TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
HATİCE AVCI VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2014/9788)
Karar Tarihi: 22/9/2016
Başkan
:
Engin YILDIRIM
Üyeler
Serdar ÖZGÜLDÜR
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
Muammer TOPAL
M. Emin KUZ
Raportör Yrd.
Gökçe GÜLTEKİN
Başvurucular 1. Hatice AVCI
2. Cennet DAĞLI
3. Zülfü DAĞLI
4. Fatma TOPKARA
5. Mucahide DAĞLI
6. Şeyma TOPKARA
7. Rabia DORUM
8. Meryem GÜNEŞ
9. Aysel SERİN
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; tapu iptali ve tescil davasında kesin hüküm itirazının dikkate alınmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, dava sonunda tapulu taşınmazın yitirilmiş olmasıyla mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 3/6/2014 tarihinde Erdemli 1. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 17/5/2016 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı 18/5/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar vermiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesine herhangi bir görüş sunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
7. Mersin ili Erdemli ilçesi Tırtar Mahallesi Azılıköy mevkiinde kain 922 parsel sayılı taşınmaz 1982 ile 1985 yılları arasında yapılan kadastro çalışmaları sonucunda 17/5/1985 tarihinde Hazine adına tespit görmüştür. Mehmet Dağlı süresi içinde karara itiraz etmiştir.
8. İtiraz üzerine Tapulama Komisyonunun 22/12/1989 tarihli ve 922/24546 sayılı kararı ile Maliye Hazinesi adına yapılan tespit iptal edilmiş, taşınmaz Mehmet Dağlı adına tespit edilerek tapu siciline tescil edilmesine karar verilmiştir. Kararın kanunda öngörülen süre içinde verilmeme sebebi işlerin yoğun olması ve kanun değişikliği ile gerekçelendirilmiştir.
9. Askı süresi içinde herhangi bir itiraz olmaması nedeniyle karar 5/3/1990 tarihinde kesinleşmiş ve Mehmet Dağlı adına tapuya tescil edilmiştir.
10. Mehmet Dağlı 15/7/1990 tarihinde vefat etmiştir. Mirasçı olarak geride başvurucular kalmıştır.
11.Maliye Bakanlığı 25/7/1991 tarihli dava dilekçesiyle nizalı yerin devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yer olduğunu, zilyetlikle kazanılamayacağını belirterek Erdemli Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde tapu iptali ve tescili davası açmıştır. Dava dilekçesinde davalı olarak muris gösterilmiştir.
12. Duruşmaya gelen başvuruculardan Zülfü Dağlı ile keşif yerinde hazır bulunan diğer mirasçılar dava konusu yerin kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği ile mülk edinmeye elverişli yerlerden olduğunu, söz konusu taşınmazın üçüncü bir gerçek kişi tarafından daha önceki yıllarda ifa edilen bir edim karşılığında murise devredildiğini belirterek davanın reddini istemişlerdir.
13. Keşif sonucunda bilirkişi raporu Mahkemeye sunulmuş, 25/12/1991 tarihli bilirkişi raporunda söz konusu taşınmazın 40-50 yıldan bu yana ziraat yapılan bir yer olduğu belirtilmiştir. Ayrıca keşif sırasında söz konusu yerde mukim kişilerin tanıklıklarına başvurulmuştur. Mahkeme 26/12/1991 tarihli ve E.1991/304, K.1991/500 sayılı kararıyla davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:
"...Dava konusu yere ait Kadastro tutanak ve eklerinin celp ve tetkikinden, dava konusu yerin kadastro tespitinin 766 sayılı Kanun hükümlerine göre kayıt miktar fazlası olarak Hazine adına yapıldığı, itiraz üzerine Komisyonca sonradan yürürlüğü giren 3402 sayılı yasa hükümleri gereği davalıya verildiği ve davalı adına bu şekilde tapu oluşturulduğu anlaşılmıştır.
Keşif sırasında toplanıp değerlendirilen deliller ile tüm dosya kapsamında göre, dava konusu yer kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği ile mülk edinilmeye elverişli yerlerden olup, bu yer üzerinde kadastro tespit tarihi itibari ile davalı ve satıcısı ile satıcısının murisi yararına 3402 sayılı yasanın 14. maddesindeki koşullar oluşmuştur. Kaldı ki, davalı dava tarihinden önce ölmüş olup ölü kişi aleyhine dava açılamaz.
O halde davanın reddi gerekir.
..."
14. Bu karar aradan yaklaşık on sekiz sene sonra tebligata çıkmış ve 20/2/2009 tarihinde davacıya tebliğ edilmiştir. 24/2/2009 tarihinde temyiz defterine temyiz dilekçesi kaydolmuştur. Temyiz dilekçesinde davacı idare esasa yönelik itirazlarda bulunmuş, Yargıtayın temyiz incelemesinde resen nazara alacağı sair sebepler muvacehesinde kararın bozulması istenmiştir.
15. Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 13/5/2009 tarihli ve E.2009/4824, K.2009/5637 sayılı kararla hükmü onamıştır. Kararın ilgili kısmı şu şekildedir:
"...
Mahkemece, davalı lehine zilyetlikle mülk edinme koşullarının oluşmuş olduğu, ayrıca dava tarihinden önce vefat ettiği, ölü kişi hakkında dava açılamayacağı gerekçesiyle, davanın reddine kararverilmiştir.
Karar, davacı Hazine vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi ... raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.
-KARAR-
Dosya içeriğine, toplanan delillere, hükmün dayandığı yasal ve hukuksal gerekçeye, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına ve özellikle, 4.5.1978 tarih 4/5 Sayılı İçtihatları Birleştirme Kararı uyarınca ölü kişi aleyhine dava açılamayacağı gözetilmek suretiyle, dava tarihinden önce ölmüş olduğu belirlenen davalı hakkında açılan davanın reddedilmiş olması doğru olduğuna göre; davacı Hazinenin temyiz itirazı yerinde değildir. Reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA ...[karar verildi]"
16. Karar düzeltme istemi olmadığı için Mahkemenin 26/12/1991 tarihli ve E.1991/304, K.1991/500 sayılı kararı bu şekilde kesinleşmiştir.
