TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ERCAN BUCAK BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/5532)
|
|
Karar Tarihi: 17/11/2014
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Murat ŞEN
|
Başvurucu
|
:
|
Ercan BUCAK
|
Vekili
|
:
|
Av. Bahri KAYA
|
|
|
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, hükümlülerin ayaklanması suçundan yargılandığı
davada, Bandırma 2. Asliye Ceza Mahkemesince delillerin eksik ve hatalı
değerlendirilmesi sonucu mahkûmiyetine karar verildiğini ve yargılamanın makul
sürede tamamlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 22/4/2014 tarihinde Karacabey 1. Asliye Hukuk
Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 14/7/2014 tarihinde,
kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 24/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği,
görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 19/8/2014
tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda
sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama
dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu hakkında Bandırma Özel Tip Cezaevinde hükümlü
olarak tutulduğu süreçte 5/1/2000 ila 7/1/2000 tarihleri arasında diğer bazı
hükümlüler ile birlikte İBDA-C silahlı terör örgütü ile ilişkileri nedeniyle
silahlı ve topluca cezaevinde isyana kalkıştıkları iddiası ile soruşturma
başlatılmıştır.
8. Soruşturma aşamasında başvurucu hakkında 30/3/2000
tarihinde tutuklama kararı verilmiştir. Başvurucunun soruşturma aşamasında
kolluk veya Cumhuriyet savcısı tarafından savunması alındığına dair herhangi bir
belgeye rastlanmamıştır.
9. Başvurucu hakkında Bandırma Cumhuriyet Başsavcılığı,
30/5/2000 tarih ve E.2000/549 sayılı iddianame ile silahlı ve topluca
cezaevinde isyana kalkışmak suçundan cezalandırılması talebiyle aynı yer Asliye
Ceza Mahkemesi nezdinde kamu davası açılmıştır.
10. Bandırma Asliye Ceza Mahkemesi, 4/1/2005 tarih ve
E.2000/386, K.2005/1 sayılı kararı ile başvurucunun 6 yıl 8 ay hapis cezasına
mahkûmiyetine karar vermiştir.
11. Anılan kararın temyizi üzerine Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığı, 22/12/2005 tarih ve 4-2005/180627 sayılı yazıları ile karara
ilişkin 1/6/2005 tarihinde yürürlüğe giren 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk
Ceza Kanunu kapsamında lehe hususlar açısından yeniden değerlendirme yapılması
için dosyayı Mahkemesine geri göndermiştir.
12. Diğer taraftan Bandırma Asliye Ceza Mahkemesi iş yükü
nedeniyle 1. Asliye ve 2. Asliye Ceza Mahkemesi olarak ikiye bölünmüştür. Bu
kapsamda dosyanın yeniden tevzi edildiği Bandırma 2. Asliye Ceza Mahkemesinin
E.2006/40 sayısına kayden yapılan uyarlama
yargılamasında Mahkeme, 15/12/2011 tarih ve E.2006/40, K.2011/729 sayılı kararı
ile başvurucuyu, lehe kabul ettiği önceki karara uygun olarak 6 yıl 8 ay hapis
cezasına mahkûm etmiştir.
13. Anılan karar, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 24/12/2013 tarih
ve E.2013/7012, K.2013/16579 sayılı ilamı ile onanmıştır.
14. Başvurucu, karardan 24/3/2014 tarihinde haberdar olmuş ve
22/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili
Hukuk
15. 1/3/1926 tarih ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun
304. maddesi, 5237 Kanun'un 7. maddesinin (2) numaralı fıkrası, 296. maddesi,
152. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi ile (2) numaralı fıkrasının
(a) bendi, 4/11/2004 tarih ve 5252 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun Yürürlük ve
Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 9. maddesinin (3) numaralı fıkrası, 4/4/1929
tarih ve 1412 sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 135. maddesinin
birinci fıkrasının (3) numaralı bendi, 135/A maddesi, 4/12/2004 tarih ve 5271
sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 150. maddesi.
