TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ABBAS EMRE BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/5005)
|
|
Karar Tarihi: 6/1/2016
|
R.G. Tarih ve Sayı: 11/3/2016-29650
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh
KALELİ
|
|
|
Hicabi
DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Tuğba YILDIZ
|
Başvurucu
|
:
|
Abbas EMRE
|
Vekilleri
|
:
|
Av. Mehmet Ali KIRDÖK
|
|
|
Av. Meral HANBAYAT
|
|
|
Av. Ümit SİSLİGÜN
|
|
|
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru; 17/7/2004 tarihli
ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması
Hakkında Kanun kapsamında yapılan talep neticesinde hükmedilen tazminat
miktarının zararları karşılamaması, manevi tazminat isteminin reddedilmesi,
işlemlerin makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma; mal
varlığından barışçıl şekilde yararlanma hakkından yoksun bırakılması sebebiyle
de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiası hakkındadır.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 9/4/2014 tarihinde İstanbul
20. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci
Komisyonunca 19/1/2015 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından
18/2/2015 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas hakkındaki incelemenin
birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir
örneği 18/2/2015 tarihinde bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık)
gönderilmiştir. Bakanlığın 19/3/2015 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin
önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş
sunulmayacağı belirtilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru dilekçesi ile
başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar
özetle şöyledir:
7. Başvurucu, 1994 yılında
ailesiyle birlikte yaşadığı Ovacık ilçesinin, Bilgeç
(Emirgan mezrası) köyünde ikamet etmekte iken terör örgütüne yönelik yoğunlaşan
operasyonlardan dolayı köy ve mezraların boşaltıldığını, bu nedenle köyünü terk
etmeye mecbur bırakıldığını, mal varlığına ulaşamadığını iddia etmiştir.
8. Başvurucu 7/10/1994 –
16/10/1994 tarihleri arasında köydeki ev ve ahırının terör nedeniyle yanmasına
ilişkin Ovacık Kaymakamlığına şikâyet dilekçesi verdiğini ancak herhangi bir
sonuç alamadığını beyan etmiştir.
9. Başvurucu, köye dönüşüne
izin verilmesi talebiyle 2001 yılında Ovacık Kaymakamlığına başvurduğunu fakat
talebinin reddedildiğini ileri sürmüştür.
10. Başvurucu talebinin reddi
üzerine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvuruda bulunmuş; AİHM
30/3/2006 tarihli Rıza Yıldız ve
diğerleri/Türkiye kararıyla 17/7/2004 tarihinde 5233 sayılı Kanun’un
kabul edilmesiyle yeni bir giderim usulünün öngörüldüğünü, İçyer/Türkiye (B. No: 18888/02, 12/1/2006) kararıyla da terör
nedeniyle oluşan zararların karşılanmasında 5233 sayılı Kanun ile getirilen
başvuru yolunun etkili ve erişilebilir olduğuna karar verildiğini belirterek iç hukuk yollarının tüketilmemesi
nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir.
11. Başvurucu 11/4/2006
tarihinde, 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması
talebiyle Tunceli Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurduğunu
beyan etmiştir.
12. Başvuru kapsamında
gerçekleştirilen 31/8/2007 tarihli keşif işleminde 160 m² taş duvarlı ahşap ev,
60m² taş duvarlı ahşap ahır, 50 adet küçükbaş ve 15 adet büyükbaş hayvanın
başvurucuya ait olduğu tespit edilmiştir.
13. 8/9/2009 tarihli ve
2009/2241 sayılı Komisyon kararında, başvurucunun terör olaylarının yaşandığı
yıllarda köyde yaşadığı, ev ve ahır zararının bulunduğu belirtilerek anılan
zararlar kapsamında mal varlığına ulaşamama nedeniyle toplam 14.256 TL
ödenmesine karar verilmiştir.
14. Başvurucu tarafından
komisyon kararında belirtilen miktarın az olduğu gerekçesi ile sulhname tasarısı kabul edilmeyerek 22/2/2010 tarihli
uyuşmazlık tutanağı imzalanmış ve 5233 sayılı Kanun kapsamında hesabı yapılan
miktar tespiti işleminin iptali ile maddi ve manevi tazminat istemli dava
açılmıştır.
15. Malatya İdare Mahkemesinin
24/3/2011 tarihli ve E.2010/733, K.2011/807 sayılı kararı ile davanın reddine
hükmedilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:
"... Gerek
bakılan davanın gerekse Mahkememizde açılmış benzer nitelikteki çok sayıda
davanın incelenmesinden, komisyonların zarar iddialarının araştırılması
konusunda izlediği yöntem ile zarar miktarının hesaplanmasında esas aldığı ölçü
ve kriterlerle ilgili olarak aşağıda sıralanan belli başlı hususlar tespit
edilmiştir:
1- İnşaat bilirkişilerince binaların maliyeti
belirlenirken, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’nca her yıl yayınlanan Mimarlık
ve Mühendislik Hizmet Bedellerinin Hesabında Kullanılacak Yapı Yaklaşık Birim
Maliyetleri Hakkında Tebliğ hükümlerinin esas alındığı, buna göre binaların
değerinin, ev için söz konusu Tebliğ’de II. Sınıf B Grubu olarak
sınıflandırılan yapılar için öngörülen m² birim maliyet değeri;
ahır-samanlık için ise aynı Tebliğ’deki I. Sınıf B Grubu yapılar için öngörülen
m² birim maliyet değeri esas
alınarak ve yaşlarına göre belirlenen oranda yıpranma payı düşülerek tespit
edildiği, Komisyon tarafından yapılan hesaplamalarda ise, önceleri
bilirkişilerin kullandığı m²
birim maliyet değerleri esas alındığı, ancak daha sonraları bu değerler
düşürülerek köy tipi ev için I. Sınıf B Grubu'ndaki, betonarme ev için II.
Sınıf B Grubu'ndaki, ahır-samanlık için ise I. Sınıf A Grubu'ndaki m² birim maliyet değerlerinin esas alındığı görülmekte
olup; buna göre, komisyonca, binaların, niteliğine ve yapımında kullanılan
malzemeye göre bir ayrıma tabi tutularak köy tipi ev için I. Sınıf B
Grubu'ndaki, betonarme ev için II. Sınıf B Grubu'ndaki, ahır-samanlık için ise
I. Sınıf A Grubu'ndaki m² birim
maliyet değerlerinin esas alınmasının daha objektif ve hakkaniyete uygun
düştüğü sonucuna ulaşılarak bina zararlarının belirlenmesinde esas alınabilecek
bir kriter olduğu görülmektedir.
…
4- Komisyonun, başvuru sahiplerinin uğradığı gerçek zararı
belirleyebilmesi için öncelikle başvurucunun göç ettiği esnadaki malvarlığının
hangi kalemlerden oluştuğunu ve miktarını net olarak saptaması gerekmektedir.
