TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
NEZAKET KAPLAN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/6717)
|
|
Karar Tarihi: 9/1/2018
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep
KÖMÜRCÜ
|
|
|
Recai AKYEL
|
Raportör Yrd.
|
:
|
İsmail Emrah
PERDECİOĞLU
|
Başvurucu
|
:
|
Nezaket
KAPLAN
|
Vekili
|
:
|
Av. Tuba
KAYALIK ŞEN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, idari yargıda açılan davanın süre yönünden reddi
nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 15/5/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Komisyonca kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından
yapılmasına karar verilmiştir.
4.Bölüm Başkanı tarafından kabul edilebilirlik ve esas
incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyleolaylar
özetle şöyledir:
7. Başvurucu, başvurucunun eşi ve çocuğu tarafından Çanakkale 1.
Asliye Hukuk Mahkemesinde 1/4/2011 tarihinde açılan tazminat davasında
başvurucu ve belirtilen diğer davacılar; başvurucunun diğer çocuğu olan E.K.nin 2007 yılı Ocak ayında Çanakkale Devlet Hastanesinde
tedavi altındayken tıbbi ihmal ve hatalı uygulamalar nedeniyle hayatını kaybettiğini
ileri sürmüşler ve ölüm olayında sorumluluğu bulunduğunu düşündükleri Hastane
çalışanı hekimler aleyhine maddi ve manevi tazminata hükmedilmesini talep
etmişlerdir.
8. Yargılama sürecinde ilk derece mahkemesi, tarafların
beyanlarını almış; bir kısım davalının husumet yönünden davanın reddi gerektiği
iddialarına yönelik yaptığı değerlendirmede bu konuda Yargıtay 4. Hukuk
Dairesinin yerleşik içtihatları kapsamında ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun
4/2/2009 tarihli ve E.2008/4-829, K.2009/44 sayılı hükmüne atfen dava
dilekçesinin içeriğine göre davalı hekimlerin kişisel kusurlarına dayanıldığını
belirterek davanın adli yargıda görülmesinin mümkün olduğunu belirtmiştir.
9. Yargılama devam etmekte iken Yargıtay 4. Hukuk Dairesi,
benzer bir konuda başka bir davaya ilişkin verdiği 19/4/2012 tarihli ve
E.2011/4127, K.2012/6863 sayılı bozma kararı ile kamu görevlilerinin
yetkilerini kullanırken kasıtlarından ve kusurlarından meydana geldiği ileri
sürülen, dolayısıyla hizmet kusuruna dayanılarak açılacak tazminat davalarında
ancak kamu idaresi aleyhine dava açılabilmesi yönünde görüş ortaya koymuş;
temyize konu davanın husumet yönünden reddedilmesi gerektiğini belirtmiştir.
10. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin bu görüşü, Çanakkale 1. Asliye
Hukuk Mahkemesince benimsenmiş ve 12/6/2012 tarihli karar ile davanın husumet
yönünden reddine hükmedilmiş; bu karar Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 9/11/2012
tarihli ilamı ile onanmış; onama ilamı başvurucuya 17/12/2012 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
11. Başvurucu ve diğer davacılar, bunun üzerine 16/1/2013
tarihinde Çanakkale İdare Mahkemesinde yukarıda süreci özetlenen tazminat
davasında ileri sürdükleri aynı sebepler ile Sağlık Bakanlığı aleyhine tam
yargı davası açmışlardır. Başvurucu ve diğer davacılar dava dilekçelerinde,
aynı konuda adli yargıda görülmekte olan davalarının yargılama sırasında
değişen Yargıtay içtihadı uyarınca reddedildiğini belirterek 6/1/1982 tarihli
ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usul Kanunu'nun 9. maddesine göre davanın
görülerek lehlerine tazminata hükmedilmesini talep etmişlerdir.
12. Yapılan değerlendirme sonunda Çanakkale İdare Mahkemesi
7/3/2013 tarihli kararı ile davanın süre aşımı nedeniyle reddine hükmetmiştir.
Mahkeme kararında; bakılmakta olan davanın Çanakkale 1. Asliye Hukuk
Mahkemesinde görülen davada verilen 12/6/2012 tarihli kararın ardından açıldığı
ancak 12/6/2012 tarihli kararın görev yönünden ret kararı olmadığı, husumet
yönünden ret kararı olduğu belirtilmiştir. Bu kapsamda kararda devamla
başvurucunun zarara uğradığını öğrendiği tarihten itibaren bir yıl içinde dava
açması gerektiği, öğrenme tarihinin ise en geç adli yargıda dava açma tarihi
olarak kabul edilebileceği belirtilmiştir. Mahkemeye göre bakılmakta olan dava
adli yargıda dava açma tarihi olan 28/3/2011 tarihinden sonra bir yıl içinde
açılmadığından süre aşımı nedeniyle işin esasının incelenmesine olanak
bulunmamaktadır.
13. Davanın reddine ilişkin karar, temyiz talebi üzerine
Danıştay Onbeşinci Dairesince incelenmiş ve 20/2/2014
tarihli karar ile onanmıştır.
14. Onama ilamı başvurucuya 28/4/2014 tarihinde tebliğ edilmiş,
taraflarca karar düzeltme talebinde bulunulmaması üzerine yargılama süreci sona
ermiştir.
15. Başvurucu 15/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. İlgili Kanunlar
16. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usul
Kanunu'nun "Görevli olmayan yerlere
başvurma" kenar başlıklı 9.
maddesi şöyledir:
"1. Çözümlenmesi Danıştayın,
idare ve vergi mahkemelerinin görevlerine girdiği halde, adli ve askeri yargı
yerlerine açılmış bulunan davaların görev noktasından reddi halinde, bu
husustaki kararların kesinleşmesini izleyen günden itibaren otuz gün içinde
görevli mahkemede dava açılabilir. Görevsiz yargı merciine başvurma tarihi, Danıştaya, idare ve vergi mahkemelerine başvurma tarihi
olarak kabul edilir.
