TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
KAMURAN ÇÖRTÜK BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/9817)
|
|
Karar Tarihi: 26/2/2015
|
R.G. Tarih-Sayı : 16/4/2015-29328
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan y.
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi
DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Raportör
|
:
|
Akif YILDIRIM
|
Başvurucu
|
:
|
Kamuran ÇÖRTÜK
|
Vekili
|
:
|
Av. Noyan SAVAŞ
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, yargılandığı davada, zamanaşımı süresi
dolmasına rağmen hakkında mahkumiyet kararı
verildiğini, hakkındaki bir kısım isnatların bildirilmeyerek savunma hakkının
kısıtlandığını ve tanık dinletme taleplerinin gerekçesiz olarak reddedildiğini
belirterek, Anayasa’nın 10., 36., 37., 38., 138. ve 140. maddelerinin ihlal
edildiğini ileri sürmüş, infazın durdurulmasını ve yargılanmanın yenilenmesini
talep etmiştir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 23/6/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan
yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 31/10/2014 tarihinde,
kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar verilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve
UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle
şöyledir:
5. Bayındırbank A.Ş.’ye
9/7/2001 tarihinde Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) tarafından
el konulması sebebiyle açılan davaların tamamı İstanbul 8. Ağır Ceza
Mahkemesinin E.2004/164 sayılı dosyasında birleştirilerek yargılama
yapılmıştır.
6. Anılan Mahkemenin 25/1/2013 tarih ve E.2004/164, K.2013/1
sayılı kararı ile başvurucunun 18/6/1999 tarih ve 4389 sayılı mülga Bankalar
Kanunu'nun 22. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca 5 yıl 10 ay hapis
cezası ile cezalandırılmasına hükmedilmiştir.
7. Başvurucunun temyizi üzerine anılan Mahkeme kararı,
Yargıtay 7. Ceza Dairesinin 14/4/2014 tarih ve E.2013/20876, K.2014/7683 sayılı
kararı ile onanmıştır.
8. Onama gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
“…birleşen 2005/65 Esas sayılı dosyası kapsamında
Şişli Cumhuriyet Başsavcılığının 02.05.2003 tarih ve 2003/5198 esas numaralı
iddianamesinde 25.05.2001 tarihinde katılma payı adı altında 330.000 TL banka
parasını Bayındır Holding A.Ş.'ye avans adı altında
ödetmesi ve birleştirilen 2006/15 Esas sayılı dosyası kapsamında Şişli
Cumhuriyet Başsavcılığının 18.02.2003 tarih ve 2003/1671 esas numaralı
iddianamesinde 04.07.2001 tarihinde Banka Turca Romano
S.A. Hisselerinin alınması adı altında 4.200.000 USD' nin
suç tarihindeki efektif satış kuru karşılığı olan 5.377.083,60 TL banka
parasını ödetmesi eylemleri ile ilgili olarak açılmış bir dava bulunmadığı
halde mahkemece bu eylemlerin teselsül eden zimmet suçunun içerisinde
değerlendirilmesi suretiyle mahkumiyet hükmü kurulmuş ise de, sanığın
mahkumiyetine esas alınan eylemlerinin sayısı ve zimmete konu miktar dikkate
alınarak banka zararına da hükmedilmemiş olması karşısında sonuca etkili
görülmediğinden bozma nedeni yapılmamıştır.
…
Yapılan
duruşma sonunda toplanan deliller, karar yerinde irdelenerek sanıkların
suçlarının sübutu kabul edilmiş, olayın niteliğine ve soruşturma sonuçlarına
uygun şekilde suç vasfı tayin, cezayı artırıcı ve indirici sebeplerin nitelik
ve derecesi takdir kılınmış, savunmaları inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş,
incelenen dosyaya göre verilen hükümde aşağıda gösterilen sebepler dışında bir
isabetsizlik bulunmamış olduğundan; sübuta, vasfa ve sair hususlara değinen
temyiz itirazları yerinde görülmemiştir… hükmün DÜZELTİLEREK ONANMASINA…”
9. Başvurucu onama kararından 23/5/2014 tarihinde haberdar
olduğunu belirtmektedir.