17. Maliye Hazinesi 26/6/2009 tarihli dilekçeyle Erdemli 2. Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde, aynı sebeple bu sefer murisin mirasçıları olan başvurucular davalı olarak gösterilmek suretiyle tapu iptali ve tescil davası açmıştır. Dilekçede dava tarihinden önce murisin ölmüş olması nedeniyle davanın reddedildiği belirtilmiştir. Sonuçta davacı; tapunun iptali ile nizalı yerin Hazine adına tapuya kayıt ve tescilini, başvurucuların bu yere vaki haksız müdahalelerin önlenmesini talep etmiştir.
18. Mahkeme 29/6/2009 tarihinde dava konusu taşınmazın tapu kaydının ve kadastro tespit tutanaklarının istenmesine, 1991/304 esas sayılı dosyanın dosya arasına alınmasına, dava konusu taşınmazın krokisinin istenmesine, dava konusu taşınmazla ilgili mahalli bilirkişi listesinin istenmesine tensiben karar vermiştir.
19. 21/10/2009 tarihinde yapılan duruşma sonucunda keşif yapılmasına, keşfe refakate fen, ziraat ve orman bilirkişilerinin alınmasına karar verilmiştir. 7/11/2009 tarihli bilirkişi raporuna göre taşınmaz üzerinde limon, yenidünya ve zeytin ağaçları dikilmiş ve ayrıca tek katlı betonarme ev inşa edilmiştir. Orman ve fen bilirkişisinin 6/11/2009 tarihinde hazırladığı raporda söz konusu 922 sayılı parselin orman vasfı niteliğinde olmadığı belirtilmiştir. Ziraat bilirkişisinin 7/11/2009 tarihinde hazırladığı raporda taşınmaz parselin yüzölçümü "limon bahçesi" niteliği ile 4.304 m2 olduğu, incelenen ve 1961 tarihli en eski memleket haritasına göre taşınmazın "çalılık" simgesi ile makilik, 1969 tarihli hava fotoğraflarına göre ise sıra hâlinde "çalılık" olan tarla olarak görüldüğü, arazinin imar-ihyasının taşları temizlemek ve taşınmazdaki toprağı çıkararak yüzeye sermek suretiyle tamamlanmış olduğu ancak limon ağaçlarının 30-35 yaşlarında olduğu, zilyetlik süresinin iktisap için yeterli olmadığı, bu yüzden devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerlerden olduğu kanaati ile rapor sunulmuştur.
20. Bir sonraki duruşma sırasında alınan bilirkişi raporları taraflara tebliğ edilmiş; taraflar, bilirkişi raporlarını incelemek için süre istemiştir. Tarafların talebi doğrultusunda duruşma 24/2/2010 tarihine ertelenmiştir.
21. 24/2/2010 tarihli duruşmada başvurucular eski beyanlarını tekrar ettiğini, kesin hüküm ve zamanaşımı itirazlarının olduğunu tekrar belirtmiş; başvurucular vekili ayrıca yazılı beyanını sunmuştur.
22. Erdemli 2. Asliye Hukuk Mahkemesi 24/2/2010 tarihli ve E. 2009/259, K. 2010/103 sayılı kararla davayı kabul etmiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şu şekildedir:
Ziraat Mühendisi bilirkişi dosyaya sunduğu 07/11/2009 tarihli raporunda; dava konusu taşınmazın devletin hüküm ve tasarrufu altında olan yerlerden olduğunu bildirmiştir.
Orman Mühendisi ve Fen Bilirkişisi dosyaya sundukları 06/11/2009 tarihli müşterek imzalı raporlarında; dava konusu taşınmazın orman sayılmayan yerlerden olduğunu bildirmişlerdir.
Toplanıp değerlendirilen deliller ve tüm dosya kapsamına göre; davaya konu taşınmazın bulunduğu yerde arazi kadastosunun 1982-1985 yıllarında geçtiği, kadastro öncesi davacının imar ve ihyanın tamamlanmasından sonra 20 yıl nizasız ve fasılasız olarak zilyeti olması halinde edinmekoşullarının gerçekleşebileceği, ancak arazi kadastosunungeçtiği tarihten 20 öncesine ulaşmadan yani 1969 ta[r]ihli hava fotoğrafında davalı ye[r]lerin çalılık fo[r]munda olduğu, imar ve ihyasının tamamlanmadığı anlaşılmıştır. Ayrıca dava[l]ı taraf, 5841 sy.ile değişik 3402 sy.12/3 md.gereğince 10 yıllık sürenin geçtiği gerekçesi ile davanın reddini talep etmiş ise de kadastro çalışmaları iledava[l]ı adına yapılan tescilin, yolsuz tescil olduğu ve yolsuz tescilin ise süre ve zamanaşımından etkilenmeyeceği kanaati ile, davanın kabulüne karar verilerek aşağıdaki hüküm kurulmuştur."
23. Başvurucuların temyizi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 22/6/2010 tarihli ve E.2010, K.2010/7366 sayılı kararıyla bozma kararı vermiştir. Bozma gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:
"Dosya içeriği ve toplanan delillerden; çekişme konusu 922 parsel sayılı taşınmazın kadastro tespitinin 5.3.1990 tarihinde kesinleştiği vedavalıların miras bırakanı adına kayıtlı olduğu, oysa davanın 29.06.2009 tarihinde açıldığı anlaşılmaktadır. Hemen belirtilmelidir ki; 25.2.2009 tarihinde kabul edilip, 14.3.2009 tarihinde yürürlüğe giren 5841 Sayılı Yasanın 2. maddesi ile 3402 Sayılı Yasanın 12. maddesinin 3. fıkrasına eklenen "bu hüküm iddia ve taşınmazın niteliğine yahut Devlet ve diğer kamu tüzel kişileri dahil tarafların sıfatına bakılmasızın uygulanır" ve 3. maddesi ile eklenen geçici 10. maddesinin " bu kanunun 12. maddesinin 3. fırkası hükmü devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu iddiası ile yürürlük tarihinden önce açılmış ve henüz kesin hükme bağlanmamış olan davalarda dahi uygulanır" şeklindeki hükmü gözetildiğinde, kadastro tespitinin kesinleştiği tarih olan 5.3.1990 ile davanın açıldığı tarih arasında 3402 Sayılı Yasanın 12.maddesinde sözü edilen 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçmiş olduğu sabittir."
