TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
VARVARA ARNAVUT BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/7538)
|
|
Karar Tarihi: 13/9/2017
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Recai AKYEL
|
Raportör
|
:
|
Özgür DUMAN
|
Başvurucu
|
:
|
Varvara ARNAVUT
|
Vekili
|
:
|
Av. Yusuf
ERGÜVEN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; murisinden intikal ettiği belirtilen bir taşınmazın
akıbeti belli olmayan bir tebligat gerekçe gösterilerek Maliye Hazinesi adına
tapuya tescil edilmesi, açılan tapu iptali ve tescil davasının ise hak düşürücü
süre yönünden reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 26/5/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda
bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucu 10/11/1953 Bozcaada doğumlu olup Yunanistan'ın
Atina şehrinde ikamet etmektedir.
10. Çanakkale ili Bozcaada ilçesi Alaybey
Mahallesi'nde bulunan tapunun 3/9/1979 tarihli ve 5, 6, 8 ile 9 sıra
sayılarında kayıtlı taşınmazlar; ayrıca 3/6/1966 tarihli ve 7 numaralı sıra
sayısında kayıtlı taşınmaz 1900 doğumlu Maria Haska
adına kayıtlıdır.
11. Tapu kayıt maliki Maria Haska
12/5/1979 tarihinde vefat etmiş, tereke hâkimliği sıfatıyla Bozcaada Sulh Hukuk
Mahkemesinin E.1979/3 sayılı dosyasında terekenin resmen idaresine
girişilmiştir. Mahkeme, murisin kızı olan Vasilina Haska'ya (evlenmekle soyadı: Arnavut) terekeyi teslim
alması için tebligat göndermiştir. Mahkemenin 25/10/1981 tarihli kararıyla,
murisin mirasçılarının tespit edilemediği ve kızının ise tebligata rağmen
terekeyi teslim almadığı gerekçeleriyle terekeye dâhil olan anılan
taşınmazların ve murisin bankadaki parasının 17/2/1926 tarihli ve 743 sayılı
mülga Türk Kanun-u Medenîsi'nin 534. maddesine göre
Maliye Hazinesine devredilmesine karar verilmiştir. Kararda, aynı madde
uyarınca üçüncü kişilerin istihkak iddialarının saklı olduğu belirtilmiştir.
12. Alaybey Mahallesi'nde yapılan
kadastro çalışmaları sırasında Hazineye devredilen söz konusu taşınmazlardan
264 ada 2 parsel, 376 ada 18 ve 24 parsel ile 378 ada 23 parsel sayılı
taşınmazlar tapu kayıtlarına istinaden Hazine adına sınırlandırılarak tespit
edilmişlerdir. Kadastro sonuçları otuz gün süreyle askı ilanına çıkarılmış; bu
taşınmazlardan 264 ada 2 parsel sayılı taşınmazın sınırlandırma ve tespiti
22/7/1991 tarihinde, diğer taşınmazların sınırlandırma ve tespitleri ise
14/8/1992 tarihinde kesinleşmiştir. Öte yandan aynı köyde bulunan 174 ada 7
parsel sayılı taşınmaz ise kadastro sırasında G.T. adına tapuya tescil
edilmiştir.
13. Vasilina Arnavut 14/10/2002
tarihinde vefat etmiş olup başvurucu, bu kişinin kızı ve tek mirasçısıdır.
Başvurucu 18/5/2012 tarihinde Hazine aleyhine tapu iptali ve tescil davası
açmıştır. Dava dilekçesinde, Alaybey Mahallesi 264
ada 2 parsel, 376 ada 18 ve 24 parsel ile 378 ada 23 parsel sayılı taşınmazlar
yanında 174 ada 7 parsel sayılı taşınmazın da uyuşmazlığın konusu olduğu
belirtilmiştir. Başvurucu; bu taşınmazların tapuda Maria Haska
adına kayıtlı olup onun ölümüyle Hazineye usulsüz olarak devredildiğini, annesi
Vasilina'nın kayıt malikinin mirasçısı olduğunu ve
anılan taşınmazların bu sebeple ve onun da ölümüyle kendisine intikal ettiğini
iddia etmiştir. Yargılama sırasında başvurucu adına vekili, 174 ada 7 parsel
sayılı taşınmazın bu davanın konusu olmadığını, bu taşınmaz ile ilgili olarak
ayrı bir dava açılacağını belirtmiştir.