10. Bireysel başvuru, 23/6/2014 tarihinde yapılmıştır.
B. İlgili Hukuk
11. 4389 sayılı mülga Kanun'un 22. maddesinin (3) numaralı
fıkrası şöyledir:
“Banka yönetim kurulu başkan ve üyeleri ile diğer mensupları
görevleri dolayısıyla kendilerine tevdi olunan veya muhafazaları, denetim veya
sorumlulukları altında bulunan bankaya ait para veya sair varlıkları
zimmetlerine geçirirlerse altı yıldan on iki yıla kadar ağır hapis cezası ile
cezalandırılacakları gibi bankanın uğradığı zararı tazmine mahkum
edilirler. Bu fıkrada gösterilen suç, bankayı aldatacak ve fiilin açığa
çıkmamasını sağlayacak her türlü hileli faaliyette bulunmak suretiyle
işlenmişse faile on iki yıldan aşağı olmamak üzere ağır hapis ve meydana gelen
zararın üç katı kadar ağır para cezası verilir. Ayrıca meydana gelen zararın
ödenmemesi halinde mahkemece re'sen ödettirilmesine
hükmolunur. Zararın kovuşturma yapılmadan önce tamamıyla ödenmiş olması halinde
cezaların yarısı, ödeme hükümden önce gerçekleştirilmiş ise üçte bir oranında
indirilir.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
12. Mahkemenin 26/2/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda,
başvurucunun 23/6/2014 tarih ve 2014/9817 numaralı bireysel başvurusu incelenip
gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
13. Başvurucu, “25/1/2001
tarihinde 330.000 TL’nin Bayındır Holding A.Ş.’ye
giderlere katılma payı adı altında ödettirilmesi” hususu ile ilgili
olarak Cumhuriyet savcılığınca hakkında dava açılmadığı halde yargılanması
sırasında savunması dahi alınmaksızın mahkum edildiğini, yargılamayı yapan
İstanbul 8. Ağır Ceza Mahkemesinin bu hatasının temyiz aşamasında Yargıtay 7.
Ceza Dairesi tarafından da kabul edildiğini ancak “sonuca etkili olmayacağı” gerekçesiyle söz konusu derece
mahkemesi kararının bozulmadığını, temyiz aşamasında verilen kararın 2. ve 3.
sayfalarında sanıklardan bazıları için 1/3/1926 tarih ve 765 sayılı mülga Türk
Ceza Kanunu'nun 102. maddesinin (3) numaralı fıkrasında öngörülen 10 yıllık
zamanaşımı süresinin dolduğu belirtilerek “sonuca
etkili görülmediği ve bu hususun bozma nedeni yapılmadığı”nın ifade edildiğini ancak
kendisi hakkındaki birleşen E.2005/65 sayılı dosyada zamanaşımı nedeniyle “ortadan kaldırma” kararı verilmediğini,
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun emsal kararlarında belirildiği
şekli ile bilirkişi heyetinin oluşturulmadığını, bu hususu temyizde ileri
sürmelerine karşın Yargıtay tarafından yerel mahkeme kararının gerekçesiz
şekilde onandığını, tanık dinletme taleplerinin reddedildiğini belirterek,
Anayasa’nın 10., 36., 37., 38., 138. ve 140. maddelerinin ihlal edildiğini
ileri sürmüş, tedbiren infazın durdurulması ve
yeniden yargılanma talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
14. Başvuru formu ve ekleri
incelendiğinde; başvurunun, zamanaşımı süresi dolmasına rağmen hakkında
mahkûmiyet kararı verildiği, savunma hakkının kısıtlandığı, mahkûmiyet
kararının gerekçesiz şekilde onandığı ve tanık dinletme taleplerinin
reddedildiği iddiaları ile ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Anayasa Mahkemesi,
olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp,
olay ve olguların gerçekliğinin hukuki tavsifini kendisi takdir eder. Bu
nedenle başvurucunun tüm iddiaları, Anayasa’nın 36. maddesinde belirtilen adil
yargılanma hakkı ile ilişkili
görülerek bu kapsamda değerlendirilmiştir.
1. Hukuk
Kurallarının Yanlış Yorumlandığı ve Uygulandığı İddiası
15. Başvurucu, hakkındaki birleşen E.2005/65 sayılı dosyada
zamanaşımı nedeniyle “ortadan kaldırma”
kararı verilmediğini ileri sürmüştür.
16. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul
edilemezliğine karar verebilir.”
17. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine
karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü
fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen
kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel
başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
18. Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak derece mahkemeleri
önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece
mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup
olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece
mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda
bariz takdir hatası ve açıkça keyfilik içermesi ve bu durumun kendiliğinden
bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu
çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular açıkça keyfilik
bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, §
26).
19. Somut olayda başvurucu hakkında İlk Derece Mahkemesince
verilen 25/1/2013 tarihli karar, Yargıtayca 14/4/2014
tarihinde onanmıştır. Hükümde isabetsizlik bulunmamış; sübuta, vasfa ve sair
hususlara değinen temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.
20. Başvurucu, kendisine yüklenen suçun kanunda gerektirdiği
cezanın türü ve üst sınırı itibarıyla tabi olduğu, suç tarihi itibariyle
yürürlükte bulunan ve lehe olan 765 sayılı Kanun’un 102. maddesinin üçüncü
fıkrasında öngörülen dava zamanaşımı gerçekleştiğinden, hakkındaki kamu
davasının zamanaşımı nedeniyle düşürülmesi gerekirken onanmasına karar
verilmesinin adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini iddia etmiştir
21. Dava zamanaşımı, belli koşulların gerçekleşmesi halinde
devletin cezalandırma hakkından vazgeçmesidir. 5237 sayılı Kanun’un 72.
maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre, dava zamanaşımı re'sen
uygulanır ve bundan şüpheli, sanık ve hükümlü vazgeçemezler. 5252 sayılı
Kanun’un 9. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca da lehe olan hüküm, önceki
ve sonraki kanunların ilgili bütün hükümleri olaya uygulanarak, ortaya çıkan
sonuçların birbirleriyle karşılaştırılması suretiyle belirlenir. Şüphesiz
kanunun zamanaşımı hükümleri de lehe/aleyhe değerlendirmesinde dikkate
alınacaktır.
22. 765 sayılı Kanun uyarınca ileri sürülen taleplerin,
belirtilen Kanun’un zamanaşımına ilişkin hükümleri kapsamında değerlendirilip
değerlendirilmeyeceği hususu ile lehe Kanun'un hangisi olduğunun belirlenmesi
noktasındaki mevzuat hükümlerinin yorumu ve uygulanması noktasındaki takdir,
esasen derece mahkemelerine aittir. Söz konusu yargılamada, lehe/aleyhe kanun
hükümlerinin yorumu, maddi vakıaların belirlenen ölçütler çerçevesinde
değerlendirilmesi ve başvurucunun eylemine temas eden suçun dava zamanaşımının
dolup dolmadığının tespitinde takdir, esasen derece Mahkemelerine ait olmakla
beraber, derece mahkemesi kararlarının bariz bir takdir hatası içermesi
durumunda, Anayasal bir temel hak veya özgürlüğün ihlal edilip edilmediğinin
tespiti noktasında, farklı bir değerlendirme yapılması gerekebilecektir.
23. Bu çerçevede, İlk Derece Mahkemesinin yaptığı belirlemeye
göre, başvurucuya isnat olunan eylemin suç tarihinde yürürlükte bulunan 4389
sayılı Kanun'un 22. maddesinin (3) numaralı fıkrasına uygun suçu oluşturduğu
belirtilmiştir. 5237 sayılı TCK’nın 66. maddesinin (6) numaralı fıkrası
uyarınca zamanaşımı, zincirleme suçlarda son suçun işlendiği günden itibaren
işlemeye başlar. İstanbul 8. Ağır Ceza Mahkemesinin 25/1/2013 tarih ve
E.2014/164, K.2013/1 sayılı gerekçeli kararının incelenmesinde; başvurucunun
mahkûm olduğu zincirleme suçlarının işlendiği tarihlerin 1999-2001 yılları
içerisinde olduğu belirtilmiş fakat somut bir tarih belirlenememiş ise de,
zamanaşımını kesen sebepler (Şişli Cumhuriyet Başsavcılığının 2/5/2003 tarih ve
E.2003/5198 sayılı iddianamesi, savunmanın verildiği 12/3/2003, 8/9/2003 ve
19/9/2003 tarihleri ve Mahkemenin 25/1/2013 tarihli mahkumiyet kararı) dikkate
alındığında derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının bariz bir takdir
hatası veya açıkça keyfilik içerdiğine ilişkin bir bulguya rastlanmamıştır.
