istediklerini söylemiş olmaları ve tanık G... in çakmağı kendisinin
gönderdiğini söylemesi ve yangının gece yarısından sonra odanın iç kısmında
odadaki eşyalar tutuşturarak çıkmış olması, odanın içinden kapının hükümlünün
kemeri ile bağlanmış olması, dışarıdan bir etki ya da eylem olduğuna dair diğer
hükümlülerin de bir bilgi ve beyanlarının olmadığı gibi bizzat hükümlünün
kardeşi İrfan'ın 06/11/2012 tarihli ifadesinde müteveffanın kendisinin eşyayı
tutuşturarak ateşe verdiğini söylemiş olması ve Adli Tıp Kurumu raporunda sağlık
görevlileri ve cezaevi görevlilerinin bir kusurunun bulunmadığının rapor
edilmiş olması hususları değerlendirildiğinde müteveffanın kendisinin çıkardığı
ateş ile meydana gelen yangında yaralandığı ve ceza evi görevlilerine ve tıbbı
personellere bir kusur yüklenmesinin mümkün olmadığı yönündeki takipsizlik
kararı mahkememizce yerinde görülmüş ve itirazın reddine (karar vermek
gerekmiştir)."
41. Bu karar başvurucular tarafından 7/3/2014 tarihinde
öğrenilmiş ve 26/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.UYAP ile yapılan MERNİS (Merkezi Nüfus
İdare Sistemi) sorgulamasına göre başvuruculardan Muhammet Durmuş, bireysel
başvuruda bulunulmasından sonra 6/9/2016 tarihinde yaşamını yitirmiştir.
42. Ceza soruşturmasının yürütülmesinin yanında olayın hemen
akabinde Ceza İnfaz Kurumu görevlileri hakkında bir idari soruşturma açılmış ve
bu soruşturma sonucunda verilen kararda; müteveffanın bulunduğu odanın
kapısında bulunan kilidi görevlilerin açmaması için kemerle sararak ilk
müdahaleyi geciktirmeye çalıştığı, görevli personelin kilidi açarak alevleri
yangın tüpü ve su bidonlarıyla söndürerek müteveffayı bulunduğu odadan dışarı
çıkardığı ve müteveffaya ilk müdahaleyi hemen orada yaparak 112 Acil Servisiyle
hastaneye gönderdiği, alınan diğer hükümlü ifadelerine göre müteveffanın
psikolojik sorunları olduğu ve sürekli kendi kendine konuştuğu ancak kendine
zarar vereceğine ilişkin olarak bir izlenim bırakmadığının anlaşıldığı,
dolayısıyla ilgili görevlilerin olayda kusur ve ihmallerinin bulunmadığı
sonucuna varıldığı belirtilmiştir.
IV.İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
43. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun
"Bir suçun işlendiğini öğrenen
Cumhuriyet savcısının görevi" kenar başlıklı 160. maddesinin
(1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir
suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu
davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini
araştırmaya başlar."
44. 5271 sayılı Kanun'un “Cumhuriyet
savcısının görev ve yetkileri” kenar başlıklı 161. maddesinin (1)
numaralı fıkrası şöyledir:
“Cumhuriyet savcısı, doğrudan doğruya veya
emrindeki adlî kolluk görevlileri aracılığı ile her türlü araştırmayı
yapabilir; yukarıdaki maddede yazılı sonuçlara varmak için bütün kamu
görevlilerinden her türlü bilgiyi isteyebilir. Cumhuriyet savcısı, adlî görevi
gereğince nezdinde görev yaptığı mahkemenin yargı çevresi dışında bir işlem
yapmak ihtiyacı ortaya çıkınca, bu hususta o yer Cumhuriyet savcısından söz
konusu işlemi yapmasını ister.
…”
45. 5271 sayılı Kanun’un “Adlî
kolluk ve görevi” kenar başlıklı 164. maddesinin ilgili bölümü
şöyledir:
“(1) Adlî kolluk; 4.6.1937 tarihli ve 3201
sayılı Emniyet Teşkilatı Kanununun 8, 9 ve 12 nci maddeleri, 10.3.1983 tarihli ve2803 sayılı Jandarma
Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanununun 7 nci maddesi,
2.7.1993 tarihli ve 485 sayılı Gümrük Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri
Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 8 inci maddesi ve 9.7.1982 tarihli ve 2692
sayılı Sahil Güvenlik Komutanlığı Kanununun 4 üncü maddesinde belirtilen
soruşturma işlemlerini yapan güvenlik görevlilerini ifade eder.
(2) Soruşturma işlemleri, Cumhuriyet
savcısının emir ve talimatları doğrultusunda öncelikle adlî kolluğa yaptırılır.
Adlî kolluk görevlileri, Cumhuriyet savcısının adlî görevlere ilişkin
emirlerini yerine getirir.
...”
46. 5271 sayılı Kanun’un "Kamu
davasını açma görevi" kenar başlıklı 170. maddesinin (2)
numaralı fıkrası şöyledir:
" Soruşturma evresi sonunda toplanan
deliller, suçun işlendiği hususunda yeterli şüphe oluşturuyorsa; Cumhuriyet
savcısı, bir iddianame düzenler."
47. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından kabul edilen
-soruşturmanın yürütüldüğü dönemde de yürürlükte olan- 18/10/2011 tarihli ve
(10) No.lu Genelge'nin ilgili bölümüşöyledir:
"...
3- İnsan haklarına saygılı bir şekilde maddi
gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için
soruşturmaların zamanında, etkin, eksiksiz, süratli ve düzenli bir şekilde
yürütülmesi, bu cümleden olarak; suç işlenildiğinin
herhangi bir şekilde öğrenilmesi üzerine zaman geçirilmeksizin soruşturma
başlatılması, delillerin tespit edilerek muhafaza altına alınması, gerektiğinde
olay yerinin güvenliğinin sağlanması suretiyle delillerin kaybolmasını ve
bozulmasını önleyici tedbirler alınarak olay yerine derhâl gidilmesi, olay
yerinin incelenmesi ile keşif yapılmak suretiyle ileri sürülen iddialarla
karşılaştırılmasının yapılması, olay yerinin fotoğraflarının veya
görüntülerinin soruşturmayı aydınlatacak şekilde tespit ettirilmesi, ayrıca
yapılan işlemlerin ayrıntılı olarak tutanağa geçirilmesi, şüpheli veya sanığın
beden muayenesi ve vücudundan örnek alınması gibi soruşturma işlemlerinin usul
ve kanun hükümlerine göre geciktirilmeksizin yerine getirilmesi, olayla ilgili
olan şüpheli, tanık, şikâyetçi ve mağdur ifadelerinin eksiksiz bir şekilde ve
usulüne uygun olarak alınması,
(...)”
B. Uluslararası Hukuk
1. Birleşmiş Milletler
Belgeleri
48. 1991 yılında
yayımlanan Birleşmiş Milletler Hukuk Dışı, Keyfî ve Yargısız İnfazların
Önlenmesine ve Soruşturulmasına İlişkin El Kılavuzu'nda (Uluslararası Otopsi
Protokolü ve Minnesota Protokolü şeklinde anılmaktadır.) her şüpheli ölüm için
soruşturma açılması ve bu soruşturmanın yeterli bir otopsiyi içermesi,
otopsinin ehil kişilerce yapılması ve soruşturma sonuçlarının otopsi raporu da
dâhil olmak üzere kamuoyuna sunumunun amaçlanması gibi ölüm nedeninin
araştırılmasındaki minimum yasal standartlar belirlenmiştir.
2. Avrupa
Konseyi Belgeleri
49. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "İnsan haklarına saygıyükümlülüğü"
kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
"Yüksek Sözleşmeci Taraflar kendi yetki
alanları içinde bulunan herkesin, bu Sözleşme'nin birinci bölümünde açıklanan
hak ve özgürlüklerden yararlanmalarını sağlarlar"
50. Sözleşme'nin "Yaşam hakkı" kenar başlıklı 2.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:
" Herkesin yaşam hakkı yasayla
korunur..."
51. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin 2.
maddesi 1. maddesiyle birlikte yorumlandığında devletin yaşama hakkı
kapsamındaki bir olayı etkili soruşturma yükümlülüğünün bulunduğunu kabul
etmiştir (McCann ve diğerleri/Birleşik Krallık
[BD], B. No: 18984/91, 5/9/1995, § 161). Mahkeme, yaşama hakkı kapsamında
incelediği McCann ve diğerleri/ Birleşik Krallık
başvurusunda verdiği kararla devletin etkili soruşturma yükümlülüğü bulunduğunu
ilk kez belirgin bir şekilde karar altına almıştır.
52. Mahkemeye göre bu yükümlülük, sadece bir kamu görevlisinin
eylemi veya ihmali sonucu meydana gelen ölüm olayları açısından geçerli
değildir (Salman/Türkiye [BD], B.
No: 21986/93, 27/6/2000,§ 105; Şener Can ve diğerleri/Türkiye, B. No:
27446/12, 24/11/2014, § 37). Devletin doğal olmayan her ölüm olayında
-öldürmeme ya da yaşamı korumama yükümlülüklerini ihlal etmemiş olsa da-
gerçekleşen ölümün sebebini ve varsa sorumlularını ortaya çıkarmaya yönelik
etkili bir soruşturma yapma yükümlülüğü vardır. Ayrıca devletin etkili
soruşturma yapma şeklindeki usul yükümlülüğü, maddi yükümlülükten ayrı ve
bağımsız bir yükümlülük hâline gelmiştir.
53. Mahkeme, 2001 yılında incelediği bir başvuruda verdiği
kararda ise devletin yükümlülüğündeki etkili soruşturmanın ilkelerini
belirlemiştir (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, B. No: 24746/94,
4/5/2001). "Jordan Prensipleri" olarak anılan bu ilkeler, Mahkemenin
tamamen yeni belirlediğiilkeler değildir. Yukarıda
belirtilen McCann ve diğerleri/ Birleşik Krallık kararından
beri önüne gelen davalarda uyguladığı birtakım ilkelerinsistematikleştirilmesinden
ibarettir. Mahkemenin yaşama hakkı kapsamında etkili soruşturmaya ilişkin
belirlediği ilkeler şöyledir:
-Soruşturma makamlarının yaşama hakkıyla ilgili konulardan
haberdar olduklarında kendiliğinden harekete geçmeleri (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, §105)
-Soruşturma makamlarının bağımsız olmaları (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, §106)
- Soruşturmanın sorumluların tespitini ve cezalandırılmasını
sağlayabilecek şekilde etkili olması, bu kapsamda olayı aydınlatmaya
yarayabilecek bütün delillerin toplanması (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, §107)
-Soruşturmanın makul bir süratle tamamlanması (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, §108)
-Yürütülen soruşturmanın ve sonuçlarının kamu denetimine açık
olması, her olayda ölen kişinin yakınlarının veya başvurucunun meşru
menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli olduğu ölçüde katılmalarının
sağlanması (Hugh Jordan/Birleşik Krallık,§ 109)
54. Mahkeme kararlarında, soruşturmanın etkililiği için bu
ilkeler belirlenmekle birlikte soruşturma yükümlülüğünün bir sonuç yükümlülüğü
değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğü olduğu, bu itibarla bu konudaki
yaptığı değerlendirmelerinbaşvuruculara üçüncü
kişileri adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı verdiği,
tüm yargılamaları mahkûmiyetle veya belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma
ödevi yüklediği anlamına hiçbir şekilde gelmediği de belirtilmiştir (Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99, 30/11/2004, § 96).
55. Mahkemeye göre kasten gerçekleştirilen ölümlerde etkili bir
cezai soruşturma yürütme zorunluluğu bulunmakla birlikte ihmal nedeniyle
meydana gelen ölüm olaylarına ilişkin davalar açısından farklı bir yaklaşımın
benimsenmesi gerekir. Buna göre yaşama hakkının veya fiziksel bütünlüğün
ihlaline kasten sebebiyet verilmemiş ise “etkili bir yargısal sistem kurma”
yönündeki pozitif yükümlülük her olayda mutlaka ceza davası açılmasını
gerektirmez. Mağdurlara hukuki, idari ve hatta disiplinle ilgili hukuk
yollarının açık olması yeterli olabilir (Vo/Fransa
[BD], B. No: 53924/00, 8/7/2004, § 90; Mastromatteo/İtalya [BD], B. No: 37703/97, 24/10/2002, §§ 90, 94-95; Calvelli veCiglio/İtalya, B. No: 32967/96,
17/1/2002, § 51).
56. Bununla birlikte Mahkeme; ihmal suretiyle meydana gelen ölüm
olaylarında kamu görevlilerinin bu konuda muhakeme hatasını veya dikkatsizliği
aşan bir ihmali olduğu, başka bir ifadeyle olası sonuçların farkında olmalarına
rağmen kendilerine verilen yetkileri göz ardı ederek tehlikeli bir faaliyet
nedeniyle oluşan riskleri bertaraf etmek için gerekli ve yeterli önlemleri
almadıkları durumlarda -bireyler kendi inisiyatifleriyle ne gibi hukuk
yollarına başvurmuş olursa olsun- insanların hayatının tehlikeye girmesine
neden olan kişiler aleyhine hiçbir suçlamada bulunulmamasının ya da bu
kişilerin yargılanmamasının yaşama hakkının ihlaline neden olabileceğine karar
vermiştir (Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99, 30/11/2004, § 93; Budayeva ve diğerleri/Rusya, B. No: 15339/02,
20/3/2008,§ 140).
57. Mahkemeye göre bu yaklaşım, Sözleşmeci bir devletin
makamlarının, vatandaşların tümüne sağlamakla yükümlü oldukları tıbbi bakımı
vermeyi reddederek bir kimsenin hayatını tehlikeye atmaları hâlinde veya
tehlikeye attıklarının kanıtlanması hâlinde kamu sağlığı alanında da geçerlidir
(Chypre/Türkiye [BD], B. No: 25781/94, § 219; AİHM
2001-IV; Nitecki/Polonya (k.k.),
B. No: 65653/01, 21/3/2002; Mehmet Şentürk
ve Bekir Şentürk/Türkiye, B. No: 13423/09, 9/4/2013, § 105 ).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
58. Mahkemenin 11/5/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
59. Yaşama hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını kaybeden
kişi açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak yaşanan ölüm olayı nedeniyle
ölen kişinin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No:
2012/752, 17/9/2013, § 41). Başvuru konusu olayda başvurucular Muhammet Durmuş,
Kadriye Durmuş ve İrfan Durmuş; müteveffanın sırasıyla babası, annesi ve
kardeşidir. Bu nedenle başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.
A. Başvurucu Muhammet
Durmuş Yönünden
60. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Kanun Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik incelemesi ve şartları” kenar
başlıklı 48. maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:
“(5) Kabul edilebilirlik şartları ve
incelemesinin usul ve esasları ile ilgili diğer hususlar İçtüzükle düzenlenir.”
61. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) 80. maddesinin ilgilikısımları şöyledir:
"(1) Bölümler ya da Komisyonlarca
yargılamanın her aşamasında aşağıdaki hâllerde düşme kararı verilebilir:
...
ç)
Bölümler ya da Komisyonlarca saptanan herhangi bir başka gerekçeden ötürü,
başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir neden görülmemesi.
(2) Bölümler ya da Komisyonlar; yukarıdaki
fıkrada belirtilen nitelikteki bir başvuruyu, Anayasanın uygulanması ve
yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi ya da
insan haklarına saygının gerekli kıldığı hâllerde incelemeye devam
edebilir."
62. Başvuruculardan müteveffanın babası olan Muhammet Durmuş'un
başvuru tarihinden sonra 6/9/2016 tarihinde yaşamını yitirdiği anlaşılmıştır.
Muhammet Durmuş'un yasal mirasçıları, hayatta olan eşi ile diğer beş çocuğu
olup bu kişiler aynı zamanda müteveffanın annesi ve kardeşidirler. Dolayısıyla
bu kişilerin tamamının, müteveffanın yaşamını yitirdiği olaya ilişkin
Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşama hakkının ihlal edildiği
iddiasıyla bireysel başvuru yapabilmesi önünde bir engel bulunmamaktadır.
