TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MUSTAFA ÖZER BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/4683)
|
|
Karar Tarihi: 21/1/2015
|
R.G. Tarih- Sayı: 3/6/2015-29375
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Serruh
KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Hicabi
DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Zühtü ARSLAN
|
Raportör
|
:
|
Elif KARAKAŞ
|
Başvurucu
|
:
|
Mustafa ÖZER
|
Vekili
|
:
|
Av. Halil ÖZTÜRK
|
|
|
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, uzman erbaş statüsünde yürüttüğü görevi sırasında
katıldığı operasyon sonucunda oluşan fiziksel ve ruhsal rahatsızlıkları
nedeniyle ilgili idare aleyhinde açtığı tam yargı davasında, bilirkişi raporuna
yaptığı itirazın reddedildiğini, davanın kısmen kabul kısmen retle
sonuçlanmasıyla reddedilen tazminat miktarı üzerinden idare lehine vekâlet
ücreti ödenmesine hükmedildiğini belirterek Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin
tespiti ile tazminat ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 4/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan
yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/5/2014 tarihinde,
kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 11/7/2014 tarihinde, başvurunun
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin
görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir
5. Bakanlığın 21/7/2014 tarihli yazısı ile benzer
nitelikteki başvuruya ilişkin Anayasa Mahkemesi kararına atıfta bulunularak
ayrıca görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAYLAR VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru dilekçesinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
7. Başvurucunun, Şırnak/İkizce 2. Komando Tugay Komutanlığı
emrinde sözleşmeli uzman erbaş statüsünde görev yapmakta iken 21/7/2009
tarihinde katıldığı bir operasyonda, terör örgütü mensuplarınca daha önceden
döşenen patlayıcı düzeneğin kendisine yakın bir mevzide patlaması sonucu bir
asker ağır yaralanmış, başvurucu yaralı askerle birlikte helikopterle Şırnak
Asker Hastanesine sevk edilmiştir.
8. Helikopterle tahliye sırasında ağır yaralı olan ve aynı
zamanda başvurucunun çocukluk arkadaşı olan asker şehit düşmüş, bu olayı
müteakip başvurucu sıkıntı, huzursuzluk ve bunaltı yakınmalarıyla 23/7/2009
tarihinde muayene olmuş ve kendisine ''Akut
Stres Bozukluğu'' teşhisi konularak ilaç tedavisi önerilip yirmi gün
istirahat verilmiştir.
9. Başvurucunun 27/7/2009 tarihli muayenesinde, önerilen
ilaç tedavisinin aşırı sedasyon nedeniyle kesilerek
başka bir ilaç tedavisine başlanıldığı, 31/7/2009 tarihli muayenesinde, her iki
kulağında, yüksek frekanslarda orta derecede sensorinöral
işitme kaybı olduğu teşhisi konulmuştur.
10. Başvurucu, izleyen aylarda ''Postravmatik Stres Bozukluğu''
ve ''BTA Anksiyete
Bozukluğu'' teşhisiyle ayakta ve yatarak tedavi görmüş, son bir yıl
içinde üç aydan fazla hava değişimi ve istirahat aldığından bahisle sağlık
nedeniyle 16/7/2010 tarihinde sözleşmesi feshedilmiştir.
11. Başvurucu, 14/7/2010 tarihinde idareye başvurarak maddi
ve manevi tazminat talebinde bulunmuş, ancak başvurusuna yasal süresi içinde
cevap verilmemiştir.
12. Başvurucu, zımni ret işlemi üzerine 250.000,00 TL maddi
ve 50.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi istemiyle Milli
Savunma Bakanlığı aleyhine tam yargı davası açmış, AYİM İkinci Dairesi,
11/9/2013 tarih ve E.2010/1311, K.2013/1082 sayılı kararıyla davayı kısmen
kabul ederek “25.377,00 TL maddi, 5.000,00
TL manevi tazminat verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine, 3.641,00 TL
avukatlık ücretinin davalı idareden alınarak davacıya verilmesine, 659 sayılı
Kanun Hükmünde Kararname'nin 6. ve 14. maddeleri ile Avukatlık Asgari Ücret
Tarifesinin 10. ve 12. maddeleri dikkate alınarak 18.527,00 TL avukatlık
ücretinin davacıdan alınarak davalı idareye verilmesine” karar verilmiştir.
