TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
AHMET GÖKHAN RAHTUVAN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/4991)
|
|
Karar Tarihi: 20/6/2014
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Serruh KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Zehra Ayla PERKTAŞ
|
|
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Zühtü ARSLAN
|
Raportör
|
:
|
Recep BENLİ
|
Başvurucu
|
:
|
Ahmet Gökhan RAHTUVAN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 147. maddesinde
düzenlenen Türkiye Cumhuriyeti İcra Vekilleri Heyetini Cebren Iskat veya Vazife
Görmekten Men suçuna teşebbüsten İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinde yürütülen
yargılama ve yargılama sonunda verilen mahkûmiyet kararı nedeniyle Anayasa’nın
36. maddesinde koruma altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru dilekçesi ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı
tespit edilmiştir.
3. Komisyonca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Birinci Bölüm, 17/6/2014 tarihinde yapılan toplantıda
başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve
bir örneğinin Adalet Bakanlığına gönderilmesine, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün
71. maddesi (2) numaralı fıkrası uyarınca başvuru hakkında ivedilikle karar
verilmesini gerekli görerek Bakanlık cevabı beklenilmeden incelenmesine karar
vermiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
5. Başvuru formunda ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
olaylar özetle şöyledir:
6. 20-21 Ocak 2010 tarihlerinde ulusal yayın yapan günlük
bir gazetede “Fatih Camii Bombalanacaktı -
İki Yüz Bin Kişiye Tutuklama” başlıklı haberlerin yayınlanmasından
sonra, haberi yapan gazeteci tarafından 21/1/2010 tarihinde habere dayanak
teşkil eden 3 adet DVD ve 1 adet CD, 29/1/2010 tarihinde de 19 adet CD, 10 adet
ses kaseti ve 2229 sayfalık belge İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına teslim
edilmiştir.
7. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma kapsamında
el konulan 11 nolu CD’de 1. Ordu, 2, 3, 5 ve 15. Kolordular, Donanma, Harp
Akademileri, Bursa ve İstanbul Jandarma Bölge Komutanlıklarınca hazırlanan
harekât ve tedhiş planları, listeler ile 2003 yılı plan seminerine ait bir
kısım yazışmalar, 16 nolu CD’de Adalet ve Kalkınma Partisi Hükümetince yapılan
bazı atamalar hakkında bilgiler, 17 nolu CD’de ise 11 nolu CD’de bulunan
harekât ve tedhiş planlarının bulunduğu değerlendirilmiştir.
8. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2/7/2010 tarih ve
2010/420 sayılı iddianamesiyle 196 sanık hakkında 765 sayılı Türk Ceza
Kanunu’nun 147, 61/1, 31, 33, 40. maddeleri kapsamında kamu davası açılmıştır.
İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 23/7/2010 tarihli iddianamenin kabulü ve
tensip kararı sonrası 16/12/2010 tarihli duruşmayla yargılama başlamıştır.
9. Yargılama sürecinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının
16/6/2011 tarih ve 2011/288 sayılı iddianamesiyle 28 sanık hakkında, 11/11/2011
tarih ve 2011/554 sayılı iddianamesiyle başvurucunun da aralarında bulunduğu
143 sanık hakkında Türkiye Cumhuriyeti İcra Vekilleri Heyetini cebren ıskat
veya vazife görmekten men etmeye teşebbüs suçundan açılan davalar, İstanbul 10.
Ağır Ceza Mahkemesinin 2010/283 Esas sayılı dosyasında birleştirilmiştir. Daha
sonra başvurucu hakkındaki dosya tefrik edilmiş, yargılamaya 2012/194 Esas
sayılı dosya üzerinden devam edilmiştir.
10. İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 2/5/2013 tarih ve
E.2012/194, K.2013/105 sayılı kararıyla, başvurucu hakkında Türkiye Cumhuriyeti
İcra Vekilleri Heyetini cebren ıskat veya vazife görmekten men etmeye teşebbüs
suçundan 765 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 147. ve 61. maddeleri gereğince
mahkumiyet kararı verilmiştir.
11. Temyiz incelemesi sonunda, başvurucu hakkındaki
mahkûmiyet kararı Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 10/10/2013 tarih ve E.2013/11262,
K.2013/12436 sayılı ilamıyla onanmıştır. Başvurucuya müddetname 4/3/2014
tarihinde tebliğ edilmiştir.
12. Başvurucu 31/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
13. Mahkumiyet esas alınan suç tarihinde yürürlükte olan
1/3/1926 tarih ve 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 147. maddesi şöyledir:
“Türkiye Cumhuriyeti İcra Vekilleri Heyetini cebren iskat
veya vazife görmekten cebren menedenlerle bunları teşvik eyliyenlere
ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası hükmolunur.”
14. 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 171. maddesi şöyledir:
125, 131, 133, 146, 147, 149 ve 156 ncı maddelerde yazılı
cürümlerden birini veya bazılarını hususi vasıtalarla işlemek üzere bir kaç
kişi aralarında gizlice ittifak ederlerse bunlardan her biri aşağıda yazılı
cezaları görür.
1 - Yukarıdaki fıkrada yazılı ittifak 125, 131, 133 ve 156
ncı maddelerde yazılı cürümlerin yapılmasına dair ise sekiz seneden on beş
seneye kadar ağır hapis cezası hükmolunur.
2 - Bu ittifak 146 ve
147 nci maddelerde gösterilen cürümlerin icrasına müteallik ise dört seneden on
iki seneye ve 149 uncu maddede gösterilen cürümlerin icrasına aid ise üç
seneden yedi seneye kadar ağır hapis cezası verilir.
Cürmün icrasına ve
kanuni takibata başlanmazdan evvel bu ittifaktan çekilenler ceza görmezler.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
15. Mahkemenin 20/6/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru dosyası incelenerek gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
16. Başvurucu,
i. Dijital
deliller üzerinde yapılan bilirkişi incelemesinin yeterli olmadığını ve
tekrarlanmasına ilişkin taleplerin reddedildiğini,
ii. Bilirkişi
raporları arasındaki çelişkiler nedeniyle ortaya çıkan delillerin sıhhati
konusundaki tereddütlere rağmen mahkûm edildiğini,
iii. Kendisine
isnat edilen suçun işlenmesine anılan tarihte görevde olan Genelkurmay Başkanı
ve Kara Kuvvetleri Komutanı tarafından engel olunduğunun kabul edilmesi
nedeniyle bu kişilerin tanıklık yapmak üzere davet edilmeleri talebinin
reddedildiğini,
iv. Delillerin
ortaya konulması ve tartışılması safhasının usulünce yerine getirilmediğini,
v. Cumhuriyet
Savcısının esas hakkındaki mütalaasına karşı beyanda bulunmak üzere yeterli
süre verilmediğini,
vi. Hukuka
aykırı olarak elde edilen, gerçek dışı delillere dayanılarak mahkûm edildiğini,
vii. İlk
Derece Mahkemenin görevli ve yetkili olmadığını,
viii. Hakkında
yeterli somut delil bulunmaksızın kolektif gerekçelere dayanılarak mahkûm
edildiğini, dijital verilerin kendisi ile illiyet bağının ispatlanamadığını,
ix. Derece
mahkemesi kararının temyiz incelemesi sonucunda Yargıtay’ca verilen onama
kararının gerekçesinin yeterli olmadığını,
x. Sabit
kabul edilen eyleminin yanlış vasıflandırıldığını, hazırlık hareketlerinin icra
hareketi olarak değerlendirildiğini ve temel cezanın yanlış belirlendiğini,
xi. Bilirkişi
raporları ile başvurucunun isteği üzerine dinlenen bilirkişi beyanlarının
mahkûmiyet kararının dayanağı olan dijital delillerin manipülasyona açık
olduğunu ortaya koymasına rağmen bu delillere dayanarak mahkûmiyet kararı
verildiğini,
Belirterek, Anayasa’nın 10. maddesinde güvence altına alınan
eşitlik ilkesinin, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılama hakkının ve Anayasa’nın 38. maddesinde güvence altına alınan
masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
Tanık Dinlenmesi Talepleri ve
Dijital Delillerin Değerlendirilmesine İlişkin Şikâyetler
17. Açıkça dayanaktan yoksun olmayan ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de görülmeyen başvurunun bu
kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Dijital
Delillerin Değerlendirilmesine İlişkin Şikâyetler
18. Başvurucunun bu başlık altındaki şikâyetleri özetle
şöyledir:
i. Bilirkişi raporları ile mahkûmiyet kararının dayanağı olan Eskişehir’de
ele geçirilen flaş bellek, Gölcük Donanma Komutanlığında ele geçirilen CD’ler
ve harddisklerin 2003 yılında oluşturulduğu iddia edildiği halde bu depolama
araçlarında yer alan verilerin 2007 yılına ait bir program olan Microsoft
Office 2007 programı ile yazılmış olmasının belgelerin sahteliğini kanıtladığı,
ii. Savunma tarafınca yurtiçi ve yurtdışındaki çeşitli üniversite ve
bağımsız kuruluşlardan alınan bilirkişi raporlarının mahkûmiyet kararının temel
dayanağı olan dijital verilerdeki manipülasyonları ortaya koyduğu ve dijital
veriler üzerinde ikibine yakın çelişkiyi ortaya çıkardığı halde İlk Derece
Mahkemesi ve Yargıtayca bu raporların dikkate alınmayarak dijital belgelerin
ilk oluşturuldukları gibi orijinal olduğu şeklindeki TÜBİTAK raporuna
dayandığı,
iii. Mahkeme tarafından itibar edildiği gerekçeli hükümde kabul ve ifade
edilen TÜBİTAK görevlilerince düzenlenmiş raporlarda ve mahkemeye sunulan uzman
raporlarında ortak görüş olarak ifade edilen; dijital bir verinin kullanıcı
dosya yollarının, oluşturulma ve son kaydedilme tarihlerinin kolaylıkla
değiştirilebileceği veya manipüle edilebileceği ya da eski tarihli olarak
sonradan düzenlenebileceği gerçeği karşısında, bir gazeteci olan M.B.