24. Açıklanan nedenlerle, derece
mahkemesi kararlarının bariz takdir hatası veya açık keyfilik içermediği
anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının “açıkça
dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
2. Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiği
İddiası
25. Başvurucu, bilirkişi heyetlerinin Yargıtay Ceza Genel
Kurulunun emsal kararında belirtilen vasıflara haiz kişilerden
oluşturulmadığını, bu hususu temyizde ileri sürmesine karşın Yargıtay
tarafından yerel mahkeme kararının gerekçesiz şekilde onandığını iddia
etmiştir.
26. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta
ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
27. Anayasa’nın 141. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Bütün
mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.”
28. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
29. Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak mahkeme kararlarının
gerekçeli olması, adil yargılanma hakkının bir gereğidir. Derece mahkemeleri,
dava konusu maddi olay ve olguların kanıtlanmasını, delillerin
değerlendirilmesini, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanmasını,
uyuşmazlıkla ilgili vardığı sonucu, sonuca varılmasında kullandığı takdir yetkisinin
sebeplerini makul bir şekilde gerekçelendirmek zorundadır. Bu gerekçelerin
oluşturulmasında açıkça bir keyfilik görüntüsünün olmaması ve makul bir biçimde
gerekçe gösterilmesi hâlinde adil yargılanma hakkının ihlalinden söz edilemez
(B. No: 2013/1235, 13/6/2013, § 23)
30. Makul gerekçe; davaya konu olay ve olguların mahkemece nasıl
nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere
dayandırıldığını ortaya koyacak, olay ve olgular ile hüküm arasındaki
bağlantıyı gösterecek nitelikte olmalıdır. Zira tarafların o dava yönünden,
hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp
değerlendirebilmeleri için ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün
hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini gösteren, ifadeleri özenle
seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna
uyumlu hüküm fıkralarının bulunması zorunludur (B. No: 2013/1235, 13/6/2013, §
24).
31. Bununla birlikte derece mahkemelerinin, taraflarca ileri
sürülen tüm iddialara cevap verme zorunluluğu bulunmayıp, hükme esas teşkil
eden gerekçelerin nelerden ibaret olduğunu ortaya koyması yeterlidir. Diğer
taraftan kanun yolu mercilerince; onama, itiraz veya başvurunun reddi kararları
verilmesi hâlinde alt derece mahkemelerinin kararlarında gösterdikleri
gerekçeler kabul edilmiş olacağından, anılan kararlarda ayrıca gerekçe
gösterilmesine gerek bulunmamaktadır (B. No: 2013/1235, 13/6/2013, § 25).
Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatları da bu yöndedir (Van de Hurk/Hollanda,
B. No: 16034/90, 19/4/1994, § 61).
32. Başvuru konusu olayda, Mahkeme; sanık savunmasına,
bilirkişi raporlarına, kredilere ilişkin belgelere ile diğer delillere
dayanarak, suça konu eylemlerin banka kaynaklarının kötüye kullanılması ve
baştan beri geri dönmeyeceği bilinerek, grup firmalarına bankacılık usul ve
teamüllerine aykırı olarak kaynak aktarılmak suretiyle gerçekleştiğine, bu
şekilde gerçekleşen zararın da devlet üzerine bırakıldığına kanaat getirmiştir (gerekçeli
karar, s. 182-264). Anılan kararda, tarafların iddia ve savunmaları,
dosyaya sundukları deliller değerlendirilmiş, ilgili hukuk kuralları
yorumlanmak ve somut olayla da bağlantı kurulmak suretiyle bir sonuca
ulaşılmıştır. Temyiz mercii tarafından da İlk Derece Mahkemesinin kararı hukuka
aykırı bulunmayarak, temyiz talepleri gerekçeleri ile reddedilmiştir (§ 8).
Dolayısıyla Yargıtay kararında yer verilen gerekçenin yetersiz veya keyfi
olduğu söylenemez.