2. Adli veya askeri yargı yerlerine açılan ve
görevsizlik sebebiyle reddedilen davalarda, görevsizlik kararının kesinleşmesinden
sonra birinci fıkrada yazılı otuz günlük süre geçirilmiş olsa dahi, idari dava
açılması için öngörülen süre henüz dolmamış ise bu süre içinde idari dava
açılabilir."
17. 2577 sayılı Kanun'un "Doğrudan
doğruya tam yargı davası açılması" kenar başlıklı 13. maddesi
şöyledir:
"1. İdari eylemlerden hakları ihlal
edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine
veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir
yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye
başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin
kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden
itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu
sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.
2. Görevli olmayan adli ve askeri yargı
mercilerine açılan tam yargı davasının görev yönünden reddi halinde sonradan
idari yargı mercilerine açılacak davalarda, birinci fıkrada öngörülen idareye
başvurma şartı aranmaz"
2. Yargıtay ve Danıştay
İçtihatları
18. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 13/3/2008 tarihli ve
E.2007/4113, K.2008/3292 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...
Dava dilekçesinde, doktor olan davalıların tedavi sırasındaki
tedbirsizlik ve dikkatsizlikleri sonucu davacının oğlunun ölümüne neden
oldukları iddia edilerek tazminat istenilmiştir. Mahkemece, Anayasa’nın 129/5
maddesi ve 657 sayılı Kanun’un 13/1 maddesi hükümleri uyarınca,husumet nedeniyle davanın reddine karar
verilmiştir.
Anayasa 129/5 maddesi ve 657 sayılı Kanun’un 13/1 maddesinde, memurlar
ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan
doğan tazminat davalarının, ancak idare aleyhine açılabileceği benimsenmiştir.
Ne var ki, bu kural mutlak olmayıp; idari yetkilerin kullanılma alanı ile,
diğer bir ifade ile, idari işlem ve eylem niteliğini yitirmemiş davranışlar ile
sınırlıdır. Özellikle, haksız eylemlerde; kamu görevlisinin, Anayasa’nın bu
güvencesinden yararlanma imkânı bulunmamaktadır. Somut olayda, davalıların
açıkça kişisel kusurlarına dayanılmıştır. O nedenle, anılan anayasa ve yasa
hükümlerinin göz önünde tutulabilmesi söz konusu değildir.
..."
19.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 4/2/2009 tarihli ve E.2008/4-829, K.2009/44
sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...
Taraflar
arasındaki “maddi ve manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama
sonunda; Ankara Asliye 26.Hukuk Mahkemesince davanın yargı yolu sebebiyle
husumet yönünden reddine dair verilen ..../../.2006
gün ve .../... E-.../... K. Sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından
istenilmesi üzerine, Yargıtay 4.Hukuk Dairesinin .../..../... gün ve
.../...-.../... sayılı ilamı ile; (...Dava, haksız eylemden kaynaklanan maddi
ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın husumet yokluğu
nedeniyle reddine karar verilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Dava dilekçesinde, doktor olan davalıların tedavi sırasındaki tedbirsizlik ve
dikkatsizlikleri sonucu davacının oğlunun ölümüne neden oldukları iddia
edilerek tazminat istenilmiştir. Mahkemece, Anayasa’nın 129/5 maddesi ve 657
sayılı Kanun’un 13/1 maddesi hükümleri uyarınca, husumet nedeniyle davanın
reddine karar verilmiştir.
Anayasa 129/5 maddesi ve 657 sayılı Kanun’un
13/1 maddesinde, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken
işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının, ancak idare aleyhine
açılabileceği benimsenmiştir. Ne var ki, bu kural mutlak olmayıp; idari
yetkilerin kullanılma alanı ile, diğer bir ifade ile, idari işlem ve eylem
niteliğini yitirmemiş davranışlar ile sınırlıdır. Özellikle, haksız eylemlerde;
kamu görevlisinin, Anayasa’nın bu güvencesinden yararlanma imkanı
bulunmamaktadır. Somut olayda, davalıların açıkça kişisel kusurlarına
dayanılmıştır. O nedenle, anılan anayasa ve yasa hükümlerinin göz önünde
tutulabilmesi söz konusu değildir.
...
Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına,
dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere
ve özellikle,Anayasanın 129/5.maddesi gereğince memurların ve diğer kamu
görevlilerinin yetkilerini kullanırken meydana gelen zararlara ilişkin
davaların idare aleyhine dava açılabilmesinin, eylemin hizmet kusurundan
kaynaklanmış olması koşuluna bağlı bulunmasına; dava dilekçesinde
sıralanan maddi olguların davalıların salt kişisel kusuruna dayanıldığını
göstermesi karşısında öncelikle bu iddia doğrultusunda delillerin toplanıp
değerlendirilerek sonuca varılmasının gerekmesine; Hukuk Genel Kurulu’nun
15.11.2000 gün ve E:2000/4-1650 K:2000/1690; 26.09.2001 gün ve E:2001/4-595
K:2001/643; 29.03.2006 gün ve E:2006/4-86 K:2006/111; 20.09.2006 gün ve
E:2006/4-526 K:2006/562; 17.10.2007 gün ve E:2007/4-640 K:2007/725; 31.10.2007
gün ve E:2007/4-800 K:2007/797; 20.02.2008 gün ve E:2008/4-156 K:2008/140
sayılı ilamlarında da aynı ilkenin benimsenmiş olmasına göre, Hukuk Genel
Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki
kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
..."
