TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
OSMAN AYMELEK BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/768)
|
|
Karar Tarihi: 10/12/2014
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Akif YILDIRIM
|
Başvurucu
|
:
|
Osman AYMELEK
|
Vekili
|
:
|
Av. Mehmet Sadık LİMAN
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, Kara Kuvvetleri Komutanlığı Askeri
Mahkemesinin E.2008/341 sayılı dosyasında zincirleme olarak görevi kötüye
kullanma suçundan mahkûm olmasından sonra (infaz aşmasında) yürürlüğe giren
22/12/2010 tarih ve 6086 sayılı Türk Ceza Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun yönünden uyarlama yapılması talebinin, aynı Mahkemece hatalı
değerlendirme sonucu yetersiz gerekçe ile reddedilmesi sebebiyle Anayasa’nın
19. ve 36. maddelerinde belirtilen haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 20/1/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan
yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 24/10/2014 tarihinde,
kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar verilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
olaylar özetle şöyledir:
5. Başvurucunun zincirleme olarak görevi kötüye kullanma
suçunu işlediği konusunda yeterli şüpheye ulaşan Kara Kuvvetleri Komutanlığı
Askeri Savcılığı, 26/9/2003 tarih ve E. 2003/954 sayılı iddianamesiyle aynı
komutanlık askeri mahkemesi nezdinde başvurucu hakkında kamu davası açmıştır.
6. Başvurucu, Kara Kuvvetleri Komutanlığı Askeri
Mahkemesinin 20/8/2008 tarih ve E.2008/341, K.2008/738 sayılı kararıyla atılı
suçtan 11 ay 20 gün hapis ve 333 TL adli para cezasına mahkûm edilmiştir.
7. Başvurucunun temyizi üzerine anılan Askeri Mahkeme
kararı, Askeri Yargıtay 2. Dairesinin 4/3/2009 tarih ve E.2009/383, K.2009/379
sayılı ilamıyla onanmış ve aynı tarihte kesinleşmiştir.
8. Başvurucunun, sonradan yürürlüğe giren 6086 sayılı Kanun’un
lehe hükümler içerdiği iddiasıyla yaptığı uyarlama talebi, Askeri Mahkemenin
19/10/2011 tarih ve E.2011/281, K.2011/323 sayılı kararı ile önceki Yasa’nın
başvurucunun daha lehine olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir. Ret gerekçesinin
ilgili bölümü şöyledir:
“…
Askeri Mahkememizin 20.08.2008 gün ve
2008/341-738 E.K. sayılı kararında sanık hakkında müteselsilen
memuriyet görevini kötüye kullanmak suçu üzerine uygulanacak kanun maddesinin
belirlenmesi bakımından yapılan değerlendirmede suç ve karar tarihlerinde
yürürlükte bulunan 765 sayılı TCK'nun 240 ve 80'inci
maddeleri ile 5237 sayılı TCK.nun 257/1,43 ve 53'üncü
maddeleri nazara alınmış ve 765 sayılı kanun maddelerinin uygulanmasının sanık
lehine olduğuna kanaat getirilmiştir. Hüküm sonrası yürürlüğe giren 6086 sayılı
yasanın birinci maddesi ile 5237 sayılı TCK.nun
257/1'inci maddesinde öngörülen temel cezanın alt ve üst sınırlarında indirme
gidilerek 'bir yıldan üç yıla kadar' olan temel ceza 'altı aydan iki seneye
kadar' şeklinde düzenlenmiştir. Önceki hükümde sanık hakkında TCK'nun 240'ıncı maddesi doğrultusunda cezalandırma
yapılırken, suçun işleniş biçimi, suçun işlendiği yer ve zaman ve hükümlünün
kastının ağırlığı unsurları çerçevesinde 'sanığın eylemlerinin niteliği' göz