Nitekim Muhammet Durmuş'un eşi ile çocuğu, müteveffanın ise annesi ve kardeşi
olan Kadriye Durmuş ve İrfan Durmuş, başvuru yollarını tükettikten sonra yaşama
hakkının ihlal edildiği iddiasıyla bireysel başvuruda bulunmuş ancak diğerler
mirasçıları bireysel başvuru yapmayı tercih etmemiştir. Muhammet Durmuş'un
mirasçıları arasında bulunan fakat Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapmayı
tercih etmeyen kişilerin müteveffanın kardeşleri olduğu ve başvuru yollarını
tüketmek koşuluyla en başından itibaren bireysel başvuruda bulunabileceği
dikkate alındığında Muhammet Durmuş'un başvuru yapmayan mirasçılarına başvuruya
devam edip etmeyecekleri hususu sorulmamıştır.
63. Açıklanan nedenlerle başvuru yapılmasından sonra vefat eden
başvurucu Muhammet Durmuş'un hak ihlali iddialarının incelenmesinin
sürdürülmesini haklı kılan bir neden kalmadığı anlaşıldığından bu başvurucu
açısından düşme kararı verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
B. Diğer Başvurucular Yönünden
1. Öldürmeme Yükümlülüğü
ile Üçüncü Kişinin Şiddetinden Korumama Suretiyle Yaşamı Koruma Yükümlülüğünün
İhlal Edildiğine İlişkin İddialar Yönünden
a. Başvurucuların
İddiaları
64. Başvurucular, yakınlarının Ceza İnfaz Kurumunda ölmeden önce
tek kişilik bir odada tutulduğunu, bu durumda dışarıdan bir çakmak
edinebilmesinin ve bir kemer bulundurabilmesinin imkânsız olması nedeniyle
olaya ilişkin soruşturmada eylemi kendisinin gerçekleştirdiğinin kabul
edilmesinin hayatın olağan akışına uygun düşmediğini belirterek Anayasa'nın 17.
maddesinde güvence altına alınan yaşama hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüşler; maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır.
65. Bakanlık, bu iddia hakkında başvurunun kabul
edilebilirliğine ilişkin bir görüş bildirmemiştir.
b. Değerlendirme
66. Anayasa’nın “Kişinin
dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17.
maddesinin birinci ve dördüncü fıkraları şöyledir:
"Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına
sahiptir.
...
Meşrû müdafaa hali, yakalama ve tutuklama kararlarının yerine getirilmesi,
bir tutuklu veya hükümlünün kaçmasının önlenmesi, bir ayaklanma veya isyanın
bastırılması, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde yetkili merciin verdiği
emirlerin uygulanması sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği
zorunlu durumlarda meydana gelen öldürme fiilleri, birinci fıkra hükmü
dışındadır."
67. Anayasa'nın “Devletin
temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili bölümüşöyledir:
“Devletin temel amaç ve görevleri, …
Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve
mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti
ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve
sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için
gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”
68.Devletin yaşama hakkına ilişkin negatif yükümlülüğü
kapsamında kamusal bir yetkiyle güç kullanan görevlilerin kasıtlı ve hukuka
aykırı bir şekilde hiçbir bireyin yaşamına son vermeme ödevi bulunmaktadır.
Pozitif yükümlülükler kapsamında ise devletin yetki alanında bulunan tüm
bireylerin yaşama hakkını kamu görevlilerinin, diğer bireylerin ve hatta
kişinin kendi eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma ödevi
vardır. Devlet öncelikle yaşam hakkına yönelen tehdit ve risklere karşı
caydırıcı ve koruyucu yasal düzenlemeler yapmalı, idari tedbirleri almalıdır.
Bu ödev ayrıca bireyin yaşamını her türlü tehlike, tehdit ve şiddetten koruma
yükümlülüğünü de içerir (Serpil Kerimoğlu ve
diğerleri, § 51).
69. Bu kapsamda, bazı özel koşullarda devletin kişinin kendi
eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı yaşamı korumak amacıyla gerekli
tedbirleri alma yükümlülüğü de bulunmaktadır. Ceza infaz kurumlarında
gerçekleşen ölüm olayları için de geçerli olabilecek bu yükümlülüğün ortaya
çıkması için ceza infaz kurumu yetkililerinin kendi kontrolleri altındaki bir
kişinin kendini öldürmesi konusunda gerçek bir risk olduğunu bilip
bilmediklerini ya da bilmeleri gerekip gerekmediğini tespit etmek, böyle bir
durum söz konusu ise bu riski ortadan kaldırmak için makul ölçüler çerçevesinde
ve sahip oldukları yetkiler kapsamında kendilerinden beklenen her şeyi yapıp
yapmadıklarını incelemek gerekmektedir (Sadık
Koçak ve diğerleri, B. No: 2013/841, 23/1/2014, § 74).
70. Bireysel başvuru dosyası ve somut olaya ilişkin soruşturma
belgeleri incelendiğinde başvurucuların iki hususu şikâyet konusu yaptıkları
anlaşılmıştır. Bunlardan ilki yakınlarının hükümlü olarak tutulduğu Ceza İnfaz
Kurumunda yakıldığı, ikinci ise tedavisi sürecindeki yetersizliklerin ve bu
süreçte gösterilen ihmalkârlıkların da bu duruma eklenmesiyle kişinin yaşamını
yitirmesidir.
71. Bu nedenle başvuruda, yaşama hakkı kapsamında yapılacak olan
değerlendirmeye ilişkin çerçevenin her iki iddia bakımından ayrı ayrı
belirlenmesi gerekmektedir.
72. Somut olayda ölümün, olaya ilişkin yürütülen soruşturma
sonucunda kabul edildiğinin aksine yakınlarının kendi eylemi sonucunda
gerçekleşmediği vesoruşturmada olayın koşulları
dikkate alınarak bunun imkânsızlığının gözetilmediği başvurucular tarafından
ileri sürülmüş; yakınlarının psikolojik rahatsızlığı veya başkaca herhangi bir
sebeple kendi eylemiyle gerçekleşecek bir tehlike ile karşı karşıya kalmasına
rağmen Ceza İnfaz Kurumu yetkililerinin bu tehlikeyi bildikleri, öngördükleri
ya da bilmeleri veya öngörmeleri gerektiğiileri
sürülmemiştir.
73. Yaşama hakkı kapsamında yapılan bireysel başvurularda,
devletin öldürmeme yükümlüğünün incelenebilmesi bakımından her zaman bu konuda
bir iddianın ileri sürülmesinin gerekmeyebileceği ve bu konuda -öldürmeme
yükümlülüğünün ihlal edildiği- olayın koşullarının şüphe uyandırmasının yeterli
olabileceği söylenebilir ise de yaşamı koruma yükümlülüğü bakımından inceleme
yapılabilmesi için bu yükümlülüğünün ihlal edildiğinin ileri sürülmesi gerekir.
74. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Ancak burada Anayasa Mahkemesi tarafından
resen tespit edilecek olan husus, başvurucular tarafından ileri sürülen olay ve
olguların hukuki nitelendirilmesi, başka bir anlatımla başvurunun hangi hak
veya özgürlük kapsamında inceleneceği olup bu durum başvuruda ileri sürülmeyen
bir olay veya olgunun inceleneceği şeklinde anlaşılmamalıdır.
75. Aksinin kabulü, devletin sahip olduğu yükümlülükler
bakımından maddi, usule ilişkin farklı ve birden çok boyutu bulunan yaşama
hakkı kapsamında yapılan her başvuruda ihlal edildiği ve/veya derece
mahkemeleri tarafından ihlal edildiği tespit edilmekle birlikte yeterli giderim
sağlanmadığı ileri sürülmediği hâlde yaşama hakkı kapsamında devletin sahip
olduğu tüm yükümlülüklerin incelenmesi sonucunu ortaya çıkarabilecek olup bu durumbireysel başvurunun ikincil niteliğine uygun
düşmeyecektir.
76. Bu itibarla başvuruda, ileri sürülmediği için devletin
müteveffayı kendi eyleminekarşı koruma yükümlülüğüne
ilişkin bir inceleme yapılmamıştır.
77. Bununla birlikte başvurucular, yakınlarının öldürüldüğü
iddiasına ilişkin olarak eylemin kamu görevlilerince mi yoksa üçüncü bir kişi
tarafından mı gerçekleştirildiğini belirtmeden şikâyette bulunmuşlardır.