20. Yargıtay 4.
Hukuk Dairesinin 19/4/2012 tarihli ve E.2011/4127, K.2012/6863 sayılı kararının
ilgili kısmı şöyledir:
"...
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 129/5
maddesinde; memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken
işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının, ancak idare aleyhine
açılabileceği amir hükmü yer almaktadır.
Dava,
kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken, kusurları sonucu kişilere zarar
vermelerinden kaynaklanan ve zarar görenlerin kamu görevlileri aleyhine
açtıkları tazminat davasıdır.
Sorun,
kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken veya görevlerini yaparken,
kişilerin zarar görmesi halinde, zarar görenin kamu görevlisinin şahsına karşı
açtığı davada, kamu görevlisinin hizmet kusurundan ayrılabilen kişisel kast ve
kusurunun araştırılmasına gerek olup olmadığı ve netice itibariyle davanın
esastan mı yoksa husumetten mi reddine veya kabulüne karar verileceği ve bu
konuda yorum yolu ile sonuca ulaşmanın ve uygulama yapmanın mümkün olup
olmadığına ilişkindir.
Bu durumda, kamu görevlisinin görevini
yaparken kusurlu davranışta bulunmasının hizmet kusuru mu yoksa hizmetten
ayrılabilen kişisel kusuru mu olacağının tespiti gerekmektedir. Kamu kurumları
kamu hizmeti yaparlar. Ancak kamu kurumları tüzel kişilik olduklarından ve bu
kişilik maddi değil soyut bir kişilik olduğundan, kamu hizmetini bizzat yerine
getiremezler. Kamu hizmeti, gerçek kişi konumunda olan kamu görevlileri ve
bunların kullandıkları araç ve gereçlerle yerine getirilir. Bunun sonucu
olarak, kamu görevlilerinin veya bunların kullandıkları araç ve gereçlerin
kusur, ihmal ve hatalarından dolayı kamu hizmetinin yerine getirildiği sırada
kişilerin zarar görmesi halinde meydana gelecek kusur kamu kurumunun hizmet
kusurunu oluşturur. Burada, kamu görevlisinin hizmetten ayrılabilen kişisel
kusurundan bahsetmek kesinlikle mümkün değildir. Kamu görevlisinin buradaki
kusuru hizmet kusurunu oluşturur.
Hizmetten ayrılabilen kişisel kusur ise kamu hizmeti ile ilgisi olmayan
kamu görevlisinin özel hayatı ile tamamen özel tutum ve davranışlarından
kaynaklanan bir kusurdur.
...
Anayasa’nın 129/5 maddesinde; memurlar ve diğer kamu
görevlilerinin yetkilerini kullanırken (görevlerini yaparken) işledikleri
kusurlardan doğan tazminat davaları rücu edilmek kaydıyla kanunun gösterdiği
şekil ve şartlara uygun olarak ANCAK idare aleyhine dava açılabilir.
657 sayılı Devlet Memurları Yasası’nın (kişilerin uğradıkları zararlar
başlıklı) 13. maddesinde; kişiler kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak
uğradıkları zararlardan dolayı bu görevleri yerine getiren personel aleyhine
DEĞİL ilgili kurum aleyhine dava açarlar.
Borçlar Yasası’nın (Haksız muamelelerden doğan borçlar başlıklı) 41/1 maddesinde; gerek kasten gerek ihmal ve teseyyüp yahut
tedbirsizlik ile haksız bir surette diğer kimseye bir zarar ika eden şahıs o
zararın tazminine mecburdur.
Anayasa’nın
129/5 maddesi ile 657 sayılı Devlet Memurları Yasası’nın 13. maddesinin Borçlar
Yasası’nın 41/1 maddesi ışığında yorumlayarak kamu görevlileri aleyhine kişisel
kast ve kusurlarının varlığı halinde Adli Yargı’da dava açılabileceğinin kabulü
mümkün değildir. Zira: Borçlar Yasası’nın 41/1 maddesi genel bir hüküm olup,
yine genel olarak “zarar ika eden şahsı” esas almış olup, kamu görevlisi veya
memurdan bahsetmemektedir. Bir konuda hem genel hüküm,
hem de özel hüküm varsa, o takdirde özel hükümlere üstünlük verilerek uygulama
yapılması hukukun temel prensiplerindendir.
Yukarıda açıklanan Anayasa’nın 129/5 ile 657
sayılı Devlet Memurları Yasası’nın 13. maddesi karşısında Borçlar Yasası’nın
41/1 maddesi esas alınarak kamu görevlilerinin kast ve kusurlarından dolayı kamu
görevlileri aleyhine dava açılabileceğinin yorum yoluyla kabul edilmesi de
mümkün değildir.
Anayasa’nın 129/5 maddesiyle 657 sayılı Devlet
Memurları Yasası’nın 13. maddesi, yorum gerektirmeyecek kadar açık, net ve
amirdir. Diğer yandan yasalar iptal edilmedikçe veya değiştirilmedikçe
yürürlüktedir. Ve mevcut hükümleri ile uygulanmaları gerekir. Yargı,
uygulamaları ve bir kısım sosyal ihtiyaçlar nedeni ile yasaların yetersizliği
veya değiştirilmesi gerektiği düşünce ve kanaatinde olsa dahi, yorum yolu ile
yürürlükteki Anayasa ve yasa maddelerini uygulamayarak atıl
bırakamaz. Yorum yolu ile Anayasa ve Yasalara aykırı uygulama yapamaz ve karar
veremez. İhtiyaç varsa yeni yasal düzenlemeler yapılabilir. Ve yasal düzenleme
yapma yetki ve görevi T.B.M.M.’ne aittir.
