TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
AYŞE YILDIRIM BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/5)
|
|
Karar Tarihi: 25/10/2017
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör
|
:
|
Gülbin AYNUR
|
Başvurucu
|
:
|
Ayşe
YILDIRIM
|
Vekili
|
:
|
Av. Metin
DOĞAN
|
|
|
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, idari eylemden doğan zararın tazmini istemiyle
açılan tam yargı davasının süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye
erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 20/12/2013 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu, 1983 ile 1994 yılları arasında muhtelif dönemlerde
yaşadığı yüksek tansiyon ve sol kolunda güçsüzlük şikâyetiyle Kahramanmaraş
Devlet Hastanesinde gördüğü tedavilerden sonuç alamaması üzerine 1994 yılında
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine sevk edilmiştir.
8. Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesince başvurucuya motornöron
teşhisi konularak 1994 ile1997 yılları arasında bu hastalığa yönelik tedavi
uygulanmıştır.
9. Başvurucu 21/10/1997 tarihinde İstanbul Üniversitesi
Cerrahpaşa Tıp FakültesiHastanesine müracaat
etmiştir. Burada da kendisine motornöron teşhisi konularak bu teşhise yönelik
tedavi uygulanmıştır.
10. Başvurucu şikâyetlerinin artarak devam ettiğini belirterek
1999 yılı Temmuz ayında Hacettepe Üniversitesi Tıp
Fakültesi Hastanesine müracaat etmiştir. Başvurucuya bu Hastane tarafından da motornöron
teşhisi konulmuştur.
11. Başvurucu 2001 yılında Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi
Tıp Fakültesi Hastanesine gitmiş ancak bu Hastane tarafından ileri tetkiklerin
yapılamayacağı belirtilerek Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine
sevk edilmiştir.
12. Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi tarafından
başvurucuya polinöropati
teşhisi konulmuş ancak Hastaneleri bünyesinde tedavisinin yapılma imkânı
bulunmadığı belirtilerek başvurucu, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi
Hastanesine sevk edilmiştir.
13. Başvurucu 18/9/2001 tarihinde İstanbul Üniversitesi Tıp
Fakültesi Hastanesine yatırılmıştır. Başvurucunun ifadesine göre yapılan
tetkiklerden hastalığın tanısının net olarak konulamayacağı belirtilerek
başvurucu bu Hastaneden taburcu edilmiştir.
14. Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi tarafından
düzenlenen 29/7/2002 tarihli sağlık kurulu raporunda başvurucuya polinöropati
tanısı konulmuştur.
15. Başvurucunun günlük yaşam aktivitelerinde tam bağımlı
olduğu, özür durumuna göre çalışma gücü kaybının %100 olduğu ve tekerlekli
sandalye kullanmasının uygun olduğu muhtelif hastaneler tarafından düzenlenen
sağlık kurulu raporlarında belirtilmiştir.
A. Olayla İlgili Muhtelif
Yargısal Süreçler
1. Ankara 2. İdare
Mahkemesinin E.2001/1086 Sayılı Dava Dosyası
16. Başvurucu, Hacettepe Üniversitesi Hastanesinde hastalığına
yanlış teşhis konulduğunu vekendisine yanlış tedavi
uygulandığını belirterek bu sebeple uğradığı maddi ve manevi zararın tazmini
istemiyle 8/8/2001 tarihinde Ankara 2. İdare Mahkemesinde Hacettepe
Üniversitesi Rektörlüğüne karşı dava açmıştır.
17. Söz konusu davada anılan Mahkemece bilirkişi incelemesi
yaptırılmıştır. Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulunca düzenlenen 15/3/2004
tarihli raporda başvurucunun hastalığının motornöron olduğu belirtilmiştir.
18. Ankara 2. İdare Mahkemesi Adli Tıp Kurumu raporunu hükme
esas alarak 20/5/2004tarihli kararıyla davayı reddetmiştir.
2. İstanbul 3. İdare
Mahkemesinin E.2003/1878 Sayılı Dava Dosyası
19. Başvurucu, İstanbul Üniversitesi Hastanesinde hastalığına
yanlış teşhis konulduğunu ve kendisine yanlış tedavi uygulandığını belirterek
bu sebeple uğradığı manevi zararın tazmini istemiyle 21/7/2003 tarihinde
İstanbul Üniversitesi Rektörlüğüne başvurmuştur.
