TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
METİN BAŞTÜRK BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/10942)
|
|
Karar Tarihi: 9/1/2019
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Recep
KÖMÜRCÜ
|
|
|
Celal Mümtaz
AKINCI
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
M.Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Hüseyin KAYA
|
Başvurucu
|
:
|
Metin
BAŞTÜRK
|
Vekili
|
:
|
Av. Esin
YEŞİLIRMAK
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, kolluk görevlilerince darbedilme
ve bu konuda yapılan ceza soruşturmasının etkin olmaması nedeniyle kötü muamele
yasağının; hukuka aykırı şekilde gözaltına alınma nedeniyle de kişi hürriyeti
ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 10/6/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal
Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu 20/9/1995 doğumlu olup İstanbul'un Fatih ilçesinde
mukimdir. 29/7/2014 tarihinde başvurucunun arkadaşı D.B.nin
bir kavgaya karışması nedeniyle başvurucu ile kolluk görevlileri arasında
birtakım olaylar yaşanmıştır.
9. Başvurucu, iddiasına göre aynı mahallede ikamet ettikleri
arkadaşı D.B.nin karıştığı bir kavga nedeniyle olay
tarihinde kolluk görevlilerince gözaltına alınması üzerine arkadaşının
gözaltına alındığı karakolun önünde beklemeye başlamış, bir süre sonra yanına
gelen polis memurlarınca kolları kıvrılarak ve darbedilerek
zorla karakola götürülmüştür. Başvurucu, karakol girişinde kamera olması
nedeniyle polis memurlarınca merdiven altına götürülerek tekme ve yumrukla darbedilmiş, elleri arkadan kelepçelenerek karın boşluğuna
elektrik şok cihazı ile elektrik verilmiştir. Ayrıca kolluk görevlileri
başvurucunun cinsel organını sıkarak kendisine acı vermiş ve onurunu
kırmışlardır. Yaptıkları bu muamele nedeniyle polis memurlarına haklarında
şikâyetçi olacağını söylediğinde ise "Sen
şikâyetçi olma, biz de senin hakkında tutanak tutmayalım"
şeklinde karşılık almıştır. Başvurucu, şikâyetçi olacağını ısrarla belirtmesi
üzerine usulsüz şekilde gözaltına alınmıştır.
10. Başvurucu ve arkadaşı D.B. hakkında görevi yaptırmamak için
direnme suçu kapsamında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (Cumhuriyet
Başsavcılığı) olay tarihinde adli soruşturma başlatılmıştır. Söz konusu
soruşturma kapsamında Cumhuriyet Başsavcılığının talimatıyla adli kolluk
tarafından başvurucuyu gözaltına alan üç polis memurunun müşteki sıfatıyla,
başvurucunun ise şüpheli sıfatıyla ifadeleri alınmış ve gözaltı işlemi
uygulanan başvurucu hakkında sağlık kuruluşunca düzenlenen geçici adli rapor
temin edilmiştir. Başvurucu ve arkadaşı D.B. hakkında adli kollukça düzenlenen
Yakalama ve Gözaltına Alma Tutanağında yakalama tarihi 29/7/2014, yakalama
saati 17.50, gözaltına alınma saati ise 21.15 olarak
belirtilmiştir. Başvurucu hakkında düzenlenen Gözaltından Salıverilme
Tutanağında gözaltından çıkış tarih ve saatine dair alan boş bırakılmıştır.
Ancak başvurucunun 30/7/2014 tarihinde gözaltından çıkarılarak Cumhuriyet
Başsavcılığına götürüldüğü ve burada Cumhuriyet savcısınca ifadesinin alındığı
adli kolluk fezlekesinden ve ifade zaptından anlaşılmaktadır.
11. Başvurucu; müdafii olmaksızın adli
kolluk tarafından alınan ifadesinde, üzerine atılı görevi yaptırmamak için
direnme suçunu işlemediğini belirtmiş ve kolluk görevlilerinin kendisine karşı
herhangi bir suç işlediğinden bahsetmemiştir.
