TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
GÖKSEL GÖKBUDAK BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/7636)
|
|
Karar Tarihi: 12/9/2018
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Celal Mümtaz
AKINCI
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Recai AKYEL
|
Raportör
|
:
|
Özgür DUMAN
|
Başvurucu
|
:
|
Göksel
GÖKBUDAK
|
Vekili
|
:
|
Av. Nezih
DAĞDEVİREN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, imar planında kamu hizmetine ayrılan taşınmazın uzun
süre kamulaştırılmaması nedeniyle mülkiyet hakkının;taşınmazın imar durumunun değiştirilmesi
talebinin reddine ilişkin işleme karşı açılan davada yargılamanın uzun sürmesi
nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 28/5/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve
bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağını
bildirmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu 1936 doğumlu olup Konya'da ikamet etmektedir.
9. Başvurucunun Konya ili Ereğli ilçesi Ziya Gökalp
Mahallesi'nde bulunan 1305 ada 1 parsel sayılı taşınmazı 2/1/1985 tarihinde
onaylanan nazım imar planında "ilköğretim
alanı" olarak ayrılmış ve geçen süre içinde imara uygun işlem
yapılmamıştır.
10. Başvurucu 22/9/2006 tarihinde Konya İl Millî Eğitim
Müdürlüğüne müracaat ederek imara uygun işlem yapılmasını talep etmiştir.
İdareden herhangi bir cevap alamayan başvurucu 22/3/2007 tarihinde Ereğli
Belediye Başkanlığına müracaat ederek imara uygun işlem yapılmayan tahsisin
mesken ve ticari alan olarak değiştirilmesini talep etmiştir. Ereğli Belediye
Başkanlığı 30/3/2007 tarihinde talebin Belediye Meclisi gündemine alınacağını
ve daha sonra 28/5/2007 tarihinde de talebin kabul edilmediğini başvurucuya
bildirmiştir.
11. Başvurucu, taşınmazın tahsisinin mesken ve ticari alan
olarak değiştirilmesi talebinin reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle
31/7/2007 tarihinde Konya 1. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır.
12. Mahkemece şehir planlaması ve kadastro uzman teknik bilirkişilerden
oluşturulan bilirkişi heyetiyle birlikte uyuşmazlık konusu taşınmazın başında
keşif yapılmıştır. Bilirkişi heyetince düzenlenen 25/11/2008 tarihli raporda,
dava konusu taşınmazın bulunduğu bölgenin henüz gelişim sürecini tamamlamadığı
ve bu nedenle dava konusu edilen sosyal ve kültürel hizmet tesisinin
(ilköğretim alanının) kamu yararına aykırı olmayacağı vurgulanmıştır. Raporda
ayrıca Ereğli kent merkezinde ilköğretim ihtiyacının artarak devam edeceğinin
ve Ereğli Belediyesinin bu ihtiyacı gidermek için rezerv alan ayırması
gerektiğinin altı çizilmiştir. Ancak raporda, taşınmazın bulunduğu alanın
beşinci beş yıllık imar programına alınmadığı hatırlatıldıktan sonra kısıtlılık
durumunun on yedi yıl daha (2025) sürmesinin mümkün olduğu belirtilmiş ve bu
durumun malikin mülkiyet hakkı açısından sorun teşkil edebileceği görüşü dile
getirilmiştir. İlköğretim ihtiyacının varlığının açık bir biçimde vurgulandığı
raporda sonuç olarak taşınmaz üzerindeki kısıtlılık hâlinin uzun süredir devam
ettiği ve gelecekte de devam edeceği hususu gözetildiğinde başvurucunun plan
değişiklik talebinin kabulünün şehircilik ilkelerine ve planlama esaslarına
aykırılık oluşturmayacağı belirtilmiştir.
13. Mahkeme 20/2/2009 tarihinde davanın reddine karar vermiştir.
Kararın gerekçesinde 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı Hukuk Muhakemeleri Usulü
Kanunu'nun 286. maddesinde bilirkişi görüş ve kanaatinin hâkimi bağlamadığına
dikkat çekilmiştir. Mahkeme, bilirkişi raporuna göre başvurucunun plan
değişiklik talebinin kabulünün şehircilik ilkelerine ve planlama esaslarına
aykırılık oluşturmayacağı kabul edilse de bu taşınmazın bulunduğu alanda
yatırımı gerçekleştirecek olan Millî Eğitim Bakanlığının uygun görüşünün
olmadığı ve 2/11/1985 tarihli ve 18916 sayılı Resmî Gazete’de
yayımlanan Plan Yapımına Ait Esaslara Dair Yönetmelik'in 27. maddesinde plan
tadilatı yapılabilmesi için öngörülen şartların bulunmadığı gerekçesiyle idari
işlemin hukuka uygun olduğu sonucuna ulaşmıştır.
14. Karar, Danıştay 6. Dairesince (Daire) 20/9/2012 tarihinde
bozulmuştur. Daire, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarına atıfta
bulunarak mülkiyet hakkını süresiz kısıtlayan planlamaların yapılmasının
mülkiyet hakkının özünü ihlal ettiğinin altını çizmiş ve başvurucunun plan
değişiklik talebinin reddine ilişkin işlemin hukuka aykırı olduğunu
belirtmiştir.
15. Ancak Daire, karar düzeltme safhasında 2/12/2013 tarihli
kararıyla bozma kararını kaldırarak temyize konu kararı farklı gerekçe ile
onamıştır. Kararın gerekçesinde; 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar
Kanunu'nun 10. maddesinde, belediyelere imar planlarını uygulamak üzere
belirtilen süre içinde beş yıllık imar programını hazırlama, ilgili yatırımcı
kamu kuruluşlarına ise imar programlarında kendi görev alanlarındaki kamu
hizmeti için ayrılan özel mülkiyete konu taşınmazları kamulaştırma
zorunluluğunun yüklendiği belirtildikten sonra imar planında ilköğretim okul
alanı olarak öngörülen taşınmazın kamulaştırması istemiyle başvurucunun
başvuruda bulunularak mülkiyet hakkının kısıtlanması konusundaki mağduriyetinin
giderilmesinin sağlanabileceği vurgulanmıştır.