20. Başvurunun zımnen reddi üzerine 19/11/2003 tarihinde manevi
tazminat talebiyle İstanbul 3. İdare mahkemesinde tam yargı davası açmıştır.
21. Dava, anılan Mahkemenin 29/1/2007 tarihli kararıyla süre
aşımından reddedilmiştir.
B. Başvuruya Dayanak
Tazminat Davasına İlişkin Yargısal Süreç
22. Başvurucu, İstanbul Üniversitesi Hastanesinde hastalığına
yanlış teşhis konulduğunu vekendisine yanlış tedavi
uygulandığını belirterek bu sebeple uğradığı manevi zararın tazmini istemiyle
1/12/2003 tarihinde ikinci kez İstanbul Üniversitesi Rektörlüğüne başvurmuştur.
23. Başvurunun zımnen reddi üzerine 15/3/2004 tarihinde İstanbul
3. İdare Mahkemesinde manevi tazminat talepli tam yargı davası açmıştır.
24. Dava, anılan Mahkemenin 29/1/2007 tarihli kararıyla süre
aşımından reddedilmiştir.
25. Kararın gerekçesinde, başvurucunun aynı teşhisle 1999
yılında Hacettepe Üniversitesi Hastanesinde tedavi gördüğü, yanlış teşhis
konulduğu iddiasıyla bu Üniversiteye karşı maddi ve manevi tazminat istemiyle
8/8/2001 tarihinde dava açtığı, dolayısıyla başvurucunun en geç bu tarih
itibarıyla yanlış teşhis konulduğunu öğrendiği belirtilmiştir. 6/1/1982 tarihli
ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 13. maddesinde öngörülen bir
yıllık süre geçtikten sonra 1/12/2003 tarihinde tazminat ödenmesi istemiyle
yapılan başvurunun zımnen reddi üzerine 15/3/2004 tarihinde açılan davanın
süresinde olmadığı ifade edilmiştir.
26. Karar, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/9/2011 tarihli ilamıyla
onanmıştır.
27. Başvurucunun karar düzeltme istemi Danıştay Onbeşinci Dairesinin 28/3/2013 tarihli kararıyla
reddedilmiştir.
28. Nihai karar 5/7/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ
edilmiştir.
29. Başvurucu, vekili aracılığıyla 20/12/2013 tarihinde bireysel
başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. İlgili Kanun
30. 2577 sayılı Kanun'un
"Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması" kenar
başlıklı 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş
olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya
başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl
ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak
haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen
veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden
itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu
sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir."
2. Danıştay İçtihadı
31. Danıştay Onuncu Dairesinin 4/11/2011 tarihli ve E.2008/7182,
K.2011/4711 sayılı kararı şöyledir:
"Bir eylemin idariliği ve doğurduğu zarar bazı durumlarda eylemin
gerçekleşmesiyle, kimi zaman da değişik araştırma ve incelemelerden, hatta ceza
davalarından sonra ortaya çıkabilmektedir.
Özelikle, kamu görevlilerinin idari tasarrufta
bulunurken uyulması zorunlu görülen kurallara uymamaları nedeniyle kendilerine
izafe edilebilecek nitelikte olmakla birlikte, resmi yetkilerin kullanımı
sırasında gerçekleştiği için idaresinden de ayrılamayan görev kusurlarından
doğan zararın tazmini istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin idariliği, zararın, kamu görevlisinin kişisel kusurundan
mı, görev kusurundan mı kaynaklandığının ceza muhakemesi sonucunda
belirlenmesiyle ortaya çıkabilmektedir.
Bu nedenlerle, 2577 sayılı Kanun’un 13.
maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık sürelerin eylemin idariliğinin
ve doğurduğu zararın ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur.
Aksi yorumun, dava açma yolunun kullanımını güçleştirerek hak arama hürriyetini
olumsuz etkileyeceğini belirtmek gerekir. Anılan Yasa hükmünde
öngörülen tam yargı davalarının, idari eylem nedeniyle uğranılan zararın
tazminine yönelik olması sebebiyle davanın açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya çıkması
zorunludur."