tarafından savcılığa teslim edilen 11, 16 ve 17 no.lu CD’ler içerisinde yer
alan imzasız dijital verilerin, verilerde isimleri yazılı kişi veya sanıklar
bakımından hukuka uygun şekilde elde edilmiş bir delil olarak kabul edilmesinin
adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde olduğu,
iv. Delil olarak ileri sürülen tüm dijital materyaller ile ilgili olarak
kapsamlı bir bilirkişi incelemesi yaptırtılması taleplerinin davaya bir katkı
sağlamayacağı gerekçesiyle reddedilmiş olmasının savunma hakkının kısıtlanması
niteliğinde olduğu, ileri sürülmüştür.
19. Anayasa’nın “Hak arama
hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
20. AİHS’nin “Adil
yargılanma hakkı” başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
“1. Herkes davasının, … cezai alanda
kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla
kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, adil ve kamuya açık
olarak, … görülmesini isteme hakkına sahiptir.
21. Anayasa’daki hakların etkili bir biçimde korunması için,
davaya bakan mahkemelerin Anayasa’nın 36. maddesine göre “tarafların dayanaklarını, iddialarını ve delillerini
etkili bir biçimde inceleme görevi” vardır (benzer yöndeki AİHM
kararı için bkz. Dulaurans/Fransa,
B. No: 34553/97, 21/3/2000, § 33). AİHM
içtihatlarına göre bir mahkemenin davaya yaklaşımı, başvurucunun iddialarına
yanıt vermekten ve başvurucunun temel şikayetlerini incelemekten kaçınmalarına
neden olması halinde Sözleşme’nin 6. maddesi davanın düzgün bir biçimde
incelenmesi hakkı bakımından ihlal edilmiş olur (bkz. Kuznetsov/Rusya, B. No: 184/02, 11/4/2007,
§§ 84-85).
22. Öte yandan mahkemelerin, başvurucunun önemli bazı
iddialarına yanıt vermemiş olması, kişinin iddialarının incelenmesi hakkının
yanında, adil yargılanma hakkının önemli gerekliliklerinden biri olan
mahkemelerin kararı gerekçelendirme yükümlülüğü ile de ilişkilidir. Zira bir
muhakemede usule ilişkin koruma sağlayan adil yargılanma hakkının önemli
unsurlarından biri olan gerekçeli karar hakkı da kişilerin adil bir şekilde
yargılanmalarını sağlamayı ve denetlemeyi amaçlamaktadır.
23. Nitekim Anayasa Mahkemesi önceki kararlarında,
Anayasa’nın, bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak
yazılmasını ifade eden 141. maddesinin, adil yargılanma hakkının kapsamının
belirlenmesinde gözetilmesi gerektiğini belirtmiştir (bkz. B. No: 2013/3351,
18/9/2013, § 49).
24. Derece Mahkemeleri, kararların yapısı ve içeriği ile
ilgili olarak geniş bir takdir yetkisine sahiptirler. Özellikle taraflarca
ileri sürülen kanıtların kabulü ve değerlendirilmesi öncelikle derece
mahkemelerinin görevidir (bkz. Van Mechelen
ve Diğerleri/Hollanda, B. No: 21363/93, 21364/93, 21427/93 ve
22056/93, 23/4/1997, § 50). Bu nedenle, açıkça keyfi olmadıkça, belirli bir
kanıt türünün kabul edilebilir olup olmadığına, değerlendirme şekline veya
aslında başvurucunun suçlu olup olmadığına karar vermek, Anayasa Mahkemesinin
görevi değildir (benzer değerlendirmeler için bkz. Garcia Ruiz /İspanya, B.No. 30544/96, 21/1/1996, § 28).
25. Buna karşın mahkemeler, “kararlarını
hangi temele dayandırdıklarını yeterince açık olarak belirtme”
yükümlülüğü altındadırlar. Bu yükümlülük, tarafların temyiz hakkını
kullanabilmeleri için gerekli olmasının yanı sıra (bkz. Hadjıanastassıou/Yunanistan, B. No: 12945/87, 16/12/1992, § 33), tarafların, muhakeme
sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara uygun bir biçimde incelenip
incelenmediğini bilmeleri ve ayrıca demokratik bir toplumda, toplumun kendi
adına verilen yargı kararlarının sebeplerini öğrenmelerinin sağlanması için de
gereklidir.
26. Mahkemelerin bu yükümlülüğü, yargılamada ileri sürülen
her türlü iddia ve savunmaya, karar gerekçesinde ayrıntılı şekilde yanıt
verilmesi şeklinde anlaşılamaz (bkz. B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 26). Bu
nedenle, bir kararda tam olarak hangi unsurların bulunması gerektiği, davanın
niteliğine ve koşullarına bağlıdır. Bununla birlikte muhakeme sırasında açık ve
somut bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili
olması, başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması
halinde, davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir
gerekçe ile yanıt verilmesi gerekir.
27. Ayrıca, insan haklarına ilişkin güvencelerin soyut ve
teorik olarak değil, uygulamada ve etkili bir şekilde sağlanması gerekir. Buna
göre, mahkemelerin ileri sürülen iddia ve savunmalara şeklen cevap vermiş
olmaları yeterli olmayıp, iddia ve savunmalara verilen cevapların dayanaksız
olmaması, mantıklı ve tutarlı olması da gerekir. Diğer bir ifadeyle
mahkemelerce belirtilen gerekçeler, davanın şartları dikkate alındığında makul
olmalıdır.
28. Makul gerekçe, davaya konu olay ve olguların mahkemece
nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal
düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak, olay ve olgular ile hüküm
arasındaki bağlantıyı gösterecek nitelikte olmalıdır (bkz. B. No: 2013/1235,
13/6/2013, § 24). Gerekçelendirme, davanın sonucuna etkili olay, olgu ve
argümanları açıklamak yükümlülüğü olmakla birlikte, bu şekildeki
gerekçelendirmenin mutlaka detaylı olması şart değildir. Ancak
gerekçelendirmenin, iddia ve savunmadan birinin diğerine üstün tutulma
sebebinin ve bu kapsamda davanın taraflarınca gösterilen delillerden karara
dayanak olarak alınanların mahkemelerce kabul edilme ve diğerlerinin
reddedilmesi hususunda, makul dayanakları olan bir bilgilendirmeyi sağlayacak
ölçü ve özene sahip olması gerekmektedir.
29. Zira bir davada tarafların, hukuk düzenince hangi nedenle
haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri için usulüne
uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün içerik ve kapsamı ile bu hükme varılırken
mahkemenin neleri dikkate aldığı ya da almadığını gösteren, ifadeleri özenle
seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna
uyumlu hüküm fıkralarının bulunması “gerekçeli
karar hakkı” yönünden zorunludur.
