TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
METİN BAŞTÜRK BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2015/10942)
Karar Tarihi: 9/1/2019
Başkan
:
Engin YILDIRIM
Üyeler
Recep KÖMÜRCÜ
Celal Mümtaz AKINCI
Muammer TOPAL
M.Emin KUZ
Raportör
Hüseyin KAYA
Başvurucu
Metin BAŞTÜRK
Vekili
Av. Esin YEŞİLIRMAK
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, kolluk görevlilerince darbedilme ve bu konuda yapılan ceza soruşturmasının etkin olmaması nedeniyle kötü muamele yasağının; hukuka aykırı şekilde gözaltına alınma nedeniyle de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 10/6/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu 20/9/1995 doğumlu olup İstanbul'un Fatih ilçesinde mukimdir. 29/7/2014 tarihinde başvurucunun arkadaşı D.B.nin bir kavgaya karışması nedeniyle başvurucu ile kolluk görevlileri arasında birtakım olaylar yaşanmıştır.
9. Başvurucu, iddiasına göre aynı mahallede ikamet ettikleri arkadaşı D.B.nin karıştığı bir kavga nedeniyle olay tarihinde kolluk görevlilerince gözaltına alınması üzerine arkadaşının gözaltına alındığı karakolun önünde beklemeye başlamış, bir süre sonra yanına gelen polis memurlarınca kolları kıvrılarak ve darbedilerek zorla karakola götürülmüştür. Başvurucu, karakol girişinde kamera olması nedeniyle polis memurlarınca merdiven altına götürülerek tekme ve yumrukla darbedilmiş, elleri arkadan kelepçelenerek karın boşluğuna elektrik şok cihazı ile elektrik verilmiştir. Ayrıca kolluk görevlileri başvurucunun cinsel organını sıkarak kendisine acı vermiş ve onurunu kırmışlardır. Yaptıkları bu muamele nedeniyle polis memurlarına haklarında şikâyetçi olacağını söylediğinde ise "Sen şikâyetçi olma, biz de senin hakkında tutanak tutmayalım" şeklinde karşılık almıştır. Başvurucu, şikâyetçi olacağını ısrarla belirtmesi üzerine usulsüz şekilde gözaltına alınmıştır.
10. Başvurucu ve arkadaşı D.B. hakkında görevi yaptırmamak için direnme suçu kapsamında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (Cumhuriyet Başsavcılığı) olay tarihinde adli soruşturma başlatılmıştır. Söz konusu soruşturma kapsamında Cumhuriyet Başsavcılığının talimatıyla adli kolluk tarafından başvurucuyu gözaltına alan üç polis memurunun müşteki sıfatıyla, başvurucunun ise şüpheli sıfatıyla ifadeleri alınmış ve gözaltı işlemi uygulanan başvurucu hakkında sağlık kuruluşunca düzenlenen geçici adli rapor temin edilmiştir. Başvurucu ve arkadaşı D.B. hakkında adli kollukça düzenlenen Yakalama ve Gözaltına Alma Tutanağında yakalama tarihi 29/7/2014, yakalama saati 17.50, gözaltına alınma saati ise 21.15 olarak belirtilmiştir. Başvurucu hakkında düzenlenen Gözaltından Salıverilme Tutanağında gözaltından çıkış tarih ve saatine dair alan boş bırakılmıştır. Ancak başvurucunun 30/7/2014 tarihinde gözaltından çıkarılarak Cumhuriyet Başsavcılığına götürüldüğü ve burada Cumhuriyet savcısınca ifadesinin alındığı adli kolluk fezlekesinden ve ifade zaptından anlaşılmaktadır.
11. Başvurucu; müdafii olmaksızın adli kolluk tarafından alınan ifadesinde, üzerine atılı görevi yaptırmamak için direnme suçunu işlemediğini belirtmiş ve kolluk görevlilerinin kendisine karşı herhangi bir suç işlediğinden bahsetmemiştir.
