TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MURAT DENİZ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/5318)
|
|
Karar Tarihi: 21/9/2016
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi
DURSUN
|
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Fatih ALKAN
|
Başvurucu
|
:
|
Murat DENİZ
|
Vekili
|
:
|
Av. Kadir
GÜNDOĞAN
|
|
|
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; ahlaki durum nedeniyle Türk Silahlı Kuvvetlerinden
(TSK) ilişiğin kesilmesi ile ilgili işlemin iptali talebiyle açılan davanın
reddedilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının, yargılamanın bağımsız
ve tarafsız bir mahkeme tarafından yürütülmemesi nedeniyle adil yargılanma
hakkının ve karar düzeltme talebinin, kararı veren aynı Daire tarafından
incelenerek karara bağlanması nedeniyle iki dereceli yargılanma hakkının ihlal
edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 18/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan
yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 28/3/2015 tarihinde, başvurunun
kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 6/5/2016 tarihinde, başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından görüş bildirilmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu, Kara Kuvvetleri Komutanlığı (KKK) emrinde muvazzaf
astsubay statüsünde görev yapmakta iken KKK Personel Daire Başkanlığına E.U.
tarafından sunulan 24/5/2012 tarihli dilekçe ile hakkında bir ihbarda
bulunulmuştur.
8. Söz konusu ihbar dilekçesini sunan E.U., kimliğini açıkça
yazarak Deniz Kuvvetleri Komutanlığı emrinde muvazzaf astsubay olarak görev
yaptığını, 2000 yılında evlendiği ancak Gölcük 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin
28/3/2012 tarihli ve E.2011/314, K.2012/164 sayılı kararı ile boşanmalarına
karar verilen ve iki çocuğunun annesi olan eşi S. ile başvurucunun 2010
yılından itibaren gayrimeşru ilişki yaşadığını, anılan Mahkeme kararının
Yargıtayda temyiz incelemesinde olduğunu, görevli olarak seyirde olduğu
zamanlarda çocuklarının da yaşadığı Gölcük'teki müşterek konuta gelen
başvurucunun dönem dönem eşiyle görüştüğünü, başvurucu tarafından eşinin iş
yerine üzerinde sevgi sözcüklerinin bulunduğu notla birlikte çiçek
gönderildiğini, bunun üzerine açtığı boşanma davasında eşinin kusurlu olduğuna
hükmedildiğini, eşi ile başvurucunun ilişkisinin aleni olarak hâlen devam
ettiğini, bu ilişkiyi kanıtlayan tanık beyanlarının, fotoğrafların, telefon
kayıtlarının dava dosyasında mevcut olduğunu, kendi evinde üstelik çocuklarının
yanında eşiyle görüşen başvurucunun atamasının Kocaeli'ye yapılması nedeniyle
bu görüşmelerin sıklaşacağını belirtmiş ve öncelikle başvurucunun atama
işleminin durdurulmasını, 22/5/1930 tarihli ve 1632 sayılı Askeri Ceza
Kanunu’nun 153. maddesi uyarınca cezalandırılmasını, TSK'nın onur, şeref ve
haysiyetine yakışmayan tutum ve davranış içinde bulunarak resmî nikâhlı eşiyle
birlikte olan başvurucu hakkında yasal işlem başlatılmasını talep etmiştir.
9.Belirtilen iddialar üzerine başlatılan idari tahkikat
sonucunda başvurucu hakkında sıralı sicil üstleri tarafından ahlak dışı
hareketlerde bulunduğu gerekçesiyle "TSK'da
kalması uygun değildir." ortak kanaatli ayırma sicil belgesi
düzenlenmiştir.
10.28/12/1998 tarihli ve 23567 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan
Astsubay Sicil Yönetmeliği’nin 61. maddesi gereğince oluşturulan Komisyonda
başvurucunun durumu 24/7/2012 tarihinde değerlendirilmiş ve TSK'nın itibarını
sarsacak şekilde ahlak dışı hareketlerde bulunduğu gerekçesiyle başvurucu
hakkında ayırma işlemi yapılmasının komutan tasvibine sunulmasına karar
verilmiştir. Anılan karar 27/7/2012 tarihinde Kara Kuvvetleri Komutanı
tarafından, 21/9/2012 tarihinde Genelkurmay Başkanı tarafından tasvip gördükten
sonra 27/9/2012 tarihli Millî Savunma Bakanı oluruna dayanılarak başvurucunun
TSK ile ilişiği kesilmiştir.
11. Başvurucu, TSK’dan çıkarılmasını gerektiren bir
disiplinsizliği veya adli eylemi mevcut olmadığı hâlde disiplinsizlik ve ahlaki
durumu nedeniyle ilişiğinin kesildiğini, tesis edilen ayırma işleminin hukuka
aykırı olduğunu belirterek ayırma işleminin iptali istemiyle Millî Savunma
Bakanlığı aleyhine Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) Birinci Dairesinde
6/9/2012 tarihinde dava açmıştır.
12. Davalı idare tarafından sunulan savunma dilekçesinde her
askerin ahlaki yaşayışının kusursuz ve lekesiz olması gerektiği, ahlak
olgusunun yalnızca arzu edilen bir durum değil görevin başarıyla icra
edilebilmesi için bir koşul olduğu vurgulanmış; kamu hizmetinin yürütülmesinde
zararlı olacak kişilerin idare mekanizmasının dışına çıkarılmasının kaçınılmaz
olduğu ve idarenin başvurucu hakkında tesis edilen ayırma işleminde takdir
yetkisinin objektif sınırları içinde kaldığı, dava konusu ayırma işleminde
hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir.
13. Davalı idare tarafından ayrıca 4/7/1972 tarihli ve 1602
sayılı sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu'nun 52. maddesi kapsamında
AYİM'e gizli belge ve bilgiler gönderilmiştir.
14. Söz konusu belgelerin incelenmesinden sonra AYİM'e sunulan
22/4/2013 tarihli ek beyan dilekçesi ile başvurucu, duygusal olarak
yakınlaştıkları S. isimli kadın ile tanışmalarının her ikisinin de evli olduğu
dönemde gerçekleştiğini, kendi evliliğinin bitmek üzere olduğu dönemde
tanıştığı S. ile arasındaki ilişkinin iki yetişkin arasında yaşanabilecek
nitelikte seviyeli bir ilişki olduğunu, S.nin eşinin asker kişi olduğunu
bilmediğini, bu hususta bilgi sahibi olunca kendisiyle görüşmeyi kestiğini, S.
ile ancak eşinden boşandığını söyledikten sonra yeniden görüşmeye başladığını,
görev yaptığı Hakkari'den ablasının ikamet ettiği Kocaeli'ne 2011 yılının Mayıs
ayında izne geldiğini, bu tarihte davet üzerine S.nin evine gittiğini, eşinden
boşanmış bir kadının evine gitmekte bir sakınca görmediğini, yine S.nin daveti
üzerine çocuklarıyla beraber evde ve dışarıda da vakit geçirdiklerini hatta
S.nin oğlunun Ankara'da yapılan sünnet düğününe katıldığını ve S.nin anne,
babası, kız kardeşleri ve bazı akrabalarıyla tanıştığını, atamasının Kocaeli'ye
yapılmasının ardından 21/9/2012 tarihinde eşiyle anlaşmalı olarak boşandığını
ve ciddi bir ilişki sürdürdüğü S.nin boşanma süreci kesinleştikten sonra
9/4/2013 tarihinde S. ile evlendiklerini, hakkındaki idari tahkikat hakkında
bilgilendirilmediğini ve kendisinin ayırma işlemine dayanak olarak gösterilen
durum hakkında hiçbir şekilde ikaz edilmediğini, savunması dahi alınmadan ihbar
dilekçesindeki beyanların doğru kabul edildiğini, iddia edildiği gibi S. ile
silah arkadaşının eşi olduğunu bilerek görüşmediği gibi bu durumdan haberdar
olduğu anda ilişkisini bitirdiğini, ayrıca başarılı mesleki geçmişinin ayırma
işlemi tesis edilirken dikkate alınmadığını belirtmiştir.