30. Aksi bir tutumla, mahkemenin, davanın sonucuna etkili
olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında “ilgili
ve yeterli bir yanıt” vermemesi
veya yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddiaların cevapsız
bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olabilecektir.
31. Başvurucu somut davada, bir gazeteci tarafından
Cumhuriyet Savcılığına teslim edilen 11, 16 ve 17 nolu CD’ler ile Gölcük
Donanma Komutanlığında bulunan 5 nolu harddisk ve Eskişehir’de bir sanığın
evinde bulunan flash bellekte yer alan dijital verilerin sahte olarak
oluşturulduklarını, bu verilerde pek çok manipülasyon yapıldığını, savunma
tarafınca yurtiçi ve yurtdışındaki çeşitli üniversite ve bağımsız kuruluşlardan
alınan bilirkişi raporlarında mahkûmiyet kararının temel dayanağı olan dijital
verilerdeki manipülasyonların ortaya konulduğunu ve dijital veriler üzerinde
ikibine yakın çelişkinin ortaya çıkartıldığını, buna rağmen İlk Derece
Mahkemesi ve Yargıtayın bu raporları dikkate almadığını ve dikkate almama
nedenlerinin makul bir gerekçeyle izah etmediklerini ileri sürmüştür.
32. Başvurucunun, esas olarak sanıklardan elde edilmemiş,
Türk Silahlı Kuvvetlerinde bulunan bir bilgisayarda hazırlandığı
kanıtlanamamış, zaman, mekan ve muhteva çelişkileri bulunan ve bu sebeple esas
itibariyle sahte olarak oluşturulmuş dijital belgelere dayanarak suçlandığı
yolundaki savunmalarına karşı Mahkemenin aşağıda özetlenen gerekçelerinin
makul, başka bir deyişle yeterince açık ve yeterli olup olmadığının tespiti
için başvurucu tarafından sunulan bilirkişi raporları ve uzman mütalaalarının
denetlenebilir, makul yanıtının verilmesi gerekir (bkz. gerekçeli karar, s.874-904).
33. Özet olarak İlk Derece Mahkemesi, elde edilen dijital
belgelere ilişkin olarak hazırlanan bilirkişi raporlarından yalnızca Cumhuriyet
savcılığınca soruşturma aşamasında TÜBİTAK uzmanlarınca hazırlanan bilirkişi
raporu ile arama ve el koyma tedbirleri sırasında ele geçirilen delillerin
tespitine yönelik üç raporu hükme esas almış, başvurucu tarafından alınmış olan
bilirkişi raporları ile duruşmada dinlenen uzman mütalaalarının hiçbirine
itibar etmemiştir. Mahkeme, başvurucu tarafından sunulan tüm rapor ve mütalaaların
özünün dijital veriler üzerinde değişiklik yapıldığına ilişkin olduğunu,
kendisinin de bu değişiklik işlemini zaten kabul ettiğini, rapor ve uzman
mütalaalarının bunun dışındaki kısımlarında ise “dijital verilerin delil olamayacağı yönünde ve adeta sanık müdafii gibi
ayrıntılı tespitlerde bulunmuş ve tüm çabaları ile bu delilleri çürütmeye
çalışmış” olmaları nedeniyle bu bilirkişi raporları ve uzman
mütalaalarının hükme esas alınamayacağını belirtmiştir.
34. İlk Derece Mahkemesi, başvurucu tarafından sunulan rapor
ve mütalaalara rağmen dijital verileri hükme esas alma nedenini şu hususlara
dayandırmıştır (bkz. gerekçeli karar,
s.1036-1044)
Mahkeme;
a. Üç ayrı yerden elde edilen dijital
delillerin birbirlerini doğrular içeriklere sahip olduğu;
b. Belgelerde zaman çelişkilerinin bulunduğu
ve 2003 yılından sonraki tarihlerdeki olaylara ilişkin bilgilerin olduğu doğru
ise de 2003 yılından sonra oluşturulmuş olan belgelerin Balyoz Harekat Planı,
Eylem Planları ve ses kayıtlarında yer alan bilgilerin güncelleneceği yönündeki
talimatların yerine getirilmesinden ibaret olduğu ve 2003 yılından sonra da
plan, bilgi ve listelerin güncelleştirildiği;
c. Balyoz Planında yazışma kurallarına riayet
edilmediği, evraklarda imla hataları ile askeri yazışma ilkelerine aykırılıklar
bulunduğu, bu nedenle de Balyoz Harekat Planının sahte olduğu iddiasına karşın
insan unsurunun bulunduğu her yerde yazım hatası ya da imla yanlışlıklarının
olabileceği, hukuk dışı bir yapılanma içerisinde yazışmaların bir düzen ve
intizam içerisinde olmasının, askeri yazışma ilkelerinin geçerli olmasının
beklenemeyeceği;
d. Balyoz Harekat Planı kapsamındaki cunta
yapılanmasının elinde bulunan dijital belgelerin veri yollarında, yazar
bilgilerinde uygunsuzluk olmasının, dijital verilerin delil olma niteliğini tek
başına ortadan kaldırmayacağı, sanıkların birçok konuyu öngördükleri ve bu
kapsamda mevzuat çalışmaları yaptıkları, hata kod tabloları ve ihtimalat
planları hazırladıkları, gerek sanıkların belgelerin oluşturulma aşamasında
gerekse sanıkların ve cunta yapılanmalarının güncellenmesi çalışmalarında
dijital verilerde bugünkü savunmaların temelini oluşturabilmek amacıyla birçok
çelişkinin yakalanmaları halinde kullanılmak üzere bizzat sanıklar tarafından
bilerek yapılmış olma ihtimalinin bulunduğu;
e. Davanın esasını oluşturan CD’lerin
2007-2008 yıllarına kadar plan odasında kaldığı ve daha sonra bir şekilde
buradan çıkartıldığı sabit olmakla birlikte plan odasının herkesin girip
çıkmasına açık, kontrolünün zayıf bir yer olduğu;
f. Dijital belgelerden bazıları 2007 yılına
ait Microsoft Office programı ile yazılmış olmakla birlikte, Microsoft
Office’in önceki versiyonları kullanılmak suretiyle bir veri hazırlandıktan
sonra, hazırlanan verinin yeni tarihli bir program ile açılmaya çalışıldığında
bilgisayarın eski tarihli veriyi sanki açılma tarihindeki yeni versiyonu ile
yazılmış gibi dönüştürerek açabileceği, bu nedenle de somut olarak 2003 yılında
yazılmış olan bir word belgesinin 2007 yılında yeni versiyon yüklü bir
bilgisayarda açıldığında bu 2003 tarihinde yazılmış olan belgenin sanki 2007
yılında hazırlanmış ve yazılmış gibi görünebileceği;
g. 2003 yılında tanzim
edildiği iddia edilen keşif ve plan krokilerindeki sokak isimlerinden
bazılarının resmi olarak 2007 yılından sonra verilmesi nedeniyle krokilerin,
sokaklara resmi olarak bu isimler verildikten sonra çizildiği iddia edilmiş ise
de bu sokakların isimlerinin halk arasında, açık kaynaklarda da görüleceği
üzere, değişiklikten önceki isimleriyle 40-50 yıldır kullanıldığı;
h. 2005-2006 yıllarında fiilen Türk Silahlı
Kuvvetleri bünyesine katılan bir geminin adının 2003 yılında hazırlanan bir CD
içerisinde olmasının CD’nin sahteliğine işaret ettiği ileri sürülmüş ise de,
bir geminin isminin inşa ve satın alma sözleşmesinin kesinleşmesine müteakip
verilmiş olabileceği;
ı. Sanıkların, kendilerince hazırlanan bir
darbe çalışmasında şu veya bu şekilde, bilerek veya bilmeyerek yaptıkları
yanlışlar ve çelişkilerin, tüm dosya göz önüne alındığında teşebbüs edilen
darbe suçunun sübutunu etkilemeyeceği;
şeklinde açıklamalarda bulunmuştur.
35. İlk Derece Mahkemesinin gerekçesinde rapor ve
mütalaalarda ileri sürülen görüşleri yeterince açık olarak değerlendirme
yükümlülüğünü yerine getirip getirmediğini tespit edebilmek için başvurucu tarafından
sunulan rapor ve mütalaaların özünün kavranması gerekir.
