TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ALİ GALİP BALTAOĞLU BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/5676)
|
|
Karar Tarihi: 8/3/2018
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Fatih ALKAN
|
Başvurucu
|
:
|
Ali Galip BALTAOĞLU
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; kamu görevlileri aleyhine açılan tazminat davasının
husumet yokluğundan reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ve davanın
uzun süre devam etmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 21/4/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
8. Başvurucu, Afyon Kocatepe Üniversitesi Uşak Eğitim
Fakültesinde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır.
9. Başvurucu, tesis ettikleri işlemlerle kişilik haklarının
zedelenmesine ve sağlığının bozulmasına neden olduğunu ileri sürdüğü Rektör
H.S. ve Bölüm Başkanı A.Ş. aleyhine 35.000 TL manevi tazminat istemiyle Uşak 1.
Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açmıştır. 21/3/2006 tarihli dava dilekçesinde
başvurucu, hakkında tutulan 2003 yılı ve 2004 yılı sicillerinde keyfî ve
kasıtlı şekilde olumsuz değerlendirmelerde bulunulduğunu, buna bağlı olarak
üniversite yönetimi ve Yükseköğretim Kurulu tarafından hukuka aykırı disiplin
cezası işlemleri tesis edildiğini, tüm bu işlemlerin mahkemelerce iptal
edildiğini, hukuka aykırı şekilde işlem tesis eden ve yargı kararlarını
uygulamayan kamu görevlilerinin kişisel kusurları nedeniyle maddi ve manevi
zarara uğradığını belirtmiştir.
10. Mahkeme, 27/4/2006 tarihli kararıyla davaya konu sicillerin
idari görev esnasında düzenlendiğini, bu işlemlerden kaynaklanan zararlara
karşı idari yargıda tazminat davası açılması gerektiğini belirterek davanın
yargı yeri itibarıyla reddine karar vermiştir.
11. Karar, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 17/7/2006 tarihli
ilamıyla bozularak Mahkemesine gönderilmiştir. Karar gerekçesinde, kamu
görevlilerinin kişisel kusurlarına dayanan davaların adli yargı yerinde
çözümleneceği belirtilmiştir.
12. Uşak 1. Asliye Hukuk Mahkemesi, 19/10/2010 tarihli kararıyla
başvurucu hakkında tesis edilen sicil doldurma işlemlerinde davalıların kusurlu
olduğunun açık olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne hükmetmiştir.
Mahkeme; 2003 yılı sicilinin doldurulması işlemi yönünden davalı A.Ş.den 750 TL, 2004 yılı sicilinin doldurulması işlemi
yönünden ise her iki davalıdan müştereken ve müteselsilen
1.000 TL manevi tazminatın yasal faizi ile alınarak başvurucuya verilmesine
hükmetmiştir.
13. Söz konusu karar, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 2/4/2012
tarihli ilamıyla bozularak Mahkemesine gönderilmiştir. Karar gerekçesinde, kamu
görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlarından kaynaklanan
tazminat davalarının ancak idare aleyhine açılabileceği, bu nedenle davanın
husumet yokluğu nedeniyle reddedilmesi gerektiği belirtilmiştir.
14. Uşak 1. Asliye Hukuk Mahkemesi, 11/4/2013 tarihli kararıyla
davaya konu işlemlerden kaynaklanan zararlara karşı idari yargıda tazminat
davası açılması gerektiğini belirterek husumet yokluğu nedeniyle davanın
reddine karar vermiştir.
15. Karar, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 11/11/2013 tarihli
ilamıyla onanmıştır. Karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 27/2/2014 tarihli
ilamıyla reddedilmiştir.
16.Nihai karar 20/3/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ
edilmiştir.
17. 21/4/2014 tarihinde başvuruda bulunulmuştur.
IV.İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
18. 14/7/1965
tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun "Kişilerin uğradıkları zararlar:" kenar başlıklı
13. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Kişiler kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları
zararlardan dolayı bu görevleri yerine getiren personel aleyhine değil, ilgili kurum
aleyhine dava açarlar. Ancak, Devlet dairelerine tevdi veya bu dairelerce
tahsil veya muhafaza edilen para ve para hükmündeki değerli kağıtların ilgili
personel tarafından zimmete geçirilmesi halinde, zimmete geçirilen miktar,
cezai takibat sonucu beklenmeden Hazine tarafından hak sahibine ödenir.