Oysa, bakılan uyuşmazlıklarda Komisyon tarafından, çoğu zaman gerek araştırma
heyetinin yaptığı tespitler, gerekse başvuru sahibinin
sunduğu tapu senedi, emlak beyanı gibi kanıtlayıcı bilgi belgeler dikkate
alınmadan ve/veya bu veriler arasındaki çelişkiler giderilmeden doğrudan,
hiçbir hukuki dayanağı olmayan zarar kalem ve miktarlarının esas alınarak
hesaplama yapıldığı görülmektedir. Ancak, yukarıda da açıklandığı üzere
araştırma heyetlerinin yaptığı tespitler, resmi ve itibar edilebilir nitelikte
olup, komisyonların bu tespitleri doğrudan esas alması gerektiği yönünde
zorlayıcı yasal bir hüküm olmamakla birlikte komisyonların mahallinde yapılması
gereken araştırma ve incelemeleri bizzat yapmak yerine bu heyetler vasıtasıyla
yaptığı durumlarda ya söz konusu tespitleri esas alması ya da tespitlerin sıhhatından kuşku duyuluyor ise yeniden keşif yapmak veya
araştırmayı derinleştirerek aksinin ortaya konulması gerekmektedir.
...
6- Başvurucuların malvarlıklarına ulaşamadıkları sürenin
belirlenmesinde öncelikle aynı yerleşim yerinde ikamet eden kişilerin farklı
tarihlerde göç etmiş olabilecekleri gerçeği karşısında sürenin başlangıcı
olarak köyün tamamen boşaldığı tarihin esas alınması gerektiği, bu tarih ile
ilgili resmi makamlarca yapılmış bir tespit varsa öncelikle bunun, şayet köyün
tamamen boşaldığı tarih ile ilgili somut resmi bir tespit yok ise bu takdirde
bölgede göçlerin yoğun olarak yaşandığı 1994 yılı sonbaharının esas alınması
gerektiği; malvarlığına ulaşamama durumunun son bulduğu tarih ile ilgili olarak
ise, aynı şekilde öncelikle bu konuda da resmi makamlarca (valilik,
kaymakamlık, araştırma heyeti v.b.) tespit edilmiş
bir tarihin olup olmadığına bakılmalı, şayet bu yönde resmi tespit yok ise bu
durumda olağanüstü hal uygulamasının kaldırıldığı tarihin esas alınması
gerektiği sonucuna varılmıştır.
Dava konusu uyuşmazlığın yukarıda sıralanan genel saptamalar
ışığında değerlendirilmesi neticesinde; 160 m² ev ile 60 m² ahır için teklif edilen tutarın yukarıda açıklanan
hesaplama kriterlerine uygun ve yerinde olduğu, davacının uğradığını iddia ettiği
hayvan zararının ise soyut ve afaki olması nedeniyle tazmin edilmemesinin
yerinde olduğu görülmektedir.
Buna göre; komisyon tarafından 5233 sayılı Yasa kapsamında
davacının zararının karşılandığı anlaşıldığından, buna ilişkin dava konusu
komisyon kararında hukuka aykırılık görülmemiştir.
Manevi tazminat istemine gelince; 5233 sayılı Yasa'nın 1, 2
ve 7. madde hükümlerinin bir arada değerlendirilmesinden, söz konusu Yasa'nın,
terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle
kişilerin uğradıkları maddi zararların sulhen
karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri düzenlemek amacıyla çıkarıldığı, Yasa
kapsamında sadece maddi zararların karşılanmasının düzenlendiği, manevi zararın
tazminine yönelik herhangi bir düzenlemeye yer verilmediği dikkate alındığında,
davacının talep ettiği manevi zararın bu Yasa kapsamında karşılanmasına imkan
bulunma(maktadır)..."
16. Temyiz üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 12/12/2012 tarihli ve E.2011/16775,
K.2012/13904 sayılı ilamı ile hükmün onanmasına karar verilmiştir.
17. Karar düzeltme istemi, aynı
Dairenin 26/9/2013 tarihli ve E.2013/10636, K.2013/6489 sayılı ilamı ile
reddedilmiştir.
18. Ret kararı 10/3/2014
tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, 9/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda
bulunulmuştur.
B. İlgili Hukuk
19. 6/1/1982 tarihli ve 2577
sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 1. maddesinin (2) numaralı fıkrası, 12.
ve 13. maddeleri, 14. maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları, 20. maddesinin
(5) numaralı fıkrası, 49. maddesinin (1) numaralı fıkrası.
20. 5233 sayılı Kanun’un 8.
maddesi şöyledir:
“7 nci maddede belirtilen zararlar,
zarar görenin beyanı, adlî, idarî ve askerî mercilerdeki bilgi ve belgeler göz
önünde tutularak olayın oluş şekli ve zarar görenin aldığı tedbirlere göre, zarar
görenin varsa kusur veya ihmalinin de göz önünde bulundurulması suretiyle,
hakkaniyete ve günün ekonomik koşullarına uygun biçimde komisyon tarafından
doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile belirlenir.
Taşınmaza ilişkin
zarar tespitinde 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 11
inci maddesinde belirtilen kıymet takdiri esasları kıyasen uygulanır.”
21. 5233 sayılı Kanun’un 12.
maddesinin beşinci fıkrası şöyledir:
“Sulh yoluyla
çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır.”
22. Terör ve Terörle Mücadeleden
Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Yönetmelik’in 16. maddesinin birinci
fıkrası şöyledir:
“15 inci maddede
belirtilen zararlar, zarar görenin beyanı, adlî, idarî ve askerî mercilerdeki
bilgi ve belgeler göz önünde tutularak olayın oluş şekli ve zarar görenin
aldığı tedbirlere göre, zarar görenin varsa kusur veya ihmalinin de göz önünde
bulundurulması suretiyle, hakkaniyete ve günün ekonomik koşullarına uygun
biçimde komisyon tarafından doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile
belirlenir.”
23. Aynı Yönetmelik’in 17.
maddesi şöyledir:
“(Değişik: 22/8/2005
– 2005/9329 K.) Başvuru sahibi, başvuru dilekçesi ile birlikte olayın meydana geliş
tarzını açıklayan ve zararın tespit ve ölçümünde dikkate alınabilecek her türlü
bilgi ve belgeyi Komisyona sunar.
Ayrıca; Komisyon,
gerekli gördüğü takdirde zararın tespit ve ölçümünde dikkate alınabilecek her
türlü bilgi ve belgeyi adli, idari ve askeri mercilerden ister.”
24. 5233 sayılı Kanun’un 1., 2.,
4., 6., 7., 8., geçici 1., geçici 3., geçici 4. maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve
2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar’ın 1. maddesi, Danıştay
Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı,
Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K. 2009/1227
sayılı kararı (Sabri Çetin, B.
No: 2013/3007, 6/2/2014, §§ 15-27).
25. Danıştay Onuncu Dairesinin
31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı ilamı şöyledir:
“…5233 sayılı Yasanın yukarıda aktarılan
maddelerinin değerlendirilmesinden; kişilerin malvarlıklarına ulaşamaması
nedeniyle uğradıkları zararın 5233 sayılı Yasa uyarınca tazmininin, terörle
mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler sonucu meydana gelmesi şartına bağlı
bulunduğu; başka bir ifadeyle köyün, idarece veya köy halkı tarafından tamamen
boşaltılması halinde söz konusu zararların tazmini yoluna gidilebileceği;
güvenlik kaygısına dayansa dahi, terör olayları sonucu köyü terk edenlerin
malvarlıklarına ulaşamaması nedeniyle uğradıkları zararın, sadece köyün idarece
veya köy halkı tarafından tamamen boşaltılması halinde ve köyün
boşaltılmasından köye dönüşün başladığı tarihe kadar geçen süreçle sınırlı
olarak tazmininin mümkün olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Zira, boşaltılan bir
köye dönüşün başlaması, o köyde güvenli bir şekilde yaşayabilme olanaklarına
kavuşulduğu anlamına gelmektedir. Köye dönüş için sağlanması zorunlu olan
asgari güvenlik düzeyi ölçütünün ise objektif olması gerektiği; başka bir
anlatımla, köye geri dönen ve dönmeyen kişilere göre değişmemesi gerektiği de
tabiidir.