36. Gerek iddia makamı ve gerekse savunma makamı tarafından
sunulan rapor ve mütalaalarda mahkumiyet kararının dayanağı olan 11, 16 ve 17
no’lu CD’lerdeki dokümanlarda, 5 no’lu harddiskte ve flash bellekte yer alan
dokümanların kolayca kurgulanma veya bu tür veriler üzerinde kolayca
manipülasyon yapılma ihtimali bulunduğu, bu dijital verilerin, bir gerçekliği
kesin olarak temsil ettiğinin söylenemeyeceği ifade edilmiştir. Nitekim İlk Derece
Mahkemesi de bu sebeple kararını yalnızca dijital verilere dayandırmadığını
başka delillerle birlikte başvurucunun mahkûmiyetine karar verdiğini
belirtmiştir.
37. İlk Derece Mahkemesine sunulan bilirkişi raporlarında, 17
no’lu CD’nin 04/03/2003 tarihinde saat 23:52:02’de, 11 no’lu CD’nin 05/03/2003 tarihinde saat 23:50:42’de, 16 no’lu
CD’nin ise 14/10/2003 tarihinde saat 12:14:34’de oluşturulduğu görülmektedir.
Aynı raporlarda, CD’lerde yer alan dosyaların oluşturma ve son kaydetme
tarihleri CD’lerin yazdırıldığı tarih olan 04/03/2003, 05/03/2003 ve 14/10/2003 tarihinden önceye ait olmakla
birlikte pek çok belgenin aslında bu tarihlerden sonra üretildiği, 2003 yılı
sonrasına ait programların kullanıldığı veya belge içeriklerinde 2003 yılı
sonrasına ait bilgilerin yer aldığı tespit edilmiştir. Bu tespitler üzerine
bilirkişiler, söz konusu belgelerin bir defada, sistem saati güncel olmayan bir
bilgisayarda CD’lere yazdırıldığı görüşünü bildirmişlerdir. İlk Derece
Mahkemesi, 2003 yılından sonra oluşturulmuş belgelerin plan, bilgi ve
listelerin güncelleştirildiğini gösterdiğini kabul etmiştir. Bununla birlikte
Mahkeme, 2003 yılı sonrası “güncelleştirilmiş”
olarak kabul ettiği belgelerin, nasıl olup da CD’lerin yazdırılma tarihlerinden
önceki tarihleri gösterdiğini cevaplamamıştır.
38. İlk derece Mahkemesinin kararında dayanak aldığı İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığınca görevlendirilen Emniyet Müdürlüğü uzmanlarınca
hazırlanan bilirkişi raporunda (gerekçeli
karar, s.887); 11 nolu CD’nin oluşturulma tarihi ve saati
"05/03/2003, 23:50:42" olduğu, CD içerisinde 68 adet klasör
içerisinde toplam 287 adet dosya bulunduğu ve tüm dosyaların "08.04.1996
16:39:44" ila "04.03.2003 13:01" tarihleri arasında
oluşturulduğu, bu noktadan hareketle bütün dosyaların oluşturulma tarihlerinin
CD’nin oluşturulma tarihinden önce olduğu ve son düzenlenme tarihi en geç olan
dosyanın, "04.03.2003, 22:07" tarihinde düzenlenen "EK-M
LAHİKA-İ BİRLEŞTİRİLMİŞ LİSTE.doc" isimli MS Word dosyası olduğu, bu
dosyanın son düzenlenme tarihinin de yine CD’nin oluşturulma tarihinden önce
olduğu belirtilmiştir.
39. Mahkeme, bu çelişkilerin bizzat sanıklarca daha sonra
yargılanma ihtimallerine karşın bilinçli olarak oluşturulmuş olabileceği
ihtimalini kararına gerekçe yapmış ve ayrıca bu tür belgelerin mahkûmiyet
kararının dayandığı belgeler olmadığı, sayıca fazla olmadığı ve kararın
sonucunu etkileyecek nitelikte olmadıklarını belirtmiştir.
40. Mahkemenin bu gerekçesine karşın, Mahkemenin itibar
etmediği 1. Ordu Komutanlığı Askeri Savcılığı tarafından görevlendirilen
bilirkişi heyetince hazırlanan 28/06/2010 tarihli raporda (gerekçeli karar, s.888) esaslı belgelerden
biri olan “BALYOZ Güvenlik Harekat Planı”
olarak adlandırılan dokümanın en son kaydedilme tarihi olarak görülen
02/12/2002 tarihinden sonraki tarihlerde oluşturulan ve rapor ekinde gösterilen
belgelerden, takdimlerden ve konuşma metinlerinden alıntıların Doküman Metni
içerisinde yer aldığı, 2006 yılında kurulan bir Sivil Toplum Kuruluşunun adının
doküman metninde geçtiği gösterilmiştir. Bir başka önemli belge olan “milli mutabakat hükümeti programı” adlı
dokümanın ise en son kaydetme tarihi olarak görülen 03/03/2003 tarihinden
sonra, Bağımsız Türkiye Partisi Genel Başkanı tarafından 27/11/2005 tarihinde
yapılan bir Uluslararası Milli Ekonomi Modeli Kongresi Kapanış Konuşma
metninden 25 paragraftan alıntıları içerdiği ve bu durumun ise dokümanın 2005
yılından sonra oluşturulduğunu gösterdiği belirtilmiştir.
41. Yıldız Teknik Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği
Fakültesi Öğretim Üyeleri Prof. Dr. A. Coşkun Sönmez ve Dr. Ö. Özgür
Bozkurt’tan alınan 28/03/2011 tarihli uzman mütalaasında, 11, 16 ve 17 no’lu
CD’lerde toplam 80 adet dosyanın, CD’lerin hazırlanma tarihinden sonraki
yıllarda kullanıma sunulan programlarla hazırlandığı veya CD’lerin hazırlandığı
tarihlerde bulunmayan olanaklar içerdiği gösterilmiştir.
42. Ayrıca Arsenal Consulting isimli firmadan alınan
raporlarda (gerekçeli karar,
s.896 vd), 11 ve 17 numaralı CD’lerde bulunan en az 76 dokümanın tarih ve
zamanlarında çelişki bulunduğu saptanmıştır. Arsenal’e göre son kayıtlarının
yapılmasının akabinde 2003 yılında CD’ye kaydedilmiş gibi görünen dokümanların
Microsoft Offıce 2007 programından önce mevcut olmayan XML şemalarına ve
Calibri yazı karakterlerine referanslar taşıması mümkün değildir ve 11 ve 17
numaralı CD’lerin oluşturulma tarihi, en erken 2006 ortası olabilir. Arsenal,
Gölcük’ten elde edilen 5 no’lu Samsung marka sabit diske, tarihi geriye
çekilmiş (en az) 120 dosya ve klasörün kopyalandığını belirtmiştir. Arsenel’in
DATA MFT’de tespit ettiği tarih ve zaman aykırılıklarından biri, Samsung Sabit
Disk’e en son yazılan 120 dosya ve klasörün, 8 Nisan 2004 ‘de oluşturulmuş gibi
görünmesidir. Arsenal’e göre bu husus, Samsung sabit diski 28 Temmuz 2009 ‘a
kadar kullanımda olduğu için mümkün değildir. Arsenal ayrıca Gölcük’ten elde
edilen 1 nolu CD’de bulunan en az 65 dokümanın tarih ve zamanlarında çelişki
bulunduğu sonucuna da varmıştır. Arsenal’e göre son kayıtlarının yapılmasının
akabinde 2003’de 1 nolu CD’ye kaydedilmiş gibi görünen dokümanların Microsoft
Offıce 2007 programından önce mevcut olmayan ClearType yazı karakterlerine ve
XML şemalarına referanslar taşıması mümkün değildir. Gölcük 1 nolu CD, en erken
2006 yılı ortasında oluşturulmuş olabilir.
43. Yukarıdakine benzer zaman ve içerik çelişkileri Uzman
kişi Tevfik Koray Peksayar ve Uzman kişi Türker Gülüm’ün (gerekçeli karar, s.898) rapor ve
mütalaalarında da tekrar edilmektedir. Mahkeme, bu rapor ve mütalaaların
hiçbirini hükme esas almamıştır.
44. İlk Derece Mahkemesi 2003 yılında oluşturulmuş CD’lerde
daha sonraki yıllara ait dokümanların bulunmasını şu şekilde özetlemiştir:
“Mevcut dijitallerde yer alan belgelerin 5-7 Mart 2003 1.