Sonuç olarak kamu görevlilerinin yetkilerini
kullanırken işledikleri kasıtlarından ve kusurlarından dolayı doğan tazminat
davalarında kamu görevlilerinin aleyhine değil ANCAK kamu idaresi aleyhine dava
açılabileceğinin kabulü gerekir.
...
Şu durumda, yerel mahkemece kamu görevlisi
olan davalılar hakkında, kusurlarına dayanılarak açılan davanın husumet yönünden reddine karar verilmesi
gerekirken, yerinde olmayan yazılı gerekçe ile işin esası
incelenerek yazılı şekilde karar verilmiş olması usul ve yasaya uygun
düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir."
21. Danıştay Onbeşinci Dairesinin
20/2/2014 tarihli ve E.2013/11650, K.2014/1022 sayılı kararının ilgili kısmı
şöyledir:
"...
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 13. maddesinde idari
eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu
eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten
itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili
idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemelerinin gerekli
olduğu, bu isteklerinin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin
tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap
verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren dava süresi içinde
dava açılabilecekleri, görevli olmayan adli ve askeri yargı mercilerine açılan
tam yargı davasının görev yönünden reddi halinde sonradan idari yargı
mercilerine açılacak davalarda, birinci fıkrada öngörülen idareye başvurma şartı
aranmayacağı kuralına yer verilmiştir.
Yukarıda anılan Kanun maddesinde idareye başvuru süresinin, idari
eylemlerden zarar gören kişilerin eylemi öğrendiği tarihten itibaren
başlayacağı saptanmış olmaktadır. Bu haliyle başvurma süresine başlangıcı
yalnızca eylem tarihi ve zararlı sonucun doğduğu tarihi esas almanın, zararın
henüz ortaya çıkmadığı veya çıksa bile zararın çıkış sebebinin öğrenilemediği
durumlarda dava açma süresinin çok kısalmasına yol açacağı yada
dava açma hakkını ortadan kaldıracağı ve hak arama özgürlüğüyle bağdaşmayacağı
açıktır. Bundan dolayı zararın doğmasına sebeb olan
eylemin idariliğinin öğrenildiği tarihi esas almak
gerekmektedir.
Dava dosyasının incelenmesinden; davacının, 2004 yılının ağustos ayında
bisikletten düşerek yaralanması üzerine kaldırıldığı Konya Numune Hastanesi'nde
yapılan tedavi ve ameliyatından sonra iyileşememesi sonucunda başvurduğu Konya
Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nden 13/05/2010 tarihinde aldığı rapordan %26,9
oranında özürlü olduğunu öğrendiği, davacının
ameliyatı gerçekleştiren doktor S. S. aleyhine tazminat istemiyle
08/02/2011 tarihinde Konya 2. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin .../... sayılı esasına
kayıtlı olarak açtığı davanın 14/06/2012 tarih ve E:.../..., K:.../... sayılı
kararla anılan davanın idareye karşı açılması gerektiğinden husumet nedeniyle
reddedildiği ve bahsi geçen kararın Yargıtay 4. Hukuk Dairesi'nin 09/11/2012
tarih ve E:.../..., K:.../... sayılı kararıyla onanarak kesinleşmesi üzerine
davalı idare aleyhine bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Buna göre, davacının Konya Eğitim ve Araştırma
Hastanesi'nden 13/05/2010 tarihinde aldığı rapordan %26,9 oranında özürlü olduğunuöğrendiği, bunun üzerine 08/02/2011 tarihinde
ameliyatı gerçekleştiren doktor aleyhine tazminat istemiyle Konya 2. Asliye Hukuk Mahkemesi'nde açılan davanın husumet
yokluğu nedeni ile reddedilerek buna ilişkin kararın 09/11/2012 tarihinde
kesinleştiği, davacının söz konusu kararın kesinleşmesiyle birlikte eylemi ve
eylemin idareye atfedilebilir olduğunu öğrendiği 09/11/2012 tarihinden itibaren
1 yıl içinde, 08/05/2013 tarihinde açtığı davada süre aşımı bulunmamakta olup;
İdare Mahkemesince, davanın esası hakkında bir karar verilmesi gerekirken,
davanın süre aşımı yönünden reddi yolunda verilen kararda usul hükümlerine
uygunluk görülmemektedir.
..."
22. Danıştay Onbeşinci Dairesinin aynı
yönde verdiği 11/3/2014 tarihli ve E.2013/6481, K.2014/1600 sayılı kararının
ilgili kısmı şöyledir:
"... anılan Kararın Yargıtay 4. Hukuk
Dairesi'nin 12.03.2012 tarih ve E: 2012/852, K: 2012/3832 sayılı kararı ve
özetle “Uyuşmazlığın idarenin hizmet kusurundan kaynaklandığı, husumetin
idareye yöneltilmesi gerektiği” gerekçesi ile bozulduğu; bozma kararı
sonrasında, Sakarya 2. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 26.06.2012 tarih ve E: 2012/276,
K: 2012/294 sayılı kararı ile bozma kararına uyularak “Uyuşmazlığın idarenin
sorumluluğuna dair kuralar çerçevesinde görülmesi, husumetin idareye
yöneltilmesi gerekçesi ile davanın reddine” karar verildiği; anılan kararın
19.09.2012 tarihinde kesinleşmesini müteakiben 03.10.2012 tarihinde görülmekte
olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
...
Bu durumda, 2577 sayılı Yasa'nın 13 üncü maddesinde öngörülen sürenin eylemin idariliğinin ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması
zorunludur. Aksi yorumun zarara yol açan eylemin idariliğinin
ortaya çıkmasıyla kullanılması mümkün olan dava açma hakkını ortadan
kaldıracağı, hak arama özgürlüğüyle bağdaşmayacağı açıktır.
...