Kurumun, genel hükümlere göre sorumlu personele rücu hakkı saklıdır.”
19.6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu’nun "Doğrudan doğruya tam yargı
davası açılması:" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş
olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya
başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl
ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak
haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen
veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden
itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu
sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.
Görevli olmayan adli ve askeri yargı
mercilerine açılan tam yargı davasının görev yönünden reddi halinde sonradan
idari yargı mercilerine açılacak davalarda, birinci fıkrada öngörülen idareye
başvurma şartı aranmaz.”
20. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17/10/2007 tarihli ve
E.2007/4-640, K.2007/725 sayılı kararı şöyledir:
“… Anayasanın 129/5
maddesi gereğince memurların ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini
kullanırken meydana gelen zararlara ilişkin davaların idare aleyhine dava
açılabilmesinin, eylemin hizmet kusurundan kaynaklanmış olması koşuluna bağlı
bulunmasına; dava dilekçesinde sıralanan maddi olguların davalının salt kişisel
kusuruna dayanıldığını göstermesi karşısında öncelikle bu iddia doğrultusunda
delillerin toplanıp değerlendirilerek sonuca varılmasının gerekmesine; Hukuk
Genel Kurulu’nun 15.11.2000 gün ve 2000/4-1650 E. 2000/1690 K; 26.09.2001 gün
ve 2001/4-595 E. 2001/643 K.; 29.03.2006 gün ve 2006/4-86 E. 2006/111 K.;
20.09.2006 gün ve 2006/4-526 E. 2006/562 K. Sayılı ilamlarında da aynı ilkenin
vurgulanmış olmasına göre, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire
bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya
aykırıdır.”
21. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 1/2/2012 tarihli ve
E.2011/4-592, K.2012/25, sayılı kararı şöyledir:
“… gerek Anayasa, gerekse Devlet Memurları
Kanunu’nda yer alan düzenlemelerin, memur ve kamu görevlisinin sorumluluğunu
ortadan kaldırmadığı; daha sonra ilgilisine rücu edilmek üzere ilk etapta
devletin sorumluluğuna giderek, mağdura zararını daha iyi bir şekilde giderecek
bir muhatap ve tereddütsüz bir yargı yolu sağladığı; bugüne kadar ki
uygulamada, kamu personelinin mali sorumluluğunuçözmek
için “hizmet kusuru” ve “kişisel kusur” ayrımına gidilmiş olmasının yerinde
olmadığı, zira yasada böyle bir unsur bulunmayıp; bunun tamamen idare ile memur
arasında görülecek rücu davasının sorunu olduğu; öte yandan, Anayasa’nın 129/5
maddesinde sayılan görevlinin görevini yerine getirirken veya yetkilerini
kullanırken kasten işlediği eylemin bu koruma altına girip girmeyeceğine
ilişkin olarak da, yasanın “kusur” ifadesi kullanması karşısında eylemin kasten
veya ihmalen işlenmesine bakılmaksızın idarenin
sorumluluğuyla güvence altına alındığı, ceza mahkemesinde yargılanmasının hatta
ceza almasının dahi öneminin bulunmadığı, bunun da ancak rücu davasında dikkate
alınacağı; sonuçta, memur ve kamu görevlisinin görevi sırasında hizmet
araçlarını kullanarak yaptığı eylem ve işlemlerine ilişkin kişisel kusurunun
kasti suç niteliği taşısa bile hizmet kusuru oluşturacağı bu nedenle açılacak
davanın idare aleyhine açılması gerektiği; görev yapılan yerde dahi olsa memur
ve kamu görevlisinin yaptığı iş ile ilgisi olmayan eylemlerin varlığı halinde
ise bu eylemden memurun kişisel olarak sorumlu tutulacağı, bu nedenle açılacak
davaların da ancak adli yargıda ve kamu görevlisi veya memur aleyhine
açılabileceği, ilke olarak oyçokluğu ile kabul edilmiştir.