15. Başvurucunun beyanlarına karşı davalı idare tarafından
sunulan cevap dilekçesinde, başvurucunun evli olduğu hâlde silah arkadaşının
eşi ile gayriahlaki ilişkide bulunduğu, bu hususun Gölcük 1. Asliye Hukuk
Mahkemesince verilen karar ile de sabit görüldüğü, elde edilen bilgi ve
belgeler çerçevesinde takdir hakkını kullanan idarenin tesis ettiği ayırma
işleminin tüm yönleriyle hukuka uygun olduğu şeklinde değerlendirmelere yer
verilmiştir.
16. AYİM Başsavcılığının 5/11/2013 tarihli ve 2013/1215 sayılı
düşüncesinde, başvurucuya isnat edilen eylemlerin nitelik ve nicelik olarak
vahim olduğu, bu bağlamda statü itibarıyla başvurucunun kamu görevlisi olma
yeterliliğini yitirdiği, mevcut ahlaki durumuyla artık kamu hizmetini devam
ettiremeyecek hâle gelmiş olduğu değerlendirilen başvurucunun istihdamının kamu
yararına açıkça aykırılık teşkil ettiği, bu nedenle tesis edilen ayırma
işleminde idare tarafından takdir yetkisinin objektif sınırları içinde
kalındığı sonuç ve kanaatiyle davanın reddine karar verilmesi gerektiği
belirtilmiştir.
17. AYİM Birinci Dairesinin 19/11/2013 tarihli ve E.2012/1586,
K.2013/1135 sayılı kararı ile dava reddedilmiştir. AYİM’in ret gerekçesi
şöyledir:
“… Kamu hizmetini yürütmekle görevli olan idarenin, bu hizmeti en iyi
şekilde yürütülebilmesi için gerekli tedbirleri alma yetkisi ile donatılmasının
zorunlu olduğu kuşkusuzdur. Bu nedenle, idarenin kamu hizmetini yürütecek olan
ajanlarını alırken bir takım özelliklere sahip olmasını araması tabii olduğu
gibi; statüye alındıktan sonra da bunları verimli biçimde kullanması, hizmeti
aksatacak, kendisinden artık verim alınması imkanı kalmamış, aksine idare
mekanizmasına ve kamu hizmetinin yürütülmesine zararlı olacak ajanlarını
bünyesi dışına çıkarması da doğaldır.
Davacının disiplin ve sicil durumu itibarıyla "çok iyi"
seviyede olduğu ve bu nedenle TSK'dan ilişiğinin kesilmesinin hukuken mümkün
olmadığı açıktır. Ancak, evli olan davacının, 2010 yılından itibaren TSK'da
görevli silah arkadaşının eşiyle girmiş olduğu gayri meşru ilişkinin niteliği,
2010 yılından itibaren gösterilen süreklilik ve gayri meşru ilişkinin yaşandığı
ortam (bayanın eşinin seyir görevine gittikten sonra çocuklarının bulunduğu ev
ortamı) dikkate alındığında, davacının bu durumuyla TSK'da görevine devam
etmesinin mümkün olmadığı, davalı idare tarafından tesis edilen ayırma
işleminde objektif sınırlar içinde takdir yetkisi kullanıldığı
değerlendirilmekle, dava konusu ayırma işleminde hukuka aykırı bir yön bulunmadığı
sonucuna ulaşılmıştır.
Açıklanan nedenlerle; hukuki dayanaktan yoksun bulunan davanın reddine
... karar verildi.”
18. Başvurucu tarafından yapılan karar düzeltme talebi, aynı
Dairenin 18/3/2014 tarihli ve E.2014/297, K.2014/261 sayılı kararıyla
reddedilmiş ve karar 28/3/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
19. 18/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
20. Anayasa Mahkemesinin 4/5/2016 tarihli yazısı ile yargılama
dosyasına sunulmuş olan ve başvurucunun TSK’dan ilişiğinin kesilmesi işlemine
dayanak oluşturan belgelerin gönderilmesi istenmiştir.
21. Kara Kuvvetleri Komutanlığının 31/5/2016 tarihli yazısı ile
idari işlemin dayanağını oluşturan ihbar dilekçesinin, ihbar dilekçesini sunan
E.U. ile S. hakkında verilen ve boşanmalarına hükmedilen Mahkeme kararının,
başvurucu hakkındaki sicil belgelerinin, bilgi formlarının, Komisyon
tutanağının Anayasa Mahkemesine sunulduğu görülmüştür.
22. Anılan belgelerin incelenmesi neticesinde başvurucu ile
S.nin görüşmeye başladıkları dönemde her ikisinin de evli olduğu, S. tarafından
Deniz Kuvvetleri Komutanlığı emrinde görevli astsubay eşi E.U. aleyhine
25/5/2011 tarihinde boşanma, velayet, nafaka, maddi ve manevi tazminat istemli
dava açıldığı, buna karşın E.U. tarafından boşanma, velayet ve manevi tazminat
istemli karşı dava açıldığı, yargılamayı yapan Gölcük 1. Asliye Hukuk
Mahkemesinin 28/3/2012 tarihli ve E.2011/314, K.2012/164 sayılı kararı ile
tarafların şiddetli geçimsizlik nedeniyle boşanmalarına, çocukların velayetinin
babaya verilmesine, anne ile şahsi ilişki kurulmasına ve davalı E.U.nun manevi
tazminat talebinin kısmen kabulü ile 20.000 TL'nin davacı S.den alınarak E.U.ya
verilmesine hükmedildiği anlaşılmaktadır. Söz konusu Mahkeme kararının
gerekçesinde, davacı S.nin sadakatsiz davranmak ve şiddet uygulamak, davalı
E.U.nun ise şiddet uygulamak suretiyle onur kırıcı davranışlarda bulunduğu,
davacı S.nin kusurunun ise daha fazla olduğu tespitinde bulunulmuştur. Buna
dayanak olarak da 20/7/2011 tarihli birinci duruşmada S.nin başvurucu ile olan
arkadaşlığını kabul ettiği, kendisine gösterilen fotoğrafların bir kısmının
müşterek konutta çekildiğini ve fotoğraflardaki çocukların müşterek çocuklar
olduğunu ifade ettiği, S. tarafından sunulan 15/2/2012 tarihli dilekçede de
sadakatsizlik iddiasına karşılık olarak S.nin başvurucu ile olan ilişkisinin
ciddi olduğunu ve başvurucuyu ailesi ile tanıştırdığını beyan ettiği
hususlarında S.nin verdiği ikrar beyanları gösterilmiştir. Anılan Mahkeme
kararı davacı S. tarafından temyiz edilmiş ve Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin
24/1/2013 tarihli ve E.2012/15333, K.2013/1677 sayılı kararıyla onanarak
kesinleşmiştir. Bu süreçte S.nin boşandığı eşi E.U. tarafından başvurucu
hakkında gönderilen ihbar dilekçesi üzerine yukarıda belirtilen ayırma süreci
başlatılmıştır.