24. Davacının esasa ilişkin karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 10/2/2011 tarihli ve E.2010/13050, K.2011/1242 sayılı kararıyla reddedilmiştir.
25. Bozma üzerine yargılamaya devam olunmuş, taraflara duruşma gününü bildirir davetiye gönderilmiştir. Davacı söz konusu 25/2/2009 tarihli ve 5841 sayılı Kanun'un iptali için Anayasa Mahkemesine başvurulduğunu, davanın bekletici mesele yapılmasını talep etmiştir. Başvurucular bozma ilamı doğrultusunda karar verilmesini talep etmiştir.
26. Mahkeme, bekletici mesele yapılması talebini reddetmiş ve bozmaya uyarak davanın reddine karar vermiştir. Mahkemenin 21/4/2011 tarihli ve E.2011/172, K.2011/133 sayılı kararının ilgili kısmı şu şekildedir:
"Toplanıp değerlendirilen deliller ve tüm dosya kapsamına göre; 14.03.2009 tarihinde yürürlüğe giren 5841 sayılı yasanın 2. maddesi ile 3402 sayılı yasanın 12. maddesinin 3. fıkrasına eklenen "bu hüküm iddia ve taşınmazın niteliğine yahut Devlet ve diğer kamu tüzelkişileri dahil tarafların sıfatına bakılmaksızın uygulanır" ve 3. maddesi ile eklenen "bu kanunun 12.maddesinin 3. Fıkrası hükmü devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu iddiası ile yürürlük tarihinden önce açılmış ve henüz kesin hükme bağlanmamış davalarda dahi uygulanır" şeklindeki hükmü gözetildiğinde, kadastro tespitinin kesinleştiği tarih olan 5.03.1990 tarih iledavanın açıldığı tarih arasında 3402 sayılı yasanın 12.maddesinde sözü edilen 10 yıllık hak düşürücü süre geçmiş olduğundan davanın reddi ... gerekmiştir."
27. 5841 sayılı Kanun'un ilgili hükümlerinin Anayasa Mahkemesi tarafından 12/5/2011 tarihli ve E.2009/31, K.2011/77 sayılı kararla iptal edilmesi nedeniyle Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 26/10/2011 tarihli ve E.2011/9014, K.2011/10924 sayılı kararla hükmün bozulmasına karar vermiştir. Bozma gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:
"Mahkemece; hükmüne uyulan bozma ilamı doğrultusunda işlem ifa edilerek 14.03.2009 tarihinde yürürlüğe giren 5841 sayılı 3402 sayılı yasanın 12/3 maddesine bazı ilave hükümler getiren yasal düzenlemeler ve 19.1.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6099 sayılı yasa hükümleri gözetilerek davanın hak düşürücü süreden reddine karar verilmiş olması karar tarihi itibariyle doğru ise de 5841 Sayılı Yasanın Anayasa Mahkemesinin 12.05.2011 tarih, 2009/31 Esas, 2011/77 Esas sayılı kararı ile iptal edilmesive iptal hükmünün 23.7.2011 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanarakyürürlüğegirmesikarşısındaeldekidavabakımındanöncekimevzuatıngözetilmesigerekeceğitartışmasızdır. Öyle ise, kesin hüküm halini almamış ve usuli kazanılmış hakkın istisnasını teşkil eden bu durum karşısında 5841 Sayılı Yasa hükümleri uyarınca davanın reddine ilişkin olarak kurulan hükmün, verildiği tarih itibarıyla doğru olduğu düşünülse de, meydana gelen yasa değişikliğinden sonra doğru olduğu söylenemez."
28. Bu sefer başvurucular karar düzeltme isteminde bulunmuş, karar düzeltme istemi aynı Dairenin 8/3/2012 tarihli ve E.2012/2080, K.2012/2575 sayılı kararıyla reddedilmiştir.
29. Bozma üzerine taraflara duruşma gününü bildirir davetiye gönderilmiş 4/7/2012 tarihinde yapılacak duruşma gününden önce mazeret beyan eden başvurucular vekili ile davacı vekilinin mazereti kabul edilmiş, duruşma 10/10/2012 tarihine ertelenmiştir. 10/10/2012 tarihinde yapılan duruşmada ise hâkim değişikliği yaşandığı için dosyanın incelemeye alınmasına, bu sebeple duruşmanın 26/12/2012 tarihine ertelenmesine karar verilmiştir.
30. 26/12/2012 tarihinde yapılan duruşmada bozma ilamına uyulmuştur. Mahkemenin 26/12/2012 tarihli ve E.2012/209, K.2012/821 sayılı kararın gerekçesinin ilgili kısmı ve hükmü şu şekildedir:
"Mahkememizce 26/12/2012 tarihli celsede bozma ilamına uyulmasına karar verilmiştir.
Tüm dosya kapsamı bir bütün olarak dikkate alındığında Anayasa Mahkemesinin iptal hükmü de dikkate alındığında eski uygulamanın devam edeceği şüphesiz olduğundan davanın kabulüne karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm tesisi yoluna gidilmiştir.