…”
22. Danıştay Onbeşinci Dairesinin
13/2/2014 tarihli ve E.2013/10851, K.2014/752 sayılı kararı şöyledir:
“… davacının 30.04.2010 tarihinde A.Y. Ankara
Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde yapılan ameliyatta hatalı tıbbi
müdahale yapıldığından bahisle 04.05.2011 tarihinde Ankara 20. Asliye Hukuk
Mahkemesi'nde ilgili doktorlar aleyhine dava açtığı, davanın 10.04.2012 tarih
ve E:2011/229, K:2012/158 sayılı kararla "Pasif Husumet Yokluğu"
nedeniyle reddedildiği, söz konusu bu kararın 16.11.2012 tarihinde
kesinleştiği, davacının 26.12.2012 tarihinde Sağlık Bakanlığı'na 200.00,000-TL
maddi, 200.000,00-TL manevi tazminatın tarafına ödenmesi istemiyle başvuruda
bulunduğu, başvurusunun zımnen reddedilmesi üzerine, tarafına 100.000,00-TL
manevi ve 100.000,00-TL maddi olmak üzere toplam 200.000,00-TL tazminatın
ameliyat tarihinden itibaren ödenmesine karar verilmesi istemiyle bakılmakta
olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Mahkemece, Asliye Hukuk Mahkemesinde davanın
açıldığı tarih eylemin idariliğinin öğrenildiği tarih
olarak kabul edilerek bu tarihten itibaren idareye başvuruda bulunulmadığı
gerekçesiyle davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmişse de; davacı
Asliye Hukuk Mahkemesinde açmış olduğu davada verilen karar sonucunda eylemin idariliğini öğrenmiş olup husumet yokluğu nedeniyle davanın
reddine dair verilen kararın kesinleştiği 16.11.2012 tarihinden itibaren 2577
sayılı Kanunun 13. maddesi uyarınca 1 yıllık dava açma süresinin başladığının
kabulü gerekmektedir.”
23. Danıştay Onbeşinci Dairesinin
20/2/2014 tarihli ve E.2013/11650, K.2014/1022 sayılı kararı şöyledir:
“… davacının Konya Eğitim ve Araştırma
Hastanesi'nden 13/05/2010 tarihinde aldığı rapordan %26,9 oranında özürlü
olduğunu öğrendiği, bunun üzerine 08/02/2011 tarihinde ameliyatı gerçekleştiren
doktor aleyhine tazminat istemiyle Konya 2. Asliye Hukuk Mahkemesi'nde açılan
davanın husumet yokluğu nedeni ile reddedilerek buna ilişkin kararın 09/11/2012
tarihinde kesinleştiği, davacının söz konusu kararın kesinleşmesiyle birlikte eylemi
ve eylemin idareye atfedilebilir olduğunu öğrendiği 09/11/2012 tarihinden
itibaren 1 yıl içinde, 08/05/2013 tarihinde açtığı davada süre aşımı
bulunmamakta olup; İdare Mahkemesince, davanın esası hakkında bir karar
verilmesi gerekirken, davanın süre aşımı yönünden reddi yolunda verilen kararda
usul hükümlerine uygunluk görülmemektedir.”
24. Danıştay Onuncu Dairesinin 13/12/2006 tarihli ve
E.2005/8406, K.2006/7137 sayılı kararı şöyledir:
“… Dava konusu olayda, eylemin idariliğinin,
davacılar murisinin ölümüne neden olan kuyunun bulunduğu yerin, Karayolları
Genel Müdürlüğünce kamulaştırıldığı gerekçesiyle, gerçek kişiler aleyhine
açılan davanın, Bartın 2. Asliye Hukuk Mahkemesince, husumet yönünden reddine
ilişkin kararın kesinleştiği, 10.10.2003 tarihinde ortaya çıktığı kuşkusuzdur.
