TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
HATİCE AVCI VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/9788)
|
|
Karar Tarihi: 22/9/2016
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Gökçe
GÜLTEKİN
|
|
|
Başvurucular
1. Hatice AVCI
|
|
|
2. Cennet
DAĞLI
|
|
|
3. Zülfü
DAĞLI
|
|
|
4. Fatma
TOPKARA
|
|
|
5. Mucahide DAĞLI
|
|
|
6. Şeyma
TOPKARA
|
|
|
7. Rabia
DORUM
|
|
|
8. Meryem
GÜNEŞ
|
|
|
9. Aysel
SERİN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; tapu iptali ve tescil davasında kesin hüküm
itirazının dikkate alınmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının, yargılamanın
uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, dava sonunda tapulu
taşınmazın yitirilmiş olmasıyla mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 3/6/2014 tarihinde Erdemli 1. Asliye Hukuk Mahkemesi
vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 17/5/2016 tarihinde
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı 18/5/2016 tarihinde, başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar vermiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesine herhangi bir görüş
sunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
7. Mersin ili Erdemli ilçesi Tırtar
Mahallesi Azılıköy mevkiinde kain 922 parsel sayılı
taşınmaz 1982 ile 1985 yılları arasında yapılan kadastro çalışmaları sonucunda
17/5/1985 tarihinde Hazine adına tespit görmüştür. Mehmet Dağlı süresi içinde
karara itiraz etmiştir.
8. İtiraz üzerine Tapulama Komisyonunun 22/12/1989 tarihli ve
922/24546 sayılı kararı ile Maliye Hazinesi adına yapılan tespit iptal edilmiş,
taşınmaz Mehmet Dağlı adına tespit edilerek tapu siciline tescil edilmesine
karar verilmiştir. Kararın kanunda öngörülen süre içinde verilmeme sebebi
işlerin yoğun olması ve kanun değişikliği ile gerekçelendirilmiştir.
9. Askı süresi içinde herhangi bir itiraz olmaması nedeniyle
karar 5/3/1990 tarihinde kesinleşmiş ve Mehmet Dağlı adına tapuya tescil
edilmiştir.
10. Mehmet Dağlı 15/7/1990 tarihinde vefat etmiştir. Mirasçı
olarak geride başvurucular kalmıştır.
11.Maliye Bakanlığı 25/7/1991 tarihli dava dilekçesiyle nizalı yerin devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan
yer olduğunu, zilyetlikle kazanılamayacağını belirterek Erdemli Asliye Hukuk
Mahkemesi nezdinde tapu iptali ve tescili davası açmıştır. Dava dilekçesinde
davalı olarak muris gösterilmiştir.
12. Duruşmaya gelen başvuruculardan Zülfü Dağlı ile keşif
yerinde hazır bulunan diğer mirasçılar dava konusu yerin kazandırıcı zamanaşımı
zilyetliği ile mülk edinmeye elverişli yerlerden olduğunu, söz konusu
taşınmazın üçüncü bir gerçek kişi tarafından daha önceki yıllarda ifa edilen
bir edim karşılığında murise devredildiğini belirterek davanın reddini
istemişlerdir.
13. Keşif sonucunda bilirkişi raporu Mahkemeye sunulmuş,
25/12/1991 tarihli bilirkişi raporunda söz konusu taşınmazın 40-50 yıldan bu
yana ziraat yapılan bir yer olduğu belirtilmiştir. Ayrıca keşif sırasında söz
konusu yerde mukim kişilerin tanıklıklarına başvurulmuştur. Mahkeme 26/12/1991
tarihli ve E.1991/304, K.1991/500 sayılı kararıyla davayı reddetmiştir. Kararın
gerekçesi şöyledir:
"...Dava konusu yere ait Kadastro tutanak
ve eklerinin celp ve tetkikinden, dava konusu yerin kadastro tespitinin 766
sayılı Kanun hükümlerine göre kayıt miktar fazlası olarak Hazine adına
yapıldığı, itiraz üzerine Komisyonca sonradan yürürlüğü giren 3402 sayılı yasa
hükümleri gereği davalıya verildiği ve davalı adına bu şekilde tapu
oluşturulduğu anlaşılmıştır.
Keşif sırasında toplanıp değerlendirilen
deliller ile tüm dosya kapsamında göre, dava konusu yer kazandırıcı zamanaşımı
zilyetliği ile mülk edinilmeye elverişli yerlerden olup, bu yer üzerinde
kadastro tespit tarihi itibari ile davalı ve satıcısı ile satıcısının murisi
yararına 3402 sayılı yasanın 14. maddesindeki koşullar oluşmuştur. Kaldı ki,
davalı dava tarihinden önce ölmüş olup ölü kişi aleyhine dava açılamaz.
O halde davanın reddi gerekir.
..."
14. Bu karar aradan yaklaşık on sekiz sene sonra tebligata
çıkmış ve 20/2/2009 tarihinde davacıya tebliğ edilmiştir. 24/2/2009 tarihinde
temyiz defterine temyiz dilekçesi kaydolmuştur. Temyiz dilekçesinde davacı
idare esasa yönelik itirazlarda bulunmuş, Yargıtayın
temyiz incelemesinde resen nazara alacağı sair sebepler muvacehesinde kararın
bozulması istenmiştir.
15. Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 13/5/2009 tarihli ve E.2009/4824,
K.2009/5637 sayılı kararla hükmü onamıştır. Kararın ilgili kısmı şu şekildedir:
"...
Mahkemece, davalı lehine zilyetlikle mülk
edinme koşullarının oluşmuş olduğu, ayrıca dava tarihinden önce vefat ettiği,
ölü kişi hakkında dava açılamayacağı gerekçesiyle, davanın reddine kararverilmiştir.
Karar, davacı Hazine vekili tarafından
süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi ...
raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.
-KARAR-
Dosya içeriğine, toplanan delillere, hükmün
dayandığı yasal ve hukuksal gerekçeye, delillerin takdirinde bir isabetsizlik
bulunmamasına ve özellikle, 4.5.1978 tarih 4/5 Sayılı İçtihatları Birleştirme
Kararı uyarınca ölü kişi aleyhine dava açılamayacağı gözetilmek suretiyle, dava
tarihinden önce ölmüş olduğu belirlenen davalı hakkında açılan davanın
reddedilmiş olması doğru olduğuna göre; davacı Hazinenin temyiz itirazı yerinde
değildir. Reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA ...[karar
verildi]"
16. Karar düzeltme istemi olmadığı için Mahkemenin 26/12/1991
tarihli ve E.1991/304, K.1991/500 sayılı kararı bu şekilde kesinleşmiştir.