12. Başvurucuyu gözaltına alan polis memurları M.S.N., Y.T. ve A.E.nin ifadeleri ise müşteki sıfatıyla, başka polis
memurları tarafından adli kolluk sıfatıyla alınmıştır. Bu ifadelerde, hakkında
silahla kasten yaralama suçu işlediği iddiası bulunduğundan başvurucunun
arkadaşı D.B.nin ikamet ettiği mahalleden polis
merkezine götürülmek üzere alınmak istendiği esnada orada bulunan arkadaşları
tarafından kendilerine mani olunmaya çalışıldığı
vurgulanmıştır. Polis memurları ifadelerinde destek ekip çağırmak zorunda
kaldıklarını, destek gelmesi sonrası D.B.yi
polis aracına bindirebildiklerini, ancak başvurucunun buna tepki olarak polis
aracını tekmelediğini, olay yerinin kalabalık olması nedeni ile başvurucuyu
teşhis etmekle yetinmek durumunda kaldıklarını belirtmişlerdir. Aynı ifadelerde
kolluk görevlileri, daha sonra başvurucuyu karakol önünde görerek gözaltına
almak istediklerinde başvurucunun direndiğini, bu nedenle kademeli güç
kullanarak yakaladıklarını, kendilerine direndiği için başvurucudan şikâyetçi
olduklarını belirtmişlerdir. Ayrıca adli kolluk görevlisi olan başka iki polis
memuru tarafından 30/7/2014 tarihinde 00.30'da tutulan Olay Anlatımı Tespit
Tutanağında direnmesi nedeniyle başvurucuya kelepçe takıldığı hususu da
belirtilmiştir.
13. Adli kolluk tarafından 29/7/2014 tarihinde tutulan Tespit Tutanağı'nda başvurucunun tekmelediği iddia olunan polis
aracında herhangi bir hasar bulunmadığı belirtilmiştir. Soruşturma dosyasında
polis memurları M.S.N., Y.T. ve A.E.nin kendilerine
karşı direnildiği iddiası kapsamında yaralandıklarına ilişkin bir bilgi ya da
belgeye veya bu doğrultuda haklarında düzenlenen bir adli rapora da
rastlanmamıştır.
14. Başvurucu hakkında 30/7/2014 tarihinde 00.48'de gözaltına
giriş nedeniyle düzenlendiği belirtilen adli raporda, başvurucunun karnının her
iki yanında yaklaşık 1 cm çapında iki adet ekimotik
yaralanma olduğu tespitine yer verilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığınca, geçici
adli rapor doğrultusunda Adli Tıp Kurumundan (ATK) kati adli rapor da temin edilmiştir.
ATK tarafından başvurucu hakkında düzenlenen kati adli raporda; yumuşak doku
lezyonuna neden olan yaralanmanın kişinin yaşamını tehlikeye sokmadığı, kişi
üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde, hafif
nitelikte olduğu, kemik kırığına da neden olmadığı tespitleri bulunmaktadır.
Başvurucu hakkında gözaltından çıkış işleminden sonra adli rapor tanzim
edildiğine dair bir bilgi ya da belgeye soruşturma dosyası kapsamında
rastlanmamıştır.
15. Cumhuriyet Başsavcılığınca 30/7/2014 tarihinde başvurucunun
şüpheli sıfatıyla -avukat yardımından faydalanabileceği hatırlatılarak müdafii olmaksızın- alınan ifadesinde başvurucu; üzerine
atılı suçu kabul etmediğini, devlet malına zarar verdiğini söyleyen kolluk
görevlilerinin kendisini zorla karakola götürdüklerini, burada kendisini darbettiklerini, kimseden şikâyetçi olmadığını
belirtmiştir. Başvurucunun alınan bu ifadesinde kolluk görevlileri tarafından darpbedildiği iddiası bulunduğundan Cumhuriyet
Başsavcılığınca 27/2/2015 tarihinde dosyada tefrik kararı verilmiştir.