HÜKÜM: Açıklanan nedenlerle;
1-Davanın kabulü ile, Mersin İli, Erdemli İlçesi, Tırtar Köyü Azılı Köy Mevkii 922 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydının iptali ile davacımaliye hazinesi adına tarla vasfı ile tapuya kayıt ve tesciline,
2-Karardan bir suretin İİK'nın 28. Mad. Gereğince TSM'ye gönderilmesine,
3-Davacı kurum harçtan muaf olduğundan harç alınmasına yer olmadığına,
4-Davacı Maliye hazinesi tarafından yapılan yargılama giderlerinin 6099 sayılı yasanın 16.maddesi ile eklenen 3402 sayılı yasının 36/A maddesi gereğince davacı hazine üzerinde bırakılmasına,
[5]-Davacı Maliye hazinesi, davada vekille temsil edilmiş ise de 6099 sayılı yasanın 16.maddesi ile eklenen 3402 sayılı yasının 36/A maddesi gereğince davacı hazine yararına vekalet ücreti takdirine yer olmadığına,"
31. Başvurucuların ve davacının temyizi üzerine Yargıtay 8. Hukuk Dairesi 3/12/2013 tarihli ve E.2013/14757, K.2013/18289 sayılı kararla müdahalenin önlenmesi isteği ile ilgili herhangi bir hüküm kurulmaması nedeniyle davacı lehine kısmen onama kararı vermiştir. Daire kararının gerekçesi şu şekildedir:
Dosya muhtevasına, dava evrakı ile yargılama tutanakları münderecatına ve uyulan bozma ilamında açıklandığı üzere işlem yapılıp sonucu Dairesinde hüküm tesis edildiğine, toplanan deliller, tanık beyanları ve uzman bilirkişi raporlarına göre dava konusu taşınmazın zilyetlikle iktisap koşulları oluşmamış devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerden olduğunun belirlendiğine, kesin hüküm oluşturduğu iddia edilen Erdemli 1.Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 1991/304 Esas sayılı dava dosyasında Mahkemece hem esas hem usulle ilgili olacak şekilde “922 parsel üzerinde kadastro tespit tarihi itibarıyla davalı ve satıcısı ve satıcısının murisi yararına 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 14 maddesindeki koşulların oluştuğu, kaldı ki davalı Mehmet Dağlı’nın dava tarihinden önce ölmüş olup ölü kişi aleyhine dava açılamayacağı” gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş ise de kararın temyizi sonunda Yargıtay tarafından esasa girilmeksizin “özellikle” denmek suretiyle “4.5.1978 tarih 4/5 Sayılı İçtihatları Birleştirme Kararı uyarınca ölü kişi aleyhine dava açılamayacağı gözetilmek suretiyle, dava tarihinden önce ölmüş olduğu belirlenen davalı hakkında açılan davanın reddedilmiş olması doğru olduğuna göre” şeklinde onama sevkedildiğine, bir davada hem esas hem usulden redde karar verme imkanı olamayacağına, Mahkemenin o davada esas bakımından yaptığı değerlendirme sonuca etkili olmadığı gibi usulden redle sonuçlanan dava dosyasının lehe veya aleyhe sonuç yaratma imkanı da bulunmadığına göre kesinleşen dosyanın kesin hüküm teşkil etmeyeceği gözetilerek yazılı şekilde davanın kabulüne karar verilmiş olması doğru olup davalılar vekilinin yerinde olmayan temyiz itirazlarının reddi ile Usul, Kanun ve bozma gereklerine uygun bulunan hükmün ONANMASINA,
Davacı Hazine vekilinin temyiz itirazına gelince; Hazine vekili tarafından dava dilekçesinde dava konusu 992 parsele ait tapu kaydının iptali ile Hazine adına tapuya tesciline, davalıların taşınmaza vaki haksız müdahalesinin menine karar verilmesi istenilmiştir. Mahkemece davanın kabulüne, 992 parselin tapusunun iptali ile davacı Hazine adına tesciline karar verilmiş ise de müdahalenin önlenmesi isteği ile ilgili herhangi bir hüküm kurulmamıştır. Açıklanan nedenle iddia ve savunma doğrultusunda taraf delillerinin değerlendirilerek müdahalenin önlenmesi talebi ile ilgili olarak da sonucuna göre olumlu olumsuz bir hüküm kurulması gerekirken bu istek bakımından gerekçe de gösterilmeksizin mahkeme görüşünün ortaya konmaması doğru olmamıştır.
Davacı Hazine vekilinin temyiz itirazları açıklanan nedenle yerinde görüldüğünden kabulü ile usul ve kanuna aykırı görülen hükmün müdahalenin meni isteğine yönelik talep bakımından6100 sayılı HMK.nun Geçici 3.maddesi yollaması ile HUMK’nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA [karar verilmiştir] "
32. Onama kararına karşı karar düzeltme yoluna başvurulmuş, karar düzeltme istemi Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 6/5/2014 tarihli ve E. 2014/9335, K.2014/8865 sayılı kararıyla reddedilmiştir.
33. Karar düzeltme isteminin reddi kararı 2/6/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.
34. Başvurucular 3/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
35. Kısmi bozma sebebiyle davaya devam olunmuş, bozulan kısım yönünden de bozmaya uyularak davacının talebi doğrultusunda Mahkemenin 10/2/2015 tarihli ve E.2014/310, K.2015/62 sayılı kararıyla hüküm verilmiştir.
36. Son verilen kararın gerekçesi, tarafların herhangi bir talebi olmadığı gerekçesiyle tebliğ edilmediği anlaşılmış ve hükmün bu kısmı kesinleşmemiştir.
B. İlgili Hukuk
37. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 448. maddesi şu şekildedir:
"(1) Bu Kanun hükümleri, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhâl uygulanır."
38. 6100 sayılı Kanun'un 303. maddesinin birinci fıkrası şu şekildedir:
"(1) Bir davaya ait şeklî anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için, her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir."
39. 4/5/1978 tarihli ve E.1978/4, K.1978/5 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı şu şekildedir:
"Davalının, davanın açılmasından önce ölmesi halinde, davanın reddi gerektiğine, mirasçıların bu davada yer alamayacağına, dava dilekçesinde kanuni noksan bulunduğundan söz edilerek, mirasçıların davaya katılmasıyla davanın yürütülemeyeceğine ve ıslah yolu ile de bunun gerçekleştirilmesine olanak bulunmadığına... karar verildi."
40. 17/2/1926 tarihli ve 743 sayılı Türk Kanunu Medenîsi'nin 641. maddesi şöyledir:
“Sahipsiz şeyler ile menfaati umuma ait olan mallar Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Hilafı sabit olmadıkça menfaatı umuma ait sular ile ziraate elverişli olmıyan yerler, kayalar, tepeler, dağlar ve onlardan çıkan kaynaklar kimsenin mülkü değildir. Sahipsiz şeylerin ihraz ve işgali, yollar ve meydanlar, akar sular ile yatakları gibi menfaati umuma ait malların işletilmesi ve kullanılması hakkında ahkamı mahsusa vazolunur.”
41. 3/12/2001 tarihli ve 4722 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un 3. maddesi şöyledir:
"İçerikleri tarafların istek ve iradeleri gözetilmeksizin doğrudan doğruya kanunla belirlenmiş işlem ve ilişkilere, bunlar Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girmesinden önce kurulmuş olsalar bile, bu Kanun hükümleri uygulanır."
42. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 715. maddesi şöyledir:
"Sahipsiz yerler ile yararı kamuya ait mallar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır.