Bu duruma göre, kuyunun bulunduğu taşınmazın sahibi olarak bilinen
şahıslar aleyhine 28.5.1999 tarihinde açılan maddi tazminat davası sonucunda,
Bartın 2. Asliye Hukuk Mahkemesince, 6.6.2002 tarihinde, kuyunun bulunduğu yerin
Karayolları Genel Müdürlüğünce kamulaştırıldığı ve bu nedenle davalıların
meydana gelen olayda sorumluluklarının bulunmadığı gerekçesiyle husumet
yönünden davanın reddi yolunda verilen kararın kesinleştiği tarih olan
10.10.2003 tarihinde eylemin idariliğinin
belirlendiği, bu tarihten itibaren, 2577 sayılı Yasa'nın 13. maddesinde
öngörülen 1 yıllık süre içinde,2.3.2004 tarihinde adli yargı yerinde dava
açıldığı, bu davanın idare mahkemesinde görülmesi gerektiği gerekçesiyle görev
yönünden reddine ilişkin kararın, 18.7.2005 tarihinde kesinleşmesi üzerine,
5.8.2005 tarihinde Karayolları Genel Müdürlüğüne karşı idare mahkemesinde
açılan bu davanın süresinde kabul edilerek, işin esasının incelenmesi
gerekirken, süre aşımı bulunduğu gerekçesiyle davanın reddi yolunda verilen
temyize konu kararda hukuki isabet görülmemiştir.”
25. Danıştay Onuncu Dairesinin 4/11/2011 tarihli ve E.2008/7182,
K.2011/4711 sayılı kararı şöyledir:
“…
Bir eylemin idariliği ve doğurduğu zarar bazı
durumlarda eylemin gerçekleşmesiyle, kimi zaman da değişik araştırma ve
incelemelerden, hatta ceza davalarından sonra ortaya çıkabilmektedir.
Özelikle, kamu görevlilerinin idari tasarrufta bulunurken uyulması
zorunlu görülen kurallara uymamaları nedeniyle kendilerine izafe edilebilecek
nitelikte olmakla birlikte, resmi yetkilerin kullanımı sırasında gerçekleştiği
için idaresinden de ayrılamayan görev kusurlarından doğan zararın tazmini
istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin idariliği,
zararın, kamu görevlisinin kişisel kusurundan mı, görev kusurundan mı
kaynaklandığının ceza muhakemesi sonucunda belirlenmesiyle ortaya
çıkabilmektedir.
Bu nedenlerle, 2577 sayılı Kanun’un 13. maddesinde öngörülen 1 ve 5
yıllık sürelerin eylemin idariliğinin ve doğurduğu
zararın ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun,
dava açma yolunun kullanımını güçleştirerek hak arama hürriyetini olumsuz
etkileyeceğini belirtmek gerekir. Anılan Yasa hükmünde öngörülen tam yargı
davalarının, idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminine yönelik olması
sebebiyle davanın açılabilmesi için eylemin idariliğinin
ve yol açtığı zararın ortaya çıkması zorunludur.
Dosyanın incelenmesinden, davacının eşinin yaralanması üzerine
kaldırıldığı Salihli Devlet Hastanesinde 24.4.2004 tarihinde ölümünün
gerçekleştiği, acil servis personelinden doktor S.T. hakkında taksirle bir
kişiyi öldürme suçunu işlediğinden bahisle 25.9.2006 günlü iddianame ile açılan
ceza davasının sürdüğü, davacının ise iddianamenin 13.10.2006 tarihinde tebliğ
edilmesi üzerine 8.10.2007 gününde maddi ve manevi tazminat talebiyle davalı
idareye yaptığı başvurunun 27.11.2007 tarihinde tebliğ edilen 20.11.2007 günlü
işlemle reddi sonrasında 25.1.2008 tarihinde dava açtığı anlaşılmaktadır.
Bu durumda, eylemin idariliğinin S.T. hakkında
açılan ceza davasında verilecek kararın kesinleştiği tarihte ortaya
çıkabileceği dikkate alındığında, iddianamenin tebliği üzerine yapılan
başvurunun reddi sonrasında açılan davada süre aşımı, davanın süre aşımı
bakımından reddi yolunda verilen Mahkeme kararında ise hukuksal isabet
bulunmadığı sonucuna ulaşılmaktadır.”