33. Açıklanan nedenlerle, başvurucu tarafından ileri sürülen
iddialar çerçevesinde bir temel hak ihlalinin olmadığı anlaşıldığından,
başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun
olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
3. Tanık Dinletme Hakkının İhlali İddiası
34. Başvurucu, İlk Derece Mahkemesi tarafından, o dönemde
BDDK Başkan Vekili olan T. K.’nin tanık sıfatıyla
dinlenilmesine ilişkin talebinin
“yargılamanın sonucuna etki etmeyeceği” gerekçesiyle reddedilmesi
nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
35. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) “Adil yargılanma hakkı” başlıklı 6. maddesinin
(1) numaralı fıkrası ve (3) numaralı fıkrasının (d) bendi şöyledir:
“1. Herkes davasının, … cezai alanda
kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla
kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, adil ve kamuya açık
olarak, … görülmesini isteme hakkına sahiptir.
…
3. Bir suç
ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:
…
d) İddia
tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma tanıklarının da iddia
tanıklarıyla aynı koşullar altında davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin
sağlanmasını istemek;”
36. Adil yargılanma hakkı bireylere dava sonucunda verilen
kararın değil, yargılama sürecinin ve usulünün adil olup olmadığını denetletme
imkânı verir. Bu nedenle, bireysel başvuruda adil yargılanmaya ilişkin
şikâyetlerin incelenebilmesi için başvurucunun yargılama sürecinde haklarına
saygı gösterilmediğine, bu çerçevede yargılama sürecinde iddia makamının
sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığı veya bunlara etkili bir
şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığı, kendi delillerini ve iddialarını
sunamadığı ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının
derece mahkemesi tarafından dinlenmediği veya kararın gerekçesiz olduğu gibi,
mahkeme kararının oluşumuna sebep olan unsurlardan değerlendirmeye alınmamış
eksiklik, ihmal ya da açık keyfiliğe ilişkin bir iddianın dayanaklarıyla ileri
sürülmüş olması gerekir (B. No: 2013/2767, 2/10/2013, § 22).
37. Yargılama makamları yargılamanın taraflarınca ileri
sürülen iddiaları ve gösterdikleri delilleri gereği gibi incelemek zorundadır.
Bununla birlikte, belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve
gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi
esasen derece mahkemelerine aittir. Mevcut yargılamada geçerli olan delil sunma
ve inceleme yöntemlerinin adil yargılanma hakkına uygun olup olmadığını
denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi kapsamında olmayıp, Mahkemenin görevi
başvuru konusu yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığının değerlendirilmesidir
(B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 27).
38. Yapılan yargılama sırasında tanık dinletme hakkı da dâhil
olmak üzere delillerin ibrazı ve değerlendirilmesi adil yargılanma hakkının
unsurlarından biri olarak kabul edilen silahların eşitliği ilkesi kapsamında
kabul edilmektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38). Silahların eşitliği ilkesi
davanın taraflarının usuli haklar bakımından aynı
koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir
duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde
dile getirme fırsatına sahip olması anlamına gelir (B. No: 2013/1134,
16/5/2013, § 32). Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca
inceleme yaptığı bir çok kararında, ilgili hükmü AİHS’in 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak
suretiyle, gerek AİHS’in lafzi içeriğinde yer alan
gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen
silahların eşitliği ilkesine Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir
(B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
39. AİHS’in 6. maddesinin (3) numaralı
fıkrasında yer alan ve” suç isnadı altındaki
kişiler”e
ilişkin olan “suçlamayla ilgili
bilgilendirilme”, “savunma için
yeterli zaman ve kolaylıklara sahip olma”, “bizzat, müdafii vasıtasıyla
veya adli yardımla savunma”, “tanık
dinletme ve tanık sorgulama” ile “çevirmenden
ücretsiz yararlanma” hakları, 6. maddenin (1) numaralı fıkrasında
koruma altına alınmış daha genel nitelikteki “hakkaniyete
uygun yargılanma” hakkının özel görünüm şekilleridir (Sakhnovskiy/Rusya
[BD], B. No: 21272/03, 2/11/2010, § 94; Asadbeyli ve
Diğerleri/Azerbaycan, B. No: 3653/05 14729/05
16519/06, 11/12/2012, §§ 130-132).
