TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MEHMET MENENDİZ VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/5235)
|
|
Karar Tarihi: 6/7/2017
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh
KALELİ
|
|
|
Nuri
NECİPOĞLU
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör
|
:
|
Mehmet Sadık
YAMLI
|
Başvurucular
|
:
|
1. Mehmet
MENENDİZ
|
|
|
2. Özgül
MENENDİZ
|
|
|
3. Yeliz
GÜVENÇ
|
Vekilleri
|
:
|
1. Av.
Mustafa GÖNÜLAL
|
|
|
2. Av. Savaş
BAYTOK
|
|
|
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, zorunlu askerlik görevi sırasında vefat nedeniyle
açılan tam yargı davasının Askeri Yüksek İdare Mahkemesince süre aşımı yönünden
reddedilmesi nedeniyle adil yargılama hakkının ihlal edildiğini iddiasına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 16/4/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve
bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağını
bildirmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvuruculardan Mehmet ve Özgül Menendiz'in oğlu, Yeliz
Güvenç'in kardeşi olan Duran Aykut Menendiz, Ankara ilinde askerlik görevini
yapmakta iken 21/1/2012 tarihinde çarşı izni dönüşü akşam içtimasında bayılarak
düşmüş; bunun üzerine Gülhane Askeri Tıp Akademisi (GATA) Acil Polikliniğine
sevk edilmiştir.
9. GATA'da yapılan muayenede ''spontan
solunum ve dolaşım yok, bilateral pupilleri fix-dilate'' tanısı belirtilerek
hakkında ölüm raporu tanzim edilmiştir. Aynı hastanenin 6/2/2012 tarihli
toksikoloji analiz raporuna göre müteveffanın mesane yıkama solüsyonunda esrar
ve alkol metapoliti tespit edilmiş, İstanbul Adli Tıp Kurumunun 6/6/2012
tarihli raporunda da kesin ölüm nedeni
''esrar ve alkol almış kişinin ölümünün zehirlenme sonucu meydana geldiği"
şeklinde mütalaa edilmiştir.
10. Askerî Savcılık tarafından olay hakkında yapılan soruşturma
sonucunda da ''Müteveffanın 21.01.2012 günü
er Y.Ö. ile birlikte çarşı iznine çıktığı, daha sonra Ulus'a giderek kahvaltı
yaptıkları, kahvaltıdan sonra müteveffanın 5 gr civarında bir esrar maddesini
bir sokak satıcısından temin ederek sigaraya sararak içtiği, aynı gün öğleden
sonra müteveffanın 2 şişe bira içtiği, akşam üstüne doğru minibüse binerek
fotoğraf makinesi kiraladıkları fotoğrafçıya gittikleri, müteveffanın minibüste
giderken başını öndeki koltuğa yasladığı, arkadaşı Y.nin müteveffanın yüzünün
solduğunu fark ederek bir şeyi olup olmadığını sorduğu, müteveffanın
"yok" şeklinde cevap verdiği, fotoğrafçıdan çıktıktan sonra
müteveffanın biraz yürüyüş yapmak istediği "açılırım" dediği, biraz
parkta oturdukları, ardından kışlaya döndükleri, bu sırada müteveffanın
arkadaşı Y.ye üşüdüğünü söylediği, ara sıra titrediği, müteveffanın kışlaya
saat 17.40 civarında giriş yaptığı, alkollü olmaları ihtimaline karşı girişte
de tutanak tutulduğu, müteveffanın ve arkadaşı Y.nin daha sonra akşam
içtimasına çıktıkları, içtimada çömelme vaziyetinde beklerken saat 18.15
civarında müteveffanın bayılarak yere düştüğü, ... durumun hemen nöbetçi amire
iletildiği, ...18.40'ta Mamak'ta bulunan kışlaya intikal ederek burada bulunan
revirde sıhhıye astsubayı tarafından yapılan kontrolde nabız alınamayarak saat
18.52'de Mamak'ta bulunan kışladan ambulansla GATA'ya gönderildiği, saat
19.05'te de GATA acil polikliniğine getirildiği, burada yapılan muayenesinde
... ölüm raporu tanzim edildiği ...İstanbul Adli Tıp Kurumu 1'inci İhtisas
Kurulunun ... kararına göre müteveffanın otopsisinde tespit edilen makroskobik
ve mikroskobik bulgular birlikte değerlendirildiğinde esrar ve alkol almış
kişinin ölümünün zehirlenme sonucu meydana geldiği, ...müteveffanınölümüyle
ilgili olarak kusur atfedilecek bir personelin bulunmadığı, İstanbul Adli Tıp
Kurumu 1'inci İhtisas Kurulunun 12/12/2012/4778 gün ve sayılı kararına göre de,
GATA ve revirde gerekli müdahalenin zamanında yapıldığı, kusurlu sağlık personeli
bulunmadığının anlaşıldığı'' belirtilerek 28/1/2013 tarihli ve
E.2013/144, K.2013/7 sayılı kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir.
11. Bu karara yapılan itiraz da Hava Kuvvetleri Komutanlığı
Askeri Mahkemesinin 20/2/2013 tarihli ve 2013/82 İd. ve 2013/57 Müt. sayılı
kararıyla reddedilmiş, söz konusu karar 4/3/2013 tarihinde başvuruculara tebliğ
edilmiştir.