16. Ana dosya üzerinden devam eden soruşturma sonucunda
başvurucu ve arkadaşı D.B. hakkında görevi yaptırmamak için direnme suçundan
27/2/2015 tarihinde iddianame düzenlenmiş, iddianamenin İstanbul 44. Asliye Ceza
Mahkemesi (Mahkeme) tarafından kabul edilmesiyle kamu davası açılmıştır.
17. Başvurucu ve arkadaşının müşteki sıfatının bulunduğu tefrik
edilen dosya üzerinden devam eden soruşturmada ise 27/2/2015 tarihinde
kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
"...
Müşteki Metin Baştürk'ün [başvurucu] şüpheli olarak alınan ifadesinde;
'Yedikule Mh. Hacıpiri Sokak üzerinde arkadaşları ile birlikte sohbet
ederken polislerin geldiğini, [D.B].
ile polisler arasında küçük bir tartışma yaşandığını,
polislerin biber gazı sıktığını, gözlerinin yandığını, arkadaşı [D.]yi alarak polis merkezine götürdüklerini, durumunu
öğrenmek için bu polis merkezinin önüne geldiğinde polislerin kendisini
gözaltına aldıklarını, polis aracına tekme atmadığını' beyan ettiği.
Müştekilerin şüpheli olarak beyanlarında;
'Gözaltına alınırken polislerin kendilerini darp ettiklerini' söylemedikleri,
şikayetçi olmadıkları, ihbar edilen şüpheli polislerin müştekileri yakalarken
zor kullanma yetkilerini aşmadıkları anlaşıldığından;
İhbar edilen şüpheli polis memurları [M.S.M.], [A.E.]
ve [Y.T.]nin zor kullanma yetkisini aşmadıkları, atılı suç
işlenmediğinden C.M.K'nın 172. maddesince
KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA,
..."
18. Başvurucu anılan karara itiraz etmiştir. Başvurucu itiraz
dilekçesinde yukarıda (bkz. § 9) belirtilen iddialarını tekrarladıktan sonra
yeterince araştırma yapılmadan ve delil toplanmadan karar verildiğini, karakol
kamera kaydının dahi alınmadığını, olayı gören arkadaşlarının tanık olarak
dinlenilmediğini, hakkında düzenlenen adli raporun görmezden gelindiğini,
Cumhuriyet Başsavcılığında verdiği ifadesinde şikâyetçi olduğunu söylemesine
rağmen aksinin yazıldığını ve kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın adli
kollukta müdafii olmaksızın baskı altında alınan
ifadesine dayandırıldığını belirtmiştir.
19. İtiraza bakan İstanbul 10. Sulh Ceza Hâkimliği 10/4/2015
tarihli kararıyla, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın usule ve yasaya
uygun olduğu gerekçesiyle itirazı reddetmiştir. Ret kararı başvurucuya
12/5/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.
20. Başvurucu 10/6/2015 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
21. Öte yandan başvurucunun görevi yaptırmamak için direnme
suçundan sanık olduğu dava derdesttir. Bu yargılama kapsamında Mahkemenin
14/1/2016 tarihli duruşma celsesinde aldığı (5) numaralı karar ile 8/3/2018
tarihli duruşma celsesinde aldığı (4) numaralı karar şöyledir:
"5-Her ne kadar sanık
Metin Baştürk müdafi tarafından emniyetteki suç tarihinde bulunan kamera
kayıtlarının istenilmesi talep edilmiş ise de suç tarihinden bugüne kadar geçen
sürede kayıtların bulunmadığı, başka bir anlatımla kayıtların otomatik olarak
silindiği, böyle bir CD olsaydı, hazırlık aşamasında dosyada bulunacağı da
nazara alınarak talebin reddine, sanık müdafinin kendisinin gerekirse
emniyetten bu konuda talepte bulunmakta muhtariyetine,
...
4-Sanık Metin müdafiinin
belirtmiş olduğu Anayasa Mahkemesine hak ihlaline ilişkin başvuru sonucunun
beklenmesine,"
IV. İLGİLİ HUKUK
22. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Kasten yaralama" kenar başlıklı 86.
maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"(1) Kasten başkasının
vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden
olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki
etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması
halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir
yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur.
