TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
SELÇUK DEMİR BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/9783)
|
|
Karar Tarihi: 22/1/2015
|
R.G. Tarih- Sayı: 10/6/2015-29382
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Akif YILDIRIM
|
Başvurucu
|
:
|
Selçuk DEMİR
|
Vekili
|
:
|
Av. İbrahim Emin YAZI
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, yargılandığı
davada, ek oturum açılarak kendisinin katılmadığı oturumda müştekinin dinlenmesi,
haksız yere tutuklanması ve delillerin eksik toplanması sonucu mahkûmiyetine
karar verilmesi nedenleriyle, Anayasa’nın 19. ve 36. maddelerinde belirtilen özgürlük ve güvenlik hakkı ile adil yargılanma hakkının
ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespitiyle, yeniden yargılama
yapılmasına ve uğradığı manevi zararın tazminine karar verilmesini talep
etmiştir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 10/6/2014 tarihinde Ankara Batı 3. Ağır Ceza Mahkemesi
vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin
bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci
Komisyonunca, 31/10/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru dilekçesi ve
eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP sisteminden temin edilen ek bilgilere
göre olaylar özetle şöyledir:
5. Başvurucu irtikap suçundan
Sincan 3. Sulh Ceza Mahkemesinin 12/1/2010 tarih ve 2010/3 Sorgu sayılı kararı
ile tutuklanmıştır.
6. Başvurucu hakkında Sincan
Cumhuriyet Başsavcılığının 14/1/2010 tarih ve E.2010/271 sayılı iddianamesi ile
irtikap suçundan cezalandırılması istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesine kamu
davası açılmıştır.
7. Başvurucu, yargılama
sırasında Sincan 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 1/4/2010
tarih ve 2010/661 D. İş sayılı kararıyla
salıverilmiştir.
8. Başvurucunun eyleminin
görevi kötüye kullanma suçunu oluşturduğunun kabulü ile Sincan 1. Ağır Ceza
Mahkemesinin 19/10/2010 tarih ve E.2010/41, K.2010/202 sayılı kararı ile
cezalandırılmasına karar verilmiştir.
9. Başvurucu ve Cumhuriyet
Savcısı tarafından anılan kararın temyizi üzerine, Yargıtay 5. Ceza Dairesinin
19/9/2011 tarih ve E.2011/3764, K.2011/20919 sayılı ilamı ile hüküm
bozulmuştur.
10. Bozmadan sonra yeniden
yargılama yapan Mahkeme, 9/10/2012 tarih ve E.2011/277, K.2012/368 sayılı
kararı ile başvurucunun görevi kötüye kullanma suçundan 5 ay hapis cezası
cezalandırılmasına karar vermiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şu şekildedir:
“…
D E L İ L L E R:
Sanıkların
savunmaları, müşteki beyanları, tanık beyanları, nüfus ve adli sicil kayıtları,
adli emanet makbuzu, yakalama üst arama ve geçici muhafaza altına alma
tutanağı, mahkememiz 19/10/2010 tarih 2010/41-202 esas ve karar sayılı ilamı,
Yargıtay 5. Ceza Dairesinin 19/09/2011 tarih 2011/3764-20919 esas ve karar
sayılı bozma ilamı, raporlar, nüfus ve adli sicil kayıtları, diğer bilgi ve
belgeler ile tüm dosya kapsamı.
DELİLLERİN
DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE:
Sanık ve müşteki
anlatımları ile tüm dosya kapsamı hep birlikte değerlendirildiğinde;
sanıklardan Selçuk Demir'in [Başvurucu] Sincan 2. İcra
Dairesi'nde müdür yardımcısı, sanık H. S.’nin zabıt
katibi, sanık M. K.’nin ise olay öncesinde 657 Sayılı
Devlet Memurları Kanunu'nun 4/C maddesine tabi sözleşmeli personel olduğu,
24/11/2009 tarihinde sözleşmesinin sona erdiği, ancak aynı dairede yeni
sözleşmesi yapılıncaya kadar çalışmaya devam ettiği, müşteki O. K.’nin Ankara 24. İcra Dairesi'nin 2005/5824 esas sayılı
dosyasında borçlu olduğu, hakkında icra takibine geçildiği, bu nedenle menkul
ve gayri menkul mallarına haciz konulması için Sincan 2. İcra Dairesi'ne
talimat yazıldığı, talimatın Sincan 2. İcra Dairesinin 2005/2078 talimat
numarasına kaydedildiği, 10/10/2005 tarihinde Sincan Tapu Sicil Müdürlüğü'ne
müzekkere yazılarak müştekinin Sincan'da bulunan 1167 Ada 36 Parsel sayılı
taşınmazına haciz konulduğu, bu talimat dosyasından dolayı müştekinin zaman
zaman evrakını takip etmek için Sincan 2. İcra Dairesi'ne gelip-gittiği, bu
dönemde müştekinin Ankara 24. İcra Müdürlüğü'ndeki dosyasından taşınmaz