40. Bu nedenle AİHS’in 6.
maddesinin (3) numaralı fıkrasındaki özel güvencelerin, 6. maddenin (1)
numaralı fıkrasında yer alan hakkaniyete uygun yargılanma hakkı ışığında
değerlendirilmesi gerekir. Diğer taraftan 6. maddenin (3) numaralı fıkrasının
(a-e) bentlerinde düzenlenen güvenceler arasında da bağ bulunmakta olup
bunlardan her biri yorumlanırken diğerleri dikkate alınmalıdır (Bkz. Pélissier ve Sassi/Fransa [BD], B. No:
25444/94, 25/3/1999, §§ 51-54.).
41. Genel anlamda hakkaniyete uygun bir yargılamanın
yürütülebilmesi için “silahların eşitliği”
ve “çelişmeli yargılama” ilkeleri
ışığında, taraflara iddialarını sunmak hususunda uygun olanakların sağlanması
şarttır. Taraflara tanık delili de dâhil olmak üzere delillerini sunma ve
inceletme noktasında uygun imkânların tanınması gerekir. Bu anlamda, delillere
ilişkin dengesizlik veya hakkaniyetsizlik iddialarının yargılamanın bütünü
ışığında değerlendirilmesi gerekir (B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 27).
42. AİHS’in 6. maddesinin (3) numaralı
fıkrasının (d) bendinde ilk olarak, sanığın iddia tanıklarını sorguya çekme
veya çektirme hakkı güvence altına alınmıştır. Kovuşturma sırasında bütün
kanıtların tartışılabilmesi için, kural olarak, bu kanıtların aleni bir
duruşmada ve sanığın huzurunda ortaya konulmaları gerekir. Bu kural istinasız
olmamakla birlikte, eğer bir mahkûmiyet sadece veya belirleyici ölçüde, sanığın
soruşturma veya yargılama aşamasında sorgulama veya sorgulatma imkânı
bulamadığı bir kimse tarafından verilen ifadelere dayandırılmış ise, sanığın
hakları Sözleşme’nin 6. maddesindeki güvencelerle bağdaşmayacak ölçüde
kısıtlanmış olur. Olayın tek tanığı varsa ve sadece bu tanığın ifadesine
dayanılarak hüküm kurulacak ise, bu tanık duruşmada dinlenmeli ve sanık
tarafından sorgulanmalıdır. Bu tanığın, sanığın sorgulamadığı bir dönemde
alınan önceki ifadesine dayanılarak mahkûmiyet kararı verilemez (B. No:
2013/99, 20/3/2014, § 46).
43. AİHS’in 6. maddesinin (3) numaralı
fıkrasının (d) bendinde ikinci olarak sanığın, savunma tanıklarının da iddia
tanıklarıyla “aynı koşullar altında”
davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını isteme hakkı güvence altına
alınmıştır. Sanığa tanınan bu güvence, silahların eşitliği ilkesinin bir
gereğidir. Tanıkların dinlenmek üzere çağırılmasının uygun olup olmadığının
değerlendirmesi, kural olarak, derece mahkemelerinin takdir yetkisi
dâhilindedir. AİHS’in 6. maddesinin (3) numaralı
fıkrasının (d) bendi, sanığın lehine olan bütün tanıkların çağrılmasını ve
dinlenmesini gerektirmez. Bu düzenlemenin esas amacı, sanığın “aynı koşullar altında” ve “silahların eşitliği ilkesi”ne uygun olarak tanık
dinletme talebinde bulunabilmesinin sağlanmasıdır.
44. Tanıkların dinlenmek üzere çağırılmasının uygun olup
olmadığının değerlendirilmesi kural olarak derece mahkemelerinin takdir yetkisi
dâhilindedir. Dolayısıyla bir sanığın bazı tanıkları dinletemediğinden şikâyet
etmesi yeterli olmayıp, ayrıca bu tanıkların dinlenmesinin niçin önemli
olduğunu ve gerçeğin ortaya çıkması için niçin gerekli olduğunu açıklamak
suretiyle tanık dinletme talebini desteklemelidir (B. No: 2013/99, 20/3/2014, §
54).