Başvurucuların, somut olayın koşullarına göre yakınlarının kendisini yakmasının
imkânsız olduğunu düşündükleri ve bu düşünceden hareketle failin hükümlü ya da
kamu görevlisi olduğunu belirtmeden öldürüldüğünü iddia ettikleri
anlaşılmaktadır. Başvuruda, gerek bu yöndeki iddialar
gerek olayın koşulları dikkate alınarak devletin öldürmemeye ilişkin
yükümlülüğünü ihlal edip etmediğinin yanında başvurucuların yakınının yaşamını
üçüncü kişilerin ölümcül şiddetinden korumaya ilişkin yükümlülüğünü de ihlal edip etmediğinin incelenmesi gerekir.
78. Kamusal yetkiyle güç kullanılması sonucu gerçekleşen
ölümlerin devletin yaşam hakkına ilişkin negatif yükümlülüğü kapsamında
değerlendirilmesi gerekir (Cemil Danışman,
B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 44). Kamu görevlilerinin, güç kullanımı sonucu
gerçekleşen ya da gerçekleştirildiği iddia edilen ölümlere ilişkin
soruşturmaların etkili olabilmesi için soruşturma makamlarının olaya karışmış
olabilecek kişilerden bağımsız olması gerekir. Soruşturma makamlarının sadece
hiyerarşik ve kurumsal bağımsızlığı yeterli olmayıp aynı zamanda soruşturmanın
da fiilen bağımsız olarak yürütülmesi gerekir (Cemil
Danışman,§
96).
79. Olaya ilişkin yürütülen soruşturmada müteveffayla aynı
bölümde tutulan hükümlülerin ifadeleri Cumhuriyet Savcısı tarafından alınmıştır.
Bu ifadelerde idare tarafından müteveffanın tutulduğu bölümde sigara içilmesine
izin verildiği, bu bölümde tutulan hükümlülerin sigara içebilmek için çakmak
bulundurabildikleri ve olaydan hemen önce müteveffaya istemesi üzerine bir
çakmak verildiği belirtilmiştir. Aynı nitelikteki açıklamalar, şüpheli olarak
ifade veren Ceza İnfaz Kurumu görevlileri tarafından da yapılmıştır (bkz. §§
26-31).
80. Soruşturmada, olay yerinde Cumhuriyet Savcısı ve Olay Yeri
İnceleme ekibi tarafından olayın ne şekilde gerçekleştiğinin belirlenebilmesine
ve bu yönde yapılacak değerlendirmeye ışık tutacak maddi delil elde
edilebilmesine yönelik incelemelerin yapıldığı, bu incelemelerin ve olay
yerindeki delillerin toplanmasının Ceza İnfaz Kurumu idaresine ve bu Kurumdaki
memurlara bırakılmadığı görülmüştür. Bu incelemeler sonucunda ipe bağlanmış bir
çakmak bulunmuş, yangın başlatıcı veya hızlandırıcı madde kalıntılarına ise
rastlanmamıştır. Olay yerine ihbar üzerine gelen 112 Acil Servis doktorunun da
alınan ifadesinden, müteveffanın kaldığı odadaki yatağın alev aldığını
söylediğini hatırladığını beyan ettiği anlaşılmıştır ( bkz.
§ 35).
81. Öte yandan başvurucular tarafından müteveffanın Devlet
Hastanesinde tedavisinin yapıldığı sırada yakıldığını söylediği iddia edilmiş
ise de soruşturma sürecinde alınan ifadelerindeki bu konudaki anlatımlarının
tutarsız ve birbirleriyle çelişkili nitelikte olduğu anlaşılmıştır (bkz. §§ 32,
33). Keza soruşturmada, müteveffanın Devlet Hastanesine kaldırılmasından,
burada yoğun bakım ünitesine alınmasından sonra konuşabildiği ve ifade
verebilecek durumda olduğu yönünde bir tespit de bulunmamaktadır.
82. Ayrıca Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından, başvurucu İrfan
Durmuş'un müteveffanın olaydan önce başka hükümlülerce darbedildiği
iddiası üzerinde de durulmuş ve bu iddiaların doğruluğu ile bu durumun yaşanan
ölüm olayıyla bir bağlantısının bulunup bulunmadığı araştırılmıştır. Bu
iddiaların doğruluğu ve olaydan önce Ceza İnfaz Kurumuna iletildiği tespit
edilemediği gibi söz konusu iddialarda ileri sürülen olayların somut olayla bir
bağlantısı bulunduğu belirlenememiştir.
83. Başvurucuların yakınlarının öldürüldüğü iddiaları bakımından
soruşturma kapsamında yürütülen işlemlere bakıldığında ise olayın hemen
ardından Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından olaya el konulduğu ve bizzat
Cumhuriyet Savcısı'nın olay yerine giderek incelemeler yaptığı, ayrıca talimatı
ve bilgisi dâhilinde Olay Yeri İnceleme ekibi aracılığıyla maddi delil toplama
işlemlerinin yürütüldüğü, olay yerinden elde edilen maddi delillerin Cumhuriyet
Başsavcılığında muhafaza altına alındığı, delil toplama ve bu delilleri
muhafaza altına alma işlemlerinin Ceza İnfaz Kurumu görevlilerine
bırakılmadığı, böylece delillerin karartılabileceği şüphesinin ortaya
çıkmasının en baştan engellendiği, ölümün hemen sonrasında Cumhuriyet Savcısı
nezaretinde ölü muayene ve sistematik otopsi işlemlerinin yapıldığı, bu
işlemler sonucunda müteveffanın kesin tıbbi ölüm sebebinin tespit edildiği,
ayrıca şüphelilerin ve görgü tanıklarının ifadelerinin Cumhuriyet Savcısı
tarafından alındığı anlaşılmıştır. Tüm bu tespitler, soruşturmada yetkili
makamlar tarafından olayın söz konusu iddia bakımından aydınlatılmasının
istendiğinden kuşku duyulmasına neden olacak bir eksiklik bırakılmadığını
ortaya koymaktadır.
84. Sonuç olarak olaya ilişkin resen ve derhâl başlatılan,
ayrıca bağımsız ve tarafsız olarak yürütülen soruşturmada yangının meydana
gelmesiyle ilgili olarak olayın ne şekilde gerçekleştiğini ortaya koyabilecek
tüm delillerin toplandığı ve bu yönde gerekli tüm makul tedbirlerin alındığı,
olayın gelişiminin tarafsız ve nesnel bir şekilde anlaşılmasını sağlayacak
şekilde delillerin kendi içindeki tutarlığının teyit edildiği, böylece yangının
nasıl gerçekleştiğinin şüpheye yer vermeyecek şekilde ortaya konulabildiği ve
nihayetinde elde edilen delillerin kapsamlı ve tarafsız bir analizi sonucunda
bir karara varıldığı görülmektedir.
85. Sonuç olarak somut olayda başvurucuların yakınının hükümlü
olarak tutulduğu Ceza İnfaz Kurumunda yakılarak öldürüldüğü izlenimi doğuracak
herhangi bir bulgu veya bilgi bulunmamaktadır. Başvurucular, müteveffanın
içinde bulunduğu fiziksel ortam ve bazı yoksunluklardan hareketle böyle bir
iddiayı ileri sürmüşler; olay öncesinde böyle bir riskle -öldürülme- karşı
karşıya kaldığına ya da böyle bir riskin gerçekleşeceğine dair emarelerin
bulunduğuna ilişkin herhangi bir açıklama yapmamışlar veya bu kapsamda
değerlendirilebilecek bir olaydan bahsetmemişlerdir.
86. Diğer taraftan başvurucuların, yakınlarının ölümcül şiddete
maruz bırakıldığını kanıtlayacak bir delil elde etmesinin zor olabileceği
düşünülebilir. Hatta çoğu zaman bunun başvuruculardan beklenmesi de söz konusu
olmamalıdır. Özellikle somut olaydaki gibi devletin kontrolü altında tutulan
kişilerin yaşamını yitirdiği olaylarda başvuruculardan yakınlarının kasten
öldürüldüğüne ilişkin delil elde etmelerini ya da bu yönde kesin bir delil
ileri sürmelerini beklemek mümkün değildir.