14. Mahkemenin kapanması üzerine dava dosyası Ezine Asliye Hukuk
Mahkemesine (Mahkeme) devredilerek yargılamaya E.2012/158 sayılı dosyada devam
edilmiştir. Mahkeme 21/11/2012 tarihinde davanın hak düşürücü süre yönünden
reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, taşınmazların kadastro
sınırlandırma ve tespitlerinin 22/7/1991 ve 14/8/1992 tarihlerinde kesinleştiği
belirtilmiştir. Mahkeme 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun
12. maddesinin üçüncü fıkrasına göre kadastrodan önceki sebeplerle on yıl
geçtikten sonra dava açılamayacağı kuralına dayanarak belirtilen kesinleşme
tarihlerine göre hak düşürücü süre geçtikten sonra davanın açıldığını
vurgulamıştır.
15. Başvurucu kararı temyiz etmiş, Yargıtay 16. Hukuk Dairesinin
4/11/2013 tarihli ilamıyla hükmün onanmasına karar verilmiştir. Başvurucunun
karar düzeltme talebi ise Dairenin 14/4/2014 tarihli ilamıyla reddedilmiştir.
16. Nihai karar, başvurucu vekiline 6/5/2014 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
17. Başvurucu 26/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
18. 743 sayılı mülga Kanun’un 533. maddesi şöyledir:
“Aşağıdaki hallerde sulh hakimi
mirasın doğrudan doğruya idaresini emreder:
1 - Vekil tayin etmeden gaybubet eden mirasçının menfaati istilzam
ediyorsa onun hissesi hakkında.
2 - Mirasa istihkak iddia edenlerden hiç biri sıfatını teyit edecek delil
göstermediği yahut mirasçı bulunup bulunmadığı şüpheli olduğu takdirde tereke
hakkında.
3- Müteveffanın bütün mirasçıları malüm olmazsa kezalik tereke hakkında.
4 - Kanunen muayyen olan diğer hallerde.Müteveffa,
vasiyetinin icrasına birisini memur etmiş ise mirasın idaresi bu memura havale edilir.Vesayet altındaki kimsenin vefatı halinde terekesi,
hilafına bir hüküm olmadıkça vasi tarafından idare edilir.”
19. 743 sayılı mülga Kanun’un 534. maddesi şöyledir:
"Sulh hakimince, müteveffanın mirasçısı
bulunup bulunmadığı tahakkuk etmez yahut mirasçılarının adedi tayyün edemezse; üç ay içinde sıfatlarını beyan etmek üzere
alakadarlar, ilanla davet edilir.Bu
müddet içinde sulh hakimine hiç bir müracaat vaki olmaz ve mirasçıların
mevcudiyeti sabit olmazsa, miras, hazineye intikal eder. Bununla beraber miras
sebebi ile istihkak davası hakkı mahfuzdur."
20. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun
592. maddesi şöyledir:
"Aşağıdaki hâllerde sulh hâkimi re'sen mirasın resmen yönetilmesine karar verir:
1. Mirasçılardan birinin uzun süreden beri
bulunamaması ve temsilci de bırakmaması hâlinde menfaati gerektiriyorsa,
2. Mirasta hak sahibi olduğunu ileri
sürenlerden hiçbiri mirasçılık sıfatını yeterince ispatlayamazsa veya bir
mirasçı bulunup bulunmadığı şüpheli olursa,
3. Mirasçıların tamamı bilinmiyorsa,
4. Kanunda özel olarak öngörülmüşse.
Mirasbırakan terekenin tamamı üzerinde yetkili olmak üzere vasiyeti yerine getirme
görevlisi atamış ise, önemli bir engel bulunmadıkça terekenin yönetimi ona
verilir.
Mirasbırakan velâyet veya vesayet altında idiyse; veli veya vasi bir sakınca olmadıkça
terekenin yönetimiyle görevlendirilir.
Sulh hâkimi, terekeyi yönetmekle
görevlendirilen kimseye, istemi hâlinde terekeden karşılanmak üzere uygun bir
ücret ödenmesine karar verir."