45. Mahkemeler, somut davadaki maddi gerçeğin ortaya
çıkmasına yardımcı olmayacağını değerlendirdiği savunma tanıklarının dinlenmesi
talebini reddedebilir (Huseyn ve diğerleri/Azerbaycan, B. No: 35485/05, 45553/05, 35680/05 ve 36085/05,
26/7/2011, § 196). Diğer yandan, 5271 sayılı Kanun’un 178. maddesine göre,
mahkeme başkanı veya hâkim, sanığın (başvurucunun) gösterdiği tanık veya uzman
kişinin çağrılması hakkındaki dilekçeyi reddettiğinde, sanık o kişileri mahkemeye
getirebilir. Bu kişiler duruşmada dinlenir.
46. Başvurucu, o dönemde BDDK Başkan Vekili olan T. K.’nin tanık sıfatıyla dinlenilmesini talep etmiştir. Söz
konusu yargılamada Mahkeme, davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirerek,
gösterilen tanığın davayla ilgisini taktir etmiş, talebi “yargılamanın sonucuna etki etmeyeceği” gerekçesiyle
reddetmiştir.
47. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde, başvurucunun
ayrıca tanığın dinlenmesinin niçin önemli olduğunu ve gerçeğin ortaya çıkması
için niçin gerekli olduğunu açıklamak suretiyle tanık dinletme talebinde
bulunmadığı anlaşılmaktadır. Başvurucu hakkında verilen mahkûmiyet kararının,
sanık savunmalarına, diğer bilirkişi raporlarına ve maddi delillere dayanılarak
verildiği de gözetildiğinde, yargılamanın bir bütün olarak adil olmadığına
ilişkin bir bulguya da rastlanmamıştır.
48. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun yargılandığı davada
tanık dinletme talebinin kabul edilmediği yönündeki iddialarının “açıkça dayanaktan yoksun” olduğuna karar
verilmesi gerekir.
4. İddianamede
Belirtilmeyen Bir Eylemden Dolayı Mahkûm Edildiği İddiası
49. Başvurucu, “25/1/2001 tarihinde 330.000
TL’nin Bayındır Holding A.Ş.’ye giderlere katılma
payı adı altında ödettirilmesi” hususu ile ilgili olarak Cumhuriyet
Savcılığınca hakkında dava açılmadığı halde yargılanması sırasında savunması
dahi alınmaksızın mahkum edildiğini şikâyet etmektedir.
50. Anayasa’nın 36.
maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma
hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriği, AİHS’in “Adil yargılanma
hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmelidir (B.
No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
51. AİHS’in“Adil
yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes … cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar
verecek olan … bir mahkeme tarafından davasının … hakkaniyete uygun … olarak
görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
52. AİHM, “hakkaniyete uygun yargılama” kavramından
hareket ederek adil yargılamanın zımni gereklerini saptamıştır. Bu gereklerden
en önemlisi Anayasa’nın 36. maddesinde de açıkça ifade edilmiş olan “savunma hakkı”dır. Ceza yargılamasındaki
savunma haklarının güvence altına alınması demokratik
toplumun temel bir ilkesidir. Bu sebeple AİHM’e göre
hakkaniyete uygun bir yargılamanın gerçekleştirilmesi için, yargılamanın
yürütülmesi sırasında alınan önlemlerin, savunma hakkının yeterince ve tam
olarak kullanılması ile uyumlu olması (Bkz. Ludi/İsviçre, B. No: 12433/86, 15/6/1992 §§ 49-50) ve bu
hakların teorik ve soyut değil, etkili ve pratik olacak şekilde (Bkz. Artico/İtalya, B. No: 6694/74, 13/5/1980 § 33) yorumlanması
gerekmektedir (B. No: 2013/4734, 7/3/2014, § 32).
53. AİHS’in “Adil
yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin (3) numaralı
fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:
a)
Kendisine karşı yöneltilen suçlamanın niteliği ve sebebinden en kısa sürede,
anladığı bir dilde ve ayrıntılı olarak haberdar edilmek;
b)
Savunmasını hazırlamak için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olmak;
…”
54. AİHS’in 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (a)
bendinde hakkında bir suç isnadında bulunulan kişinin “Kendisine karşı yöneltilen suçlamanın niteliği ve
sebebinden … ayrıntılı olarak haberdar edilmek” hakkı, kişinin
savunmasını hazırlayabilmesi için getirilmiş bir güvencedir. 6. maddesinin (1)
numaralı fıkrasında güvence altına alınmış olan hakkaniyete uygun yargıplanma hakkı ışığında, (3) numaralı fıkranın (a)
bendi, cezai konularda hakkaniyete uygun bir yargılama yapılmasının temel ön
koşulu olarak şüpheli veya sanığa detaylı bilgi verilmesini öngörmektedir (B. No:
2013/4734, 7/3/2014, § 35).