Bu kabule göre, uyuşmazlığa konu olayda,
davacının terör olayları sonucu terk ettiği Y. Köyü'nde bulunan malvarlığına
ulaşamamasından kaynaklanan zararının; sadece köyün boşaltılmasından, köye
dönüşün başladığı tarihe kadar geçen süreçle sınırlı kalmak kaydıyla tazmini
olanaklı bulunduğundan, davalı idarece yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucu 1
yıllık süre üzerinden hesaplanan miktarın ödenmesi yolundaki dava konusu
işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
…”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
26. Mahkemenin 6/1/2016
tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvurucunun 9/4/2014 tarihli ve 2014/5005
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
27. Başvurucu; 5233 sayılı Kanun
kapsamında yaptığı talebin kabul edilmekle birlikte zarar miktarının eksik
hesaplandığını, Komisyon kararı aleyhine açtığı davanın reddedildiğini,
dosyadaki zarar tespitine ilişkin keşif tutanağı, mera ve ormanların köyün
ortak malı olduğunu kabul eden AİHM içtihatları dikkate alınmaksızın idare
tarafından sunulan belgeler ve tek yanlı olarak realiteden uzak şekilde
hazırlanan miktar tabloları dikkate alınarak verilen kararın adil olmadığını,
idarenin can ve mal güvenliğini sağlama yükümlülüğünü yerine getirmemesi sonucu
1994-2003 yılları arasında mülkiyet hakkından barışçıl bir şekilde yararlanma
hakkından mahrum kaldığını fakat sürenin hesabında tespitin iki yıl eksik
olarak 1994-2001 yılları arasındaki dönem esas alınarak yapıldığını, Derece
Mahkemelerinin yaptığı hatalı değerlendirme nedeniyle manevi zararının tazmin
edilmediğini, mülkiyet hakkına yönelik tüm bu müdahaleler hukuki kabul edilse
dahi müdahalenin orantılı olmadığını, yargılama mercilerince maddi olguların
hatalı yorumlanması nedeniyle maddi tazminat isteminin kısmen, manevi tazminat
isteminin ise bütünüyle reddedilmesinin açıkça yanlış ve keyfî olduğunu,
kararların denetlenmesi aşamasında yeterli gerekçeye yer verilmediğini, ayrıca
yaptığı başvuru hakkında yürütülen işlemlerin makul sürede
sonuçlandırılmadığını belirterek Anayasa’nın 35. ve 36. maddelerinde tanımlanan
mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia etmiş; ihlalin
tespiti ile maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
28. Başvurucu, Mahkemece terör nedeniyle uğradığı manevi
zararlarının tazminine ilişkin talebinin Kanun kapsamında olmadığı gerekçesiyle
reddedildiğini, idari ve yargısal merciler tarafından talebinin dikkate
alınmadığını, 2577 sayılı Kanun’a ve tazminat hukukunun genel prensiplerine
aykırı karar verildiğini, tam yargı davası bağlamında manevi tazminat isteminin
karşılanmadığını belirterek Anayasa’nın 35. maddesinde tanımlanan mülkiyet
hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Başvuru formu ve ekleri
incelendiğinde başvurucunun iddialarının özünün, İlk Derece Mahkemesince eksik
ve hatalı değerlendirme yapılmasına ve 2577 sayılı Kanun kapsamında inceleme
yapılmamasına ilişkin olduğu anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi, olayların
başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve
olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Bu sebeple
başvurucunun anılan iddiaları, adil yargılanma hakkı kapsamındaki güvencelerden
biri olan gerekçeli karar hakkı kapsamında değerlendirilmiştir. Başvurucunun
diğer iddiaları ayrıca incelenmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
a. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
29. Başvurucu, 5233 sayılı Kanun
kapsamında ileri sürdüğü giderim talebinin değerlendirilmesine ilişkin idari ve
yargısal süreçlerin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle Anayasa’nın 36.
maddesinde tanımlanan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia
etmiştir.
30. 5233 sayılı Kanun kapsamında
yapılan müracaatlarda idari yargı makamları nezdindeki yargılamaların makul
sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu
yapılmış ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği kararlarda, Komisyon ve yargılama
aşamalarında geçen süreler ile davanın tüm koşulları, karara bağlanan başvuru sayısı ve yargılama sürecinde Komisyon ve
yargılama makamlarınca yapılan işlemler dikkate alınarak uyuşmazlığın karara
bağlanması konusunda kamu otoritelerine ve özellikle yargılama organlarına
atfedilebilecek bir gecikmenin olmadığı ve toplamda sekiz yılın altında
gerçekleşen başvuruların karara bağlanma süresinin makul sürede yargılanma
hakkının ihlaline yol açmadığı sonucuna ulaşılmıştır (Sabri Çetin, §§ 61-69; Mahmut Can Arslan, B. No: 2013/3008,
6/2/2014, §§ 60-68; Mehmet Gürgen,
B. No: 2013/3202, 6/2/2014, §§ 58-66; Celal
Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 58-66). Başvurunun kesin
olarak karara bağlanmasının daha uzun bir sürede gerçekleştiği ve bu durumun
başvuruculara atfedilebilecek bir kusurdan kaynaklanmadığı durumlarda ise makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır (İsmet Kaya, B. No: 2013/2294, 8/5/2014, §§
46-70).
31. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul
edilemezliğine karar verebilir.”
32. Somut başvuru açısından
başvurucu tarafından 11/4/2006 tarihinde komisyona yapılan müracaat sonrasında,
5233 sayılı Kanun’un öngördüğü usul uyarınca keşif ve bilirkişi incelemelerini
de içeren bir kısım işlemlerin yapılması sonrasında 8/9/2009 tarihinde
başvurucunun talebinin reddedildiği, belirtilen ret kararı aleyhine 26/4/2010 tarihinde
başlatılan yargılama sürecinin ise Danıştay Onbeşinci
Dairesinin karar düzeltme talebinin reddine karar verdiği 26/9/2013 tarihi
itibarıyla tamamlandığı, makul sürede yargılanma hakkı kapsamında dikkate
alınması gereken toplam sürenin yedi yıl beş aylık bir zaman dilimi olduğu
anlaşılmaktadır.
33. Başvuruya konu talebin
karara bağlanması hususunda geçen yedi yıl beş aylık süreçte uyuşmazlığın
karara bağlanması konusunda kamu otoritelerine ve özellikle yargılama
organlarına atfedilebilecek bir gecikmenin olduğu tespit edilmemiştir.