(3)
Kasten yaralama suçunun;
…
d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz
kötüye kullanılmak suretiyle,
…
işlenmesi halinde şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır."
23. 5237 sayılı Kanun'un "Zor
kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması" kenar başlıklı
256. maddesi şöyledir:
"(1) Zor kullanma
yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı
görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten
yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır."
24. 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet
Kanunu'nun 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Polis,
A) Suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca
bulunan diğer hallerde suç işlendiğine veya suça teşebbüs edildiğine dair
haklarında kuvvetli iz, eser, emare veya delil bulunan şüphelileri,
...
E) Polisin kanunlara uygun olarak aldığı
tedbirlere karşı gelenleri, direnenleri ve görev yapmasını engelleyenleri,
eylemin veya durumun niteliğine göre; koruma altına alır, uzaklaştırır ya da
yakalar ve gerekli kanuni işlemleri yapar.
...
Yakalanan kişilerin kaçması veya saldırıda
bulunmasının önlenmesi bakımından kişinin sağlığına zarar vermeyecek şekilde
her türlü tedbir alınabilir.
...
Yakalananlardan,
...
B) Zor kullanılarak yakalananların,
...
Yakalanma anındaki sağlık durumları tabip
raporuyla tespit edilir.
..."
25. 2559 sayılı Kanun'un "Zor ve silah
kullanma" kenar
başlıklı 16. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Polis, görevini
yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak
ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.
Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin
mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde
kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları
gerçekleştiğinde silah kullanılabilir.
İkinci fıkrada yer alan;
a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere
karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü,
b) Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı
veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı
ve/veya boyalı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis
köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını,
ifade eder.
Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye
devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır.
Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar
yapılmadan da zor kullanılabilir.
Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında
direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı
zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak
müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve
gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir.
..."
26. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun
"Bir suçun işlendiğini öğrenen
Cumhuriyet savcısının görevi"
kenar başlıklı 160. maddesi şöyledir:
"(1) Cumhuriyet
savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir
hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek
üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar.
(2)
Cumhuriyet savcısı, maddî gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın
yapılabilmesi için, emrindeki adlî kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin
lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve
şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
27. Mahkemenin 9/1/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Kişi Hürriyeti ve
Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
28. Başvurucu; usulüne uygun olarak, Cumhuriyet savcısının
talimatı ile gözaltına alınmadığını, bu nedenle gözaltı işleminin hukuka aykırı
olduğunu ileri sürmüştür.
29. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu hakkında uygulanan gözaltı
işleminin hukuka aykırı olduğu iddiası Anayasa'nın 19. maddesinde güvence
altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı bağlamında incelenmelidir.
30. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının ilgili kısmı
şöyledir:
"…Başvuruda bulunabilmek
için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır."
31.30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Bireysel başvuru hakkı" kenar
başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"İhlale neden olduğu
ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve
yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce
tüketilmiş olması gerekir."
32.Buna göre Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, iddia edilen
hak ihlallerinin derece mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek
ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği
gereği, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle
olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur. Bu ilke uyarınca başvurucunun
Anayasa Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili
idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip
olduğu bilgi ve kanıtlarını zamanında bu makamlara sunması, aynı zamanda bu
süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması
gerekir. Bu şekilde olağan denetim mekanizmaları önünde ileri sürülüp takip
edilmeyen temel hak ve özgürlüklerin ihlaline ilişkin iddialar, Anayasa
Mahkemesi önünde bireysel başvuru konusu yapılamaz (Ayşe Zıraman ve diğerleri, B.
No: 2012/403, 26/3/2013, § 17).