üzerindeki haczin kaldırılmasına ilişkin müzekkereyi alarak 06/01/2010 günü
talimat işlerini yürüten sanıkların çalıştığı Sincan 2. İcra Dairesi'ne geldiği
müdür yardımcısı Selçuk ile görüştüğü, Selçuk'un müştekinin beyanına göre
"bizim burada resmi görevlimiz yok, ben dışarıdan bir adam tuttum, onun
maaşını da biz veriyoruz, o adama 20-30 TL. para ver, dosyaları hemen çıkarsın,
yoksa 15-20 gün beklersin" dediği, müştekinin bunun üzerine parası
olmadığını söyleyerek icra dairesinden ayrıldığı ve 08/01/2010 tarihinde Sincan
Cumhuriyet Başsavcılığı'na şikayette bulunduğu, Cumhuriyet Savcısının talimatı
üzerine Emniyet Müdürlüğünce müştekiye seri numarası alınmış 20.TL.lik 2(iki)
adet banknotun verildiği, müştekinin Sincan Emniyet Müdürlüğü sivil ekipleri
ile beraber olay günü saat 14:30 sıralarında icra dairesine gittiği, Selçuk
Demir'in yanına uğradığı, sanık Selçuk'un bir neden söylemeden saat 17:00'de
gelmesini istediği, müşteki O. K.’nin daireden
ayrılarak saat 17:00 sıralarında yeniden icra dairesine geldiği, sanık Selçuk'a
uğradığı, Selçuk'un müştekiyi diğer sanık H. S.’ye
yönlendirdiği, H. S.’nin müştekiye "biz mahsen dosyalarını cuma günü çıkartıyoruz, o gün gel"
dediği, müştekinin ısrarı üzerine sanık Selçuk'un müştekiye hitaben "git
M.'yi bul" dediği, müştekinin sanık M.'yi aradığı, ancak bulamadığı, bir süre sonra tekrar icra
dairesine döndüğünde 2005/2078 talimat sayılı dosyanın mahsenden
çıkarıldığını ve H. S.’nin masasında olduğunu
gördüğü, bu sırada sanık M.'nin daireye geldiği,
müştekiye "ne yapacaksan yap da iş bir an önce bitsin" dediği, M.'nin sanık Selçuk'un odasına girip çıktığı, sonradan
müştekiye para vermesi için el işareti yaptığı, müştekinin de daha önce seri
numaraları alınan 20.-TL.lik banknotu verdiği, parayı alan M.'nin diğer sanık Selçuk'a başı ile işaret yaptığı ve
dışarıya çıktığı, bu olayı icra müdürlüğünün dış kapısındaki gözetleme
deliğinden takip eden Emniyet Müdürlüğü sivil ekiplerinin de gördüğü, M.'yi yakalayıp üst araması yaptıklarında önceden seri
numarası tespit edilmiş ve müştekiye verilmiş 20.-TL.lik banknotun sanık M.'nin üzerinde bulunduğu, bu hususun tutanakla tespit
edildiği, bu işlemlerin icra dairesinin dışında olduğu, diğer iki sanığın M.'nin polisler tarafından yakalandığını görmediği, para
alındıktan sonra sanık H.'nin Tapu Sicil Müdürlüğü'ne
gönderilecek müzekkereyi hazırlayıp sanık Selçuk'a imzalatıp bir nüshasını
elden müşteki O.’ya verdiği, bu sırada sivil ekiplerinin
sanık M. ile ilgili işlemleri bitirip daireye döndükleri ve diğer sanıkları
yakaladıkları anlaşılmıştır...”
11. Kararın başvurucu tarafından
temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 5. Ceza Dairesinin 21/4/2014 tarih ve
E.2013/16401, K.2014/4472 sayılı ilamı ile hüküm onanmıştır.
12. Başvurucuya onama kararı
3/6/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.
13. Bireysel başvuru, 10/6/2014 tarihinde yapılmıştır.
B. İlgili Hukuk
14. 26/9/2004 tarih ve 5237
sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 250. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Görevinin sağladığı
nüfuzu kötüye kullanmak suretiyle kendisine veya başkasına yarar sağlanmasına
veya bu yolda vaatte bulunulmasına bir kimseyi icbar eden kamu görevlisi, beş
yıldan on yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Kamu görevlisinin haksız
tutum ve davranışları karşısında, kişinin haklı bir işinin gereği gibi, hiç
veya en azından vaktinde görülmeyeceği endişesiyle, kendisini mecbur
hissederek, kamu görevlisine veya yönlendireceği kişiye menfaat temin etmiş
olması halinde, icbarın varlığı kabul edilir.”
15. 5237 sayılı Kanun’un 257.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Kanunda ayrıca
suç olarak tanımlanan haller dışında, görevinin gereklerine aykırı hareket
etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da
kişilere haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar
hapis cezası ile cezalandırılır.”
16. 4/12/2004 tarih ve 5271
sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 233. maddesi şöyledir:
“(1) Mağdur ile şikâyetçi, Cumhuriyet savcısı
veya mahkeme başkanı veya hâkim tarafından çağrı kâğıdı ile çağırılıp dinlenir.