16. Nihai karar 2/5/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ
edilmiştir.
17. Başvurucu 28/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
18. 3194 sayılı Kanun’un “İmar
programları, kamulaştırma ve kısıtlılık hali” kenar başlıklı 10.
maddesi şöyledir:
“Belediyeler;
imar planlarının yürürlüğe girmesinden en geç 3 ay içinde, bu planı tatbik
etmek üzere 5 yıllık imar programlarını hazırlarlar. Beş yıllık imar
programlarının görüşülmesi sırasında ilgili yatırımcı kamu kuruluşlarının
temsilcileri görüşleri esas alınmak üzere Meclis toplantısına katılır. Bu
programlar, belediye meclisinde kabul edildikten sonra kesinleşir. Bu program
içinde bulunan kamu kuruluşlarına tahsis edilen alanlar, ilgili kamu
kuruluşlarına bildirilir. Beş yıllık imar programları sınırları içinde kalan
alanlardaki kamu hizmet tesislerine tahsis edilmiş olan yerleri ilgili kamu
kuruluşları, bu program süresi içinde kamulaştırırlar. Bu amaçla gerekli
ödenek, kamu kuruluşlarının yıllık bütçelerine konulur.
İmar programlarında, umumi hizmetlere ayrılan
yerler ile özel kanunları gereğince kısıtlama konulan gayrimenkuller
kamulaştırılıncaya veya umumi hizmetlerle ilgili projeler gerçekleştirilinceye
kadar bu yerlerle ilgili olarak diğer kanunlarla verilen haklar devam eder.”
19. 3194 sayılı Kanun’un “İmar
planlarında umumi hizmetlere ayrılan yerler” kenar başlıklı 13.
maddesi şöyledir:
“(Birinci
fıkra iptal: Ana.Mah.nin 29/12/1999 tarihli ve
E.:1999/33, K.:1999/51 sayılı Kararı ile)
İmar programına alınan alanlarda kamulaştırma
yapılıncaya kadar emlak vergisi ödenmesi durdurulur. Kamulaştırmanın yapılması
halinde durdurma tarihi ile kamulaştırma tarihi arasında tahakkuk edecek olan
emlak vergisi, kamulaştırmayı yapan idare tarafından ödenir. Birinci fıkrada
yazılı yerlerin kamulaştırma yapılmadan önce plan değişikliği ile
kamulaştırmayı gerektirmeyen bir maksada ayrılması halinde ise durdurma
tarihinden itibaren geçen sürenin emlak vergisini mal sahibi öder.
(Üçüncü
fıkra iptal: Ana.Mah.nin 29/12/1999 tarihli ve
E.:1999/33, K.:1999/51 sayılı Kararı ile)
Onaylanmış imar planlarında, birinci fıkrada
yazılı yerlerdeki arsa ve arazilerin, bu Kanunda öngörülen düzenleme ortaklık
payı oranı üzerindeki miktarlarının mal sahiplerince ilgili idarelere bedelsiz
olarak terk edilmesi halinde bu terk işlemlerinden ayrıca emlak alım ve satım
vergisi alınmaz.”
20. 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na
7/9/2016 tarihinde yürürlüğe giren 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı
Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 33. maddesi ile eklenen ek
1. madde şöyledir:
"Uygulama imar planlarında umumi
hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılmak suretiyle mülkiyet hakkının özüne
dokunacak şekilde tasarrufu hukuken kısıtlanan taşınmazlar hakkında, uygulama
imar planlarının yürürlüğe girmesinden itibaren beş yıllık süre içerisinde imar
programları veya imar uygulamaları yapılır ve bütçe imkânları dâhilinde bu
taşınmazlar ilgili idarelerce kamulaştırılır veya her hâlde mülkiyet hakkını
kullanmasına engel teşkil edecek kısıtlılığı kaldıracak şekilde imar planı
değişikliği yapılır/yaptırılır. Bu süre içerisinde belirtilen işlemlerin
yapılmaması hâlinde taşınmazların malikleri tarafından, bu Kanunun geçici 6 ncı maddesindeki uzlaşma
sürecini ve 3194 sayılı İmar Kanununda öngörülen idari başvuru ve işlemleri
tamamlandıktan sonra taşınmazın kamulaştırmasından sorumlu idare aleyhine idari
yargıda dava açılabilir.
Birinci fıkra uyarınca dava açılması hâlinde
taşınmazın ya da üzerinde tesis edilen irtifak hakkının dava tarihindeki
değeri, mahkemece; bu Kanunun 15 inci maddesine göre bilirkişi incelemesi
yapılarak, taşınmazın hukuken tasarrufunun kısıtlandığı veya fiilen el
konulduğu tarihteki nitelikleri esas alınmak suretiyle tespit edilir ve
taşınmazın veya hakkın idare adına tesciline veya terkinine hükmedilir.
Bu madde kapsamında kalan taşınmazlar hakkında
açılacak dava ve takiplerde, bu Kanunun geçici 6 ncı maddesinin üçüncü, yedinci, sekizinci ve on
birinci fıkra hükümleri, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan
ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara bu madde
hükümleri, kesinleşen ancak henüz ödemesi yapılmayan kararlar hakkında ise
geçici 6 ncı maddenin üçüncü, sekizinci ve on birinci
fıkra hükümleri uygulanır.