33. Anayasa Mahkemesi, kanunda öngörülen gözaltı süresinin
aşıldığı veya yakalama ve gözaltına alınmanın hukuka aykırı olduğu iddialarına
ilişkin olarak 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde öngörülen tazminat davası
açma imkânının tüketilmesi gereken etkili bir hukuk yolu olduğu sonucuna
varmıştır (Hikmet Kopar ve
diğerleri [GK], B. No: 2014/14061, 8/4/2015, §§ 64-72; Hidayet Karaca [GK], B. No: 2015/144,
14/7/2015, §§ 53-64; Günay Dağ ve diğerleri [GK],
B. No: 2013/1631, 17/12/2015, §§ 141-150; İbrahim
Sönmez ve Nazmiye Kaya, B. No: 2013/3193, 15/10/2015, §§ 34-47).
34. Somut olayda başvurucunun yakalanarak gözaltına alınması ve
sonrasında serbest bırakılmasına ilişkin iddialarla ilgili olarak anılan
kararlarda varılan sonuçlardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
35. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemiş olması
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Kötü Muamele Yasağının
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
36. Başvurucu; kolluk görevlileri tarafından yakalandıktan sonra
darba maruz kaldığını, polis merkezine zorla götürüldükten sonra burada bulunan
merdiven altında da darp eyleminin devam ettiğini, ellerinin arkadan
kelepçelendiğini, elektrik şok aleti ile karın boşluğunun her iki yanına
elektrik verildiğini, cinsel organının sıkıldığını belirtmiştir. Ayrıca
başvurucu; şikâyetleri konusunda yapılan ceza soruşturmasında delillerin
toplanmadığını, özellikle polis merkezi kamera kayıtlarının alınmadığını,
arkadaşlarının tanık sıfatıyla ifadelerine başvurulmadığını, iddialarıyla
uyumlu adli raporunun görmezden gelindiğini ve şikâyetçi olduğu adli kolluk
tarafından müdafi yokluğunda alınan ifadesine dayanılarak kovuşturmaya yer
olmadığına karar verildiğini iddia ederek etkin bir soruşturma yapılmadığından
yakınmıştır. Başvurucu söz konusu iddiaları kapsamında Anayasa'nın 17. maddesinin
üçüncü fıkrasında güvence altına alınan işkence yasağının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
37. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan işkence
yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
38. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Kimseye işkence ve
eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya
muameleye tabi tutulamaz."
39. Başvurucu, kolluk görevlilerince darbedilmesi
ve bu konuda yapılan ceza soruşturmasının etkisiz olması nedenleriyle kötü
muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
40. İşkence ve kötü muamele yasağına ilişkin şikâyetlerin
devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri dikkate alınarak maddi boyutlar ve
usul boyutları bakımından ayrı ayrı incelenmesi gerekmektedir. Devletin negatif
yükümlülüğü bireyleri işkence, insanlık dışı, aşağılayıcı muameleye ya da
cezaya tabi tutmama sorumluluğunu içerirken devletin pozitif yükümlülüğü hem
bireyleri bu tür muamelelerden korumayı (önleyici yükümlülük) hem de etkili bir
soruşturma yoluyla sorumluların tespiti ve cezalandırılması sorumluluğunu
(soruşturma yükümlülüğü) içermektedir. İşkence ve kötü muamele yasağının maddi
boyutu, negatif yükümlülük ile önleyici yükümlülüğü kapsamakta; pozitif
yükümlülüğün alanında kalan soruşturma yükümlülüğü ise usul boyutunu
oluşturmaktadır (benzer yöndeki inceleme usulünü içeren kararlar için bkz. Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293,
17/7/2014, § 75; Mehmet Şah Araş ve diğerleri, B. No: 2014/798, 28/9/2016,
§64; Mustafa Rollas,
B. No: 2014/7703, 2/2/2017, § 49).
41. Bu doğrultuda kural olarak başvurucunun kolluk
görevlilerince darbedildiği yönündeki iddiası,
devletin negatif yükümlülüğü kapsamında kaldığından kötü muamele yasağının maddi
boyutu altında incelenmelidir. Başvurucunun söz konusu eylem nedeniyle
Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan ve kovuşturmaya yer olmadığı kararı ile
sonuçlanan soruşturmanın etkisiz olduğu yönündeki şikâyeti ise kötü muamele
yasağının usul boyutu çerçevesinde incelenmelidir. Öte yandan başvurucu,
önleyici yükümlülüğe ilişkin olarak başvuru formu ve/veya eklerinde herhangi
bir şikâyette bulunmadığı gibi Anayasa Mahkemesinin önünde önleyici
yükümlülüğün ihlal edildiğine ilişkin kesin bir bilgi veya belge de
bulunmamaktadır. Bu nedenle anılan yükümlülük açısından bir inceleme
yapılmasına gerek duyulmamıştır.