Bu itibarla, olayda davacıların oğlunun doğum
tarihi olan 30.01.2004 tarihi eylemin ortaya çıktığı tarih olarak kabul
edilebilirse de, Yasada öngörülen eylemin idari olup
olmadığı hususunun ortaya çıktığı tarihin bu tarih olarak kabulüne olanak
bulunmamaktadır.
...
Durum böyle olunca; eylemin idareliğinin kesin olarak öğrenildiği,Sakarya
1. Asliye Ceza Mahkemesi'nin 31.01.2011 tarihli, doktor hakkında verdiği
mahkumiyet kararından itibaren İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 13. Maddesinde
belirlenen 1 yıllık süreye riayet edilerek, Asliye Hukuk Mahkemesi'nde
29.09.2011 tarihinde açılan davada süre aşımı bulunmadığından; işin esasının
incelenmesi gerekirken, süre aşımı bulunduğu gerekçesiyle davanın reddi yolunda
verilen temyize konu kararda hukuka uygunluk görülmemektedir.
..."
B. Uluslararası Hukuk
1. Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi
23. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesinin
birinci fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:
“Herkes, medeni hak ve yükümlülükleri hakkında
karar verilmesi için ... kanun tarafından kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir
yargı merciinde makul bir süre içinde adil ve kamuya açık bir şekilde
yargılanma hakkına sahiptir. "
2. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi İçtihadı
24. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin 6.
maddesinin birinci fıkrası açık bir biçimde mahkeme veya yargı merciine erişim
hakkından söz etmese de maddede kullanılan terimler bir bütün olarak bağlamıyla
birlikte dikkate alındığında anılan fıkranın mahkemeye erişim hakkını da
garanti altına aldığı sonucuna ulaşıldığını belirtmiştir (Golder/Birleşik Krallık, B. No: 4451/70, 21/2/1975, §§ 28-36). AİHM'e göre mahkemeye erişim hakkı Sözleşme'nin 6.
maddesinin birinci fıkrasına içkindir. Bu çıkarsama, Sözleşmeci devletlere yeni
yükümlülük yükleyen genişletici bir yorum olmayıp 6. maddenin birinci fıkrasının
birinci cümlesinin lafzının Sözleşme'nin amaç ve hedefleri ile hukukun genel
prensiplerinin birlikte okunmasına dayanmaktadır. Sonuç olarakSözleşme'nin
6. maddesinin (1) numaralı fıkrası, herkesin medeni hak ve yükümlülüklerle
ilgili iddialarını mahkeme önüne getirme hakkına sahip olmasını kapsamaktadır (Golder/Birleşik Krallık, § 36).
25. AİHM adil yargılanmanın bir unsurunu teşkil eden mahkemeye
erişim hakkının mutlak olmadığını, doğası gereği devletin düzenleme yapmasını
gerektiren bu hakkın belli ölçüde sınırlanabileceğini kabul etmektedir. Ancak
AİHM bu sınırlamaların kişinin mahkemeye erişimini, hakkın özünü zedeleyecek
şekilde ve genişlikte kısıtlamaması, ayrıca zayıflatmaması gerektiğini ifade
etmektedir. AİHM'e göre meşru bir amaç taşımayan ya
da uygulanan araç ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir orantılılık
ilişkisi gözetmeyen sınırlamalar, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı
fıkrasıyla uyumlu olmaz (Sefer Yılmaz ve
Meryem Yılmaz/Türkiye, B. No: 611/12, 17/11/2015, § 59; Eşim/Türkiye, B. No: 59601/09, 17/9/2013,
§ 19; Edificaciones March Gallego
S.A./İspanya, B. No: 28028/95, 19/2/1998, § 34).
26. AİHM, dava hakkını süre sınırına bağlayan iç hukuk
hükümlerinin yorumlanmasının öncelikli olarak kamu otoritelerinin ve özellikle
mahkemelerin görevi olduğunu belirtmekte ve kendisinin rolünün bu yorumun
etkilerinin Sözleşme'yle uyumlu olup olmadığının
tespitiyle sınırlı olduğunu ifade etmektedir. Süre sınırı getiren kuralların
iyi adalet yönetiminin güvence altına alınması amacına dayandığına işaret eden
AİHM, bu kuralların veya bunların uygulanmasının ilgililerin ulaşılabilir
başvuru yollarına müracaatlarını engelleyecek mahiyette olmaması gerektiğini
değerlendirmektedir. AİHM bu bağlamda her bir olayın somut başvuru yolunun
özellikleri ışığında ve Sözleşme'nin 6. maddesinin birinci fıkrasının amaç ve
hedefleri çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğinin altını çizmektedir (Eşim/Türkiye, § 20).
27. AİHM, bu ilkeler uyarınca mahkemelerin dava açılabilmesi
için öngörülen yasal yükümlülükleri uygularken hem yargılama adaletinin
zayıflamasına yol açacak düzeyde aşırı şekilcilikten hem de kanunlarda
öngörülen usule ilişkin gereklilikleri abes hâle getirecek seviyede aşırı
esneklikten kaçınması gerektiğini belirtmektedir. AİHM; kuralların belirliliği
ve iyi adalet yönetimini sağlama amacına hizmet etme işlevlerini yitirmesi
hâlinde ve ilgililerin davalarının esasının yetkili mahkeme tarafından karara
bağlanmasını önleyecek birtakım bariyerler oluşturma fonksiyonu görmesi
durumunda mahkemeye erişim hakkının zedeleneceğini ifade etmektedir (Eşim/Türkiye, § 21).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
28. Mahkemenin 9/1/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
29. Başvurucu; davayı açtığı tarihte süregelen Yargıtay
içtihatları doğrultusunda kamu görevlisinin kişisel kusuruna dayanarak açtığı
davanın yargılama devam ederken farklılaşan Yargıtay içtihadı uyarınca husumet
yönünden reddedildiğini, bu defa değişen içtihat uyarınca İdare Mahkemesinde
açtığı davanın ise süre aşımı yönünden reddedildiğini ve bu kararın
kesinleştiğini ancak İdare Mahkemesince yapılan süre aşımına ilişkin
değerlendirmenin hak arama yolunu engellediğini belirterek adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu, idari yargı makamlarının
açtığı davayı 2577 sayılı Kanun'un 9. maddesi kapsamında değerlendirerek ve
işin esasını incelemesi gerektiğini savunmaktadır.