32. Aynı Dairenin 11/2/2015 tarihli ve E.2012/8184, 2015/368
sayılı kararı şöyledir:
"2577 sayılı Yasa'nın 13. maddesinde,idari eylemlerdenhaklarıihlal edilen ilgililerin, idarieylemi öğrendikleri tarihten itibarenbir
yıl ve herhaldeidari eylem tarihinden itibaren beş
yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri
gerektiği hükme bağlanmıştır.
AnılanYasahükmündeidareyebaşvuru için öngörülen bir ve beş yıllık sürelerin hangi tarihten itibarenbaşlatılacağı zaman zamanduraksamalara
yol açtığından, irdelenmesi gerekmektedir.
Yasayla öngörülen tam yargı davaları idari
eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminini ifade etmektedir. Bu nedenle tam
yargı davasının açılabilmesi için eylemin idariliğinin
ve yol açtığı zararın ortaya çıkması zorunludur.
İdarieylem;idareninişlevisırasındabirhareketi, bir olayı, bir tutumu; idari karar ve işlemle ilgisiolmayan,başkabirdeyişleöncesinde,
temelinde bir idari karar veya işlem olmayan salt maddi tasarrufları anlatır.
Söz konusu eylemlerin idariliğivedoğurduğuzararbazeneylemin
yapılmasıyla birlikte ortaya çıkarken, bazen de çok sonra, değişik araştırma,
inceleme ve hatta ceza yargılamaları sonucu ortaya çıkabilmektedir.
Buitibarla, 2577 sayılı Yasa'nın 13. maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık sürelerin
eyleminidariliğininortaya çıktığıtarihtenitibarenhesaplanması
zorunludur.Aksi yorumun,
zarara yol açan eylemin idariliğinin ortaya
çıkmasıyla kullanılması mümkün olandava açmahakkınıortadankaldıracağı,hakarama özgürlüğüyle
bağdaşmayacağı açıktır."
B. Uluslararası Hukuk
1. İlgili Sözleşme
33. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin
(1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes
davasının, medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda
karar verecek olan, ... bir mahkeme tarafından, ... görülmesini isteme hakkına
sahiptir..."
2. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi İçtihadı
34. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin 6.
maddesinin birinci fıkrasının açık bir biçimde mahkeme veya yargı merciine
erişim hakkından söz etmese de maddede kullanılan terimler bir bütün olarak dikkate
alındığında mahkemeye erişim hakkını da garanti altına aldığı sonucuna
ulaşıldığını belirtmiştir (Golder/Birleşik Krallık, B. No: 4451/70,
21/2/1975, § 28-36). AİHM'e göre mahkemeye erişim hakkı Sözleşme'nin 6.
maddesinin birinci fıkrasında mündemiçtir. Bu çıkarsama, Sözleşmeci devletlere
yeni yükümlülük yükleyen genişletici bir yorum olmayıp 6. maddenin birinci
fıkrasının birinci cümlesinin lafzının Sözleşme'nin amaç ve hedefleri ile
hukukun genel prensipleriningözetilerek birlikte
okunmasına dayanmaktadır. Sonuç olarakSözleşme'nin 6.
maddesinin birinci fıkrası, herkesin medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili
iddialarını mahkeme önüne getirme hakkına sahip olmasını kapsamaktadır (Golder/Birleşik Krallık, § 36).
35. AİHM; adil yargılanmanın bir unsurunu teşkil eden mahkemeye
erişim hakkının mutlak olmadığını, doğası gereği devletin düzenleme yapmasını
gerektiren bu hakkın belli ölçüde sınırlanabileceğini kabul etmektedir. Ancak
AİHM; bu sınırlamaların, kişinin mahkemeye erişimini hakkın özünü zedeleyecek
şekilde ve genişlikte kısıtlamaması ve zayıflatmaması gerektiğini ifade
etmektedir. AİHM'e göre meşru bir amaç taşımayan ya da uygulanan araç ile
ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi kurmayansınırlamalar Sözleşme'nin 6. maddesinin birinci
fıkrasıyla uyumlu olmaz (Sefer Yılmaz ve
Meryem Yılmaz/Türkiye, B. No: 611/12, 17/11/2015, § 59; Eşim/Türkiye, B. No: 59601/09, 17/9/2013,
§ 19; Edificaciones March Gallego
S.A./İspanya, B. No: 28028/95, 19/2/1998, § 34).