34. Açıklanan nedenlerle başvurucunun makul süreyi aştığını
ileri sürdüğü yargılamanın uzunluğu konusunda açık ve görünür bir ihlal
saptanmadığından başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Bir Kısım Maddi
Zararların Tazmin Edilmemesi ve Mülke Erişememe Süresinin Eksik Hesaplanması
Nedenleriyle Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
35. Başvurucu; olay mahallinde
düzenlenen keşif tutanağında hayvancılık yaptığının ve hayvan varlığı
miktarının sabit olmasına rağmen hayvancılık zararlarının Tazminat Komisyonunca
ve Mahkemece dikkate alınmamasının keyfî, adalete açıkça aykırı bir durum
oluşturduğunu ayrıca mülkiyetine erişimin engellenmesine ilişkin sürenin idare
tarafından yedi yıl olarak hesaplandığını, Mahkemece olağanüstü hâlin
kaldırıldığı tarihin 2001 yılı olarak kabul edildiğini oysa olağanüstü hâlin kalktığı
tarihin 2003 yılı olduğunu, keyfî şekilde tazminat hesabında sürenin iki yıl
eksik hesaplandığını belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini iddia etmiş
ise de anılan iddiaların yargılama sürecine ve yargılamanın sonucu itibarıyla
adil olup olmamasına ilişkin olduğu kabul edilerek iddialar, adil yargılanma
hakkının ihlali iddiası kapsamında değerlendirilmiştir.
36. Anayasa'nın 148. maddesinin
dördüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 49.
maddesinin (6) numaralı fıkrasında, bireysel başvurulara ilişkin incelemelerde
kanun yolunda gözetilmesi gereken hususların incelemeye tabi tutulamayacağı,
6216 sayılı Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında ise açıkça
dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar
verilebileceği belirtilmiştir (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No:
2012/1027, 12/2/2013, § 24).
37. Anılan
kurallar uyarınca ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış
maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk
kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla
ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru
incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve
sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz bir takdir hatası
içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve
özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti
niteliğindeki başvurular bariz bir takdir hatası veya açık keyfîlik
içermedikçe Anayasa Mahkemesince esas yönünden incelenemez (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, § 26).
38. Başvurucu, maddi vakıa ve
delillerin hatalı takdiri neticesinde zararının eksik hesaplandığını ve
davasının reddedildiğini, bu kapsamda Derece Mahkemelerince delillerin
takdirinin hatalı ve hükmün sonuç itibarıyla hukuka aykırı olduğunu
belirtmektedir. Buna göre başvurucunun iddialarının özü, Derece Mahkemesince
delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet
olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkindir.
39. Başvuru konusu Malatya İdare
Mahkemesi kararında, tarafların iddia ve savunmaları ile dosyaya sundukları
deliller değerlendirilerek oluşan zararları için başvurucuya Komisyon
tarafından 14.256 TL ödenmesine karar verildiği de dikkate alınarak ilgili
hukuk kuralları yorumlanmak suretiyle başvurucunun hayvan zararlarına ilişkin
talebinin reddine karar verilmiştir. Başvurucunun iddiaları, temyiz merciince
de incelenip reddedilmek suretiyle yerel Mahkeme kararı onanmış, karar düzeltme
talebi ise reddedilmiştir. Başvurucu her ne kadar hayvancılıkla uğraştığını,
hayvan varlığının bulunduğunu ve bu varlığa ilişkin miktarın keşif tutanağı ile
sabit olduğunu, buna rağmen hayvancılık zararlarının tazmin edilmediğini beyan
etmiş ise de hayvanlarının terör nedeniyle telef olduğuna dair bir iddiada
bulunmadığı gibi bu konu hakkında herhangi bir bilgi ya da belge sunmamıştır.
Başvurucu sadece hayvan miktarlarına değinerek bu zararın giderilmediğinden
şikâyet etmektedir. Hayvanlarının telef olduğu hakkında iddia da bulunmadan
salt hayvan miktarları üzerinden tazmin talep eden başvurucunun iddialarının,
Derece Mahkemelerince değerlendirilmesi hususunda açık bir keyfîlik
bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
40. Başvurucu zarar yılının
eksik hesaplandığına yönelik iddiasını mülkiyet hakkına dayanarak ileri
sürmüşse de başvurucunun dava, temyiz ve karar düzeltme dilekçelerinde de aynı
şekilde ileri sürdüğü bu iddialarının idari makamların ve mahkemelerin
delilleri değerlendirmesine ve konuya ilişkin hukuk kurallarının mahkemeler
tarafından yorumlanmasına ilişkin olduğu, nihai olarak lehine olmayan mahkeme
kararının sonucundan şikâyet edildiği, bununla birlikte başvurucunun ileri
sürdüğü iddiaların ve delillerin Derece Mahkemeleri tarafından
değerlendirilerek karşılandığı anlaşılmaktadır.
41. Nitekim Malatya İdare
Mahkemesi kararında, Tunceli İl Özel İdaresinin 28/9/2009 tarihli ve 2336
sayılı yazısı ekinde yer alan Tunceli ili genelinde terör olayları nedeniyle
boşalan yerleşim birimlerini gösteren listelerin incelenmesinden başvurucunun
ikamet ettiği Bilgeç köyünün terör ve terörle
mücadele nedeniyle tamamen boşaltılan köylerden olduğu tespit edilmiş, mal
varlığına ulaşılamama süresinin hesaplanmasında öncelikle aynı yerleşim yerinde
ikamet eden kişilerin farklı tarihlerde göç etmiş olabilecekleri gerçeği
karşısında sürenin başlangıcı olarak köyün tamamen boşaldığı tarihin esas
alınması gerektiği, mal varlığına ulaşamama durumunun son bulduğu tarih ile
ilgili olarak ise resmî makamlarca belirtilen tarihin esas alınması gerektiği
belirtilmiştir. Anılan açıklamalar neticesinde de 5233 sayılı Kanun kapsamında
başvurucunun zararının karşılandığı sonucuna ulaşılmıştır.
42. Mahkemenin bu kararı, ilgili
hükmün (5233 sayılı Kanun’un 7. maddesi) yorumu kapsamında mal varlığına
ulaşamamadan dolayı tazminata hükmedilmesindeki sürenin hesaplanmasında terör
olayları sonucu köyü terk edenlerin malvarlıklarına ulaşamaması nedeniyle
uğradıkları zararın, sadece köyün idarece veya köy halkı tarafından tamamen
boşaltılması hâlinde ve köyün boşaltılmasından köye dönüşün başladığı tarihe
kadar geçen süreçle sınırlı olarak tazmin edilmesi Danıştayın
yerleşik içtihatlarına (bkz. § 16) da
uygun olup kararda herhangi bir keyfîlik tespit
edilmediğinden başvurucunun adil yargılanma hakkının ihlal edildiğinden söz
edilemez.
43. Açıklanan nedenlerle
başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde
olduğu, Derece Mahkemesi kararlarının bariz takdir hatası ve açık bir keyfîlik de içermediği anlaşıldığından başvurunun bu
kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Birim Fiyat Aralıklarının Değiştirilmesi Sonucu Tazminat Miktarının Az Hesaplanması Nedeniyle Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
44. Başvurucu; 2007 yılında
İçişleri Bakanlığının terörden doğan zararların karşılanmasına ilişkin
belirlenen değer aralıklarının değiştirilmesine yönelik yayımladığı genelge ile
tek taraflı olarak birim fiyat aralıklarının düşürüldüğünü, 2007 yılı öncesinde
verilen tazminat miktarlarıyla 2007 sonrası verilen tazminat miktarları
arasında başvurucular aleyhine indirime gidildiğini, bu durumun günün ekonomik
koşullarına uygun olmadığını belirterek mülkiyet haklarının kısıtlandığını
iddia etmiştir.