önüne alınmış ve cezayı hafifletici neden bulunmadığından hareketle
eylemlerinin 240'ıncı maddenin birinci cümlesi kapsamında olduğuna, müsnet suçun daha hafif hali kapsamında olmadığına
hükmedilerek asgari hadden bir yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına karar
verilmiştir. İzah edilen hususlar çerçevesinde sanık hakkında 5237 sayılı TCK.nun 257/1'inci maddesinin son hali uyarınca uygulama
yapıldığında, aynı Kanunun 61'inci maddesi uyarınca suçun işleniş biçimi, suçun
işlendiği yer ve zaman ve hükümlünün kastının ağırlığı nazara alınarak suçun
gerektirdiği asgari ceza olan altı aydan uzaklaşılarak cezası teşdiden bir yıl hapis olarak belirlenmiştir. Hal böyle
iken 20.08.2008 gün ve 2008/341-738 E.K. sayılı kararın gerekçesinde de
belirtildiği üzere müteselsiliyet yönünden 765 sayılı
TCK'nun 80 ve 5237 sayılı TCK.nun
43'üncü maddeleri uyarınca değerlendirme yapıldığında, 1/6 ve 1/4 artırım
oranları her iki kanunun ilgili maddeleri uyarınca temel ceza olarak belirlenen
bir yıl hapis cezasına ayrı ayrı uygulandığında hürriyeti bağlayıcı ceza
yönünden 765 sayılı TCK'nun 80'inci maddesinin
hükümlü lehine olduğu, böylece 765 sayılı TCK'nun 240
ve 80'inci maddeleri uyarınca cezalandırılmasının halen hükümlü lehine olduğuna
kanaat getirilmiştir.
…”
9. Başvurucunun temyizi üzerine anılan Mahkeme kararı,
Askeri Yargıtay 2. Dairesinin 14/3/2012 tarih ve E.2012/376, K.2012/372 sayılı
ilamı ile sonradan yürürlüğe giren Kanunun daha lehe olduğu ve mahkemenin
yaptığı uygulamada isabet bulunmadığı gerekçesiyle bozulmuştur.
10. Askeri Mahkeme bozma üzerine yaptığı yargılama sonucunda
15/8/2012 tarih ve E.2012/535, K.2012/253 sayılı kararıyla önceki hükmünde
direnmiştir.
11. Başvurucunun temyizi üzerine anılan direnme kararı,
Askeri Yargıtay Daireler Kurulunun 28/11/2013 tarih ve E. 2013/112, K. 2013/113
sayılı ilamı ile onanmıştır. Onama gerekçesi şöyledir:
“…Suçun işlendiği tarihte yürürlükte olan TKC'nın 240'ıncı maddesi "Yasada yazılı hallerden
başka hangi nedenle olursa olsun görevini kötüye kullanan memur derecesine göre
bir yıldan üç yıla kadar hapsolunur. Cezayı
hafifletici nedenlerin bulunması halinde altı aydan bir yıla kadar hapis ve her
iki halde ikibin liradan onbin
liraya kadar ağır para cezasiyle cezalandırılır.
Ayrıca memuriyetten süreli veya temelli olarak yoksun kılınır;" şeklinde
olup; eylemin niteliğine göre kademeli bir ceza öngörülmüştür.
Askerî Mahkemece sanık hakkında karar
verilirken, eylemin niteliği dikkate alınarak olayda hafifletici nedenlerin
bulunmadığı kabul edilmiş ve birinci cümle uyarınca uygulama yapılarak
"bir yıl hapis cezasının" eyleme uygun olduğu düşüncesiyle alt
sınırdan uzaklaşılmasına gerek görülmemiştir.
Suçun işlendiği tarihten sonra yürürlüğe giren
5237 sayılı TCK'nın görevi kötüye kullanmak suçu ile ilgili 257'inci maddesinde
ise, kademeli ceza uygulamasından vazgeçilmiş ve cezanın alt sınırı; altı ay
olarak belirlenmiştir.
Uygulamada da kabul edildiği üzere;
kesinleşmiş ilk hükümde temel cezanın alt sınırdan tayin edilmiş olması, önceki
hükümde sanık lehine kabul edilen hususların bu defa aleyhe yorumlanmaması
koşuluyla, uyarlama yargılamasında cezanın alt sınırdan tayin edilmesini
gerektirmemektedir.