21. 4721 sayılı Kanun'un 594. maddesi şöyledir:
"Mirasbırakanın
mirasçısı bulunup bulunmadığı veya mirasçıların tamamı bilinmiyorsa, sulh
hâkimi uygun araçlarla ve bir ay ara ile iki defa ilân yapıp hak sahiplerini
son ilândan başlayarak en geç bir yıl içinde mirasçılık sıfatlarını bildirmeye
çağırır.
İlân süresinde kimse başvurmazsa ve sulh
hâkimi de hiçbir mirasçı tespit edememişse, miras sebebiyle istihkak davası
açma hakkı saklı kalmak üzere miras Devlete geçer."
22. 4721 sayılı Kanun'un 1028. maddesi
şöyledir:
"17 Şubat 1926 tarihli ve 743 sayılı Türk
Kanunu Medenîsi yürürlükten kaldırılmıştır."
23. 3402 sayılı Kanun'un 12. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Bu tutanaklarda belirtilen haklara,
sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on
yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak itiraz
olunamaz ve dava açılamaz."
B. Uluslararası Hukuk
24. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM); Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi (Sözleşme) hükümlerinin, bir taraf devlet açısından Sözleşme'nin
yürürlüğe girdiği tarihten önce meydana gelmiş eylem veya olaylar bakımından
ilgili devleti bağlamadığı gibi bu tarihten önce sona ermiş durumları da
bağlamadığını belirtmektedir. Dolayısıyla zaman yönünden ve yetki açısından
dikkate alınacak tarih, iddia edilen ihlal durumunu oluşturan olayın meydana
geldiği tarihtir. Söz konusu ihlalin ortadan kaldırılması için açılan davanın
sonuçlandığı tarih, onay ya da tanıma tarihinden sonraki bir tarih olsa da bu
durum Mahkemenin zaman bakımından yetkisinde herhangi bir değişikliğe neden
olmaz. Ancak AİHM'e göre, Sözleşme'nin
onaylanmasından önce başlayan ve ihlal oluşturan bir eylem ya da olay, bu
tarihten sonra da devam etmekte ise bu durumda "devam eden bir durum"
söz konusu olduğundan Mahkemenin davaya bakmaya yetkisi bulunmaktadır (bkz. Blecic/Hırvatistan [BD], B. No: 59532/00, 8/3/2006).
25. Buna göre AİHM, zaman bakımından yetkinin tespitinde kural
olarak müdahalenin meydana geldiği tarihi esas almaktadır. Müdahale
- devam etmemek kaydıyla - kritik tarihten önce ise zaman bakımından
yetki dışında, sonra ise yetki kapsamında görülmektedir.
26. AİHM, özel statülü kiracılık hakkına ilişkin sözleşmenin
sonlandırılması olayında başvurucunun ihlalin devam ettiği yönündeki
itirazlarına karşın kişinin mülkünden yoksun bırakılmasının anlık bir eylem
olup devam eden bir ihlal oluşturmadığını ifade etmiştir (Blecic/Hırvatistan, § 86). Yine kamulaştırma çerçevesinde el
konulan taşınmazlarla ilgili bir başvuruyu inceleyen AİHM benzer gerekçelerle "... yani Türkiye Cumhuriyeti için 1 Nolu Ek Protokol'ün 1. maddesinin yürürlüğe girdiği 28 Ocak
1987 tarihinden önce, Hazine'ye devredilmesini dikkate alan AİHM, 1961 tarih ve
221 sayılı Kanun'a dayalı bir mülkiyet mahrumiyetinin koşullarını incelemek
için zaman bakımından yetkisiz olduğu kanaatine varmaktadır." demek
suretiyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ekdal ve diğerleri/Türkiye, B. No: 6990/04, 25/1/2011, § 48). Saint Vincent De Paul ŞefkatRahibeleri
Birliği/Türkiye ((k.k.), B. No: 19579/07,
27/1/2015) kararında da başvurucunun mülk sahibi olduğu kabul edilse dahi mülk
sahibi sıfatının 1965 ve 1978 yıllarında iptal edildiği ve başkaları adına
kaydedildiği ve ihtilaf konusu taşınmazların mülkiyetinin 28/1/1987 tarihinden
çok önce değiştiği tespitiyle mülkiyet hakkından yoksun bırakmanın ilke olarak
anlık bir eylem teşkil ettiğini hatırlatan AİHM, başvuruyu Sözleşme
hükümleriyle zaman yönünden uyumsuz görmüştür (Blecic/Hırvatistan, § 51).