13. Başvurucu karar düzeltme yoluna başvurmuş ise de AYİM
İkinci Dairesinin 26/2/2014 tarih ve E.2014/341, K.2014/256 sayılı kararı ile
istemi reddedilmiştir.
14. Karar başvurucuya 24/3/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.
15. Başvurucu tarafından 4/4/2014 tarihinde süresi içinde
bireysel başvuruda bulunulmuştur.
B. İlgili Hukuk
16. Anayasa’nın 125. maddesinin son fıkrası şöyledir:
“İdare, kendi eylem
ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.”
17. 659 sayılı KHK’nin “Davalardaki
temsilin niteliği ve vekalet ücretine hükmedilmesi ve dağıtımı”
kenar başlıklı 14. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tahkim usulüne tabi olanlar dahil adli ve idari davalar ile
icra dairelerinde idarelerin vekili sıfatıyla hukuk birimi amirleri, muhakemat müdürleri, hukuk müşavirleri ve avukatlar
tarafından yapılan takip ve duruşmalar için, bu davaların idareler lehine
neticelenmesi halinde, bunlar tarafından temsil ve takip edilen dava ve işlerde
ilgili mevzuata göre hükmedilmesi gereken tutar üzerinden idareler lehine
vekalet ücreti takdir edilir.”
18. 11/4/2013 tarihli ve 6459 sayılı İnsan Hakları ve İfade
Özgürlüğü Bağlamında Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 1. maddesi
ile 1602 sayılı Kanun’un 46. maddesinin dördüncü fıkrasına eklenen ve 30/4/2013
tarihi itibarıyla yürürlüğe giren cümle şöyledir:
“Ancak, tam yargı davalarında dava
dilekçesinde belirtilen miktar, süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin
nihai karar verilinceye kadar, harcı ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak
üzere artırılabilir ve miktarın artırılmasına ilişkin dilekçe otuz gün içinde
cevap verilmek üzere karşı tarafa tebliğ edilir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
19. Mahkemenin 21/1/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda,
başvurucunun 4/4/2014 tarih ve 2014/4683 numaralı bireysel başvurusu incelenip
gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
20. Başvurucu, görevi gereği katıldığı operasyon sonucu
oluşan fiziksel ve psikolojik rahatsızlıkları nedeniyle tarafına tazminat
ödenmesi istemiyle açtığı davada hazırlanan ilk bilirkişi raporunda meslekte
kazanma gücünün %45 olarak belirtildiğini, bir yıl üç ay sonra yapılan tetkik
ve muayenesinde ise meslekte kazanma gücünden kaybetme oranı tespitine mahal
arızasının bulunmadığının belirtildiğini, bu tespitin tıp ilmine ve hayatın
olağan akışına aykırı olduğunu, AYİM tarafından hazırlattırılan üçüncü raporun
da ikinci raporla aynı yönde olduğunu, anılan rapora yaptığı itirazların
reddedilerek üçüncü raporun karara esas alındığını; dava sonucunda, dava
açıldığı zaman yürürlükte olmayan bir düzenlemeye dayanılarak, reddedilen
miktar üzerinden nispi olarak hesaplanan 18.527,00 TL vekâlet ücreti ödemeye
mahkûm edildiğini, böylece lehine hükmedilen maddi ve manevi tazminatın önemli
bir bölümünün vekâlet ücreti olarak idareye geri verildiğini belirterek
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
21. Başvuru dilekçesi ve ekleri incelendiğinde başvurucunun,
yargılama sırasında, delillerin hatalı değerlendirilmesi ve kararın adil
olmaması nedeniyle eşitlik ve sosyal hukuk devleti ilkeleri ile adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğini ileri sürdüğü anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi, başvurucunun
ihlal iddialarına ilişkin nitelendirmesi ile bağlı olmayıp hukuki
nitelendirmeyi bizzat yapar. Buna göre, eşitlik ve sosyal hukuk devleti
ilkelerinin ihlal edildiği iddiaları, delillerin değerlendirilmesi ve Mahkemece
verilen kararın adil olup olmamasına ilişkin olduğundan, bu iddialar adil
yargılanma hakkının ihlali iddiası kapsamında değerlendirilmiştir. Öte yandan
başvurucunun, reddedilen kısım üzerinden davalı idare lehine vekâlet ücretine
hükmedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlali iddiası ayrıca
incelenmiştir.
