TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
ALİ GALİP BALTAOĞLU BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2014/5676)
Karar Tarihi: 8/3/2018
Başkan
:
Burhan ÜSTÜN
Üyeler
Serruh KALELİ
Nuri NECİPOĞLU
Hasan Tahsin GÖKCAN
Rıdvan GÜLEÇ
Raportör Yrd.
Fatih ALKAN
Başvurucu
Ali Galip BALTAOĞLU
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; kamu görevlileri aleyhine açılan tazminat davasının husumet yokluğundan reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ve davanın uzun süre devam etmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 21/4/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, Afyon Kocatepe Üniversitesi Uşak Eğitim Fakültesinde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır.
9. Başvurucu, tesis ettikleri işlemlerle kişilik haklarının zedelenmesine ve sağlığının bozulmasına neden olduğunu ileri sürdüğü Rektör H.S. ve Bölüm Başkanı A.Ş. aleyhine 35.000 TL manevi tazminat istemiyle Uşak 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açmıştır. 21/3/2006 tarihli dava dilekçesinde başvurucu, hakkında tutulan 2003 yılı ve 2004 yılı sicillerinde keyfî ve kasıtlı şekilde olumsuz değerlendirmelerde bulunulduğunu, buna bağlı olarak üniversite yönetimi ve Yükseköğretim Kurulu tarafından hukuka aykırı disiplin cezası işlemleri tesis edildiğini, tüm bu işlemlerin mahkemelerce iptal edildiğini, hukuka aykırı şekilde işlem tesis eden ve yargı kararlarını uygulamayan kamu görevlilerinin kişisel kusurları nedeniyle maddi ve manevi zarara uğradığını belirtmiştir.
10. Mahkeme, 27/4/2006 tarihli kararıyla davaya konu sicillerin idari görev esnasında düzenlendiğini, bu işlemlerden kaynaklanan zararlara karşı idari yargıda tazminat davası açılması gerektiğini belirterek davanın yargı yeri itibarıyla reddine karar vermiştir.
11. Karar, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 17/7/2006 tarihli ilamıyla bozularak Mahkemesine gönderilmiştir. Karar gerekçesinde, kamu görevlilerinin kişisel kusurlarına dayanan davaların adli yargı yerinde çözümleneceği belirtilmiştir.
12. Uşak 1. Asliye Hukuk Mahkemesi, 19/10/2010 tarihli kararıyla başvurucu hakkında tesis edilen sicil doldurma işlemlerinde davalıların kusurlu olduğunun açık olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne hükmetmiştir. Mahkeme; 2003 yılı sicilinin doldurulması işlemi yönünden davalı A.Ş.den 750 TL, 2004 yılı sicilinin doldurulması işlemi yönünden ise her iki davalıdan müştereken ve müteselsilen 1.000 TL manevi tazminatın yasal faizi ile alınarak başvurucuya verilmesine hükmetmiştir.
13. Söz konusu karar, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 2/4/2012 tarihli ilamıyla bozularak Mahkemesine gönderilmiştir. Karar gerekçesinde, kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlarından kaynaklanan tazminat davalarının ancak idare aleyhine açılabileceği, bu nedenle davanın husumet yokluğu nedeniyle reddedilmesi gerektiği belirtilmiştir.
14. Uşak 1. Asliye Hukuk Mahkemesi, 11/4/2013 tarihli kararıyla davaya konu işlemlerden kaynaklanan zararlara karşı idari yargıda tazminat davası açılması gerektiğini belirterek husumet yokluğu nedeniyle davanın reddine karar vermiştir.
15. Karar, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 11/11/2013 tarihli ilamıyla onanmıştır. Karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 27/2/2014 tarihli ilamıyla reddedilmiştir.
16.Nihai karar 20/3/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
17. 21/4/2014 tarihinde başvuruda bulunulmuştur.