17. Maliye Hazinesi 26/6/2009 tarihli dilekçeyle Erdemli 2.
Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde, aynı sebeple bu sefer murisin mirasçıları olan
başvurucular davalı olarak gösterilmek suretiyle tapu iptali ve tescil davası
açmıştır. Dilekçede dava tarihinden önce murisin ölmüş olması nedeniyle davanın
reddedildiği belirtilmiştir. Sonuçta davacı; tapunun iptali ile nizalı yerin Hazine adına tapuya kayıt ve tescilini,
başvurucuların bu yere vaki haksız müdahalelerin önlenmesini talep etmiştir.
18. Mahkeme 29/6/2009 tarihinde dava konusu taşınmazın tapu
kaydının ve kadastro tespit tutanaklarının istenmesine, 1991/304 esas sayılı
dosyanın dosya arasına alınmasına, dava konusu taşınmazın krokisinin
istenmesine, dava konusu taşınmazla ilgili mahalli bilirkişi listesinin
istenmesine tensiben karar vermiştir.
19. 21/10/2009 tarihinde yapılan duruşma sonucunda keşif
yapılmasına, keşfe refakate fen, ziraat ve orman bilirkişilerinin alınmasına
karar verilmiştir. 7/11/2009 tarihli bilirkişi raporuna göre taşınmaz üzerinde
limon, yenidünya ve zeytin ağaçları dikilmiş ve ayrıca tek katlı betonarme ev
inşa edilmiştir. Orman ve fen bilirkişisinin 6/11/2009 tarihinde hazırladığı
raporda söz konusu 922 sayılı parselin orman vasfı niteliğinde olmadığı
belirtilmiştir. Ziraat bilirkişisinin 7/11/2009 tarihinde hazırladığı raporda
taşınmaz parselin yüzölçümü "limon bahçesi" niteliği ile 4.304 m2 olduğu, incelenen ve 1961 tarihli en eski
memleket haritasına göre taşınmazın "çalılık" simgesi ile makilik,
1969 tarihli hava fotoğraflarına göre ise sıra hâlinde "çalılık" olan
tarla olarak görüldüğü, arazinin imar-ihyasının taşları temizlemek ve taşınmazdaki
toprağı çıkararak yüzeye sermek suretiyle tamamlanmış olduğu ancak limon
ağaçlarının 30-35 yaşlarında olduğu, zilyetlik süresinin iktisap için yeterli
olmadığı, bu yüzden devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerlerden
olduğu kanaati ile rapor sunulmuştur.
20. Bir sonraki duruşma sırasında alınan bilirkişi raporları
taraflara tebliğ edilmiş; taraflar, bilirkişi raporlarını incelemek için süre
istemiştir. Tarafların talebi doğrultusunda duruşma 24/2/2010 tarihine
ertelenmiştir.
21. 24/2/2010 tarihli duruşmada başvurucular eski beyanlarını
tekrar ettiğini, kesin hüküm ve zamanaşımı itirazlarının olduğunu tekrar
belirtmiş; başvurucular vekili ayrıca yazılı beyanını sunmuştur.
22. Erdemli 2. Asliye Hukuk Mahkemesi 24/2/2010 tarihli ve E.
2009/259, K. 2010/103 sayılı kararla davayı kabul etmiştir. Gerekçenin ilgili
kısmı şu şekildedir:
"...
Ziraat Mühendisi bilirkişi dosyaya sunduğu
07/11/2009 tarihli raporunda; dava konusu taşınmazın devletin hüküm ve
tasarrufu altında olan yerlerden olduğunu bildirmiştir.
Orman Mühendisi ve Fen Bilirkişisi dosyaya
sundukları 06/11/2009 tarihli müşterek imzalı raporlarında; dava konusu taşınmazın
orman sayılmayan yerlerden olduğunu bildirmişlerdir.
Toplanıp değerlendirilen deliller ve tüm dosya
kapsamına göre; davaya konu taşınmazın bulunduğu yerde arazi kadastosunun 1982-1985 yıllarında geçtiği, kadastro öncesi
davacının imar ve ihyanın tamamlanmasından sonra 20 yıl nizasız ve fasılasız
olarak zilyeti olması halinde edinmekoşullarının
gerçekleşebileceği, ancak arazi kadastosunungeçtiği
tarihten 20 öncesine ulaşmadan yani 1969 ta[r]ihli hava fotoğrafında davalı ye[r]lerin çalılık fo[r]munda olduğu, imar ve ihyasının tamamlanmadığı
anlaşılmıştır. Ayrıca dava[l]ı taraf, 5841 sy.ile
değişik 3402 sy.12/3 md.gereğince 10 yıllık sürenin
geçtiği gerekçesi ile davanın reddini talep etmiş ise de kadastro çalışmaları iledava[l]ı
adına yapılan tescilin, yolsuz tescil olduğu ve yolsuz tescilin ise süre ve
zamanaşımından etkilenmeyeceği kanaati ile, davanın kabulüne karar verilerek
aşağıdaki hüküm kurulmuştur."
23. Başvurucuların temyizi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesi
22/6/2010 tarihli ve E.2010, K.2010/7366 sayılı kararıyla bozma kararı
vermiştir. Bozma gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:
"Dosya içeriği ve toplanan delillerden;
çekişme konusu 922 parsel sayılı taşınmazın kadastro tespitinin 5.3.1990
tarihinde kesinleştiği vedavalıların miras bırakanı adına
kayıtlı olduğu, oysa davanın 29.06.2009 tarihinde açıldığı anlaşılmaktadır.
Hemen belirtilmelidir ki; 25.2.2009 tarihinde kabul edilip, 14.3.2009 tarihinde
yürürlüğe giren 5841 Sayılı Yasanın 2. maddesi ile 3402 Sayılı Yasanın 12.
maddesinin 3. fıkrasına eklenen "bu hüküm iddia ve taşınmazın niteliğine
yahut Devlet ve diğer kamu tüzel kişileri dahil tarafların sıfatına bakılmasızın uygulanır" ve 3. maddesi ile eklenen
geçici 10. maddesinin " bu kanunun 12. maddesinin 3. fırkası hükmü
devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu iddiası ile yürürlük tarihinden önce
açılmış ve henüz kesin hükme bağlanmamış olan davalarda dahi uygulanır"
şeklindeki hükmü gözetildiğinde, kadastro tespitinin kesinleştiği tarih olan
5.3.1990 ile davanın açıldığı tarih arasında 3402 Sayılı Yasanın 12.maddesinde
sözü edilen 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçmiş olduğu sabittir."
24. Davacının esasa ilişkin karar düzeltme talebi, aynı Dairenin
10/2/2011 tarihli ve E.2010/13050, K.2011/1242 sayılı kararıyla reddedilmiştir.
25. Bozma üzerine yargılamaya devam olunmuş, taraflara duruşma
gününü bildirir davetiye gönderilmiştir. Davacı söz konusu 25/2/2009 tarihli ve
5841 sayılı Kanun'un iptali için Anayasa Mahkemesine başvurulduğunu, davanın
bekletici mesele yapılmasını talep etmiştir. Başvurucular bozma ilamı
doğrultusunda karar verilmesini talep etmiştir.