27. Buna göre AİHM, mülkiyetten yoksun bırakma şeklindeki
mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerin kural olarak anlık bir eylem
oluşturduğunu ve bu müdahalenin sürekli bir hak mahrumiyeti durumu
oluşturmadığını belirtmektedir (Malhous/Çek
Cumhuriyeti (kk)[BD], B. No: 33071/96,
13/12/2000; Lihtenştayn Prensi Hans-Adam/Almanya, B. No: 42527/98, 12/7/2001,
§ 85; Blecic/Hırvatistan, § 86; Ekdal ve diğerleri/Türkiye,
§ 48).
28. Almeida Garrett, Mascarenhas Falcão ve diğerleri/Portekiz
(B. No: 29813/96-30229/96, 11/1/2000, § 43) kararında ise başvurucuların 1975
ve 1976 yıllarında kamulaştırılan taşınmazlar yönünden tazminat alabilmek için
başlattığı idari ve yargısal süreçlerin devam ettiğini gözeten AİHM,
başvurucuların mülklerinden yoksun bırakılmalarının tartışmasız bir biçimde
anlık bir eylem olduğundan dolayı zaman bakımından yargılama yetkisinin dışında
olduğunu tespit etmiş ancak iç hukukta kendilerine tanınan bir hak olan
tazminatın ödenmemesinden dolayı başvurucuların şikâyetçi olduklarını dikkate
almıştır. AİHM, Inughuit kabilesi mensuplarının 1951
yılında inşa edilen Thule Hava Üssü nedeniyle avcılık
ve balıkçılık haklarının sonradan kısıtlanması ve 1953 yılı Mayıs ayında
ahalinin kendi yerleşim yerlerinden başka bir yere yerleştirilmeleri ile ilgili
Hingitaq 53 ve diğerleri/Danimarka ((k.k.), B. No: 18584/04, 12/1/2006) kararında da aynı sonuca
ulaşmıştır.Mahkeme, şikâyet olunan olayların anlık
bir eylemle Danimarka’nın Sözleşme'yi onayladığı
Eylül 1953 ve ek Protokol'ü onayladığı Mayıs 1954 tarihinden önce meydana
geldiği ve zaman yönünden Sözleşme'nin ilgili hükümleriyle bağdaşmadığı
gerekçeleriyle başvuruyu reddetmiş ancak başvurucuların mülkiyet haklarına
yapılan müdahaleler nedeniyle iç hukukta tazminat yolunun bulunduğunu ve
tazminat sürecinin zaman bakımından yetkili olunan dönemde devam ettiğini
gözeterek tazminat yönünden başvuruları incelemiştir. 1933 yılında
kamulaştırılan bir taşınmaza ilişkin tazminat davasının süre aşımı yönünden
reddedilmesine ilişkin Yagtzilar ve diğerleri/Yunanistan kararında (B. No:
41727/98, 6/12/2001,§§ 37-41) ise iç hukukta tanınan
tazminat sürecinin yetmiş yıldan beri devam ediyor olması nedeniyle başvuru
kabul edilebilir bulunmuştur.
29. Bütün bu kararlardan anlaşıldığı üzere AİHM, mülkiyetten
yoksun bırakmayı anlık bir eylem olarak görmekte olup iç hukukun Sözleşme'nin
onaylanmasından önce meydana gelen olaylarla ilgili olarak tazminat hakkını
tanımadığı durumlarda bu hususta yapılacak herhangi bir başvurunun zaman bakımından
yetki kuralı (ratione temporis)
gereği Sözleşme'de güvence altına alınmış haklarla
bağdaşmayacağı; taraf devletlere Sözleşme'nin onaylanmasından önce meydana
gelen zararlar için tazminat ödeme sorumluluğu yüklemediği görüşündedir. Bunun
bir istisnası olarak, Yagtzilar ve diğerleri/Yunanistan ve Almeida Garrett, Mascarenhas Falcão ve
diğerleri/Portekiz ile Hingitaq 53 ve diğerleri/Danimarka kararlarından
da anlaşıldığı üzere iç hukukta bir tazminat yolunun tanınması ve bu tazminat
yolunun zaman bakımından yetki alanında devam etmesi durumunda ise
başvurucuların şikâyetleri tazminat yönünden incelenmiştir.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
30. Mahkemenin 13/9/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. 174 Ada 7 Parsel Sayılı
Taşınmaza İlişkin İddia
31. Başvurucu, murisinden intikal ettiği hâlde 174 ada 7 parsel
taşınmazın, kadastro sonucu G.T. adına tespit ve tapuya tescil edildiğini
belirterek mülkiyethakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
32. Bakanlık görüşünde, ihlal iddiasına konu 174 ada 7 parsel
sayılı taşınmaz yönünden kayıt maliki aleyhine bir tapu iptali ve tescil
davasının açılmamış olduğu belirtilerek başvuru yollarının usulünce
tüketilmemiş olduğu bildirilmiştir.