12. Başvurucuyu gözaltına alan polis memurları M.S.N., Y.T. ve A.E.nin ifadeleri ise müşteki sıfatıyla, başka polis memurları tarafından adli kolluk sıfatıyla alınmıştır. Bu ifadelerde, hakkında silahla kasten yaralama suçu işlediği iddiası bulunduğundan başvurucunun arkadaşı D.B.nin ikamet ettiği mahalleden polis merkezine götürülmek üzere alınmak istendiği esnada orada bulunan arkadaşları tarafından kendilerine mani olunmaya çalışıldığı vurgulanmıştır. Polis memurları ifadelerinde destek ekip çağırmak zorunda kaldıklarını, destek gelmesi sonrası D.B.yi polis aracına bindirebildiklerini, ancak başvurucunun buna tepki olarak polis aracını tekmelediğini, olay yerinin kalabalık olması nedeni ile başvurucuyu teşhis etmekle yetinmek durumunda kaldıklarını belirtmişlerdir. Aynı ifadelerde kolluk görevlileri, daha sonra başvurucuyu karakol önünde görerek gözaltına almak istediklerinde başvurucunun direndiğini, bu nedenle kademeli güç kullanarak yakaladıklarını, kendilerine direndiği için başvurucudan şikâyetçi olduklarını belirtmişlerdir. Ayrıca adli kolluk görevlisi olan başka iki polis memuru tarafından 30/7/2014 tarihinde 00.30'da tutulan Olay Anlatımı Tespit Tutanağında direnmesi nedeniyle başvurucuya kelepçe takıldığı hususu da belirtilmiştir.
13. Adli kolluk tarafından 29/7/2014 tarihinde tutulan Tespit Tutanağı'nda başvurucunun tekmelediği iddia olunan polis aracında herhangi bir hasar bulunmadığı belirtilmiştir. Soruşturma dosyasında polis memurları M.S.N., Y.T. ve A.E.nin kendilerine karşı direnildiği iddiası kapsamında yaralandıklarına ilişkin bir bilgi ya da belgeye veya bu doğrultuda haklarında düzenlenen bir adli rapora da rastlanmamıştır.
14. Başvurucu hakkında 30/7/2014 tarihinde 00.48'de gözaltına giriş nedeniyle düzenlendiği belirtilen adli raporda, başvurucunun karnının her iki yanında yaklaşık 1 cm çapında iki adet ekimotik yaralanma olduğu tespitine yer verilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığınca, geçici adli rapor doğrultusunda Adli Tıp Kurumundan (ATK) kati adli rapor da temin edilmiştir. ATK tarafından başvurucu hakkında düzenlenen kati adli raporda; yumuşak doku lezyonuna neden olan yaralanmanın kişinin yaşamını tehlikeye sokmadığı, kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde, hafif nitelikte olduğu, kemik kırığına da neden olmadığı tespitleri bulunmaktadır. Başvurucu hakkında gözaltından çıkış işleminden sonra adli rapor tanzim edildiğine dair bir bilgi ya da belgeye soruşturma dosyası kapsamında rastlanmamıştır.
15. Cumhuriyet Başsavcılığınca 30/7/2014 tarihinde başvurucunun şüpheli sıfatıyla -avukat yardımından faydalanabileceği hatırlatılarak müdafii olmaksızın- alınan ifadesinde başvurucu; üzerine atılı suçu kabul etmediğini, devlet malına zarar verdiğini söyleyen kolluk görevlilerinin kendisini zorla karakola götürdüklerini, burada kendisini darbettiklerini, kimseden şikâyetçi olmadığını belirtmiştir. Başvurucunun alınan bu ifadesinde kolluk görevlileri tarafından darpbedildiği iddiası bulunduğundan Cumhuriyet Başsavcılığınca 27/2/2015 tarihinde dosyada tefrik kararı verilmiştir.
16. Ana dosya üzerinden devam eden soruşturma sonucunda başvurucu ve arkadaşı D.B. hakkında görevi yaptırmamak için direnme suçundan 27/2/2015 tarihinde iddianame düzenlenmiş, iddianamenin İstanbul 44. Asliye Ceza Mahkemesi (Mahkeme) tarafından kabul edilmesiyle kamu davası açılmıştır.
17. Başvurucu ve arkadaşının müşteki sıfatının bulunduğu tefrik edilen dosya üzerinden devam eden soruşturmada ise 27/2/2015 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
"...
