TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
MEHMET MENENDİZ VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2014/5235)
Karar Tarihi: 6/7/2017
Başkan
:
Burhan ÜSTÜN
Üyeler
Serruh KALELİ
Nuri NECİPOĞLU
Kadir ÖZKAYA
Rıdvan GÜLEÇ
Raportör
Mehmet Sadık YAMLI
Başvurucular
1. Mehmet MENENDİZ
2. Özgül MENENDİZ
3. Yeliz GÜVENÇ
Vekilleri
1. Av. Mustafa GÖNÜLAL
2. Av. Savaş BAYTOK
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, zorunlu askerlik görevi sırasında vefat nedeniyle açılan tam yargı davasının Askeri Yüksek İdare Mahkemesince süre aşımı yönünden reddedilmesi nedeniyle adil yargılama hakkının ihlal edildiğini iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 16/4/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvuruculardan Mehmet ve Özgül Menendiz'in oğlu, Yeliz Güvenç'in kardeşi olan Duran Aykut Menendiz, Ankara ilinde askerlik görevini yapmakta iken 21/1/2012 tarihinde çarşı izni dönüşü akşam içtimasında bayılarak düşmüş; bunun üzerine Gülhane Askeri Tıp Akademisi (GATA) Acil Polikliniğine sevk edilmiştir.
9. GATA'da yapılan muayenede ''spontan solunum ve dolaşım yok, bilateral pupilleri fix-dilate'' tanısı belirtilerek hakkında ölüm raporu tanzim edilmiştir. Aynı hastanenin 6/2/2012 tarihli toksikoloji analiz raporuna göre müteveffanın mesane yıkama solüsyonunda esrar ve alkol metapoliti tespit edilmiş, İstanbul Adli Tıp Kurumunun 6/6/2012 tarihli raporunda da kesin ölüm nedeni ''esrar ve alkol almış kişinin ölümünün zehirlenme sonucu meydana geldiği" şeklinde mütalaa edilmiştir.
10. Askerî Savcılık tarafından olay hakkında yapılan soruşturma sonucunda da ''Müteveffanın 21.01.2012 günü er Y.Ö. ile birlikte çarşı iznine çıktığı, daha sonra Ulus'a giderek kahvaltı yaptıkları, kahvaltıdan sonra müteveffanın 5 gr civarında bir esrar maddesini bir sokak satıcısından temin ederek sigaraya sararak içtiği, aynı gün öğleden sonra müteveffanın 2 şişe bira içtiği, akşam üstüne doğru minibüse binerek fotoğraf makinesi kiraladıkları fotoğrafçıya gittikleri, müteveffanın minibüste giderken başını öndeki koltuğa yasladığı, arkadaşı Y.nin müteveffanın yüzünün solduğunu fark ederek bir şeyi olup olmadığını sorduğu, müteveffanın "yok" şeklinde cevap verdiği, fotoğrafçıdan çıktıktan sonra müteveffanın biraz yürüyüş yapmak istediği "açılırım" dediği, biraz parkta oturdukları, ardından kışlaya döndükleri, bu sırada müteveffanın arkadaşı Y.ye üşüdüğünü söylediği, ara sıra titrediği, müteveffanın kışlaya saat 17.40 civarında giriş yaptığı, alkollü olmaları ihtimaline karşı girişte de tutanak tutulduğu, müteveffanın ve arkadaşı Y.nin daha sonra akşam içtimasına çıktıkları, içtimada çömelme vaziyetinde beklerken saat 18.15 civarında müteveffanın bayılarak yere düştüğü, ... durumun hemen nöbetçi amire iletildiği, ...18.40'ta Mamak'ta bulunan kışlaya intikal ederek burada bulunan revirde sıhhıye astsubayı tarafından yapılan kontrolde nabız alınamayarak saat 18.52'de Mamak'ta bulunan kışladan ambulansla GATA'ya gönderildiği, saat 19.05'te de GATA acil polikliniğine getirildiği, burada yapılan muayenesinde ... ölüm raporu tanzim edildiği ...İstanbul Adli Tıp Kurumu 1'inci İhtisas Kurulunun ... kararına göre müteveffanın otopsisinde tespit edilen makroskobik ve mikroskobik bulgular birlikte değerlendirildiğinde esrar ve alkol almış kişinin ölümünün zehirlenme sonucu meydana geldiği, ...müteveffanınölümüyle ilgili olarak kusur atfedilecek bir personelin bulunmadığı, İstanbul Adli Tıp Kurumu 1'inci İhtisas Kurulunun 12/12/2012/4778 gün ve sayılı kararına göre de, GATA ve revirde gerekli müdahalenin zamanında yapıldığı, kusurlu sağlık personeli bulunmadığının anlaşıldığı'' belirtilerek 28/1/2013 tarihli ve E.2013/144, K.2013/7 sayılı kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir.