IV.İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
18. 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun "Kişilerin uğradıkları zararlar:" kenar başlıklı 13. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Kişiler kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı bu görevleri yerine getiren personel aleyhine değil, ilgili kurum aleyhine dava açarlar. Ancak, Devlet dairelerine tevdi veya bu dairelerce tahsil veya muhafaza edilen para ve para hükmündeki değerli kağıtların ilgili personel tarafından zimmete geçirilmesi halinde, zimmete geçirilen miktar, cezai takibat sonucu beklenmeden Hazine tarafından hak sahibine ödenir. Kurumun, genel hükümlere göre sorumlu personele rücu hakkı saklıdır.”
19.6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun "Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması:" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.
Görevli olmayan adli ve askeri yargı mercilerine açılan tam yargı davasının görev yönünden reddi halinde sonradan idari yargı mercilerine açılacak davalarda, birinci fıkrada öngörülen idareye başvurma şartı aranmaz.”
20. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17/10/2007 tarihli ve E.2007/4-640, K.2007/725 sayılı kararı şöyledir:
“… Anayasanın 129/5 maddesi gereğince memurların ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken meydana gelen zararlara ilişkin davaların idare aleyhine dava açılabilmesinin, eylemin hizmet kusurundan kaynaklanmış olması koşuluna bağlı bulunmasına; dava dilekçesinde sıralanan maddi olguların davalının salt kişisel kusuruna dayanıldığını göstermesi karşısında öncelikle bu iddia doğrultusunda delillerin toplanıp değerlendirilerek sonuca varılmasının gerekmesine; Hukuk Genel Kurulu’nun 15.11.2000 gün ve 2000/4-1650 E. 2000/1690 K; 26.09.2001 gün ve 2001/4-595 E. 2001/643 K.; 29.03.2006 gün ve 2006/4-86 E. 2006/111 K.; 20.09.2006 gün ve 2006/4-526 E. 2006/562 K. Sayılı ilamlarında da aynı ilkenin vurgulanmış olmasına göre, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.”
21. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 1/2/2012 tarihli ve E.2011/4-592, K.2012/25, sayılı kararı şöyledir:
“… gerek Anayasa, gerekse Devlet Memurları Kanunu’nda yer alan düzenlemelerin, memur ve kamu görevlisinin sorumluluğunu ortadan kaldırmadığı; daha sonra ilgilisine rücu edilmek üzere ilk etapta devletin sorumluluğuna giderek, mağdura zararını daha iyi bir şekilde giderecek bir muhatap ve tereddütsüz bir yargı yolu sağladığı; bugüne kadar ki uygulamada, kamu personelinin mali sorumluluğunuçözmek için “hizmet kusuru” ve “kişisel kusur” ayrımına gidilmiş olmasının yerinde olmadığı, zira yasada böyle bir unsur bulunmayıp; bunun tamamen idare ile memur arasında görülecek rücu davasının sorunu olduğu; öte yandan, Anayasa’nın 129/5 maddesinde sayılan görevlinin görevini yerine getirirken veya yetkilerini kullanırken kasten işlediği eylemin bu koruma altına girip girmeyeceğine ilişkin olarak da, yasanın “kusur” ifadesi kullanması karşısında eylemin kasten veya ihmalen işlenmesine bakılmaksızın idarenin sorumluluğuyla güvence altına alındığı, ceza mahkemesinde yargılanmasının hatta ceza almasının dahi öneminin bulunmadığı, bunun da ancak rücu davasında dikkate alınacağı; sonuçta, memur ve kamu görevlisinin görevi sırasında hizmet araçlarını kullanarak yaptığı eylem ve işlemlerine ilişkin kişisel kusurunun kasti suç niteliği taşısa bile hizmet kusuru oluşturacağı bu nedenle açılacak davanın idare aleyhine açılması gerektiği; görev yapılan yerde dahi olsa memur ve kamu görevlisinin yaptığı iş ile ilgisi olmayan eylemlerin varlığı halinde ise bu eylemden memurun kişisel olarak sorumlu tutulacağı, bu nedenle açılacak davaların da ancak adli yargıda ve kamu görevlisi veya memur aleyhine açılabileceği, ilke olarak oyçokluğu ile kabul edilmiştir.