Müşteki Metin Baştürk'ün [başvurucu] şüpheli olarak alınan ifadesinde;
'Yedikule Mh. Hacıpiri Sokak üzerinde arkadaşları ile birlikte sohbet ederken polislerin geldiğini, [D.B]. ile polisler arasında küçük bir tartışma yaşandığını, polislerin biber gazı sıktığını, gözlerinin yandığını, arkadaşı [D.]yi alarak polis merkezine götürdüklerini, durumunu öğrenmek için bu polis merkezinin önüne geldiğinde polislerin kendisini gözaltına aldıklarını, polis aracına tekme atmadığını' beyan ettiği.
Müştekilerin şüpheli olarak beyanlarında; 'Gözaltına alınırken polislerin kendilerini darp ettiklerini' söylemedikleri, şikayetçi olmadıkları, ihbar edilen şüpheli polislerin müştekileri yakalarken zor kullanma yetkilerini aşmadıkları anlaşıldığından;
İhbar edilen şüpheli polis memurları [M.S.M.], [A.E.] ve [Y.T.]nin zor kullanma yetkisini aşmadıkları, atılı suç işlenmediğinden C.M.K'nın 172. maddesince KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA,
..."
18. Başvurucu anılan karara itiraz etmiştir. Başvurucu itiraz dilekçesinde yukarıda (bkz. § 9) belirtilen iddialarını tekrarladıktan sonra yeterince araştırma yapılmadan ve delil toplanmadan karar verildiğini, karakol kamera kaydının dahi alınmadığını, olayı gören arkadaşlarının tanık olarak dinlenilmediğini, hakkında düzenlenen adli raporun görmezden gelindiğini, Cumhuriyet Başsavcılığında verdiği ifadesinde şikâyetçi olduğunu söylemesine rağmen aksinin yazıldığını ve kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın adli kollukta müdafii olmaksızın baskı altında alınan ifadesine dayandırıldığını belirtmiştir.
19. İtiraza bakan İstanbul 10. Sulh Ceza Hâkimliği 10/4/2015 tarihli kararıyla, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın usule ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle itirazı reddetmiştir. Ret kararı başvurucuya 12/5/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.
20. Başvurucu 10/6/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
21. Öte yandan başvurucunun görevi yaptırmamak için direnme suçundan sanık olduğu dava derdesttir. Bu yargılama kapsamında Mahkemenin 14/1/2016 tarihli duruşma celsesinde aldığı (5) numaralı karar ile 8/3/2018 tarihli duruşma celsesinde aldığı (4) numaralı karar şöyledir:
"5-Her ne kadar sanık Metin Baştürk müdafi tarafından emniyetteki suç tarihinde bulunan kamera kayıtlarının istenilmesi talep edilmiş ise de suç tarihinden bugüne kadar geçen sürede kayıtların bulunmadığı, başka bir anlatımla kayıtların otomatik olarak silindiği, böyle bir CD olsaydı, hazırlık aşamasında dosyada bulunacağı da nazara alınarak talebin reddine, sanık müdafinin kendisinin gerekirse emniyetten bu konuda talepte bulunmakta muhtariyetine,
...
4-Sanık Metin müdafiinin belirtmiş olduğu Anayasa Mahkemesine hak ihlaline ilişkin başvuru sonucunun beklenmesine,"
IV. İLGİLİ HUKUK
22. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Kasten yaralama" kenar başlıklı 86. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur.
(3) Kasten yaralama suçunun;
…
d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,
işlenmesi halinde şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır."
23. 5237 sayılı Kanun'un "Zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması" kenar başlıklı 256. maddesi şöyledir:
"(1) Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır."
24. 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu'nun 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Polis,
A) Suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan diğer hallerde suç işlendiğine veya suça teşebbüs edildiğine dair haklarında kuvvetli iz, eser, emare veya delil bulunan şüphelileri,
E) Polisin kanunlara uygun olarak aldığı tedbirlere karşı gelenleri, direnenleri ve görev yapmasını engelleyenleri,
eylemin veya durumun niteliğine göre; koruma altına alır, uzaklaştırır ya da yakalar ve gerekli kanuni işlemleri yapar.