11. Bu karara yapılan itiraz da Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Mahkemesinin 20/2/2013 tarihli ve 2013/82 İd. ve 2013/57 Müt. sayılı kararıyla reddedilmiş, söz konusu karar 4/3/2013 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir.
12. Başvurucular 20/2/2013 tarihinde Millî Savunma Bakanlığına başvurup hem hizmet kusuru hem de kusursuz sorumluluk ilkelerine göre maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır. Başvurucular idari müracaatlarında özellikle yakınlarının uyuşturucu kullandığının idarece bilindiği ancak tedbir alınmadığı, kışlaya girerken alkollü olduğu bilindiği hâlde revire sevk edilmediği ve hastaneye sevk sırasında uygun araç bulunması noktasında gecikmeler olduğu hususlarına dikkat çekmişlerdir. İdarece tazminat istemi zımnen reddedilmiş, bunun üzerine dava açılmıştır.
13. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) İkinci Dairesi 11/9/2013 tarihli ve E.2013/1094, K.2013/1024 sayılı kararıyla başvurucuların; müteveffanın ölümü ile oluşan zararlarından ölüm tarihi itibarıyla haberdar olduklarından bu tarihten itibaren bir yıl içerisinde idareye başvurarak dava açmaları gerektiği, olayda ise bu bir yıllık süreden sonra idari başvuru yapıldığı gerekçesiyle davayı süre aşımı nedeniyle oyçokluğuyla reddetmiştir. Gerekçesi şöyledir:
"Davacıların yakınlarının 21.01.2012 tarihinde ölümü ile oluşan zararlarından haberdar oldukları ve bu tarihten itibaren bir yıllık süre içerisinde (21.01.2013 tarihinde mesai bitimine kadar) davalı idareye başvurarak oluşan zararlarının tazmin edilmesini istemeleri gerektiği, ancak anılan tarihten sonra 20.02.2013 tarihinde zorunlu idari müracaatta bulunarak tazminat talep ettiği anlaşılmakla, işbu davada bu yönüyle süre aşımı bulunduğu ve bu nedenle 10.05.2013 tarihinde AYIMde açılan işbu davanın süre aşımı yönünden reddine karar verilmesi gerektiği sonuç ve kanaatine varılmıştır. "
14. Karşıoyda ise şöyle ifade edilmiştir:
"Somut olayda ... K.Y.O. kararının 20.02.2013 tarihinde kesinleştiği ve 04.03.2013 tarihinde davacılara tebliğ edildiği anlaşılmakla, zararın nedenleriyle birlikte bu tarih itibariyle öğrenildiğinin kabul edilmesi gerektiği düşünülmektedir.
Zira başlangıçta ölüm olayı ile zarar öğrenilmiş ise de, zararın nedenin yani, idariliğinin de öğrenilmesi gerektiği, bunun idarenin hizmet kusuruna dayandırılması veya olayda idarenin kusursuz sorumluluğu olup olmadığının ancak Askeri Savcılık soruşturma sonrasında tespit edilebileceği, başka bir ifadeyle bu soruşturma sonucunda zararın (ölüm olayının) idareye yüklenebilecek bir eylemden mi, 3'üncü şahsın bir eyleminden mi, yoksa bunların dışında tamamen ölene atfedilebilecek bir eylemden mi kaynaklandığı sorularına cevap bulunabilecek ve böylece meydana gelen zararın tazmin edilip edilemeyeceği, tazmin edilebilecekse kimden tazmin edileceği hususu da öğrenilmiş olacaktır. Nitekim Askeri Savcılığın soruşturması sonucunda müteveffanın kesin ölüm sebebi tespit edilmiş ve bu olay sebebiyle ceza yargılaması açısından herhangi bir personelin kusuru olmadığı belirtilmiş olmakla birlikte, davacı vekilinin idari anlamda hizmet kusuru olabilecek bazı bilgi ve belgeleri söz konusu soruşturma dosyasından elde ettiği ve bu şekilde davacıların yakınlarının ölüm olayında davalı idarenin bir sorumluluğu olabileceğini öğrendiği değerlendirilmiştir.
Açıklanan bu hususlar dikkate alınarak yasada belirtilen 1 yıllık zorunlu idari müracaat süresinin söz konusu soruşturma sonucunun müteveffanın yakınlarına tebliğinden itibaren başlatılması gerektiği kanaatine varılmakla, 21.01.2012 tarihindeki ölüm olayı sonrasında 28.01.2013 tarihinde tamamlanan ve itirazlar sonucunda 20.02.2013 tarihinde kesinleşen askeri savcılığın K.YO. kararının 04.03.2013 tarihinde davacılara tebliğ edildiği ve bu suretle 1 yıllık zorunlu idari müracaat süresinin bu tarihten başlatılması gerektiği dikkate alındığında, davacıların 20.02.2013 tarihinde davalı idareye ulaşan maddi ve manevi tazminat talepli müracaatlarına idarenin cevap vermeyerek zımnen ret etmesi üzerine 10.05.2013 tarihinde açılan işbu davada süre aşımı bulunmadığı ve bu suretle davanın esastan görülmesi gerektiği düşüncesinde olduğumuzdan Sayın Çoğunluğun kararına katılmadık."