36. AİHM; dava hakkını süre sınırına bağlayan iç hukuk
hükümlerinin yorumlanmasının öncelikli olarak kamu otoritelerinin ve özellikle
mahkemelerin görevi olduğunu belirtmekte, AİHM'in
rolünün bu yorumun etkilerinin Sözleşme'yle uyumlu
olup olmadığının tespitiyle sınırlı olduğunu ifade etmektedir. Süre sınırı
getiren kuralların uygun adalet yönetiminin güvence altına alınması amacına
dayandığına işaret eden AİHM, bu kuralların veya bunların uygulanmasının
ilgililerin ulaşılabilir başvuru yollarına müracaatlarını engelleyecek mahiyette
olmaması gerektiğini değerlendirmektedir. AİHM, bu bağlamda her bir olayın,
somut başvuru yolunun özellikleri ışığında ve Sözleşme'nin 6. maddesinin
birinci fıkrasının amaç ve hedefleri çerçevesinde değerlendirilmesi
gerektiğinin altını çizmektedir (Eşim/Türkiye,
§ 20).
37. AİHM; bu ilkeler uyarınca mahkemelerin dava açılabilmesi
için öngörülen yasal yükümlülükleri uygularken hem yargılama adaletinin
zayıflamasına yol açacak düzeyde aşırı şekilcilikten hem de kanunlarda
öngörülen usule ilişkin gereklilikleri abes hâle getirecek seviyede aşırı
esneklikten kaçınması gerektiğini belirtmektedir. AİHM; kuralların, belirliliği
ve iyi adalet yönetimini sağlama amacına hizmet etme işlevlerini yitirmesi
hâlinde vedavaların esasının yetkili mahkeme
tarafından karara bağlanmasını önleyecek birtakım bariyerler oluşturma
fonksiyonu görmeleri durumunda mahkemeye erişim hakkının zedeleneceğini ifade
etmektedir (Eşim/Türkiye, § 21).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
38. Mahkemenin 25/10/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
39. Başvurucu, yanlış tıbbi teşhis ve tedavi nedeniyle uğradığı
zararın tazmini istemiyle açtığı davanın süre aşımı nedeniyle reddedilmesinin
adil olmadığını, hastalığına yanlış teşhis konulması ve kendisine yanlış tedavi
uygulanması nedeniyle yatağa bağımlı hâle geldiğini belirterek yaşam hakkı ve
adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş; tazminat ve yeniden
yargılama taleplerinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
40. Anayasa’nın "Hak
arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"Herkes,
meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı
veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
41. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetlerinin özü, yanlış
tıbbi teşhis ve tedavi nedeniyle uğradığı zararın tazmini istemiyle açtığı
davada mahkemenin dava açma süresinin başlangıcını tespit etme noktasında hukuk
kurallarını hatalı değerlendirmesi ve uygulaması neticesinde uyuşmazlığın
esasının incelenememesidir. Bu nedenle başvurucunun belirtilen şikâyetleri
bağlamındaki ihlal iddialarının mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmesi
gerektiği değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
42. Başvurucu vekili; başvurucunun nihai kararın 5/7/2013
tarihinde kendisine tebliğ edilmesinin ardından 18/7/2013 tarihinde
rahatsızlanarak hastanede yoğun bakıma alındığını, tüm hareket kabiliyetini ve
konuşma yeteneğini kaybetmesi nedeniyle Kahramanmaraş Sulh Hukuk Mahkemesinin
11/12/2013 tarihli kararıyla vesayet altına alındığını ifade etmiştir. Tayin
edilen vasi tarafından 16/12/2013 tarihinde kendisine verilen vekâletnameye
istinaden 20/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunduğunu belirterek söz
konusu hususların başvuru süresinin geçirilmesinde haklı mazeret olarak
değerlendirilmesi talebinde bulunmuştur. Başvurucu vekili, belirtilen mazerete
dair Kahramanmaraş Necip Fazıl Şehir Hastanesince düzenlenen 23/7/2013 tarihli
sağlık raporunu ve Kahramanmaraş Sulh Hukuk Mahkemesinin vasi tayinine ilişkin
11/12/2013 tarihli kararını bireysel başvuru formuna eklemiştir.