Dosya incelendiğinde; hükümlünün zimmet
suçundan tutuklu olarak Mamak Askerî Cezaevi ve Tutukevinde bulunduğu sırada;
tutuklu C. A. ile istediği zaman görüşebildiği, bayan tutuklu koğuşuna giderek
birlikte dilekçe yazdıkları, onun kedisine aşı yaptırmak için veteriner
getirttiği, oğlunun doğum günü partisini bayan tutuklu koğuşunda organize
etmeye çalıştığı, bu şekilde cezaevinde istediği gibi davranabilme güç ve
imkânına sahip olduğu, kendisi için cezaevinin fiziki sınırlarının dışına
çıkmak haricinde hiçbir sınırlamanın uygulanmadığı; bu imkânı infaz Astsubayı
olarak yönetmelik hükümlerini uygulamakla görevli bulunan diğer sanık Astsb. Y. S.'yi görevini yerine
getirmemeye azmettirerek sağladığı anlaşılmaktadır.
Hükümlünün, kamu otoritesi ile alay edercesine
işlediği fiiller dikkate alındığında; Askeri Mahkemece uyarlama yargılaması
yapılırken, "suçun işleniş biçimi, suçun işlendiği yer ve zaman ve
hükümlünün kastının ağırlığı" şeklindeki gerekçe ile temel cezanın teşdiden bir yıl olarak belirlenmesinde ve TCK'nın 80'inci
maddesi uyarınca yapılacak asgari artırımın, 5237 sayılı TCK'nın 43'üncü
maddesinde yazılı artırım oranına göre daha düşük olduğu belirtilerek; mülga
765 sayılı Kanun kapsamında yapılan uygulamanın sanık lehine olduğundan bahisle
önceki hükümde değişiklik yapılmasına gerek olmadığına karar verilmesinde bir
isabetsizlik yoktur.
Bu nedenle; müdafiin
temyiz taleplerinin reddi ile uyarlamaya ilişkin hükmün onanmasına karar
verilmiştir…”
12. Başvurucu, nihai kararı 7/1/2014 tarihinde tebellüğ
etmiş, 20/1/2014 tarihinde de Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda
bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
13. 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 257.
maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan
hâller dışında, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin
mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir
(Değişik ibare: 08/12/2010-6086 S.K./1.mad.) menfaat, sağlayan kamu görevlisi,
(Değişik ibare: 08/12/2010-6086 S.K./1.mad.) altı aydan iki yıla kadar, hapis
cezası ile cezalandırılır.
(2) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan
hâller dışında, görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstererek,
kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız
bir (Değişik ibare: 08/12/2010-6086 S.K./1.mad.) menfaat, sağlayan kamu
görevlisi, (Değişik ibare: 08/12/2010-6086 S.K./1.mad.) üç aydan bir yıla kadar
hapis cezası ile cezalandırılır.”
14. Aynı Kanun’un “Zaman
bakımından uygulama” kenar başlıklı 7. maddesinin (2) numaralı
fıkrası şöyledir:
“Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan
kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin
lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur.”
15. Aynı Kanun’un “Cezanın
belirlenmesi” kenar başlıklı 61. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
“(1)Hâkim, somut
olayda;
a) Suçun işleniş biçimini,
b) Suçun işlenmesinde kullanılan araçları,
c) Suçun işlendiği zaman ve yeri,
d) Suçun konusunun önem ve değerini,
e) Meydana gelen zarar veya tehlikenin
ağırlığını,
f) Failin kast veya taksire dayalı kusurunun
ağırlığını,
g) Failin güttüğü amaç ve saiki,
Göz önünde bulundurarak, işlenen suçun kanunî
tanımında öngörülen cezanın alt ve üst sınırı arasında temel cezayı belirler.”