(2) Bu hususta
yapılacak çağrı bakımından tanıklara ilişkin hükümler uygulanır.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
17. Mahkemenin 22/1/2015
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 10/6/2014 tarih ve 2014/9783
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
18. Başvurucu, Sincan 2. İcra
Müdürlüğünde müdür yardımcısı olarak çalıştığını, müşteki borçlu O. K.
tarafından icra dosyasının mahzenden çıkarılması amacıyla icra dairesinde
çalışan diğer sanık M. K. için para isteyerek irtikap suçunu işlediği
iddiasıyla kamu davası açıldığını, soruşturma aşamasında tutuklandığını,
1/4/2010 tarihine kadar tutuklu kaldığını, bu tarihte itiraz üzerine tahliye
edildiğini, tutuklama kararlarının gerekçesiz olduğunu, ayrıca dosyada
30/3/2010 tarihinde verilen keşif ara kararından 29/4/2010 tarihli celsede
dönüldüğünü, keşif yapılması taleplerinin gerekçesiz olarak reddedildiğini,
dinlenilmesine karar verilen tanıkların dinlenilmesinden sonradan
vazgeçildiğini, bozma sonrasında 28/2/2012 tarihli celsede müştekinin yeniden
dinlenmesi talebinin kabul edilerek duruşmanın 3/4/2010 tarihine ertelenmesine
karar verilmesine karşın, günsüz olarak celse açılarak müştekinin 5/3/2010
tarihinde kendisinin katılmadığı oturumda dinlendiğini, müştekiyi
sorgulayamadığını, tutuklama ve tutukluluk halinin devamına ilişkin kararların
gerekçesiz olduğunu belirterek, Anayasa'nın 19. ve 36. maddelerinde yer verilen
özgürlük ve güvenlik hakkı ile adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini
ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Anayasa'nın 19.
Maddesinde Güvence Altına Alınan Hakların İhlal Edildiği İddiaları Yönünden
19. Başvurucu, haksız olarak tutuklu
kalmasından, tutuklama
ve tutukluluk halinin devamına ilişkin kararların gerekçesiz olmasından dolayı özgürlük ve güvenlik hakkının ihlal
edildiğini şikâyet etmektedir.
20. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun’un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai
işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler.”
21. Bu hüküm gereğince Anayasa Mahkemesi,
23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine
yapılacak bireysel başvuruları inceler. Dolayısıyla Mahkemenin zaman bakımından
yetkisi ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvurularla sınırlıdır. Kamu
düzenine ilişkin bu düzenleme karşısında, anılan tarihten önce kesinleşmiş
nihaî işlem ve kararları da içerecek şekilde yetki kapsamının genişletilmesi
mümkün değildir (B. No: 2012/832, 12/2/2013, § 14).
22. Devam eden tutukluluğun hukuka aykırı olduğu
iddiasıyla yapılan bireysel başvurularda şikâyetlerin temel amacı, tutukluluğun
hukuka aykırı olduğunun ya da devamını haklı kılan sebep veya sebeplerin
bulunmadığının tespitidir. Bu tespit yapıldığı takdirde buna bağlı olarak
ilgilinin tutukluluk halinin devamına gerekçe olarak gösterilen hukuki
sebeplerin varlığı sona erecek ve böylece kişinin serbest kalmasının yolu
açılabilecektir. Bu amaçla yapılan bir başvuruda, itiraz kanun yolunda
çelişmeli yargılama ve/veya silahların eşitliği gibi ilkelere uygun olarak bir
inceleme yapılıp yapılmadığı da dikkate alınacaktır. Dolayısıyla belirtilen nedenlerle
ve serbest bırakılmayı temin edebilecek bir karar alma amacıyla yapılacak
bireysel başvuruların, olağan kanun yolları tüketilmek şartıyla, tutukluluk
hali devam ettiği sürece yapılabilmesi mümkündür (B. No: 2012/726, 2/7/2013, §
30).
23. Ancak başvurucu tahliye olmuş ya da ilk derece mahkemesi kararı
ile hakkında hüküm tesis edilmiş ise bu
takdirde serbest kalma ihtimali ortadan kalkmaktadır. Bu durumda talep, hukuka
aykırılığın tespiti ve gerekiyorsa belli bir miktar tazminata hükmedilmesiyle sınırlı
kalacaktır. Dolayısıyla bu tür ihlal iddiaları bakımından varsa olağan kanun
yolları denendikten sonra ve gerekiyorsa bireysel başvuru yapılmalıdır (B. No:
2012/726, 2/7/2013, § 31).
24. Ne var ki başvurunun kabul edilebilmesi için
ihlal iddiasına dayanak teşkil eden nihai işlem veya kararların 23/9/2012 tarihinden evvel kesinleşmemiş olmaları
da gerekmektedir. Nihai işlem veya kararların anılan tarihten önce
kesinleştikleri tespit edildiği takdirde ilgili şikâyetler bakımından
başvurunun kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir. Mahkemenin yargı
yetkisine ilişkin bu tespitin bireysel başvuru incelemesinin her aşamasında
yapılabilmesi mümkündür (B. No: 2012/726, 2/7/2013, § 32).