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
16. Mahkemenin 17/11/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda,
başvurucunun 22/4/2014 tarih ve 2014/5532 numaralı bireysel başvurusu incelenip
gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
17. Başvurucu, cezaevinde ayaklanma çıkarma suçundan
yargılandığı davada Mahkemenin, makul sayılamayacak bir sürede yargılama
yaptığını, ortada delil yokken, kamera kayıtları incelenmeden, olay yerinde
keşif yapılmadan mahkûmiyetine karar verildiğini, ayrıca olay tarihinde
hastanede olmasına rağmen bu hususun araştırılmadığını belirterek, Anayasa’nın
36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Delillerin Değerlendirilmesi ve Yargılamanın Sonucu İtibarıyla
Adil Olmadığı İddiası
18. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi
gereken hususlarda inceleme yapılamaz”
19. 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanun'un “Bireysel
başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar
başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, …açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
20. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine
karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü
fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen kanun
yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda
incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
21. Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak derece mahkemeleri
önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece
mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup
olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun istisnası, derece
mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının bariz takdir hatası veya açık keyfilik
içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve
özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti
niteliğindeki başvurular, bariz takdir hatası veya açık keyfilik bulunmadıkça
Anayasa Mahkemesince esas yönünden incelenemez (B.No: 2012/828, 21/11/2013, § 21).
22. Adil yargılanma hakkı bireylere dava sonucunda verilen
kararın değil, yargılama sürecinin ve usulünün adil olup olmadığını denetletme
imkânı verir. Bu nedenle, bireysel başvuruda adil yargılanmaya ilişkin
şikâyetlerin incelenebilmesi için başvurucunun yargılama sürecinde haklarına
saygı gösterilmediğine, bu çerçevede yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu
deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığı veya bunlara etkili bir şekilde
itiraz etme fırsatı bulamadığı, kendi delillerini ve iddialarını sunamadığı ya
da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi
tarafından dinlenmediği veya kararın gerekçesiz olduğu gibi, mahkeme kararının
oluşumuna sebep olan unsurlardan değerlendirmeye alınmamış eksiklik, ihmal ya
da açık keyfiliğe ilişkin bir bilgi ya da belge sunmuş olması gerekir (B.No: 2013/2767, 2/10/2013, § 22).
23. Belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme
ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme
yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir. Mevcut yargılamada sunulan delilin
geçerli olup olmadığını ve delil sunma ve inceleme yöntemlerinin yasaya uygun
olup olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi kapsamında olmayıp,
Mahkemenin görevi başvuru konusu yargılamanın bütünlüğü içinde adil olup
olmadığının değerlendirilmesidir (B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 27).
24. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), delillerin kabul
edilebilirliği ile ilgili olarak, somut davada kullanılan delilin sanığın hazır
bulunduğu duruşmada ve “silahların eşitliği”
ve “çelişmeli yargılama” ilkeleri
ya da söz konusu delillerin yargılamanın bütününe olan etkisi çerçevesinde
değerlendirmektedir (Bkz. Tamminen/Finlandiya, B.No: 40847/98, 15/6/2004, §§ 40-41; Barberà, Messegué ve Jabardo/İspanya, B.No:
10590/83, 6/12/1988, §§ 68, 81-89). AİHM pek çok kararında, Sözleşme’nin 19.
maddesi bağlamında görevinin, Sözleşmeci Devletlerin Sözleşme’ye
ilişkin yükümlülüklerinin gözetilmesini sağlamak olduğunu, Sözleşme’nin
koruması altında bulunan hak ve özgürlükler ihlal edilmedikçe ulusal bir
mahkemenin olaylara ya da hukuka ilişkin yaptığı hataları inceleme görevinin
bulunmadığını, Sözleşme’nin 6. maddesinin adil yargılanma hakkını güvence
altına almakla beraber bu maddenin öncelikli olarak ulusal hukuk bağlamında
düzenlenmesi gereken bir konu olan delillerin kabul edilebilirliğine ilişkin
bir kural ortaya koymadığını belirtmektedir (Bkz. Schenk/İsviçre, B.No: 10862/84,
12/7/1988, §§ 45-46; Desde/Türkiye, B.No:
23909/03, 1/2/2011, § 124).