23. Başvurucu, Burhaniye Asliye Hukuk Mahkemesinin 21/9/2012
tarihli ve E.2012/546, K.2012/360 sayılı kararı ile karşılıklı anlaşma yoluyla
boşanmış ve karar aynı tarihte kesinleşmiştir. Başvurucu ile S., 9/4/2013
tarihinde evlenmişlerdir.
24. Ayrıca 2000 yılından itibaren TSK'da görev yapan
başvurucunun 15/8/2006 tarihinde uyarı disiplin cezası ile cezalandırıldığı,
Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığı Askerî Mahkemesinde memuriyet görevini
ihmal etmek suçlamasıyla 2008 yılında yargılandığı, anılan Mahkemenin
25/12/2008 tarihli ve E.2008/11, K.2008/522 sayılı kararı ile hakkında hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği anlaşılmaktadır.
B. İlgili Hukuk
25. 1632 sayılı Kanun'un
"İffetsiz bir kimse ile evlenen veya böyle bir kimse ile yaşayanlar" kenar
başlıklı 153. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"İffetsizliği anlaşılmış olan bir kimse ile bilerek evlenen veya
evlilik bağını devam ettirmekte veya böyle bir kimseyi yanında bulundurmakta
veya karı koca gibi herhangi bir kimse ile nikahsız olarak devamlı surette
yaşamakta ısrar eden asker kişiler hakkında Türk Silahlı Kuvvetlerinden çıkarma
cezasına, erbaşlar hakkında rütbenin geri alınmasına hükmolunur."
26. 27/7/1967 sayılı ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri
Personel Kanunu’nun “Çeşitli nedenlerle
Silahlı Kuvvetlerden ayrılacak astsubaylar hakkında yapılacak işlem”
kenar başlıklı 94. maddesinin işlem tarihinde yürürlükte olan (b) fıkrası
şöyledir:
“Disiplinsizlik ve ahlaki durum sebebiyle ayırma:
Disiplinsizlik veya ahlaki durumları sebebiyle Silahlı Kuvvetlerde
kalmaları uygun görülmiyen astsubayların hizmet sürelerine bakılmaksızın
haklarında T.C. Emekli Sandığı Kanunu hükümleri uygulanır.
Bu sebeplerin neler olduğu ve bunlar hakkındaki sicil belgelerinin
nasıl ve ne zaman tanzim edileceği, nerelere gönderileceği, inceleme ve
sonuçlandırma ile gerekli diğer işlemlerin nasıl ve kimler tarafından
yapılacağı Astsubay Sicil Yönetmeliğinde gösterilir. Bu gibi astsubaylardan
durumlarının Yüksek Askerî Şura tarafından incelenmesi Genelkurmay
Başkanlığınca gerekli görülenlerin Silahlı Kuvvetlerden ayırma işlemi, Yüksek
Askerî Şura kararı ile yapılır.”
27. Astsubay Sicil Yönetmeliği’nin işlem tarihinde yürürlükte
olan “Disiplinsizlik ve ahlâkî durumları
nedeniyle ayırma usulleri” kenar başlıklı 60. maddesinin ilgili
kısmı şöyledir:
“Aşağıdaki sebeplerden biri ile disiplinsizlik
veya ahlâkî durumları gereği Türk Silâhlı Kuvvetlerinde kalmaları, bulunduğu
rütbeye veya bir önceki rütbesine ait bir veya birkaç belge ile anlaşılıp uygun
görülmeyenler hakkında, hizmet sürelerine bakılmaksızın emeklilik işlemi
yapılır:
a. Disiplin bozucu hareketlerde bulunması, ikaz veya cezalara rağmen
ıslah olmaması,
b. Hizmetin gerektirdiği şekilde tavır ve hareketlerini ikazlara rağmen
düzenleyememesi,
c. (Değişik:RG-13/06/2003-25137) Aşırı derecede menfaatine, içkiye,
kumara düşkün olması,
...
e. Türk Silâhlı Kuvvetlerinin itibarını sarsacak şekilde ahlâk dışı
hareketlerde bulunması,
...”
28. Astsubay Sicil Yönetmeliği’nin işlem tarihinde yürürlükte
olan “Disiplinsizlik ve ahlaki durum
nedeniyle ayırma sicil belgesi düzenlenmesi ve uygulanacak usuller”
kenar başlıklı 61. maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
“Disiplinsizlik ve ahlâkî durum nedeniyle ayırma iki şekilde yapılır.
a. Ayırma işleminin sıralı sicil üstlerince başlatılması:
Disiplinsizlik ve ahlâkî durum nedeniyle ayırma sicil belgesinin
düzenlenmesinde, süre söz konusu olmayıp, her zaman düzenlenebilir. Temel
nitelikler hariç olmak üzere, diğer niteliklere işaret konulmaz. Sicil üstleri,
sicil belgelerinin temel nitelikler ve son bölümdeki kendilerine ait olan
kanaat hanelerine bu Yönetmeliğin 60 ncı maddesindeki disiplinsizlik ve ahlâkî
durumlardan hangisine göre kesin kanaate vardıklarını belirttikten sonra
‘Silâhlı Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir’ kanaatini yazarak imzalar ve
gerekli belgeleri ekleyerek, bekletmeden sıralı sicil üstlerinin tümünün
kanaatlerinin yazılmasını sağladıktan sonra, Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma
Genel Komutanlığı veya Sahil Güvenlik Komutanlığı Personel Başkanlığına
gönderirler.
...
Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı veya Sahil Güvenlik
Komutanlığı Personel Başkanlıklarına gelen bu siciller, ilgili şubelerce
karargâhta bulunan dosya ve diğer belgelerle karşılaştırılarak incelenir ve bunlar
Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı
karargâhında; Kurmay Başkanının başkanlığında personel, istihbarat ve harekât
başkanları, personel ve tayin dairesi başkanları ve gerekli gördükleri şube
müdürleri ile kıdem, personel yönetim şube müdürleri ve adlî müşavir veya hukuk
işleri müdürlerinden oluşan komisyona sevk edilir. Bu komisyon tarafından,
düzenlenen sicilin Kanun ve Yönetmeliklere uygunluğu, ekli belgelerin
yeterliliği ve geçerliliği yönünden incelendikten sonra bir değerlendirme
yapılır. Gerekirse, sicil üstlerinin şifahî veya yazılı görüşleri alınır; bilgi
veya belge isteğinde bulunulabilir. Komisyon, yapmış olduğu inceleme ve
değerlendirme sonucunda almış olduğu kararı, bir tutanak ile Kuvvet Komutanı,
Jandarma Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanının onayına sunar ve
alınacak onaya göre işlem yapılır. Kuvvet Komutanı, Jandarma Genel Komutanı
veya Sahil Güvenlik Komutanı tarafından emekliliği uygun görülmeyenlerin
sicilleri, mazbata edilerek şahsî dosyalarına konur ve bunların görev yerleri
değiştirilir. Emekliliği, Kuvvet Komutanı, Jandarma Genel Komutanı veya Sahil
Güvenlik Komutanı tarafından onaylanan personelin dosyaları, Genelkurmay
Başkanlığına gönderilir. Genelkurmay Başkanlığına gelen dosyalar, personel
başkanlığınca adlî müşavirlikle koordine edilerek, Yüksek Askerî Şûra kararına
sunulup sunulmaması yönünden incelenir ve Genelkurmay Başkanının tasvibine
sunulur. Genelkurmay Başkanı tarafından, durumları Yüksek Askerî Şûrada
görüşülmesi gerekli görülenler hakkındaki istemler, ilk Yüksek Askerî Şûra
toplantısında gündeme alınarak haklarında kesin karara varılır ve işlemleri
tamamlanır. Genelkurmay Başkanının, durumlarını Yüksek Askerî Şûrada
görüşülmesine gerek görmediği astsubayların dosyaları, Kuvvet Komutanlıkları,
Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığına iade edilir. Bu gibi
astsubaylar hakkında, Kuvvet Komutanı, Jandarma Genel Komutanı veya Sahil
Güvenlik Komutanının daha önce verdiği karara göre işlem yapılır...