25. Somut olayda başvurucu, Sincan 3. Sulh Ceza Mahkemesinin
12/1/2010 tarih ve 2010/3 Sorgu sayılı kararıyla tutuklanmış, Sincan 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 1/4/2010
tarih ve 2010/661 D. İş sayılı kararıyla
da salıverilerek tutukluluk hâli sona
ermiştir.
26. Başvurucunun tutukluluğa ilişkin şikâyetlerine konu olan kararların Anayasa
Mahkemesinin yetkisinin başladığı tarihten önce kesinleştiği anlaşıldığından,
başvurunun bu kısmının, “zaman bakımından
yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
2. Anayasa'nın 36.
Maddesinde Güvence Altına Alınan Hakların İhlal Edildiği İddiaları Yönünden
a. Aleyhinde Beyanda Bulunan Müştekiyi (Tanığı) Sorguya Çekme
Hakkının İhlal Edildiği İddiası
27. Başvurucu, yargılandığı davada
bozma sonrasında, 28/2/2012 tarihli celsede müştekinin yeniden dinlenmesi
talebinin kabul edilerek duruşmanın 3/4/2010 tarihine ertelenmesine karar
verilmesine karşın, müştekinin ek oturum açılarak 5/3/2010 tarihinde kendisinin
katılmadığı oturumda dinlenildiğini, bu sebeple müştekiyi sorgulayamadığını
iddia etmiştir.
28. Anayasa’nın 36. maddesinin
birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma
hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) “Adil yargılanma hakkı”
kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (B. No: 2012/1049,
26/3/2013, § 22).
29. AİHS’in “Adil yargılanma hakkı” başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı
fıkrası ve (3) numaralı fıkrasının (d) bendi şöyledir:
“1. Herkes davasının, … cezai alanda kendisine
yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş,
bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, adil ve kamuya açık olarak, …
görülmesini isteme hakkına sahiptir.
…
3. Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara
sahiptir:
…
d) İddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma
tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında davet edilmelerinin ve
dinlenmelerinin sağlanmasını istemek;
…”
30. AİHS’in 6. maddesinin (3) numaralı
fıkrasında yer alan ve “suç isnadı altındaki
kişiler”e
ilişkin olan “suçlamayla ilgili
bilgilendirilme”, “savunma için
yeterli zaman ve kolaylıklara sahip olma”, “bizzat, müdafii vasıtasıyla
veya adli yardımla savunma”, “tanık
dinletme ve tanık sorgulama” ile “çevirmenden
ücretsiz yararlanma” hakları, 6. maddenin (1) numaralı fıkrasında
koruma altına alınmış daha genel nitelikteki “hakkaniyete
uygun yargılanma” hakkının özel görünüm şekilleridir (Sakhnovskiy/Rusya
[BD], B. No: 21272/03, 2/11/2010, § 94; Asadbeyli ve
Diğerleri/Azerbaycan, B. No: 3653/05 14729/05
16519/06, 11/12/2012, §§ 130-132).
31. Bu nedenle AİHS’in 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasındaki özel
güvencelerin, 6. maddenin (1) numaralı fıkrasında yer alan hakkaniyete uygun
yargılanma hakkı ışığında değerlendirilmesi gerekir. Diğer taraftan 6. maddenin
(3) numaralı fıkrasının (a-e) bentlerinde düzenlenen güvenceler arasında da bağ
bulunmakta olup bunlardan her biri yorumlanırken diğerleri dikkate alınmalıdır
(Bkz. Pélissier ve Sassi/Fransa [BD], B. No:
25444/94, 25/3/1999, §§ 51-54.).
32. Yargılama makamları
yargılamanın taraflarınca ileri sürülen iddiaları ve gösterdikleri delilleri
gereği gibi incelemek zorundadır. Bununla birlikte, belirli bir davaya ilişkin
olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili
olup olmadığına karar verme yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir (Benzer
yöndeki AİHM kararı için bkz. Barbera Messegue ve Jabardo/İspanya,
B.No:10590/83, 6/12/1988, § 68). Mevcut yargılamada
geçerli olan delil sunma ve inceleme yöntemlerinin adil yargılanma hakkına
uygun olup olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi kapsamında
olmayıp, Mahkemenin görevi başvuru konusu yargılamanın bütünlüğü içinde adil
olup olmadığının değerlendirilmesidir. Genel anlamda hakkaniyete uygun bir
yargılamanın yürütülebilmesi için “silahların
eşitliği” ve “çelişmeli
yargılama” ilkeleri ışığında, taraflara iddialarını sunmak hususunda
uygun olanakların sağlanması şarttır. Taraflara tanık delili de dahil olmak
üzere delillerini sunma ve inceletme noktasında da uygun imkanların tanınması
gerekir. Bu anlamda, delillere ilişkin dengesizlik veya hakkaniyetsizlik
iddialarının da yargılamanın bütünü ışığında değerlendirilmesi gerekir (B. No:
2013/1213, 4/12/2013, § 27).