Bu Kanunun geçici 6 ncı maddesinin sekizinci fıkrası uyarınca ayrılması
gereken yüzde iki oranındaki ödenekler, yüzde dört olarak ayrılır. İlave olarak
ayrılan yüzde iki oranındaki ödenekler, münhasıran bu ek madde ile geçici 11
inci ve geçici 12 nci
maddeler kapsamında yapılacak ödemelerde kullanılır. Yapılacak ödemelerin
toplam tutarının ilave olarak ayrılan ödeneğin toplamını aşması hâlinde,
ödemeler, en fazla on yılda ve geçici 6 ncı
maddenin sekizinci fıkrası hükmüne göre yapılır."
21. 2942 sayılı Kanun'un geçici 6. maddesinin onuncu fıkrası
şöyledir:
"Vuku bulduğu tarih
itibarı ile bu maddenin kapsamında olan kamulaştırmasız el koymadan dolayı bu
maddenin yürürlüğe girmesinden önce tazmin talebiyle dava açmış olanlar; bu
madde hükümlerine göre uzlaşma yoluna gitmeyi isteyip istemediklerini bu
maddenin yürürlüğe girmesinden itibaren üç ay içinde idareye ve mahkemeye
verecekleri dilekçeler ile bildirebilirler. Uzlaşma talebi üzerine, uzlaşma
görüşmelerinin neticesine kadar dava bekletilir; uzlaşılamaması hâlinde,
uzlaşmazlık tutanağının mahkemeye sunulmasından sonra davaya devam edilir.
Uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılmak
suretiyle veya ilgili kanunların uygulamasıyla tasarrufu kısıtlanan taşınmazlar
hakkında, 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununda
öngörülen idari başvuru ve işlemler tamamlandıktan sonra idari yargıda dava
açılabilir. Bu madde hükümleri karara bağlanmamış veya kararı kesinleşmemiş tüm
davalara uygulanır. Kararı kesinleşen davalara ise, bu maddenin yalnızca
sekizinci fıkra hükümleri uygulanır."
22. 2942 sayılı Kanun'a 6745 sayılı Kanun'un 34. maddesi ile
eklenen geçici 11. madde şöyledir:
"Bu Kanunun ek 1 inci maddesinin birinci
fıkrası kapsamında kalan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce
tasarrufu hukuken kısıtlanan taşınmazlar hakkında aynı fıkrada belirtilen süre,
bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlar.
Bu Kanunun ek 1 inci maddesinin üçüncü fıkrası
hükmü, bu madde kapsamında kalan taşınmazlara ilişkin dava ve takipler hakkında
da uygulanır."
23. Anayasa Mahkemesinin bu maddenin iptaline ilişkin 28/3/2018
tarihli ve E.2016/196, K.2018/34 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"15. İmar planları onaylanarak idare ve
bireyler açısından hukuki sonuçlar doğurmaktadır. İmar planlarının
onaylanmasından sonra özellikle imarlı alan içinde bulunulacak her türlü imar
ve yapı faaliyetlerinde imar plan ve programlarına uygun davranma, her türlü
yapı için ilgili idareden izin alma ve izin ilkelerine uygun olarak yapı inşa
etme yükümlülüğü ilgililer açısından doğmaktadır. Bunun yanında taşınmazın imar
planında kamu hizmetine ayrılması henüz bir kamulaştırma yapılmayıp fiilen de
taşınmaza el atılmadığı için mülkiyet hakkını ortadan kaldırmamakla birlikte
malikin mülkiyet hakkından doğan yetkilerini önemli ölçüde kısıtlamaktadır. Bu
kapsamda kamu hizmet alanı olarak ayrılmasından dolayı taşınmaz üzerinde inşai faaliyette bulunulabilmesi mümkün olamadığı gibi bu
durumun satış, bağış, ipotek ve diğer irtifak haklarının tesisi yönünden
yapılacak işlemler ve taşınmazın rayiç değeri bakımından da olumsuz etkileri
bulunmaktadır. Dolayısıyla imar uygulamalarının ve bu bağlamda taşınmazların
imar durumunun kamu hizmet alanı olarak belirlenmesinin mülkiyet hakkına
müdahale teşkil ettiği kuşkusuzdur. Nitekim 2942 sayılı Kanun’un ek 1.
maddesinde de uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara
ayrılması nedeniyle malikin tasarrufunun hukuken kısıtlandığı kabul edilmiştir.
Bununla birlikte itiraz konusu kuralda olduğu gibi mülkiyet hakkına getirilen
sınırlamanın belirsiz veya uzun süreli olması durumunda da mülkiyet hakkına
yönelik bir müdahale söz konusudur.
16. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı
sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve
kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede
bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel
ilkeleri düzenleyen Anayasa’nın 13. maddesinin de gözönünde
bulundurulması gerekmektedir.
17. Anayasa’nın 13. maddesi uyarınca temel hak
ve özgürlükler, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine
aykırı olmaksızın Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı
olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin
Anayasa’ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı
amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir.
18. Anayasa’nın 35. maddesi uyarınca mülkiyet
hakkı ancak kamu yararı amacıyla sınırlanabilir. İmar planlarıyla arazi ve arsa
düzenlemesi sırasında taşınmazların bir kısmının kamu hizmetine ayrılmasının
kamu yararı amacına dönük olduğu kuşkusuzdur.
19. İtiraz konusu kuralla mülkiyet hakkına
yapılan müdahalenin kamu yararı amacına dönük olması yeterli olmayıp ayrıca
ölçülü olması gerekir. Ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık
olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin
ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik
ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin gerekli olmasını, orantılılık ise
bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir
dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir. Öngörülen tedbirin
ulaşılmak istenen kamu yararı karşısında maliki olağan dışı ve aşırı bir yük
altına sokması durumunda müdahalenin orantılı ve dolayısıyla ölçülü olduğundan
söz edilemez.