43. Başvurucu vekili tarafından ileri sürülen sebeplerin Anayasa
Mahkemesi İçtüzüğü’nün 64. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca haklı
mazeret olarak değerlendirilebileceği sonucuna varıldığından başvurunun
süresinde olduğu kabul edilmiştir.
44. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin başvurunun kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Müdahalenin Varlığı ve
Hakkın Kapsamı
45. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma
hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı,
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir
unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine "adil yargılanma"
ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası
sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine
dâhil edildiği vurgulanmıştır. Sözleşme'yi yorumlayan
AİHM, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim
hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd.
Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017,§ 34).
46. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama
özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden
gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili
güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından görülebilmesi
ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden fayadalanabilmesi için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya
koyma imkânının tanınması gerekir. Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil
yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden yararlanmak mümkün olmaz (Mohammed Aynosah, B. No:
2013/8896, 23/2/2016, § 33).
47. Somut olayda idari eyleme dayalı tam yargı davasının süre
aşımından reddedilerek esasının incelenmemesi nedeniyle başvurucunun mahkemeye
erişim hakkına yönelik bir müdahalenin bulunduğu görülmektedir.
b. Müdahalenin İhlal
Oluşturup Oluşturmadığı
48. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı
değerlendirmelerde mahkemeye erişim hakkının bir uyuşmazlığı mahkeme önüne
taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını
isteyebilmek anlamına geldiğini, kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya
mahkeme kararını anlamsız hâle getiren, bir başka anlatımla mahkeme kararını
önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamaların mahkemeye erişim hakkını ihlal
edebileceğini ifade etmiştir (Özkan Şen,
B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).
49. Dava açma ya da kanun yollarına başvuru için belli sürelerin
öngörülmesi, bu süreler dava açmayı imkânsızlaştırmadıkça -hukuki belirlilik
ilkesinin gereği olarak- mahkemeye erişim hakkına aykırılık oluşturmaz. Ancak
mevzuatta öngörülen süre kurallarının hukuka açıkça aykırı olarak yanlış
uygulanması veya bu sürelerin hatalı hesaplanması nedenleriyle kişilerin dava
açma ya da kanun yollarına başvuru haklarını kullanmasına engel olunması
mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş.
Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., §
38).
50. Anayasa'nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca
Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak
kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... ölçülülük ilkesine aykırı
olamaz."
51. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde
belirtilen koşullara uygun olmadığı takdirde Anayasa’nın 36. maddesinin
ihlalini teşkil edecektir.
52. Bu sebeple müdahalenin somut başvuruya ilişkin olarak
Anayasa’nın 13. maddesinde düzenlenmiş olan kanun tarafından öngörülme, haklı
bir sebebe dayanma, ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup
olmadığının belirlenmesi gerekir.
i. Kanunilik
53. Başvurucunun idari eylemden doğan zararının tazmini
istemiyle açtığı davanın süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesine ilişkin Mahkeme
kararının 2577 sayılı Kanun'un 13. maddesine dayandığı görülmektedir. Bu
kapsamda somut olayda başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahalenin
kanuni dayanağının mevcut olduğu anlaşılmıştır.
ii. Meşru Amaç
54. Anayasa'nın 36. maddesinde, hak arama özgürlüğü güvence
altına alınmıştır. Maddede, hak arama özgürlüğü için herhangi bir sınırlama
nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması
mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel sınırlama nedeni
öngörülmemiş hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları bulunduğu
kabul edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen maddede herhangi bir sınırlama
nedenine yer verilmemiş olsa da Anayasa'nın başka maddelerinde yer alan
kurallara dayanılarak bu hakların sınırlandırılması mümkün olabilir. Dava açma
hakkının kapsamına ve kullanım koşullarına ilişkin bir kısım düzenlemenin, hak
arama özgürlüğünün doğasından kaynaklanan sınırları ortaya koyan ve hakkın norm
alanını belirleyen kurallar olduğu açıktır. Ancak bu sınırlamalar Anayasa'nın
13. maddesinde yer alan güvencelere aykırı olamaz (AYM, E.2015/96, K.2016/9,
10/2/2016, § 10).