87. Bununla birlikte somut olayda müteveffanın olaydan önce
ölümcül şiddete maruz kalacağına ilişkin bir tehditle karşı karşıya kaldığı ya
da ani gelişen bir olay sırasında öldürüldüğü hususunda soruşturmada ulaşılan
kanaatin aksine makul bir şüphe bulunduğunu söyleyebilmeyi mümkün kılan bir
neden bulunmamaktadır.
88. Başvurucuların da yakınlarının öldürüldüğü iddialarını, hem
ceza soruşturması aşamasında sundukları şikâyet ve itiraz dilekçelerinde hem de
bireysel başvuru dilekçesindegenel olarak
açıkladıkları, sadece yangının kendi eylemiyle çıkmasının fiilî imkânsızlığını
ileri sürdükleri ve bu iddiaları bakımından etkililik adına bir eksiklik
içermeyen ve soruşturma sırasında elde edilen delilere göre varılan kararın
aksini düşündürtecek ayrıntılı hiçbir bilgi sunmadıkları görülmektedir.
89. Bu değerlendirmeler ışığında somut başvuru
değerlendirildiğinde başvurucularınCeza İnfaz
Kurumunda tutulan yakınlarının öldürüldüğünü söyleyebilmeyi mümkün kılar
nitelikte her türlü makul şüpheden uzak hiçbir kanıtın bulunmadığı, dolayısıyla
bu yöndeki iddiaların soyut ve kanıtlanmamış şikâyetlerden oluştuğu açıkça
anlaşıldığından başvurunun bu kısmının açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
2. Gerekli Tedavinin
Sağlanmaması Nedeniyle Yaşamı Koruma Yükümlülüğünün İhlal Edildiğine İlişkin
İddia Yönünden
a. Başvurucuların
İddiaları ve Bakanlığın Görüşü
90.Başvurucular, yakınlarının yanmasının ardından
gerçekleştirilen tedavinin bazı yetersizlikler ve ihmaller içerdiğini
belirterek Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşama hakkının
ihlal edildiğini ileri sürmüşler; maddi ve manevi tazminata karar verilmesi
taleplerinde bulunmuşlardır.
91. Bakanlık görüşünde, yaşama hakkı kapsamında “etkili bir
yargısal sistem kurma” yönündeki pozitif yükümlülüğün her olayda mutlaka cezai
soruşturma başlatmayı ve yürütmeyi gerektirmediği, somut olayda başvurucuların
ilgili kişiler veya idare aleyhine adli ya da idari yargıda tazminat davası
açtığına ilişkin bir bilginin bulunmadığı, bu durumda başvurucuların hem ilgili
sağlık personelinin veya idarenin sorumluluğunun ortaya konulmasına hem de
gerektiği takdirde tazminat ödenmesine imkân sağlayacak bir hukuki yoldan
kendilerini mahrum bıraktıkları belirtilerek bu hususun kabul edilebilirlik
incelemesi bakımından gözönünde tutulması gerektiği
ifade edilmiştir.
b. Değerlendirme
92. Anayasa'nın 56. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh
sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi
artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık
kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler."
93. Yaşama hakkı kapsamındaki yaşamı korumaya ilişkin pozitif
yükümlülük, sağlık alanında yürütülen faaliyetleri de kapsamaktadır. Nitekim
Anayasa’nın 56. maddesinde herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama
hakkına sahip olduğu, devletin “herkesin hayatını(,) beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini
sağlamak (…) amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet
vermesini” düzenleyeceği, bu görevini kamu ve özel sağlık kurumları
ile sosyal kurumlardan yararlanarak, onları denetleyerek yerine getireceği
kurala bağlanmıştır (bkz. § 58).
94. Devlet -ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları
tarafından yerine getirilsin- sağlık hizmetlerini hastaların yaşamlarının
korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde
düzenlemek zorundadır (Nail Artuç, B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 35).
95. Yaşama hakkının korunması amacıyla öngörülen mekanizmaların
yalnızca teoride kalması hâlinde devletin sahip olduğu pozitif yükümlülüklerin
yerine getirildiğinden söz edilemeyeceğini ayrıca ve özellikle vurgulamak
gerekir. Bu sebeple yaşamı korumak için öngörülen mekanizmaların uygulamada da
fiilen etkili bir şekilde işliyor olması gerekir.
96. Bu kapsamda sağlık hizmetlerinin yerine getirilmesine
ilişkin yasal ve idari çerçevenin yeterliliğinin yaşama hakkını koruyabilme
kapasitesinin yanında yaşama hakkını etkili şekilde koruyan yasal ve idari bir
çerçeve mevcutsa buna riayet edilerek yaşama hakkının korunup korunmadığının da
incelenmesi gerekir.
97. Ancak mevcut başvuruda, aşağıda yapılan değerlendirmede
ayrıntılarıyla açıklandığı üzere başvurucuların söz konusu iddiasına ilişkin
bahsi geçen ilkeler çerçevesinde bir inceleme yapılabilmesine olanak verecek
herhangi bir argüman bulunmamaktadır.
98. Başvuru konusu olayda müteveffanın önce Devlet Hastanesine
götürüldüğü, akabinde sağlık durumunun ciddi olması ve burada yanık tedavisi
ünitesinin bulunmaması nedeniyle başka devlet veya üniversite hastanesine
nakledilmesi için girişimlerde bulunulduğu anlaşılmakta ise de müteveffanın, bu
sağlık kuruluşlarında bulunan bir yanık tedavisi ünetisine/merkezine
gerçekten yer yokluğu, başka bir ifadeyle devletin yanık merkezlerinde
kapasitelerine ilişkin idari ve yasal tedbirleri almaması nedeniyle mi yoksa
yetkililerin kendilerinden makul olarak beklenebilecekleri yapmamaları ve/veya
gerekli tedbirleri almamaları sonucu mu nakledilemediği açıklığa
kavuşturulamamıştır.
99. Bu nedenle başvurucuların müteveffanın tedavisinde
yetersizlikler bulunduğu ve bu konuda ihmalkârlıklar gösterildiği iddiaları
hakkında sadece devletin yaşamı koruma kapsamındaki etkili yargısal sistem
kurma yükümlülüğü çerçevesinde bir inceleme yapılmıştır.
i. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
100. Somut olayda başvurucular, idari veya adli yargıda tazminat
davası açtıklarına ilişkin herhangi bir bilgi ve belgeyi bireysel başvuru
dosyasında sunmamışlardır. Dolayısıyla başvurucuların sadece ceza soruşturması
sürecini tükettikten sonra bireysel başvuruda bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu
durumda ileri sürülen iddia bakımından etkili başvuru yollarının tüketilip
tüketilmediği hususunun değerlendirilmesi gerekir.
101. Devletin yaşama hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüğü,
doğal olmayan her ölüm olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa
hesap vermelerini sağlayabilecek etkili bir soruşturma yürütmeyi gerektirir. Bu
soruşturmanın temel amacı, yaşam hakkını koruyan hukukun etkili bir şekilde
uygulanmasını ve kamu görevlilerinin müdahalesiyle veya onların sorumlulukları
altında meydana gelen veya diğer bireylerin filleriyle gerçekleşen ölümler
nedeniyle ilgililerin hesap vermelerini sağlamaktır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54).
102. Yaşama hakkına ilişkin bu yükümlülük olayın niteliğine
bağlı olarak cezai, hukuki ve idari nitelikte soruşturmalarla yerine
getirilebilir. Kasıtlı eylemler sonucu meydana gelen ölüm olaylarında
Anayasa'nın 17. maddesi gereğince devletin sorumluların tespitini ve
cezalandırılmalarını sağlayabilecek nitelikte bir cezai soruşturma yürütme
yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda idari soruşturmalar ve tazminat
davaları sonucunda idari bir yaptırım veya tazminata hükmedilmesi, ihlali
gidermek ve dolayısıyla mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir
(Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §
55).
103. Kasıtlı olmayan fiiller nedeniyle meydana gelen ölüm
olaylarına ilişkin soruşturma yükümlülüğü açısından farklı bir yaklaşım
benimsenebilir. Bu kapsamda yaşama hakkının veya vücut bütünlüğünün ihlaline
kasten sebebiyet verilmediği durumlarda pozitif yükümlülük, her olayda mutlaka
ceza davası açılmasını gerektirmez. Mağdurlara hukuki, idari ve hatta
disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması yeterli olabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 59).