Aksi ispatlanmadıkça, yararı kamuya ait sular ile kayalar, tepeler, dağlar, buzullar gibi tarıma elverişli olmayan yerler ve bunlardan çıkan kaynaklar, kimsenin mülkiyetinde değildir ve hiçbir şekilde özel mülkiyete konu olamaz.
Sahipsiz yerler ile yararı kamuya ait malların kazanılması, bakımı, korunması, işletilmesi ve kullanılması özel kanun hükümlerine tâbidir."
43. 28/6/1966 tarihli ve 766 sayılı Tapulama Kanunu’nun 31. maddesi şöyledir:
“Tapulamaya müsteniden tesis olunan tapu sicilleri, aksi hükmen sabit oluncaya kadar muteberdir.
Bu sicillerde belirtilen haklara tescilleri tarihinden itibaren on sene geçtikten sonra, tapulamaya takaddüm eden sebeplere dayanılarak itiraz olunamaz ve dava açılamaz.”
44. 766 sayılı Kanun'un 35. maddesi şöyledir:
"Mera, yayla, kışlak, otlak, harman yeri, pazar ve panayır yerleri gibi ammenin istifadesine tahsis edildiği veya kadimden beri umumun istifade ve intifa ettiği, belgelerle veya bilirkişi ve şahit beyanı ile tevsik edilen ortamalı arazi sınırlandırılır, parsel numarası verilerek yüzölçümü hesaplanır.
Bu sınırlandırma tescil mahiyetinde olmadığı gibi bu suretle belirtilen gayrimenkuller, hususi kanunlarında yazılı hükümler mahfuz kalmak üzere hususi mülkiyete konu teşkil etmezler."
45. 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun geçici 4. maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:
"Bu Kanunun yürürlüğünden önce düzenlenmiş tapulama tutanakları ve kadastro beyannameleri ile verilmiş bulunan komisyon kararları geçerliliklerini korurlar. Bunlara süresi içinde itiraz durumunda bu Kanun hükümleri uygulanır."
46. 3402 sayılı Kanun'un 12. maddesi şöyledir:
"30 günlük ilan süresi geçtikten sonra, dava açılmayan kadastro tutanaklarına ait sınırlandırma ve tespitler kesinleşir.
Kadastro müdürü tarafından onaylanarak kesinleşen tutanaklar ile kadastro mahkemesinin kesinleşmiş kararları; kesinleşme tarihleri tescil tarihi olarak gösterilmek suretiyle en geç 3 ay içinde tapu kütüklerine kaydedilir.
Bu tutanaklarda belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak itiraz olunamaz ve dava açılamaz. (Ek cümle: 25/2/2009- 5841/2 md.; İptal: Anayasa Mahkemesi’nin 12/5/2011 tarihli ve E.: 2009/31, K.: 2011/77 sayılı Kararı ile.)
Kadastrosu tamamlanan çalışma alanı içerisinde kalan eski tapu kayıtları, işleme tabi kayıt niteliğini kaybederler. Bu kayıtlara dayanılarak kadastro ve tapu sicil müdürlüklerinde işlem yapılamaz.
Kesinleşmemiş tutanaklar herhangi bir nedenle tapuya tescil edilmişse, iddia ve taşınmazın niteliğine bakılmaksızın, taşınmazı tescil tarihinden itibaren 20 yıl müddetle malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduranlar ile bunların akdi ve kanuni halefleri açılmış ve açılacak olan davalarda medeni kanunun tapuya itimat prensibinden yararlanırlar."
47. İptal edilmeden önce 5841 sayılı Kanun'un 2. maddesiyle 3402 sayılı Kanun'un 12.maddesinin üçüncü fıkrasına aşağıdaki cümle eklenmişti:
"Bu hüküm, iddia ve taşınmazın niteliğine yahut Devlet veya diğer kamu tüzel kişileri dahil, tarafların sıfatına bakılmaksızın uygulanır."
48. İptal edilmeden önce 5841 sayılı Kanun'un 3. maddesiyle 3402 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde şu şekildeydi:
"GEÇİCİ MADDE 10- Bu Kanunun 12 nci maddesinin üçüncü fıkrası hükmü, Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu iddiası ile yürürlük tarihinden önce açılmış ve henüz kesin hükme bağlanmamış olan davalarda dahi uygulanır.”
49. Anayasa Mahkemesinin 12/5/2011 tarihli ve E.2009/31, K.2011/77 sayılı iptal kararı.
50. 3402 sayılı Kanun'un 17. maddesi şöyledir:
"Orman sayılmayan Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan ve kamu hizmetine tahsis edilmeyen araziden, masraf ve emek sarfı ile imar ve ihya edilerek tarıma elverişli hale getirilen taşınmaz mallar 14 üncü maddedeki şartlar mevcut ise imar ve ihya edenler veya halefleri adına, aksi takdirde hazine adına tespit edilir."
51. 3402 sayılı Kanun'un 14. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Tapuda kayıtlı olmayan ve aynı çalışma alanı içinde bulunan ve toplam yüzölçümü sulu toprakta 40, kuru toprakta 100 dönüme kadar olan (40 ve 100 dönüm dahil) bir veya birden fazla taşınmaz mal, çekişmesiz ve aralıksız en az yirmi yıldan beri malik sıfatıyla zilyetliğini belgelerle veya bilirkişi veyahut tanık beyanlarıyla ispat eden zilyedi adına tespit edilir."
52. 8/5/1987 tarihli ve E.1986/3, K.1987/4 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı'nın ilgili kısmı şu şekildedir:
"...Gerçekten Yargıtay’da yerleşmiş ve kararlılık kazanmış uygulamaya göre 35. maddede yer alan. taşınmazların kişi adına tesbit ve tescili halinde bu tescil aleyhine açılacak dava 31. maddedeki süreye tabi değildir. Bu husus, içtihadı birleştirmenin konusu dışında kalmakla beraber şu yön belirtilmelidir ki eşitlik ilkesi aynı durum ve koşullar altında bulunanların aynı uygulamaya tabi tutulmalarını ifade eder. Kamu taşınmazları herhangi bir nedenle zuhulen tescil edilse dahi hukuksal mahiyet ve niteliklerini kaybetmezler, yasa koyucu bu nedenlerle de 35. maddedeki sınırlandırmanın tescil mahiyetinde olmadığını hükme bağlamıştır. Bu yolda açılacak davanın dayanağını özel hukuk hükümleri oluşturmaz. O halde taşınmazların farklı niteliklerine dayanan farklı içtihatlar nedeniyle eşitlik ilkesinin bozulduğundan söz edilemez."