55. İdarenin sürekli bir biçimde dava açılma tehdidi altında
kalmasını engellemek, kamu hizmetinin hızlı, düzenli ve etkin biçimde
yürütülmesini sağlamak düşüncesi ile idariişlem ve
eylemlere karşı yapılacak başvurular ve açılacak davalar kanunlarla belli
sürelere bağlanmıştır (aynı yönde karar için bkz. Mohammed Aynosah, § 39). Diğer yandan idari
işlem ya da eylemlere karşı açılacak davalar için tanınan süreler, mahkemelerin
zamanın geçmesi nedeniyle güvenilirliği kalmayan, eksik ya da ulaşılması zor
kanıtlara dayanarak uzak geçmişte meydana gelmiş olaylar hakkında karar
vermelerini istemekle oluşabilecek adaletsizliklerin önüne geçmek ve hukuk
güvenliğini sağlamak gibi önemli ve meşru amaçlara hizmet eder (AYM, E.2014/92,
K.2016/6, 28/1/2016, § 17). Dolayısıyla bu tür durumların önlenmesi bakımından
idari işlem ya da eylemlere karşı açılacak davalarda süre koşulunun öngörülmesi
meşru amaçlara sahiptir.
iii. Ölçülülük
56. Bireysel başvuruya konu olayda yanlış tıbbi teşhis ve tedavi
nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen zararın tazmini istemiyle İstanbul
Üniversitesine karşı açılan davada, İdare Mahkemesinin dava açma süresini, aynı
iddia ve taleplerle Hacettepe Üniversitesine karşı tam yargı davasının açıldığı
tarihten başlatarak davayı süre aşımı gerekçesiyle reddetmesi suretiyle
başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olup
olmadığının incelenmesi gerekir.
(1) Genel İlkeler
57. Ölçülülük ilkesi "elverişlilik",
"gereklilik" ve "orantılılık" olmak üzere üç alt ilkeden
oluşmaktadır. "Elverişlilik" öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen
amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, "gereklilik" ulaşılmak
istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif
bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, "orantılılık" ise
bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir
dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111,
K.2012/56, 11/4/2012; E.2012/102, K.2012/207, 27/12/2012; E.2015/43,
K.2015/101, 12/11/2015; E.2016/16, K.2016/37, 5/5/2016; E.2016/13, K.2016/127,
22/6/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri,
B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).
58. Hukuki güvenlik ve istikrarın sağlanması bakımından dava
açma hakkının belli bir süreyle sınırlandırılması tek başına mahkemeye erişim
hakkını ihlal etmemekte ise de öngörülen sürenin makul olması, diğer bir ifadeyle
haktan yararlanılmayı imkânsız kılacak veya aşırı derecede zorlaştıracak kadar
kısa olmaması gerekir. Dava açma süresininmakul olup
olmadığı değerlendirilirken dava ile elde edilecek hakkın niteliği, davanın
konusu ve kişinin dava hakkının doğduğunu öğrenme imkânına sahip olup olmadığı
gibi hususlar gözönünde bulundurulmalıdır. Öngörülen
sürenin dava açmak için gerekli araştırma ve hazırlıkların yapılmasına,
gerekiyorsa hukuki ve teknik yardım alınmasına yetecek ve hakkın önemiyle
orantılı bir uzunlukta olmaması durumunda ölçüsüz olduğu söylenebilir (Yaşar Çoban [GK], B. No: 2014/6673,
25/7/2017, § 64).