104. Bu yaklaşım, tıbbi hata sonucu meydana geldiği ileri
sürülen ölüm olayları için de geçerlidir. Diğer taraftan bu şekildeki bir
kabul, bu tür olaylarda yürütülen ceza soruşturmalarının Anayasa Mahkemesi
tarafından değerlendirilmeyeceği anlamına da gelmemektedir. Ancak ilke olarak
tıbbi hatalara ilişkin şikâyetler konusunda temel başvuru yolu, hukuki
sorumluluğu tespit adına takip edilecek olan hukuk veya idari tazminat davası
yoludur (Kenan Sayın, B. No:
2013/5376, 14/10/2015, § 50; Coşkun Gömüç ve Taşkın Gömüç, B.
No: 2013/9597, 21/4/2016, § 64; Zeki Kartal,
B. No: 2013/2803, 21/1/2016, § 78; Nail Artuç, § 38).
105. Bununla birlikte kasıtlı olmayan fiiller nedeniyle meydana
gelen ölüm olaylarında kamu makamlarının muhakeme hatası veya dikkatsizliği
aşan bir kusuru olduğu ya da olası sonuçların farkında olmalarına rağmen söz
konusu makamların kendilerine verilen yetkiler kapsamında tehlikeli bir
faaliyet nedeniyle oluşan riskleri bertaraf etmek için gerekli ve yeterli önlemleri
almadığı durumlarda ilgililer diğer hukuk yollarına başvurmuş olsalar dahi
kişilerin hayatının tehlikeye girmesine neden olanlar hakkında bir ceza
soruşturması yürütülmesi gerekir (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, § 60).
106. Aynı durum yetkili kişi ve kurumların mesleki ödevlerini
hiçe sayarak sağlık kuruluşlarına başvuran hastanın hayatına veya vücut
bütünlüğüne, hastalığının tanı ve tedavisine ilişkin değerlendirme hatasını
aşacak şekilde zarar vermeleri hâlinde sağlık alanında yürütülen faaliyetlerde de
geçerlidir (Kenan Sayın, § 47).
107. Başvurunun koşulları bu yönüyle değerlendirildiğinde somut
olayın bir doktor ya da başka bir sağlık personeli tarafından yapılan tıbbi bir
hata yahut hastalık hakkında konulan yanlış bir teşhis nedeniyle yaşama hakkının
ihlal edildiği iddiası ile ilgili olmayıp sağlık durumunun ciddiyeti yetkili
makamlarca bilinen bir hastanın (müteveffa) yanık tedavi ünitesi/merkezi olan
bir hastaneye kabul edilmemesi suretiyle yaşamının korunması için gerekli
tedbirlerin alınmaması sonucu yaşama hakkının ihlal edildiği iddiası ile ilgili
olduğu sonucuna varılmıştır.
108. Başka bir anlatımla somut olay, herhangi bir sağlık
personelinin hatalı bir tıbbi müdahalede yahut hastalık hakkında yanlış bir
teşhiste bulunmasından ziyade müteveffanın yanmasından sonra yanık tedavisi
üniteleri bulunan sağlık kuruluşları tarafından kabul edilmemesiyle ilgilidir.
Bu nedenle başvuru, bu yönüyle Anayasa Mahkemesinin tazminat yolu
tüketilmediğinden kabul edilemezlik kararı verdiği tıbbi hataya ilişkin diğer
başvurulardan açıkça farklılık göstermektedir.
109. Anayasa Mahkemesinin hukuk mahkemelerinde ya da idari
yargıda tazminat davası açılmadığı gerekçesiyle başvuru yollarının tüketilmemiş
olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı verdiği tıbbi hataya ilişkin
başvurularda, tıbbi müdahale anında veya hastalığın takibinde yapıldığı iddia
edilen bir hata veya hastalık hakkında konulan yanlış bir teşhis sebebiyle
yaşama hakkının ihlal edildiği iddiaları ileri sürülmesine rağmen (Örnek karar
için bkz. pek çok karar arasından yukarıda değinilen Kenan Sayın, Coşkun Gömüç ve Taşkın Gömüç, ve
Zeki Kartal kararı ile Saadet Ergün ve diğerleri, B. No:
2013/4194, 14/10/2015) somut olay, bu durumlardan farklı olarak müteveffaya
tıbbi müdahale sırasındaki tıbbi gerekliliklerin yerine getirilmemesi ile değil
aksine gerekli tedavinin sağlanmamasıyla ilgilidir.
110. Bu nedenle başvuruda, Anayasa Mahkemesinin başvuru
yollarının tüketilmesi koşuluna ilişkin yerleşik içtihadının uygulanamayacağı
ve ceza soruşturması sürecinin incelenmesinin gerekli olduğu ile başvuru
yollarının tüketilmesi koşulu yönünden herhangi bir eksiklik bulunmadığı
sonucuna ulaşılmıştır.
111. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan yaşama
hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi gerekir.
Rıdvan GÜLEÇ bu görüşe katılmamıştır.
ii. Esas Yönünden
(1) Genel İlkeler
112. Ceza soruşturmasının etkili olması için soruşturma
makamlarının resen ve derhâl harekete geçerek ölüm olayını aydınlatabilecek ve
sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delilleri tespit etmeleri
gerekir. Soruşturmada ölüm olayının nedeninin veya sorumlu kişilerin
belirlenmesi imkânını zayıflatan bir eksiklik, etkili soruşturma yükümlülüğüne
aykırılık oluşturabilir (Serpil Kerimoğlu ve
diğerleri, § 57).
113. Ceza soruşturmasının etkililiğini sağlayacak hususlardan
biri de fiilen hesap verilebilirliği sağlamak için soruşturma sürecinin kamu denetimine
açık olmasıdır. Ayrıca her olayda ölen kişinin yakınlarının meşru menfaatlerini
korumak için bu sürece gerekli olduğu ölçüde katılmaları sağlanmalıdır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 58).
114. Soruşturmaların makul bir süratle yürütülmesi gerekir. Bazı
durumlarda soruşturmanın ilerlemesine engel olan güçlükler bulunabilir. Ancak
böyle bir durumda dahi yetkililerin süratle hareket etmeleri olayın
aydınlatılabilmesi, hukukun üstünlüğüne olan inancın korunması ve hukuka aykırı
eylemlere müsamaha gösterildiği veya kayıtsız kalındığı görünümü verilmemesi
açısından kritik bir öneme sahiptir (Deniz
Yazıcı, B. No: 2013/6359, 10/12/2014,§ 96).
115. Bununla birlikte her olayın kendine özgü şartlarında
değerlendirmesinin yapılması koşuluyla yaşamı tehlikeye soktuğu açık olan
eylemler ile maddi ve manevi varlığa yönelik ağır saldırıların cezasız
kalmaması gerekmektedir (Filiz Aka,
B. No: 2013/8365, 10/6/2015, § 32).
(2) İlkelerin Olaya
Uygulanması
116. Olaya ilişkin soruşturmada, yukarıda genel ilkeler
bölümünde ifade edilen başvurucuların meşru menfaatlerini korumak için bu
sürece gerekli olduğu ölçüde katılmalarının sağlanması ve makul bir süratle
yürütülmesi gerekliliği konularında başvurucular tarafından herhangi bir iddia
ileri sürülmediği gibi bu konularda bir eksikliğin bulunmadığı da
görülmektedir.
117. Başvurucuların soruşturma sonucunda verilen karara itiraz
edip taleplerini ileri sürerek bu sürece katılabildikleri ve olayın niteliği
gereği kriminal incelemeler yapılması, görgü
tanıklarının ifadelerinin alınması, bilirkişi raporlarının düzenlenmesi gibi
birbirinden farklı nitelikte soruşturma işlemleri gerçekleştirilmesi
gerekliliğine rağmen soruşturmanın 1 yıl 5 ay gibi makul bir sürede
tamamlanabildiği anlaşılmıştır.
118. Soruşturmanın, başvurucuların katılmalarının sağlanması ve
makul bir süratle yürütülmesi konularında herhangi bir eksiklik içermediği
görülmekle birlikte etkililiği adınaolayın tüm
yönlerinin aydınlatılması ve varsa sorumluların tespit edilebilmesi için bütün
delillerin toplanması bakımından da incelenmesi gerekmektedir.