33. Tanık, yargılamaya konu olay
ile ilgili karar vermeye yetkili mahkemenin kullandığı müşahhas ispat
vasıtalarındandır. Tanık beyanı ise taraflardan olmayan ancak olayın tanığı
olmuş bir kişinin söz konusu olay hakkında edindiği bilgileri sübut konusunda
karar verecek olan mahkeme ya da bu mahkeme yerine duruşma yaparak tanık
dinlemeye yetkili kılınmış bir mahkeme veya hâkim huzurunda tanıklık ederken
yaptığı sözlü açıklamalardır (B. No: 2013/99, 20/3/2014, § 45).
34. Mağdur ile şikâyetçi de, soruşturma ve kovuşturma evrelerinde kendilerine tanınan
haklar ile diyalektik yargılamanın gerçekleştirilmesine katkıda bulunarak adil
bir hükme ulaşılmasını sağlayan ceza muhakemesinin aktif süjeleridir (AYM, E.
2011/37, K. 2012/69, K. T. 17/5/2012).
35. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesine (AİHM)
göre, tanık kelimesi özerk bir şekilde yorumlanmalıdır (Bönisc/Avusturya, B. NO: 8658/79, 6/5/1985, §§
31-32). İster duruşmada okunsun ister okunmasın, ifadeleri mahkeme önünde
bulunan ve mahkeme tarafından dikkate alınan kişiler, AİHS’in
6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi bakımından tanık olarak
görülmektedir (Kostovski/Hollanda, B. No: 11454/85, 20/11/1989, §
40). Diğer bir anlatımla, AİHM’e göre tanık; sanığa
isnat edilen fiil hakkında bilgi veren herhangi bir kişidir. Bu bağlamda; şuçun iştirak edeni, olayın mağduru, şikâyetçi (müşteki),
devletin görevlendirdiği gizli/gizli olmayan soruşturmacı da tanık olabilir.
36. Başvurucunun aleyhine olan
tanıkları sorguya çekme veya çektirme, lehine olan tanıkların da aleyhine olan
tanıklarla aynı koşullar altında davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin
sağlanmasını isteme hakkı AİHS’in 6. maddesinin (3)
numaralı fıkrasının (d) bendi kapsamında düzenlenmiştir. Bu nedenle
başvurucunun, olayın doğrudan tanığı olan müştekinin ek oturum açılmak
suretiyle yokluğunda dinlenmesi nedeniyle ona soru soramadığı yönündeki
iddiasının Anayasa’nın 36. ve AİHS’in 6. maddesinin
(3) numaralı fıkrasının (d) bendi kapsamında değerlendirilmesi gerekir.
37. AİHS’in 6. maddesinin (3) numaralı
fıkrasının (d) bendinde ilk olarak, sanığın iddia tanıklarını sorguya çekme
veya çektirme hakkı güvence altına alınmıştır. Kovuşturma sırasında bütün
kanıtların tartışılabilmesi için, kural olarak, bu kanıtların aleni bir
duruşmada ve sanığın huzurunda ortaya konulmaları gerekir. Bu kural istinasız
olmamakla birlikte, eğer bir mahkûmiyet sadece veya belirleyici ölçüde, sanığın
soruşturma veya yargılama aşamasında sorgulama veya sorgulatma imkânı
bulamadığı bir kimse tarafından verilen ifadelere dayandırılmış ise, sanığın
hakları Sözleşme’nin 6. maddesindeki güvencelerle bağdaşmayacak ölçüde
kısıtlanmış olur. Olayın tek tanığı varsa ve sadece bu tanığın ifadesine
dayanılarak hüküm kurulacak ise, bu tanık duruşmada dinlenmeli ve sanık tarafından
sorgulanmalıdır. Bu tanığın, sanığın sorgulamadığı bir dönemde alınan önceki
ifadesine dayanılarak mahkûmiyet kararı verilemez (B. No: 2013/99, 20/3/2014, §
46).
38. AİHS’in 6. maddesinin (1) numaralı
fıkrası ve aynı maddenin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi, sanığa, aleyhte
ifade veren tanığın beyanlarına, tanık ifadesinin alındığı sırada ya da
yargılamanın daha sonraki bir aşamasında itiraz imkânı tanınması gerektiğine
işaret etmektedir (Bkz: Van Mechelen ve Diğerleri/Hollanda,
B. No: 21363/93, 21364/93, 21427/93 ve 22056/93, 23/4/1997, § 51 ve Lüdi/İsviçre, B. No: 12433/86, 15/6/1992, §
49). AİHS’in 6. maddesinin (1) ve (3) numaralı
fıkraları, devletlere bu yönde olumlu önlemler almayı zorunlu kılmaktadır. Bu
önlemler, sanığa aleyhte ifade veren tanıklara soru sorma ya da sordurma
hakkını sağlamayı da kapsamaktadır (Sadak ve
Diğerleri/Türkiye, B. No: 29900/96, 29901/96, 29902/96, 29903/96, §
67).