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
a. Yargılamanın Sonucu İtibarıyla Adil Olmadığı
İddiası
22. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
"Bireysel başvuruda, kanun yolunda
gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz."
23. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrası şöyledir:
"Mahkeme, .açıkça
dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir."
24. 6216 sayılı Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine
karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü
fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen
kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel
başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
25. Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak derece mahkemeleri
önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece
mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup
olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece
mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda
bariz takdir hatası veya açık keyfilik içermesi ve bu durumun kendiliğinden
bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu
çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, bariz takdir hatası
veya açık keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (B. No:
2012/1027, 12/2/2013, § 26).
26. Somut olayda başvurucu, görevi gereği katıldığı operasyon
sonucu oluşan fiziksel ve psikolojik rahatsızlıkları nedeniyle tarafına
tazminat ödenmesi istemiyle açtığı davada hazırlanan ilk bilirkişi raporunda
meslekte kazanma gücünün %45 olarak belirtildiğini, bir yıl üç ay sonra yapılan
tetkik ve muayenesinde ise meslekte kazanma gücünden kaybetme oranı tespitine
mahal arızasının bulunmadığının belirtildiğini, bu sonucun tıp ilmine ve
hayatın olağan akışına aykırı olduğunu, hazırlatılan üçüncü raporun da ikinci
raporla aynı yönde olduğunu, anılan rapora yaptığı itirazların reddedilerek
üçüncü raporun karara esas alındığını, bu nedenle düşük miktarda tazminata
hükmedildiğini belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
27. AYİM ara kararı üzerine üç hekimden oluşan bir heyet
tarafından düzenlenen 6/7/2011 tarihli GATA Adli Tıp raporuna göre başvurucunun
%45 oranında meslekte kazanma gücünü kaybettiğinin belirtildiği, anılan
rapordan yaklaşık bir yıl üç ay sonra başvurucunun tekrar GATA Adli Tıp’a sevk
edildiği, burada tek hekim tarafından yapılan 29/11/2012 tarihli tetkik ve muayenesi
sonucunda başvurucunun meslekte kazanma gücünden kaybetme oranı tespitine mahal
arızasının bulunmadığı yönünde rapor verildiği, başvurucunun ikinci rapora
itirazı üzerine ve her iki rapor arasındaki çelişkinin giderilmesi amacıyla
AYİM tarafından yeniden bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar verildiği,
dosyayı inceleyen Adli Tıp Anabilim Dalı ve Psikiyatri Anabilim Dalı öğretim
üyelerinden oluşan beş kişilik heyet tarafından düzenlenen üçüncü raporda, her
iki raporun da doğru olduğu, başvurucunun ilk muayenesinde %45 oranında
meslekte kazanma gücü kaybının olduğunun tespit edildiği, ikinci muayenede ise
hastalığın bulgularının tıbben gerilemesi nedeniyle meslekte kazanma gücü
kaybetme oranı tespitine mahal arızasının bulunmadığının tespit edildiği
yönünde görüş bildirildiği; başvurucu tarafından beş kişilik bilirkişi
heyetinden üçünün daha önceki raporlarda imzasının bulunduğundan bahisle anılan
rapora itiraz edildiği, AYİM tarafından söz konusu raporda imzası bulunanlardan
iki uzmanın başvurucunun %45 meslekte kazanma gücü kaybı bulunduğu yönündeki
ilk raporda, bir uzmanın meslekte kazanma gücü kaybı bulunmadığı yönündeki
ikinci raporda imzasının bulunduğu, bunların dışında başvurucunun
rahatsızlığıyla ilgili Anabilim Dallarıyla ilgili iki öğretim üyesinin daha
imzasının olduğu ve raporun yeterli açıklıkta değerlendirildiği belirtilerek
başvurucunun itirazının reddedildiği ve anılan rapor esas alınmak suretiyle
maddi tazminat isteminin; takdiren de manevi tazminat
isteminin kısmen kabulüne, fazlaya ilişkin talepler yönünden ise davanın
reddine karar verildiği görülmektedir.