Yakalanan kişilerin kaçması veya saldırıda bulunmasının önlenmesi bakımından kişinin sağlığına zarar vermeyecek şekilde her türlü tedbir alınabilir.
Yakalananlardan,
B) Zor kullanılarak yakalananların,
Yakalanma anındaki sağlık durumları tabip raporuyla tespit edilir.
25. 2559 sayılı Kanun'un "Zor ve silah kullanma" kenar başlıklı 16. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.
Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir.
İkinci fıkrada yer alan;
a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü,
b) Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı ve/veya boyalı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını,
ifade eder.
Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır. Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir.
Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir.
26. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun "Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi" kenar başlıklı 160. maddesi şöyledir:
"(1) Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar.
(2) Cumhuriyet savcısı, maddî gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adlî kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
27. Mahkemenin 9/1/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
28. Başvurucu; usulüne uygun olarak, Cumhuriyet savcısının talimatı ile gözaltına alınmadığını, bu nedenle gözaltı işleminin hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştür.
29. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu hakkında uygulanan gözaltı işleminin hukuka aykırı olduğu iddiası Anayasa'nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı bağlamında incelenmelidir.
30. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"…Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır."
31.30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Bireysel başvuru hakkı" kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir."
32.Buna göre Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin derece mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur. Bu ilke uyarınca başvurucunun Anayasa Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtlarını zamanında bu makamlara sunması, aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir. Bu şekilde olağan denetim mekanizmaları önünde ileri sürülüp takip edilmeyen temel hak ve özgürlüklerin ihlaline ilişkin iddialar, Anayasa Mahkemesi önünde bireysel başvuru konusu yapılamaz (Ayşe Zıraman ve diğerleri, B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 17).
33. Anayasa Mahkemesi, kanunda öngörülen gözaltı süresinin aşıldığı veya yakalama ve gözaltına alınmanın hukuka aykırı olduğu iddialarına ilişkin olarak 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde öngörülen tazminat davası açma imkânının tüketilmesi gereken etkili bir hukuk yolu olduğu sonucuna varmıştır (Hikmet Kopar ve diğerleri [GK], B. No: 2014/14061, 8/4/2015, §§ 64-72; Hidayet Karaca [GK], B. No: 2015/144, 14/7/2015, §§ 53-64; Günay Dağ ve diğerleri [GK], B. No: 2013/1631, 17/12/2015, §§ 141-150; İbrahim Sönmez ve Nazmiye Kaya, B. No: 2013/3193, 15/10/2015, §§ 34-47).
34. Somut olayda başvurucunun yakalanarak gözaltına alınması ve sonrasında serbest bırakılmasına ilişkin iddialarla ilgili olarak anılan kararlarda varılan sonuçlardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
35. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Kötü Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
36. Başvurucu; kolluk görevlileri tarafından yakalandıktan sonra darba maruz kaldığını, polis merkezine zorla götürüldükten sonra burada bulunan merdiven altında da darp eyleminin devam ettiğini, ellerinin arkadan kelepçelendiğini, elektrik şok aleti ile karın boşluğunun her iki yanına elektrik verildiğini, cinsel organının sıkıldığını belirtmiştir. Ayrıca başvurucu; şikâyetleri konusunda yapılan ceza soruşturmasında delillerin toplanmadığını, özellikle polis merkezi kamera kayıtlarının alınmadığını, arkadaşlarının tanık sıfatıyla ifadelerine başvurulmadığını, iddialarıyla uyumlu adli raporunun görmezden gelindiğini ve şikâyetçi olduğu adli kolluk tarafından müdafi yokluğunda alınan ifadesine dayanılarak kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini iddia ederek etkin bir soruşturma yapılmadığından yakınmıştır. Başvurucu söz konusu iddiaları kapsamında Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan işkence yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
37. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan işkence yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
38. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz."