Ordu Plan Seminerinden önce oluşturuldukları, belgelerin yazılı ve ıslak imzalı
olarak ilgili birimlere ulaştırıldığı, bu belgelerden sanık Yüksel Gürcan
imzalı olan bir tanesinin ele geçirildiği, daha sonraki tarihlerde belgeler
üzerinde güncellemeler yapıldığı, bir kısmının oluşturma tarihlerinin
değiştirildiği bu şekilde belgelerin ele geçme ihtimaline karşı mevcut
çelişkiler ortaya atılarak savunma imkanı hazırlanılmaya çalışıldığı, diğer
yandan da Ağustos 2003 tarihinden sonra devam eden cunta yapılanmalarının bu
belgeleri kullanılmaya hazır halde tuttukları anlaşılmaktadır.” (gerekçeli
karar, s.1044)
45. İlk Derece Mahkemesi, dijital verilerdeki çelişkileri ve
bazı belgelerin CD’lerin kaydedilme tarihinden sonra üretilmiş olabileceğini
kabul etmektedir. Buna karşın Mahkeme verilerin uzun süre sanıkların ve dava
dışı kişilerin elinde bulunması sırasında zaman ve içerik çelişkileri bulunan
belgelerin ileride yeni bir darbe yapmak amacıyla kısmen veya tamamen
güncellenmiş olma ihtimalini de dışlamamaktadır. Bazı belgelerin CD’lerin
oluşturulma tarihinden sonra yaratılmış veya güncellenmiş olabileceğini kabul
eden Mahkeme, bu belgelerin CD’lerin oluşturma tarihinden önceki tarihlerde
oluşturulmuş gibi görünmesine ilişkin var olan zaman çelişkilerini, söz konusu
çelişkilerin sanıklarca bilinçli olarak yapılmış olabileceği ihtimali ile
açıklamıştır.
46. Mahkumiyet kararının dayanağını oluşturması nedeniyle,
söz konusu CD’lerin sistem saati güncel olmayan bir bilgisayarda 2003 yılından
sonra ve muhtemelen 2007 yılından sonraki bir tarihte oluşturulduğu kabul
edilse bile CD’lerin oluşturulduğu tarihe kadar sanıkların ya da dava dışı bazı
kimselerin elinde bulunan ve Mahkemenin kabulüne göre güncellenen bir kısım
dokümanın oluşturulma tarihinin hangi surette CD’lerin oluşturulduğu tarihten
önce üretildiği hususunun, Mahkemece şüpheye yer bırakmayacak ve ikna edici bir
şekilde açıklanması gerekmektedir.
47. İlk Derece Mahkemesinin güncelleme varsayımına karşı
başvurucu tarafından ileri sürülen önemli bir iddia da davaya konu belgelerin
üstveri bilgilerinde güncelleme yapıldığının görülmediğidir. İlk Derece
Mahkemesine sunulan bilirkişi raporları ve uzman mütalaalarına göre (örneğin
Prof. Dr. Ahmet Coşkun Sönmez’in mütalaası) 2003 yılında yazılmış olan bir
belgenin 2007 yılında üretilmiş bir programla açılması tabiidir. Ancak bu durumun
belgenin üstveri bilgilerine muhakkak kaydedildiği ancak dava konusu belgelerde
bunun görülmediği iddia edilmiştir. Başka bir deyişle başvurucu, derece
mahkemelerinde “2003 yılında üretilmiş ve
2007 yılına ait bir yazılım ile açılmış” bir belge ile “2007 yılında üretilmiş belgenin” farklı
olduğunu, 2003 yılında üretilmiş bir belge 2007 yılına ait bir yazılım ile
açıldığında söz konusu belgenin özgün halinin de 2007 yılına ait hale
gelmeyeceğini ileri sürmüş ve bilirkişi raporu ve uzman mütalaaları ile sunmuş
iseler de derece mahkemeleri bu rapor ve mütalaalar hakkında bir açıklamada
bulunmamışlardır.
48. Öte yandan davanın temelini teşkil eden CD’lerden 11 ve
17 numaralı CD’ler üzerinde yazılmış alan ve sanık Süha Tanyeri’nin eli
ürünüymüş izlenimi uyandıran “Or.K.na”
ve “K.Özel” şeklindeki el
yazılarının bir insan eli ürünü değil de bir yazı makinesi tarafından
yazıldığını gösteren Amerikan Forensic Labratory isimli firmanın bilirkişi
raporuna ve İstanbul Adli Tıp uzmanlarından Dr. Jale Bafra’nın uzman
mütalaasına da değinilmemiştir. Söz konusu rapor ve mütalaa, 2/5/2011 tarihli
duruşmada tartışılmış olmasına ve CD’ler üzerindeki yazıların sanık Süha
Tanyeri’nin davaya konu 1. Ordu Plan Semineri sırasında tuttuğu el yazısından
kopyalandığı iddia olunmasına rağmen, İlk Derece Mahkemesi ve Yargıtay
tarafından bu hususta bir açıklama yapılmamıştır.
49. Tarafsızlığı, keyfiliği, denetimden kaçmayı ve
perdelemeyi önlemek için mahkemeler, kararın verilmesine neden olan temelleri
yeterince açık olarak belirtmekle yükümlüdürler. Mahkemelerin yargılama
süresince kendilerine iletilen her iddia ve talebi gözetme zorunda olmadıkları
biçimindeki serbesti, kararın verilmesine neden olan temellere asgari açıklıkta
değinilmesi görevini ortadan kaldıracak şekilde yorumlanamaz.
50. Bireysel başvuru yolunda derece mahkemelerinin
gerekçelerinin niteliği, ancak açık bir keyfilik veya takdir hatası oluşturduğu
ya da makul ve ikna edici açıklamalar içeren bir gerekçe gösterilmediği, iddia
olunan eylem ile hüküm arasında “uygun illiyet
bağı” kurulmadığı durumlarda denetlenebilir. Derece mahkemesi
kararlarının, adalet gereksinimini giderecek ölçü ve nitelikte yeterli gerekçe
ile açıklanıp açıklanmadığı hususları, adil yargılanma hakkının ihlali
iddiasıyla yapılan bireysel başvurularda Anayasa Mahkemesince yapılacak
denetimin kapsamında yer almaktadır.
51. Somut başvuruda, İlk Derece Mahkemesinin hükme esas
aldığı, bir gazeteci tarafından Cumhuriyet Savcılığına teslim edilen 11, 16 ve
17 nolu CD’ler ile Gölcük Donanma Komutanlığında bulunan 5 nolu harddisk ve
Eskişehir’de bir sanığın evinde bulunan flash bellekte yer alan ve başvurucunun
Türkiye Cumhuriyeti İcra Vekilleri Heyetini Cebren Iskat veya Vazife Görmekten
Men Etmek suçuna teşebbüs ettiğini ispatladığı kabul edilen dijital dokümanların
güvenilirliğine ilişkin iddialar ileri sürülmüş, savunmalarda bulunulmuştur.
İlk Derece Mahkemesi bu çelişkilerin varlığını kabul etmiş, bir kısım zaman
çelişkilerinin dava konusu belgelerin sanıklarca güncellenmiş olması nedeniyle
oluşmuş olabileceği ihtimaline, bir kısmının bizzat sanıklarca daha sonra
yargılanma ihtimallerine karşın bilinçli olarak oluşturulmuş olabileceği
ihtimaline dayandırmış ve bu tür belgelerin mahkûmiyet kararının dayandığı
belgeler olmadığı, sayıca fazla olmadığı ve kararın sonucunu etkileyecek
nitelikte olmadıklarını belirtmiştir. Buna karşın, Amerikan Forensic Labratory
isimli firmanın bilirkişi raporu örneğinde olduğu gibi davanın esasını
etkileyecek bazı savunma delillerine ise gerekçeli kararda hiç değinilmemiş, bazı
raporlara neden itibar edilmediğine ilişkin bir açıklamaya da yer
verilmemiştir.
52. Savunmaların dayanağını oluşturan ve dijital verilerin
güvenilirliğine ilişkin ciddi kuşkular uyanmasına neden olan bilirkişi
raporları ve uzman mütalaaları gözetildiğinde, önemli ölçüde, dijital veri ve
içeriklerine dayanan İlk Derece Mahkemesince verilen kararın gerekçesi, adalet
gereksinimini giderecek ölçü ve nitelikte, yeterli ve makul olarak
değerlendirilemez. Bu sebeple “gerekçeli
karar hakkı” ihlal edilmiştir.