12. Başvurucular 20/2/2013 tarihinde Millî Savunma Bakanlığına
başvurup hem hizmet kusuru hem de kusursuz sorumluluk ilkelerine göre maddi ve
manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır. Başvurucular idari müracaatlarında
özellikle yakınlarının uyuşturucu kullandığının idarece bilindiği ancak tedbir
alınmadığı, kışlaya girerken alkollü olduğu bilindiği hâlde revire sevk
edilmediği ve hastaneye sevk sırasında uygun araç bulunması noktasında
gecikmeler olduğu hususlarına dikkat çekmişlerdir. İdarece tazminat istemi
zımnen reddedilmiş, bunun üzerine dava açılmıştır.
13. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) İkinci Dairesi
11/9/2013 tarihli ve E.2013/1094, K.2013/1024 sayılı kararıyla başvurucuların;
müteveffanın ölümü ile oluşan zararlarından ölüm tarihi itibarıyla haberdar
olduklarından bu tarihten itibaren bir yıl içerisinde idareye başvurarak dava
açmaları gerektiği, olayda ise bu bir yıllık süreden sonra idari başvuru
yapıldığı gerekçesiyle davayı süre aşımı nedeniyle oyçokluğuyla reddetmiştir.
Gerekçesi şöyledir:
"Davacıların
yakınlarının 21.01.2012 tarihinde ölümü ile oluşan zararlarından haberdar
oldukları ve bu tarihten itibaren bir yıllık süre içerisinde (21.01.2013
tarihinde mesai bitimine kadar) davalı idareye başvurarak oluşan zararlarının
tazmin edilmesini istemeleri gerektiği, ancak anılan tarihten sonra 20.02.2013
tarihinde zorunlu idari müracaatta bulunarak tazminat talep ettiği anlaşılmakla,
işbu davada bu yönüyle süre aşımı bulunduğu ve bu nedenle 10.05.2013 tarihinde
AYIMde açılan işbu davanın süre aşımı yönünden reddine karar verilmesi
gerektiği sonuç ve kanaatine varılmıştır. "
14. Karşıoyda ise şöyle ifade edilmiştir:
"Somut olayda ...
K.Y.O. kararının 20.02.2013 tarihinde kesinleştiği ve 04.03.2013 tarihinde
davacılara tebliğ edildiği anlaşılmakla, zararın nedenleriyle birlikte bu tarih
itibariyle öğrenildiğinin kabul edilmesi gerektiği düşünülmektedir.
Zira başlangıçta ölüm olayı ile zarar
öğrenilmiş ise de, zararın nedenin yani, idariliğinin de öğrenilmesi gerektiği,
bunun idarenin hizmet kusuruna dayandırılması veya olayda idarenin kusursuz
sorumluluğu olup olmadığının ancak Askeri Savcılık soruşturma sonrasında tespit
edilebileceği, başka bir ifadeyle bu soruşturma sonucunda zararın (ölüm
olayının) idareye yüklenebilecek bir eylemden mi, 3'üncü şahsın bir eyleminden
mi, yoksa bunların dışında tamamen ölene atfedilebilecek bir eylemden mi
kaynaklandığı sorularına cevap bulunabilecek ve böylece meydana gelen zararın
tazmin edilip edilemeyeceği, tazmin edilebilecekse kimden tazmin edileceği
hususu da öğrenilmiş olacaktır. Nitekim Askeri Savcılığın soruşturması
sonucunda müteveffanın kesin ölüm sebebi tespit edilmiş ve bu olay sebebiyle
ceza yargılaması açısından herhangi bir personelin kusuru olmadığı belirtilmiş
olmakla birlikte, davacı vekilinin idari anlamda hizmet kusuru olabilecek bazı
bilgi ve belgeleri söz konusu soruşturma dosyasından elde ettiği ve bu şekilde
davacıların yakınlarının ölüm olayında davalı idarenin bir sorumluluğu
olabileceğini öğrendiği değerlendirilmiştir.
Açıklanan bu hususlar dikkate alınarak yasada
belirtilen 1 yıllık zorunlu idari müracaat süresinin söz konusu soruşturma
sonucunun müteveffanın yakınlarına tebliğinden itibaren başlatılması gerektiği
kanaatine varılmakla, 21.01.2012 tarihindeki ölüm olayı sonrasında 28.01.2013
tarihinde tamamlanan ve itirazlar sonucunda 20.02.2013 tarihinde kesinleşen
askeri savcılığın K.YO. kararının 04.03.2013 tarihinde davacılara tebliğ
edildiği ve bu suretle 1 yıllık zorunlu idari müracaat süresinin bu tarihten
başlatılması gerektiği dikkate alındığında, davacıların 20.02.2013 tarihinde
davalı idareye ulaşan maddi ve manevi tazminat talepli müracaatlarına idarenin cevap
vermeyerek zımnen ret etmesi üzerine 10.05.2013 tarihinde açılan işbu davada
süre aşımı bulunmadığı ve bu suretle davanın esastan görülmesi gerektiği
düşüncesinde olduğumuzdan Sayın Çoğunluğun kararına katılmadık."