45. Anayasa’nın 148. maddesinin
üçüncü ve 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine
göre Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının
incelenebilmesi için kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın
Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına
da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma
alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun esasının
incelenmesi mümkün değildir (Onurhan Solmaz,
B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
46. Başvurucunun ihlal iddiasına
konu olan mülkiyet hakkı, Anayasa’nın 35. ve Sözleşme’ye
Ek 1 No.lu Protokol’ün 1. maddesinde düzenlenmiştir.
47. Anayasa’nın 35. maddesi
şöyledir:
“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı
olamaz.”
48. Sözleşme’ye Ek 1 No.lu Protokol’ün 1.
maddesi şöyledir:
“Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına
saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı
sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel
ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına
uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların
veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları
uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.”
49. Anayasa’nın 35. maddesi
kapsamındaki mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri süren başvurucu, böyle
bir hakkın varlığını kanıtlamak zorundadır. Bu nedenle öncelikle başvurucunun,
Anayasa’nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir
menfaate sahip olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi
gerekir (Cemile Ünlü, B. No:
2013/382, 16/4/2013, § 26).
50. Mülkiyet hakkı kişinin
şahsında mündemiç olmayıp Anayasa’nın 35. maddesi kapsamında hukuki korumadan
istifade edilebilmesi açısından öncelikle mülkiyet hakkının var olması aranır.
Anayasa’nın 35. maddesi ile 1 No.lu Protokol’ün 1. maddesi mülk edinme talebini
değil, kişinin var olan mülkiyet hakkını güvence altına almaktadır. Bu durum
hakkın kazanılmış olması veya mevcut olması şeklinde de ifade edilebilir (Zekiye Şanlı, B. No: 2012/931, 26/6/2014,
§ 33).
51. AİHM içtihatlarında, nelerin
mülkiyet hakkına konu olabileceği hususunda mevzuat hükümlerinden ve derece
mahkemelerinin bunlara ilişkin yorumundan bağımsız olarak “özerk bir yorum”
esas alınmaktadır (Depalle/Fransa [BD], B. No: 34044/02, 29/3/2010 §
62; Anheuser-Busch Inc./Portekiz
[BD], B. No: 73049/01, 11/1/2007, § 63; Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99,
30/11/2004, § 124; Broniowski/Polonya [BD], B. No: 31443/96, 22/6/2004,
§ 129; Beyeler/İtalya [BD], B.
No: 33202/96, 5/1/2000, § 100; Iatridis/Yunanistan
[BD], B. No: 31107/96, 25/3/1999, § 54).
52. Anayasa’nın 35. maddesi ile
1 No.lu Protokol’ün 1. maddesinin koruma alanı içinde yer alan menfaatlerin
kapsamına, mevcut bir mülk girebileceği gibi alacak hakları (AYM, E.2000/42,
K.2001/361, 10/12/2001; AYM, E.2006/142, K.2008/148, 24/9/2008) veya kesin bir
şekilde tanımlanmış talep hakları (claims) da girebilir. Bu kapsamda
bir alacak hakkı ya da talep; mahkeme hükmü, hakem kararı veya idari karar
yoluyla yeterli derecede icra edilebilir kılınması hâlinde bir “mülk” teşkil
edebilir ve mülkiyet hakkı kapsamında korunabilir (Benzer yöndeki AİHM kararı
için bkz. Krstıć/Sırbistan, B. No: 45394/06, 10/12/2013, §
76). Ancak hakkın tam olarak kazanılmamış olduğu bazı hâllerde, özellikle
ekonomik hayatın gerekleri ve hukuki güvenlik anlayışı, hakkın ileride mevcut
olacağına dair hukuki umudu ifade eden bir kısım meşru beklenti hâllerinin de
mülkiyet hakkının güvence kapsamına dâhil edilmesi gereğini ortaya koymaktadır.
Ancak bu hâllerde, hakkın kazanılacağı yönünde salt bir umudun ötesinde
kişinin, hakkın mevcudiyeti yönünde meşru bir beklentisi olması gerekir (Benzer
yöndeki AİHM kararı için bkz. Maltzan ve
Diğerleri/Almanya (k.k.) [BD], B. No:
71916/01, 71917/01, 10260/02, 2/3/2005, § 74).
53. Bu şekildeki bir beklentiye
vücut verebilecek ve talep hâlindeki bir mal varlığı yararının Anayasa’nın 35.
maddesi anlamında kıymet oluşturmasını sağlayabilecek unsurlardan biri, bu
talebi destekleyen yerleşik içtihat gibi bir hukuksal temelin bulunmasıdır.
Ancak sırf bir yargı yerine başvurularak dile getirilen talepler yeterli temel
sağlamaktan uzaktır. Önemli olan bahsedilen hukuki dayanağın Anayasa’nın 35.
maddesi kapsamında sağlanan güvenceyi aktif hâle getirebilecek yeterlilikte
olmasıdır (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Kopecky/Slovakya, B. No: 44912/98, 28/9/2004, § 52; Draon/Fransa [BD], B. No: 1513/03, 6/10/2005, §
68; Maurice/Fransa [BD], B. No:
11810/03, 6/10/2005, § 66; Özden/Türkiye,
B. No: 11841/02, 3/5/2007, § 27).
54. Yukarıda yer verilen
tespitler uyarınca başvurucu tarafından hakkın mevcudiyeti veya bu yönde meşru
bir beklentinin bulunduğu ortaya konulmalıdır.
55. Başvurunun konusu, terör
nedeniyle zarar görenlerin 5233 sayılı Kanun’un kapsamına ilişkin hükümler
içeren 2. maddesi gereğince tazminat ödenmesinde Bayındırlık ve İskan Bakanlığı tarafından belirlenen Yıllık Yapı Yaklaşık
Birim Maliyetine yönelik değerlerin 2007 yılından sonra İçişleri Bakanlığı
İller İdaresi Genel Müdürlüğünce yayımlanan yazıyla 5233 sayılı Kanun’un
uygulandığı tüm illerde geçerli olmak üzere yeniden belirlenmesiyle oluşan
tazminat farkının ödenmesine ilişkindir.
56. Mülkiyet hakkını güvence
altına alan Anayasa’nın 35. maddesinin, belirli bir alacağa ilişkin olarak
bireylere talep hakkı sağlamadığı açıktır. Ancak bu yöndeki bir talebin, kanuni
düzenleme ve içtihatlarda yeterli dayanağa sahip olması hâlinde, Anayasa’nın
35. maddesi anlamında mülk oluşturduğu kabul edilebilir. Bir başka ifadeyle
mülk edinme yönündeki bir beklenti, ancak hukuken belli bir dayanağa sahip
olduğu takdirde, belli koşullar altında mülk olarak nitelendirilebilir (Benzer
yöndeki AİHM kararları için bkz. Arras ve
Diğerleri/İtalya, B. No: 17972/07, 14/2/2012, § 76; Klein/Avusturya, B. No. 57028/00, 3/3/2011, §§
41-47). Aynı doğrultuda, hukuk sistemi 5233 sayılı Kanun kapsamında bireylerin
terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler
nedeniyle maddî zarara uğradıkları takdirde ayni ya da nakdi olarak
zararlarının karşılanacağını düzenlemiştir. Somut olayda başvurucunun 5233
sayılı Kanun kapsamında maddi zararlarının doğduğu ve tazminata hak
kazanabileceği Komisyon ve Mahkemece belirlenmiştir. Dolayısıyla anılan
mevzuatın aradığı şartları taşıyan başvurucunun, Anayasa’nın 35. maddesi
kapsamına giren mülkiyetle ilgili bir menfaatinin doğduğunun kabulü
gerekmektedir.