25. Bireysel başvuruya konu davadaki olayların kanıtlanması,
hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması, yargılama sırasında delillerin
kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi ile kişisel bir uyuşmazlığa derece
mahkemeleri tarafından getirilen çözümün esas yönünden adil olup olmaması,
bireysel başvuru incelemesinde değerlendirmeye tabi tutulamaz. Anayasa’da yer
alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece ve açıkça keyfilik içermedikçe
derece mahkemelerinin kararlarındaki maddi ve hukuki hatalar bireysel başvuru
incelemesinde ele alınamaz. Bu çerçevede, derece mahkemelerinin delilleri
takdirinde bariz takdir hatası veya açıkça keyfilik bulunmadıkça Anayasa
Mahkemesinin bu takdire müdahalesi söz konusu olamaz (B.No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
26. AİHM, bariz bir şekilde keyfi olmadıkça, belirli bir
kanıt türünün -ulusal hukuk açısından hukuka aykırı olarak elde edilmiş
kanıtlar da dâhil olmak üzere– kabul edilebilir olup olmadığına veya aslında
başvurucunun suçlu olup olmadığına karar vermenin kendi görevi olmadığını
kararlarında ifade etmektedir. AİHM, kanıtların elde edilme yöntemi de dâhil
olmak üzere yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığını ve Sözleşme’deki bir hakkın ihlali söz konusu ise tespit
edilen ihlalin niteliğini inceleme konusu yapmaktadır (Bkz. Jalloh/Almanya [BD], B.No: 54810/00,
11/07/2006, § 95; Desde/Türkiye, B.No:
23909/03, 1/2/2011, § 125; Khodorkovskiy ve Lebedev/Rusya,
B.No: 11082/06, 13772/05, 25/7/2013, § 699) AİHM’e
göre, delillerle ilgili esas olarak başvurucuya, delillerin gerçekliğine itiraz
etme ve kullanılmalarına karşı çıkma fırsatı verilip verilmediği incelenmelidir
(Bkz. Bykov/Rusya [BD], B.No:
4378/02, 10/3/2009, § 90; Khodorkovskiy ve Lebedev/Rusya,
B.No: 11082/06, 13772/05, 25/7/2013, § 700).
27. Başvuru konusu olayda başvurucu, ayaklanmaya katıldığına
dair delil olmamasına rağmen, kamera kayıtları incelenmeden, olay yerinde keşif
yapılmadan ve olay günü hastanede olmasına rağmen bu hususular araştırılmadan
mahkûmiyet kararı verildiğini ileri sürmüştür.
28. Başvurucunun delillerini sunma ve delillerin
değerlendirilmesi konusunda farklı bir muameleye tabi tutulduğuna dair somut
bir veri bulunmamakta olup, Mahkemenin delilleri değerlendirmesinde bariz
takdir hatası veya açıkça keyfilik bulunduğuna dair bir bulguya da
rastlanmamıştır. Başvuru dosyası incelendiğinde, deliller ile ilgili olarak
başvurucuya, şikâyete konu Mahkeme tarafından temin edilmesinden vazgeçilen
hususlara yönelik itiraz etme ve kullanılmamasına karşı çıkma fırsatı
verildiği, başvurucunun aleni duruşmada delil sunma ve tartıştırma imkânına
sahip olduğu anlaşılmaktadır. Diğer taraftan, “silahların
eşitliği” ve “çelişmeli
yargılama” ilkelerine aykırı olarak başvurucuya delillerini sunma,
inceletme ve itiraz etme hususlarında uygun olanakların sağlanmadığına ilişkin
bir veri de bulunmamaktadır.