Bu Yönetmeliğin 60 ncı maddesinin birinci fıkrasının (e) bendinde
yazılı fiillerden dolayı haklarında ‘Silâhlı Kuvvetlerde Kalması Uygun
Değildir’ sicili düzenlenmesi gereken astsubaylar ile mevcut belgelerin ast
kademelere intikali sakıncalı görülen astsubaylar hakkında, bu belgelere
dayanarak Kuvvet Komutanı, Jandarma Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanı
tarafından sicil düzenlenebilir. Bu şekilde düzenlenen sicile göre kesin işlem
yapılır.
b. Ayırma işlemlerinin personel başkanlıklarınca başlatılması:
Sıralı sicil üstlerince haklarında ‘Silâhlı Kuvvetlerde Kalması Uygun
Değildir’ sicili düzenlenmemesine rağmen, Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel
Komutanlığı veya Sahil Güvenlik Komutanlığı Personel Başkanlıklarınca bütün
rütbelerdeki safahatı kapsayacak şekilde sicil belgeleri, özlük dosyaları ve
varsa kişi hakkındaki özel dosyaların incelenmesi sonucu durumları, bu
Yönetmeliğin 60 ıncı maddesinin birinci fıkrasında yazılı fiillerden biri,
birden fazlası veya hepsine birden uyan personelin tespiti hâlinde, bunlar, bu
maddenin birinci fıkrasının (a) bendinde belirtilen komisyona sevk edilirler.
Komisyon, inceleme ve değerlendirme sonucunda aldığı kararı bir tutanak ile
Kuvvet Komutanı, Jandarma Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanının
onayına sunar...
Emekli edilmesi uygun görülenler hakkında Kuvvet Komutanı, Jandarma
Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanı ile Genelkurmay Başkanı tarafından
‘Silâhlı Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir’ şeklinde sicil düzenlenir ve
bunlar hakkında, bu maddenin birinci fıkrasının (a) bendinde belirtilen şekilde
işlem yapılır.”
29. 4/1/1961 tarihli ve 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç
Hizmet Kanunu’nun “Disiplin”
kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Disiplin: Kanunlara, nizamlara ve amirlere mutlak bir itaat ve astının
ve üstünün hukukuna riayet demektir.
Askerliğin temeli disiplindir.
Disiplinin muhafazası ve idamesi için hususi
kanunlarla cezai ve hususi kanun ve nizamlarla idari tedbirler alınır.”
30. 211 sayılı Kanun’un 39. maddesi şöyledir:
“Silahlı Kuvvetlerde askeri eğitim ile beraber
ahlak ve maneviyatın yükseltilmesine ve milli duyguların kuvvetlendirilmesine
bilhassa itina olunur.
Cumhuriyete sadakat, vatanını sevmek, iyi
ahlaklı olmak, üste itaat, hizmetin yapılmasında sebat ve gayret, cesaret ve
atılganlık, icabında hayatını hiçe saymak, bütün silah arkadaşları ile iyi
geçinmek, birbirlerine yardım, intizam severlik, yapılması men edilen şeylerden
kaçınmak, sıhhatini korumak, sır saklamak her askerin esas vazifesidir.”
31. 6/9/1961 tarihli ve 10899 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan
Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Yönetmeliği’nin 86. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“Asker, kendisinden beklenen vazifeleri
hakkıyla yapabilmek için yüksek ahlâk ve kuvvetli maneviyata sahip olmalıdır.
Her askerde bulunması lâzım gelen ahlakî ve mânevi vasıflar şunlardır:
…
(h). İyi ahlâk sahibi olmak: Askerin ahlâkı ve
yaşayışı kusursuz ve lekesiz olmalıdır. Asker, esrarkeşlikten, sarhoşluktan,
yalancılıktan borçtan ve kumardan, dolandırıcılıktan, ahlâksız kimselerle düşüp
kalkmaktan, hırsızlıktan, yağmadan, yakıp yıkmaktan ve sair bütün fenalıklardan
sakınmalıdır. Bunlar vazifenin yapılmasına mâni olurlar, yaşayışı, sıhhati,
azim ve cesareti bozar; namusu, lekeler, manevi şahsiyeti öldürür ve her biri
ayrı ayrı cezaları üstüne çeker…”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
32. Mahkemenin 21/9/2016tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
33. Başvurucu; hâlihazırda evli olduğu S. ile duygusal olarak
yakınlaştıkları ve görüştükleri dönemde S.nin evli olduğu kişinin askerî
personel olduğunu bilmediğini, S.nin askerî bir personelle evli olduğundan
haberdar olduğu anda ilişkisini bitirdiğini, kendisinin gayrimeşru bir ilişki
yaşamak kastıyla hareket etmediğini, ahlak dışı yaşam sürmediği gibi
boşandıktan sonra evlendiği S. ile olan düzeyli ilişkisini samimi bir şekilde
yargılama süreçlerinde dile getirdiğini, ayırma işlemine konu edilen eylemler
hakkında hiç ikaz edilmediğini ve savunmasının alınmadığını, başarılı bir
mesleki geçmişe sahip olmasına ve otuz adet takdir belgesi ile iki adet şerit
rozeti ile taltif edilmesine rağmen tesis edilen işlemde ölçülülük ilkesinin
gözetilmediğini, isnat edilen eylemlere karşılık uygulanan disiplin cezasının
ölçülü olmadığını ve tüm bu idari ve yargısal süreçte özel hayatının gizliliği
ilkesine saygı gösterilmediğini, ayrıca AYİM'de hâkim sınıfından olmayan subay
üyelerin bulunması nedeniyle yargılamanın bağımsız ve tarafsız bir mahkemece
yapılmadığını, karar düzeltme talebinin kararı veren aynı Daire tarafından
incelenerek karara bağlanması nedeniyle iki dereceli yargılanma hakkının
zedelendiğini belirterek Anayasa’nın 2., 20. ve 36. maddeleri ile güvence
altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş; ihlalin tespiti ile
yargılamanın yenilenmesi ve lehine tazminata hükmedilmesi talebinde
bulunmuştur.
B. Değerlendirme
34. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun özel hayatına ilişkin bilgilere
dayanılarak hakkında ayırma işlemi tesis edildiğine ilişkin şikâyetinin
Anayasa’nın 20. maddesi ile güvence altına alınan özel hayatın gizliliği hakkı,
kuruluşu ve yapısal sorunları nedeniyle bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
olmayan AYİM'de yargılandığı şikâyetinin Anayasa’nın 36. maddesi ile güvence
altına alınan adil yargılanma hakkı, AYİM Birinci Dairesi tarafından verilen
karar hakkındaki karar düzeltme talebinin aynı Daire tarafından karara
bağlanması şikâyetinin ise iki dereceli yargılama hakkı kapsamında incelenmesi
uygun görülmüştür.
1.Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. AYİM'in Bağımsız ve
Tarafsız Olmadığına İlişkin İddia
35. Başvurucu, AYİM'de hâkim sınıfından olmayan subay üyelerin
bulunması nedeniyle bağımsız ve tarafsız bir mahkemede yargılanma şartının
gerçekleşmediğini ileri sürmüştür.