57. Komisyon
tarafından tazminatın belirlenmesinde genel yarar ile bireyin temel hakları
arasında “adil bir denge” gözetilmelidir. Adil dengenin olup olmadığı uğranılan
zararın değerine denk düşen makul bir tazminatın varlığıyla belirlenir. Ancak
mülkiyet hakkı her durumda bütünsel bir tazminat hakkını güvence altına
almamaktadır.
58. Anayasa’nın başka
maddelerinde mülkiyete ilişkin ek güvence ve sınırlama hükümlerine yer
verilmekle birlikte bunlardan en önemlisi şüphesiz mülkiyeti bir hak olarak
tanımlayan 35. maddedir. Maddenin birinci fıkrasında genel olarak hak
tanınmakta; ikinci ve üçüncü fıkralarda ise sınırlama ve güvence ölçütleri
gösterilmektedir. En önemli sınırlama ölçütlerinden biri de kamu yararıdır (Zekiye Şanlı, § 52).
59. Toplum yararı, ortak çıkar,
genel yarar gibi birbirinin yerine kullanılan kavramlarla ifade edilen ve
bireysel çıkardan farklı, onun üstünde ortak bir yarar olan kamu yararı amacı
35. maddenin mülkiyet hakkı açısından öngördüğü özel sınırlandırma sebebidir.
Genel yarar ve toplumsal yarar gibi ifadeleri de kapsayacak şekilde geniş
yorumlanmaktadır (AYM, E.1999/46, K.2000/25, 20/9/2000). Kamu yararı kavramı,
devlet organlarının takdir yetkisini de beraberinde getiren bir unsurdur.
Objektif bir tanımlamaya elverişli olmayan bu ölçütün her somut olay temelinde
ayrıca değerlendirilmesi asıldır (Zekiye
Şanlı, § 54).
60. Mülkiyet hakkının
Anayasa’nın sözüne ve ruhuna uygun biçimde sınırlandırılması, bu kapsamda
Anayasa’nın bütünü dikkate alınmak suretiyle bu hak için öngörülen ek
güvencelere riayet edilmesi ve kamu yararı dışında amaçlarla
sınırlandırılmaması, ayrıca hakkın özüne dokunulmadan ve ölçülülük ilkesine
riayet edilerek sınırlandırılması gerekmektedir. Mülkiyet hakkına ilişkin
Anayasa Mahkemesi kararlarında söz konusu ölçütler çoğunlukla birlikte
uygulanmakta ve bireyin hakkıyla kamu yararı arasında kurulması gereken adil
dengeye vurgu yapılmaktadır (AYM, E.1999/33, K.1999/51, 29/12/1999). Bu
noktada, ihlal teşkil ettiği iddia edilen önlemin temelini oluşturan kamu
yararı karşısında, bireye düşen fedakârlığın ağırlığı gözönünde
bulundurulmalıdır (Zekiye Şanlı, § 55).
61. İçişleri Bakanlığı İller
İdaresi Genel Müdürlüğünün birim fiyat aralıklarının değiştirilmesine ilişkin
5/3/2007 tarihli, Terörden Doğan Zararların Karşılanması konulu yazısı
şöyledir:
“Terör ve terörle mücadele esnasında yürütülen faaliyetler
nedeniyle zarara uğrayan vatandaşlarımızın zararlarının karşılanması amacıyla
çıkartılan 5233 sayılı Kanun 27/7/2004 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Kanun
kapsamında illerimizde oluşturulan Zarar Tespit Komisyonları çalışmalarına
devam etmektedir. Komisyon başkanları, başvuru sahipleri ya da vekillerince
Bakanlığımıza yapılan başvurularda; Komisyon çalışmaları esnasında, özellikle
tarım ve hayvancılıkla ilgili zararlar ile taşınmazlarla ilgili zararların
tespitiyle ilgili uygulamalarda aynı il içinde ya da komşu ve birbirine benzer
özellikler gösteren illerimizde aynı ürünler için farklı fiyat ve kriterler
uygulandığı yönünde bilgiler iletilmiştir.
Bu kapsamdaki uygulama farklılıklarından kaynaklanan
sorunların giderilmesi ve tüm Komisyonların aralarında standardizasyonun
sağlanması amacıyla 23-24 Kasım 2006 ve 12-13 Şubat 2007 tarihlerinde Ankara’da
iki toplantı gerçekleştirilmiştir. Toplantılara başvuru sayıları da göz önünde
bulundurulmak suretiyle örnekleme usulüyle seçilen 7 ilden Zarar Tespit
Komisyonlarına başkanlık yapan birer Vali Yardımcısı, ikişer komisyon üyesi(tarım ve bayındırlık sektörü) ile İçişleri Bakanlığı,
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı ve Bayındırlık ve İskân
Bakanlığından temsilciler katılmıştır. Toplantılarda değerlendirilmek üzere
başvuruların yoğun olduğu 19 ilimizden uygulamaya ilişkin veriler alınmış,
bunlar da yapılan çalışmalarda göz önünde bulundurulmuştur. Bunun dışında değer
tespitleri ile ilgili olan kurum ve kuruluşların görüşleri alınmış ve ayrıca
piyasa araştırmaları yapılmıştır.
Yapılan bütün bu çalışmalar neticesinde, tarım ve
hayvancılık ile ilgili zararlar ile taşınmazlarla ilgili zararların
hesaplanmasında kullanılacak değer aralıkları tablolar halinde düzenlenmiştir.
Komisyonlara yapılacak zarar tespitlerinde bu tablolarda
gösterilen değer aralıklarının göz önünde bulundurulmasının yararlı olacağı
değerlendirilmektedir.”
62. İçişleri Bakanlığınca konuya
ilişkin sunulan 10/6/2015 tarihli yazıda değişikliğin amacının, Kanun’un ülke
genelinde aynı şekilde anlaşılmasını ve uygulanmasını sağlamak, gerek farklı
illerde gerekse aynı il içinde faaliyet gösteren farklı komisyonların
zararların tespitinde ve karşılanmasında aynı kıstasları kullanmasını temin
etmek ve böylece uygulama birliğini sağlamak, uygulama farklılıkları
neticesinde oluşacak suistimal ve mağduriyetleri
engellemek, vatandaşların enflasyon nedeniyle oluşacak kayıplarını önlemek
olduğu ifade edilmiştir.
63. Somut başvuru açısından
Malatya İdare Mahkemesi kararında yapılan araştırmalar neticesinde birim fiyat
tablosunun gerçek zararın tazminine elverişli ve daha objektif nitelikte olduğu
bu nedenle komisyonca tarım zararlarının belirlenmesinde dikkate alınabileceği
belirtilmiştir.