15. Başvurucuların karar düzeltme istemi de aynı Dairenin
26/2/2014 tarihli ve E.2014/339, K.2014/254 sayılı kararıyla oyçokluğuyla
reddedilmiş, karar 26/3/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.
16. Başvurucular 16/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. Anayasa ve Kanun
Hükümleri
17. Anayasa’nın 125. maddesinin son fıkrası şöyledir:
“İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan
zararı ödemekle yükümlüdür.”
18. 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare
Mahkemesi Kanunu’nun43. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"İdari eylemlerden
hakları ihlal edilmiş olanların Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açmadan
önce, bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri
tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde
yetkili makama başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri lazımdır.
Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde bu konudaki işlemin tebliği
tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği
tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açabilirler."
19. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"İdari eylemlerden
hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı
bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve
her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak
haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen
veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden
itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu
sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir."
2. Danıştay İçtihadı
20. Danıştay Onuncu Dairesinin 4/11/2011 tarihli ve E.2008/7182,
K.2011/4711 sayılı kararı şöyledir:
"Bir eylemin idariliği
ve doğurduğu zarar bazı durumlarda eylemin gerçekleşmesiyle, kimi zaman da
değişik araştırma ve incelemelerden, hatta ceza davalarından sonra ortaya çıkabilmektedir.
Özelikle, kamu görevlilerinin idari tasarrufta bulunurken uyulması
zorunlu görülen kurallara uymamaları nedeniyle kendilerine izafe edilebilecek
nitelikte olmakla birlikte, resmi yetkilerin kullanımı sırasında gerçekleştiği
için idaresinden de ayrılamayan görev kusurlarından doğan zararın tazmini
istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin idariliği, zararın, kamu
görevlisinin kişisel kusurundan mı, görev kusurundan mı kaynaklandığının ceza
muhakemesi sonucunda belirlenmesiyle ortaya çıkabilmektedir.
Bu nedenlerle, 2577 sayılı Kanun’un 13. maddesinde öngörülen 1 ve 5
yıllık sürelerin eylemin idariliğinin ve doğurduğu zararın ortaya çıktığı
tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun, dava açma yolunun
kullanımını güçleştirerek hak arama hürriyetini olumsuz etkileyeceğini
belirtmek gerekir. Anılan Yasa hükmünde öngörülen tam yargı davalarının, idari
eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminine yönelik olması sebebiyle davanın
açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya çıkması
zorunludur."
21. Aynı Dairenin 31/5/2016 tarihli ve E.2016/4241, K.2016/3896
sayılı kararı şöyledir:
"2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanunu'nun 13. maddesinde, idari eylemlerden hakları ihlal
edilen ilgililerin, idari eylemleri öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve
herhalde idari eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye
başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gerektiği hükme
bağlanmıştır.
Anılan Kanun hükmünde idareye başvuru için
öngörülen en geç beş yıllık sürenin hangi tarihten itibaren başlatılacağı zaman
zaman duraksamalara yol açtığından, bu hususun irdelenmesi gerekmektedir.
Tam yargı davaları, idari eylem nedeniyle
uğranılan zararın tazminini ifade etmektedir. Bu nedenle, tam yargı davasının
açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya çıkması
zorunludur.
İdari eylem, idarenin işlevi sırasında bir
hareketi, bir davranışı, bir tutumu veya hareketsizliği; idari karar ve işlemle
ilgisi olmayan, başka bir deyişle öncesinde, temelinde bir idari karar veya
işlem olmayan salt maddi tasarrufları ifade etmektedir. Söz konusu eylemlerin
idariliği ve doğurduğu zarar bazen eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya
çıkarken, bazen de çok sonra, değişik araştırma, inceleme ve hatta ceza
yargılamaları sonucu ortaya çıkabilmektedir.
Özellikle kamu görevlilerinin idari bir
tasarruf yaparken, mevzuatın, üstlendiği ödevin ve yürüttüğü hizmetin kural,
usul ve gereklerine aykırı olarak, kendisine izafe edilebilecek boyutta ve
biçimde, ancak yine de resmi yetki, görev ve olanaklardan yararlanarak, onları
kullanarak hareket ettiği, bu nedenle de idaresinden tamamen ayrılmasını
önleyen ve engelleyen görev kusurları nedeniyle doğan zararların tazmini
istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin idariliği, bazen ceza
davalarıyla personelin şahsi kusuru sonucu mu yoksa görev kusuru sonucu mu
zararın ortaya çıktığının belirlenmesinden sonra saptanabilmektedir.
Bu itibarla, 2577 sayılı Kanun'un 13'üncü
maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık sürenin, eylemin idariliğinin ortaya çıktığı
tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun, zarara yol açan
eylemin idariliğinin ortaya çıkmasıyla kullanılması mümkün olan dava açma
hakkını ortadan kaldıracağı, hak arama özgürlüğüyle bağdaşmayacağı açıktır."
B. Uluslararası Hukuk
22. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme/AİHS) 6.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes
medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda
kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş
bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde,
hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir...”
23. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin 6.
maddesinin (1) numaralı fıkrasında ifade edilen hakkın kurucu unsurlarından
birinin mahkemeye erişim hakkı olduğunu belirtmiştir (Golder/Birleşik Krallık, B. No: 4451/70,
21/2/1975, § 36). Mahkemeye erişim hakkı, Sözleşme'nin 6.
maddesinde yerini bulan güvencelerin doğal bir parçası olup (Lawyer Partners A.S./Slovakya, B. No:
54252/07, 16/6/2009, § 52) bu kapsamda (1) numaralı fıkra, herkesin kişisel
hakları ve yükümlülükleriyle ilgili her türlü iddiasını bir mahkeme veya bir
yargı yeri önüne çıkarma hakkını güvence altına alır (Golder/Birleşik Krallık, § 36).
24. Mahkemeye erişim hakkı, niteliği gereği devlet tarafından
düzenleme yapılmayı gerektirdiğinden mutlak bir hak olmayıp sınırlamalara
tabidir. AİHM'e göre bu hak, Sözleşme'nin tanımlamaksızın kabul ettiği bir hak
olduğundan bir hakkın kapsamını belirleyen (çerçevesini çizen) sınırlardan
başka sınırlamalara da tabi olabilir. Ancak hiçbir durumda bu sınırlamalar
hakkın özünü zedelememelidir (Golder/Birleşik
Krallık, § 38).
25. Ayrıca bu sınırlama meşru bir amaç izlemeli ve kullanılan
araçlarla gerçekleştirilmek istenen amaç arasında makul bir orantılılık
ilişkisi bulunmalıdır, aksi takdirde sınırlama 6. maddenin (1) numaralı
fıkrasıyla bağdaşmaz (Ashingdane/Birleşik Krallık, B. No: 8225/78,28/5/1985,
§ 57).
26. Temyize başvurma, dava açma gibi usul kurallarına ilişkin
kanunlarda birtakım süreler öngörülmesi, hukuksal güvenlik ilkesi ve
mahkemelerin zamanın geçmesi nedeniyle güvenilirliği kalmayan ve eksik olan
kanıtlara dayanarak uzak geçmişte meydana gelmiş olaylar hakkında karar
vermelerini istemekle oluşabilecek adaletsizliklerin önüne geçmek gibi önemli
ve meşru amaçlara hizmet etmektedir (Stubbings
ve digerleri/Birleşik Kralık, B. No: 22083/93, 22/10/1996, § 51).
27. Süre koşulu gibi dava açmaya ilişkin usul koşulları birden
fazla yoruma neden olabilecek nitelikte ise mahkemeye erişim hakkı kapsamında o
yorumlardan birinin davayı açmak isteyen kişileri engelleyecek şekilde katı bir
şekilde kullanılmaması veya söz konusu koşulların katı bir uygulamaya tabi
olmaması gerekir (Beles ve diğerleri/Çek
Cumhuriyeti, B. No: 47273/99, 12/11/2002, §§ 50, 51).
28. Dava açma hakkını kullanmak yasal birtakım şartlara bağlansa
da mahkemelerin usul kurallarını uygularken hem yargılamanın adil olmasına
halel getirecek aşırı şekilcilikten hem de yasalar tarafından konulan usul
kurallarını ortadan kaldırma sonucunu doğuracak aşırı esneklikten kaçınmaları
gerekir (Walchli/Fransa, No.
35787/03, 26/7/2007, § 29). Yapılan düzenlemeler, hukuk güvenliği ilkesi ve
adaletin iyi bir şekilde tecelli etmesi amaçlarına hizmet etmediği ve dava
açmak isteyen kişinin önünde davasının esasını yetkili ve görevli mahkeme
önünde inceletmek bakımından bir engel oluşturduğu durumlarda mahkemeye erişim
hakkı ihlâl edilmiş olur (Efstathiou ve
diğerleri/Yunanistan, No. 36998/02, 27/7/2006,§ 24).
29. Bir tazminat davasının kusur veya ihmale dayandırıldığı
hâllerde, başvurucu söz konusu kusur veya ihmali oluşturan olaydan haberi
olduğu ya da haberi olması gerektiği tarihten itibaren dava açma hakkına sahip
olmaktadır (Miragall Escolano ve
diğerleri/İspanya, No. 38366/97, 38688/97, 40777/98, 40843/98, 41015/98,
41400/98, 41446/98, 41484/98, 41487/98 ve 41509/98, § 37, AİHM 2000-I
ve Canete de Goni/İspanya, No.
55782/00, § 40, AİHM 2002-VIII). Bu kapsamda tazminat davasının ileri sürülen
bir kusur veya ihmale dayandığı durumlarda, başvurucununyalnızca bu kusur veya
ihmalin sonuçlarından haberdar olduğu veya haberdar olması gerektiği andan
itibaren yani haklarının ihlal edildiğiyle ilgili belge ya da karardan haberdar
olduğu tarihten itibaren dava açma süresi işleyebilecektir (Yeşilkaya/Türkiye (k.k.), B. No: 47157/10,
26/5/2015,§ 39).