36. AYİM'in bağımsız ve tarafsız bir mahkeme olmadığı iddiaları,
daha önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesince bu iddiaların
açıkça dayanaktan yoksun olduğuna karar verilmiştir (Yaşasın Aslan, B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 29; Salih Karakoç, B. No: 2013/2954,
19/12/2013, § 49). Somut başvuru açısından farklı karar verilmesini gerektiren
bir yön bulunmadığından başvurunun bu kısmının açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
b. İki Dereceli
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
37. Başvurucu, AYİM Birinci Dairesi tarafından verilen karar
hakkındaki karar düzeltme taleplerinin aynı Daire tarafından karara bağlanması
nedeniyle adil yargılanmadığını ileri sürmüştür.
38. Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının
incelenebilmesi için kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddia edilen hakkın
Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerin
kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle Anayasa ve Sözleşme’nin ortak
koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
39. Sözleşme’ye ek 7 No.lu Protokol’ün 2. maddesinde cezai
konularda iki dereceli yargılanma hakkı tanınmış ise de ilgili tarihlerde
Türkiye bu Protokol’e taraf olmadığı gibi başvuru konusu olay da bir ceza
yargılaması değildir.
40. Başvurucunun başvuru dilekçesinde ifade ettiği AYİM nezdinde
temyiz yani iki dereceli yargılanma hakkı, Anayasa’da güvence altına alınmış
temel hak ve özgürlüklerden olmadığı gibi Sözleşme’nin ve buna ek Türkiye’nin
taraf olduğu protokollerden herhangi birinin kapsamına da girmemektedir (Mahir Akarsu, B. No: 2012/1096, 20/2/2014,
§§ 42-45).
41. Açıklanan nedenlerle başvuru konusu ihlal iddialarının
Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kaldığı anlaşıldığından
başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden
incelenmeksizin konu bakımından yetkisizlik
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Özel Hayatın Gizliliği
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
42. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan özel
hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
43.Anayasa’nın “Özel hayatın
gizliliği” kenar başlıklı 20. maddesi şöyledir:
“Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı
gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının
gizliliğine dokunulamaz.
Millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin
önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın korunması veya başkalarının hak ve
özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak,
usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak
gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınmış merciin
yazılı emri bulunmadıkça; kimsenin üstü, özel kâğıtları ve eşyası aranamaz ve
bunlara el konulamaz. Yetkili merciin kararı yirmidört saat içinde görevli
hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını el koymadan itibaren kırksekiz saat
içinde açıklar; aksi halde, el koyma kendiliğinden kalkar.
Herkes, kendisiyle ilgili kişisel verilerin
korunmasını isteme hakkına sahiptir. Bu hak; kişinin kendisiyle ilgili kişisel
veriler hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların düzeltilmesini
veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp
kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsar. Kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen
hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir. Kişisel verilerin korunmasına
ilişkin esas ve usuller kanunla düzenlenir.”
44. Özel hayat kavramı eksiksiz bir tanımı bulunmayan geniş bir
kavramdır. Bu kapsamda korunan hukuki değer esasen kişisel bağımsızlık olup bu
koruma bir taraftan herkesin istenmeyen bütün müdahalelerden uzak kendine özel
bir ortamda yaşama hakkına sahip olduğuna işaret etse de diğer taraftan özel hayat
kavramının herkesin kişisel yaşamını istediği şekilde sürdürme ve dış dünyayı
bu çemberden ayrı tutma kavramına indirgenemeyeceği açıktır. Bu açıdan
Anayasa’nın 20. maddesi özel bir sosyal hayat sürdürmeyi güvence altına
almaktadır (Serap Tortuk, B. No: 2013/9660,
21/1/2015, § 31; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Özpınar/Türkiye, B. No: 20999/04,
19/10/2010, § 45).
45. Özel hayata saygı hakkı kapsamında korunan hukuksal
çıkarlardan biri de bireyin mahremiyet hakkıdır. Ancak mahremiyet hakkı sadece
yalnız bırakılma hakkından ibaret olmayıp bu hak, bireyin kendisi hakkındaki
bilgileri kontrol edebilme hukuksal çıkarını da kapsamaktadır. Bireyin
kendisine ilişkin herhangi bir bilginin kendi rızası olmaksızın açıklanmaması,
yayılmaması, bu bilgilere başkaları tarafından ulaşılamaması ve rızası hilafına
kullanılamaması, kısaca bu bilgilerin mahrem kalması konusunda menfaati
bulunmaktadır. Bu husus, bireyin kendisi hakkındaki bilgilerin geleceğini
belirleme hakkına işaret etmektedir (Serap
Tortuk, § 32).
46. Bu yönüyle özel hayat, öncelikle bireylerin kendi
bireyselliklerini geliştirebilecekleri ve diğer kişilerle en mahrem ilişkilere
girebilecekleri kavramsal ve fiziksel bir alana işaret etmektedir. Bu
mahremiyet alanı, devletin müdahale edemeyeceği veya meşru amaçlarla asgari
düzeyde müdahale edebileceği özel bir alanı kapsamaktadır. Bireyin mahremiyet
hakkının mekânı, kural olarak özel alandır. Ancak özel hayatın korunması hakkı
bazı durumlarda kamusal alana da genişleyebilir. Zira meşru beklenti kavramı, bireylerin
mahremiyetlerinin kamusal alanda da bazı koşullar altında korunmasını mümkün
kılmaktadır (Serap Tortuk, § 33).
47. Özel hayata saygı hakkı alt kategorisinde geçen “özel hayat”
kavramı AİHM tarafından da oldukça geniş yorumlanmakta ve bu kavrama ilişkin
tüketici bir tanım yapmaktan özellikle kaçınılmaktadır (Koch/Almanya, B. No: 497/09, 19/7/2012, §
51).
48. Bununla birlikte Sözleşme'nin denetim organlarının
içtihatlarında “bireyin kişiliğini geliştirmesi ve gerçekleştirmesi” kavramının
özel hayata saygı hakkının kapsamının belirlenmesine temel alındığı
anlaşılmaktadır. Özel hayatın korunması hakkının sadece mahremiyet hakkına
indirgenemeyeceği gerçeği karşısında kişiliğin serbestçe geliştirilmesiyle
uyumlu birçok hukuksal çıkar bu hakkın kapsamına dâhil edilmiştir. Ancak
özellikle mahremiyet alanında cereyan eden cinsel içerikli eylem ve
davranışların bu alana dâhil olduğuna kuşku yoktur (Serap Tortuk, § 35). AİHM, mesleki hayat çerçevesinde
kişilerin özel hayatı hakkında sorgulanmasının ve bunun doğurduğu idari
sonuçların, buna ek olarak kişilerin davranış ve tutumları gerekçe gösterilerek
görevden alınmalarının özel hayatın gizliliğine yapılmış bir müdahale
oluşturduğunu vurgulamaktadır (Özpınar/Türkiye,
§§ 47, 48).