15. Başvurucuların karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 26/2/2014 tarihli ve E.2014/339, K.2014/254 sayılı kararıyla oyçokluğuyla reddedilmiş, karar 26/3/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.
16. Başvurucular 16/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. Anayasa ve Kanun Hükümleri
17. Anayasa’nın 125. maddesinin son fıkrası şöyledir:
“İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.”
18. 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun43. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açmadan önce, bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde yetkili makama başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri lazımdır. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde bu konudaki işlemin tebliği tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açabilirler."
19. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir."
2. Danıştay İçtihadı
20. Danıştay Onuncu Dairesinin 4/11/2011 tarihli ve E.2008/7182, K.2011/4711 sayılı kararı şöyledir:
"Bir eylemin idariliği ve doğurduğu zarar bazı durumlarda eylemin gerçekleşmesiyle, kimi zaman da değişik araştırma ve incelemelerden, hatta ceza davalarından sonra ortaya çıkabilmektedir.
Özelikle, kamu görevlilerinin idari tasarrufta bulunurken uyulması zorunlu görülen kurallara uymamaları nedeniyle kendilerine izafe edilebilecek nitelikte olmakla birlikte, resmi yetkilerin kullanımı sırasında gerçekleştiği için idaresinden de ayrılamayan görev kusurlarından doğan zararın tazmini istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin idariliği, zararın, kamu görevlisinin kişisel kusurundan mı, görev kusurundan mı kaynaklandığının ceza muhakemesi sonucunda belirlenmesiyle ortaya çıkabilmektedir.
Bu nedenlerle, 2577 sayılı Kanun’un 13. maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık sürelerin eylemin idariliğinin ve doğurduğu zararın ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun, dava açma yolunun kullanımını güçleştirerek hak arama hürriyetini olumsuz etkileyeceğini belirtmek gerekir. Anılan Yasa hükmünde öngörülen tam yargı davalarının, idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminine yönelik olması sebebiyle davanın açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya çıkması zorunludur."
21. Aynı Dairenin 31/5/2016 tarihli ve E.2016/4241, K.2016/3896 sayılı kararı şöyledir:
"2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 13. maddesinde, idari eylemlerden hakları ihlal edilen ilgililerin, idari eylemleri öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve herhalde idari eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gerektiği hükme bağlanmıştır.
Anılan Kanun hükmünde idareye başvuru için öngörülen en geç beş yıllık sürenin hangi tarihten itibaren başlatılacağı zaman zaman duraksamalara yol açtığından, bu hususun irdelenmesi gerekmektedir.
Tam yargı davaları, idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminini ifade etmektedir. Bu nedenle, tam yargı davasının açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya çıkması zorunludur.
İdari eylem, idarenin işlevi sırasında bir hareketi, bir davranışı, bir tutumu veya hareketsizliği; idari karar ve işlemle ilgisi olmayan, başka bir deyişle öncesinde, temelinde bir idari karar veya işlem olmayan salt maddi tasarrufları ifade etmektedir. Söz konusu eylemlerin idariliği ve doğurduğu zarar bazen eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya çıkarken, bazen de çok sonra, değişik araştırma, inceleme ve hatta ceza yargılamaları sonucu ortaya çıkabilmektedir.
Özellikle kamu görevlilerinin idari bir tasarruf yaparken, mevzuatın, üstlendiği ödevin ve yürüttüğü hizmetin kural, usul ve gereklerine aykırı olarak, kendisine izafe edilebilecek boyutta ve biçimde, ancak yine de resmi yetki, görev ve olanaklardan yararlanarak, onları kullanarak hareket ettiği, bu nedenle de idaresinden tamamen ayrılmasını önleyen ve engelleyen görev kusurları nedeniyle doğan zararların tazmini istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin idariliği, bazen ceza davalarıyla personelin şahsi kusuru sonucu mu yoksa görev kusuru sonucu mu zararın ortaya çıktığının belirlenmesinden sonra saptanabilmektedir.
Bu itibarla, 2577 sayılı Kanun'un 13'üncü maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık sürenin, eylemin idariliğinin ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun, zarara yol açan eylemin idariliğinin ortaya çıkmasıyla kullanılması mümkün olan dava açma hakkını ortadan kaldıracağı, hak arama özgürlüğüyle bağdaşmayacağı açıktır."
B. Uluslararası Hukuk
22. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme/AİHS) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir...”
23. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasında ifade edilen hakkın kurucu unsurlarından birinin mahkemeye erişim hakkı olduğunu belirtmiştir (Golder/Birleşik Krallık, B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 36). Mahkemeye erişim hakkı, Sözleşme'nin 6. maddesinde yerini bulan güvencelerin doğal bir parçası olup (Lawyer Partners A.S./Slovakya, B. No: 54252/07, 16/6/2009, § 52) bu kapsamda (1) numaralı fıkra, herkesin kişisel hakları ve yükümlülükleriyle ilgili her türlü iddiasını bir mahkeme veya bir yargı yeri önüne çıkarma hakkını güvence altına alır (Golder/Birleşik Krallık, § 36).
24. Mahkemeye erişim hakkı, niteliği gereği devlet tarafından düzenleme yapılmayı gerektirdiğinden mutlak bir hak olmayıp sınırlamalara tabidir. AİHM'e göre bu hak, Sözleşme'nin tanımlamaksızın kabul ettiği bir hak olduğundan bir hakkın kapsamını belirleyen (çerçevesini çizen) sınırlardan başka sınırlamalara da tabi olabilir. Ancak hiçbir durumda bu sınırlamalar hakkın özünü zedelememelidir (Golder/Birleşik Krallık, § 38).
25. Ayrıca bu sınırlama meşru bir amaç izlemeli ve kullanılan araçlarla gerçekleştirilmek istenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi bulunmalıdır, aksi takdirde sınırlama 6. maddenin (1) numaralı fıkrasıyla bağdaşmaz (Ashingdane/Birleşik Krallık, B. No: 8225/78,28/5/1985, § 57).
26. Temyize başvurma, dava açma gibi usul kurallarına ilişkin kanunlarda birtakım süreler öngörülmesi, hukuksal güvenlik ilkesi ve mahkemelerin zamanın geçmesi nedeniyle güvenilirliği kalmayan ve eksik olan kanıtlara dayanarak uzak geçmişte meydana gelmiş olaylar hakkında karar vermelerini istemekle oluşabilecek adaletsizliklerin önüne geçmek gibi önemli ve meşru amaçlara hizmet etmektedir (Stubbings ve digerleri/Birleşik Kralık, B. No: 22083/93, 22/10/1996, § 51).
27. Süre koşulu gibi dava açmaya ilişkin usul koşulları birden fazla yoruma neden olabilecek nitelikte ise mahkemeye erişim hakkı kapsamında o yorumlardan birinin davayı açmak isteyen kişileri engelleyecek şekilde katı bir şekilde kullanılmaması veya söz konusu koşulların katı bir uygulamaya tabi olmaması gerekir (Beles ve diğerleri/Çek Cumhuriyeti, B. No: 47273/99, 12/11/2002, §§ 50, 51).
28. Dava açma hakkını kullanmak yasal birtakım şartlara bağlansa da mahkemelerin usul kurallarını uygularken hem yargılamanın adil olmasına halel getirecek aşırı şekilcilikten hem de yasalar tarafından konulan usul kurallarını ortadan kaldırma sonucunu doğuracak aşırı esneklikten kaçınmaları gerekir (Walchli/Fransa, No. 35787/03, 26/7/2007, § 29). Yapılan düzenlemeler, hukuk güvenliği ilkesi ve adaletin iyi bir şekilde tecelli etmesi amaçlarına hizmet etmediği ve dava açmak isteyen kişinin önünde davasının esasını yetkili ve görevli mahkeme önünde inceletmek bakımından bir engel oluşturduğu durumlarda mahkemeye erişim hakkı ihlâl edilmiş olur (Efstathiou ve diğerleri/Yunanistan, No. 36998/02, 27/7/2006,§ 24).
29. Bir tazminat davasının kusur veya ihmale dayandırıldığı hâllerde, başvurucu söz konusu kusur veya ihmali oluşturan olaydan haberi olduğu ya da haberi olması gerektiği tarihten itibaren dava açma hakkına sahip olmaktadır (Miragall Escolano ve diğerleri/İspanya, No. 38366/97, 38688/97, 40777/98, 40843/98, 41015/98, 41400/98, 41446/98, 41484/98, 41487/98 ve 41509/98, § 37, AİHM 2000-I ve Canete de Goni/İspanya, No. 55782/00, § 40, AİHM 2002-VIII). Bu kapsamda tazminat davasının ileri sürülen bir kusur veya ihmale dayandığı durumlarda, başvurucununyalnızca bu kusur veya ihmalin sonuçlarından haberdar olduğu veya haberdar olması gerektiği andan itibaren yani haklarının ihlal edildiğiyle ilgili belge ya da karardan haberdar olduğu tarihten itibaren dava açma süresi işleyebilecektir (Yeşilkaya/Türkiye (k.k.), B. No: 47157/10, 26/5/2015,§ 39).