39. Başvurucunun, hakkında gerçekleştirilen
ceza yargılaması sürecinde tanıklara soru yöneltebilmesi, onlarla
yüzleşebilmesi ve tanıkların beyanlarının doğruluğunu test etme imkânına sahip
olması, adil bir yargılamanın yapılabilmesi bakımından gereklidir. Böylelikle
başvurucu, aleyhindeki tanık beyanlarının zayıf/itibar edilmez noktalarını
ortaya koyup çelişmeli yargılama ilkesine uygun olarak onların güvenilirliğini
huzurda test edebilecek, tanığın inandırıcılığı ve güvenilirliği bakımından sorduğu
sorularla kendi lehine sonuçlar ortaya çıkartabilecek ve yargılama makamının
uyuşmazlık konusu olayı sadece iddia makamının ileri sürdüğü şekliyle değil
savunmanın argümanlarıyla da algılamasını sağlayabilecektir.
40. AİHM, olayın tek delili bir tanık
anlatımı ise veya başka deliller de var olmasına rağmen mahkûmiyet hükmü tek bir
tanık anlatımı üzerine inşa ediliyorsa (tanık beyanı esaslı ve tek delil olarak
değerlendirilmiş ise) bu durumda, bahse konu tanığın muhakkak surette duruşmada
dinlenilmesini ve sanıkla yüzleştirilmesini adil yargılanma hakkı bakımından zaruri
görmektedir (bkz. Sadak
ve Diğerleri/Türkiye, B. No: 29900/96, 29901/96, 29902/96, 29903/96,
§ 64).
Gerçekten de bu önemdeki bir tanığa sanığın (başvurucunun) soru sorabilmesi,
onunla yüzleşebilmesi ve yargılama makamında vicdani kanaatin savunmanın
argümanları da gözetilerek sağlıklı bir şekilde oluşabilmesi için bu bir
zorunluluk olarak belirmektedir. 5271 sayılı Kanun’un 210.
maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre de olayın delili, bir tanığın
açıklamalarından ibaret ise, bu tanık duruşmada mutlaka dinlenir. Daha önce
yapılan dinleme sırasında düzenlenmiş tutanağın veya yazılı bir açıklamanın
okunması dinleme yerine geçemez.
41. Somut olayda, müşteki O. K.
duruşmanın yapılacağı gün ve saatte hastanede olacağını ve duruşma günü
haricinde beyanda bulunmayı talep etmesi üzerine Mahkeme, 5/3/2012 tarihinde
önceden belirlenen günü olmamasına rağmen iddia makamının olumlu görüşü
doğrultusunda ek oturum açarak, Cumhuriyet Savcısı hazır olduğu halde
müştekinin beyanlarını almıştır. Müştekinin beyanlarının alındığı sırada sanık
(başvurucu) ve müdafii davet edilmediklerinden hazır
olamamıştır.
42. Yargılamanın 3/4/2012
tarihli 4. celsesinde, 5/3/2012 tarihinde ek oturum açılmak suretiyle beyanları
tespit edilen müşteki O. K.’nin ifadelerini içeren
tutanak sanık (başvurucu) ve müdafii huzurdayken
okunmuştur. Başvurucu ve vekili, müşteki beyanlarının aleyhe olan kısımlarını
kabul etmediklerini beyan etmişler, müştekinin yeniden dinlenilmesi veya
müştekiyi sorgulama iradelerini içerir taleplerde bulunmamışlardır. Sonraki
celselerde de bu yönde herhangi bir talepleri olmamıştır.
43. Başvurucu ve vekilinin,
yargılamanın 9/10/2012 tarihli son (hüküm) celsesindeki esas hakkında
savunmaları şöyledir:
“Mütalaayı kabul etmiyoruz. Öncelikle daha önceki tüm esas hakkındaki
yazılı ve sözlü savunmalarımızı tekrarla, suç unsurlarının sübut bulmadığı ve
savunmanın aksine, mahkûmiyet için yeterli delil elde edilemediği dikkate
alınarak öncelikle beraat kararı verilmesini talep ediyoruz. Mahkeme aksi
kanaatte ise lehe olan tüm yasa hükümlerinin uygulanmasını talep ediyoruz dedi.
Soruldu: CMK 231 maddenin uygulanmasına muvafakatimiz yoktur. Bu nedenle
uygulanmasın.”
44. Başvuru formu ve ekli
belgelerden; başvurucunun, suçlamanın nedenleri ve niteliği hakkında
bilgilendirildiği, duruşmada hazır bulunmasının sağlandığı, savunmasını
hazırlaması için gerekli zaman ve kolaylıklardan faydalandırıldığı, savunma
yapmak için süre talebinin kabul edildiği, kendisini mahkeme huzurunda müdafii vasıtasıyla savunduğu anlaşılmıştır. Ancak
başvurucu ve vekili, bozma sonrasındaki yargılamada katıldıkları oturumlarda
veya dilekçelerinde ek oturum açılmak suretiyle dinlenen müştekinin yeniden
dinlenilmesini veya müştekiyi sorgulamasıyla ilgili talepte bulunmamışlardır.
Kaldı ki, müşteki bozma öncesi yargılamada başvurucunun da hazır bulunduğu
celsede dinlenmiş; başvurucu, müştekinin anlatımlarının aksine kendi
savunmasını doğrulayacak bir tanığın dinlenilmesi talebinde bulunmuştur.
Başvurucunun bu talebi ilk derece Mahkemesince kabul edilmiş ve sonraki celse
bahsi geçen tanık dinlenmiştir.