39. Başvurucu, kolluk görevlilerince darbedilmesi ve bu konuda yapılan ceza soruşturmasının etkisiz olması nedenleriyle kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
40. İşkence ve kötü muamele yasağına ilişkin şikâyetlerin devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri dikkate alınarak maddi boyutlar ve usul boyutları bakımından ayrı ayrı incelenmesi gerekmektedir. Devletin negatif yükümlülüğü bireyleri işkence, insanlık dışı, aşağılayıcı muameleye ya da cezaya tabi tutmama sorumluluğunu içerirken devletin pozitif yükümlülüğü hem bireyleri bu tür muamelelerden korumayı (önleyici yükümlülük) hem de etkili bir soruşturma yoluyla sorumluların tespiti ve cezalandırılması sorumluluğunu (soruşturma yükümlülüğü) içermektedir. İşkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutu, negatif yükümlülük ile önleyici yükümlülüğü kapsamakta; pozitif yükümlülüğün alanında kalan soruşturma yükümlülüğü ise usul boyutunu oluşturmaktadır (benzer yöndeki inceleme usulünü içeren kararlar için bkz. Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 75; Mehmet Şah Araş ve diğerleri, B. No: 2014/798, 28/9/2016, §64; Mustafa Rollas, B. No: 2014/7703, 2/2/2017, § 49).
41. Bu doğrultuda kural olarak başvurucunun kolluk görevlilerince darbedildiği yönündeki iddiası, devletin negatif yükümlülüğü kapsamında kaldığından kötü muamele yasağının maddi boyutu altında incelenmelidir. Başvurucunun söz konusu eylem nedeniyle Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan ve kovuşturmaya yer olmadığı kararı ile sonuçlanan soruşturmanın etkisiz olduğu yönündeki şikâyeti ise kötü muamele yasağının usul boyutu çerçevesinde incelenmelidir. Öte yandan başvurucu, önleyici yükümlülüğe ilişkin olarak başvuru formu ve/veya eklerinde herhangi bir şikâyette bulunmadığı gibi Anayasa Mahkemesinin önünde önleyici yükümlülüğün ihlal edildiğine ilişkin kesin bir bilgi veya belge de bulunmamaktadır. Bu nedenle anılan yükümlülük açısından bir inceleme yapılmasına gerek duyulmamıştır.
i. Genel İlkeler
42. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüğünün usule ilişkin bir boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve karıştıkları olaylarda kamu görevlilerinin ya da kurumlarının kendi sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).
43. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesindeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu mümkün olmazsa bu madde sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan,§ 25).
44. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötümuamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir şekilde hızlı ve derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı; soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdırlar (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114).
45. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında, bir kişinin sağlıklı hâldeyken gözaltına alındığı, ancak salıverildiği zaman vücudunda yaralanma tespit edildiği durumlarda söz konusu yaralanmanın nasıl oluştuğu hususunda makul bir açıklama getirme ve mağdurun bu yöndeki iddialarını şüphede bırakacak kanıtları sunma yükümlülüğünün devlete ait olduğu, özellikle ilgili iddiaların doktor raporları ile doğrulandığı hâllerde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 3. maddesi anlamında açık sorunların ortaya çıkacağı ifade edilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 94).
46. Devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında bazen tek başına soruşturma yapılmamış olması yahut da yeterli soruşturma yapılmamış olması da kötü muamele teşkil edebilmektedir. Dolayısıyla şartlar ne olursa olsun yetkililer, resmî şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmelidir. Şikâyet yapılmadığında bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren yeterli, kesin belirtiler olduğunda soruşturma açılması sağlanmalıdır. Bu bağlamda soruşturmanın derhâl başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak, özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 116).
47. Devlet memurları tarafından yapılan işkence ve kötü muamele hakkında yürütülen soruşturmanın etkili olması için soruşturmadan sorumlu ve tetkikleri yapan kişilerin olaylara karışan kişilerden bağımsız olması gerekir. Soruşturmanın bağımsızlığı sadece hiyerarşik ya da kurumsal bağlantının olmamasını değil ama aynı zamanda somut bir bağımsızlığı da gerektirir. Dolayısıyla etkili bir soruşturmadan söz edilebilmesi için öncelikle soruşturmanın bağımsız yürütülebilir bir niteliğe sahip olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 117).