30. AİHM; Sefer Yılmaz ve
Meryem Yılmaz/Türkiye (B.No: 611/12, 17/11/2015) başvurusunda,
askerde ölüm olayıyla ilgili yürütülen ceza soruşturmasının takipsizlikle
sonuçlanmasının ardından AYİM'de açılan tam yargı davasınınsüre aşımı
gerekçesiyle reddedilmesine ilişkin başvuruda başvurucuların mahkemeye erişim
hakkının ihlal edilip edilmediği hususunu değerlendirmiştir. Söz konusu olayda
başvurucuların oğlu M.Y., 9/9/2008 tarihinde nöbet kulübesinde el bombasının
patlaması sonucu vefat etmiştir. Yapılan soruşturmanın ardından 15/12/2009
tarihinde Askerî Savcılık, ölüm olayının meydana gelmesinde kimsenin kusur ya
da kastının bulunmadığı M.Y.nin el bombasıyla intihar ettiği sonucuna
varmıştır. Askerî Savcılığın bu sonuca varmasında olay yeri inceleme raporu,
olay yeri krokisi, otopsi raporları ve tanıkların M.Y.nin ailevi ve maddi
çeşitli sıkıntılara bağlı olarak psikolojik sorunlarının olduğuna dair
ifadeleri etkili olmuştur. Söz konusu kararın ardından başvurucular 28/8/2010
tarihinde tazminat istemiyle İçişleri Bakanlığına başvuruda bulunmuş, istemin
zımnen reddi üzerine 2/11/2010 tarihinde AYİM'de tam yargı davası açmışlardır.
AYİM 1602 sayılı Kanun'un 43. maddesinde öngörülen bir yıllık süreyi ölüm
tarihinden başlatarak davayı süre aşımı gerekçesiyle reddetmiştir. AYİM
kararında, yürütülen soruşturma sonucunda ölüm olayının davacılar yakınının
intihar kastıyla el bombasını patlatması şeklinde gerçekleştiği ve bu durumun
davacılar tarafından da önceden bilinen ölüm sebebinde herhangi bir değişiklik
yapmadığı kanaatine varıldığı da ayrıca belirtilmiştir.
31. AİHM ise davanın temelinde yer alan konunun bir yıllık süre
sınırının M.Y.nin ölüm tarihinden itibaren başlatılması olduğunu belirtmiş,
başvuranların oğullarının 9/9/2008 tarihinde hayatını kaybettiğini
öğrendiklerini ancak kesin ölüm nedenini bilmediklerini bu bağlamda takipsizlik
kararı tebliğ edilinceye kadar söz konusu olayın kaza, cinayet veya intihar
olduğunu kesin olarak bilemediklerini ve bu durumun AYİM'e başvuru yapılması
için belirleyici bir etkiye sahip olduğunu vurgulamıştır. AİHM, olay tarihinde
başvurucuların elinde idarenin kusur veya ihmaliyle ilgili kıstaslar
bulunmadığını, kovuşturmaya yer olmadığına dair karardan haberleri olduğu
tarihten itibaren tam olarak soruşturma unsurlarına erişebildiklerini ve
idarenin olası bir hatası veya ihmalinden haberleri olduğunu, anılan kararın
tebliğinin üzerinden bir yıl geçmeden idareye başvuru yapıldığı ve bu
koşullarda başvurucuların ihmalkâr davrandıkları ya da hatalı oldukları yönünde
suçlanamayacaklarını belirterek AYİM kararının başvuranları mahkemeye erişim
haklarından mahrum bıraktığı sonucuna varmıştır (Sefer Yılmaz ve Meryem Yılmaz/Türkiye, §§ 65-73).
32. Öte yandan AİHM, Canan
Eyilmez ve diğerleri/Türkiye (B. No:74704/11, 1/7/2014,§§ 24-34)
başvurusunda, askerde ölüm olayıyla ilgili kusursuz sorumluluğa dayalı olarak
açılan tam yargı davalarında takipsizlik kararından haberdar olmaya ihtiyaç
duyulmadığını, dolayısıyla kusursuz sorumluluk esasına göre açılan davalarda
bir yıllık dava açma süresinin ölüm tarihinden itibaren başlatılmasının makul
olduğunu belirtmiştir. AİHM başvurucuların, yakınlarının zorunlu askerlik
hizmetini yerine getirdiği sırada ölümcül kazanın meydana gelmesi nedeniyle
idarenin kusursuz sorumluluk ilkesine dayanarak kendilerine tazminat ödemeye
mahkûm edilmesi gerektiğini savunduklarına dikkat çekerek idarenin olası kusurundan
bilgi sahibi olmaya ihtiyaç duyulmadığını, bu nedenle dava açma süresinin olay
tarihinden itibaren başlatılmasının hakkaniyetsizlik olarak ya da kendi özünde
başvuranların mahkemeye erişim haklarına zarar verecek nitelikte görülmediği
gerekçesiyle başvuruyu kabul edilemez bulmuştur.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
33. Mahkemenin 6/7/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
34. Başvurucular; dava açma süresinin kovuşturmaya yer olmadığı
kararına yapılan itirazın reddedilip ret kararının kendilerine tebliğ edildiği
4/3/2013 tarihinden itibaren başlatılması gerektiğini zira ölüm olayı ile
idarenin (icrai-ihmali) eylemi arasındaki illiyet bağının ve zararın
nedenleriyle birlikte bu tarihte öğrenildiğini, murislerinin vatani görevini
yapmakta iken idarenin geç ve eksik müdahalesi sebebiyle vefat ettiğini,
davanın süresinde kabul edilerek tazminat taleplerinin karşılanması gerekirken
süre aşımı yönünden reddedilmesinin mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiğini
ileri sürmüş, yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesini talep
etmişlerdir.