16. 1/3/1926 tarih ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun
240. maddesi şöyledir:
“Yasada yazılı hallerden başka hangi nedenle
olursa olsun görevini kötüye kullanan memur derecesine göre bir yıldan üç yıla
kadar hapsolunur. Cezayı hafifletici nedenlerin
bulunması halinde altı aydan bir yıla kadar hapis ve her iki halde ikibin liradan onbin liraya kadar
ağır para cezasiyle cezalandırılır. Ayrıca
memuriyetten süreli veya temelli olarak yoksun kılınır.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
17. Mahkemenin 10/12/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda,
başvurucunun 20/1/2014 tarih ve 2014/768 numaralı bireysel başvurusu incelenip
gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
18. Başvurucu, hakkındaki uyarlama yargılamasında, sonradan
yürürlüğe giren lehe kanunun uygulanmadığını, asıl davada alt sınırdan ceza
verilmiş olmasına rağmen uyarlama davasında lehe kanunun belirlenmesi yönünden
alt sınırdan uzaklaşılarak aleyhe değerlendirme yapıldığını, Mahkemenin hatalı
değerlendirme ile eski kanunun daha lehe olduğu sonucuna vardığını ve yetersiz
gerekçe ile uyarlama talebini reddettiğini belirterek, Anayasa’nın 19. ve 36.
maddelerinde belirtilen haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, yeniden
yargılanma talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
19. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde, başvurunun, adil
yargılanma hakkının ihlali iddiasına yönelik olduğu görülmektedir. Başvurucu
her ne kadar Anayasa’nın 19. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş ise de, bu iddiaların özü, söz konusu kararın adil olmadığı
hususu ile ilgilidir. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki tavsifi ile bağlı değildir. Bu sebeple başvurucunun bütün iddiaları
aşağıda iki başlık altında ve adil yargılanma hakkı çerçevesinde
değerlendirilmiştir.
1. Mahkeme Kararının Gerekçesiz Olduğu İddiası
20. Başvurucu, Mahkemenin yetersiz gerekçe ile uyarlama
talebini reddettiğini iddia etmiştir.
21. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.”
22. Anayasa’nın 141. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Bütün mahkemelerin her türlü kararları
gerekçeli olarak yazılır.”
23. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
24. Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak mahkeme
kararlarının gerekçeli olması, adil yargılanma hakkının bir gereğidir. Derece
mahkemeleri, dava konusu maddi olay ve olguların kanıtlanmasını, delillerin
değerlendirilmesini, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanmasını,
uyuşmazlıkla ilgili vardığı sonucu, sonuca varılmasında kullandığı takdir
yetkisinin sebeplerini makul bir şekilde gerekçelendirmek zorundadır. Bu
gerekçelerin oluşturulmasında açıkça bir keyfilik görüntüsünün olmaması ve
makul bir biçimde gerekçe gösterilmesi hâlinde adil yargılanma hakkının
ihlalinden söz edilemez (B. No: 2013/1235, 13/6/2013, § 23).
25. Makul gerekçe; davaya konu olay ve olguların mahkemece
nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere
dayandırıldığını ortaya koyacak, olay ve olgular ile hüküm arasındaki
bağlantıyı gösterecek nitelikte olmalıdır. Zira tarafların o dava yönünden,
hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp
değerlendirebilmeleri için ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün
hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini gösteren, ifadeleri özenle
seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna
uyumlu hüküm fıkralarının bulunması zorunludur (B. No: 2013/1235, 13/6/2013, §
24).
26. Bununla birlikte, derece mahkemelerinin, taraflarca ileri
sürülen tüm iddialara cevap verme zorunluluğu bulunmayıp, hükme esas teşkil
eden gerekçelerin nelerden ibaret olduğunu ortaya koyması yeterlidir. Diğer
taraftan kanun yolu mercilerince; onama, itiraz veya başvurunun reddi kararları
verilmesi hâlinde alt derece mahkemelerinin kararlarında gösterdikleri
gerekçeler kabul edilmiş olacağından, anılan kararlarda ayrıca gerekçe
gösterilmesine gerek bulunmamaktadır (B. No: 2013/1235, 13/6/2013, § 25).
Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları da bu yöndedir (Van de Hurk/Hollanda,
B.No: 16034/90, 19/4/1994, §
61).