…”
22. Danıştay Onbeşinci Dairesinin 13/2/2014 tarihli ve E.2013/10851, K.2014/752 sayılı kararı şöyledir:
“… davacının 30.04.2010 tarihinde A.Y. Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde yapılan ameliyatta hatalı tıbbi müdahale yapıldığından bahisle 04.05.2011 tarihinde Ankara 20. Asliye Hukuk Mahkemesi'nde ilgili doktorlar aleyhine dava açtığı, davanın 10.04.2012 tarih ve E:2011/229, K:2012/158 sayılı kararla "Pasif Husumet Yokluğu" nedeniyle reddedildiği, söz konusu bu kararın 16.11.2012 tarihinde kesinleştiği, davacının 26.12.2012 tarihinde Sağlık Bakanlığı'na 200.00,000-TL maddi, 200.000,00-TL manevi tazminatın tarafına ödenmesi istemiyle başvuruda bulunduğu, başvurusunun zımnen reddedilmesi üzerine, tarafına 100.000,00-TL manevi ve 100.000,00-TL maddi olmak üzere toplam 200.000,00-TL tazminatın ameliyat tarihinden itibaren ödenmesine karar verilmesi istemiyle bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Mahkemece, Asliye Hukuk Mahkemesinde davanın açıldığı tarih eylemin idariliğinin öğrenildiği tarih olarak kabul edilerek bu tarihten itibaren idareye başvuruda bulunulmadığı gerekçesiyle davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmişse de; davacı Asliye Hukuk Mahkemesinde açmış olduğu davada verilen karar sonucunda eylemin idariliğini öğrenmiş olup husumet yokluğu nedeniyle davanın reddine dair verilen kararın kesinleştiği 16.11.2012 tarihinden itibaren 2577 sayılı Kanunun 13. maddesi uyarınca 1 yıllık dava açma süresinin başladığının kabulü gerekmektedir.”
23. Danıştay Onbeşinci Dairesinin 20/2/2014 tarihli ve E.2013/11650, K.2014/1022 sayılı kararı şöyledir:
“… davacının Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nden 13/05/2010 tarihinde aldığı rapordan %26,9 oranında özürlü olduğunu öğrendiği, bunun üzerine 08/02/2011 tarihinde ameliyatı gerçekleştiren doktor aleyhine tazminat istemiyle Konya 2. Asliye Hukuk Mahkemesi'nde açılan davanın husumet yokluğu nedeni ile reddedilerek buna ilişkin kararın 09/11/2012 tarihinde kesinleştiği, davacının söz konusu kararın kesinleşmesiyle birlikte eylemi ve eylemin idareye atfedilebilir olduğunu öğrendiği 09/11/2012 tarihinden itibaren 1 yıl içinde, 08/05/2013 tarihinde açtığı davada süre aşımı bulunmamakta olup; İdare Mahkemesince, davanın esası hakkında bir karar verilmesi gerekirken, davanın süre aşımı yönünden reddi yolunda verilen kararda usul hükümlerine uygunluk görülmemektedir.”
24. Danıştay Onuncu Dairesinin 13/12/2006 tarihli ve E.2005/8406, K.2006/7137 sayılı kararı şöyledir:
“… Dava konusu olayda, eylemin idariliğinin, davacılar murisinin ölümüne neden olan kuyunun bulunduğu yerin, Karayolları Genel Müdürlüğünce kamulaştırıldığı gerekçesiyle, gerçek kişiler aleyhine açılan davanın, Bartın 2. Asliye Hukuk Mahkemesince, husumet yönünden reddine ilişkin kararın kesinleştiği, 10.10.2003 tarihinde ortaya çıktığı kuşkusuzdur.