45. Başvurucu, eğer müştekinin
ek oturum açılmak suretiyle dinlendiği celsede hazır olmuş olsaydı mahkeme
önünde dile getiremediği hangi ilave tezleri ileri süreceğine veya müştekiye
hangi soruları soracağına ilişkin olarak da herhangi bir açıklamada bulunmamış,
müşteki beyanlarından aleyhe olan kısımları kabul etmediğini beyan etmiş ve beraatini talep etmiştir. Öte yandan mahkeme huzurunda
savunmasını yapan başvurucu, duruşmalarda ve dilekçelerinde müştekiye soru
sorma veya müştekiyi sorgulatma talebinde de bulunmamıştır. Söz konusu
yargılamada başvurucu hakkında verilen karar, sadece müşteki beyanına
dayanılarak da verilmemiştir. Diğer bir deyişle, hüküm, müşteki anlatımı üzerine de inşa
edilmemiştir.
46. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun yargılandığı davada aleyhinde beyanda bulunan müştekiyi sorguya
çekme hakkının ihlal edildiği iddiasının “açıkça
dayanaktan yoksun” olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Delillerin Eksik Toplandığı ve Taleplerinin
Karşılanmadığı İddiası
47. Başvurucu, Mahkemece
30/3/2010 tarihinde verilen keşif ara kararından 29/4/2010 tarihli celsede
dönüldüğünü, keşif yapılması taleplerinin gerekçesiz olarak reddedildiğini,
dinlenilmesine karar verilen tanıkların dinlenilmesinden sonradan
vazgeçildiğini belirterek, bu hususların adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini
ileri sürmüştür
48. Anayasa’nın 148. maddesinin
dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi
gereken hususlarda inceleme yapılamaz”
49. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları
ve incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Mahkeme, …açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
50. 6216 sayılı Kanun’un 48.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların
Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın
148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular
kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin
şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
51. Anılan kurallar uyarınca,
ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve
olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının
yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili
varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine
konu olamaz. Bunun istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının
bariz takdir hatası veya açık keyfilik içermesi ve bu durumun kendiliğinden
bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu
çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, bariz takdir hatası
veya açık keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince esas yönünden incelenemez
(B.No: 2012/828, 21/11/2013,
§ 21).
52. Adil yargılanma hakkı
bireylere dava sonucunda verilen kararın değil, yargılama sürecinin ve usulünün
adil olup olmadığını denetletme imkânı verir. Bu nedenle, bireysel başvuruda
adil yargılanmaya ilişkin şikâyetlerin incelenebilmesi için başvurucunun
yargılama sürecinde haklarına saygı gösterilmediğine, bu çerçevede yargılama
sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığı
veya bunlara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığı, kendi
delillerini ve iddialarını sunamadığı ya da uyuşmazlığın çözüme
kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi tarafından dinlenmediği
veya kararın gerekçesiz olduğu gibi, mahkeme kararının oluşumuna sebep olan
unsurlardan değerlendirmeye alınmamış eksiklik, ihmal ya da açık keyfiliğe
ilişkin bir bilgi ya da belge sunmuş olması gerekir (B.No:
2013/2767, 2/10/2013, § 22).
53. Yargılama makamları
yargılamanın taraflarınca ileri sürülen iddiaları ve gösterdikleri delilleri
gereği gibi incelemek zorundadır. Bununla birlikte, belirli bir davaya ilişkin
olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili
olup olmadığına karar verme yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir. Mevcut
yargılamada geçerli olan delil sunma ve inceleme yöntemlerinin adil yargılanma
hakkına uygun olup olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi kapsamında
olmayıp, Mahkemenin görevi başvuru konusu yargılamanın bir bütün olarak adil
olup olmadığının değerlendirilmesidir (B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 27).
54. Genel anlamda hakkaniyete
uygun bir yargılamanın yürütülebilmesi için “silahların
eşitliği” ve “çelişmeli
yargılama” ilkeleri ışığında, taraflara iddialarını sunmak hususunda
uygun olanakların sağlanması şarttır. Taraflara tanık delili de dâhil olmak
üzere delillerini sunma ve inceletme noktasında uygun imkânların tanınması
gerekir. Bu anlamda, delillere ilişkin dengesizlik veya hakkaniyetsizlik
iddialarının yargılamanın bütünü ışığında değerlendirilmesi gerekir (B. No:
2013/1213, 4/12/2013, § 27). AİHM de delillerin kabul edilebilirliğine ilişkin şikayetleri,
somut davada kullanılan delilin sanığın hazır bulunduğu duruşmada ve “silahların eşitliği” ve “çelişmeli yargılama” ilkelerine uygun
olarak sunulması/tartışılması ya da söz konusu delillerin yargılamanın bütününe
olan etkisi çerçevesinde değerlendirmektedir (Tamminen/Finlandiya, B.No:
40847/98, 15/6/2004, §§ 40-41; Barberà, Messegué ve Jabardo/İspanya,
B.No: 10590/83, 6/12/1988, §§ 68, 81-89).