59. Dava açma süresinin işlemeye başladığı an da mahkemeye
erişim hakkına yapılan müdahalenin ölçülülüğü bağlamında büyük önem
taşımaktadır. Bu kapsamda dava açma süresinin, hak sahibinin henüz dava
hakkının doğduğundan haberdar olmadığı ve somut koşullar çerçevesinde haberdar
olduğunun kabulünü haklı kılan nedenlerin bulunmadığı bir dönemde işlemeye
başlaması dava hakkının varlığını anlamsız kılabileceğinden ölçülülük ilkesini
zedeleyebilir (Yaşar Çoban, §
65).
60. Öte yandan mahkemeler, dava açma süresi öngören kanun
hükümlerini yorumlarken sınırlamanın istisna olduğu ilkesini gözeterek aşırı
şekilcilikten kaçınmalı ve yorum kurallarının imkân verdiği ölçüde davayı
ayakta tutma yolunda bir yaklaşım benimsemelidir. Bununla birlikte
mahkemelerin, sürenin varlık sebebini anlamsız kılma pahasına yorum
kurallarının sınırlarını zorlayarak kanunda öngörülen dava açma süresini
bertaraf etmesi hukuki güvenlik ve istikrar ilkesinin zedelenmesine neden
olabilir. Bu nedenle süreye ilişkin kanun hükümlerinin yorumunda hukuki
güvenlik ve istikrar ilkesi ile mahkemeye erişim hakkı arasındaki hassas denge
gözetilmelidir (Yaşar Çoban, §
66).
(2) İlkelerin Olaya Uygulanması
61. İdarenin birtakım işlemler tesis etmek veya eylemlerde
bulunmak suretiyle yürüttüğü kamu hizmetlerinin düzenliliğini ve sürekliliğini
sağlamak amacıyla getirilen dava açma süresinin hangi tarihte başlayacağını
belirlemek ve mevzuatı bu yönüyle yorumlamak görevi esasen derece mahkemelerine
aittir. Bireysel başvuruda ikincillik ilkesi gereği, dava açma süresinin
başlatılacağı tarihin belirlenmesi noktasında Anayasa Mahkemesinin bir görevi
bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesinin bu hususta üstleneceği rol, dava açma
süresinin hangi tarihten itibaren başlatılması gerektiğiyle ilgili derece
mahkemelerinin yorumlarının mahkemeye erişim hakkına etkisini somut olayın
koşulları ışığında incelemektir.
62. Bu bağlamda mahkemelerin dava açma süresinin başlatılması
gereken tarih ile ilgili yorumlarının adil yargılanma hakkı kapsamındaki
güvencelerden mahkemeye erişim hakkı yönünden dava açmayı imkânsız kılmaması ya
da aşırı derecede zorlaştırmaması gerekir. Bu yoruma ilişkin değerlendirmenin
yapılmasında ise başvurucuların, dava açılmasına sebep olan ve uyuşmazlığın
temelini teşkil eden olgudan ne zaman haberdar olduğu ya da haberdar olması
gerektiğinin gerçekçi bir yaklaşım izlenerek makul ve kabul edilebilir ölçüt ve
tespitlerle ortaya konulmuş olup olmadığı hususu önem taşımaktadır.
63. Bu itibarla derece mahkemelerinin, uyuşmazlığın dayanağını
teşkil eden olgunun öğrenildiği tarih ile ilgili her somut olay özelinde
bireyselleştirilmiş bir değerlendirme yapma yolunu tercih etmeleri mahkemeye
erişim hakkının korunmasına yönelik en uygun yaklaşım tarzı olacaktır. Aksi
düşüncenin kabulü ile sadece uyuşmazlığın konusuna ya da davanın türüne göre
genel ve ilkesel bir yaklaşım benimsenerek varsayımdan hareketle olgunun
öğrenildiği, dolayısıyla dava açma süresinin başlatılacağı tarihin belirlenmesi
ve bu yoruma göre geçen süreden sonra öğrenilmiş bir olguya dayalı olarak dava
açılamayacağının kabul edilmesi, dava açılmasını aşırı derecede zorlaştıracak
ve hatta imkânsız hâle getirebilecektir.