26. Mahkeme, bekletici mesele yapılması talebini reddetmiş ve
bozmaya uyarak davanın reddine karar vermiştir. Mahkemenin 21/4/2011 tarihli ve
E.2011/172, K.2011/133 sayılı kararının ilgili kısmı şu şekildedir:
"Toplanıp
değerlendirilen deliller ve tüm dosya kapsamına göre; 14.03.2009 tarihinde
yürürlüğe giren 5841 sayılı yasanın 2. maddesi ile 3402 sayılı yasanın 12.
maddesinin 3. fıkrasına eklenen "bu hüküm iddia ve taşınmazın niteliğine
yahut Devlet ve diğer kamu tüzelkişileri dahil tarafların sıfatına
bakılmaksızın uygulanır" ve 3. maddesi ile eklenen "bu kanunun
12.maddesinin 3. Fıkrası hükmü devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu
iddiası ile yürürlük tarihinden önce açılmış ve henüz kesin hükme bağlanmamış
davalarda dahi uygulanır" şeklindeki hükmü gözetildiğinde, kadastro
tespitinin kesinleştiği tarih olan 5.03.1990 tarih iledavanın
açıldığı tarih arasında 3402 sayılı yasanın 12.maddesinde sözü edilen 10 yıllık
hak düşürücü süre geçmiş olduğundan davanın reddi ... gerekmiştir."
27. 5841 sayılı Kanun'un ilgili hükümlerinin Anayasa Mahkemesi
tarafından 12/5/2011 tarihli ve E.2009/31, K.2011/77 sayılı kararla iptal
edilmesi nedeniyle Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 26/10/2011 tarihli ve E.2011/9014,
K.2011/10924 sayılı kararla hükmün bozulmasına karar vermiştir. Bozma
gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:
"Mahkemece; hükmüne uyulan bozma ilamı
doğrultusunda işlem ifa edilerek 14.03.2009 tarihinde yürürlüğe giren 5841
sayılı 3402 sayılı yasanın 12/3 maddesine bazı ilave hükümler getiren yasal
düzenlemeler ve 19.1.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6099 sayılı yasa hükümleri
gözetilerek davanın hak düşürücü süreden reddine karar verilmiş olması karar
tarihi itibariyle doğru ise de 5841 Sayılı Yasanın Anayasa Mahkemesinin
12.05.2011 tarih, 2009/31 Esas, 2011/77 Esas sayılı kararı ile iptal edilmesive iptal hükmünün 23.7.2011 tarihinde Resmi
Gazetede
yayımlanarakyürürlüğegirmesikarşısındaeldekidavabakımındanöncekimevzuatıngözetilmesigerekeceğitartışmasızdır.
Öyle ise, kesin hüküm halini almamış ve usuli
kazanılmış hakkın istisnasını teşkil eden bu durum karşısında 5841 Sayılı Yasa
hükümleri uyarınca davanın reddine ilişkin olarak kurulan hükmün, verildiği
tarih itibarıyla doğru olduğu düşünülse de, meydana
gelen yasa değişikliğinden sonra doğru olduğu söylenemez."
28. Bu sefer başvurucular karar düzeltme isteminde bulunmuş,
karar düzeltme istemi aynı Dairenin 8/3/2012 tarihli ve E.2012/2080,
K.2012/2575 sayılı kararıyla reddedilmiştir.
29. Bozma üzerine taraflara duruşma gününü bildirir davetiye
gönderilmiş 4/7/2012 tarihinde yapılacak duruşma gününden önce mazeret beyan
eden başvurucular vekili ile davacı vekilinin mazereti kabul edilmiş, duruşma
10/10/2012 tarihine ertelenmiştir. 10/10/2012 tarihinde yapılan duruşmada ise
hâkim değişikliği yaşandığı için dosyanın incelemeye alınmasına, bu sebeple
duruşmanın 26/12/2012 tarihine ertelenmesine karar verilmiştir.
30. 26/12/2012 tarihinde yapılan duruşmada bozma ilamına
uyulmuştur. Mahkemenin 26/12/2012 tarihli ve E.2012/209, K.2012/821 sayılı
kararın gerekçesinin ilgili kısmı ve hükmü şu şekildedir:
"Mahkememizce 26/12/2012 tarihli celsede
bozma ilamına uyulmasına karar verilmiştir.
Tüm dosya kapsamı bir bütün olarak dikkate
alındığında Anayasa Mahkemesinin iptal hükmü de dikkate alındığında eski
uygulamanın devam edeceği şüphesiz olduğundan davanın kabulüne karar vermek
gerekmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm tesisi yoluna gidilmiştir.
HÜKÜM: Açıklanan nedenlerle;
1-Davanın kabulü ile, Mersin İli, Erdemli
İlçesi, Tırtar Köyü Azılı Köy Mevkii 922 parsel
sayılı taşınmazın tapu kaydının iptali ile davacımaliye
hazinesi adına tarla vasfı ile tapuya kayıt ve tesciline,
2-Karardan bir suretin İİK'nın
28. Mad. Gereğince TSM'ye gönderilmesine,
3-Davacı kurum harçtan muaf olduğundan harç
alınmasına yer olmadığına,
4-Davacı Maliye hazinesi tarafından yapılan
yargılama giderlerinin 6099 sayılı yasanın 16.maddesi ile eklenen 3402 sayılı
yasının 36/A maddesi gereğince davacı hazine üzerinde bırakılmasına,
[5]-Davacı Maliye hazinesi, davada vekille
temsil edilmiş ise de 6099 sayılı yasanın 16.maddesi ile eklenen 3402 sayılı
yasının 36/A maddesi gereğince davacı hazine yararına vekalet ücreti takdirine
yer olmadığına,"
31. Başvurucuların ve davacının temyizi üzerine Yargıtay 8.
Hukuk Dairesi 3/12/2013 tarihli ve E.2013/14757, K.2013/18289 sayılı kararla
müdahalenin önlenmesi isteği ile ilgili herhangi bir hüküm kurulmaması
nedeniyle davacı lehine kısmen onama kararı vermiştir. Daire kararının
gerekçesi şu şekildedir:
"...