Bu duruma göre, kuyunun bulunduğu taşınmazın sahibi olarak bilinen şahıslar aleyhine 28.5.1999 tarihinde açılan maddi tazminat davası sonucunda, Bartın 2. Asliye Hukuk Mahkemesince, 6.6.2002 tarihinde, kuyunun bulunduğu yerin Karayolları Genel Müdürlüğünce kamulaştırıldığı ve bu nedenle davalıların meydana gelen olayda sorumluluklarının bulunmadığı gerekçesiyle husumet yönünden davanın reddi yolunda verilen kararın kesinleştiği tarih olan 10.10.2003 tarihinde eylemin idariliğinin belirlendiği, bu tarihten itibaren, 2577 sayılı Yasa'nın 13. maddesinde öngörülen 1 yıllık süre içinde,2.3.2004 tarihinde adli yargı yerinde dava açıldığı, bu davanın idare mahkemesinde görülmesi gerektiği gerekçesiyle görev yönünden reddine ilişkin kararın, 18.7.2005 tarihinde kesinleşmesi üzerine, 5.8.2005 tarihinde Karayolları Genel Müdürlüğüne karşı idare mahkemesinde açılan bu davanın süresinde kabul edilerek, işin esasının incelenmesi gerekirken, süre aşımı bulunduğu gerekçesiyle davanın reddi yolunda verilen temyize konu kararda hukuki isabet görülmemiştir.”
25. Danıştay Onuncu Dairesinin 4/11/2011 tarihli ve E.2008/7182, K.2011/4711 sayılı kararı şöyledir:
“…
Bir eylemin idariliği ve doğurduğu zarar bazı durumlarda eylemin gerçekleşmesiyle, kimi zaman da değişik araştırma ve incelemelerden, hatta ceza davalarından sonra ortaya çıkabilmektedir.
Özelikle, kamu görevlilerinin idari tasarrufta bulunurken uyulması zorunlu görülen kurallara uymamaları nedeniyle kendilerine izafe edilebilecek nitelikte olmakla birlikte, resmi yetkilerin kullanımı sırasında gerçekleştiği için idaresinden de ayrılamayan görev kusurlarından doğan zararın tazmini istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin idariliği, zararın, kamu görevlisinin kişisel kusurundan mı, görev kusurundan mı kaynaklandığının ceza muhakemesi sonucunda belirlenmesiyle ortaya çıkabilmektedir.
Bu nedenlerle, 2577 sayılı Kanun’un 13. maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık sürelerin eylemin idariliğinin ve doğurduğu zararın ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun, dava açma yolunun kullanımını güçleştirerek hak arama hürriyetini olumsuz etkileyeceğini belirtmek gerekir. Anılan Yasa hükmünde öngörülen tam yargı davalarının, idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminine yönelik olması sebebiyle davanın açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya çıkması zorunludur.
Dosyanın incelenmesinden, davacının eşinin yaralanması üzerine kaldırıldığı Salihli Devlet Hastanesinde 24.4.2004 tarihinde ölümünün gerçekleştiği, acil servis personelinden doktor S.T. hakkında taksirle bir kişiyi öldürme suçunu işlediğinden bahisle 25.9.2006 günlü iddianame ile açılan ceza davasının sürdüğü, davacının ise iddianamenin 13.10.2006 tarihinde tebliğ edilmesi üzerine 8.10.2007 gününde maddi ve manevi tazminat talebiyle davalı idareye yaptığı başvurunun 27.11.2007 tarihinde tebliğ edilen 20.11.2007 günlü işlemle reddi sonrasında 25.1.2008 tarihinde dava açtığı anlaşılmaktadır.
Bu durumda, eylemin idariliğinin S.T. hakkında açılan ceza davasında verilecek kararın kesinleştiği tarihte ortaya çıkabileceği dikkate alındığında, iddianamenin tebliği üzerine yapılan başvurunun reddi sonrasında açılan davada süre aşımı, davanın süre aşımı bakımından reddi yolunda verilen Mahkeme kararında ise hukuksal isabet bulunmadığı sonucuna ulaşılmaktadır.”