49. Anayasa’nın 20. maddesinde, herkesin özel hayatına saygı
gösterilmesi hakkına sahip olduğu ve özel hayatın gizliliğine dokunulamayacağı
belirtilmekte olup bu düzenlemede yer verilen özel hayatın gizliliği hakkı,
Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde özel hayata saygı hakkı kapsamında güvence
altına alınan hakka karşılık gelmektedir. Bireyin mahremiyet alanının ve bu
alanda cereyan eden eylem ve davranışlarının da kişinin özel yaşamı kapsamında
olduğu açıktır. Mahremiyet hakkı ve bu alana ilişkin bilgilerin gizliliğinin
korunması Anayasa Mahkemesi tarafından da Anayasa’nın 20. maddesi kapsamında
değerlendirilmektedir (AYM, E.2009/1, K.2011/82, 18/5/2011; E.1986/24,
K.1987/8, 31/3/1987).
a. Müdahalenin Varlığı
50."TSK'nın itibarını sarsacak şekilde ahlak dışı
hareketlerde bulunması" sebebiyle TSK’dan ayırma işlemine tabi tutulan
başvurucuya ilişkin idari tahkikat sürecinden, TSK’dan ayırma kararından ve
AYİM kararlarından anlaşıldığı üzere başvuruya konu süreçte özellikle
başvurucunun özel hayatı kapsamındaki davranış ve ilişkilerinin en önemli yer
tuttuğu görülmektedir. Bu şartlar altında özel yaşamına ait unsurlar gerekçe
gösterilerek verilen ayırma kararının başvurucunun özel hayatın gizliliği
hakkına bir müdahale oluşturduğu açıktır.
b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
51. Anayasa’nın 20. maddesinde, özel hayatın gizliliği hakkı
açısından bu hakkın tüm boyutlarına ilişkin olmadığı anlaşılan birtakım
sınırlama sebeplerine yer verilmiş olmakla beraber özel sınırlama nedeni
öngörülmemiş olan hakların dahi hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları
bulunmakta; ayrıca Anayasa’nın diğer maddelerinde yer alan kurallara
dayanılarak da bu hakların sınırlanması mümkün olabilmektedir. Bu noktada
Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan güvence ölçütleri işlevsel niteliği haizdir
(Sevim Akat Eşki, B. No:
2013/2187, 19/12/2013, § 33).
52. Anayasa’nın “Temel hak ve
hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
53. Belirtilen Anayasa hükmü, hak ve özgürlükleri sınırlama ve
güvence rejimi bakımından temel öneme sahip olup Anayasa’da yer alan bütün hak
ve özgürlüklerin yasa koyucu tarafından hangi ölçütler dikkate alınarak
sınırlandırılabileceğini ortaya koymaktadır. Anayasa’nın bütünselliği ilkesi
çerçevesinde Anayasa kurallarının bir arada ve hukukun genel kuralları
gözönünde tutularak uygulanması zorunlu olduğundan belirtilen düzenlemede, yer
alan başta yasa ile sınırlama kaydı olmak üzere tüm güvence ölçütlerinin
Anayasa’nın 20. maddesinde yer verilen hakkın kapsamının belirlenmesinde de
gözetilmesi gerektiği açıktır (Sevim Akat
Eşki, § 35).
54. Dolayısıyla özel hayatın gizliliği hakkına yapıldığı iddia
edilen müdahalenin incelemesinde kanunilik ve müdahaleyi haklı kılan sebeplerin
var olup olmadığı her somut olayın kendi koşulları içinde değerlendirilmelidir.
i.Kanunilik
55. Hak ve özgürlüklerin kanunla sınırlanması ölçütü anayasa
yargısında önemli bir yere sahiptir. Hak ya da özgürlüğe bir müdahale söz
konusu olduğunda öncelikle tespiti gereken husus, müdahaleye yetki veren bir
kanun hükmünün yani müdahalenin hukuki bir temelinin mevcut olup olmadığıdır (Sevim Akat Eşki, § 36).
56. Başvuruya konu disiplin uygulaması ve devam eden yargısal
sürecin,926 sayılı Kanun’un 94. maddesinin işlem tarihinde yürürlükte olan (b)
fıkrası ile Astsubay Sicil Yönetmeliği’nin işlem tarihinde yürürlükte olan 60.
ve 61. maddeleri uyarınca yürütüldüğü anlaşılmaktadır.
57. Bu kapsamda somut olayda başvurucunun özel hayata saygı
hakkına yapılan müdahalenin kanuni bir dayanağının mevcut olduğu anlaşılmaktadır.
AYİM kararının söz konusu Kanun hükümlerine dayandığı anlaşıldığından
belirtilen yargısal kararların yeterli bir hukuki temele sahip olduğu
görülmektedir.
ii. Meşru Amaç
58. Disiplin yaptırımlarının bir kamu veya özel teşkilat
düzenini devam ettirmek, onun verimli, süratli ve yararlı bir biçimde
çalışmasını sağlamak, anılan teşkilatın onur ve saygınlığını korumak amacıyla
tesis edildiği açıktır. Özellikle kamu görevi yürüten bireyler açısından
disiplin cezalarının amacı kamu görevlisini görevine bağlamak, kamu hizmetinin
gereği gibi yürütülmesini ve bu suretle kurumların huzurunu temin etmektir.
Disiplin cezaları kamu hizmetlerinin gereği gibi yapılması ve memurların
hiyerarşik düzen içinde uyumlu hareket etmeleri amacıyla uygulanmaktadır. 211 sayılı
Kanun’un 13. maddesinde disiplin; kanunlara, nizamlara ve amirlere mutlak bir
itaat ile astının ve üstünün hukukuna riayet şeklinde tanımlanmıştır. Ayrıca
askerliğin temelinin disiplin olduğu vurgulanmış, disiplinin muhafazası ve
idamesi için özel kanunlarla cezai ve idari tedbirlerin alınacağı
düzenlenmiştir.
59. Anılan düzenlemeler, millî güvenliğin sağlanması meşru amacı
kapsamında askerî disiplinin korunması ve kamu hizmetinin gereği gibi
yürütülmesini sağlamak meşru amacını ortaya koymaktadır. Bu bağlamda disiplin
hukukuna ilişkin uygulamalar neticesinde özellikle kamu görevlilerinin işlem ve
eylem tarzlarıyla ilgili bazı sınırlamalar getirilmesi belirtilen meşru
temellere dayanmaktadır. Aynı şekilde askerî bir meslek seçerek belirli bir
statüye girmeyi kabul eden kişilerin sivillere getirilemeyecek bazı
sınırlamaların askerî disiplin gereği kendilerine uygulanabileceğini baştan
kabul ettiklerini söylemek de mümkündür (Ata
Türkeri, B. No: 2013/6057, 16/12/2015, § 41).
60. Dolayısıyla söz konusu müdahalenin askerî disiplinin
korunması ve kamu hizmetinin gereği gibi yürütülmesini sağlama ve bu itibarla
millî güvenliğin korunması amacını taşıdığı, bunun da Anayasa'nın 20. maddesi
çerçevesinde meşru bir amaç olduğu sonucuna varılmıştır.
iii. Demokratik Bir Toplumda Gerekli Olma ve
Ölçülülük
61. Anayasa’nın 20. maddesinin amacı esas olarak bireylerin özel
hayatlarına karşı devlet tarafından yapılabilecek keyfî müdahalelerin
önlenmesidir.
62. Özel hayatın gizliliği hakkının sınırlanması mümkün olmakla
beraber Anayasa'nın 13. maddesi vasıtasıyla Anayasa'da yer alan tüm temel hak
ve özgürlüklerin sınırlandırılması hususunda geçerli olan ilkeler, özel hayatın
gizliliği hakkının sınırlandırılmasında da dikkate alınmalıdır. Buna göre
demokratik toplum düzeninin gerekleri gözetilmeli, hakkın özüne dokunmamalı,
sınırlamada öngörülen meşru amaç ile sınırlandırma aracı arasında orantısızlık
bulunmamalı, sınırlandırmayla ulaşılabilecek genel yarar ile temel hak ve
özgürlüğü sınırlandırılan bireyin kaybı arasında adil bir denge kurulmasına
özen gösterilmelidir (Marcus Frank Cerny [GK],
B. No: 2013/5126, 2/7/2015, § 73).
63. “Demokratik toplum düzeninin gerekleri” kavramı, öncelikle
özel hayatın gizliliği hakkı üzerindeki sınırlamaların zorunlu ya da istisnai
tedbirler niteliğinde olmasını, başvurulabilecek son çare ya da alınabilecek en
son önlem olarak kendisini göstermesini gerektirmektedir. “Demokratik toplum
düzeninin gerekleri”nden olma, bir sınırlamanın demokratik bir toplumda
zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacın karşılanması amacına yönelik olmasını ifade
etmektedir. Buna göre sınırlayıcı tedbir, bir toplumsal ihtiyacı karşılamıyorsa
ya da başvurulabilecek son çare niteliğinde değilse demokratik toplum düzeninin
gereklerine uygun bir tedbir olarak değerlendirilemez (Ata Türkeri, § 44).