30. AİHM; Sefer Yılmaz ve Meryem Yılmaz/Türkiye (B.No: 611/12, 17/11/2015) başvurusunda, askerde ölüm olayıyla ilgili yürütülen ceza soruşturmasının takipsizlikle sonuçlanmasının ardından AYİM'de açılan tam yargı davasınınsüre aşımı gerekçesiyle reddedilmesine ilişkin başvuruda başvurucuların mahkemeye erişim hakkının ihlal edilip edilmediği hususunu değerlendirmiştir. Söz konusu olayda başvurucuların oğlu M.Y., 9/9/2008 tarihinde nöbet kulübesinde el bombasının patlaması sonucu vefat etmiştir. Yapılan soruşturmanın ardından 15/12/2009 tarihinde Askerî Savcılık, ölüm olayının meydana gelmesinde kimsenin kusur ya da kastının bulunmadığı M.Y.nin el bombasıyla intihar ettiği sonucuna varmıştır. Askerî Savcılığın bu sonuca varmasında olay yeri inceleme raporu, olay yeri krokisi, otopsi raporları ve tanıkların M.Y.nin ailevi ve maddi çeşitli sıkıntılara bağlı olarak psikolojik sorunlarının olduğuna dair ifadeleri etkili olmuştur. Söz konusu kararın ardından başvurucular 28/8/2010 tarihinde tazminat istemiyle İçişleri Bakanlığına başvuruda bulunmuş, istemin zımnen reddi üzerine 2/11/2010 tarihinde AYİM'de tam yargı davası açmışlardır. AYİM 1602 sayılı Kanun'un 43. maddesinde öngörülen bir yıllık süreyi ölüm tarihinden başlatarak davayı süre aşımı gerekçesiyle reddetmiştir. AYİM kararında, yürütülen soruşturma sonucunda ölüm olayının davacılar yakınının intihar kastıyla el bombasını patlatması şeklinde gerçekleştiği ve bu durumun davacılar tarafından da önceden bilinen ölüm sebebinde herhangi bir değişiklik yapmadığı kanaatine varıldığı da ayrıca belirtilmiştir.
31. AİHM ise davanın temelinde yer alan konunun bir yıllık süre sınırının M.Y.nin ölüm tarihinden itibaren başlatılması olduğunu belirtmiş, başvuranların oğullarının 9/9/2008 tarihinde hayatını kaybettiğini öğrendiklerini ancak kesin ölüm nedenini bilmediklerini bu bağlamda takipsizlik kararı tebliğ edilinceye kadar söz konusu olayın kaza, cinayet veya intihar olduğunu kesin olarak bilemediklerini ve bu durumun AYİM'e başvuru yapılması için belirleyici bir etkiye sahip olduğunu vurgulamıştır. AİHM, olay tarihinde başvurucuların elinde idarenin kusur veya ihmaliyle ilgili kıstaslar bulunmadığını, kovuşturmaya yer olmadığına dair karardan haberleri olduğu tarihten itibaren tam olarak soruşturma unsurlarına erişebildiklerini ve idarenin olası bir hatası veya ihmalinden haberleri olduğunu, anılan kararın tebliğinin üzerinden bir yıl geçmeden idareye başvuru yapıldığı ve bu koşullarda başvurucuların ihmalkâr davrandıkları ya da hatalı oldukları yönünde suçlanamayacaklarını belirterek AYİM kararının başvuranları mahkemeye erişim haklarından mahrum bıraktığı sonucuna varmıştır (Sefer Yılmaz ve Meryem Yılmaz/Türkiye, §§ 65-73).
32. Öte yandan AİHM, Canan Eyilmez ve diğerleri/Türkiye (B. No:74704/11, 1/7/2014,§§ 24-34) başvurusunda, askerde ölüm olayıyla ilgili kusursuz sorumluluğa dayalı olarak açılan tam yargı davalarında takipsizlik kararından haberdar olmaya ihtiyaç duyulmadığını, dolayısıyla kusursuz sorumluluk esasına göre açılan davalarda bir yıllık dava açma süresinin ölüm tarihinden itibaren başlatılmasının makul olduğunu belirtmiştir. AİHM başvurucuların, yakınlarının zorunlu askerlik hizmetini yerine getirdiği sırada ölümcül kazanın meydana gelmesi nedeniyle idarenin kusursuz sorumluluk ilkesine dayanarak kendilerine tazminat ödemeye mahkûm edilmesi gerektiğini savunduklarına dikkat çekerek idarenin olası kusurundan bilgi sahibi olmaya ihtiyaç duyulmadığını, bu nedenle dava açma süresinin olay tarihinden itibaren başlatılmasının hakkaniyetsizlik olarak ya da kendi özünde başvuranların mahkemeye erişim haklarına zarar verecek nitelikte görülmediği gerekçesiyle başvuruyu kabul edilemez bulmuştur.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
33. Mahkemenin 6/7/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları
34. Başvurucular; dava açma süresinin kovuşturmaya yer olmadığı kararına yapılan itirazın reddedilip ret kararının kendilerine tebliğ edildiği 4/3/2013 tarihinden itibaren başlatılması gerektiğini zira ölüm olayı ile idarenin (icrai-ihmali) eylemi arasındaki illiyet bağının ve zararın nedenleriyle birlikte bu tarihte öğrenildiğini, murislerinin vatani görevini yapmakta iken idarenin geç ve eksik müdahalesi sebebiyle vefat ettiğini, davanın süresinde kabul edilerek tazminat taleplerinin karşılanması gerekirken süre aşımı yönünden reddedilmesinin mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüş, yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesini talep etmişlerdir.