Dosya muhtevasına, dava evrakı ile yargılama
tutanakları münderecatına ve uyulan bozma ilamında açıklandığı üzere işlem
yapılıp sonucu Dairesinde hüküm tesis edildiğine, toplanan deliller, tanık
beyanları ve uzman bilirkişi raporlarına göre dava konusu taşınmazın
zilyetlikle iktisap koşulları oluşmamış devletin hüküm ve tasarrufu altındaki
yerlerden olduğunun belirlendiğine, kesin hüküm oluşturduğu iddia edilen Erdemli
1.Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 1991/304 Esas sayılı dava dosyasında Mahkemece hem
esas hem usulle ilgili olacak şekilde “922 parsel üzerinde kadastro tespit
tarihi itibarıyla davalı ve satıcısı ve satıcısının murisi yararına 3402 sayılı
Kadastro Kanunu'nun 14 maddesindeki koşulların oluştuğu, kaldı ki davalı Mehmet
Dağlı’nın dava tarihinden önce ölmüş olup ölü kişi
aleyhine dava açılamayacağı” gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş ise
de kararın temyizi sonunda Yargıtay tarafından esasa girilmeksizin “özellikle”
denmek suretiyle “4.5.1978 tarih 4/5 Sayılı İçtihatları Birleştirme Kararı
uyarınca ölü kişi aleyhine dava açılamayacağı gözetilmek suretiyle, dava
tarihinden önce ölmüş olduğu belirlenen davalı hakkında açılan davanın
reddedilmiş olması doğru olduğuna göre” şeklinde onama sevkedildiğine,
bir davada hem esas hem usulden redde karar verme imkanı olamayacağına,
Mahkemenin o davada esas bakımından yaptığı değerlendirme sonuca etkili
olmadığı gibi usulden redle sonuçlanan dava
dosyasının lehe veya aleyhe sonuç yaratma imkanı da bulunmadığına göre
kesinleşen dosyanın kesin hüküm teşkil etmeyeceği gözetilerek yazılı şekilde
davanın kabulüne karar verilmiş olması doğru olup davalılar vekilinin yerinde
olmayan temyiz itirazlarının reddi ile Usul, Kanun ve bozma gereklerine uygun
bulunan hükmün ONANMASINA,
Davacı Hazine vekilinin temyiz itirazına
gelince; Hazine vekili tarafından dava dilekçesinde dava konusu 992 parsele ait
tapu kaydının iptali ile Hazine adına tapuya tesciline, davalıların taşınmaza
vaki haksız müdahalesinin menine karar verilmesi istenilmiştir. Mahkemece
davanın kabulüne, 992 parselin tapusunun iptali ile davacı Hazine adına
tesciline karar verilmiş ise de müdahalenin önlenmesi isteği ile ilgili
herhangi bir hüküm kurulmamıştır. Açıklanan nedenle iddia ve savunma
doğrultusunda taraf delillerinin değerlendirilerek müdahalenin önlenmesi talebi
ile ilgili olarak da sonucuna göre olumlu olumsuz bir hüküm kurulması
gerekirken bu istek bakımından gerekçe de gösterilmeksizin mahkeme görüşünün ortaya
konmaması doğru olmamıştır.
Davacı Hazine vekilinin temyiz itirazları
açıklanan nedenle yerinde görüldüğünden kabulü ile usul ve kanuna aykırı
görülen hükmün müdahalenin meni isteğine yönelik talep bakımından6100 sayılı HMK.nun Geçici 3.maddesi yollaması ile HUMK’nun
428. maddesi uyarınca BOZULMASINA [karar verilmiştir] "
32. Onama kararına karşı karar düzeltme yoluna başvurulmuş,
karar düzeltme istemi Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 6/5/2014 tarihli ve E.
2014/9335, K.2014/8865 sayılı kararıyla reddedilmiştir.
33. Karar düzeltme isteminin reddi kararı 2/6/2014 tarihinde
tebliğ edilmiştir.
34. Başvurucular 3/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
35. Kısmi bozma sebebiyle davaya devam olunmuş, bozulan kısım
yönünden de bozmaya uyularak davacının talebi doğrultusunda Mahkemenin
10/2/2015 tarihli ve E.2014/310, K.2015/62 sayılı kararıyla hüküm verilmiştir.
36. Son verilen kararın gerekçesi, tarafların herhangi bir
talebi olmadığı gerekçesiyle tebliğ edilmediği anlaşılmış ve hükmün bu kısmı
kesinleşmemiştir.
B. İlgili Hukuk
37. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri
Kanunu'nun 448. maddesi şu şekildedir:
"(1) Bu Kanun hükümleri, tamamlanmış
işlemleri etkilememek kaydıyla derhâl uygulanır."
38. 6100 sayılı Kanun'un 303. maddesinin birinci fıkrası şu
şekildedir:
"(1) Bir davaya ait şeklî anlamda
kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm
oluşturabilmesi için, her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk
davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması
gerekir."
39. 4/5/1978 tarihli ve E.1978/4, K.1978/5 sayılı İçtihadı
Birleştirme Kararı şu şekildedir:
"Davalının, davanın açılmasından önce
ölmesi halinde, davanın reddi gerektiğine, mirasçıların bu davada yer
alamayacağına, dava dilekçesinde kanuni noksan bulunduğundan söz edilerek,
mirasçıların davaya katılmasıyla davanın yürütülemeyeceğine ve ıslah yolu ile
de bunun gerçekleştirilmesine olanak bulunmadığına... karar verildi."
40. 17/2/1926 tarihli ve 743 sayılı Türk Kanunu Medenîsi'nin 641. maddesi şöyledir:
“Sahipsiz şeyler ile menfaati umuma ait olan mallar Devletin hüküm ve
tasarrufu altındadır. Hilafı sabit olmadıkça menfaatı
umuma ait sular ile ziraate elverişli olmıyan yerler, kayalar, tepeler, dağlar ve onlardan çıkan
kaynaklar kimsenin mülkü değildir. Sahipsiz şeylerin ihraz ve işgali, yollar ve
meydanlar, akar sular ile yatakları gibi menfaati umuma ait malların
işletilmesi ve kullanılması hakkında ahkamı mahsusa vazolunur.”
41. 3/12/2001 tarihli ve 4722 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun
Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un 3. maddesi şöyledir:
"İçerikleri tarafların istek ve iradeleri
gözetilmeksizin doğrudan doğruya kanunla belirlenmiş işlem ve ilişkilere, bunlar
Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girmesinden önce kurulmuş olsalar bile, bu
Kanun hükümleri uygulanır."
42. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun
715. maddesi şöyledir:
"Sahipsiz yerler ile yararı kamuya ait
mallar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır.
Aksi ispatlanmadıkça, yararı kamuya ait sular
ile kayalar, tepeler, dağlar, buzullar gibi tarıma elverişli olmayan yerler ve
bunlardan çıkan kaynaklar, kimsenin mülkiyetinde değildir ve hiçbir şekilde
özel mülkiyete konu olamaz.
Sahipsiz yerler ile yararı kamuya ait malların
kazanılması, bakımı, korunması, işletilmesi ve kullanılması özel kanun
hükümlerine tâbidir."
43. 28/6/1966 tarihli ve 766 sayılı Tapulama Kanunu’nun 31.
maddesi şöyledir:
“Tapulamaya müsteniden tesis olunan tapu sicilleri, aksi hükmen sabit
oluncaya kadar muteberdir.