53. İlk Derece Mahkemesince, başvurucu tarafından mahkemeye
sunulan rapor ve uzman mütalaalarının hükme esas almaması gerekçesi olarak, söz
konusu rapor ve mütalaalarda Mahkemenin yerine geçerek delil değerlendirmesi
yapılması hususu gösterilmiştir. Mahkemeye göre bu rapor ve beyanlarda “dijital verilerin delil olamayacağı yönünde ve adeta
sanık müdafii gibi ayrıntılı tespitlerde” bulunulmuş ve uzman
kişiler “tüm çabaları ile bu delilleri
çürütmeye çalışmışlardır”. Mahkeme, 5271 sayılı Kanun’un 67.
maddesinin (3) numaralı fıkrasında yer alan ve bilirkişilerin raporlarında,
hâkim tarafından yapılması gereken hukuki değerlendirmede bulunamayacağına
ilişkin hükmü hatırlatmış ve başvurucu tarafından sunulan rapor ve mütalaaların
“bilimsel tespitlerde bulunup değerlendirmeyi
Mahkemeye bırakması gerekirken bu yönde bir çaba içerisine girmeleri de
tarafsız olmadıkları yönünde” kanaat oluşturduğu belirtilmiştir. İlk Derece Mahkemesince verilen kararda, “Mahkemenin yerine geçerek delil değerlendirmesi
niteliği taşıyan bu yetersiz ve tarafsızlıktan uzak bir yöntemle hazırlanmış
bilirkişi raporlarına itibar edilmemiş, Mahkememizin hukuki bilgisi kapsamında
yapacağı değerlendirme de yeni bir bilirkişi görüşüne ihtiyaç bulunmadığından
tekrar bilirkişi incelemesi yaptırılmamıştır” (gerekçeli karar, s.1043-1044) demiştir.
Başka bir deyişle İlk Derece Mahkemesi, bilirkişi rapor ve mütalaalarında
bulunan hukuki değerlendirmelerin bu rapor ve mütalaaları hazırlayanların
tarafsız olmadıklarını gösterdiğini belirterek başvurucu tarafından sunulan
hiçbir rapor ve mütalaaya itibar etmemiştir.
54. İlk Derece Mahkemesi, bilirkişi rapor ve uzman
mütalaalarında bulunan ve hakim tarafından yapılması gereken hukuki
değerlendirmelerin neler olduğunu belirtmemiş, sunulan rapor ve mütalaaların
oldukça karmaşık teknik sorunların ele alındığı teknik bilgi içeren kısımlarına
da hangi sebeple itibar edilmediğini kararında göstermemiştir.
55. İlk Derece Mahkemesi yukarıda gösterildiği gibi, yeterli
olmayan gerekçeler ile başvurucu tarafından sunulan bilirkişi raporları ve
uzman mütalaalarını göz ardı etmiştir. AİHM içtihatlarında da ortaya konulduğu
gibi adil yargılanma hakkının temel unsurlarından biri olan “silahların eşitliği” ilkesi iddia
makamının tanık veya bilirkişileri ile sanıkların tanık ve bilirkişilerinin
duruşmalarda eşit muameleye tabi tutulması gerekir (bkz. Bönısch/Avusturya, B. No: 8658/79,
6/5/1985, §§ 32-33).
56. Hem cezai, hem de cezai olmayan davalarda uygulanan
silahların eşitliği ilkesi, taraflara, talep ve açıklamalarını diğer tarafa
nazaran dezavantajlı olmayacak şekilde ileri sürebilmeleri için fırsat
verilmesini gerektirir (Kress/Fransa,
B. No: 39594/98,
7/6/2001, § 72). Bu gerekliliğin bir sonucu olarak Sözleşme’de bilirkişilerin
mahkeme önünde dinlenmesi ile ilgili özel bir hüküm bulunmamasına karşın AİHM,
bilirkişilik kurumunu, Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d)
bendinde yer alan tanık dinletme hakkından yola çıkarak “silahların eşitliği ilkesi” ile bağlantı
kurarak değerlendirmiştir (bkz. Bönisch/Avusturya,
B. No: 8658/79, 6/5/1985, § 32; Brandstetter/Avusturya,
B. No: 11170/84, 12876/87, 13468/87, 28/8/1991, § 42).
57. AİHM, bilirkişi raporlarının kapsamını oldukça geniş bir
şekilde yorumlamaktadır. Bilirkişi raporlarının yazılı ya da sözlü olabileceği
gibi inceleme konuları açısından da bilimsel, teknik ya da olay analizleri
şeklinde olabileceğini kabul etmektedir (Khodorkovskiy
ve Lebedev/Rusya, B. No: 11082/06, 13772/05, 25/7/2013, § 717).
58. İlk Derece Mahkemesi, başvurucu tarafından sunulan
bilirkişi raporları ile duruşmada dinlenen uzman görüşlerinden hiçbirine itibar
etmemiş buna karşın Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma sırasında alınan
bilirkişi raporlarının tümüne ise itibar etmiştir (gerekçeli karar,
s.1042-1043). Bunun üzerine başvurucu, Cumhuriyet Savcısınca alınan bilirkişi
raporlarının eksik olduğunu ve olayı aydınlatmaya yeterli olmadığını, kendileri
tarafından sunulan rapor ve mütalaalara da itibar edilmediğini ileri sürerek
yargılamanın temelini oluşturan dijital delillere ilişkin olarak Mahkemenin
bilirkişi raporu aldırması talebinde bulunmuşlardır. İlk Derece Mahkemesi, bu
talepleri ise “Hâkimlik mesleğinin
gerektirdiği genel ve hukuki bilgi ile çözülmesi olanaklı konuların
değerlendirilmesi” için bilirkişi raporu alınmasına gerek
bulunmadığı gerekçesi ile reddetmiştir (gerekçeli
karar, s.1042).
59. Anayasa Mahkemesinin görevi herhangi bir davada bilirkişi
raporu veya uzman mütalaasının gerekli olup olmadığına karar vermek değildir.
Savunma makamının tanık dinletme taleplerinin gerekliliği ya da bilirkişi
raporu benzeri delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi hususları
derece mahkemelerinin yetkisi dâhilindedir (bkz. S.N./İsveç, B. No: 34209/96, 2/7/2002, § 44). AİHM’e göre,
derece mahkemeleri, Sözleşme ile uyumlu olmak koşuluyla, somut davadaki maddi
gerçeğin ortaya çıkmasına yardımcı olmayacağını değerlendirdiği savunma
tanıklarının dinlenmesi talebini reddedebilir (bkz. Huseyn ve Diğerleri/Azerbaycan, B. No: 35485/05, 45553/05,
35680/05 ve 36085/05, 26/7/2011, § 196).
60. Buna karşın Anayasa Mahkemesi, başvurucu tarafından
savunma kapsamında talep edilen savunma tanıklarının dinlenmesi talebinin reddi
kararı gibi bilirkişi raporu alınması talebinin reddi kararının da sanıkların
haklarını koruma amacına yönelik yeterli güvenceleri içeren bir usul
çerçevesinde verilip verilmediğini incelemelidir.
61. Kural olarak, bilirkişilerin sunduğu rapor ve mütalaalar
derece mahkemeleri açısından bağlayıcı olmamakla birlikte, İlk Derece Mahkemesi
tarafından esasa ilişkin değerlendirmeler yapılırken Cumhuriyet Savcısı
tarafından sunulan bilirkişi raporlarının belirleyici bir etkisi olmuştur.
Başka bir deyişle somut davada İlk Derece Mahkemesi, yalnızca Cumhuriyet
Savcısı tarafından sunulan bilirkişi raporlarına itibar etmiş, bu raporlara
karşın başvurucunun savunmalarının bir parçası olarak sundukları bilirkişi
rapor ve uzman görüşleri ise dikkate alınmamıştır. Mahkeme ayrıca başvurucunun,
mahkumiyet kararının dayanağı olan dijital verilerin gerçeği yansıtmadığı
iddialarını değerlendirmek üzere mahkemenin bilirkişi heyeti tayin etmesi ve rapor
aldırması yönündeki taleplerini de yeterli olmayan gerekçe ile reddetmiştir.
62. Böylece başvurucunun, hakkında yöneltilen suçlamaların
dayanağı olan delillere karşı kovuşturmanın genişletilmesini isteme hakkı
kısıtlanmış, ceza yargılamasının, maddi gerçeğin ortaya çıkartılması amacına
yönelik olarak “silahların eşitliği”
ilkesi ihlal edilmiştir.