53. 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi şöyledir:
"Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur.
Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder.
Devletin sorumluluğuna ilişkin davalar, tapu sicilinin bulunduğu yer mahkemesinde görülür."
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
54. Mahkemenin 22/9/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
55. Başvurucular taşınmazlarının tapu siciline tescil edilmesiyle devlet güvencesi altına alındığını, Hazinenin 1991 yılında açtığı davanın reddedildiğini, Yargıtayın bu kararı onadığını, tapuya tescilin üzerinden on dokuz yıl geçtikten sonra aynı taşınmaza tekrar dava açılmasının kesin hüküm yasağının Maliye Hazinesine karşı işlemediği sonucunu doğurduğunu, hakkın kötüye kullanıldığını, mülkiyet hakkının ihlal edildiğini, benzer bir davada 2010 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) Türkiye ile ilgili verdiği ihlal kararının bulunduğunu, tapuya güven prensibinin geçerliliğini kaybettiğini, taşınmaza komşu diğer taşınmazların özel mülkiyete ait olduğunu, bir kısmının bunları yargı kararı ile aldığını, savunmalarının yeterince değerlendirilmediğini, Mahkemenin ve Yargıtayın kararlarının yeterli ve ikna edici gerekçeler içermediğini, kesin hüküm itirazının ve taşınmazının evvelinin tarım arazisi olduğu itirazlarının değerlendirilmediğini, tapunun alındığı tarih ile nihai kararın verildiği tarih arasında yirmi dört yıldan fazla bir süre geçtiğini, taşınmazdan tahliyelerinin gündeme geldiğini, başka taşınmazlarının bulunmadığını iddia ederek Anayasa'nın 17., 21., 35. ve 36. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüşler; yeniden yargılama giderleri ile vekâlet ücretinin ödenmesini ve yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemesine gönderilmesini talep etmişlerdir.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
56. Anayasa Mahkemesi olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların iddiaları ilk olarak kesin hüküm itirazının dikkate alınmadığı şikâyeti nedeniyle gerekçeli karar hakkı kapsamında adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkindir. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyet yine adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi gerekmektedir. Bunun yanında başvurucuların murisine ait olarak tescil edilen tapulu bir taşınmazın açılan dava sonucunda Hazine adına tesciline karar verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkına yönelik iddiaların da incelenmesi gerekmektedir.
a. Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
57. Başvurucular 1991 yılında açılan ve kesin olarak hükme bağlanan davanın sonucu ile açılan davaya ilişkin talebin aynı olduğunu, yargılama sırasında ileri sürülen bu itirazların dikkate alınmadığını belirterek kesin hüküm yasağının maliye hazinesine karşı işlemediğini iddia etmiştir.
58. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
59. Anayasa’nın 141. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.”
60. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme/AİHS) 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
61. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddiada bulunma, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Anılan maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bağlamda Anayasa’nın, bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden 141. maddesinin de hak arama hürriyetinin kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır (Vedat Benli, B. No: 2013/307, 16/5/2013, § 30).
62. Anayasa'nın 141. maddesinde güvence altına alınan gerekçeli karar hakkı, mahkeme kararlarında kararların dayandığı hukuki gerekçenin yeterli açıklıkta gösterilmesini gerektirir. Bununla birlikte mahkeme kararlarının gerekçesinde tarafların tüm iddialarının ayrıntılı bir biçimde tartışılması zorunluluğu bulunmamaktadır. Gerekçenin ayrıntısı davanın niteliğine göre değişmekle birlikte kararın hüküm kısmına dayanak oluşturacak hukuki bir gerekçenin kısa ve özet de olsa bulunmasının zorunlu olduğu açıktır (Vesim Parlak, B. No: 2012/1034, 20/3/2014, § 33).
63. Kararların gerekçeli olması, davanın taraflarının mahkeme kararının dayanağını öğrenerek mahkemelere ve genel olarak yargıya güven duymalarını sağladığı gibi tarafların kanun yoluna etkili başvuru yapmalarını mümkün hâle getiren en önemli faktörlerdendir. Gerekçesi bilinmeyen bir karara karşı gidilecek kanun yolunun etkin kullanılması mümkün olmayacağı gibi bahsedilen kanun yolunda yapılacak incelemenin de etkin olması beklenemez (Vesim Parlak, § 34).
64. Başvuru konusu olayda başvurucular kesin hüküm itirazının dikkate alınmadan karar verildiğini, yapılan itirazların değerlendirilmediğini ileri sürmüşlerdir. Yargıtay 8. Hukuk Dairesi, 2009 yılında açılan başvuruya konu davanın temyiz incelemesi sırasında (bkz. § 31) bu hususa ilişkin olarak bir davanın hem usulden hem de esastan reddedilmeyeceğini, Mahkemenin o davada esas bakımından yaptığı değerlendirmenin sonuca etkili olmadığını, usulden retle sonuçlanan dava dosyasının lehe veya aleyhe sonuç yaratma imkânı da taşımadığını açıkça belirterek ve Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun 4/5/1978 tarihli kararını da gözönüne alarak kesinleşen dosyanın kesin hüküm teşkil etmeyeceğini ifade etmiştir.
65. Bu suretle başvurucular tarafından ileri sürülen ve hüküm sonucunu etkilediği iddia edilen taleplerinin İlk Derece Mahkemesi tarafından ilk başta ilgili kararın dava dosyası arasına alındığı ve incelendiği (bkz. § 18), ayrıca 5841 sayılı Kanun'un ilgili maddelerinin iptal edilmesine müteakiben yerel Mahkeme kararının gerekçesini benimsediği anlaşılan kanun yolu merci tarafından ileri sürülen bu hususa ilişkin ayrıntılı bir şekilde gerekçe verildiği anlaşılmakla (bkz. § 31) başvurucuların gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği yönündeki iddialarının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
66. Başvurucular aradan geçen zaman zarfında tekrar dava açılmasının hakkın kötüye kullanımı niteliğinde olduğunu, tapuya güven prensibinin geçerliliğini kaybettiğini ileri sürerek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
67. Anayasa'nın 35. maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."
68. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir."