Bu sicillerde belirtilen haklara tescilleri
tarihinden itibaren on sene geçtikten sonra, tapulamaya takaddüm eden sebeplere
dayanılarak itiraz olunamaz ve dava açılamaz.”
44. 766 sayılı Kanun'un 35. maddesi şöyledir:
"Mera, yayla, kışlak, otlak, harman yeri,
pazar ve panayır yerleri gibi ammenin istifadesine tahsis edildiği veya
kadimden beri umumun istifade ve intifa ettiği, belgelerle veya bilirkişi ve
şahit beyanı ile tevsik edilen ortamalı arazi sınırlandırılır,
parsel numarası verilerek yüzölçümü hesaplanır.
Bu sınırlandırma tescil mahiyetinde olmadığı
gibi bu suretle belirtilen gayrimenkuller, hususi kanunlarında yazılı hükümler
mahfuz kalmak üzere hususi mülkiyete konu teşkil etmezler."
45. 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun geçici
4. maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:
"Bu Kanunun yürürlüğünden önce
düzenlenmiş tapulama tutanakları ve kadastro beyannameleri ile verilmiş bulunan
komisyon kararları geçerliliklerini korurlar. Bunlara süresi içinde itiraz
durumunda bu Kanun hükümleri uygulanır."
46. 3402 sayılı Kanun'un 12. maddesi şöyledir:
"30 günlük ilan süresi geçtikten sonra, dava açılmayan kadastro
tutanaklarına ait sınırlandırma ve tespitler kesinleşir.
Kadastro müdürü tarafından onaylanarak
kesinleşen tutanaklar ile kadastro mahkemesinin kesinleşmiş kararları;
kesinleşme tarihleri tescil tarihi olarak gösterilmek suretiyle en geç 3 ay
içinde tapu kütüklerine kaydedilir.
Bu tutanaklarda belirtilen haklara,
sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on
yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak itiraz
olunamaz ve dava açılamaz. (Ek cümle:
25/2/2009- 5841/2 md.; İptal: Anayasa Mahkemesi’nin
12/5/2011 tarihli ve E.: 2009/31, K.: 2011/77 sayılı Kararı ile.)
Kadastrosu tamamlanan çalışma alanı içerisinde
kalan eski tapu kayıtları, işleme tabi kayıt niteliğini kaybederler. Bu
kayıtlara dayanılarak kadastro ve tapu sicil müdürlüklerinde işlem yapılamaz.
Kesinleşmemiş tutanaklar herhangi bir nedenle
tapuya tescil edilmişse, iddia ve taşınmazın niteliğine bakılmaksızın,
taşınmazı tescil tarihinden itibaren 20 yıl müddetle malik sıfatıyla
zilyetliğinde bulunduranlar ile bunların akdi ve kanuni halefleri açılmış ve
açılacak olan davalarda medeni kanunun tapuya itimat prensibinden
yararlanırlar."
47. İptal edilmeden önce 5841 sayılı Kanun'un 2. maddesiyle 3402
sayılı Kanun'un 12.maddesinin üçüncü fıkrasına aşağıdaki cümle eklenmişti:
"Bu hüküm, iddia ve taşınmazın niteliğine
yahut Devlet veya diğer kamu tüzel kişileri dahil, tarafların sıfatına
bakılmaksızın uygulanır."
48. İptal edilmeden önce 5841 sayılı Kanun'un 3. maddesiyle 3402
sayılı Kanun'a eklenen geçici madde şu şekildeydi:
"GEÇİCİ MADDE 10- Bu Kanunun 12 nci maddesinin üçüncü fıkrası
hükmü, Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu iddiası ile yürürlük
tarihinden önce açılmış ve henüz kesin hükme bağlanmamış olan davalarda dahi
uygulanır.”
49. Anayasa Mahkemesinin 12/5/2011
tarihli ve E.2009/31, K.2011/77 sayılı iptal kararı.
50. 3402 sayılı Kanun'un 17. maddesi şöyledir:
"Orman sayılmayan Devletin hüküm ve
tasarrufu altında bulunan ve kamu hizmetine tahsis edilmeyen araziden, masraf
ve emek sarfı ile imar ve ihya edilerek tarıma elverişli hale getirilen
taşınmaz mallar 14 üncü maddedeki şartlar mevcut ise
imar ve ihya edenler veya halefleri adına, aksi takdirde hazine adına tespit
edilir."
51. 3402 sayılı Kanun'un 14. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"Tapuda kayıtlı olmayan ve aynı çalışma alanı içinde bulunan ve
toplam yüzölçümü sulu toprakta 40, kuru toprakta 100 dönüme kadar olan (40 ve
100 dönüm dahil) bir veya birden fazla taşınmaz mal, çekişmesiz ve aralıksız en
az yirmi yıldan beri malik sıfatıyla zilyetliğini belgelerle veya bilirkişi
veyahut tanık beyanlarıyla ispat eden zilyedi adına tespit edilir."
52. 8/5/1987 tarihli ve E.1986/3, K.1987/4 sayılı Yargıtay İçtihadı
Birleştirme Kararı'nın ilgili kısmı şu şekildedir:
"...Gerçekten Yargıtay’da yerleşmiş ve
kararlılık kazanmış uygulamaya göre 35. maddede yer alan. taşınmazların
kişi adına tesbit ve tescili halinde bu tescil
aleyhine açılacak dava 31. maddedeki süreye tabi değildir. Bu husus, içtihadı
birleştirmenin konusu dışında kalmakla beraber şu yön belirtilmelidir ki
eşitlik ilkesi aynı durum ve koşullar altında bulunanların aynı uygulamaya tabi
tutulmalarını ifade eder. Kamu taşınmazları herhangi bir nedenle zuhulen tescil edilse dahi hukuksal mahiyet ve
niteliklerini kaybetmezler, yasa koyucu bu nedenlerle de 35. maddedeki
sınırlandırmanın tescil mahiyetinde olmadığını hükme bağlamıştır. Bu yolda
açılacak davanın dayanağını özel hukuk hükümleri oluşturmaz. O halde
taşınmazların farklı niteliklerine dayanan farklı içtihatlar nedeniyle eşitlik
ilkesinin bozulduğundan söz edilemez."
53. 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi
şöyledir:
"Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün
zararlardan Devlet sorumludur.
Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan
görevlilere rücu eder.
Devletin sorumluluğuna ilişkin davalar, tapu
sicilinin bulunduğu yer mahkemesinde görülür."