i. Genel İlkeler
42. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı
kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüğünün usule ilişkin bir boyutu
bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve
ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa
cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek
durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları
önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve karıştıkları
olaylarda kamu görevlilerinin ya da kurumlarının kendi sorumlulukları altında
meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).
43. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka
aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye
tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın
17. maddesi “Devletin temel amaç ve
görevleri” kenar başlıklı 5. maddesindeki genel yükümlülükle
birlikte yorumlandığında etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını
gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve
cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu mümkün olmazsa bu madde
sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet
görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan
kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan,§ 25).
44. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve
cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır.
Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için soruşturma
makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların
tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötümuamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız
bir şekilde hızlı ve derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer,
olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı; soruşturmayı sonlandırmak ya
da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara
dayanmamalıdırlar (Cezmi Demir ve diğerleri,
§ 114).
45. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında, bir kişinin
sağlıklı hâldeyken gözaltına alındığı, ancak salıverildiği zaman vücudunda
yaralanma tespit edildiği durumlarda söz konusu yaralanmanın nasıl oluştuğu
hususunda makul bir açıklama getirme ve mağdurun bu yöndeki iddialarını şüphede
bırakacak kanıtları sunma yükümlülüğünün devlete ait olduğu, özellikle ilgili
iddiaların doktor raporları ile doğrulandığı hâllerde Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi'nin 3. maddesi anlamında açık sorunların ortaya çıkacağı ifade
edilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri,
§ 94).
46. Devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında bazen tek başına
soruşturma yapılmamış olması yahut da yeterli soruşturma yapılmamış olması da
kötü muamele teşkil edebilmektedir. Dolayısıyla şartlar ne olursa olsun
yetkililer, resmî şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmelidir. Şikâyet
yapılmadığında bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren yeterli, kesin
belirtiler olduğunda soruşturma açılması sağlanmalıdır. Bu bağlamda
soruşturmanın derhâl başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak,
özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 116).
47. Devlet memurları tarafından yapılan işkence ve kötü muamele
hakkında yürütülen soruşturmanın etkili olması için soruşturmadan sorumlu ve
tetkikleri yapan kişilerin olaylara karışan kişilerden bağımsız olması gerekir.
Soruşturmanın bağımsızlığı sadece hiyerarşik ya da kurumsal bağlantının
olmamasını değil ama aynı zamanda somut bir bağımsızlığı da gerektirir.
Dolayısıyla etkili bir soruşturmadan söz edilebilmesi için öncelikle
soruşturmanın bağımsız yürütülebilir bir niteliğe sahip olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 117).
48. Soruşturma sonucunda alınan kararın soruşturmada elde edilen
tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması, bunun
yanı sıra söz konusu kararın yaşam hakkına yönelik müdahalenin Anayasa’nın aradığı
zorunlu bir durumdan kaynaklanan ölçülü bir müdahale olup olmadığına yönelik
bir değerlendirme içermesi de gerekmektedir (Cemil
Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 99)
ii. İlkelerin Olaya
Uygulanması
49. Başvurucunun kolluk görevlilerince darbedildiği
yönündeki iddiasını olaydan bir gün sonra Cumhuriyet Başsavcılığında, görevi
yaptırmamak için direnme suçunun şüphelisi olarak verdiği ifadede ilk kez ileri
sürdüğü (bkz. § 15), bu ifade dışında ayrıca bir suç duyurusunda bulunmadığı
görülmektedir. Başvurucunun iddiası doğrultusunda Cumhuriyet Başsavcılığınca
soruşturmanın genişletildiği ve bu kapsamda başvurucu hakkında gözaltı işlemi
nedeniyle düzenlenen geçici adli rapor doğrultusunda ATK'dan
13/8/2014 tarihinde kati adli raporun temin edildiği görülmektedir. Şikâyet
edilen kolluk görevlilerinin adli kolluk tarafından müşteki sıfatı ile alınan
ifadeleri dışında ayrıca Cumhuriyet Savcısı tarafından şüpheli sıfatıyla
ifadelerinin alındığına dair bir veriye soruşturma dosyası kapsamında ulaşılamamıştır.