119. Yukarıda olaylar ve olgular bölümünde ayrıntılarıyla yer
verildiği üzere başvuruya konu olayın müteveffaya yönelik olarak
gerçekleştirilen tıbbi müdahale ve tedavi bakımından birden fazla aşamalı
olarak gerçekleştiği görülmektedir. Bu aşamalardan ilkimüteveffanın,
tutulduğu Ceza İnfaz Kurumundaki tek kişilik odada çıkan yangında vücudunda 2.
ve 3. derece yanıklar oluşması nedeniyle ihbar üzerine olay yerine gelen 112
Acil Servis ekibi tarafından Devlet Hastanesine götürülmesidir. Bundan sonraki
aşama ise müteveffanın Devlet Hastanesinde yoğun bakım ünitesine alınarak
tedavisine başlanması ve aynı zamanda sağlık durumunun ciddiyeti nedeniyle
yanık tedavi ünitesi/merkezi bulunan bir devlet veya üniversite hastanesine
hemen nakledilmeye çalışılmasıdır.
120. Bu aşamada müteveffanın sağlık durumunun vücudunda ileri
derecede yanıklar meydana gelmesi nedeniyle iyi olmadığı, hayati tehlikesinin
bulunduğu, tedavisine vakit kaybedilmeksizin yanık tedavi ünitesi bulunan bir
hastanede devam edilmesi gerektiği ve ilgili doktor tarafından bu nitelikteki
bir hastaneye nakli konusunda yoğun uğraşların verildiği tartışmasızdır.
Müteveffanın nakli konusunda yer yokluğu ve başka nedenlerle bir süre başarılı
olunamadığına Devlet Hastanesi tarafından düzenlenen epikriz raporunda, bu
konuda ifadesine başvurulan doktorun anlatımlarında, Adli Tıp Kurumu Birinci
İhtisas Kurulununraporunda ve Cumhuriyet
Başsavcılığının kovuşturmaya yer olmadığına dair kararında açıkça yer
verilmiştir (bkz. §§ 18, 36-38). Hatta Cumhuriyet Başsavcılığının söz konusu
kararında, yer yokluğu gerekçesiyle müteveffanın hastanelere kabul edilmemesi
sonucu tedavisine "zorunlu olarak" 15/08/2012
tarihine kadar
Devlet Hastanesinde devam edildiği de vurgulanmıştır (bkz. § 38).
121. Olayın son aşamasında ise soruşturmada alınan ifadelere ve
ilgili belgelere göre bir devlet hastanesinde başka bir hastanın yaşamını
yitirmesiyle yer bulunabilmesi sonucunda nakil işlemi gerçekleştirilebilmiştir.
122. Olay hakkında yürütülen soruşturmanın, müteveffanın Devlet
Hastanesine nakledildiği ve tedavisinin burada belli bir süreyle
gerçekleştirildiği aşamasıyla yanık tedavisi ünitesi bulunan hastaneye
nakledilmesinden yaşamını yitirdiği tarihe kadar süren son aşamaya ilişkin
olarak herhangi bir eksiklik içermediği, Adli Tıp Kurumu Birinci İhtisas
Kurulunun sağlık personeli hakkında düzenlediği raporda müteveffanın Ceza İnfaz
Kurumundan derhâl ve gerekli tedbirler alınarak Devlet Hastanesine
nakledildiği, burada yetkililerce mevcut şartlar dâhilinde tedavisinin
gerçekleştirildiği ve yanık tedavisi ünitesi bulunan Eğitim ve Araştırma
Hastanesinde de takip ve tedavisinin uygun şekilde yapıldığı, böylece söz
konusu müdahale ve tedavilerde herhangi bir kusur ve ihmalin bulunmadığının
belirtildiği görülmüştür (bkz. § 37).
123. Bununla birlikte soruşturmanın, müteveffanın yanık tedavisi
ünitesi bulunan ülkemizin farklı bölgelerindeki pek çok hastaneye kabul
edilmemesine ilişkin olarak bazı sorulara cevap aranıp aranmadığı, böylece
olayın bu aşamasının da aydınlatılıp aydınlatılamadığı yönünden
değerlendirilmesi gerekmektedir.
124. Soruşturma belgelerinde, müteveffanın nakli konusunda
farklı bölgelerdeki pek çok devlet ve üniversite hastanesiyle görüşüldüğü ancak
bu hastanelerin bir kısmında yer olmadığının belirtildiğinin, geri kalan
kısmının ise müteveffayı 112 aracılığıyla kabul etmediğinin ileri sürüldüğü
görülmektedir (bkz. § 18).
125. Soruşturmada, müteveffanın yer yokluğundan dolayı kabul
edilmediği sonucuna varılmış ise de Devlet Hastanesi tarafından düzenlenen
epikriz raporunda, bazı hastanelerin yer yokluğu gerekçesinin yanında bir
kısmının farklı bir gerekçe ileri sürerek -112 Acil Servis aracılığıyla-
müteveffayı kabul etmediklerinin belirtilmesine rağmen bu hususta bir araştırma
yapılmadığı ve durumun açıklığa kavuşturulamadığı görülmektedir.
126. Bu eksikliğin yanında Adli Tıp Kurumu Birinci İhtisas
Kurulunun raporunda, Devlet Hastanesinde görevli sağlık personelinin başka bir
hastaneye nakil konusunda uğraş verdiği ve sürekli değişik yanık merkezleri ile
temasa geçip kabulünü sağlamaya çalıştığı ancak belli bir süreyle bu konuda
başarılı olamadığı belirtilmesine rağmen söz konusu rapor, nakilde yaşanan bu
gecikmenin müteveffanın yaşama riski üzerindeki etkisine ilişkin bir açıklama
içermemektedir (bkz. § 37).
127. Öncelikle bu tespitten Anayasa Mahkemesinin görevinin
herhangi bir soruşturma ya da davada bilirkişi raporu veya uzman mütalaasının
gerekli olup olmadığına karar vermek olduğu sonucu çıkarılmamalıdır. Bilirkişi
raporu ve benzeri delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi
hususları soruşturma makamlarının yetkisi dâhilindedir (Ahmet Gökhan Rahtuvan,
B. No: 2014/4991, 20/6/2014, §§ 59, 60).
128. Ayrıca Anayasa Mahkemesinin mevcut tıbbi bilgilerden
hareketle birtakım tahminlere yer vererek bilirkişilerin vardıkları sonuçların
veya sahip oldukları bilimsel bakış açılarının doğru olup olmadığını irdeleme
görevinin de bulunmadığı belirtilmelidir.
129. Diğer taraftan gerçekleşen bir ölüm olayına ilişkin
delillerin -bilirkişi raporları da dâhil- değerlendirilmesi idari ve yargısal
makamların ödevi olmakla birlikte Anayasa Mahkemesinin başvuru konusu olayın
gelişim şeklini anlayabilmek ve başvurucuların yakınlarının ölümünün tüm
yönlerinin aydınlatılması noktasında soruşturma makamları ve derece mahkemeleri
tarafından atılması gereken adımları nesnel bir şekilde değerlendirmek için
olayın oluşum şeklini incelemesi gerekebilmektedir (Rıfat Bakır ve diğerleri, B. No: 2013/2782, 11/3/2015, §
68).
130. Somut olayda müteveffanın sağlık durumu, vücudunda meydana
gelen yanık derecesi nedeniyle yaşamı açısından ciddi bir risk oluşturmaktadır.
Bu riskin derecesi ölümcül sonuç doğurması bakımından o kadar yüksektir ki
ilgili sağlık personeli tarafından tedavisi için gerçekleştirilmesi gerektiği
belirtilen naklin olağan şekilde değil bir uçak ambulansla gerçekleştirilmesi
gerektiği değerlendirilmesinde bulunulmuş ve nakil, Aydın-İzmir arasındaki kısa
mesafeye rağmen bir uçak ambulansla gerçekleştirilmiştir.