20. Düzenli ve planlı bir kentleşmenin
sağlanabilmesi amacına yönelik olarak arsa ve arazi düzenlemesi yapılmasının ve
bu kapsamda kamu hizmetleri için ihtiyaç duyulan taşınmazların kamu hizmetine
ayrılmasının itiraz konusu kural bakımından elverişsiz bir araç olduğu
söylenemez. Diğer yandan düzenli bir kentleşmenin sağlanabilmesi, planlama
yapılmasını zorunlu kılmaktadır. Yetkili kamu otoritelerince planlama
yapılırken toplum olarak bir arada yaşamanın doğurduğu tüm sosyal, kültürel ve
ekonomik ihtiyaçların belirlenmesi ve karşılanması hedeflenmektedir. Sosyal
birer varlık olarak aynı yerleşim yerinde ve bir arada yaşayan bireylerin bu
ihtiyaçlarının giderilmesi, özel mülkiyette bulunmayan kamusal birtakım
alanların varlığını gerekli hâle getirmektedir. Bu amaçla kamuya ait
gayrimenkullerden bedelsiz devredilen veya yüzde kırk oranında bedelsiz alınan
düzenleme ortaklık payı ya da kamu ortaklık payı ayrılması ve bunun yanında
belirtilen alanların eksik kalması durumunda kamu hizmetleri için duyulan taşınmaz
ihtiyacının kamulaştırma yoluyla giderilmesi öngörülmüştür. Dolayısıyla kamu
yararı amacıyla imar uygulamasında taşınmazların kamu hizmeti alanlarına
ayrılması suretiyle itiraz konusu kural kapsamında mülkiyet hakkına yapılan
müdahalenin gerekli olmadığı söylenemez.
21. İtiraz konusu kuralla mülkiyet hakkına
yapılan müdahalenin orantılı olup olmadığı da incelenmelidir. Bu bağlamda imar
uygulamalarında kamulaştırma yapılmadan da ilgili kamu yararı amacının
gerçekleştirilmesi için kişilerin ve kamunun taşınmazlarının bedelsiz olarak
devrine ilişkin hükümlerin varlığı dikkate alınmalıdır. Dolayısıyla öncelikle
kanun koyucu tarafından belirlenen araçları dikkate alarak kamu hizmeti alanına
ayrılan yerlerin belirleneceği ancak bu alanların yeterli olmaması durumunda
ise bazı taşınmazların temininin kamulaştırma yoluyla sağlanabileceği
anlaşılmaktadır. Özel mülkiyette bulunan taşınmazların imar uygulamasında kamu
hizmeti alanı olarak ayrılmasında kamusal yarar bulunmakla birlikte bu yolla
malike aşırı ve orantısız bir külfet yüklenmemelidir.
22.Diğer taraftan imar uygulamalarının geniş
alanları kapsaması nedeniyle ve bütçeye yeterli ödeneğin konulması amacıyla
kanun koyucu kamulaştırma sürecinin beş yıllık süre içinde tamamlanmasını
öngörmüştür. Mülkiyetin kamu yararı amacıyla kontrolüne ilişkin söz konusu
müdahaleler bakımından kanun koyucunun takdir yetkisi bulunmaktadır. Bu takdir
yetkisi çerçevesinde söz konusu kamu yararı amacının gerçekleştirilmesi
yönünden belirtilen fiilî ve hukuki engeller sebebiyle malikin makul ve belirli
bir süre boyunca bu kısıtlamalara katlanması beklenebilir. Ancak bu sürenin
uzaması hâlinde söz konusu kısıtlamalar, taşınmaz malikine yüklenen külfeti
ağırlaştıracağı gibi kısıtlılık süresinin uzamasına bağlı olarak malikin zararını
karşılayabilecek herhangi bir giderim imkânının getirilmemesi de malike aşırı
bir külfet yüklenmesine sebep olacaktır.
23. İtiraz konusu kuralda, imar uygulamasıyla
getirilen kısıtlılık yönünden öngörülen beş yıllık sürenin maddenin yürürlük
tarihinden itibaren yeniden başlaması hüküm altına alınmaktadır. Başka bir
ifadeyle mülkiyet hakkından dilediği gibi tasarruf edebilmesi ve
yararlanabilmesi kısıtlanan malikin kamulaştırma bedeline kavuşabilmesi veya
söz konusu kısıtlılık hâlinin kaldırılarak mülkiyet hakkından yararlanabilmesi
için geçmesi gereken beş yıllık sürenin yeniden başlaması söz konusu
olmaktadır. Kanun koyucu bu süre nedeniyle malikin uğradığı zararları telafi
etmeye veya gidermeye yönelik herhangi bir düzenleme ise getirmemiştir. Üstelik
bu kısıtlılık nedeniyle açılacak davalarda taşınmazı kullanamamaktan doğan
zararların tazminine yönelik bir düzenleme mevcut olmadığı gibi itiraz konusu
kural, yürürlük tarihinden önceki kısıtlılık sürelerinin de dikkate
alınmamasına yol açmaktadır. Bu durum ise malike aşırı bir külfet yüklemekte ve
kamu yararı ile malikin mülkiyet hakkı arasında gözetilmesi gereken adil
dengeyi malik aleyhine bozmaktadır.
24. Dolayısıyla imar uygulaması sonucu
taşınmazın kamu hizmetine tahsis edilmesi suretiyle getirilen kısıtlamaların
Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yeniden başlamasına yol açan
itiraz konusu kuralla mülkiyet hakkına yapılan müdahale orantılı
değildir."
24. Danıştay Altıncı Dairesinin 22/4/2015 tarihli ve
E.2014/9101, K.2015/2572 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"İmar planlarında kamu hizmet tesislerine
tahsis edilmiş olan yerlerde kalan taşınmazlar üzerinde maliklerin tasarruf
hakları kısıtlanmakta, bu yerler kamulaştırma işlemine konu teşkil edeceğinden
satış değerleri düşmekte,rayiç
değerinden satılamamakta, ancak kamulaştırma bedeli alınmak suretiyle yarar
sağlanabilmektedir. Kamulaştırma yapılmadığı takdirde, kişilerin temel
haklarından biri olan mülkiyet hakkı süresi belirsiz bir zaman diliminde
kısıtlanmakta ve bu durum mülkiyet hakkının özünün zedelemesine neden
olmaktadır.