69. Anayasa'nın 35. maddesinde herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu, bu hakların ancak kamu yararı amacıyla kanunla sınırlanabileceği, mülkiyet hakkının kullanılmasının toplum yararına aykırı olamayacağı hükme bağlanmıştır. Mülkiyet hakkı, kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma ve tasarruf etme, onun ürünlerinden yararlanma olanağı verir (AYM, E.2011/58, K.2012/70, 17/5/2012).
70. Mülkiyet hakkı mutlak bir hak olmayıp kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilir ve bu sınırlandırmanın ölçülü ve orantılı olması gerekir. Devletin hüküm ve tasarrufu altında olan malların korunması amacıyla mülkiyet hakkına müdahale edilmesi meşru olmakla birlikte bu kamusal külfetin tamamının mülk sahiplerine yüklenemeyeceği ve kanun koyucunun buna uygun çözüm yolları bulması gerekeceği açıktır (AYM, E.2009/31, K.2011/77, 12/5/2011).
71. Nitekim AİHM, benzer şekilde hem kıyılar hem de ormanlarla ilgili kararlarında kadastro tespiti ya da satın alma yoluyla tapulu taşınmazları edinen kişilerin tapularının, kıyı kenar çizgisi ya da orman alanı içinde kaldığı gerekçesiyle ve herhangi bir tazminat ödenmeksizin iptal edilmesini Sözleşme'ye ek 1 No'lu Protokol'ün 1. maddesinin ihlali olarak nitelendirmiştir. AİHM, bu kararlarında çevrenin korunmasına ilişkin kamu yararı ile bireyin mülkiyet hakkının korunması arasında makul bir dengenin bulunması gerektiğini belirterek karşılığı ödenmeksizin mülkiyet hakkına müdahale edilemeyeceği sonucuna ulaşmıştır.
72.4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesiyle tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan devletin sorumlu olduğu; devletin zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu edebileceği hüküm altına alınmıştır (Nazmiye Akman, B. No: 2013/1012, 16/4/2013, § 22).
73. Başvuru konusu somut olayda başvurucuların murisi adına 1990 yılında genel arazi kadastrosu ile kesinleşen tapu kaydına güvenerek zilyetliğini devam ettirmiştir. Bu tespit üzerine yaklaşık 19 yıl sonra Maliye Hazinesi tarafından açılan tapu iptali ve tescil davasında başvurucunun kadastro tespit tarihi itibariyle taşınmazın imar ve ihyası için Kanun'da gerekli şartları da (bkz. § 30) taşıyamaması nedeniyle taşınmazlarının tarla vasfı ile Hazine adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmiştir.
74.Tapu işlemleri kadastro tespiti işlemlerinden başlayarak birbirini takip eden işlemler olduğundan ve tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan bu kayıtlarda yapılan hatalardan 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesine göre devletin sorumlu olduğunun kabulü gerekir. Burada devletin sorumluluğu kusursuz sorumluluktur. Kusursuz sorumluluk tapu siciline bağlı çıkarların ve ayni hakların yanlış tescili sonucu değişmesi ya da yitirilmesi ile bu haklardan yoksun kalınması temeline dayanır. Çünkü sicillerin doğru tutulmasını üstlenen ve taahhüt eden Devlet, gerçeğe aykırı ve dayanaksız kayıtlardan doğan zararları da ödemekle yükümlüdür (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 18/11/2009 tarihli ve E.2009/4-383, K.2009/517 sayılı kararı). Bu işlemler nedeniyle zarar görenler 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi gereğince zararlarının tazmini için 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Borçlar Kanunu'nun 146. maddesi gereğince 10 yıllık zamanaşımı süresinde Hazine aleyhine adli yargıda dava açabilirler (Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 18/12/2012 tarih ve E.2012/7876, K.2012/14598 sayılı kararı).
75. Tapu kaydının iptali nedeniyle tapu sahibinin oluşan gerçek zararı neyse tazminatın miktarı da o kadar olmalıdır. Gerçek zarar, tapu kaydının iptali nedeniyle tapu malikinin mal varlığında meydana gelen azalmadır. Tazminat miktarı, zarar verici eylem gerçekleşmemiş olsaydı zarar görenin mal varlığı ne durumda olacak ise aynı durumun tesis edilebileceği miktarda olmalıdır. Tazminat miktarının belirlenmesinde öncelikli konu, tapusu iptal edilen gayrimenkulün niteliğinin ve değerinin belirlenmesi olup araştırma yöntemi taşınmazın arsa ya da arazi olmasına göre farklılık arz edecektir (Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 13/12/2011 tarihli ve E. 2011/8798, K. 2011/14624 sayılı kararı)
76. Yukarıda yer verilen Kanun hükümleri ve Yargıtay içtihatları gözönünde bulundurulduğunda başvurucular, tapuda murisleri adına kayıtlı taşınmazın kendileri tarafından kullanılmasına veya tasarrufuna engel olacak nitelikte bir şerh düşülmesi veya tapu kaydının iptali hâlinde söz konusu işlemin yapılması tarihinden itibaren on yıl içerisinde Hazine aleyhine adli yargıda tazminat davası açabileceklerdir. Yargıtay içtihatlarında tazminatın miktarının taşınmazın gerçek bedeli esas alınarak belirleneceği kabul edilmektedir. Başvurucuların kamu yararı nedeniyle tapulu taşınmazlarına el konulması suretiyle mülkiyet hakkına yapılan sınırlama el konan taşınmazın gerçek bedeli esas alınarak ödenecek bir tazminatla başvurucular açısından dengelenebilecektir (Nazmiye Akman, § 27).
77. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun'un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmak için ihlale neden olduğu iddia edilen işlem veya eylem için idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerekir.
78.Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının uyması gereken bir ilke olup bu ilkeye uygun davranılmadığı takdirde ortaya çıkan ihlale karşı öncelikle yetkili idari mercilere ve derece mahkemelerine başvurulmalıdır. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle genel yargı mercilerinde, olağan kanun yolları ile çözüme kavuşturulması esastır. Bireysel başvuru yoluna, iddia edilen hak ihlallerinin bu olağan denetim mekanizması içinde giderilememesi durumunda başvurulabilir (Bayram Gök, B. No: 2012/946, 26/3/2013, §§ 17,18).