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
54. Mahkemenin 22/9/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
55. Başvurucular taşınmazlarının tapu siciline tescil
edilmesiyle devlet güvencesi altına alındığını, Hazinenin 1991 yılında açtığı
davanın reddedildiğini, Yargıtayın bu kararı
onadığını, tapuya tescilin üzerinden on dokuz yıl geçtikten sonra aynı
taşınmaza tekrar dava açılmasının kesin hüküm yasağının Maliye Hazinesine karşı
işlemediği sonucunu doğurduğunu, hakkın kötüye kullanıldığını, mülkiyet
hakkının ihlal edildiğini, benzer bir davada 2010 yılında Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesinin (AİHM) Türkiye ile ilgili verdiği ihlal kararının bulunduğunu,
tapuya güven prensibinin geçerliliğini kaybettiğini, taşınmaza komşu diğer
taşınmazların özel mülkiyete ait olduğunu, bir kısmının bunları yargı kararı
ile aldığını, savunmalarının yeterince değerlendirilmediğini, Mahkemenin ve Yargıtayın kararlarının yeterli ve ikna edici gerekçeler
içermediğini, kesin hüküm itirazının ve taşınmazının evvelinin tarım arazisi
olduğu itirazlarının değerlendirilmediğini, tapunun alındığı tarih ile nihai
kararın verildiği tarih arasında yirmi dört yıldan fazla bir süre geçtiğini,
taşınmazdan tahliyelerinin gündeme geldiğini, başka taşınmazlarının
bulunmadığını iddia ederek Anayasa'nın 17., 21., 35. ve 36. maddelerinin ihlal
edildiğini ileri sürmüşler; yeniden yargılama giderleri ile vekâlet ücretinin
ödenmesini ve yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili
mahkemesine gönderilmesini talep etmişlerdir.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
56. Anayasa Mahkemesi olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların iddiaları ilk olarak kesin
hüküm itirazının dikkate alınmadığı şikâyeti nedeniyle gerekçeli karar hakkı
kapsamında adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkindir. Makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyet yine adil yargılanma hakkı
kapsamında incelenmesi gerekmektedir. Bunun yanında başvurucuların murisine ait
olarak tescil edilen tapulu bir taşınmazın açılan dava sonucunda Hazine adına
tesciline karar verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkına yönelik iddiaların da
incelenmesi gerekmektedir.
a. Gerekçeli Karar Hakkının
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
57. Başvurucular 1991 yılında açılan ve kesin olarak hükme
bağlanan davanın sonucu ile açılan davaya ilişkin talebin aynı olduğunu,
yargılama sırasında ileri sürülen bu itirazların dikkate alınmadığını
belirterek kesin hüküm yasağının maliye hazinesine karşı işlemediğini iddia
etmiştir.
58. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.”
59. Anayasa’nın 141. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bütün mahkemelerin her türlü kararları
gerekçeli olarak yazılır.”
60. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme/AİHS) 6.
maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile
ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar
konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak
görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
61. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu
olarak da iddiada bulunma, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına
alınmıştır. Anılan maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi
bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde diğer temel hak ve özgürlüklerden
gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili
güvencelerden biridir. Bu bağlamda Anayasa’nın, bütün mahkemelerin her türlü
kararlarının gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden 141. maddesinin de hak
arama hürriyetinin kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır (Vedat Benli, B. No: 2013/307, 16/5/2013, §
30).
62. Anayasa'nın 141. maddesinde güvence altına alınan gerekçeli
karar hakkı, mahkeme kararlarında kararların dayandığı hukuki gerekçenin
yeterli açıklıkta gösterilmesini gerektirir. Bununla birlikte mahkeme
kararlarının gerekçesinde tarafların tüm iddialarının ayrıntılı bir biçimde
tartışılması zorunluluğu bulunmamaktadır. Gerekçenin ayrıntısı davanın
niteliğine göre değişmekle birlikte kararın hüküm kısmına dayanak oluşturacak
hukuki bir gerekçenin kısa ve özet de olsa bulunmasının zorunlu olduğu açıktır
(Vesim Parlak, B. No: 2012/1034, 20/3/2014, §
33).
63. Kararların gerekçeli olması, davanın taraflarının mahkeme
kararının dayanağını öğrenerek mahkemelere ve genel olarak yargıya güven
duymalarını sağladığı gibi tarafların kanun yoluna etkili başvuru yapmalarını
mümkün hâle getiren en önemli faktörlerdendir. Gerekçesi bilinmeyen bir karara
karşı gidilecek kanun yolunun etkin kullanılması mümkün olmayacağı gibi
bahsedilen kanun yolunda yapılacak incelemenin de etkin olması beklenemez (Vesim Parlak, § 34).
64. Başvuru konusu olayda başvurucular kesin hüküm itirazının
dikkate alınmadan karar verildiğini, yapılan itirazların değerlendirilmediğini
ileri sürmüşlerdir. Yargıtay 8. Hukuk Dairesi, 2009 yılında açılan başvuruya
konu davanın temyiz incelemesi sırasında (bkz. § 31) bu hususa ilişkin olarak
bir davanın hem usulden hem de esastan reddedilmeyeceğini, Mahkemenin o davada
esas bakımından yaptığı değerlendirmenin sonuca etkili olmadığını, usulden
retle sonuçlanan dava dosyasının lehe veya aleyhe sonuç yaratma imkânı da
taşımadığını açıkça belirterek ve Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun
4/5/1978 tarihli kararını da gözönüne alarak
kesinleşen dosyanın kesin hüküm teşkil etmeyeceğini ifade etmiştir.
65. Bu suretle başvurucular tarafından ileri sürülen ve hüküm
sonucunu etkilediği iddia edilen taleplerinin İlk Derece Mahkemesi tarafından
ilk başta ilgili kararın dava dosyası arasına alındığı ve incelendiği (bkz. §
18), ayrıca 5841 sayılı Kanun'un ilgili maddelerinin iptal edilmesine
müteakiben yerel Mahkeme kararının gerekçesini benimsediği anlaşılan kanun yolu
merci tarafından ileri sürülen bu hususa ilişkin ayrıntılı bir şekilde gerekçe
verildiği anlaşılmakla (bkz. § 31) başvurucuların gerekçeli karar hakkının
ihlal edildiği yönündeki iddialarının diğer kabul edilebilirlik şartları
yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan
yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
b. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin
İddia
66. Başvurucular aradan geçen zaman zarfında tekrar dava
açılmasının hakkın kötüye kullanımı niteliğinde olduğunu, tapuya güven
prensibinin geçerliliğini kaybettiğini ileri sürerek mülkiyet hakkının ihlal
edildiğini iddia etmişlerdir.
67. Anayasa'nın 35. maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına
sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz."
68. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (2) numaralı
fıkrası şöyledir:
"İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem,
eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının
tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir."