Yukarıda yer verilen İmar Kanununun 10.
maddesi hükmüyle, belediyelere imar planının yürürlüğe girmesinden itibaren en
geç üç ay içinde imar programını hazırlama, yatırımcı kuruluşlara imar
planlarında kamu hizmetine ayrılan arsaları imar programı süresi içerisinde
kamulaştırma, yine yetkili idari makamlara kamulaştırmaya ilişkin ödeneği
yatırımcı kuruluşun bütçesine koyma mükellefiyeti yüklenmek suretiyle kanun
koyucu tarafından kamu yararı adına fedakarlığa katlanmak durumunda kalan
taşınmaz maliklerinin mülkiyet haklarının ihlal edilmesi sonucunu doğuracak
şekilde uzun süre taşınmazlarının imar programlarına alınmadan bekletilmesi
uygun görülmemiş ve idareye herhangi bir takdir yetkisi tanınmaksızın bağlayıcı
sürelerle gerekli işlemleri yapma görevi yüklenmiştir.
...
Davacıya ait uyuşmazlık konusu parselin, imar
planında okul alanı olarak ayrılması nedeniyle bu parselde artık yapılaşmaya
gidilemeyeceği ve bu nedenle davacının tasarruf hakkının kısıtlandığı açıktır.
Bu fonksiyonun imar planına işlenmesinden itibaren beş yıldan fazla bir süre
geçmiş olmasına karşın davalı idarece imar programına alınmadığı gibi, ne zaman
imar programına alınacağı yahut söz konusu taşınmazın kamulaştırma kapsamına
alınıp alınmayacağı yahut bölgede parselasyon uygulamasının yapılıp
yapılmayacağı konusunda bir bilgi de davacıya verilmemiştir. Bu nedenle,
davacının maliki olduğu parselin durumu ve mülkiyet hakkından yararlanma
olanakları belirsizlik içindedir.
...
Uyuşmazlık konusu olayda da,
davacının mülkiyet hakkının belirsiz bir süre ile kısıtlandığı açık olup,
taşınmazın imar programına alınmayarak kamulaştırılmaması veya imar uygulaması
yapılmaması nedeniyle kısıtlamanın devam ettirildiği anlaşılmaktadır.
Bu kapsamda, imar planı sonucunda taşınmaz
üzerinde meydana gelen kısıtlılık halinin kamulaştırma ya da parselasyon
yapılarak kaldırılmaması sonucu mülkiyet hakkının ihlal edildiği saptanmıştır.
Bu durumda, davacının taşınmaz üzerindeki
kısıtlama nedeniyle, imar planının taşınmazda doğurduğu sonuçların ortadan
kaldırılması yönündeki isteminin reddine dair işlemde hukuka uyarlık
görülmemiştir..."
25. Danıştay Altıncı Dairesinin 22/4/2014 tarihli ve
E.2010/6020, K.2014/3357 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...İmar planlarında kamu hizmet
tesislerine tahsis edilmiş olan yerlerde kalan taşınmazlar üzerinde, maliklerin
tasarruf hakları kısıtlanmakta; bu yerler kamulaştırma işlemine konu teşkil
edeceğinden satış değerleri düşmekte, rayiç değerinden satılamamakta, ancak
kamulaştırma bedeli alınmak suretiyle yarar sağlanabilmektedir. Kamulaştırma
yapılmadığı takdirde, kişilerin temel haklarından biri olan mülkiyet hakkı
süresi belirsiz bir zaman diliminde kısıtlanmakta ve bu durum mülkiyet hakkının
özünün zedelenmesine neden olmaktadır.
Yukarıda yer verilen İmar Kanununun 10.
maddesi hükmüyle, belediyelere imar planının yürürlüğe girmesinden itibaren en
geç üç ay içinde imar programını hazırlama, yatırımcı kuruluşlara imar
planlarında kamu hizmetine ayrılan arsaları imar programı süresi içerisinde
kamulaştırma, yine yetkili idari makamlara kamulaştırmaya ilişkin ödeneği
yatırımcı kuruluşun bütçesine koyma mükellefiyeti yüklenmek suretiyle kanun
koyucu tarafından, kamu yararı adına fedakarlığa katlanmak durumunda kalan
taşınmaz maliklerinin mülkiyet haklarının ihlal edilmesi sonucunu doğuracak
şekilde uzun süre taşınmazlarının imar programlarına alınmadan bekletilmesi
uygun görülmemiş ve idareye herhangi bir takdir yetkisi tanınmaksızın bağlayıcı
sürelerle gerekli işlemleri yapma görevi yüklenmiştir.
Bu durumda, yukarıda belirtilen açıklamalar
doğrultusunda davacıya ait taşınmazın kamulaştırılması istemiyle yapılan
başvurunun geciktirilmeksizin sonuçlandırılması gerekirken, söz konusu
taşınmazın önümüzdeki yıllarda ödenekler çerçevesinde değerlendirileceğinden
bahisle başvurunun reddine ilişkin Ankara Valiliğinin 15.09.2008 tarih ve 1763
sayılı işleminin bu kısmında ve davanın bu kısmının reddine ilişkin mahkeme
kararında hukuka uyarlık görülmemiştir..."
B. Uluslararası Hukuk
26. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar
başlıklı 1. maddesi şöyledir:
"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk
dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak
kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun
genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin
kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da
başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli
gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel
getirmez."