79. Başvurucuların maliki olduğu taşınmazın devletin hüküm ve tasarrufu olduğu iddiasıyla Maliye Bakanlığı tarafından açılan tapu iptali ve tescil davasının kabulü sonrasında tazminat talebiyle herhangi bir başvurusunun bulunmadığı görülmektedir. İdari ve yargısal başvuru yollarının tamamı tüketilmeksizin yapılan bir bireysel başvurunun kabul edilmesi mümkün değildir.
80. AİHM benzer şekilde, bir başvurucunun tazminat ödenmeksizin taşınmazının elinden alınması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğinin iddiasına ilişkin olarak Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun Kasım 2009 tarihinde daha önceki içtihadında değişikliğe gittiğini, AİHM'in bu konudaki içtihatlarına dayanarak tapu kayıtlarındaki yanlış kayıtlardan kaynaklanan ayni hak ya da menfaatleri kaybolmuş ya da kısıtlanmış olanların tapu kayıtlarındaki düzensizliklerden dolayı devleti sorumlu tutabileceğine hükmettiğini, tazminat miktarının söz konusu arazinin kullanılma şekli, niteliği ve değeri temelinde muhtemel getirisi ve emsal değerlerin dikkate alınarak değerlendirme yapılması gerektiğine dikkat çektiğini, bu başvuru yolunun hâlen düzenli olarak kullanılmakta olduğunu, ulusal mahkemelerin AİHM'in içtihatlarını ve AİHS'e ek 1 No'lu Protokol'ün 1. maddesine dayanarak ilgili mevzuat hükümlerini uyguladıklarını, başvurucunun tapu belgesinin iptali yönündeki kararın kesinleşmesinden itibaren on yıl içinde tazminat talebinde bulunabileceğini belirterek, iç hukuk yolları tüketilmediği gerekçesiyle başvurunun kabul edilemez olduğuna hükmetmiştir ( Altunay/Türkiye, B. No: 42936/07, 15/5/2012).
81. Nitekim taşlık olduğu hâlde "tarla" niteliğinde tescil edilen ve daha sonra ilgili tapunun Hazine lehine iptal edilmesi üzerine tapu sicilinin yanlış tutulmasından dolayı Maliye Hazinesi aleyhine açılan alacak davasında, Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 11/10/2012 tarihli ve E.2012/9847, K.2012/11090 sayılı kararıyla davacının mülkiyet hakkını kaybetmesi dolayısıyla tazminat isteme hakkının mevcut olduğunu belirtmiş ve yukarıda belirtilen AİHM kararındaki ilkelere atıf yaparak ret kararının bozulmasına karar vermiştir.
82. Açıklanan nedenlerle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının yetkili derece mahkemeleri önünde tanınan başvuru yolları tüketilmeden bireysel başvuru konusu yapıldığı anlaşıldığından başvurunun diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
83. Başvurucular ayrıca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedirler.
84.Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
85. Başvurucular, başvuru tarihi itibariyle davanın yirmi dört yıl sürdüğünü belirterek makul sürede sonuçlandırılmadığını iddia etmişlerdir.
86. Anayasa'nın 36. maddesi ve Sözleşme'nin 6. maddesi uyarınca medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu tapu iptali ve tescil davasında, 1086 sayılı mülga Kanun ve 6100 sayılı Kanun'da yer alan usul hükümlerine göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur (Güher Ergun ve diğerleri, § 49).
87. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde sürenin başlangıcı kural olarak uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarihtir.
88. Sürenin bitiş tarihi ise çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir.(Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 52).
89. Bununla beraber murisin vefatından sonra davalı olarak murisin gösterildiği ve 1991 yılında açılan davanın Yargıtay tarafından 13/5/2009 tarihli kararıyla onanıp kesinleştiği dikkate alındığında makul sürede yargılanma hakkı yönünden değerlendirilecek süre, başvurucuların davalı olarak gösterildiği ve 26/6/2009 tarihinde açılan davadır.
90. 6100 sayılı Kanun'un öngördüğü yargılama usullerine tabi mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından özellikle yargılamada sürati temin etmeye hizmet eden özel usul hükümlerinin dikkate alınmadığı gözönünde bulundurularak makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde karar verilmiştir(Güher Ergun ve diğerleri, §§ 34-64).
91. Somut davada 5841 sayılı Kanun'un ihdas edilmesi, bunun akabinde Anayasa Mahkemesinin iptal kararı verilmesi sebebiyle iki kere bozma kararı verilmiş; ikinci bozma kararından sonra kurulan hükmün müdahalenin men'i yönünden eksik olması nedeniyle kısmen bozulmuştur. Başvurucular ile davacı sadece bir duruşmaya mazeret belirterek katılmamışlar ve duruşmanın ertelenmesini talep etmişlerdir (bkz. §§ 23-32).
92. Başvuruya konu davadaki taraf sayısı ve davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliği başvuruya konu yargılamanın karmaşık olmadığını ortaya koymaktadır. Bununla beraber yargılama sırasında eksik hüküm nedeniyle üçüncü defa bozma kararı verilse de daha çok taraflara yahut İlk Derece Mahkemesine teşmil edilemeyecek diğer nedenlerle makul olmayan bir gecikmenin bulunduğu kanaatiyle 6100 sayılı Kanun hükümlerine tabi bir yargılama sürecine ilişkin somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve somut başvuruda davanın ikame edildiği tarihten bireysel başvuruya ilişkin kararın verildiği tarih itibarıyla yargılamanın yedi yılı aşkın bir süredir devam ettiği, son kararın henüz tarafların talebi olmadığı için tebliğe çıkmadığı anlaşılmakla makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
93. Açıklanan nedenlerle başvurucuların Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
94. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
95.Yapılan incelemede her ne kadar başvurucuların makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmışsa da başvurucuların herhangi bir tazminat talebi olmadığından tazminata ilişkin olarak hüküm kurulmasına gerek görülmemiştir.
96. Başvurucular vekili 18/5/2016 tarihinde verdiği dilekçe ile Avukatlık Kanunu ile bağdaşmayan bir işe başlaması nedeniyle vekillikten çekilmiştir. Bu sebeple vekâlet ücretine hükmedilmemesi gerekmektedir.
97. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
A. 1. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. 206,10 TL harçtan oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
D. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
E. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 22/9/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.