B. Uluslararası Hukuk
26. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) "Adil yargılanma hakkı" kenar
başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile
ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan ... bir mahkeme
tarafından davasının ... görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
27. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mahkemeye etkili
erişim hakkını “hukukun üstünlüğü” ilkesinin temel unsurlarından biri olarak
kabul etmekte ve mahkemeye etkili erişim hakkının mahkemeye başvuru konusunda
tutarlı bir sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye
ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını gerektirdiğini ifade
etmektedir. Bu sebeple hukuki belirsizliklerin ya da uygulamadaki
belirsizliklerin tarafların mahkemeye erişimine zarar verdiği durumlarda bu
hakkın ihlal edildiğine karar verilmektedir (Geffre/Fransa, B. No: 51307/99, 23/1/2003, § 34).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
28. Mahkemenin 8/3/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Mahkemeye Erişim
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
29. Başvurucu, psikolojk tacize maruz
kalması nedeniyle sorumlular hakkında adli yargıda tazminat davası açtığını,
mahkemelerin tutarsız kararları neticesinde davanın husumet yönünden
reddedildiğini belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
2. Değerlendirme
30. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Somutolayda
psikolojik taciz nedeniyle açılan tam yargı davası husumet yönünden reddedilmiş
ve derece mahkemelerince başvurucunun iddiaları hakkında esas yönünden bir
inceleme yapılmamıştır. Başvurucunun iddialarının özünün, uyuşmazlığın esasının
yargı önüne taşınmaması ve incelenmemesine yönelik olduğu anlaşıldığından ihlal
iddialarının mahkemeye erişim hakkı kapsamında değerlendirilmesi gerekir (Uğur Arslan, B. No: 2014/5673, 18/5/2016,
§ 45).
31. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.”
32. Adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olan
mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve
uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına
gelmektedir (Özkan Şen, B. No:
2012/791, 7/11/2013, § 52). Hukuki konularda mahkemelerde dava açma hakkı
anlamına gelen mahkemeye erişim hakkı "mahkemeye gitme hakkı"nı
da kapsamaktadır (Hüseyin Sezen,
B. No: 2013/1793, 18/9/2014, § 47).
33. Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığın belli bir yargı
merci tarafındançözümlenmesini isteme hakkını
güvenceye bağlamamaktadır. İlgili uyuşmazlığın hangi yargı yeri tarafından
çözümleneceğini belirlemek Anayasa ve "adaletin iyi yönetimi" ilkesi
gözetilerek kanun koyucunun takdirindedir. Bu itibarla, görevli ve yetkili
olduğu düşünülerek açılan bir davaya bakan yargı mercinin
başka bir yargı organının görevli bulunduğuna işaret ederek davaya bakmayı
reddetmesi, işaret edilen yolun açık ve erişilebilir olması kaydıyla mahkemeye
erişim hakkına müdahale teşkil etmez.
34. Somut olayda kamu görevlilerinin kişisel kusuruna
dayanılarak adli yargıda açılan tazminat davası, kamu görevlilerinin yetkilerini
kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının kamu görevlileri
aleyhine değil ancak kamu idaresi aleyhine açılabileceği gerekçesiyle husumet
yönünden reddedilmiştir. Bu durumda başvurucunun dava konusu uyuşmazlığı idari
yargı önüne taşıma imkanının bulunup bulunmadığı incelenmelidir.
35. Danıştay içtihatlarında, 2577 sayılı Kanun’un 13. maddesinde
öngörülen bir ve beş yıllık sürelerin eylemin idariliğinin
ve yol açtığı zararın ortaya çıkması ile başlayacağı, eylemin idariliği ve yol açtığı zararın ise bazen eylemin
yapılmasıyla birlikte ortaya çıktığı bazen de değişik araştırma ve inceleme
sonucu çok sonra ortaya çıkabildiği, eylemin idariliğinin
sonradan ortaya çıktığı durumlarda 2577 sayılı Kanun ile öngörülen bir ve beş
yıllık sürelerin bu tarihten itibaren hesaplanması gerektiği, aksi bir yorumun
dava açma yolunun kullanımını güçleştirerek hak arama hürriyetini olumsuz
şekilde etkileyeceği belirtilmektedir. Danıştay, yerleşik içtihatları ile
uyumlu olarak kamu görevlilerinin kamu hizmetini yürütürken üçüncü kişilere
vermiş oldukları zararlar nedeniyle kamu görevlileri aleyhine adli yargıda
açılan tazminat davalarında ve adli yargı mercilerince davalının hasım
sıfatının bulunmadığı gerekçesiyle verilen ret kararlarında da aynı içtihadı
benimsemiş; eylemin idariliğinin, adli yargı
mercilerince husumet yokluğu nedeniyle verilen ret kararının kesinleşmesiyle
birlikte ortaya çıktığını, bu durumlarda husumet yokluğu nedeniyle verilen ret
kararlarının kesinleşmesinden itibaren bir yıl içinde 2577 sayılı Kanun’un 13.
maddesi uyarınca tam yargı davası açılabileceğini kabul etmiştir (bkz. §§
22-25).