B. Değerlendirme
30.Anayasa'nın 36. maddesi şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.”
31. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu tarafından idari yargıda açılan
davanın reddi süre aşımına dayandırıldığından başvurunun mahkemeye erişim hakkı
kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür (Benzer yöndeki değerlendirme için
bkz. Yaşar Çoban [GK], B. No:
2014/6673, 25/7/2017, § 52).
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
32. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
i. Müdahalenin Varlığı ve Hakkın Kapsamı
33. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında; herkesin
yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme, bunun doğal sonucu
olarak da iddiada bulunma, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına
alınmıştır. 3/10/2001 tarihli ve 4709 sayılı Kanun'un Anayasa'nın 36.
maddesinin birinci fıkrasına "adil yargılanma hakkı" ibaresinin
eklenmesine ilişkin 14. maddesinin gerekçesinde "değişiklikle Türkiye Cumhuriyeti’nin taraf olduğu uluslararası
sözleşmelerce de güvence altına alınmış olan adil yargılama hakkı[nın] metne dahil" edildiği belirtilmiştir.
Dolayısıyla Anayasa'nın 36. maddesinde herkesin adil yargılanma hakkına sahip
olduğu ibaresinin eklenmesinin amacının Sözleşme'de
düzenlenen adil yargılanma hakkını anayasal güvence altına almak olduğu
anlaşılmaktadır (Yaşar Çoban, §
53).
34. Mahkemeye erişim hakkı, Sözleşme'nin Anayasa’nın 36.
maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının güvenceleri arasında yer
almaktadır (Ahmet Yıldırım, B.
No: 2012/144, 2/10/2013, § 28; Özkan Şen,
B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 51; Ş.Ç.,
B. No: 2012/1061, 21/11/2013, § 28; Kenan Yıldırım
ve Turan Yıldırım, B. No: 2013/711, 3/4/2014, § 41).
35. Hak arama özgürlüğünün temel unsurlarından biri mahkemeye
erişim hakkıdır. Kişinin uğradığı bir haksızlığa veya zarara karşı kendisini
savunabilmesinin ya da maruz kaldığı haksız bir uygulama veya işleme karşı
haklılığını ileri sürüp kanıtlayabilmesinin, zararını giderebilmesinin en
etkili yolu yargı mercileri önünde dava hakkını kullanabilmesidir (AYM, E.2014/76,K.2014/142, 11/9/2014).
36. Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı ve uyuşmazlık
kapsamında bir talebi mahkeme önüne taşıyabilmek ve bunların etkili bir şekilde
karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir (AYM, E.2013/40,
K.2013/139, 28/11/2013).
37. Dava konusu edilen uyuşmazlığın esasının incelenmesini
engelleyen yasal düzenleme veya uygulama, mahkemeye erişim hakkına müdahale
teşkil edebilir. Somut olayda başvurucu tarafından açılan davanın 2577 sayılı
Kanun'un 13. maddesi uyarınca süresinde açılmamasına dayanılarak reddine karar
verilmiştir. Bu durumda davanın süre aşımı yönünden reddedilmesi nedeniyle
uyuşmazlığın esasının incelenememiş olmasının mahkemeye erişim hakkına müdahale
teşkil ettiği açıktır.
ii. Müdahalenin İhlal
Oluşturup Oluşturmadığı
38. Anayasa’nın 36. maddesinde, mahkemeye erişim hakkı için
herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte bunun hiçbir
şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez.
Anayasa Mahkemesi kararlarında, Anayasa'nın başka maddelerinde yer alan hak ve
özgürlükler ile devlete yüklenen ödevlerin özel sınırlama sebebi gösterilmemiş
hak ve özgürlüklere sınır teşkil edebileceği kabul edilmektedir (AYM,
E.2010/83, K.2012/169, 1/11/2012; E.2012/108, K.2013/64, 22/5/2013; E.2013/95,
K.2014/176, 13/11/2014; E.2014/177, K.2015/49, 14/5/2015; Hüseyin Dayan, B. No: 2013/5033,
13/4/2016, § 46).
39. Dava açma ya da kanun yollarına başvuru için belli sürelerin
öngörülmesi bu süreler dava açmayı imkânsızlaştırmadıkça -hukuki belirlilik
ilkesinin gereği olarak- mahkemeye erişim hakkına aykırılık oluşturmaz. Ancak
mevzuatta öngörülen süre kurallarının hukuka açıkça aykırı olarak yanlış
uygulanması veya bu sürelerin hatalı hesaplanması nedenleriyle kişilerin dava
açma ya da kanun yollarına başvuru haklarını kullanmasına engel olunması
mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir.
40. Anayasa'nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde
belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu
sınırlamalar, ... ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
41. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde
belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 36. maddesinin
ihlalini teşkil edecektir.
42. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen
ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe
dayanma, ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının
belirlenmesi gerekir.