33. Başvurucu cevap dilekçesinde, temyiz ve karar düzeltme
yollarına başvurmakla olağan kanun yollarını tükettiğini belirterek başvurunun
kabul edilebilir bulunmasını talep etmiştir.
34. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011
tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrasında bireysel başvuruda
bulunulmadan önce ihlal iddiasının dayanağı olan işlem, eylem ya da ihmal için
kanunda öngörülmüş olan idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş
olması gerektiği belirtilmiştir. Temel hak ihlallerini öncelikle derece
mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması, kanun yollarının tüketilmesi koşulunu
zorunlu kılar (Necati Gündüz ve Recep
Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, §§ 19, 20; Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13,
2/7/2013, § 26).
35. Başvuru yollarının tüketilmesi gereğinden söz edilebilmesi
için öncelikle hukuk sisteminde, hakkının ihlal edildiğini iddia eden kişinin
başvurabileceği idari veya yargısal bir hukuki yolun öngörülmüş olması
gerekmektedir. Ayrıca bu hukuki yolun iddia edilen ihlalin sonuçlarını
giderici, etkili ve başvurucu açısından makul bir çabayla ulaşılabilir
nitelikte olması ve sadece kâğıt üzerinde kalmayıp fiilen de işlerliğe sahip
bulunması gerekmektedir. Olmayan bir hukuki yolun tüketilmesi başvurucudan
beklenemeyeceği gibi hukuken veya fiilen etkili bulunmayan, ihlalin sonuçlarını
düzeltici bir vasıf taşımayan veya aşırı ve olağan olmayan birtakım şeklî
koşulların öngörülmesi nedeniyle fiilen erişilebilir ve kullanılabilir olmaktan
uzaklaşan başvuru yollarının tüketilmesi zorunluluğu bulunmamaktadır (Fatma Yıldırım, B. No: 2014/6577,
16/2/2017, § 39).
36. Somut olayda başvurucu, açmış olduğu tapu iptali ve tescil
davasına ilişkin dilekçede Alaybey Mahallesi'nde
bulunan 174 ada 7 parsel sayılı taşınmazı da uyuşmazlık konusu taşınmazlar
arasında göstermiştir. Ancak Mahkemenin 21/11/2012 tarihli kararında, yargılama
sırasında başvurucunun bu taşınmazın davanın konusu olmadığını ve ayrı bir dava
açacaklarını beyan ettiği belirtilmiştir. Nitekim Mahkemenin bu taşınmaza
yönelik olarak bir hüküm kurmadığı görülmektedir. Zira kararın gerekçesinde,
belirtilen taşınmaz dışındaki diğer taşınmazların kadastrolarının kesinleşme
tarihleri irdelenerek davanın hak düşürücü süre yönünden reddi gerektiği
sonucuna varılmıştır. Başvurucu da temyiz ve karar düzeltme dilekçelerinde, 174
ada 7 parsel sayılı taşınmazın dava konusu sayılmayıp bu taşınmaz ile ilgili
bir hüküm kurulmamasına yönelik bir itirazda da bulunmamıştır. Başvurucunun
mülkiyet hakkının ihlali iddiasına konu Alaybey
Mahallesi'nde bulunan 174 ada 7 parsel sayılı taşınmaz ile ilgili olarak kayıt
maliki G.T. aleyhine tapu iptali ve tescil davası açtığına dair herhangi bir
bilgi veya belge ise ibraz edilmemiştir. Bu durumda ihlale neden olduğu ileri
sürülen söz konusu iddiaya ilişkin olarak idari ve yargısal başvuru yollarının
usulünce tüketilmediği sonucuna varılmaktadır.