28. AYİM’in gerekçesi ve başvurucunun
iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün Derece Mahkemesi tarafından
delillerin değerlendirilmesinde isabet olmadığına ve esas itibarıyla
yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
29. Başvurucu, yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu
deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığına, kendi delillerini ve
iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı tarafça sunulan delillere ve
iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına ya da
uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının Derece Mahkemesi
tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi
Mahkemenin kararında bariz takdir hatası veya açık keyfilik oluşturan herhangi
bir durum da tespit edilememiştir.
30. Açıklanan nedenlerle, başvurucu tarafından ileri sürülen
iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, Derece Mahkemesi kararının
bariz takdir hatası veya açık keyfilik de içermediği anlaşıldığından,
başvurunun, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin "açıkça dayanaktan yoksun olması"
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. 659 Sayılı KHK Hükümlerine Dayanılarak
Aleyhe Vekalet Ücretine Hükmedildiği Şikâyeti
31. Başvurucunun, aleyhine hükmedilen vekâlet ücretinin çok
yüksek olduğu, dolayısıyla mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği yönündeki
şikâyeti açıkça dayanaktan yoksun olmayıp, başka bir kabul edilemezlik nedeni de
bulunmadığından, bu şikâyet yönünden başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi gerekir.
2. Esas
Yönünden
32. Başvurucu, haksız çıkan tarafa nispi vekâlet ücretine
hükmedilmesine yönelik bir düzenlemenin olmadığı dönemde dava açtığını ve dava
devam ederken yürürlüğe giren 659 sayılı KHK’deki düzenleme ile öngörmediği bir
şekilde vekâlet ücreti ödemeye mahkûm edildiğini, dolayısıyla Mahkemece lehine
tazminata hükmedilmesinin önemli ölçüde anlamını yitirdiğini, bu durumun adil
yargılanma hakkını kısıtladığını iddia etmiştir.
33. Bakanlık görüşünde, benzer konunun daha önce Anayasa
Mahkemesi önüne getirildiği, Mahkemece açıkça dayanaktan yoksun görülerek kabul
edilemezlik kararı verildiği, somut başvuru açısından bu kriterlerden ayrılarak
farklı bir neticeye ulaşmayı gerektirecek herhangi bir neden bulunmadığından
ayrıca görüş sunulmasına gerek görülmediği bildirilmiştir.
34. Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne
taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek
anlamına gelmektedir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme
kararını anlamsız hale getiren, bir başka ifadeyle mahkeme kararını önemli
ölçüde etkisizleştiren sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (B.
No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).
35. Taraflardan birinin yargılamadaki başarı oranına göre
kazanılan veya kaybedilen değer oranında lehine veya aleyhine mahkeme
masraflarının hükmedilmesine yönelik düzenlemeler mahkemeye erişim hakkına
müdahale oluşturmakta ise de abartılı, zorlama veya ciddiyetten yoksun
talepleri disipline etmeye yönelik orantılı müdahaleler meşru görülebilir.