(1) Kanunilik
43. Başvuru konusu olayda dava, 2577 sayılı Kanun'un 13.
maddesine dayanılarak süre aşımından reddedilmiştir. Anılan maddeye göre idari
eylemlerden dolayı hakları ihlal edilmiş olanların bu eylemleri yazılı bildirim
veya başka surette öğrendikleri tarihten itibarenbir
yıl içinde ve her hâlde beş yıl içinde idareye başvuru
yapmaları ancak bu isteklerinin reddi veya bu isteğe ilgili idarece altmış gün
içinde cevap verilmemesi hâlinde dava süresi içinde dava açmaları
gerekmektedir. Dolayısıyla müdahalenin kanuni dayanağının bulunduğu
anlaşılmaktadır.
(2) Meşru Amaç
44. Hukuki işlem ve kuralların sürekli dava tehdidi altında
bulunması hukuk devletinin unsurları olan hukuki güvenlik ve istikrar
ilkeleriyle bağdaşmaz. Bu nedenle mahkemeye erişim hakkı ile hukuki güvenlik ve
istikrar gerekleri arasında makul bir denge gözetilmelidir (AYM, E.2014/177,
K.2015/49, 14/5/2015). Dava açılmasının belli bir süre koşuluna bağlanmasının
hukuki güvenlik ve istikrarın sağlanması ile mahkemeye erişim hakkı arasında
makul bir denge kurulması amacına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Bu sebeple
dava hakkının idareye yapılan başvuru üzerine gelecek cevabın ardından ya da
belli bir sürenin ardından cevap verilmemesi durumunda süre koşuluyla
sınırlandırılmasının meşru bir amaca yönelik olduğu sonucuna ulaşılmaktadır.
(3) Ölçülülük
(a) Genel İlkeler
45. Ölçülülük ilkesi “elverişlilik”, “gereklilik” ve
“orantılılık” olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. “Elverişlilik” öngörülen
müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını,
“gereklilik” ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını
yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını,
“orantılılık” ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç
arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM,
E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2012/102, K.2012/207, 27/12/2012;
E.2012/149, K.2013/63, 22/5/2013; E.2013/32, K.2013/112, 10/10/2013; E.2013/15,
K.2013/131, 14/11/2013; E.2013/158, K.2014/68, 27/3/2014; E.2013/66, K.2014/19,
29/1/2014; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2015/43, K.2015/101, 12/11/2015;
E.2016/16, K.2016/37, 5/5/2016; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No:
2013/817, 19/12/2013, § 38).
46. Hukuki güvenlik ve istikrarın sağlanması bakımından dava
açma hakkının belli bir süreyle sınırlandırılması tek başına mahkemeye erişim
hakkını ihlal etmemekte ise de öngörülen sürenin makul olması, diğer bir
ifadeyle haktan yararlanılmayı imkânsız kılacak veya aşırı derecede
zorlaştıracak derecede kısa olmaması gerekir. Dava açma süresininmakul
olup olmadığı değerlendirilirken dava ile elde edilecek hakkın niteliği,
davanın konusu ve kişinin dava hakkının doğduğunu öğrenme imkânına sahip olup
olmadığı gibi hususlar gözönünde bulundurulmalıdır.
Öngörülen sürenin dava açmak için gerekli araştırma ve hazırlıkların
yapılmasına, gerekiyorsa hukuki ve teknik yardım alınmasına yetecek ve hakkın
önemiyle orantılı bir uzunlukta olmaması durumunda ölçüsüz olduğu söylenebilir
(Yaşar Çoban, § 64).
47. Mahkemeler dava açma süresi öngören kanun hükümlerini
yorumlarken sınırlamanın istisna olduğu ilkesini gözeterek aşırı şekilcilikten
kaçınmalı ve yorum kurallarının imkân verdiği ölçüde davayı ayakta tutma
yolunda bir yaklaşım benimsemelidir. Bununla birlikte mahkemelerin, sürenin
varlık sebebini anlamsız kılma pahasına yorum kurallarının sınırlarını
zorlayarak kanunda öngörülen dava açma süresini bertaraf etmesi hukuki güvenlik
ve istikrar ilkesinin zedelenmesine neden olabilir. Bu nedenle süreye ilişkin
kanun hükümlerinin yorumunda hukuki güvenlik ve istikrar ilkesi ile mahkemeye
erişim hakkı arasındaki hassas denge gözetilmelidir (Yaşar Çoban, § 66).
(b)İlkelerin Olaya
Uygulanması
48. Başvurucu tarafından oğlunun Devlet Hastanesinde tedavi
görürken hayatını kaybetmesi üzerine öncelikle 1/4/2011 tarihinde Çanakkale 1.
Asliye Hukuk Mahkemesinde olayda sorumluluğu bulunduğu ileri sürülen hekimler
aleyhine tazminat davası açılmıştır. Bu dava sürecinde bir kısım davalı
tarafından davanın yanlış hasım gösterilerek açıldığı ve bu nedenle davanın
husumet yönünden reddi gerektiği ileri sürülmüş ancak ilk derece mahkemesi bu
konuda Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 4/2/2009 tarihli içtihadından hareketle
dava dilekçesinin içeriği doğrultusunda davanın adli yargıda görülebileceğini
belirtmiştir (bkz. § 8). Ancak yargılama devam ederken bu defa Yargıtay 4.
Hukuk Dairesi 19/4/2012 tarihli ilamı ile benzer nitelikte bir uyuşmazlığın
konu olduğu başka bir uyuşmazlığa ilişkin bozmaya hükmederek kamu
görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kasıtlarından ve
kusurlarından doğan tazminat davalarının kamu görevlileri aleyhine
açılamayacağı, böyle bir davanın ancak idare aleyhine açılabileceği görüşünü ortaya
koymuştur (bkz. § 9).
49. Bunun üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin anılan bu ilamı
dikkate alınarak başvurucunun da Çanakkale 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde
görülmekte olan davası husumet yönünden reddedilmiş, bu karar Yargıtay 4.