27. AİHM, başvurucuların ihlal iddialarına yönelik olarak
öncelikle iç hukukta mevcut yeterli ve etkili yolları tüketmesi gerektiğini
belirtmiştir. Bu yolların kesin olarak varlığından söz edilebilmesi için teoride
mevcut olması yeterli olmayıp uygulamada da etkin olması, makul bir biçimde
erişilebilir ve etkili olması gerekmektedir. AİHM'e
göre Sözleşme'nin 35. maddesinin (1) numaralı fıkrası, AİHM'e
başvuru yapılmadan önce başvurucuların uygun bir iç hukuk yoluna başvurmalarını
gerektirmekle birlikte etkisiz veya yetersiz bir iç hukuk yoluna başvurulması
ise lüzumlu değildir (Aksoy/Türkiye,
B. No: 21987/93, 18/12/1996, §§ 51, 52).
28. AİHM, imar planının hukuka aykırılığından değil de bu planın
herhangi bir tazmin olmaksızın taşınmaz üzerinde meydana getirdiği
kısıtlamaların sonuçlarından şikâyetçi olunması durumunda imar planının iptali
istemiyle açılacak davanın tüketilmesi gerekli bir hukuk yolu olmadığını
belirtmiştir (Rossitto/İtalya, B. No: 7977/03, 26/5/2009, § 19; Ayangil ve diğerleri/Türkiye, B. No: 33294/03,
6/12/2011, § 30). AİHM kararlarında, bu tür şikâyetler bakımından söz konusu
kısıtlamalar nedeniyle oluşan zararın tazmini olanağını sağlayan mevcut ve
yeterli hukuk yollarının kullanılması gerektiği kabul edilmektedir (Gülizar Öz/Türkiye (k.k.),
B. No: 40687/98, 1/7/2004; Pınar
Güngör/Türkiye (k.k.), B. No: 46745/99,
6/3/2007; Rabia Tan ve diğerleri/Türkiye,
B. No: 8095/02, 31/1/2008, §§ 37-41; Remzi
Tekin Bozkurt/Türkiye (k.k.), B. No:
38045/05, 2/3/2010).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
29. Mahkemenin 12/9/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Mülkiyet Hakkının
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların
İddiaları
30. Başvurucu, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanı
olarak ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkına ölçüsüz bir müdahalede
bulunulduğunu belirtmiştir. Başvurucu ayrıca bu sebeple açtığı iptal davasında
alınan uzman bilirkişi raporlarına aykırı olarak karar verilmesi nedeniyle adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğinden yakınmıştır.
2. Değerlendirme
31. Anayasa’nın
"Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
“Herkes,
mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz.”
32. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
33. Başvurucu her ne kadar açtığı iptal davasında derece
mahkemelerince uzman bilirkişi raporlarına itibar edilmediğinden bahisle adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ise de özellikle hukuki
nitelikteki konularda mahkemelerin bilirkişi raporlarındaki görüşler ile bağlı
olmadığı dikkate alınmalıdır. Bu bağlamda başvurucunun esas şikâyetinin ise
taşınmazının kamu hizmeti alanı olarak ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının
ihlali iddiasına yönelik olduğu gözetildiğinde makul sürede yargılanma hakkı
dışındaki ihlal iddialarının mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği
değerlendirilmiştir.
34. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011
tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca bireysel başvuru
yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının
tüketilmiş olması gerekir.
35. Bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin derece
mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir
kanun yoludur. Bireysel başvuru yolunun bu niteliği gereği Anayasa Mahkemesine
bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının
tüketilmesi zorunludur. Bu ilke uyarınca başvurucunun Anayasa Mahkemesi önüne
getirdiği şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere
usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtlarını
zamanında bu makamlara sunması ve aynı zamanda bu süreçte dava ile başvurusunu
takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir (İsmail Buğra İşlek, B. No: 2013/1177,
26/3/2013, § 17).
36. Başvuru yollarının tüketilmesi gereğinden söz edilebilmesi
için öncelikle hukuk sisteminde hakkının ihlal edildiğini iddia eden kişinin
başvurabileceği idari veya yargısal bir hukuki yolun öngörülmüş olması
gerekmektedir. Ayrıca bu hukuki yolun iddia edilen ihlalin sonuçlarını
giderici, etkili ve başvurucu açısından makul bir çabayla ulaşılabilir
nitelikte olması ve sadece kâğıt üzerinde kalmayıp fiilen de işlerliğe sahip
bulunması gerekmektedir. Olmayan bir hukuki yolun tüketilmesi başvurucudan
beklenemeyeceği gibi hukuken veya fiilen etkili bulunmayan, ihlalin sonuçlarını
düzeltici bir vasıf taşımayan veya aşırı ve olağan olmayan birtakım şeklî
koşulların öngörülmesi nedeniyle fiilen erişilebilir ve kullanılabilir olmaktan
uzaklaşan başvuru yollarının tüketilmesi zorunluluğu bulunmamaktadır (Fatma Yıldırım, B. No: 2014/6577,
16/2/2017, § 39).
37. Anayasa’nın anılan maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet
hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal
varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20).
Gayrimenkul malların mülkiyet hakkının kapsamına dâhil olduğu hususunda
tereddüt bulunmamaktadır. Uyuşmazlık konusu taşınmazın tapuda başvurucular
adına kayıtlı olduğu anlaşıldığına göre somut olayda mülkün varlığı hususunda
bir duraksama yoktur.
38. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence
altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek ve
yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği
gibi kullanma ve ondan tasarruf etme, onun ürünlerinden yararlanma olanağı
verir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B.
No: 2013/817, 19/12/2013, § 32). Dolayısıyla malikin mülkünü kullanma, mülkün
semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden
herhangi birinin sınırlanması mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No:
2014/1546, 2/2/2017, § 53).