B. Değerlendirme
35. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasışöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
36. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Müdahalenin Varlığı ve Hakkın Kapsamı
37. Anayasa’nın 36. maddesinin birici fıkrasında, herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir.
38. Anayasa'nın 36. maddesine 2001 yılı değişiklikleriyle eklenen "adil yargılanma" ibaresine ilişkin gerekçede Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Bu sözleşmelerden AİHS ile AİHS'i yorumlayan AİHM içtihadındaki adil yargılanma hakkı güvencelerinden birini mahkemeye erişim hakkı oluşturmaktadır (bkz. § 23).
39. Anayasa Mahkemesi içtihadına göre de bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelen mahkemeye erişim hakkı, Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün temel unsurlarından biridir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).
40. Başvurucuların, açtığı davanın AYİM İkinci Dairesi tarafından süresinde açılmadığı gerekçesiyle reddedilerek davanın esasının incelenmemesinin, başvurucuların mahkemeye erişim hakkına müdahale olduğu açıktır.
b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
41. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
42. Adil yargılanma hakkının görünümlerinden biri olan mahkemeye erişim hakkı, mutlak bir hak olmayıp bu hakkın sınırlandırılması mümkündür. Ancak mahkemeye erişim hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin gözönünde bulundurulması gerekmektedir (Murat Kara ve diğerleri, B. No: 2014/6042, 9/3/2017, § 59).
43. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 36. maddesinin ihlalini teşkil edecektir.
44. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen; kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe dayanma, ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
i. Kanunilik
45. Başvuruya konu olayda AYİM İkinci Dairesinin, 1602 sayılı Kanun’un 43. maddesine göre süre aşımı gerekçesiyle davanın reddine karar verdiği anlaşılmaktadır. AYİM Dairesinin bu hükme göre verdiği kararla yapılan müdahalenin kanun tarafından öngörülme ölçütünü karşıladığı açıktır.
ii. Meşru Amaç
46. Anayasa'nın 36. maddesinde, hak arama özgürlüğü için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel sınırlama nedeni öngörülmemiş hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen maddede herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa da Anayasa'nın başka maddelerinde yer alan kurallara dayanarak bu hakların sınırlandırılması mümkün olabilir. Dava açma hakkının kapsamına ve kullanım koşullarına ilişkin bir kısım düzenlemelerin hak arama özgürlüğünün doğasından kaynaklanan sınırları ortaya koyan ve hakkın norm alanını belirleyen kurallar olduğu açıktır. Ancak bu sınırlamalar Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan güvencelere aykırı olamaz (AYM, E.2014/112, K.2014/203, 25/12/2014).
47. Diğer taraftan hukuki güvenlik ve hukuki istikrar ilkeleri Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel ilkelerindendir. Bu ilkelerin sağlanması amacıyla adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan mahkemeye erişim hakkına sınırlama getirilebilir. Bu çerçevede idari işlem ve eylemlerin sürekli bir biçimde dava açılma tehdidi altında kalmasını engellemek, kamu hizmetinin hızlı ve etkin biçimde yürütülmesini sağlamak amacıylahukuki istikrar ve hukuki güvenlik ilkeleri gereği idari davaların açılmasının belli sürelerle sınırlandırıldığını söylemek mümkündür.
48. Bunun yanında dava ya da hukuki işlemler için tanınan süreler, mahkemelerin zamanın geçmesi nedeniyle güvenilirliği kalmayan, eksik ya da ulaşılması zor kanıtlara dayanarak uzak geçmişte meydana gelmiş olaylar hakkında karar vermelerini istemekle oluşabilecek adaletsizliklerin önüne geçmek ve hukuk güvenliğini sağlamak gibi önemli ve meşru amaçlara hizmet ederler (AYM, E.2014/92, K.2016/6, 28/1/2016, § 17).
49. Bir başka ifadeyle süre gibi usul kuralları adaletin iyi yönetimini ve bilhassa hukuki güvenlik ve istikrara saygının temin edilmesini amaçlarlar.