Ancak, bu sınırlamaların hakkın özüne zarar vermeyecek nitelikte, meşru bir
amaca dayalı ve kullanılan aracın sınırlama amacı ile orantılı olması, kamu
yararının gerekleri ile bireyin hakları arasında kurulmaya çalışılan adil
dengeyi bozacak şekilde birey aleyhine katlanılması zor külfetler yüklememiş
olması gerekir (B. No: 2012/791, 7/11/2013, §§ 61-62).
36. Dava sonucundaki başarıya dayalı olarak taraflara vekâlet
ücreti ödeme yükümlülüğü öngörülmesi de bu kapsamda mahkemeye erişim hakkına
yönelik bir sınırlama oluşturur. Böyle bir sınırlamanın meşru görülebilmesi
için kamu yararı ile birey hakkı arasında makul bir dengenin gözetilmiş olması
gerekir. Başvuru konusu olayda dava açıldıktan sonra 2/11/2011 tarihinde
yayımlanarak yürürlüğe giren 659 sayılı KHK ile idarenin taraf olduğu
davaların, idarenin bünyesinde görev yapan kadrolu hukuk müşavirleri ve
avukatlar tarafından takibi öngörülmüş olup, davanın reddi halinde idare lehine
vekalet ücretine hükmedilmesi düzenleme altına alınmıştır. Gereksiz
başvuruların önlenerek dava sayısının azaltılması ve böylece mahkemelerin
fuzuli yere meşgul edilmeksizin uyuşmazlıkları makul sürede bitirebilmesi amacıyla
başvuruculara belli yükümlülükler öngörülebilir. Bu yükümlülüklerin kapsamını
belirlemek kamu otoritelerinin takdir yetkisi içindedir. Öngörülen
yükümlülükler dava açmayı imkânsız hale getirmedikçe ya da aşırı derece
zorlaştırmadıkça mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği söylenemez.
Dolayısıyla davayı kaybetmesi halinde başvurucuya yüklenecek olan vekâlet
ücreti bu çerçevede değerlendirilmelidir (B. No: 2013/1613, 2/10/2013, §§ 38 - 39).
37. Buna karşılık bir hukuki uyuşmazlığı mahkeme önüne
taşıyan başvurucuların, reddedilen dava konusu miktar üzerinden hesaplanan
vekâlet ücretini karşı tarafa ödemeye mahkûm edilmeleri ihtimali veya olgusu,
belirli dava koşulları çerçevesinde mahkemeye başvurmalarını engelleme ya da
mahkemeye başvurmalarını anlamsız kılma riski taşımaktadır. Bu kapsamda,
davanın özel koşulları çerçevesinde masrafların makullüğü ve orantılılığı,
mahkemeye erişim hakkının asgari sınırını teşkil etmektedir (B. No: 2012/791,
7/11/2013, § 54).
38. Başvurucunun tam yargı (tazminat) davasını açtığı
22/10/2010 tarihi itibarıyla 1602
sayılı Kanun’da, dava dilekçesinde belirtilen talep konusu miktarın sonradan
ıslah yoluyla değiştirilmesine veya dava sonucunda haksız çıkan davacının, her halükarda davalı idare lehine reddedilen miktar üzerinden
nispi vekâlet ücreti ödenmesini öngören bir düzenlemenin bulunmadığı
anlaşılmaktadır.
39. Tazminat alacağının miktarı, ancak bilirkişi incelemesi
ve benzeri araştırmalardan sonra mahkemenin takdir yetkisi çerçevesinde
belirlenebilen bir olgudur. Tazminat müessesesinin bu özelliği gereği, hak
kazanılan tazminat miktarının dava açılmadan önce tam olarak bilinmesi veya
öngörülmesi mümkün değildir. Dava açılması aşamasında karşı karşıya kalınan bu
belirsizliğin, talep miktarının sonradan düzeltilmesi (ıslah) yoluyla aşılması
da 1602 sayılı Kanun gereği (§18) 30/4/2013 tarihi öncesinde mümkün
olmadığından, hak kaybına uğramak istemeyen davacılar için, tazminat
taleplerine ilişkin miktarları yüksek tutmaktan başka seçenek bulunmamaktadır
(B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 56).