B. Değerlendirme
35. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasışöyledir:
“Herkes, meşru vasıta
ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
36. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mahkemeye
erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna
karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Müdahalenin Varlığı ve
Hakkın Kapsamı
37. Anayasa’nın 36. maddesinin birici fıkrasında, herkesin meşru
vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya
davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu
belirtilmiştir.
38. Anayasa'nın 36. maddesine 2001 yılı değişiklikleriyle
eklenen "adil yargılanma" ibaresine ilişkin gerekçede Türkiye'nin
taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce güvence altına alınan adil yargılanma
hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Bu sözleşmelerden AİHS
ile AİHS'i yorumlayan AİHM içtihadındaki adil yargılanma hakkı güvencelerinden
birini mahkemeye erişim hakkı oluşturmaktadır (bkz. § 23).
39. Anayasa Mahkemesi içtihadına göre de bir uyuşmazlığı mahkeme
önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını
isteyebilmek anlamına gelen mahkemeye erişim hakkı, Anayasa'nın 36. maddesinde
güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün temel unsurlarından biridir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, §
52).
40. Başvurucuların, açtığı davanın AYİM İkinci Dairesi
tarafından süresinde açılmadığı gerekçesiyle reddedilerek davanın esasının incelenmemesinin,
başvurucuların mahkemeye erişim hakkına müdahale olduğu açıktır.
b. Müdahalenin İhlal
Oluşturup Oluşturmadığı
41. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve
hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde
belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu
sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik
Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
42. Adil yargılanma hakkının görünümlerinden biri olan mahkemeye
erişim hakkı, mutlak bir hak olmayıp bu hakkın sınırlandırılması mümkündür.
Ancak mahkemeye erişim hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve
özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın
13. maddesinin gözönünde bulundurulması gerekmektedir (Murat Kara ve diğerleri, B. No: 2014/6042,
9/3/2017, § 59).
43. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde
belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 36. maddesinin
ihlalini teşkil edecektir.
44. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen
ve somut başvuruya uygun düşen; kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe
dayanma, ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının
belirlenmesi gerekir.
i. Kanunilik
45. Başvuruya konu olayda AYİM İkinci Dairesinin, 1602 sayılı
Kanun’un 43. maddesine göre süre aşımı gerekçesiyle davanın reddine karar
verdiği anlaşılmaktadır. AYİM Dairesinin bu hükme göre verdiği kararla yapılan
müdahalenin kanun tarafından öngörülme ölçütünü karşıladığı açıktır.
ii. Meşru Amaç
46. Anayasa'nın 36. maddesinde, hak arama özgürlüğü için
herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte bunun hiçbir
şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel
sınırlama nedeni öngörülmemiş hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı
sınırları bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen maddede
herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa da Anayasa'nın başka
maddelerinde yer alan kurallara dayanarak bu hakların sınırlandırılması mümkün
olabilir. Dava açma hakkının kapsamına ve kullanım koşullarına ilişkin bir
kısım düzenlemelerin hak arama özgürlüğünün doğasından kaynaklanan sınırları
ortaya koyan ve hakkın norm alanını belirleyen kurallar olduğu açıktır. Ancak
bu sınırlamalar Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan güvencelere aykırı olamaz
(AYM, E.2014/112, K.2014/203, 25/12/2014).
47. Diğer taraftan hukuki güvenlik ve hukuki istikrar ilkeleri
Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel ilkelerindendir. Bu
ilkelerin sağlanması amacıyla adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan
mahkemeye erişim hakkına sınırlama getirilebilir. Bu çerçevede idari işlem ve
eylemlerin sürekli bir biçimde dava açılma tehdidi altında kalmasını engellemek,
kamu hizmetinin hızlı ve etkin biçimde yürütülmesini sağlamak amacıylahukuki
istikrar ve hukuki güvenlik ilkeleri gereği idari davaların açılmasının belli
sürelerle sınırlandırıldığını söylemek mümkündür.
48. Bunun yanında dava ya da hukuki işlemler için tanınan
süreler, mahkemelerin zamanın geçmesi nedeniyle güvenilirliği kalmayan, eksik
ya da ulaşılması zor kanıtlara dayanarak uzak geçmişte meydana gelmiş olaylar
hakkında karar vermelerini istemekle oluşabilecek adaletsizliklerin önüne
geçmek ve hukuk güvenliğini sağlamak gibi önemli ve meşru amaçlara hizmet
ederler (AYM, E.2014/92, K.2016/6, 28/1/2016, § 17).
49. Bir başka ifadeyle süre gibi usul kuralları adaletin iyi
yönetimini ve bilhassa hukuki güvenlik ve istikrara saygının temin edilmesini
amaçlarlar.