64.Bu bağlamda özel hayatın gizliliği hakkına yargısal veya
idari bir müdahalenin toplumsal bir ihtiyaç baskısını karşılayıp
karşılamadığına bakılması gerekecektir. Başvuru konusu olay bakımından
yapılacak değerlendirmelerin temel ekseni; müdahaleye neden olan idarenin ve
derece mahkemelerinin kararlarında dayandıkları gerekçelerin, özel hayata saygı
hakkının unsurlarından olan mahremiyet hakkını kısıtlama bakımından “demokratik
toplum düzeninin gerekleri” ve “ölçülülük” ilkelerine uygun olduğunu inandırıcı
bir şekilde ortaya koyup koyamadığı olacaktır (Ata
Türkeri, § 45).
65. Personel rejimi gibi sıkı kural ve şartlara tabi bir alanda,
kamu makamlarının faaliyetin niteliği ve sınırlamanın amacına göre değişen
geniş bir takdir yetkisinin bulunması doğaldır. Bu kapsamda özel hayat
kavramının salt mahremiyet alanına işaret etmeyip bireylerin özel bir sosyal
hayat sürdürmelerini güvence altına almakta olduğu gerçeği karşısında özellikle
kamu görevlilerinin mesleki yaşamlarıyla da bütünleşen bazı özel hayat
unsurları açısından sınırlamalara tabi tutulabilecekleri açıktır. Bununla
birlikte bu kişilerin de diğer bireyler için öngörülen sınırlamalarda olduğu
gibi asgari güvence ölçütlerinden istifade etmeleri gerekir. Özellikle bireyin
temel haklarından biri olan özel yaşamın gizliliği hakkı ile kamu hizmetinin
yukarıda belirtilen temellere uygun yürütülmesini gözetmek konusundaki meşru
menfaat arasında adil bir dengenin kurulup kurulmadığının gözönünde
bulundurulması zorunludur (Serap Tortuk,
§ 52).
66. Öte yandan mahremiyet alanına ait ya da bireyin varlığına
veya kimliğine ilişkin önemli haklar veya hukuksal çıkarlar söz konusu olduğu
zaman kamu makamlarının takdir yetkisi daha dardır. Bu bağlamda özel yaşamın
gizliliği hakkının cinsellik ve mahremiyet hakkı gibi yönleri söz konusu
olduğunda takdir yetkisinin daha dar tutulması gerekmekte olup bu alanlara
yönelik müdahalelerin haklı olduğunun kabul edilebilmesi için özellikle ciddi
gerekçelerin varlığı şarttır (Ata Türkeri, §
47). Tesis edilen disiplin işlemlerinde ve bu işlemlerin hukuka uygunluk
denetiminin yapıldığı mahkeme kararlarında, bireylerin özel hayatlarına ilişkin
tutum ve eylemlerinin mesleki hayatları üzerindeki etkilerinin açıklanması,
kamu hizmeti sunan ilgili kurumların işleyişi üzerindeki etkilerinin ve
risklerinin ortaya konulması ve bu hususlardaki değerlendirmelerin yeterli ve
ikna edici gerekçelerle desteklenmesi, ayrıca tesis edilen işlemlerin
bireylerin geçmiş mesleki sicilleri ve başarı durumları dikkate alınarak
ölçülülük yönünden irdelenmesi gerekir.
67. Son olarak AİHM kararlarına göre Sözleşme’nin 8. maddesi
açıkça usul şartları içermemekle birlikte anılan maddeyle güvence altına alınan
haklardan etkili bir şekilde yararlanılabilmesi için müdahaleyi doğuran karar
alma sürecinin bu maddeyle korunan hak ve özgürlüklere gerekli saygıyı
sağlayacak nitelikte ve adil olması gerekir. Bu şekildeki bir süreç,
başvurucunun 8. maddedeki haklarını -deliller ve kanıtlama konuları dâhil- adil
şartlarda savunabileceği etkili usule ilişkin güvencelerden yararlandırılmasını
gerektirir (Ciubotaru/Moldova,
27138/04, 27/4/2010, § 51; T.P. ve
K.M./Birleşik Krallık, B. No: 28945/95, 10/5/2001, § 72).
68. Bu ilkeler ışığında başvuru konusu idari sürecin
değerlendirilmesi sonucunda başvurucu hakkında sunulan ve TSK'nın itibarını
sarsacak şekilde ahlak dışı hareketlerde bulunduğu iddiasını içeren ihbar
dilekçesinin 24/5/2012 tarihinde işleme alınması üzerine idari tahkikat
sürecinin başlatıldığı görülmüştür. Bu kapsamda oluşturulan Komisyon tarafından
TSK'nın itibarını sarsacak şekilde başvurucunun ahlak dışı hareketlerde
bulunduğu değerlendirilerek sicil yolu ile TSK'dan ilişiğinin kesilmesi yönünde
görüş hazırlandığı, bu görüşün Kara Kuvvetleri Komutanı ile Genelkurmay Başkanı
tarafından uygun görüldüğü ve Millî Savunma Bakanı oluruna dayanılarak
başvuruya konu edilen ayırma işleminin tamamlandığı anlaşılmaktadır.
69. Başvurucu, kendi evliliğinin bitmek üzere olduğu dönemde
tanıştığı S. ile arasındaki ilişkinin iki yetişkin arasında yaşanabilecek
nitelikte seviyeli bir ilişki olduğunu, o dönemde S.nin askeri bir personelle
evli olduğunu bilmediğini, boşanma süreci kesinleştikten sonra ciddi bir ilişki
sürdürdüğü S. ile evlendiklerini, hakkında yürütülen idari tahkikat hakkında
bilgilendirilmediğini ve kendisinin ayırma işlemine dayanak olarak gösterilen
durum hakkında ikaz edilmediğini, savunması dahi alınmadan ihbar dilekçesindeki
beyanların doğru kabul edildiğini, takdirlerle dolu başarılı bir sicile sahip
olmasına rağmen bu durumun dikkate alınmadığını, tesis edilen ayırma işleminin
ölçülü olmadığını ve özel hayatına ilişkin gerçek dışı ve hukuka aykırı
gerekçelerle hakkında ayırma işlemi tesis edildiğini ileri sürmüştür.
70. AYİM Birinci Dairesinin 19/11/2013 tarihli ve E.2012/1586,
K.2013/1135 sayılı kararında iddialar değerlendirilmiş; başvurucunun disiplin
ve sicil durumu itibarıyla çok iyi seviyede olduğu ve bu nedenle TSK'dan
ilişiğinin kesilmesinin hukuken mümkün olmadığı öncelikle vurgulanmış ancak
başvurucunun evli olduğu ve TSK'da görevli silah arkadaşının eşiyle süreklilik
arz eden gayrimeşru bir ilişki yaşadığı gerekçesiyle görevine devam etmesinin
mümkün olmadığı, TSK'nın itibarının sarsılacağı hususunda yapılan
değerlendirmelerin hukuka uygun olduğu, davalı idare tarafından tesis edilen
ayırma işleminde kullanılan takdir yetkisinin objektif sınırlar içinde olduğu
belirtilerek iptal talebi reddedilmiştir.