64. Anılan açıklamalar
neticesinde yıllık yapı yaklaşık birim maliyet oranlarına ilişkin değişikliğin
yapılmasında kamu yararı olduğu açıktır. Bu çerçevede yukarıda ifade edilen
kamu yararı amacına dayanan düzenlemenin; başvurucuyu ağır ve tahammül edilemez
bir yük altına sokmadığı, müdahalenin amacı ile başvurucuya yüklenen külfetin
orantılı olduğu, yapılan değişikliğin başvurucunun taraf olduğu uyuşmazlığa
özgü olmadığı, ülkenin geniş bir coğrafyasında söz konusu olan somut ve acil
bir sorunu çözmeye yönelik olduğu sonucuna varılmıştır.
65. Yukarıda açıklanan
nedenlerle yapılan değişikliğin belirtilen sınırlama ve güvence ölçütlerine
aykırı olmadığı anlaşıldığından anılan iddia açısından mülkiyet hakkına yönelik
bir ihlalin olmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
d. Manevi Tazminat Talebinin
Reddedilmesi Nedeniyle Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
66. Başvurucunun manevi tazminat talebinin reddi nedeniyle
adil yargılanma hakkının ihlali iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olmadığı
ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek bir neden de bulunmadığı
anlaşıldığından başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
67. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahiptir.”
68. Anayasa’nın 141. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak
yazılır.”
69. Sözleşme’nin 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili
uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda
karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak
görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
70. Gerekçeli karar hakkı adil yargılanma hakkının somut
görünümleridir. Anayasa Mahkemesi de Anayasa'nın 36. maddesi uyarınca inceleme
yaptığı birçok kararında ilgili hükmü, Sözleşme'nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı
ışığında yorumlamak suretiyle Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM
içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen gerekçeli karar
hakkı ve silahların eşitliği ilkesi gibi ilke ve haklara, Anayasa'nın 36.
maddesi kapsamında yer vermektedir (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13,
2/7/2013, § 38).
71. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı
organlarına davacı veya davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak
da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Maddeyle
güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği
taşımasının ötesinde diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde
yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden
birisidir. Bu bağlamda Anayasa’nın, bütün mahkemelerin her türlü kararlarının
gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden 141. maddesinin de hak arama
hürriyetinin kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır (Vedat Benli, B. No: 2013/307, 16/5/2013, §
30).
72. Mahkeme kararlarının gerekçeli olması adil yargılanma
hakkının unsurlarından birisi olmakla beraber bu hak, yargılamada ileri sürülen
her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi şeklinde
anlaşılamaz. Bu nedenle gerekçe gösterme zorunluluğunun kapsamı kararın
niteliğine göre değişebilir. Bununla birlikte başvurucunun ayrı ve açık bir
yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddialarının cevapsız
bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olacaktır (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt
Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi, B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 26).
73. AİHM’e göre mahkemeler ve
yargı mercileri verdikleri kararlarda yeterli gerekçe göstermelidirler. Gerekçe
gösterme yükümlülüğünün kapsamı, kararın niteliğine göre değişir ve davaya konu
olayın içinde bulunduğu şartlar ışığında değerlendirilerek belirlenir (Higgins ve diğerleri /Fransa, B. No: 134/1996/753/952, 19/2/1998, § 42).
74. Kanun yolu mahkemelerince
verilen karar gerekçelerinin ayrıntılı olmaması, ilk derece mahkemesi
kararlarında yer verilen gerekçelerin onama kararlarında kabul edilmiş olduğu
şeklinde yorumlanmakla beraber (Aziz Turhan,
B. No: 2012/1269, 8/5/2014, § 53) başvurucuların dile getirmesine rağmen ilk
derece mahkemesinin de tartışmadığı esaslı hususlara ilişkin temyiz
başvurularıyla başvurucuların usule ilişkin haklarının ihlal edildiğine yönelik
somut şikâyetlerinin temyiz incelemesinde tartışılmaması veya yargı mercileri
tarafından resen dikkate alınması gereken hükümlerin gerekçesi açıklanmaksızın
uygulanmaması, gerekçeli karar hakkının ihlali olarak görülebilir (Mustafa Kahraman, B. No: 2014/2388,
4/11/2014, § 37)
75. Somut olayda başvurucu, 5233
sayılı Kanun kapsamında kurulan Tunceli Zarar Tespit Komisyonuna başvuruda
bulunmuştur. Başvurucunun oluşan zararları için toplam 14.256 TL tazminat
ödenmesine karar verilmiştir. Başvurucu tazminat miktarının eksik hesaplandığı
gerekçesiyle sulhnameyi imzalamayarak İdare
Mahkemesinde maddi ve manevi tazminat talebiyle dava açmıştır.
76. Malatya İdare Mahkemesi
24/3/2011 tarihli kararıyla Komisyonun maddi tazminata ilişkin verdiği miktarın
başvurucunun zararını karşıladığına, manevi tazminatın ise 5233 sayılı Kanun
kapsamında düzenlenmediği gerekçesiyle reddine karar vermiş; temyiz merciince
de bu karar onanmıştır.
77. 5233 sayılı Kanuna dayalı
manevi tazminat istemlerinde AİHM, 5233 sayılı Kanun kapsamında yalnızca maddi
zararlar için tazminat talep etme olanağının bulunduğunu, ancak Kanun’un 12.
maddesinin idari yargıda manevi zarar için tazminat talep etme imkânı
sağladığını ifade etmektedir (İçyer/Türkiye, B. No: 18888/02, 12/1/2006, § 81).
78. 5233 sayılı Kanun’un 1.
maddesinin itiraz yoluyla iptal edilmesi amacıyla yapılan başvuruda Anayasa
Mahkemesi, 25/6/2009 tarihli ve E.2006/79, K.2009/97 sayılı kararında;
“5233 sayılı Yasa, terör
eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle
zarar gören kişilerin maddi zararlarının özellikle yargı yoluna gitmelerine
gerek kalmadan, idarece en kısa süre içinde ve sulh yoluyla karşılanması
amacıyla hazırlanmış bir yasadır. Yasa bu yönüyle zarara uğrayan vatandaş ile
devlet arasındaki uyuşmazlıkta yargı yoluna gidilmeden alternatif bir çözüm
yöntemi getirmiştir. Yasa koyucu bu amaca uygun olarak yargılama hukuku
kurallarından farklı hükümler öngörerek buna ilişkin esasları Yasa'da ayrıntılı
olarak kurala bağlamıştır.
…
5233 sayılı Yasa, idarenin eylem ve işleminin sonucu olmayan
ve herhangi bir idari işlem veya eylemle doğrudan nedensellik bağı da
bulunmayan, ancak terör ve terörle mücadele sırasında meydana gelen zararların
da tazmini yolunu açan, bu anlamda idarenin kusursuz sorumluluk alanını
genişleten bir yasadır. Bu Yasa idarenin kusursuz sorumluluk alanını
genişletmekle birlikte, aynı zamanda terör ve terörle mücadele sırasında
meydana gelen zararlardan sadece 'maddi' olan kısmının sulh yoluyla tazminine
ilişkin esas ve usulleri belirlemektedir. Yasa'da bu zararlardan 'manevi' olan
kısmın idareden talep edilemeyeceğine ilişkin bir hükme yer verilmediği gibi,
12. maddede 'sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna
başvurma hakları saklıdır' denilerek Anayasa'nın 125. maddesinin birinci
fıkrasına paralel bir düzenlemeye yer verilmiştir. Bu nedenle itiraz konusu
ibare, idarenin sorumluluk alanını daraltan veya idari işlem veya eylemlere
karşı yargı yolunu kapatan bir hüküm içermemektedir.” gerekçesi ile anılan maddenin iptali istemini
reddetmiştir.