40. Başvurucu da, bu şartlar altında
düzenlediği dilekçe ile idare aleyhine tam yargı davası açarak 250.000,00 TL
maddi, 50.000,00 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur. AYİM önündeki
davalarda haksız çıkan davacı aleyhine ve davalı idare lehine vekalet ücreti
ödenmesine ilişkin 659 sayılı KHK’nin 14. maddesindeki düzenleme, 2/11/2011
tarihinde yürürlüğe girmiş ve bu düzenlemeyi dikkate alan AYİM de başvurucu
lehine toplam 30.377,00 TL tazminata hükmettikten sonra başvurucunun,
reddedilen fazlaya ilişkin tazminat talepleri üzerinden davalı idareye
18.527,00 TL vekalet ücreti ödemesine karar vermiştir.
41. Buna göre, başvurucunun dava açtığı sırada ıslah
imkânının olmaması nedeniyle hak kaybına uğramamak amacıyla talebini yüksek
tuttuğu, hak kazandığı 34.018,00 TL tazminat ve vekâlet ücreti karşısında
18.527,00 TL de bir vekâlet ücreti ödeme yükümlülüğü altına girdiği
anlaşılmaktadır. Dolayısıyla, başvurucunun dava açtığı tarihten sonra, 659
sayılı KHK’nin 14. maddesi ile yapılan düzenleme uyarınca, reddedilen dava
konusu miktar üzerinden nispi vekâlet ücreti ödeme zorunluluğu ile karşı
karşıya kaldığı görülmektedir.
42. Dava devam ederken başvurucuların aleyhine yapılan bu
değişikliğin, başvurucular tarafından önceden öngörülmesi beklenilemez. Bununla
birlikte, anılan bu düzenlemenin tek başına mahkemeye erişim hakkını ihlal
ettiği de söylenemez. Bu düzenleme sonucu gerçekleşen müdahalenin ölçülü olup
olmadığının da incelenmesi gerekir.
43. Somut olayın koşulları bir bütün halinde değerlendirildiğinde,
başvurucunun maddi durumunun elverişsiz olması nedeniyle lehine adli yardım
kararı verildiği, ayrıca dava açıldığı sırada ıslah imkânının olmaması
nedeniyle hak kaybına uğramamak amacıyla talebini yüksek tuttuğu ve hak
kazandığı tazminatın 1/2’sinden fazlasını vekâlet ücreti adı altında davalı
idareye geri ödemek zorunda bırakıldığı ve açılan tazminat davasının bu şekilde
başvurucu açısından anlamsız hale geldiği dikkate alındığında yapılan
müdahalenin ölçülü olduğu söylenemez.
44. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine
karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi
Yönünden
45. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar”
kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
46. Başvuru konusu olayda, tespit edilen ihlalin sonuçlarının
ortadan kaldırılması bakımından yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunmadığından salt ihlalin tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları
karşılığında başvurucuya takdiren net 13.000,00 TL
manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
47. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler
uyarınca tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 1.706,00 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi
gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. Yargılamanın sonucunun adil
olmadığı iddiasının "açıkça dayanaktan
yoksun olması" nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Mahkemeye erişim hakkının
ihlal edildiği iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
3. Mahkemeye erişim hakkının
İHLAL EDİLDİĞİNE,
B. Başvurucuya net 13.000,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE,
C. Başvurucu tarafından yapılan 206,10 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.706,00 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
D. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
21/1/2015 tarihinde OY
BİRLİĞİYLE karar verildi.