55. AİHS’in 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (a) bendi,
bilgilendirmenin şekline ilişkin herhangi bir yükümlülük içermemekle birlikte
bu güvence, şüpheliye veya sanığa hakkındaki “suçlamayı
bildirme” konusunda özel bir çaba gösterilmesi gerekliliğine işaret
etmektedir. Bu nedenle (a) bendi uyarınca sanığa verilecek bilgi, kendisinin
hangi fiil nedeniyle suçlandığını ve bu fiilin hukuki nitelemesinin ne olduğunu
içermeli ve detaylı olmalıdır. Ceza kovuşturmasında esaslı bir yeri olan
iddianamenin tebliğ edilmesiyle, sanığın, yazılı bir biçimde, suçlamaların
maddi ve hukuki temelinden resmi olarak haberdar olduğu kabul edilmektedir. Öte
yandan yargılama sırasında suçun hukuki niteliğinin değişmesi halinde de sanığa
yöneltilen suçlamanın değişen hukuki niteliği ve nedenleri hakkında bildirim
yapılması gerekmektedir (B. No: 2013/4734, 7/3/2014, § 36).
56. Ayrıca AİHM, AİHS’in 6. maddesinin (a) bendi ile hakkında bir suç
isnadında bulunulan kişinin “Savunmasını
hazırlamak için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olmak” hakkına
yer verilen (b) bentlerinin birbiriyle bağlantılı olduğunu; suçlamanın nedeni
ve niteliği hakkında bilgilendirilme hakkının, şüphelinin veya sanığın
savunmasını hazırlama hakkı ışığında değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir
(bkz. Pélissier
ve Sassi/Fransa [BD], B. No: 25444/94, 25/3/1999,
§ 54).
57. Somut olayda, E.2005/65
sayılı dosyası kapsamında Şişli Cumhuriyet Başsavcılığının 2/5/2003 tarih ve
E.2003/5198 sayılı iddianamesinde 25/5/2001 tarihinde katılma payı adı altında
330.000 TL banka parasının Bayındır Holding A.Ş.'ye
avans adı altında ödetilmesi eylemi ile ilgili olarak başvurucu hakkında
açılmış bir dava bulunmadığı halde mahkemece bu eylem teselsül eden zimmet
suçunun içerisinde değerlendirilmiş ise de, davasız bu eylemden dolayı
başvurucuya ayrıca ceza verilmemiş ve zincirleme olarak işlenen diğer eylemlerden
dolayı hükmolunan ceza da bu eylemden dolayı arttırılmamıştır. Bu husus
Yargıtay tarafından da, sanığın mahkûmiyetine esas
alınan eylemlerinin sayısı ve zimmete konu miktar ile banka zararına da
hükmedilmemiş olması hususları dikkate alınıp sonuca etkili görülmeyerek bozma
nedeni yapılmamıştır.
58. Başvurucunun,
cezalandırılan suçlar yönünden duruşmaya çıkararak mahkeme önünde hazır bulunma
hakkından faydalandığı ve savunma hakkını kullandığı, yargılamanın 25/1/2013
tarihli hüküm celsesinde de ek savunmasını müdafisi huzurunda yaptığı,
duruşmaların büyük çoğunluğuna katılarak aleyhindeki iddia ve görüşlere karşı
beyanda bulunduğu görülmektedir.
59. Açıklanan
nedenlerle, başvurucunun savunma hakkının kısıtlandığını ileri sürdüğü
yargılama işlemlerinde bir temel hakkın ihlal edilmediğinin açık olduğu
anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları
yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan
yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle, başvurunun “açıkça dayanaktan
yoksun olması” nedeniyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA, yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde
bırakılmasına, 26/2/2015 tarihinde OY
BİRLİĞİYLE karar verildi.