79. Danıştay İdari Dava
Daireleri Kurulunun 26/3/2014 tarihli ve E.2013/1489, K.2014/1219 sayılı
ilamının konu ile ilgili kısmı şöyledir:
“5233 sayılı Yasa, idarenin terör olaylarına dayalı kusursuz sorumluluk
alanını genişleten, oluşan zararların yargı yoluna başvurmadan sulh yoluyla
ödenmesine öngören, bu yönüyle uyuşmazlığın sadece maddi zararlara ilişkin
kısmının yargı dışı alternatif bir yöntemle giderilmesini sağlayan, ancak
manevi zararların karşılanmasını da engellemeyen nitelikte bir yasadır.
Nitekim Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi'nin 18888/02 nolu başvuruya konu 12/01/2006
günlü Aydın İçyer - Türkiye kararının 81. paragrafında, 5233 sayılı Terör ve
Terörle Mücadeleden Kaynaklanan Zararların Karşılanması Hakkında Kanunla ilgili
olarak “Tazminat Kanun’unda yalnız maddi zararlar için tazminat talep etme
olanağının bulunduğu doğru olsa da Kanun’un 12. maddesinin idari mahkemelerde
manevi zarar için tazminat talep etme olanağı verdiği görülmektedir.” ifadesine
yer verilmiştir.
Bu durumda, terör olayları
nedeniyle meydana gelen ve sosyal risk ilkesi kapsamında bulunup 5233 sayılı
Yasa uyarınca karşılanmayan ilgililerin ileri sürdükleri manevi zarara bağlı
tazminat taleplerine ilişkin uyuşmazlıklarda, idare hukukunun tazminata ilişkin
ilke ve kuralları çerçevesinde 2577 sayılı Yasanın öngördüğü usullere tabi
olarak manevi tazminat ödenip ödenmeyeceğine ilişkin yargısal incelemesinin
yapılması gerekmektedir.”
80. Bir davada maddi olguları bildirmek
tarafların, bunları hukuksal nitelendirmeye tabi tutmak ise hâkimin görevidir.
Taraflarca bildirilip iddia ve savunmaya dayanak yapılan maddi olgular
mahkemece tam olarak saptanmalı, dayanılan maddi olguların hukuksal nitelendirmesi
ve ilgili hukuk kuralının uygulanması ise mahkemece yapılmalıdır (Nurten Esen, B. No: 2013/7970, 10/6/2015,
§ 51) .
81. 5233 sayılı Kanun, yukarıda anılan
kararlarda (bkz. §§ 77-79) da belirtildiği üzere maddi zararların özel bir
giderim usulü olmakla birlikte manevi zararların karşılanmasına da engel
olmayan bir yasadır. 2577 sayılı Kanun'un 12. ve 13. maddelerinde, idarenin
işlem veya eyleminden kaynaklı olarak hakları ihlal edilenlere tazminat
talebinde bulunabilme imkânı tanınmaktadır. Bu yol, 5233 sayılı Kanun dışında
idari yargıda genel hükümlere başvurularak uğranılan zararın tazminine imkân
sağlamaktadır.
82. Başvurucu, Mahkemenin ret
gerekçesinin; Anayasa’nın 125. maddesine, 2577 sayılı Kanun’a ve tazminat
hukukunun genel prensiplerine aykırı olduğunu, Anayasa Mahkemesi kararında da
belirtildiği üzere 5233 sayılı Kanun kapsamında olmasa dahi genel hükümlere
göre manevi tazminat talep etmesine bir engel olmadığını belirtmiştir.
Başvurucu anılan iddialarını Mahkeme önünde ileri sürmüş ise de kararın
gerekçesinden (bkz. § 15) iddialarının tam olarak karşılanmadığı anlaşılmakta
olup kanun yolu merciince de anılan konu hakkında değerlendirme yapılmamıştır.
83. Bir mahkeme kararının gerekçesi; o davaya konu maddi
olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve
hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyar ve maddi olgular ile hüküm
arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterir. Tarafların, hangi nedenle haklı veya
haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve hukuka uygunluk
denetimini yapabilmeleri için ortada, usulüne uygun şekilde oluşturulmuş,
hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini kuşkuya yer vermeyecek
açıklıkta gösteren bir gerekçe bölümünün bulunması zorunludur (Nurten Esen, § 57).
84. Bu durumda, başvurucunun 1994 yılında terörle mücadeleden
dolayı köyünün boşaltılması neticesinde manevi zarara uğradığından bahisle
26/4/2010 tarihinde açtığı tam yargı davasında, ayrı ve açık bir yanıt
verilmesini gerektiren uyuşmazlığın çözümü için esaslı bir iddia olan manevi
tazminat talebine ilişkin şikâyetlerin sadece 5233 sayılı Kanun kapsamında
değerlendirilip gerekçelendirilmesi yeterli görülmemektedir. Anılan iddianın
AİHM, Anayasa Mahkemesi ve Danıştay içtihatlarında da belirtildiği üzere, 2577
sayılı Kanun kapsamında usul kurallarına ve esasa yönelik değerlendirilmesi
yapılarak, başvurucunun manevi tazminatı hak edip etmediğinin tartışılması
gerekirken 5233 sayılı Kanun’da manevi zararların karşılanmasına ilişkin
herhangi bir düzenlemeye yer verilmediği gerekçesiyle davanın reddine karar
verilmesi adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkının ihlal
edildiğini ortaya koymaktadır. Bu nedenle yargılama süreci bir bütün olarak
değerlendirildiğinde başvurucunun gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği
sonucuna varılmıştır.
85. Belirtilen nedenlerle başvurucunun
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
86. Başvurucu, manevi tazminat
talebinin reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini belirterek
25.000 TL manevi tazminat talep etmiştir.
87. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesi şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve
işlem niteliğinde karar verilemez.
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
88. Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde gerekçeli karar
hakkı yönünden Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiği tespit edilmiş olmakla
6216 sayılı Kanun’un (1) ve (2) numaralı fıkraları gereğince ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın
bir örneğinin ilgili Mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
89. Başvurucu, manevi tazminat
talebinin reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini iddia
ederek tazminat talebinde bulunmuş olup mevcut başvuruda Anayasa’nın 36.
maddesi kapsamında değerlendirme yapılarak gerekçeli karar hakkının ihlal
edildiği tespit edilmiştir. İhlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak amacıyla
yeniden yargılama yapmak üzere dosyanın ilgili Mahkemesine gönderilmesine karar
verildiği için başvurucunun tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
90. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve
1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin
başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A.
1. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Bir kısım maddi zararların
tazmin edilmemesi ve mülke erişememe süresinin eksik hesaplanması nedenleriyle
adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Birim fiyat aralıklarının
değiştirilmesi sonucu tazminat miktarının az hesaplanması nedeniyle mülkiyet
hakkının ihlal edildiği iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Manevi tazminat talebinin
reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B.
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı
kapsamındaki gerekçeli karar hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C.
Kararın bir örneğinin gerekçeli karar hakkının ihlalinin ve sonuçlarının
ortadan kaldırması için yeniden yargılama yapılmak üzere Malatya İdare
Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
D.
Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
E.
206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL
yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F.
Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru
tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde
bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ
UYGULANMASINA
6/1/2016
tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.