Cumhuriyet Başsavcılığınca 27/2/2015 tarihinde verilen tefrik kararı sonrasında
ise kovuşturmaya yer olmadığına karar verilerek soruşturmanın sonuçlandırıldığı
görülmektedir.
50. Devlet görevlileri tarafından darba maruz kalındığı
iddiasının öğrenilmesinden hemen sonra Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturmanın
genişletilmesi yoluna gidilmesi pozitif yükümlülüklerin yerine getirilmesi
anlamında olumlu bir adımdır. Ancak başvurucunun iddiası kapsamında derhâl
genişletilen soruşturmanın aynı özenle sürdürülerek delillerin mümkün olan
süratle toplanması ve toplanan deliller ışığında aceleci olmayan, tutarlı bir
yargısal sonuca varılması da devletin pozitif yükümlülüklerini yerine getirmesi
açısından önem arz etmektedir. Somut olayda başvurucunun makul bir delil
niteliğinde olan, adli rapor ile desteklenmiş, polis merkezi içinde kolluk
görevlilerince darbedildiği iddiası bulunmaktadır. Bu
iddia doğrultusunda -başvurucunun bu yönde bir talebi olup olmadığından
bağımsız olarak- Cumhuriyet Başsavcılığının ilk toplaması gereken delilin -kısa
süre içinde kaybolma olasılığı oldukça yüksek olan- polis merkezi kamera
kayıtları olduğu açıktır. Cumhuriyet Başsavcılığının bu yönde bir çaba sarf
ettiğine dair soruşturma dosyasına yansıyan bir bilgi ya da belge mevcut
değildir. Başvurucunun bu hususu, kovuşturmaya yer olmadığına dair karara
yapmış olduğu itiraz dilekçesinde (bkz. § 18) de ileri sürdüğü görülmektedir.
51. Bunun dışında Cumhuriyet Başsavcılığı, haklarında
başvurucuyu darbettiği iddiası bulunan -başvurucu
tarafından haklarında şikâyet olmasa dahi- kolluk görevlilerinin şüpheli
sıfatıyla ifadelerini alma yoluna da gitmemiştir. Bunun yerine haklarında darp
iddiası bulunan polis memurlarının başka polis memurları tarafından müşteki
sıfatıyla alınan ifadeleri ile yetinilmiştir. Bu tutumun soruşturmanın bağımsız
ve tarafsız şekilde yürütülmesi yükümlülüğüne uygun düştüğü söylenemez. Oysa bu
kişilerin şüpheli sıfatıyla Cumhuriyet savcısı tarafından alınacak ifadeleri
başvurucunun nasıl ve ne şekilde yaralandığı hususunda maddi gerçeğin ortaya
çıkarılması için belirleyici delil olabilecek niteliktedir. Aynı bağlamda
başvurucunun karın kısmına elektro şok cihazı ile elektrik verildiği yönündeki
iddiası ve başvurucu hakkında düzenlenen adli rapor birlikte değerlendirilerek
bu iddianın ciddi şekilde araştırılması, gerekirse yeni bir rapor alınarak
yaralanmanın kaynağının belirlenmeye çalışılması gerektiği de açıktır.