39. Taşınmazın imar planında kamu hizmetine ayrılması, henüz bir
kamulaştırma yapılmayıp fiilen de taşınmaza el atılmadığı için mülkiyet
hakkından yoksun bırakma sonucu doğurmamakla birlikte malikin mülkiyet
hakkından doğan yetkilerini önemli ölçüde kısıtlamaktadır. Bu kapsamda kamu
hizmet alanı olarak ayrıldığından dolayı taşınmaz üzerinde inşai
faaliyette bulunulabilmesi mümkün olamadığı gibi müdahalenin satış, bağış,
ipotek ve diğer irtifak haklarının tesisi yönünden yapılacak işlemler ve
taşınmazın rayiç değeri bakımından da olumsuz etkileri bulunmaktadır.
Dolayısıyla imar uygulamalarının ve bu bağlamda taşınmazın imar durumunun kamu
hizmeti alanı olarak belirlenmesinin mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği
kuşkusuzdur.
40. Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl yararlanma hakkına yer verilmiş; ikinci
fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi
belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında, genel olarak mülkiyet hakkının
hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenerek aynı zamanda mülkten yoksun bırakmanın şartlarının
genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının
kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle
devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân
sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı maddelerinde de devlet tarafından
mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca
belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi,
mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, §§ 55-58).
41. İmar uygulamalarıyla mülkiyet hakkına yapılan müdahaleler, bireysel
başvuru kararlarında da ifade edildiği üzere kural olarak mülkiyetin kamu
yararına kullanılmasının kontrolü (veya düzenlenmesi) kapsamında görülmektedir
(Süleyman Günaydın, B. No:
2014/4870, 16/6/2016, § 65). Bu alanda ise devletin geniş bir takdir yetkisinin
olduğu kabul edilebilir. Öte yandan yukarıda da değinildiği üzere somut olay
bağlamında müdahalenin mülkten yoksun bırakmaya yol açmadığı da kuşkusuzdur.
Ancak müdahale kamulaştırma sürecinin bir aşamasını teşkil ettiğinden dolayı ve
müdahalede geçen süre dikkate alındığında müdahalenin kontrol veya düzenleme
amacından söz edilemez. Dolayısıyla başvuruya konu müdahalenin mülkiyetten
barışçıl yararlanmaya ilişkin genel kural çerçevesinde incelenmesi gerekir.
Diğer bir deyişle somut olayda olduğu gibi mülkiyet hakkına kamulaştırma
sürecinin bir aşaması olarak getirilen belirsiz veya uzun süreli sınırlama
durumunda mülkiyetten barışçıl yararlanma hakkına yönelik bir müdahale söz
konusu olur.
42. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet sınırsız bir hak olarak
düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği
öngörülmüştür (Recep Tarhan ve Afife Tarhan,
§ 62).
43. Yerleşim yerleri ile bu yerlerdeki yapılaşmaların plan, fen,
sağlık ve çevre şartlarına uygun gerçekleşmesini sağlamayı amaçlayan 3194
sayılı Kanun; arazi ve arsa düzenlemesi sırasında kamu hizmetleri ve tesisleri
için yeterli yerlerin ayrılması konusunda hükümler içermektedir (bkz. §§ 18,
19). Dolayısıyla mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağının
bulunduğu anlaşılmaktadır.
44. Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca mülkiyet hakkı ancak kamu
yararı amacıyla sınırlanabilir. 3194 sayılı Kanun'un 1. maddesinde; Kanun'un
yerleşme yerleri ile bu yerlerdeki yapılaşmaların plan, fen, sağlık ve çevre
şartlarına uygun teşekkülünü sağlamak amacıyla düzenlendiği belirtilmiştir. Bu
Kanun'un amacı çerçevesinde imar planlarıyla arazi ve arsa düzenlemesi
sırasında taşınmazların bir kısmının kamu hizmetine ayrılmasının kamu yararı
amacına dönük olduğu kuşkusuzdur.
45. Ancak mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kamu yararı
amacına dönük olması yeterli olmayıp ayrıca ölçülü olması gerekir. Özel mülkiyette
bulunan taşınmazların imar uygulamasında kamu hizmeti alanı olarak ayrılmasında
kamusal yarar bulunmakla birlikte bu yolla malike aşırı ve orantısız bir külfet
yüklenmemelidir. (AYM, E.2009/31, K.2011/77, 12/5/2011). Somut olay bakımından
imar uygulamalarının geniş alanları kapsaması nedeniyle ve bütçeye yeterli
ödeneğin konulması amacıyla kanun koyucu kamulaştırma sürecinin beş yıllık süre
içinde tamamlanmasını öngörmüştür. Kamu makamlarının takdir yetkisi
çerçevesinde söz konusu kamu yararı amacının gerçekleştirilmesi yönünden
belirtilen fiilî ve hukuki engeller sebebiyle malikin makul ve belirli bir süre
boyunca bu kısıtlamalara katlanması beklenebilir. Ancak bu sürenin uzaması
hâlinde söz konusu kısıtlamalar, taşınmaz malikine yüklenen külfeti ağırlaştıracağı
gibi kısıtlılık süresinin uzamasına bağlı olarak malikin zararını
karşılayabilecek herhangi bir giderim imkânının bulunmaması da malike aşırı bir
külfet yüklenmesine sebep olur (AYM, E.2016/196, K.2018/34, 28/3/2018, §§
21-23).
46. Somut olayda başvurucular, imar planının hukuka
aykırılığından ziyade uyuşmazlık konusu taşınmazın bu planda kamu hizmeti
alanına tahsis edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkına getirilen sınırlamalardan
şikâyet etmişlerdir. Dolayısıyla başvurucuların temel şikâyetleri bu
kısıtlamalar nedeniyle uğradıkları zararların giderilmesi taleplerine
yöneliktir. Bu bakımdan başvurucuların belirtilen şikâyetleri yönünden etkili
bir başvuru yolunun olup olmadığının değerlendirilmesi gerekir.