50. Bu açıklamalar çerçevesinde idari işlem ve eylemlere karşı
açılan davalarda süre koşulunun öngörülmesi meşru amaçlara sahiptir.
iii. Ölçülülük
51. Başvurucuların, yakınlarının askerde vefatı nedeniyle
uğradıklarını ileri sürdükleri zararın tazmini istemiyle açtıkları davada
AYİM’in, dava açma süresini ölüm tarihinden başlatarak davayı süre aşımı
gerekçesiyle reddetmesi nedeniyle başvurucuların mahkemeye erişimine getirilen
sınırlamanın ölçülü olup olmadığınınincelenmesi gerekir.
(1) Genel İlkeler
52. Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılmasında dikkate alınacak ölçütlerden biri olan ölçülülük, hukuk
devleti ilkesinden doğmaktadır. Hukuk devletinde hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması
istisnai bir yetki olduğundan bu yetki ancak durumun gerektirdiği ölçüde
kullanılması koşuluyla haklı bir temele oturabilir. Bireylerin hak ve
özgürlüklerinin somut koşulların gerektirdiğinden daha fazla sınırlandırılması,
kamu otoritelerine tanınan yetkinin aşılması anlamına geleceğinden hukuk
devletiyle bağdaşmaz (AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014).
53. Mahkemeye erişim hakkı kapsamında dava açma süresi gibi usul
koşullarına ilişkin kurallar yorumlanırken ölçülülük ilkesi gözönünde bulundurulmalıdır.
Buna göre bir yandan kişilerin mahkemeye erişimine engel oluşturacak aşırı
şekilcilikten kaçınılırken diğer yandan da kanunla belirlenen usul kurallarının
ortadan kaldırılması sonucunu doğuracak aşırı esneklikten kaçınılmalıdır. Bu
durum özellikle dava açma süresinin ne zaman işlemeye başladığının açık
olmadığı veya bu hususta birden fazla yorum yapma imkânının bulunduğu
durumlarda önemlidir. Mahkemeye erişim hakkı kapsamında dava açma süresinin ne
zaman işlemeye başlayacağına ilişkin birden fazla yorum yapma imkânının
bulunması hâlinde kişilerin mahkemeye erişimini engellemeyecek olan yorumun
benimsenmesi gerekir.
54. Öte yandan bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği
ilgili mevzuatı yorumlamak derece mahkemelerinin görevi olup Anayasa
Mahkemesinin bireysel başvuruda incelediği husus derece mahkemelerinin
gerekçelerine esas yorumun ölçülü olup olmadığı ve buna göre Anayasa'da güvence
altına temel hak ve özgürlükleri ihlal edip etmediğidir. Bu kapsamda dava açma
sürelerinin hangi tarihte başlayacağını belirlemek Anayasa Mahkemesinin görevi
olmayıp Anayasa Mahkemesi, dava açma sürelerinin başlatıldığı tarihle ilgili
derece mahkemelerin yorumlarının Anayasa'da güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkını ihlal edip etmediğini
incelemektedir.
55. Ayrıca, derece mahkemesi kararlarında başvurucuların
uğradıklarını ileri sürdükleri zararı öğrendikleri veya öğrenmeleri gereken
tarih hakkında hiçbir değerlendirme yapılmaksızın dava açma süresine ilişkin bazı
kategorik kabul ve değerlendirmelerle davaların süre yönünden reddedilmesi
mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir.
56. Bir kısmına yukarıda yer verilen (§§ 20, 21) Danıştay
içtihatlarında ortaya konulduğu üzere idari eylem nedeniyle uğranılan zararın
tazmini istemiyle açılan tam yargı davasında idarenin tazminle yükümlü
tutulabilmesi için ortada idari eylem ve zarar olmalı, ayrıca zararla idari
eylem arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Bu çerçevede eylemin idariliğinin
veya yol açtığı zararın ya da illiyet bağının eylemden çok sonra anlaşıldığı
veya ortaya konulabildiği durumlarda dava açma süresinin bu tarihlerden sonra
başlayacağı kabul edilmektedir.
57. Söz konusu eylemlerin idariliği ve doğurduğu zarar bazen
eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya çıkarken bazen de çok sonra, değişik
araştırma, inceleme ve hatta ceza yargılamaları sonucu ortaya çıkabilmektedir.
Ortaya konulacak ölüm nedeni, çoğu zaman eylemin idariliğinin ve illiyet
bağının varlığının tespiti konusunda önem taşımaktadır (Benzeri yöndeki
değerlendirmelere için bkz. Emre Çalıkoğlu,
B. No: 2013/4686, 4/11/2015, §§ 64-67).
58. Bu bağlamda özellikle askerde meydana gelen ve kesin nedeni
bilinmeyen olayların kaza, cinayet veya intihar olup olmadığının yapılan adli
veya idari soruşturma sonucu ortaya çıktığı durumlarda ilgililerin kesin ölüm
nedenini bilmeleri, takip edecekleri usul ve başvuracakları idari ve adli
mercilerin belirlenmesinde bu kapsamda ilgililerin tam yargı davası açma
iradeleri üzerinde belirleyici etkiye sahiptir.Söz konusu soruşturmalar ise
idari veya adli makamlarca resen yürütüldüğünden soruşturma süresinin uzunluğu
üzerinde genellikle davacıların bir etkisi ve soruşturma sonucunu beklemekten
başka bir görevleri bulunmamaktadır.