37. Açıklanan gerekçelerle 174 ada 7 parsel sayılı taşınmaza
yönelik ihlal iddiasına ilişkin başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Diğer Taşınmazlara
İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
38. Başvurucu, uyuşmazlık konusu taşınmazların kayıt maliki
Maria Haska'dan annesi Vasilina'ya
onun da ölümüyle kendisine intikal ettiğini belirtmektedir. Başvurucu buna
rağmen söz konusu taşınmazların önce usulsüz olarak Hazine adına tapuya tescil
edildiğini ve kadastro sonucu yine Hazine adına tespit ve tescil edildiğini
ifade etmektedir. Başvurucuya göre, ilk yapılan Hazine adına tescil işlemi yok
hükmündedir. Başvurucu, bu sebeple Hazine aleyhine açtığı tapu iptali ve tescil
davasının ise hak düşürücü süre yönünden reddedildiğini belirterek mülkiyet
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
39. Bakanlık görüşünde, hak düşürücü sürelerin hukuk güvenliğini
ve belirliliği sağlama yönünde meşru bir amacının olduğu bildirilmektedir.
Bakanlık; AİHM içtihatlarına göre bu tür süre sınırlamalarının, devletlerin
takdir yetkisi kapsamında olup ulaşılmak istenen meşru amaç ile orantılı
oldukça ve hakkın özünü zedelemedikçe hak arama hürriyetini engellemiş
sayılmayacağını belirtmiştir.
40. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında davaya konu
taşınmazların mirasçılık ilişkisi nedeniyle kendisine ait olduğunu ancak
Anayasa ve uluslararası sözleşmelere aykırı olarak mülkiyete el konularak
taşınmazların hukuksuz bir biçimde Hazine adına tescil edildiğini belirtmiştir.
2. Değerlendirme
41. Anayasa’nın 35. maddesi şöyledir:
“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz.”
a. Genel İlkeler
42. 6216 sayılı Kanun'un geçici 1. maddesinin (8) numaralı
fıkrası şöyledir:
"Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra
kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları
inceler."
43. Anayasa ve 6216 sayılı Kanun'un anılan hükmü uyarınca
Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıcı 23/9/2012 tarihi
olup Mahkeme ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar
aleyhine yapılan bireysel başvuruları inceleyebilecektir. Bu açık düzenlemeler
karşısında anılan tarihten önce kesinleşmiş nihai işlem ve kararları da
içerecek şekilde yetki kapsamının genişletilmesi mümkün değildir. Mahkemenin
zaman bakımından yetkisine ilişkin bu düzenlemelerin kamu düzenine ilişkin
olmaları nedeniyle bireysel başvurunun tüm aşamalarında resen dikkate alınması
gerekir (Ahmet Melih Acar, B. No:
2012/329, 12/2/2013, § 15; G.S.,
B. No: 2012/832, 12/2/2013, § 14).
44. Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisini doğru olarak
belirleyebilmek için kesinleşen nihai işlem ve kararın tarihinin yanı sıra
gerçekleştiği iddia edilen müdahalenin zamanını da doğru tespit etmek gerekir.
Bu tespit yapılırken müdahaleyi oluşturan olaylar ve ihlal edildiği iddia
olunan hakkın kapsamı birlikte değerlendirilmelidir (Zeycan Yedigöl [GK], B. No: 2013/1566,
10/12/2015, § 31).
45. Anayasa Mahkemesi ayrıca, mülkiyetten yoksun bırakma
şeklindeki mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerin, kural olarak, anlık eylemler
olup sürekli bir müdahale oluşturmadığını belirtmiştir (Agavni Mari Hazaryan ve
diğerleri, B. No: 2014/4715, 15/6/2016, § 114).
b. İlkelerin Olaya
Uygulanması
46. Somut olayda başvurucunun ihlal iddiasına konu taşınmazlar,
tapuda Maria Haska adına kayıtlı iken bu kişinin
12/5/1979 tarihinde ölümüyle tereke hâkimliği sıfatıyla Bozcaada Sulh Hukuk
Mahkemesinin E.1979/3 sayılı dosyasında terekenin idaresine başlanmıştır.