47. Konu ile ilgili Danıştay kararlarında, taşınmazın imar
planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının makul bir
süreyi aşacak şekilde kısıtlandığı takdirde açılacak idari davalarda tazminata
hükmedilmesi gerektiği kabul edilmiştir (bkz. §§ 24, 25).
48. Bireysel başvurunun devamı sırasında ise 6745 sayılı Kanun
ile imar planlarıyla getirilen sınırlamalar yönünden 2942 sayılı Kanun’da
çeşitli düzenlemeler yapılmıştır. Buna göre anılan Kanun'un ek 1. maddesinde,
beş yıllık sürenin uygulama imar planlarının yürürlüğe girmesinden itibaren
başlayacağı düzenlenmiştir. Bu maddeyle idareye bu süre içinde tasarrufu
hukuken kısıtlanan taşınmazları kamulaştırma veya mülkiyet hakkının
kullanılmasına engel teşkil edecek kısıtlılığı kaldıracak şekilde imar planı
değişikliği yapma yükümlülüğü getirilmiştir. Bu süre içinde belirtilen
işlemlerin yapılmaması hâlinde taşınmaz malikleri tarafından idareye başvuru
işlemleri ve uzlaşma süreci tamamlandıktan sonra taşınmazın
kamulaştırılmasından sorumlu idare aleyhine idari yargıda dava açılabileceği
belirtilmiştir.
49. Diğer taraftan 6745 sayılı Kanun'un 34. maddesi ile 2942
sayılı Kanun'un geçici 11. maddesinde, ek 1. madde kapsamında kalan ve bu
maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce tasarrufu hukuken kısıtlanan taşınmazlar
bakımından söz konusu beş yıllık sürenin bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten
itibaren başlayacağı öngörülmüştür. Ancak bu madde hükmü, malike aşırı bir
külfet yüklemekte ve kamu yararı ile malikin mülkiyet hakkı arasında
gözetilmesi gereken adil dengeyi malik aleyhine bozduğu gerekçesiyle Anayasa
Mahkemesince bireysel başvurunun devamı sırasında 28/3/2018 tarihinde iptal
edilmiştir (bkz. § 23).
50. Dolayısıyla 2942 sayılı Kanun'un ek 1. maddesi ile konu
hakkındaki Danıştay içtihadına göre başvurucunun mülkiyet hakkına imar yoluyla
getirilen kısıtlamalar sebebiyle idareye başvurarak imar durumunun gözden
geçirilmesi veya taşınmazın kamulaştırılması talebinde bulunabileceği, bu
talebinin reddi hâlinde ise tazminat istemiyle idari yargı yerinde dava
açabileceği görülmektedir. Öte yandan başvurucunun bu davayla veya ayrı bir
dava yoluyla taşınmazı makul bir süre geçtikten sonra kullanamadığı dönem için
uğradığı zararları tazmin edebilmesi de mümkündür. Bireysel başvurunun devamı
sırasında getirilen ve başvurucunun belirtilen şekilde idari ve yargısal
yollara başvurmasını öteleyen kanun hükmü Anayasa Mahkemesince iptal edildiğine
göre bu hukuki yolun tüketilmesi önünde herhangi bir engel de bulunmamaktadır.
51. Ancak somut olayda başvurucular tarafından adil dengenin
sağlanmasında etkili olduğu tespit edilen ve erişilebilir söz konusu hukuk
yollarına müracaat edildiğine dair herhangi bir bilgi veya belgenin bireysel
başvuru dosyasına sunulmadığı görülmektedir. Sonuç olarak mülkiyet hakkının ihlali
iddiası kapsamında uğranılan zararların giderilmesi şikâyetleri yönünden
başvuru yolları usulünce tüketilmemiştir. Etkin ve erişilebilir bir çözüm
imkânı sunan anılan hukuk yoluna başvurmaksızın yapılan başvuruların
incelenmesi, bireysel başvuru yolunun ikincilliği ilkesi gereği mümkün
değildir.
52. Açıklanan gerekçelerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru
yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
B. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
53. Başvurucu, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
54.Bireysel başvuru sonrasında, 31/7/2018 tarihli ve 30495
sayılı Resmi Gazete'de
yayımlanarak yürürlüğe giren 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Bazı Kanun ve
Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 20.
maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine
Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a
geçici madde eklenmiştir.
55. 6384 sayılı Kanuna eklenen geçici maddeye göre
yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi
ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin
yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan
bireysel başvuruların, başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul
edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat
üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Komisyon)
tarafından incelenmesi öngörülmüştür.
56. Ferat Yüksel kararında Anayasa Mahkemesi;
yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç
veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018
tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat
Komisyonuna başvuru imkânının getirilmesine ilişkin yolu, ulaşılabilir olma,
başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesinin bulunup bulunmadığı
yönlerinden inceleyerek etkililiğini tartışmıştır (Ferat Yüksel, B. No: 2014/13828, 12/9/2018, §§ 26-36).
57. Ferat Yüksel kararında özetle; anılan başvuru
yolunun kişileri mali külfet altına sokmaması ve başvuruda kolaylık sağlaması
nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş şekli itibarıyla ihlal iddialarına
makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden mahrum olmadığı ve tazminat
ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün olmadığında başka türlü telafi
olanakları sunması nedenleriyle potansiyel olarak yeterli giderim sağlama
imkânına sahip olduğu hususunda değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat Yüksel, §§ 33-36). Bu gerekçeler
doğrultusunda Anayasa Mahkemesi, ilk bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal
iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi
olduğu görülen Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan
başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile
bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş olması
nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 35-36).
58. Somut başvuru yönünden de söz konusu karardan ayrılmayı
gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
59. Açıklanan gerekçeyle başvurunun bu kısmının, diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez
olduklarına karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA,
C. Başvurucunun ilgili idari veya yargısal mercilere başvuru
yapmaları hususunda MUHTARİYETİNE 12/9/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar
verildi.