48. Soruşturma sonucunda alınan kararın soruşturmada elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması, bunun yanı sıra söz konusu kararın yaşam hakkına yönelik müdahalenin Anayasa’nın aradığı zorunlu bir durumdan kaynaklanan ölçülü bir müdahale olup olmadığına yönelik bir değerlendirme içermesi de gerekmektedir (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 99)
ii. İlkelerin Olaya Uygulanması
49. Başvurucunun kolluk görevlilerince darbedildiği yönündeki iddiasını olaydan bir gün sonra Cumhuriyet Başsavcılığında, görevi yaptırmamak için direnme suçunun şüphelisi olarak verdiği ifadede ilk kez ileri sürdüğü (bkz. § 15), bu ifade dışında ayrıca bir suç duyurusunda bulunmadığı görülmektedir. Başvurucunun iddiası doğrultusunda Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturmanın genişletildiği ve bu kapsamda başvurucu hakkında gözaltı işlemi nedeniyle düzenlenen geçici adli rapor doğrultusunda ATK'dan 13/8/2014 tarihinde kati adli raporun temin edildiği görülmektedir. Şikâyet edilen kolluk görevlilerinin adli kolluk tarafından müşteki sıfatı ile alınan ifadeleri dışında ayrıca Cumhuriyet Savcısı tarafından şüpheli sıfatıyla ifadelerinin alındığına dair bir veriye soruşturma dosyası kapsamında ulaşılamamıştır. Cumhuriyet Başsavcılığınca 27/2/2015 tarihinde verilen tefrik kararı sonrasında ise kovuşturmaya yer olmadığına karar verilerek soruşturmanın sonuçlandırıldığı görülmektedir.
50. Devlet görevlileri tarafından darba maruz kalındığı iddiasının öğrenilmesinden hemen sonra Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturmanın genişletilmesi yoluna gidilmesi pozitif yükümlülüklerin yerine getirilmesi anlamında olumlu bir adımdır. Ancak başvurucunun iddiası kapsamında derhâl genişletilen soruşturmanın aynı özenle sürdürülerek delillerin mümkün olan süratle toplanması ve toplanan deliller ışığında aceleci olmayan, tutarlı bir yargısal sonuca varılması da devletin pozitif yükümlülüklerini yerine getirmesi açısından önem arz etmektedir. Somut olayda başvurucunun makul bir delil niteliğinde olan, adli rapor ile desteklenmiş, polis merkezi içinde kolluk görevlilerince darbedildiği iddiası bulunmaktadır. Bu iddia doğrultusunda -başvurucunun bu yönde bir talebi olup olmadığından bağımsız olarak- Cumhuriyet Başsavcılığının ilk toplaması gereken delilin -kısa süre içinde kaybolma olasılığı oldukça yüksek olan- polis merkezi kamera kayıtları olduğu açıktır. Cumhuriyet Başsavcılığının bu yönde bir çaba sarf ettiğine dair soruşturma dosyasına yansıyan bir bilgi ya da belge mevcut değildir. Başvurucunun bu hususu, kovuşturmaya yer olmadığına dair karara yapmış olduğu itiraz dilekçesinde (bkz. § 18) de ileri sürdüğü görülmektedir.
51. Bunun dışında Cumhuriyet Başsavcılığı, haklarında başvurucuyu darbettiği iddiası bulunan -başvurucu tarafından haklarında şikâyet olmasa dahi- kolluk görevlilerinin şüpheli sıfatıyla ifadelerini alma yoluna da gitmemiştir. Bunun yerine haklarında darp iddiası bulunan polis memurlarının başka polis memurları tarafından müşteki sıfatıyla alınan ifadeleri ile yetinilmiştir. Bu tutumun soruşturmanın bağımsız ve tarafsız şekilde yürütülmesi yükümlülüğüne uygun düştüğü söylenemez. Oysa bu kişilerin şüpheli sıfatıyla Cumhuriyet savcısı tarafından alınacak ifadeleri başvurucunun nasıl ve ne şekilde yaralandığı hususunda maddi gerçeğin ortaya çıkarılması için belirleyici delil olabilecek niteliktedir. Aynı bağlamda başvurucunun karın kısmına elektro şok cihazı ile elektrik verildiği yönündeki iddiası ve başvurucu hakkında düzenlenen adli rapor birlikte değerlendirilerek bu iddianın ciddi şekilde araştırılması, gerekirse yeni bir rapor alınarak yaralanmanın kaynağının belirlenmeye çalışılması gerektiği de açıktır.