131. Başlı başına bu durum, müteveffanın naklinin hemen gerekleştirilememesinin sağlık durumu üzerindeki etkisi
konusunda tatmin edici bir cevap aranmasını gerektirmektedir. Bu noktada sağlık
kuruluşuna başvuran ancak kabul edilmeyen bir hastanın sağlık durumunun
ciddiyeti ve benzer vakalarda karşılaşılan örnekler nedeniyle yaşama
olasılığının düşük olmasının da bu bakımdan bir öneminin bulunmadığının
söylenmesi gerekmektedir. Burada soruşturma makamları tarafından üzerinde
titizlikle durulması ve araştırılması gereken husus, yetkili kişi veya
kuruluşların hastanın yaşama şansına ilişkin riskleri azaltmak veya mümkünse
bertaraf etmek için kendilerinden makul olarak beklenebilecekleri yapıp
yapmadıklarıdır.
132. Başvuruya konu soruşturmada ise müteveffanın ilgili sağlık
kuruluşlarının yanık tedavi ünitesine/merkezine 112 aracılığıyla kabul
edilmemesinin ilgili yasal veya idari bir zorunluluktan mı kaynaklandığı yoksa
bu kuruluşlardaki yetkili kişilerin kendilerinden makul olarak beklenebilecek
her şeyi yapmamaları ve/veya gerekli tedbirleri almamaları sonucu mu
gerçekleştiği, ayrıca bu kabul edilmemenin müteveffanın yaşama riski üzerinde
-benzer vakalarda karşılaşılan örnekler nedeniyle yaşama olasılığının düşük
olması değerlendirilmesinde bulunulmaksızın- herhangi bir etkisinin bulunup
bulunmadığı hususlarında herhangi bir soruşturma işlemi gerçekleştirilmemiştir.
133. Bu durum, yetkili kişi veya kuruluşlar tarafından sağlık
kuruluşlarına başvurusu yapılan müteveffanın yaşamına, mesleki ödevler hiçe
sayılarak tanı ve tedaviye ilişkin değerlendirme hatasını aşacak şekilde
tehlikeye atarak zarar verilip verilmediği hususunun belirsiz kalmasına neden
olmuş; böylelikle olayın tüm yönlerinin aydınlatılamaması sonucunu doğurmuştur.
134. Açıklanan nedenlerle yaşamı koruma yükümlülüğünün ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
Rıdvan GÜLEÇ bu görüşe katılmamıştır.
C. Diğer İhlal İddiaları
135. Başvurucular tarafından Anayasa’nın 36. ve 40. maddelerinde
güvence altına alınan adil yargılanma ve etkili başvuru hakları ile bağlantı
kurularak ileri sürülen iddiaların yaşama hakkı kapsamında olduğu
değerlendirilmiş olup söz konusu iddialara ilişkin inceleme de bu çerçevede
yapılmıştır.
D. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
136. 6216Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları
şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
137. Başvurucular, ihlalin önemi ve derecesine uygunkarşılık olacak maddi ve manevi tazminata karar
verilmesi talebinde bulunmuşlardır.
138. Somut başvuruda yaşama hakkının ihlal edildiği sonucuna
varılmıştır.
139. İhlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden
yargılama (soruşturma) yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir
örneğinin Aydın Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesi
gerekir.
140. Yaşama hakkınınihlali nedeniyle
yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında
başvurucular Kadriye Durmuş ve İrfan Durmuş'a müştereken net 30.000 TL manevi
tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
141. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için
başvurucuların uğradıklarını iddia ettikleri maddi zarar ile tespit edilen
ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucuların bu konuda herhangi bir
belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar
verilmesi gerekir.
142. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin
başvuruculara müşterek olarak ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Başvurucu Muhammet Durmuş tarafından ileri sürülen ihlal
iddialarının incelenmesinin sürdürülmesini
haklı kılan bir neden kalmamış olması nedeniyle bu başvurucu
açısından başvurunun DÜŞMESİNE OYBİRLİĞİYLE,
2. Başvurucular Kadriye
Durmuş ve İrfan Durmuş'un, devletin öldürmeme yükümlülüğü ile üçüncü kişinin
ölümcül şiddetine karşı koruma yükümlülüğünü ihlal ettiğine ilişkin
iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
3. Başvurucular Kadriye
Durmuş ve İrfan Durmuş'un gerekli tıbbi tedavinin sağlanmaması nedeniyle
devletin yaşamı koruma yükümlülüğünü ihlal ettiğine ilişkin iddialarının KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA Rıdvan GÜLEÇ'in karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşama
hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE Rıdvan GÜLEÇ'in karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
C. Kararın bir örneğinin yaşama hakkının ihlalinin sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yeniden yargılama (soruşturma) yapılmak üzere Aydın
Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucular Kadriye Durmuş ve İrfan Durmuş'a net 30.000 TL
manevi tazminatın müştereken ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin
REDDİNE,
E. 206,10 TL başvuru harcı ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucular Kadriye Durmuş ve İrfan
Durmuş'a MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
11/5/2017 tarihinde karar verildi.
KARŞI OY
Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşama
hakkının, gerekli tıbbi tedavinin sağlanmaması nedeniyle, yaşamı koruma
yükümlülüğünün ihlal edildiğine ilişkin çoğunluk tarafından verilen ihlal
kararına katılmamaktayım.
Somut olay hakkında yürütülen soruşturmanın, müteveffanın devlet
hastanesine nakledildiği ve tedavisinin burada belli bir süreyle
gerçekleştirildiği aşamasıyla, yanık tedavi ünitesi bulunan hastaneye
nakledilmesinden yaşamını yitirdiği tarihe kadar süren son aşamaya ilişkin
olarak herhangi bir eksiklik içermediği, Adli Tıp Kurumu Birinci İhtisas
Kurulu'nun sağlık personeli hakkında düzenlediği raporda; müteveffanın derhal
ve gerekli tedbirler alınarak Devlet hastanesine nakledildiği, burada
yetkililerce mevcut şartlar dahilinde tedavisinin gerçekleştirildiği ve yanık
tedavi ünitesi bulunan Eğitim ve Araştırma Hastanesinde de takip ve tedavisinin
uygun şekilde yapıldığı, böylece söz konusu müdahale ve tedavilerde herhangi
bir kusur veya ihmalin bulunmadığının belirtildiği görülmektedir.
Karara konu bireysel başvuruya ilişkin rapor dosyasında yer alan
yukarıdaki bilgiler ile başvurucuların ileri sürdükleri ihlal iddiaları
birlikte değerlendirildiğinde, Devletin yaşama hakkı kapsamındaki pozitif
yükümlülüğü etkili bir soruşturmanın yapılması ile sınırlı kalmaktadır. Somut
olayda; müteveffa hükümlü tutulduğu cezaevinde kendini yakmak suretiyle yaşama
hakkına müdahalenin subjesi olmaktan çok, çıkan
yangın sonucu vücudunda oluşan yaralardan dolayı vefat etmesiyle objesi
konumuna gelmiştir. Devletin pozitif yükümlülüğü bireyin kendi zatından
kaynaklanabilecek müdahaleleri de kapsamakla birlikte, somut olayın ortaya
çıkışı ve sonrasındaki gelişmeler çoğunluluğun
ulaştığı ihlal yargısına varmayı güçleştirmektedir.
Anayasa Mahkemesinin (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri) kararında
da ortaya konulan ilkelere göre Devletin pozitif yükümlülüğü anlamında kasıtlı
olmayan fiiller nedeniyle meydana gelen ölüm olaylarında kamu makamlarının
muhakeme hatası ya da dikkatsizliği aşan bir kusuru olduğu ya da olası
sonuçların farkında olmalarına rağmen söz konusu makamların kendilerine verilen
yetkiler kapsamına tehlikeli bir faaliyet nedeniyle oluşan riskleri bertaraf
etmek için gerekli ve yeterli önlemleri almadığı durumlarda ilgililer diğer
hukuki yollarına başvurmuş olsalar dahi kişilerin hayatının tehlikeye girmesine
neden olanlar hakkında bir ceza soruşturması yürütülmesinin gerektiği
vurgulanmıştır.
Olaylar kronolojik olarak ele alındığında, soruşturmanın
başvurucuların meşru menfeatlerini koruyacak şekilde
ve makul süratle tamamlandığı, etkinlik kriteri açısından ise, yetkili
Kurullarca olaya dair verilen bilirkişi raporları incelendiğinde Devletin
pozitif yükümlülüğünü yerine getirmemesinden kaynaklanan bir ihlalin oluşmadığı
şahsi ve vicdani kanaatime göre açık olduğundan çoğunluğun görüşüne katılmamaktayım.