64. Bireysel başvuruya konu olayda başvurucunun tam yargı davası
açmasının sebebi, İstanbul Üniversitesi Hastanesi tarafından hastalığına yanlış
teşhis konulması ve tedavi uygulanması nedeniyle maddi ve manevi bütünlüğünün
zarara uğradığı iddiasıdır. Başvurucu, Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi
tarafından verilen 29/7/2002 tarihli sağlık raporunda hastalığının polinöropati olarak yazıldığını gördükten sonra
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde kendisine yanlış teşhis konulduğunu
ve tedavi uygulandığını öğrendiğini belirtmektedir. Bu sebeple uğradığı zararın
tazmini talebiyle 21/7/2003 ve 1/12/2003 tarihlerinde idareye başvurduğunu
ifade eden başvurucu, başvurunun zımnen reddi üzerine yasal süresi içerisinde
dava açtığını ileri sürmektedir.
65. Yukarıda yer verilen (§§ 31, 32) Danıştay içtihadında ortaya
konulduğu üzere idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazmini istemiyle
açılan tam yargı davasında idarenin tazminle yükümlü tutulabilmesi için ortada
idari eylem ve zarar olmalı, ayrıca zararla idari eylem arasında illiyet bağı
bulunmalıdır. Bu çerçevede eylemin idariliğinin veya
yol açtığı zararın ya da arasındaki illiyet bağının eylemden çok sonra
anlaşıldığı veya ortaya konulabildiği durumlarda dava açma süresinin bu
tarihlerden sonra başlayacağı kabul edilmektedir.
66. İdare Mahkemesi somut uyuşmazlığı, idari eylemden -yanlış
tıbbi teşhis ve tedavi- doğan bir tam yargı davası olarak nitelemiş ve
yargılamada uygulayacağı dava açma süresine ilişkin Kanun hükmünü de bu
nitelemeye uygun olarak belirlemiştir (bkz. § 25). İlgili Kanun hükmü
uygulanırken de başvurucunun en geç, aynı teşhisle tedavi gördüğüHacettepe
Üniversitesi aleyhine aynı iddialarla tazminat davası açtığı 8/8/2001 tarihi
itibarıyla hastalığına yanlış teşhis konulduğundan haberdar olduğu kabul
edilmiştir.
67. Somut olayda başvurucunun gerek ilk kez 1997 yılında
müracaat ettiği İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde gerekse 1999
yılında müracaat ettiği Hacettepe Üniversitesi Hastanesinde yapılan takipleri
neticesinde hastalığına motornöron
teşhisi konulduğu ve her iki Hastane tarafından da bu hastalığa yönelik tedavi
uygulandığı görülmektedir. Başvurucu, hastalığına konulan motornöron
teşhisinin ve uygulanan tedavinin hatalı olduğu, bu sebeple yatağa bağımlı hâle
geldiği iddiasıyla 8/8/2001 tarihinde Ankara 2. İdare Mahkemesinde Hacettepe
Üniversitesi aleyhine maddi manevi tazminat davası açmıştır. Buna göre8/8/2001
tarihi itibarıyla başvurucunun, hastalığına Hacettepe Üniversitesinden de önce
1997 yılında aynı teşhisi koyan ve tedaviyi uygulayan İstanbul Üniversitesi
yönünden de tam yargı davası açılması için gerekli olan; idari eylemin varlığı,
zarar, eylem ile zarar arasında illiyet bağı koşullarının tümünün oluştuğundan
haberdar olduğu sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla İdare Mahkemesinin dava açma
süresinin başlangıcına esas aldığı tarih itibarıyla başvurucunun uyuşmazlığın
dayanağını teşkil eden olguyu bilmediğinden söz edilemez.
68. Bu durumda somut olayın özel koşullarında İdare Mahkemesinin
2577 sayılı Kanun'un 13. maddesinde düzenlenen dava açma süresinin
başlatılacağı tarihi belirlemesiyle ilgili yorumunun başvurucunun dava açmasını
aşırı derecede zorlaştıracak ya da imkânsız kılacak nitelikte katı bir yorum
olmadığı değerlendirilmiştir. Dolayısıyla başvurucunun mahkemeye erişim hakkına
yönelik müdahalenin ölçülü olduğu sonucuna varılmıştır.
69. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında mahkemeye erişim
hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamında mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
25/10/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.