Dairesince 9/11/2012 tarihinde onanmış, onama ilamı başvurucuya 17/12/2012
tarihinde tebliğ edilmiştir (bkz. § 10).
50. Başvurucu 17/12/2012 tarihinde kendisine tebliğ edilen
Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin onama ilamı üzerine bu defa aynı iddialar ile
16/1/2013 tarihinde Sağlık Bakanlığı aleyhine idari yargı görev koluna tabi
olan Çanakkale İdare Mahkemesinde tam yargı davası açmıştır. Başvurucu; İdare
Mahkemesine sunduğu dava dilekçesinde daha önce adli yargıda açtığı dava
görülmekte iken değişen Yargıtay içtihadı uyarınca talebinin husumet yönünden
reddedildiğini, bu nedenle davanın 2577 sayılı Kanun'un 9. maddesine dayanarak
açıldığını belirtmiştir (bkz. § 11). Başvurucunun dayanak aldığı anılan Kanun
maddesine göre, çözülmesi Danıştayın ya da idare
mahkemelerinin görevi olan bir davanın adli yargı mercileri önünde açılması
hâlinde kişiler yanlış yargı kolunda açtıkları davaya ilişkin görevsizlik
kararı verilmesi üzerine otuz gün içinde görevli mahkemede dava
açabileceklerdir (bkz. § 16).
51. Yargılama sonunda ise Çanakkale İdare Mahkemesi, Çanakkale
1. Asliye Hukuk Mahkemesinin kesinleşen kararının "görev yönünden ret yönünde olmadığını, bilakis husumet yönünden ret" yönünde
olduğunu oysa 2577 sayılı Kanun'un 9. maddesinin görev yönünden ret kararları
bakımından uygulanabileceğini belirtmiş ve başvurucunun zarara uğradığını en
geç adli yargıda dava açtığı 28/3/2011 tarihinde öğrenmiş olabileceğini
vurgulayarak bu çerçevede idari yargıda dava açmak için 2577 sayılı Kanun'un
13. maddesinde öngörülen bir yıllık sürenin aşıldığının altını çizmiş ve davayı
süre aşımı nedeniyle reddetmiştir. Bu karar ise Danıştay tarafından onanmış ve
yargılama süreci böylece sona ermiştir (bkz. §§ 12, 13).
52. Başvurucunun, çocuğunun Devlet Hastanesinde tedavi
görmekteyken hayatını kaybetmesinde sorumluluğu olduğunu düşündüğü doktorlardan
tazminat istemiyle açtığı davasının ve bu davanın açıldığı tarihte adli yargıda
görülmesinin önünde yerleşik yargı içtihatlarına göre bir uygunsuzluk
bulunmamaktadır. Ancak dava devam ederken Yargıtay 4. Hukuk Dairesi benzer bir uyuşmalıkta farklı bir görüş benimsemiştir. Nitekim
yargılama makamlarına intikal etmiş uyuşmazlıkların, kanunlarının alan
bıraktığı durumlarda hangi usuller kapsamında çözümleneceğinin takdirinin
derece mahkemelerine ve özellikle içtihat mahkemesi konumunda olan yüksek
mahkemelere ait olduğu da kuşkusuz olmakla birlikte başvurucuya bu görüş
değişikliğini önceden kestirerek adli yargıda dava açtığı tarihi, zararın
öğrenme tarihi kabul edip dava açmasını beklemek sonucuyla yüklenen külfet, kamu
yararı ile bireyin mahkemeye erişim hakkı arasında kurulması gereken adil
dengeyi başvurucu aleyhine bozmakta ve mahkemeye erişim hakkına yapılan
müdahaleyi orantısız kılmaktadır. Zira somut olayda bu sonuç, idari yargı
makamlarının davayı süreden reddeden yorumu uyarınca (bkz. §§ 12, 13) ortaya
çıkmaktadır.
53. Yargıtay kararlarının (bkz. §§ 18-20) -bu tür davaların adli
yargıda açılamayacağı yolundaki açık kabulü dikkate alındığında- Çanakkale
İdare Mahkemesinin Çanakkale 1. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın sadece
"görevsizlik" yerine "husumet yokluğundan" reddedilmiş
olması sebebine dayanarak ortada bir görevsizlik kararının bulunmadığı
görüşüyle otuz günlük ek süreden yararlanılamayacağı biçimindeki bir yaklaşımı
aşırı katı ve şekilci olup kişilerin idare aleyhine hizmet kusurundan
kaynaklanan zararlar uyarınca zararların dava yolu ile giderimini
sağlamak imkânını etkisizleştirmektedir. Nitekim Danıştay Onbeşinci
Dairesine göre bu türden durumlarda kişilerin tazminat taleplerine dayanak
aldıkları eylemin idareye atfedilebilir
olduğu tarihin dava açma süresi bakımından önem arz ettiğine ve bu tarihin adli
yargıda açılan davanın husumet yönünden reddi kararının kesinleştiği tarih
olarak kabul edilmesi gerektiğine ilişkin kararlarının bulunduğu da görülmektedir
(bkz. §§ 21, 22).
54. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
55. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili
mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan
hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava
açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme,
Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
56. Başvurucu, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğinin tespit
edilerek yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesini ve lehine tazminata
hükmedilmesini istemiştir.
57. Başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına
alınan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
58. Başvurucunun mahkemeye erişim hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki
yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere
Çanakkale İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
59. Mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğu
sonucuna varıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
60. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.980
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.186,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye
erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin Anayasa'nın 36. maddesinde güvence
altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Çanakkale İdare Mahkemesine
(E.2013/45, K.2013/163) GÖNDERİLMESİNE,
D. Tazminat talebinin REDDİNE,
E. 206,10 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.186,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
9/1/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.