50. Bu açıklamalar çerçevesinde idari işlem ve eylemlere karşı açılan davalarda süre koşulunun öngörülmesi meşru amaçlara sahiptir.
iii. Ölçülülük
51. Başvurucuların, yakınlarının askerde vefatı nedeniyle uğradıklarını ileri sürdükleri zararın tazmini istemiyle açtıkları davada AYİM’in, dava açma süresini ölüm tarihinden başlatarak davayı süre aşımı gerekçesiyle reddetmesi nedeniyle başvurucuların mahkemeye erişimine getirilen sınırlamanın ölçülü olup olmadığınınincelenmesi gerekir.
(1) Genel İlkeler
52. Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında dikkate alınacak ölçütlerden biri olan ölçülülük, hukuk devleti ilkesinden doğmaktadır. Hukuk devletinde hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması istisnai bir yetki olduğundan bu yetki ancak durumun gerektirdiği ölçüde kullanılması koşuluyla haklı bir temele oturabilir. Bireylerin hak ve özgürlüklerinin somut koşulların gerektirdiğinden daha fazla sınırlandırılması, kamu otoritelerine tanınan yetkinin aşılması anlamına geleceğinden hukuk devletiyle bağdaşmaz (AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014).
53. Mahkemeye erişim hakkı kapsamında dava açma süresi gibi usul koşullarına ilişkin kurallar yorumlanırken ölçülülük ilkesi gözönünde bulundurulmalıdır. Buna göre bir yandan kişilerin mahkemeye erişimine engel oluşturacak aşırı şekilcilikten kaçınılırken diğer yandan da kanunla belirlenen usul kurallarının ortadan kaldırılması sonucunu doğuracak aşırı esneklikten kaçınılmalıdır. Bu durum özellikle dava açma süresinin ne zaman işlemeye başladığının açık olmadığı veya bu hususta birden fazla yorum yapma imkânının bulunduğu durumlarda önemlidir. Mahkemeye erişim hakkı kapsamında dava açma süresinin ne zaman işlemeye başlayacağına ilişkin birden fazla yorum yapma imkânının bulunması hâlinde kişilerin mahkemeye erişimini engellemeyecek olan yorumun benimsenmesi gerekir.
54. Öte yandan bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği ilgili mevzuatı yorumlamak derece mahkemelerinin görevi olup Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruda incelediği husus derece mahkemelerinin gerekçelerine esas yorumun ölçülü olup olmadığı ve buna göre Anayasa'da güvence altına temel hak ve özgürlükleri ihlal edip etmediğidir. Bu kapsamda dava açma sürelerinin hangi tarihte başlayacağını belirlemek Anayasa Mahkemesinin görevi olmayıp Anayasa Mahkemesi, dava açma sürelerinin başlatıldığı tarihle ilgili derece mahkemelerin yorumlarının Anayasa'da güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkını ihlal edip etmediğini incelemektedir.
55. Ayrıca, derece mahkemesi kararlarında başvurucuların uğradıklarını ileri sürdükleri zararı öğrendikleri veya öğrenmeleri gereken tarih hakkında hiçbir değerlendirme yapılmaksızın dava açma süresine ilişkin bazı kategorik kabul ve değerlendirmelerle davaların süre yönünden reddedilmesi mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir.
56. Bir kısmına yukarıda yer verilen (§§ 20, 21) Danıştay içtihatlarında ortaya konulduğu üzere idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan tam yargı davasında idarenin tazminle yükümlü tutulabilmesi için ortada idari eylem ve zarar olmalı, ayrıca zararla idari eylem arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Bu çerçevede eylemin idariliğinin veya yol açtığı zararın ya da illiyet bağının eylemden çok sonra anlaşıldığı veya ortaya konulabildiği durumlarda dava açma süresinin bu tarihlerden sonra başlayacağı kabul edilmektedir.
57. Söz konusu eylemlerin idariliği ve doğurduğu zarar bazen eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya çıkarken bazen de çok sonra, değişik araştırma, inceleme ve hatta ceza yargılamaları sonucu ortaya çıkabilmektedir. Ortaya konulacak ölüm nedeni, çoğu zaman eylemin idariliğinin ve illiyet bağının varlığının tespiti konusunda önem taşımaktadır (Benzeri yöndeki değerlendirmelere için bkz. Emre Çalıkoğlu, B. No: 2013/4686, 4/11/2015, §§ 64-67).
58. Bu bağlamda özellikle askerde meydana gelen ve kesin nedeni bilinmeyen olayların kaza, cinayet veya intihar olup olmadığının yapılan adli veya idari soruşturma sonucu ortaya çıktığı durumlarda ilgililerin kesin ölüm nedenini bilmeleri, takip edecekleri usul ve başvuracakları idari ve adli mercilerin belirlenmesinde bu kapsamda ilgililerin tam yargı davası açma iradeleri üzerinde belirleyici etkiye sahiptir.Söz konusu soruşturmalar ise idari veya adli makamlarca resen yürütüldüğünden soruşturma süresinin uzunluğu üzerinde genellikle davacıların bir etkisi ve soruşturma sonucunu beklemekten başka bir görevleri bulunmamaktadır.