B. Uluslararası Hukuk
26. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan ... bir mahkeme tarafından davasının ... görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
27. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mahkemeye etkili erişim hakkını “hukukun üstünlüğü” ilkesinin temel unsurlarından biri olarak kabul etmekte ve mahkemeye etkili erişim hakkının mahkemeye başvuru konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını gerektirdiğini ifade etmektedir. Bu sebeple hukuki belirsizliklerin ya da uygulamadaki belirsizliklerin tarafların mahkemeye erişimine zarar verdiği durumlarda bu hakkın ihlal edildiğine karar verilmektedir (Geffre/Fransa, B. No: 51307/99, 23/1/2003, § 34).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
28. Mahkemenin 8/3/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
29. Başvurucu, psikolojk tacize maruz kalması nedeniyle sorumlular hakkında adli yargıda tazminat davası açtığını, mahkemelerin tutarsız kararları neticesinde davanın husumet yönünden reddedildiğini belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
30. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Somutolayda psikolojik taciz nedeniyle açılan tam yargı davası husumet yönünden reddedilmiş ve derece mahkemelerince başvurucunun iddiaları hakkında esas yönünden bir inceleme yapılmamıştır. Başvurucunun iddialarının özünün, uyuşmazlığın esasının yargı önüne taşınmaması ve incelenmemesine yönelik olduğu anlaşıldığından ihlal iddialarının mahkemeye erişim hakkı kapsamında değerlendirilmesi gerekir (Uğur Arslan, B. No: 2014/5673, 18/5/2016, § 45).
31. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
32. Adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52). Hukuki konularda mahkemelerde dava açma hakkı anlamına gelen mahkemeye erişim hakkı "mahkemeye gitme hakkı"nı da kapsamaktadır (Hüseyin Sezen, B. No: 2013/1793, 18/9/2014, § 47).
33. Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığın belli bir yargı merci tarafındançözümlenmesini isteme hakkını güvenceye bağlamamaktadır. İlgili uyuşmazlığın hangi yargı yeri tarafından çözümleneceğini belirlemek Anayasa ve "adaletin iyi yönetimi" ilkesi gözetilerek kanun koyucunun takdirindedir. Bu itibarla, görevli ve yetkili olduğu düşünülerek açılan bir davaya bakan yargı mercinin başka bir yargı organının görevli bulunduğuna işaret ederek davaya bakmayı reddetmesi, işaret edilen yolun açık ve erişilebilir olması kaydıyla mahkemeye erişim hakkına müdahale teşkil etmez.
34. Somut olayda kamu görevlilerinin kişisel kusuruna dayanılarak adli yargıda açılan tazminat davası, kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının kamu görevlileri aleyhine değil ancak kamu idaresi aleyhine açılabileceği gerekçesiyle husumet yönünden reddedilmiştir. Bu durumda başvurucunun dava konusu uyuşmazlığı idari yargı önüne taşıma imkanının bulunup bulunmadığı incelenmelidir.
35. Danıştay içtihatlarında, 2577 sayılı Kanun’un 13. maddesinde öngörülen bir ve beş yıllık sürelerin eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya çıkması ile başlayacağı, eylemin idariliği ve yol açtığı zararın ise bazen eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya çıktığı bazen de değişik araştırma ve inceleme sonucu çok sonra ortaya çıkabildiği, eylemin idariliğinin sonradan ortaya çıktığı durumlarda 2577 sayılı Kanun ile öngörülen bir ve beş yıllık sürelerin bu tarihten itibaren hesaplanması gerektiği, aksi bir yorumun dava açma yolunun kullanımını güçleştirerek hak arama hürriyetini olumsuz şekilde etkileyeceği belirtilmektedir. Danıştay, yerleşik içtihatları ile uyumlu olarak kamu görevlilerinin kamu hizmetini yürütürken üçüncü kişilere vermiş oldukları zararlar nedeniyle kamu görevlileri aleyhine adli yargıda açılan tazminat davalarında ve adli yargı mercilerince davalının hasım sıfatının bulunmadığı gerekçesiyle verilen ret kararlarında da aynı içtihadı benimsemiş; eylemin idariliğinin, adli yargı mercilerince husumet yokluğu nedeniyle verilen ret kararının kesinleşmesiyle birlikte ortaya çıktığını, bu durumlarda husumet yokluğu nedeniyle verilen ret kararlarının kesinleşmesinden itibaren bir yıl içinde 2577 sayılı Kanun’un 13. maddesi uyarınca tam yargı davası açılabileceğini kabul etmiştir (bkz. §§ 22-25).