69. Anayasa'nın 35. maddesinde herkesin mülkiyet hakkına sahip
olduğu, bu hakların ancak kamu yararı amacıyla kanunla sınırlanabileceği,
mülkiyet hakkının kullanılmasının toplum yararına aykırı olamayacağı hükme
bağlanmıştır. Mülkiyet hakkı, kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek ve
yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği
gibi kullanma ve tasarruf etme, onun ürünlerinden yararlanma olanağı verir
(AYM, E.2011/58, K.2012/70, 17/5/2012).
70. Mülkiyet hakkı mutlak bir hak olmayıp kamu yararı amacıyla
sınırlandırılabilir ve bu sınırlandırmanın ölçülü ve orantılı olması gerekir.
Devletin hüküm ve tasarrufu altında olan malların korunması amacıyla mülkiyet
hakkına müdahale edilmesi meşru olmakla birlikte bu kamusal külfetin tamamının
mülk sahiplerine yüklenemeyeceği ve kanun koyucunun buna uygun çözüm yolları
bulması gerekeceği açıktır (AYM, E.2009/31, K.2011/77, 12/5/2011).
71. Nitekim AİHM, benzer şekilde hem kıyılar hem de ormanlarla
ilgili kararlarında kadastro tespiti ya da satın alma yoluyla tapulu
taşınmazları edinen kişilerin tapularının, kıyı kenar çizgisi ya da orman alanı
içinde kaldığı gerekçesiyle ve herhangi bir tazminat ödenmeksizin iptal
edilmesini Sözleşme'ye ek 1 No'lu
Protokol'ün 1. maddesinin ihlali olarak nitelendirmiştir. AİHM, bu kararlarında
çevrenin korunmasına ilişkin kamu yararı ile bireyin mülkiyet hakkının
korunması arasında makul bir dengenin bulunması gerektiğini belirterek
karşılığı ödenmeksizin mülkiyet hakkına müdahale edilemeyeceği sonucuna
ulaşmıştır.
72.4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesiyle
tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan devletin sorumlu olduğu;
devletin zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu edebileceği hüküm
altına alınmıştır (Nazmiye Akman,
B. No: 2013/1012, 16/4/2013, § 22).
73. Başvuru konusu somut olayda başvurucuların murisi adına 1990
yılında genel arazi kadastrosu ile kesinleşen tapu kaydına güvenerek zilyetliğini
devam ettirmiştir. Bu tespit üzerine yaklaşık 19 yıl sonra Maliye Hazinesi
tarafından açılan tapu iptali ve tescil davasında başvurucunun kadastro tespit
tarihi itibariyle taşınmazın imar ve ihyası için Kanun'da gerekli şartları da
(bkz. § 30) taşıyamaması
nedeniyle taşınmazlarının tarla vasfı ile Hazine adına tapuya kayıt ve
tesciline karar verilmiştir.
74.Tapu işlemleri kadastro tespiti işlemlerinden başlayarak
birbirini takip eden işlemler olduğundan ve tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki
kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan bu kayıtlarda
yapılan hatalardan 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesine
göre devletin sorumlu olduğunun kabulü gerekir. Burada devletin sorumluluğu
kusursuz sorumluluktur. Kusursuz sorumluluk tapu siciline bağlı çıkarların ve
ayni hakların yanlış tescili sonucu değişmesi ya da yitirilmesi ile bu
haklardan yoksun kalınması temeline dayanır. Çünkü sicillerin doğru tutulmasını
üstlenen ve taahhüt eden Devlet, gerçeğe aykırı ve dayanaksız kayıtlardan doğan
zararları da ödemekle yükümlüdür (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 18/11/2009
tarihli ve E.2009/4-383, K.2009/517 sayılı kararı). Bu işlemler nedeniyle zarar
görenler 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi gereğince
zararlarının tazmini için 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Borçlar Kanunu'nun
146. maddesi gereğince 10 yıllık zamanaşımı süresinde Hazine aleyhine adli
yargıda dava açabilirler (Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 18/12/2012 tarih ve
E.2012/7876, K.2012/14598 sayılı kararı).
75. Tapu kaydının iptali nedeniyle tapu sahibinin oluşan gerçek
zararı neyse tazminatın miktarı da o kadar olmalıdır. Gerçek zarar, tapu
kaydının iptali nedeniyle tapu malikinin mal varlığında meydana gelen
azalmadır. Tazminat miktarı, zarar verici eylem gerçekleşmemiş olsaydı zarar
görenin mal varlığı ne durumda olacak ise aynı durumun tesis edilebileceği
miktarda olmalıdır. Tazminat miktarının belirlenmesinde öncelikli konu, tapusu
iptal edilen gayrimenkulün niteliğinin ve değerinin belirlenmesi olup araştırma
yöntemi taşınmazın arsa ya da arazi olmasına göre farklılık arz edecektir
(Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 13/12/2011 tarihli ve E. 2011/8798, K.
2011/14624 sayılı kararı)
76. Yukarıda yer verilen Kanun hükümleri ve Yargıtay içtihatları
gözönünde bulundurulduğunda başvurucular, tapuda murisleri
adına kayıtlı taşınmazın kendileri tarafından kullanılmasına veya tasarrufuna
engel olacak nitelikte bir şerh düşülmesi veya tapu kaydının iptali hâlinde söz
konusu işlemin yapılması tarihinden itibaren on yıl içerisinde Hazine aleyhine
adli yargıda tazminat davası açabileceklerdir. Yargıtay içtihatlarında
tazminatın miktarının taşınmazın gerçek bedeli esas alınarak belirleneceği
kabul edilmektedir. Başvurucuların kamu yararı nedeniyle tapulu taşınmazlarına
el konulması suretiyle mülkiyet hakkına yapılan sınırlama el konan taşınmazın
gerçek bedeli esas alınarak ödenecek bir tazminatla başvurucular açısından
dengelenebilecektir (Nazmiye Akman, §
27).
77. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı
Kanun'un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesine
bireysel başvuruda bulunmak için ihlale neden olduğu iddia edilen işlem veya
eylem için idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması
gerekir.
78.Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının
uyması gereken bir ilke olup bu ilkeye uygun davranılmadığı takdirde ortaya
çıkan ihlale karşı öncelikle yetkili idari mercilere ve derece mahkemelerine
başvurulmalıdır. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, ikincil nitelikte bir
kanun yoludur. Temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle
genel yargı mercilerinde, olağan kanun yolları ile çözüme kavuşturulması
esastır. Bireysel başvuru yoluna, iddia edilen hak ihlallerinin bu olağan
denetim mekanizması içinde giderilememesi durumunda başvurulabilir (Bayram Gök, B. No: 2012/946, 26/3/2013, §§
17,18).
79. Başvurucuların maliki olduğu taşınmazın devletin hüküm ve
tasarrufu olduğu iddiasıyla Maliye Bakanlığı tarafından açılan tapu iptali ve
tescil davasının kabulü sonrasında tazminat talebiyle herhangi bir başvurusunun
bulunmadığı görülmektedir. İdari ve yargısal başvuru yollarının tamamı
tüketilmeksizin yapılan bir bireysel başvurunun kabul edilmesi mümkün değildir.