52. Kolluk görevlileri tarafından düzenlenen Yakalama ve
Gözaltına Alma Tutanağına (bkz. § 10) göre başvurucu 29/7/2014 tarihinde saat
17.50'de yakalanmış, başvurucu hakkında düzenlenen adli rapora (bkz. § 14) göre
ise muayene 30/7/2014 tarihinde saat 00.48'de yapılmıştır. Buna göre
başvurucunun yakalanması ile muayene edilmesi arasında yaklaşık 7 saat olduğu
anlaşılmaktadır. Söz konusu sürenin -kolluğun güç kullanımı ile yakalama
yaptığı olaylarda,yakalanan
kişinin mümkün olan en kısa süre içinde muayene edilmesi ve hakkında
düzenlenecek adli raporun temin edilmesi gerekliliği gözetildiğinde- makul olduğu
da söylenemeyecektir. Ayrıca gözaltı çıkışında başvurucu hakkında düzenlenmesi
gereken ve başvurucunun iddialarının değerlendirilmesi açısından oldukça önemli
olan adli rapora da soruşturma dosyası kapsamında erişilememiştir. Belirtilen
hususlar yönünden de soruşturmada gerekli özenin gösterilmediği görülmektedir.
53. Öte yandan kovuşturmaya yer olmadığına dair karara,
başvurucunun adli kollukta müdafii olmaksızın şüpheli
sıfatıyla alınan ilk ifadesinde polis memurlarınca darbedildiği
iddiasını belirtmemesinin gerekçe yapıldığı görülmektedir. Başvurucunun
kendisini darbettiğini iddia ettiği polis
memurlarından aynı polis merkezindeki başka bir polis memuruna verdiği ifadede
bahsetmesini beklemek hayatın olağan akışına uygun değildir. Kovuşturmaya yer
olmadığına dair kararda, bunun dışında başvurucuya karşı kullanılan gücün
orantılı olduğu belirtilmekle yetinilmiştir. Ancak başvurucu hakkında
düzenlenen adli rapora göre gerçekleşen yaralanmaların bu güç kullanımı sonrası
mı gerçekleştiği ya da başkaca bir nedene mi dayandığı konusunda kovuşturmaya
yer olmadığına dair kararın tatmin edici bir gerekçe ihtiva etmediği
görülmektedir.
54. Belirtilen bu tespitler ışığında maddi gerçeğin ortaya
çıkarılması için gerekli delillerin toplanması ve değerlendirilmesi konusunda
Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan soruşturmada, bir temel hak olarak
Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele
yasağına saygı açısından gerekli özenin gösterildiği söylenemeyecektir.
55. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü
fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının usul boyutunun ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
56. Yukarıda belirtilen tespitler ışığında soruşturmadaki anılan
eksiklikler nedeniyle başvurucunun şikâyetine konu ettiği olayın gerçekleşme
koşulları konusunda yeterli veri bulunmadığı anlaşıldığından bu aşamada kötü
muamele yasağının maddi boyutu itibarıyla bir inceleme yapılmasına gerek
duyulmadığı değerlendirilmiştir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
57. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
"(1) Esas inceleme
sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar
verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2)
Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili
mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan
hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava
açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme,
Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."
58.Başvurucu, Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında
koruma altına alınan kötü muamele yasağının ihlali nedeniyle yeniden soruşturma
yapılması talebinde bulunmuş; tazminat talebinde bulunmamıştır.
59. Anayasa Mahkemesi Mehmet
Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60) başvurusuna dair
vermiş olduğu kararda, bireysel başvuruya konu olayın incelenmesi sonucunda
ihlal kararı verilmesi durumunda ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması
için yapılması gerekenler hususunda detaylı açıklamalarda bulunmuştur. Anılan
içtihat doğrultusunda, 6216 sayılı Kanun uyarınca ihlalin ve sonuçlarının
ortadan kaldırılması için temel kural olan eski hâle getirmenin başvuruya konu
olayda uygulanması gerektiği sonucuna varılmıştır.
60. Yapılan inceleme sonucunda Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü
fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının usul boyutu itibarıyla
ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
61. İhlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden
soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin
yeniden soruşturma yapılmak üzere İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına
gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
62. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 2.475
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Hukuka aykırı olarak gözaltına alınması nedeniyle kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddiasının
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına
alınan kötü muamele yasağının usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,
D. 226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.701,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve
Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 9/1/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar
verildi.