55. AİHM, bariz bir şekilde
keyfi olmadıkça, belirli bir kanıt türünün –iç hukuk açısından hukuka aykırı
olarak elde edilmiş kanıtlar da dâhil olmak üzere– kabul edilebilir olup
olmadığına veya aslında başvurucunun suçlu olup olmadığına karar vermenin kendi
görevi olmadığını kararlarında ifade etmektedir. AİHM, kanıtların elde edilme
yöntemi de dâhil olmak üzere yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığını
ve AİHS’teki bir hakkın ihlali söz konusu ise tespit
edilen ihlalin niteliğini inceleme konusu yapmaktadır (Jalloh/Almanya [BD], B.No: 54810/00,
11/07/2006, § 95; Desde/Türkiye, B.No:
23909/03, 1/2/2011, § 125; Khodorkovskiy ve Lebedev/Rusya,
B.No: 11082/06, 13772/05, 25/7/2013, § 699) AİHM’e göre, delillerle ilgili esas olarak başvurucuya,
delillerin gerçekliğine itiraz etme ve kullanılmalarına karşı çıkma fırsatı
verilip verilmediği incelenmelidir (Bykov/Rusya [BD], B.No: 4378/02,
10/3/2009, § 90; Khodorkovskiy ve Lebedev/Rusya,
B.No: 11082/06, 13772/05, 25/7/2013, § 700).
56. Başvurucu, Mahkemece
30/3/2010 tarihinde verilen keşif ara kararından 29/4/2010 tarihli celsede
dönüldüğünü, keşif yapılması taleplerinin gerekçesiz olarak reddedildiğini,
dinlenilmesine karar verilen tanıkların dinlenilmesinden sonradan
vazgeçildiğini şikâyet etmiştir. Başvurucu, bu konudaki şikâyetlerini temyiz
merci önünde de dile getirmiştir.
57. Başvuru konusu olayda, bozma
öncesindeki yargılamanın 30/3/2010 tarihli celsesinde, olay mahallinde keşif
yapılmasına ve daha önce Mahkemede dinlenen tutanak imzacısı tanıkların (polis
memurlarının) keşif mahallinde de dinlenilmesine karar verilmiştir. Sonraki
celsede, olayın aydınlatılması için keşif yapılmasının zaruri olmadığı ve
tanıkların dinlenilmesinin dosyaya yeni bir katkı sağlamayacağı kanaatine
varılarak, keşif kararından ve tanıkların dinlenilmesinden vazgeçilmiştir.
Başvurucu müdafii, yargılamanın 17/6/2010 tarihli
celsesinde, olayın aydınlatılması bakımından keşif yapılmasının ne gibi bir
önemi olduğunu belirtmeden (soyut şekilde) keşif yapılması talebinde bulunmuş,
talebi kabul edilmemiştir. Keşif yapılmasına ve tanıkların dinlenilmesine
yönelik ara karardan gerekçeli şekilde dönülmüş ve sonraki celselerde başvurucu
müdafiince keşif yapılmasına yönelik soyut şekilde
yapılan talepler de daha önce bu hususta karar verildiği gerekçesiyle
reddedilmiştir. Tutanak imzacısı tanıklardan polis memuru A. Ö. duruşmada
dinlenildiğinden, diğer tanıkların dinlenilmesinin dosyaya katkı sağlamayacağı
belirtilerek, bu ara karardan da gerekçeli olarak vazgeçilmiştir.
58. Somut olayda, başvuru
dosyası kapsamından başvurucunun yargılamaya etkin olarak katılma imkânının
elinden alındığına, yargılamadaki konumunun önemli bir zarar gördüğüne,
delillerini sunma ve delillerin değerlendirilmesi konusunda farklı bir
muameleye tabi tutulduğuna dair somut bir veri bulunmamaktadır. Mahkeme’nin
delilleri değerlendirmesinde bariz takdir hatası veya açıkça keyfilik
bulunduğuna dair bir bulguya da rastlanmamıştır. Öte yandan, başvuru dosyası
incelendiğinde, “silahların eşitliği”
ve “çelişmeli yargılama”
ilkelerine aykırı olarak başvurucuya delillerini sunma, inceletme ve itiraz
etme hususlarında uygun olanakların sağlanmadığına ilişkin bir veri de
bulunmamaktadır.
59. Başvurucu, yargılama
sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi
olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı
tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı
bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının
derece mahkemesi tarafından dinlenmediğine veya kararın gerekçesiz olduğuna
ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi mahkemenin kararında bariz takdir
hatası veya açıkça keyfilik oluşturan herhangi bir durum da tespit
edilmemiştir.
60. Açıklanan nedenlerle,
başvurucunun delillerin eksik toplandığı ve taleplerinin karşılanmadığı
yönündeki iddialarının 'açıkça dayanaktan
yoksun' olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle,
A. Başvurunun,
1. Anayasa’nın 19. maddesi kapsamındaki
güvencelerin ihlali iddiaları yönünden “zaman
bakımından yetkisizlik”,
2. Anayasa’nın 36. maddesi kapsamındaki
güvencelerin ihlali iddiaları yönünden “açıkça
dayanaktan yoksun olması”,
nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına,
22/1/2015 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.