36. Somut başvuruya konu davada verilen husumet yönünden ret
kararının gerekçesinde, kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri
kusurlardan doğan tazminat davalarının kamu görevlileri aleyhine değil kamu
idaresi aleyhine açılabileceği belirtilmektedir. Bu durumda 2577 sayılı
Kanun’un 13. maddesi uyarınca Danıştayın yukarıda yer
verilen içtihatları doğrultusunda ilgili kamu idaresi aleyhine tam yargı davası
açılabilmesi mümkündür (Uğur Arslan, §
53).
37. Başvurucunun, husumet yokluğu nedeniyle verilen ret
kararının ardından idari yargıda tam yargı davası açma yoluna gitmediği
görülmektedir.
38. Danıştay içtihatlarına göre adli yargı mercilerince husumet
yokluğu nedeniyle verilen ret kararlarının kesinleşmesinden itibaren bir yıl
içinde 2577 sayılı Kanun’un 13. maddesi uyarınca idari yargıda tam yargı davası
açılmasının mümkün olduğu, başvurucu tarafından bu yolun kullanılmadığı anlaşıldığından
somut başvuruda mahkemeye erişim hakkına yönelik bir ihlalin bulunmadığının
açık olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
39. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
40. Başvurucu, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
41. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
42.Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin
yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın
ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra
aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği tarih, yargılaması
devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas
alınır (Güher Ergun ve diğerleri,
B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 50-52).
43. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin
yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın
karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).
44. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda
verdiği kararlar dikkate alındığında somut olayda 21/3/2006 tarihinde Uşak 1.
Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davanın Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 27/2/2014
tarihli ilamıyla sona erdiği anlaşılmaktadır. Bu nedenle karmaşık niteliği
bulunmayan ve başvurucunun yargılamanın uzamasında önemli bir etkisinin de
tespit edilmediği başvuru konusu davadaki yaklaşık 8 yıllık yargılama süresinin
makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.
45. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
C. Diğer İhlal İddiaları
Yönünden
46. Başvurucu, sağlığının bozulmasına ve kişilik haklarının
çiğnenmesine neden olan idarenin keyfî eylem ve işlemlerinin psikolojk taciz oluşturduğunu, ancak idari ve yargısal
makamlarca maddi ve manevi varlığına yönelen saldırılara karşı koruma
sağlanmadığını ileri sürmüştür.
47. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011
tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında
Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca temel hak ve
özgürlüklerin ihlaline neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için
kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel
başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.
48. Bireysel başvurunun ikincil niteliği gereği başvurucunun,
ihlal iddialarını öncelikle yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun
olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve delilleri zamanında sunması,
dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermesi gerekir (Mustafa Bülent Erten, B. No: 2012/649,
26/3/2013, §§ 18, 19).
49. Somut olayda, başvurucu tarafından adli yargıda açılan dava
husumetin yanlış yöneltildiği gerekçesiyle esas incelemesi yapılmaksızın
reddedilmiştir. Anılan içtihatlar gereğince husumet yokluğu nedeniyle verilen
davanın reddi kararının kesinleşmesinden itibaren bir yıl içinde idari yargıda
tam yargı davası açılması mümkün olmasına rağmen bu yönde bir davanın
açılmadığı dikkate alındığında Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda
bulunabilmek için etkili başvuru yollarının tüketilmesi koşulunun yerine
getirildiği söylenemez.
50. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul
edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
D. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
51. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının ilgi kısmı şöyledir:
“Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının
ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi
hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere
hükmedilir…”
52. Başvurucu, ihlalin tespiti ile 60.000 TL manevi tazminata
karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
53. Somut olayda makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği
sonucuna varılmıştır.
54. İhlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları
karşılığında başvurucuya net 9.500 TL manevi tazminat ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
55. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harçtan oluşan
yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Mahkemeye erişim
hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Diğer ihlal
iddialarının başvuru yollarının tüketilmemiş
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR
OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 9.500 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
D. 206,10 TL harçtan oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Uşak 1. Asliye Hukuk Mahkemesine
(E.2013/22, K.2013/165) GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
8/3/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.