63. Açıklanan nedenlerle, dijital delillerin
değerlendirilmesine ilişkin şikayetler yönünden, başvurucunun sunduğu bilirkişi
raporları ve uzman mütalaalarının İlk Derece Mahkemesince kabul edilmemesi ve
bu konularda Mahkemece bilirkişi incelemesi yaptırılması yolundaki taleplerinin
de yetersiz gerekçelerle reddedilmesi, “gerekçeli
karar hakkına” ve “silahların
eşitliği” ilkesine aykırı olduğundan, Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan adil yargılanma hakkı ihlal edilmiştir.
b. Tanık Dinlenmesi Talepleri
Yönünden
64. Başvurucu, ilk derece mahkemesi tarafından mahkûmiyetine
karar verilen suçun tamamlanmasına engel oldukları kabul edilen dönemin Genelkurmay
Başkanı Hilmi Özkök ve Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’ın tanıklıklarına
ilişkin talebin reddi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
65. AİHS’nin “Adil
yargılanma hakkı” başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası ve (3)
numaralı fıkrasının (d) bendi şöyledir:
“1. Herkes davasının, … cezai alanda
kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla
kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, adil ve kamuya açık olarak,
… görülmesini isteme hakkına sahiptir.
…
3. Bir suç
ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:
…
d) İddia
tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma tanıklarının da iddia
tanıklarıyla aynı koşullar altında davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin
sağlanmasını istemek;”
66. AİHS’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d)
bendinde, sanığın iddia tanıklarını sorguya çekme veya çektirme hakkı güvence
altına alınmıştır. Kovuşturma sırasında bütün kanıtların tartışılabilmesi için,
kural olarak bu kanıtların aleni bir duruşmada ve sanığın huzurunda ortaya
konulması gerekir. Bu kural istisnasız olmamakla birlikte, eğer bir mahkûmiyet
sadece veya belirleyici ölçüde, sanığın soruşturma veya yargılama aşamasında
sorgulama veya sorgulatma imkânı bulamadığı bir kimse tarafından verilen
ifadelere dayandırılmış ise, sanığın hakları AİHS’nin 6. maddesindeki
güvencelerle bağdaşmayacak ölçüde kısıtlanmış olur (B. No: 2013/99, 20/3/2014,
§ 46).
67. Mahkemeler, somut davadaki maddi gerçeğin ortaya
çıkmasına yardımcı olmayacağını değerlendirdiği savunma tanıklarının dinlenmesi
talebini reddedebilir (Huseyn ve
diğerleri/Azerbaycan, B. No: 35485/05,
45553/05, 35680/05 ve 36085/05, 26/7/2011, § 196).
68. Tanıkların dinlenmek üzere çağırılmasının uygun olup
olmadığının değerlendirilmesi kural olarak derece mahkemelerinin takdir yetkisi
dâhilindedir. Dolayısıyla bir sanığın bazı tanıkları dinletemediğinden şikâyet
etmesi yeterli olmayıp, ayrıca bu tanıkların dinlenmesinin niçin önemli
olduğunu ve gerçeğin ortaya çıkması için niçin gerekli olduğunu açıklamak
suretiyle tanık dinletme talebini desteklemelidir (B. No: 2013/99, 20/3/2014, §
54).
69. Adil yargılanma hakkı bireylere dava sonucunda verilen kararın
değil, yargılama sürecinin ve usulünün adil olup olmadığını denetletme imkânı
verir. Bu nedenle, bireysel başvuruda adil yargılanmaya ilişkin şikâyetlerin
incelenebilmesi için başvurucunun yargılama sürecinde haklarına saygı
gösterilmediğine, bu çerçevede yargılama sürecinde iddia makamının sunduğu
deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığı veya bunlara etkili bir şekilde
itiraz etme fırsatı bulamadığı, kendi delillerini ve iddialarını sunamadığı ya
da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi
tarafından dinlenmediği veya kararın gerekçesiz olduğu gibi, mahkeme kararının
oluşumuna sebep olan unsurlardan değerlendirmeye alınmamış eksiklik, ihmal ya
da açık keyfiliğe ilişkin bir iddianın dayanaklarıyla ileri sürülmüş olması
gerekir (B. No: 2013/2767, 2/10/2013, § 22).
70. Yargılama makamları yargılamanın taraflarınca ileri
sürülen iddiaları ve gösterdikleri delilleri gereği gibi incelemek zorundadır.
Bununla birlikte, belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve
gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi
esasen derece mahkemelerine aittir. Mevcut yargılamada geçerli olan delil sunma
ve inceleme yöntemlerinin adil yargılanma hakkına uygun olup olmadığını
denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi kapsamında olmayıp, Mahkemenin görevi
başvuru konusu yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığının
değerlendirilmesidir (B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 27).
71. Genel anlamda hakkaniyete uygun bir yargılamanın
yürütülebilmesi için “silahların eşitliği”
ve “çelişmeli yargılama” ilkeleri
ışığında, taraflara iddialarını sunmak hususunda uygun olanakların sağlanması
şarttır. Taraflara tanık delili de dâhil olmak üzere delillerini sunma ve
inceletme noktasında uygun imkânların tanınması gerekir. Bu anlamda, delillere
ilişkin dengesizlik veya hakkaniyetsizlik iddialarının yargılamanın bütünü
ışığında değerlendirilmesi gerekir (B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 27).
72. İlk Derece Mahkemesi kararında,
“Balyoz Darbe Planının hayata geçirilmesi için
gereken ortam şekillendirmesini sağlamak üzere, Havacı unsurların Oraj ve
Denizci unsurların Suga isimli harekât planları hazırladıkları, bu planlar
vasıtasıyla Ege’de Yunanistan ile gerginlik çıkartılıp, bu durumun yürütme
organı üzerinde çekilmeye yönelik baskı aracı olarak kullanılmasının istendiği,
Jandarma unsurlarınca Fatih ve Beyazıt
camilerine yönelik olarak Çarşaf ve Sakal isimli bombalı eylem planları
hazırlandığı, bu eylemler sonrasında iltisaklı şahıslar aracılığıyla irticai
görüntülü protesto eylemleri düzenlenip, kargaşa ortamı oluşturulmak istendiği,
Gereken
ortam şekillendirilmesinin ardından sıkıyönetim ilanım müteakip yürütme
organının devrilip, devlet idaresinin cunta yapılanmasının istediği şekilde
yeniden yapılandırılmasının planlandığı, bu kapsamda yukarıda belirtilen
hazırlıkların tamamlandığı, harekât planının düşünce aşamasından çıktığı,
Muhtemel eylem yerlerinin keşfi, tutuklanacak
kişiler (siyasi parti mensupları, belediye başkanları, sivil toplum
örgütlerinin yönetici ve üyeleri, gazeteciler, aydınlar, bilim adamları, kanaat
önderleri), okulundan atılacak öğrenciler, el konulacak araçlar, görevden
uzaklaştırılacak, tutuklanacak, emekliye sevk edilecek, kullanılacak kamu
görevlilerinin belirlenmesi, hassas olarak belirlenen kurum ve kuruluşların
başına hangi askeri personelin atanacağı, zararlı olarak nitelenmesi sebebiyle
ilişiği kesilmesi planlanan askeri personelin belirlenmesi, polis teşkilatının
ne şekilde yönlendirileceği ve kullanılacağının tespiti, basın yayın
kuruluşları ve çalışanlar hakkında yapılan planlamalar (kimlerin tutuklanacağı,
kimlerin kullanılabileceğinin tespiti), Milli Mutabakat Hükümeti ismiyle
harekât sonrasında işbaşına getirilmesi planlanan hükümetin dizayn edilmesi
gibi icra aşamasına geçildiği, ancak icra hareketlerinin tamamlanamadığı,
harekât planının Genelkurmay Başkanlığı ve Kara kuvvetleri Komutanlığınca
öğrenildiği, bu hususun Yaşar Büyükanıt’ın seminer sonuç raporunu hukukçulara
inceletmesi, KKK’nın OEYTS’nin oynanmaması talimatları, Genelkurmay Başkanının
sanık Çetin Doğan’ı bu konuda uyarması ile belli olduğu”
ifade
edilmektedir (gerekçeli karar,
s.1022).
73. İlk Derece Mahkemesi, Çetin Doğan liderliğindeki cunta
yapılanmasının suçun icrası için elverişli araç gereç ve personelle icra
hareketlerini gerçekleştirmeye başladığını ancak Çetin Doğan’ın kalp ameliyatı
olması ve ardından Ağustos 2003’te emekliye sevk edilmesi, bazı sanıkların
görev yerlerinin değişmesi ve “Genelkurmay
Karargâhının öncelikle muhtemel darbeye karşı çıkması, sonrasında da günün
şartlarının elverdiği ölçüde engellemek için çaba göstermesi sebebiyle cunta
yapılanmasının darbe suçunu işleme elverişliliğini kaybettiğini ve icra
hareketlerinin tamamlanamadığını” belirtmektedir (gerekçeli karar, s.1023).