29. Öte yandan, başvurucunun olay tarihinde hastanede
olduğuna ve buna ilişkin delillerin Mahkeme tarafından toplanmadığına dair
iddialarının değerlendirilmesinde, başvurucu hakkında yapılan yargılama
sürecinde anılan iddiaların Mahkemede ileri sürüldüğüne dair duruşma
tutanaklarında herhangi bir ibareye rastlanmadığı gibi, başvurucu vekilinin
11/4/2005 ve 24/1/2012 havale tarihli iki ayrı temyiz dilekçesinde de
başvurucunun olay günü hastanede olduğu ileri sürülmemiştir. Dolayısıyla
başvurucunun olay tarihinde hastanede bulunduğuna dair iddialarının yargılama
aşamasında ve temyiz dilekçesinde ileri sürülmemesi ve buna ilişkin bireysel
başvuru dosyasında da herhangi bir belge sunmaması karşısında dayanağının
olmadığı açıktır. Başvurucunun, karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerle
ilgili bilgi sahibi olma ve bunlara karşı etkili bir şekilde itiraz etme ve
kendi delillerini ve iddialarını sunma konularında bir sorunla karşılaştığına
dair bir bulguya rastlanılmadığı gibi yapılan yargılama ve kurulan hükümde
bariz takdir hatası veya açık keyfilik de tespit edilmemiştir.
30. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun iddialarının kanun
yolu şikâyeti niteliğinde olduğu ve derece mahkemeleri kararlarının bariz
takdir hatası veya açık keyfilik de içermediği anlaşıldığından başvurunun bu
kısmının “açıkça dayanaktan yoksun olması”
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Yargılama Süresinin Makul Olmadığı İddiası
31. Başvurucunun yargılamanın uzunluğuyla ilgili şikâyeti
açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
32. Başvurucu, hakkında 5/1/2000 ila 7/1/2000 tarihleri
arasında diğer bazı hükümlüler ile birlikte İBDA-C silahlı terör örgütü ile ilişkileri
nedeniyle silahlı ve topluca cezaevinde isyana kalkıştıkları iddiası ile
soruşturma başlatıldığını ve daha sonra Bandırma Cumhuriyet Başsavcılığının
30/5/2000 tarihli iddianamesi ile “hükümlülerin
ayaklanması” açılan kamu davasının Yargıtay 9. Ceza Dairesinin
24/12/2013 tarihli onama kararına kadar yaklaşık 14 yılda sonuçlandığını ileri
sürmüştür.
33. Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme)
ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (B. No: 2012/1049,
26/3/2013, § 18), Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil
yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36.
maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa
Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok
kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında
yorumlamak suretiyle, Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın
36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını oluşturan
makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil
yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve
mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten
Anayasa’nın 141. maddesinin de Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul
sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması
gerektiği açıktır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38–39).
34. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu,
tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun
davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir
davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması
gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).
35. Anayasa’nın 36. ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca
kişilere, cezai alanda yöneltilen suçlamaların da (suç isnadı) makul sürede
karara bağlanmasını isteme hakkı tanınmıştır. İsnat olunan fiil, ceza
kanunlarında suç olarak nitelendirilmiş ve yargılama aşamasında ceza hukukunun
kuralları uygulanmış ise ayrıca bir uygulanabilirlik incelemesi yapılmaksızın
kendiliğinden adil yargılanma hakkının kapsamına girer (B. No: 2013/625,
9/1/2014, § 31). Başvuru konusu olayda, başvurucu hakkında, "hükümlülerin ayaklanması"
suçunu işlediği iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu hakkında isnat
olunan suç 765 sayılı Kanunu’nun 304. maddesinde hapis cezasını gerektirir
şekilde tanımlanmıştır. Bu çerçevede başvurucu hakkındaki suç isnadına dayalı
yargılamanın Anayasa’nın 36. maddesinin güvence kapsamına girdiği konusunda
kuşku bulunmamaktadır (B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 32).
36. Ceza muhakemesinde yargılama süresinin makul olup
olmadığı değerlendirilirken sürenin başlangıcı, bir kişiye suç işlediği
iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya isnattan ilk olarak
etkilendiği arama ve gözaltı gibi bir takım
tedbirlerin uygulanması anıdır. Somut başvuru açısından bu tarih, başvurucu
hakkında tutuklama kararı verildiği 30/3/2000 tarihidir. Ceza yargılamasında
sürenin sona erdiği tarih, suç isnadının nihai olarak karara bağlandığı tarih
olup, somut başvuru açısından bu tarih, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin onama
kararını verdiği 24/12/2013 tarihidir (B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 35).
37. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde, başvurucunun
da içinde bulunduğu 32 mahkûmun, 5/1/2000 ila 7/1/2000 tarihleri arasında
İBDA-C silahlı terör örgütü ile ilişkileri nedeniyle “silahlı ve topluca cezaevinde isyana kalkıştıkları” iddiası
ile soruşturma başlatıldığı, soruşturma sürecinde 30/3/2000 tarihinde başvurucu
hakkında tutuklama kararı verildiği, daha sonra Bandırma Cumhuriyet
Başsavcılığının 30/5/2000 tarihli iddianamesi ile anılan suçtan aynı yer Asliye
Ceza Mahkemesi nezdinde kamu davası açıldığı, Mahkemenin 4/1/2005 tarihli
kararı ile başvurucunun 6 yıl 8 ay hapis cezasına mahkum edildiği tespit
edilmiştir.
38. Anılan kararın temyizi üzerine Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığı, 22/12/2005 tarihli yazıları ile karara ilişkin 1/6/2005 tarihinde
yürürlüğe giren 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu kapsamında lehe
hususlar açısından yeniden değerlendirme yapılması için dosyayı Mahkemesine
geri gönderdiği, tekrar yapılan uyarlama yargılaması sonucunda Bandırma 2.
Asliye Ceza Mahkemesinin 15/12/2011 tarihli kararı ile başvurucuyu, lehe kabul
ettiği önceki karara uygun olarak 6 yıl 8 ay hapis cezasına mahkûm ettiği ve
kararın Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 24/12/2013 tarihli ilamı ile onandığı
belirlenmiştir. . Bu kapsamda başvurucu hakkındaki yargılama 13 yıl 8 ay 24 gün
sürmüştür.
39. 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun
öngördüğü yargılama usullerine tabi mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul
sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu
yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiği yönünde kararlar verilmiştir (B. No: 2012/625, 9/1/2014, §§ 23-41; B.
No: 2013/695, 9/1/2014, §§ 24-40).
40. Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde, başvuruya konu
ceza davası; hukuki meselenin çözümündeki güçlük, maddi olayların karmaşıklığı,
delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller, taraf sayısı gibi kriterler
dikkate alındığında karmaşık olmaktan uzaktır. Başvurucunun tutum ve
davranışlarıyla ve usulü haklarını kullanırken özensiz davranmasıyla yargılamanın
uzamasına önemli ölçüde sebep olduğu da söylenemez. Anılan davaya bütün olarak
bakıldığında, somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek
bir yön bulunmadığı ve yaklaşık on dört yıllık yargılama sürecinde makul
olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
41. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
42. Başvurucu, makul sürede yargılama yapılmadığı için
30.000,00 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
43. 6216 sayılı Kanun'un “Kararlar”
kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal
bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak
için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
44. Başvurucunun tarafı olduğu uyuşmazlığa ilişkin yaklaşık
on dört yıllık yargılama süresi nazara alındığında, yargılama faaliyetinin
uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi
zararları karşılığında başvurucuya net 11.250,00 TL manevi tazminat ödenmesine
karar verilmesi gerekir.
45. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler
uyarınca tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 1.706,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi
gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. Delillerin değerlendirilmesi ve yargılamanın sonucu
itibarıyla adil olmadığı yönündeki iddiasının "açıkça
dayanaktan yoksun olması" nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Yargılama süresinin makul olmadığı yönündeki iddiasının KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
3.
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma
hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
B.
Başvurucuya net 11.250,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE, başvurucunun tazminata
ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
C.
Başvurucu tarafından yapılan 206,10 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden
oluşan toplam 1.706,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
D.
Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru
tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde,
bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz
uygulanmasına,
17/11/2014
tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar
verildi.