59. Bu durum özellikle, tam yargı davasının kusur veya ihmalin
varlığına dayandırıldığı durumlarda önem arz eder. Yürütülen soruşturma sonucu
kusur veya ihmalin varlığı tespit edildiğinde dava açma süresinin, davacıların
kusur veya ihmalin varlığından veya sonuçlarından haberdar olduğu veya haberdar
olması gerektiği andan itibaren başladığının kabulü gerekir.
(2)İlkelerin Olaya Uygulanması
60. Başvurucular, 1602 sayılı Kanun’da belirtilen dava açma
süresinin mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği yönünde bir şikâyette
bulunmamıştır. Başvurucular, anılan sürenin başlangıç tarihi olarak vefat
tarihinin esas alınmasının mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiğinden şikâyet
etmektedir.
61. Başvuruya konu olayda, başvurucuların yakının vefatının
sebebi Askerî Savcılığın 5/2/2013 tarihinde tebliğ edilen takipsizlik kararına
yapılan itirazın reddedilmesiyle kesinleştirilmiştir. Başvurucular takipsizlik
kararına itirazın ardından henüz itiraz reddedilmeden önce 20/2/2013 tarihinde
tazminat talebiyle idari müracaatlarını yapmış ve müracaatın zımnen
reddedilmesi üzerine 10/5/2013 tarihinde dava açmışlardır. AYİM kararında ise
vefatın öğrenildiği tarihten itibaren zararın öğrenildiği ve bunun üzerinden de
idari başvuru yapılan 20/2/2013 tarihi itibarıyla bir yıllık sürenin geçtiği
belirtilerek dava süre aşımı gerekçesiyle oyçokluğuyla reddedilmiştir.
62. Başvurucular; yakınlarının uyuşturucu kullandığının idarece
bilindiği ancak tedbir alınmadığı, kışlaya girerken alkollü olduğu bilindiği
hâlde revire sevk edilmediği ve hastaneye sevk sırasında uygun araç bulunması
noktasında gecikmeler olduğu hususlarına özellikle dikkat çekerek hem kusur
sorumluluğuna hem de kusursuz sorumluluğa dayalı olarak tazminat talebinde
bulunmuşlardır.
63. AYİM Dairesi, dava açma süresinin hesabında ölümün
gerçekleştiği tarihi esas almış; başvurucuların idarenin kusurundan
kaynaklandığını ileri sürdükleri zararı hangi tarihte öğrenebilecekleri, başka
deyişle başvurucular tarafından eylemin idariliğinin ne zaman öğrenildiği ya da
eylemin idariliği ihtimaline ne zaman kanaat getirildiği hakkında herhangi bir
açıklamaya yer vermemiştir.
64. Başvuruya konu olayda başvuranların yakınlarının 21/1/2012
tarihinde hayatını kaybettiğini öğrendikleri konusuda tartışma bulunmamakla
birlikte kesin ölüm nedenini takipsizlik kararı tebliğ edilinceye kadar kesin
olarak bilemedikleri, bu durumun da AYİM'e başvuru yapılması için belirleyici
bir etkiye sahip olduğu açıktır. Kaldı ki başvurucular,kovuşturmaya yer
olmadığına dair karardan haberleri olduğu tarihten itibaren tam olarak
soruşturma unsurlarına erişebilmiş ve vefat sürecine ilişkin olarak tam yargı
davasına dayanak yapılan idarenin olası hatası veya ihmalinden bu şekilde
haberdar olmuşlardır.
65. Dolayısıyla somut olayda vefat nedenini ortaya koyan
takipsizlik kararı üzerine bir yıl içinde idari başvuru yapılarak buna uygun
şekilde dava açıldığı hâlde salt uğranıldığı ileri sürülen zararın vefat tarihi
itibarıyla öğrenildiği değerlendirilerek dava açma süresinin başlangıcı olarak
kabul edilmesinin başvurucuların mahkemeye erişim hakkına yönelik katı bir yorum
olduğu ve bu yorumun başvurucuların mahkemeye erişim hakkını kullanmasını aşırı
derecede güçleştirdiği açıktır.
66. Açıklanan nedenlerle başvurucuların Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye
erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
67. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
68. Başvurucular, yargılamanın yenilenmesine karar verilmesini
istemişlerdir.
69. Adil yargılanmahakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının
ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
70. Mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan
kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Askeri Yüksek İdare
Mahkemesi İkinci Daire Başkanlığına gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
71. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin
başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının
ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin adil yargılanma hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere -
Anayasa'nın 21/1/2017 tarihli ve 6771 sayılı Kanun ile getirilen geçici 21.
maddesinin birinci fıkrasının (E) bendiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi
kaldırılmış olduğundan anılan bendin (b) alt bendi gereğince- yetkili idari
yargı merciine GÖNDERİLMESİNE (Karar, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi İkinci
Dairesinin 11/9/2013 tarihli ve E.2013/1094, K.2013/1024 sayılı kararıyla
ilgilidir.),
D. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREK OLARAKÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
6/7/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.