52. Kolluk görevlileri tarafından düzenlenen Yakalama ve Gözaltına Alma Tutanağına (bkz. § 10) göre başvurucu 29/7/2014 tarihinde saat 17.50'de yakalanmış, başvurucu hakkında düzenlenen adli rapora (bkz. § 14) göre ise muayene 30/7/2014 tarihinde saat 00.48'de yapılmıştır. Buna göre başvurucunun yakalanması ile muayene edilmesi arasında yaklaşık 7 saat olduğu anlaşılmaktadır. Söz konusu sürenin -kolluğun güç kullanımı ile yakalama yaptığı olaylarda,yakalanan kişinin mümkün olan en kısa süre içinde muayene edilmesi ve hakkında düzenlenecek adli raporun temin edilmesi gerekliliği gözetildiğinde- makul olduğu da söylenemeyecektir. Ayrıca gözaltı çıkışında başvurucu hakkında düzenlenmesi gereken ve başvurucunun iddialarının değerlendirilmesi açısından oldukça önemli olan adli rapora da soruşturma dosyası kapsamında erişilememiştir. Belirtilen hususlar yönünden de soruşturmada gerekli özenin gösterilmediği görülmektedir.
53. Öte yandan kovuşturmaya yer olmadığına dair karara, başvurucunun adli kollukta müdafii olmaksızın şüpheli sıfatıyla alınan ilk ifadesinde polis memurlarınca darbedildiği iddiasını belirtmemesinin gerekçe yapıldığı görülmektedir. Başvurucunun kendisini darbettiğini iddia ettiği polis memurlarından aynı polis merkezindeki başka bir polis memuruna verdiği ifadede bahsetmesini beklemek hayatın olağan akışına uygun değildir. Kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda, bunun dışında başvurucuya karşı kullanılan gücün orantılı olduğu belirtilmekle yetinilmiştir. Ancak başvurucu hakkında düzenlenen adli rapora göre gerçekleşen yaralanmaların bu güç kullanımı sonrası mı gerçekleştiği ya da başkaca bir nedene mi dayandığı konusunda kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın tatmin edici bir gerekçe ihtiva etmediği görülmektedir.
54. Belirtilen bu tespitler ışığında maddi gerçeğin ortaya çıkarılması için gerekli delillerin toplanması ve değerlendirilmesi konusunda Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan soruşturmada, bir temel hak olarak Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağına saygı açısından gerekli özenin gösterildiği söylenemeyecektir.
55. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
56. Yukarıda belirtilen tespitler ışığında soruşturmadaki anılan eksiklikler nedeniyle başvurucunun şikâyetine konu ettiği olayın gerçekleşme koşulları konusunda yeterli veri bulunmadığı anlaşıldığından bu aşamada kötü muamele yasağının maddi boyutu itibarıyla bir inceleme yapılmasına gerek duyulmadığı değerlendirilmiştir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
57. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."
58.Başvurucu, Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında koruma altına alınan kötü muamele yasağının ihlali nedeniyle yeniden soruşturma yapılması talebinde bulunmuş; tazminat talebinde bulunmamıştır.
59. Anayasa Mahkemesi Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60) başvurusuna dair vermiş olduğu kararda, bireysel başvuruya konu olayın incelenmesi sonucunda ihlal kararı verilmesi durumunda ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenler hususunda detaylı açıklamalarda bulunmuştur. Anılan içtihat doğrultusunda, 6216 sayılı Kanun uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için temel kural olan eski hâle getirmenin başvuruya konu olayda uygulanması gerektiği sonucuna varılmıştır.
60. Yapılan inceleme sonucunda Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının usul boyutu itibarıyla ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
61. İhlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden soruşturma yapılmak üzere İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
62. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Hukuka aykırı olarak gözaltına alınması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,
D. 226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 9/1/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.