74. Anılan tarihlerde görevde olan Genelkurmay Başkanı Hilmi
Özkök ve Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’ın tanık olarak dinlenmesi
talepleri,
“Mahkemenin ilk ve asıl hedefi maddi gerçeği
ortaya çıkarmaktır. Bir delilin ileri sürülmesinin gerçeğin ortaya çıkarılmasına
yararı olmayacağı gibi davayı uzatma durumu varsa Mahkemenin bu hususta bir
karar vermesi gerekir. Tüm tanıkların ve bilirkişilerin dinlenmeleri ve öteki
kanıtların ortaya konulmalarına imkan vermek kural ise de; dinlenen bir kısım
tanığın anlatımı ve bilirkişinin görüşünün alınmasıyla olay hiçbir kuşkuya yer
bırakmayacak bir biçimde çözümlenmiş ise zaman kaybına ve gereksiz uğraşıya yol
açılmaması için, yargılamaya yenilik getirmeyecek ve maddi gerçeğin ortaya
çıkmasına hizmet etmeyecek nitelikteki geride kalan tanık ve bilirkişilerin
dinlenilmemesi doktrinde ve uygulamada kabul görmüş bir uygulamadır. Aksi halde
tüm delillerin ortaya konulması zorunluluğu yargılamayı uzatmayı amaçlayan kötü
niyetlilerin işine yarar. Bu nedenlerle delillerin reddi ve sınırlandırılması
durumlarının delil gösterilmesine yasal olanak bulunmadığı, durumun delil
gerektirmeyecek şekilde açık olduğu, kanıtlanması istenilen olayın karara
etkisinin olmadığı ya da daha önce kanıtlanmış bir hususa ilişkin olduğu, yine
kanıtın amaca elverişli olmadığı, elde edilmesinin mümkün bulunmadığı, kanıt
gösterilmesi isteğinin işi uzatmak amacıyla yapılmış olduğu ileri sürülen
olayın gerçek olarak kabul edilebilecek nitelikte olduğu durumlarda kanıtın
reddi gerektiği doktrinde tartışılmıştır. Belirtilen bu hususlar değişik
aşamalarda gösterilen tüm tanık ve bilirkişiler için uygulanması mümkündür.
Sanıklar ve müdafileri dosyaya rapor
düzenleyen bilirkişiler ile tanıklar Aytaç Yalman ve Hilmi Özkök’ün
dinlenilmesini ısrarla talep etmişlerdir. Bilirkişilerin ve adı geçen
tanıkların, sanıklara atılı suçun niteliği göz önüne alındığında toplanan
kanıtlara göre beyanlarının alınmasının karara etkisi bulunmadığı, kanıtın
amaca uygun olmadığı değerlendirildiğinde; tanık gösterilmesi isteğinin mahkeme
üzerinde kamuoyu nezdinde baskı oluşturmak amacıyla yapılması, seminer ve diğer
belgelerin gerçek olması nedeniyle de bilirkişiler ve tanıkların
dinlenilmesinin sonuca etkili olmadığı kanaatine varılarak…” gerekçesiyle reddedilmiştir
(gerekçeli karar, s. 1046).
75. İsnat edilen darbe suçunun, yapılanmanın lideri kabul
edilen Çetin Doğan’ın sağlık durumu, bazı sanıkların tayin edilmeleri yanında,
Genelkurmay Karargâhının öncelikle
muhtemel darbeye karşı çıkması, sonrasında da günün şartlarının elverdiği ölçüde
engellemek için çaba göstermesi sebebiyle işlenemediğinin belirtilmesine
karşın, suçun niteliği göz önüne alınarak toplanan delillere göre Genelkurmay
Başkanı ve Kara Kuvvetleri Komutanının tanıklıklarının karara etkisi
bulunmadığı belirtilmektedir.
76. Sanıklara isnat edilen suç fiillerinin esaslı biçimde
bilgisayar programlarıyla oluşturulmuş belgelere dayandığı, bu belgelerin
içeriklerinin maddi olay ve olguları yansıttığı ve gerçek olduklarının kabul
edildiği, bilirkişi raporlarında/uzman görüşlerinde belirtildiği üzere bu
verilerin müdahale edilebilir nitelikte olduğu ve bu verilerin teknik bilgileri
ile içeriklerinin uyumsuzluğu dikkate alındığında, tanık olarak dinlenmesi
talep edilen bu kişilerin beyanları maddi gerçeğe ulaşma bakımından önemsiz
kabul edilemez.
77. Ayrıca 1. Ordu Komutanlığı merkezli bir yapılanmanın
darbe amacına yönelik faaliyetlerinin Genelkurmay Başkanlığı ve Kara Kuvvetleri
Komutanlığınca öğrenildiği ve teşebbüs edilen suça engel olunduğu kabul
edildiğine göre, toplanan kanıtlara göre tanık olarak dinlenmesi talep edilen
anılan görevdeki kişilerin beyanlarının karara etkisi bulunmadığı gerekçesi
makul değildir.
78. Bunun yanında tanık dinlenmesine ilişkin talepler, “mahkeme üzerinde kamuoyu nezdinde baskı oluşturmak
amacıyla yapıldığı” ek gerekçesiyle reddedilmiştir. Başka bir amaçla
yapıldığı ve karara etkisi bulunmadığı kabul edilen bu talepler, yalnızca
objektif olarak yargılamaya etkisi dikkate alınarak değerlendirilmelidir.
79. Başvurucunun tanık olarak çağrılmalarını istedikleri
kişilerin, gösterdikleri tutum ve görevleri kapsamında yaptıkları işlemlerle
suçun işlenmesini engellediklerinin kabul edilmesi karşısında, bu kişilerin
beyanları sadece sanıklar lehine sonuç doğuracak tanık beyanı olmanın ötesinde
bir delil niteliği taşımaktadır. Bu nitelikteki bir delilin yargılama
bakımından belirleyici özelliği dikkate alındığında aleni bir duruşmada ve
sanıkların huzurunda ortaya konulması gerekir.
80. Belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme
ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme
yetkisi kural olarak yargılamayı yürüten mahkemeye ait olmakla birlikte, somut
olayda yargılama konusu suç, sanıkların durumu, isnat edilen suçun işleniş
biçimi, suç eylemleri, tanıkların konumu ve diğer delillerin niteliği dikkate
alındığında, dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ve Kara Kuvvetleri
Komutanı Aytaç Yalman’ın tanık olarak dinlenmeleri taleplerinin reddi
yargılamanın bütünü yönünden adil yargılanma hakkını ihlal eder niteliktedir.
81. İsnat edilen suçun sübutu bakımından objektif olarak
esaslı olduğu mahkemenin gerekçesinde de ifade edilen dönemin Genelkurmay
Başkanı Hilmi Özkök ve Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’ın tanıklıklarının
reddi “çelişmeli yargılama ilkesine”
ve “savunma tanıklarının davet edilmelerinin
ve dinlenmelerinin sağlanması hakkına” uygun olmaması nedeniyle adil
yargılanma hakkını ihlal etmiştir.
82. Başvurucunun, “gerekçeli
karar hakkının”, “silahların
eşitliği” ve “çelişmeli
yargılama” ilkeleri ile “savunma
tanıklarının davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanması hakkının” ihlal
edildiğine karar verildiğinden adil yargılanma hakkı kapsamındaki diğer
şikâyetleri (§ 14) hakkında kabul edilebilirlik ve esas yönünden ayrıca bir
inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
Adil
yargılanma hakkı kapsamındaki şikâyetlerinin;
i. Dijital delillerin
değerlendirilmesine ilişkin şikâyetlerinin giderilmediğine dair iddialarının,
ii. Dönemin Genelkurmay Başkanı
Hilmi Özkök ve Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’ın tanık olarak
dinlenmesi taleplerinin reddi nedeniyle tanık dinletme hakkına ilişkin
şikâyetlerinin,
KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan adil yargılanma hakkının İHLAL
EDİLDİĞİNE,
C. İhlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapmak üzere kararın bir örneğinin ilgili
Mahkemeye GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucu tarafından yapılan 206,10 TL harçtan oluşan yargılama
giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede
gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen
süre için yasal faiz uygulanmasına,
20/6/2014
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.