59. Bu durum özellikle, tam yargı davasının kusur veya ihmalin varlığına dayandırıldığı durumlarda önem arz eder. Yürütülen soruşturma sonucu kusur veya ihmalin varlığı tespit edildiğinde dava açma süresinin, davacıların kusur veya ihmalin varlığından veya sonuçlarından haberdar olduğu veya haberdar olması gerektiği andan itibaren başladığının kabulü gerekir.
(2)İlkelerin Olaya Uygulanması
60. Başvurucular, 1602 sayılı Kanun’da belirtilen dava açma süresinin mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği yönünde bir şikâyette bulunmamıştır. Başvurucular, anılan sürenin başlangıç tarihi olarak vefat tarihinin esas alınmasının mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiğinden şikâyet etmektedir.
61. Başvuruya konu olayda, başvurucuların yakının vefatının sebebi Askerî Savcılığın 5/2/2013 tarihinde tebliğ edilen takipsizlik kararına yapılan itirazın reddedilmesiyle kesinleştirilmiştir. Başvurucular takipsizlik kararına itirazın ardından henüz itiraz reddedilmeden önce 20/2/2013 tarihinde tazminat talebiyle idari müracaatlarını yapmış ve müracaatın zımnen reddedilmesi üzerine 10/5/2013 tarihinde dava açmışlardır. AYİM kararında ise vefatın öğrenildiği tarihten itibaren zararın öğrenildiği ve bunun üzerinden de idari başvuru yapılan 20/2/2013 tarihi itibarıyla bir yıllık sürenin geçtiği belirtilerek dava süre aşımı gerekçesiyle oyçokluğuyla reddedilmiştir.
62. Başvurucular; yakınlarının uyuşturucu kullandığının idarece bilindiği ancak tedbir alınmadığı, kışlaya girerken alkollü olduğu bilindiği hâlde revire sevk edilmediği ve hastaneye sevk sırasında uygun araç bulunması noktasında gecikmeler olduğu hususlarına özellikle dikkat çekerek hem kusur sorumluluğuna hem de kusursuz sorumluluğa dayalı olarak tazminat talebinde bulunmuşlardır.
63. AYİM Dairesi, dava açma süresinin hesabında ölümün gerçekleştiği tarihi esas almış; başvurucuların idarenin kusurundan kaynaklandığını ileri sürdükleri zararı hangi tarihte öğrenebilecekleri, başka deyişle başvurucular tarafından eylemin idariliğinin ne zaman öğrenildiği ya da eylemin idariliği ihtimaline ne zaman kanaat getirildiği hakkında herhangi bir açıklamaya yer vermemiştir.
64. Başvuruya konu olayda başvuranların yakınlarının 21/1/2012 tarihinde hayatını kaybettiğini öğrendikleri konusuda tartışma bulunmamakla birlikte kesin ölüm nedenini takipsizlik kararı tebliğ edilinceye kadar kesin olarak bilemedikleri, bu durumun da AYİM'e başvuru yapılması için belirleyici bir etkiye sahip olduğu açıktır. Kaldı ki başvurucular,kovuşturmaya yer olmadığına dair karardan haberleri olduğu tarihten itibaren tam olarak soruşturma unsurlarına erişebilmiş ve vefat sürecine ilişkin olarak tam yargı davasına dayanak yapılan idarenin olası hatası veya ihmalinden bu şekilde haberdar olmuşlardır.
65. Dolayısıyla somut olayda vefat nedenini ortaya koyan takipsizlik kararı üzerine bir yıl içinde idari başvuru yapılarak buna uygun şekilde dava açıldığı hâlde salt uğranıldığı ileri sürülen zararın vefat tarihi itibarıyla öğrenildiği değerlendirilerek dava açma süresinin başlangıcı olarak kabul edilmesinin başvurucuların mahkemeye erişim hakkına yönelik katı bir yorum olduğu ve bu yorumun başvurucuların mahkemeye erişim hakkını kullanmasını aşırı derecede güçleştirdiği açıktır.
66. Açıklanan nedenlerle başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
67. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
68. Başvurucular, yargılamanın yenilenmesine karar verilmesini istemişlerdir.
69. Adil yargılanmahakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
70. Mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Askeri Yüksek İdare Mahkemesi İkinci Daire Başkanlığına gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
71. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin adil yargılanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere - Anayasa'nın 21/1/2017 tarihli ve 6771 sayılı Kanun ile getirilen geçici 21. maddesinin birinci fıkrasının (E) bendiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi kaldırılmış olduğundan anılan bendin (b) alt bendi gereğince- yetkili idari yargı merciine GÖNDERİLMESİNE (Karar, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi İkinci Dairesinin 11/9/2013 tarihli ve E.2013/1094, K.2013/1024 sayılı kararıyla ilgilidir.),
D. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREK OLARAKÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 6/7/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.