71. Kamu görevlisi ve TSK askerî personeli olarak belirli bir
sorumluluk taşıyan başvurucu, bu görevi kabul etmek suretiyle görevinden
kaynaklanan disiplin ve tutum istemine kendi iradesiyle dâhil olmuştur. Bu
durum,kişinin hak ve özgürlüklerine herhangi bir vatandaşa uygulanamayacak
sınırlamaları beraberinde getirmektedir. Zira kamu yararı, kamu görevlilerinden
uymaları gereken mesleki ve etik kurallar açısından tam bir uyum beklemektedir.
Özellikle mesleki yaşamı ile bağlantısı olabilecek bazı özel hayat unsurları
açısından, başvurucunun mesleki ve etik kurallara aykırı davranışlarının kamu
görevlilerinin ve bu bağlamda kamu hizmetinin saygınlığı üzerinde belirli bir
etkiye sahip olabileceği açıktır. Ancak her ne kadar hakkında ihbar dilekçesi
sunularak TSK'da görevli askerî bir personelle evli bir kadınla ilişki yaşadığı
ileri sürülen başvurucunun bu eylemlerinden haberdar olan idare tarafından
disiplin hukuku açısından bir değerlendirme yapılabileceği belirtilmiş ve yargı
kararlarının gerekçelerinde başvurucunun taşıdığı asker sıfatına vurgu yapılmış
ise de somut başvuruya konu eylem ve davranışların başvurucunun mahremiyet
alanında cereyan eden ve rızası ile alenileştirildiğine dair bir bulgu
bulunmayan özel yaşam eylemlerine ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
72. Başvurucu, evli olmasına rağmen evli olan S. isimli kadınla
görüşmelerinin olduğunu, ancak S.nin askerî bir personelle evli olduğunu
bilmediğini, S.nin ailesinin de bildiği bu ilişkinin seviyeli bir şekilde
geliştiğini, haklarındaki boşanma hükümleri kesinleştikten sonra S. ile
evlendiklerini yargılama sürecinde Mahkemeye sunduğu dilekçelerde ifade
etmiştir. İdari işlemin tesisine dayanak olarak gösterilen ve yargılama
neticesinde oluşturulan karar gerekçesinde başvurucuya yöneltilen iddiaların
görevinin ifasıyla değil daha çok mahremiyet alanında gerçekleşen özel yaşam
eylemleri ile ilgili olduğu görülmektedir. Dolayısıyla ihtilaf konusu
tahkikatın kapsamı mesleki hayatın sınırlarını aşmaktadır. Bu bağlamda idarenin
ve yargısal makamların karar gerekçelerinde, başvurucunun TSK'da görevli silah
arkadaşının eşiyle süreklilik arz eden gayri meşru bir ilişki yaşaması
suretiyle işlenen fiillerin asker sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede
ahlak dışı hareketler kapsamında olduğu tespitlerine yer verildiği ve karar
sonuçlarının bu gerekçelere dayandırıldığı, sonuç olarak başvuruya konu
disiplin işlemi ile yargısal sürece konu edilen davranışların esasen mesleki
faaliyet ile ilgisi olmayan, mahremiyet alanına dahil özel yaşam eylemleri
olduğu değerlendirilmektedir.
73. Kamu görevlilerinin mesleki yaşamlarıyla da bütünleşen bazı
özel hayat unsurları açısından sınırlamalara tabi tutulabilecekleri açıktır.
Tesis edilen idari işlemde ve denetiminin yapıldığı yargılama sürecinde
bireylerin özel hayatlarına ilişkin tutum ve eylemlerinin mesleki hayatları
üzerindeki etkilerinin ilgili ve yeterli gerekçelerle açıklanıp açıklanmadığı
incelenmeli ve sınırlamada öngörülen meşru amaç ile sınırlandırma aracı
arasında orantısızlık bulunup bulunmadığı, sınırlandırmayla ulaşılabilecek
genel yarar ile özel hayatının gizliliği hakkı sınırlandırılan başvurucunun
kaybı arasında adil bir denge kurulup kurulmadığı irdelenmelidir. Ayrıca
başvurucunun tahkikata konu özel yaşam eylemlerine karşılık olarak öngörülen
yaptırımın, ağırlık ve önem düzeyi idarece takdir edilmek suretiyle,
başvurucunun mesleki safahatı gözönünde bulundurularak ölçülülük yönünden
değerlendirilmesi gerekir. TSK'dan ayırma cezası ile çıkarılma şeklindeki
yaptırımın, başvurucunun mesleki hayatı üzerinde olduğu kadar, temel geçim
kaynağından yoksun kalması nedeniyle ekonomik geleceği üzerinde de önemli bir
etki oluşturduğu açıktır.
74. Somut olayda, başvurucuya isnat edilen özel hayatına ilişkin
tutum ve eylemlerinin mesleki hayatı üzerindeki etkilerine dair gerek ayırma
kararında gerekse yargı kararlarında yeterli ve ikna edici gerekçeler ortaya
konulmadığı gibi anılan eylemlerin TSK’nın işleyişi üzerindeki etkisi ve
risklerinin de açıklanmadığı görülmüştür. Bu durumda AYİM kararının
başvurucunun mahremiyet hakkına müdahaleyi haklı kılacak şekilde konuyla ilgili
ve yeterli gerekçe içermediği kabul edilmelidir. Ayrıca isnat edilen disiplin
suçuna konu eylemler ile tahkikat neticesinde verilen ayırma cezası dikkate
alınarak hizmet geçmişi olumlu olan, ödül ve başarı belgeleri bulunan başvurucu
hakkında Anayasa’nın 20. maddesi çerçevesindeki bireysel yararı ile kamunun yararı
arasında adil ve ölçülü bir dengenin gözetilmesi hususunda bir değerlendirme
yapılmadığı, başvurucunun özel hayatının gizliliği hakkı üzerindeki
sınırlamanın zorunlu ya da istisnai tedbirler niteliğinde olduğu veya
başvurulabilecek son çare ya da alınabilecek en son önlem niteliğinde olduğu
hususunda bir inceleme yapılmadığı ve bu hususta gerekli özenin gösterilmediği
sonucuna ulaşılmıştır.
75. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa'nın 20. maddesinde
güvence altına alınan özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiğine karar
verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
76. 30/11/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin “Kararlar” kenar başlıklı (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
77. Başvurucu, hak ihlalinin tespiti ve uyuşmazlık hakkında
yeniden yargılama yapılmasına hükmedilmesi ile birlikte tazminat talep
etmiştir.
78. Başvuruda Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan
özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
79. Özel hayatın gizliliği hakkının ihlalinin sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere AYİM
Birinci Dairesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
80. Başvurucu tarafından maddi ve manevi tazminat talebinde
bulunulmuş olmakla beraber yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın AYİM
Birinci Dairesine gönderilmesine karar verilmesinin başvurucunun ihlal iddiası
açısından yeterli bir tazmin oluşturduğu anlaşıldığından başvurucunun tazminat
taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
81. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Askeri Yüksek İdare
Mahkemesinin yapısından kaynaklandığı ileri sürülen nedenlerle adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. İki dereceli
yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Özel hayatın gizliliği
hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayatın
gizliliği hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin özel hayatın gizliliği hakkının
ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak
üzere Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Birinci Dairesine GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
21/9/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE ile karar verildi.