27. Başvuru konusu olayda, ilk derece mahkemesi kararında,
önceki kanunun lehe olarak belirlenmesinin gerekçesi somut olayla da bağlantı
kurularak açıklanmış (bkz. § 8), direnme üzerine Askeri Yargıtay Daireler
Kurulu tarafından da temyiz talepleri tüm yönleriyle tartışılmış ve Askeri Mahkeme
kararı ayrıntılı gerekçelerle yerinde bulunmuştur (bkz. § 11). Dolayısıyla
derece mahkemelerinin kararlarında yer verilen gerekçenin yetersiz veya keyfi
olduğu söylenemez.
28. Açıklanan nedenlerle, başvurucu tarafından ileri sürülen
iddialar çerçevesinde bir temel hak ihlalinin olmadığı anlaşıldığından,
başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun
olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Yargılamanın Sonucunun Adil Olmadığı İddiası
29. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun
yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
30. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
31. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine
karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü
fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen
kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel
başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
32. Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak derece mahkemeleri
önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece
mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup
olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun istisnası, derece
mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının bariz takdir hatası veya açık keyfilik
içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve
özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti
niteliğindeki başvurular, bariz takdir hatası veya açık keyfilik bulunmadıkça
Anayasa Mahkemesince esas yönünden incelenemez (B.No: 2012/828, 21/11/2013, § 21).
33. Başvuru konusu olayda, başvurucu, yasanın eksik ve hatalı
değerlendirilmesi sonucu talebin reddine karar verilmek suretiyle anayasal
haklarının ihlal edildiğini ileri sürmektedir. Dolayısıyla başvurucunun
iddialarının özü, derece mahkemesinin kanunu değerlendirme ve yorumlamada
isabet edemediğine ve esas itibariyle yargılamanın sonucuna ilişkindir.
Mahkeme, önceki kanun ile sonraki kanunu bir bütün olarak ayrı ayrı somut olay
yönünden değerlendirmiş ve önceki kanunun hükümlü (başvurucu) yönünden daha
lehe olduğunu değerlendirerek uyarlama talebini reddetmiştir.
34. Suçun işlendiği tarihte yürürlükte olan 765 sayılı
Kanun’un 240. maddesi eylemin niteliğine göre kademeli bir ceza öngörmüştür.
Suçun işlendiği tarihten sonra yürürlüğe giren 5237 sayılı Kanun’un görevi
kötüye kullanma suçu ile ilgili 257. maddesinde ise, kademeli ceza
uygulamasından vazgeçilmiş ve cezanın alt sınırı altı ay olarak belirlenmiştir.
Uyarlama öncesinde, eylemin niteliği dikkate alınarak olayda hafifletici
nedenlerin bulunmadığı kabul edilmiş ve 765 sayılı Kanun’un 240. maddesinin
birinci cümlesi uyarınca uygulama yapılarak "bir
yıl hapis cezasının" eyleme uygun olduğu düşüncesiyle alt
sınırdan uzaklaşılmasına gerek görülmemiştir. Askeri Mahkemece uyarlama
yargılaması yapılırken, "suçun işleniş
biçimi, suçun işlendiği yer ve zaman ve hükümlünün kastının ağırlığı"
şeklindeki gerekçe ile temel cezanın teşdiden bir yıl
olarak belirlenmesi gerektiği ve 765 sayılı Kanun’un 80. maddesi uyarınca
yapılacak asgari artırımın, 5237 sayılı Kanun’un 43. maddesinde yazılı artırım
oranına göre daha düşük olduğu belirtilerek, mülga 765 sayılı Kanun kapsamında
yapılan uygulamanın sanık lehine olduğu sonucuna varılmıştır.
35. Başvurucu, yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu
deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığına, kendi delillerini ve
iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı tarafça sunulan delillere ve
iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına ya da
uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi
tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi
mahkemenin kararında bariz takdir hatası veya açık keyfilik oluşturan herhangi
bir durum da tespit edilmemiştir.
36. Açıklanan nedenlerle, başvurucu tarafından ileri sürülen
iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, derece mahkemesi
kararlarının bariz takdir hatası veya açık keyfilik içermediği anlaşıldığından,
başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun
olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle, başvurunun “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, yargılama giderlerinin başvurucu
üzerinde bırakılmasına, 10/12/2014 tarihinde OY
BİRLİĞİYLE karar verildi.