80. AİHM benzer şekilde, bir başvurucunun tazminat ödenmeksizin
taşınmazının elinden alınması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğinin
iddiasına ilişkin olarak Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun Kasım 2009 tarihinde
daha önceki içtihadında değişikliğe gittiğini, AİHM'in
bu konudaki içtihatlarına dayanarak tapu kayıtlarındaki yanlış kayıtlardan
kaynaklanan ayni hak ya da menfaatleri kaybolmuş ya da kısıtlanmış olanların
tapu kayıtlarındaki düzensizliklerden dolayı devleti sorumlu tutabileceğine
hükmettiğini, tazminat miktarının söz konusu arazinin kullanılma şekli,
niteliği ve değeri temelinde muhtemel getirisi ve emsal değerlerin dikkate
alınarak değerlendirme yapılması gerektiğine dikkat çektiğini, bu başvuru
yolunun hâlen düzenli olarak kullanılmakta olduğunu, ulusal mahkemelerin AİHM'in içtihatlarını ve AİHS'e
ek 1 No'lu Protokol'ün 1. maddesine dayanarak ilgili
mevzuat hükümlerini uyguladıklarını, başvurucunun tapu belgesinin iptali
yönündeki kararın kesinleşmesinden itibaren on yıl içinde tazminat talebinde
bulunabileceğini belirterek, iç hukuk yolları tüketilmediği gerekçesiyle
başvurunun kabul edilemez olduğuna hükmetmiştir ( Altunay/Türkiye, B. No: 42936/07, 15/5/2012).
81. Nitekim taşlık olduğu hâlde "tarla" niteliğinde
tescil edilen ve daha sonra ilgili tapunun Hazine lehine iptal edilmesi üzerine
tapu sicilinin yanlış tutulmasından dolayı Maliye Hazinesi aleyhine açılan
alacak davasında, Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 11/10/2012 tarihli ve E.2012/9847,
K.2012/11090 sayılı kararıyla davacının mülkiyet hakkını kaybetmesi dolayısıyla
tazminat isteme hakkının mevcut olduğunu belirtmiş ve yukarıda belirtilen AİHM
kararındaki ilkelere atıf yaparak ret kararının bozulmasına karar vermiştir.
82. Açıklanan nedenlerle mülkiyet hakkının ihlal edildiği
iddiasının yetkili derece mahkemeleri önünde tanınan başvuru yolları
tüketilmeden bireysel başvuru konusu yapıldığı anlaşıldığından başvurunun diğer
kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemiş olması
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
83. Başvurucular ayrıca makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmektedirler.
84.Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda açıkça
dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek
başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
85. Başvurucular, başvuru tarihi itibariyle davanın yirmi dört
yıl sürdüğünü belirterek makul sürede sonuçlandırılmadığını iddia etmişlerdir.
86. Anayasa'nın 36. maddesi ve Sözleşme'nin 6. maddesi uyarınca
medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara
bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu tapu iptali ve tescil davasında, 1086
sayılı mülga Kanun ve 6100 sayılı Kanun'da yer alan usul hükümlerine göre
yürütülen somut yargılama faaliyetinin medeni hak ve yükümlülükleri konu alan
bir yargılama olduğunda kuşku yoktur (Güher
Ergun ve diğerleri, § 49).
87. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin
makul süre değerlendirmesinde sürenin başlangıcı kural olarak uyuşmazlığı
karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle
davanın ikame edildiği tarihtir.
88. Sürenin bitiş tarihi ise çoğu zaman icra aşamasını da
kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir.(Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13,
2/7/2013, § 52).
89. Bununla beraber murisin vefatından sonra davalı olarak
murisin gösterildiği ve 1991 yılında açılan davanın Yargıtay tarafından
13/5/2009 tarihli kararıyla onanıp kesinleştiği dikkate alındığında makul
sürede yargılanma hakkı yönünden değerlendirilecek süre, başvurucuların davalı
olarak gösterildiği ve 26/6/2009 tarihinde açılan davadır.
90. 6100 sayılı Kanun'un öngördüğü yargılama usullerine tabi
mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki
iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi
tarafından özellikle yargılamada sürati temin etmeye hizmet eden özel usul
hükümlerinin dikkate alınmadığı gözönünde
bulundurularak makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde karar verilmiştir(Güher Ergun
ve diğerleri, §§ 34-64).
91. Somut davada 5841 sayılı Kanun'un ihdas edilmesi, bunun
akabinde Anayasa Mahkemesinin iptal kararı verilmesi sebebiyle iki kere bozma
kararı verilmiş; ikinci bozma kararından sonra kurulan hükmün müdahalenin men'i yönünden eksik olması nedeniyle kısmen bozulmuştur.
Başvurucular ile davacı sadece bir duruşmaya mazeret belirterek katılmamışlar
ve duruşmanın ertelenmesini talep etmişlerdir (bkz. §§ 23-32).
92. Başvuruya konu davadaki taraf sayısı ve davanın mahiyeti
nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliği başvuruya konu yargılamanın
karmaşık olmadığını ortaya koymaktadır. Bununla beraber yargılama sırasında
eksik hüküm nedeniyle üçüncü defa bozma kararı verilse de daha çok taraflara
yahut İlk Derece Mahkemesine teşmil edilemeyecek diğer nedenlerle makul olmayan
bir gecikmenin bulunduğu kanaatiyle 6100 sayılı Kanun hükümlerine tabi bir
yargılama sürecine ilişkin somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini
gerektirecek bir yön bulunmadığı ve somut başvuruda davanın ikame edildiği
tarihten bireysel başvuruya ilişkin kararın verildiği tarih itibarıyla
yargılamanın yedi yılı aşkın bir süredir devam ettiği, son kararın henüz
tarafların talebi olmadığı için tebliğe çıkmadığı anlaşılmakla makul olmayan
bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
93. Açıklanan nedenlerle başvurucuların Anayasa'nın 36. maddesinde
güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar
verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
94. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
95.Yapılan incelemede her ne kadar başvurucuların makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmışsa da başvurucuların
herhangi bir tazminat talebi olmadığından tazminata ilişkin olarak hüküm
kurulmasına gerek görülmemiştir.
96. Başvurucular vekili 18/5/2016 tarihinde verdiği dilekçe ile
Avukatlık Kanunu ile bağdaşmayan bir işe başlaması nedeniyle vekillikten
çekilmiştir. Bu sebeple vekâlet ücretine hükmedilmemesi gerekmektedir.
97. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harçtan oluşan
yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi
gerekir.
V. HÜKÜM
A. 1. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. 206,10 TL harçtan oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCULARA
MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
D. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
E. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
22/9/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.