Mahkeme 25/10/1981 tarihli kararıyla, murisin kızına yapılan tebligata rağmen
terekenin teslim alınmadığını belirterek murisin mirasçılarının tespit
edilemediği gerekçesiyle 743 sayılı Kanun'un 534. maddesi uyarınca terekeye
dâhil olan anılan taşınmazların Hazineye devredilmesine karar vermiştir. Bu
karar doğrultusunda başvuruya konu taşınmazlar, Hazine adına tapuya tescil
edilmiştir. Dolayısıyla ihlal iddiasına konu mülkiyet hakkına, Hazine adına
tescil kararının verildiği 25/10/1981 tarihi itibarıyla müdahale edildiği
kuşkusuzdur. Buna göre başvurucunun miras bırakanına ait olduğunu belirttiği
taşınmaz, terekenin teslim alınmaması gerekçesiyle tereke hâkimliğince yaklaşık
otuz altı yıl önce Hazineye devredilmeklemülkiyet
hakkına ilişkin müdahalenin belirtilen tarih itibarıyla gerçekleşmiş olduğu anlaşılmaktadır.
47. Bu taşınmazların bulunduğu yerde yapılan kadastro
çalışmaları sırasında ise 3402 sayılı Kanun'un 13. maddesinin (A) bendi
uyarınca taşınmazların Hazine adına olan tapu kayıtları esas alınarak kadastro
sınırlandırma ve tespitleri yapılmıştır. Bu sınırlandırma ve tespitler, itiraz
edilmediğinden 22/7/1991 ve 14/8/1992 tarihlerinde kesinleşmiştir.Her ne kadar başvurucu 18/5/2012
tarihinde Hazine aleyhine tapu iptali ve tescil davası açmış ise de Mahkemece
bu dava, 3402 sayılı Kanun'un 12. maddesinin üçüncü fıkrasına göre hak düşürücü
sürenin geçtiği belirtilerek reddedilmiştir.
48. Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanında yer alan
mülkiyet hakkı, kural olarak mevcut mal, mülk ve varlıkları koruyan bir
güvencedir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi,
B. No: 2012/636, 15/4/2014, §§ 36, 37). Başvurucu 2012 yılında açtığı davada
taşınmazın hukuki olarak maliki olmayıp 1981 yılında terekenin teslim
alınmaması sonucu murisinin kaybettiği taşınmazın mülkiyetini kazanmayı talep
etmektedir. Bu durumda, başvurucunun mülkiyet hakkına konu ettiği taşınmazlarla
hukuki ilişkisi Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruları incelemeye başladığı
23/9/2012 tarihinden yaklaşık otuz altı yıl önce kesilmiş olduğundan bu
taşınmazlar ile ilgili olarak mülkiyet hakkına yönelik şikâyet, Mahkemenin
zaman bakımından yetkisinin dışında kalmaktadır. Bununla birlikte Anayasa
Mahkemesi, zaman bakımından yetki içinde sonuçlanmış olmak kaydıyla kamu
makamlarınca müdahalenin incelenerek esası hakkında bir karar verilmesi veya müdahaleyle
ilgili tanınan tazminat ve benzeri bir yolun mevcut olması durumlarını da
dikkate alarak değerlendirme yapacaktır (Benzer bir yaklaşım için bkz. Agavni Mari Hazaryan
ve diğerleri, §§ 111-120). Somut olay bakımından ise müdahale
tarihinden sonra kadastroca yapılan tespitin, Hazine adına mevcut tapu
kayıtlarının uygulanmasından ibaret olduğu anlaşılmaktadır. Diğer bir deyişle
kadastro yapılması sonucu yeni bir müdahalenin varlığı söz konusu değildir.
Ayrıca başvuru konusu olayda başvurucunun açtığı davanın tapu iptali ve tescile
ilişkin olup hak düşürücü süre yönünden reddedildiği gözetildiğinde, başvurunun
zaman bakımından yetki kapsamında görülerek incelenmesini gerektirir istisnai
bir durumun da mevcut olmadığı görülmektedir.
49. Açıklanan gerekçelerle264 ada 2 parsel, 376 ada 18 ve 24
parsel ile 378 ada 23 parsel sayılı taşınmazlara yönelik ihlal iddiasına
ilişkin başvurunun bu kısmının zaman
bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. 174 ada 7 parsel taşınmaza ilişkin ihlal iddiasının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Başvuruya konu diğer
taşınmazlara ilişkin ihlal iddialarının
zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
13/9/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.