36. Somut başvuruya konu davada verilen husumet yönünden ret kararının gerekçesinde, kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının kamu görevlileri aleyhine değil kamu idaresi aleyhine açılabileceği belirtilmektedir. Bu durumda 2577 sayılı Kanun’un 13. maddesi uyarınca Danıştayın yukarıda yer verilen içtihatları doğrultusunda ilgili kamu idaresi aleyhine tam yargı davası açılabilmesi mümkündür (Uğur Arslan, § 53).
37. Başvurucunun, husumet yokluğu nedeniyle verilen ret kararının ardından idari yargıda tam yargı davası açma yoluna gitmediği görülmektedir.
38. Danıştay içtihatlarına göre adli yargı mercilerince husumet yokluğu nedeniyle verilen ret kararlarının kesinleşmesinden itibaren bir yıl içinde 2577 sayılı Kanun’un 13. maddesi uyarınca idari yargıda tam yargı davası açılmasının mümkün olduğu, başvurucu tarafından bu yolun kullanılmadığı anlaşıldığından somut başvuruda mahkemeye erişim hakkına yönelik bir ihlalin bulunmadığının açık olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
39. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
40. Başvurucu, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
41. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
42.Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği tarih, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 50-52).
43. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).
44. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında somut olayda 21/3/2006 tarihinde Uşak 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davanın Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 27/2/2014 tarihli ilamıyla sona erdiği anlaşılmaktadır. Bu nedenle karmaşık niteliği bulunmayan ve başvurucunun yargılamanın uzamasında önemli bir etkisinin de tespit edilmediği başvuru konusu davadaki yaklaşık 8 yıllık yargılama süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.
45. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
C. Diğer İhlal İddiaları Yönünden
46. Başvurucu, sağlığının bozulmasına ve kişilik haklarının çiğnenmesine neden olan idarenin keyfî eylem ve işlemlerinin psikolojk taciz oluşturduğunu, ancak idari ve yargısal makamlarca maddi ve manevi varlığına yönelen saldırılara karşı koruma sağlanmadığını ileri sürmüştür.
47. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca temel hak ve özgürlüklerin ihlaline neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.
48. Bireysel başvurunun ikincil niteliği gereği başvurucunun, ihlal iddialarını öncelikle yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve delilleri zamanında sunması, dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermesi gerekir (Mustafa Bülent Erten, B. No: 2012/649, 26/3/2013, §§ 18, 19).
49. Somut olayda, başvurucu tarafından adli yargıda açılan dava husumetin yanlış yöneltildiği gerekçesiyle esas incelemesi yapılmaksızın reddedilmiştir. Anılan içtihatlar gereğince husumet yokluğu nedeniyle verilen davanın reddi kararının kesinleşmesinden itibaren bir yıl içinde idari yargıda tam yargı davası açılması mümkün olmasına rağmen bu yönde bir davanın açılmadığı dikkate alındığında Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için etkili başvuru yollarının tüketilmesi koşulunun yerine getirildiği söylenemez.
50. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
D. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
51. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgi kısmı şöyledir:
“Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…”
52. Başvurucu, ihlalin tespiti ile 60.000 TL manevi tazminata karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
53. Somut olayda makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
54. İhlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 9.500 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
55. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Diğer ihlal iddialarının başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 9.500 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
D. 206,10 TL harçtan oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Uşak 1. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2013/22, K.2013/165) GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 8/3/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.