TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
FERAY ULUĞ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2015/11005)
Karar Tarihi: 10/10/2018
Başkan
:
Engin YILDIRIM
Üyeler
Recep KÖMÜRCÜ
Celal Mümtaz AKINCI
Muammer TOPAL
Recai AKYEL
Raportör
Volkan ÇAKMAK
Başvurucu
Feray ULUĞ
Vekili
Av. Emrah Erdal YAZICIOĞLU
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, askerî görev sırasında meydana gelen kaybolma olayı nedeniyle açılan tazminat davasının süre aşımı yönünden reddine karar verilmesinin mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 3/7/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvurucunun eşi olan M.F.U., Şırnak Çakırsöğüt 1. Jandarma Komando Tugay Komutanlığı emrinde tabip üsteğmen olarak görev yapmıştır.
8. M.F.U.nun da aralarında bulunduğu bir grup asker 1/12/2007 tarihinde başlayan Yıldırım 2007-26 operasyonu kapsamında Güneyçam Ana Üs Bölgesi'ne (Üs Bölgesi) doğru 2/12/2007 tarihi itibarıyla yaya olarak intikal faaliyetine başlamıştır. Bu görev esnasında istirahat için verilen arada M.F.U.nun asker grubunun içinde olduğu ve dinlenirken sigara içtiği görülmüştür. İstirahat arasının ardından intikal faaliyetine devam edilmiş ve gece yarısından sonra 3/12/2007 tarihinde Üs Bölgesi'ne ulaşılarak intikal faaliyeti tamamlanmıştır.
9. Görevin tamamlanmasının ardından alınan vukuat tekmilinde M.F.U.nun mevcut olmadığı tespit edilmiş ise de kendisinin çadır veya konteyner içinde uyuduğu düşünülerek vukuat yok şeklinde tekmil verilmiştir. Aynı gün içinde tabur komutanı tarafından M.F.U.nun durumunun tekrar sorulması üzerine kendisinin üs bölgesinde olmadığı anlaşılmıştır.
10. M.F.U.nun Üs Bölgesi'nde olmadığının anlaşılması üzerine bölgede ve operasyon mevkilerinde arama faaliyeti başlatılmıştır. 7/12/2007 tarihine kadar sürdüğü anlaşılan arama faaliyeti sonucunda herhangi bir iz ya da emareye ulaşılamamıştır. Arama faaliyeti sonrası düzenlenen 8/12/2007 tarihli idari tahkikat raporunda ise operasyonun ardından Üs Bölgesi'ne hiç gelmediği anlaşılan M.F.U.nun arazide kaybolmuş olabileceği veya daha önce sözleşmesini feshetme isteğini arkadaşları ile paylamış olması nedeniyle firar etmiş olabileceği değerlendirilmiştir.
11. 17/12/2007 tarihinde kaybolma vakasına ilişkin olarak Diyarbakır 2. Hava Kuvveti Komutanlığı Askerî Savcılığı (Askerî Savcılık) tarafından soruşturma başlatılmıştır.
12. Başvurucu; yürütülen soruşturmaya müdahil olmak, gelişmelerle ilgili bilgilendirilmek ve dosya içeriğinde mevcut belgelerin fotokopilerini almak istemiyle 1/3/2008 tarihli dilekçesiyle Askerî Savcılığa başvurmuştur.
13. Askerî Savcılık 18/3/2008 tarihli yazısıyla, soruşturmanın gizlilik içinde yürütülmesi nedeniyle kendisine belge verilemeyeceğini ve hazırlık soruşturması sonunda verilecek kararın kendisine tebliğ edileceğini başvurucuya bildirmiştir.
14. Askerî Savcılık tarafından yürütülen soruşturma devam ederken başvurucu 30/7/2012 tarihinde Ankara 6. Sulh Hukuk Mahkemesi nezdinde eşinin gaipliğine karar verilmesi istemiyle dava açmıştır. Anılan Mahkeme 2/11/2012 tarihli kararıyla 3/12/2007 tarihinden itibaren kendisinden haber alınamayan M.F.U.nun ölümünün pek muhtemel olduğu kanaatine vararak gaipliğe hükmetmiştir. Söz konusu karar 23/11/2012 tarihinde kesinleşmiştir.
15. Gaiplik kararının kesinleşmesi üzerine 15/1/2013 tarihli işlemle M.F.U.nun Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ile ilişiği kesilmiştir.
16. İlişik kesme işlemini takiben Jandarma Genel Komutanlığı Nakdi Tazminat Komisyonu 18/3/2013 tarihli işlemi ile M.F.U.nun kanuni hak sahiplerine 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu ile 3/11/1980 tarihli ve 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun uyarınca 70.145,15 TL nakdi tazminat ödenmesine karar vermiştir.
17. Devam eden soruşturma sonunda Askerî Savcılık 1/8/2013 tarihinde görevsizliğine ve dosyanın Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığına gönderilmesine karar vermiştir. Kararda, M.F.U.nun firar ettiğine ilişkin hiçbir delil, emare bulunmadığı ve bölgede PKK terör örgütü eylemlerinin yoğun olduğu dikkate alındığında M.F.U.nun öldürülmüş olma ihtimalinin daha yüksek olduğu vurgulanmış; askerî ceza mevzuatı kapsamında suç teşkil eden bir eyleme ilişkin delil bulunmadığından soruşturma yetkisinin Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına ait olduğu ifade edilmiştir.
18. Dosyanın Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesini takiben başvurucu, Sosyal Güvenlik Kurumunun vazife malullüğü durumunu değerlendirebilmek adına kaybolma olayıyla ilgili idari/adli tahkikat belgelerine ve varsa savcılık iddianamesi veya mahkeme kararına ihtiyaç duyduğunu belirterek soruşturma süreci ile ilgili tarafına bilgi verilmesi için 11/12/2013 tarihli dilekçesi ile Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına başvuruda bulunmuştur.
19. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı 12/12/2013 tarihinde görevsizliğine ve dosyanın Askerî Savcılığa gönderilmesine karar vermiştir. Kararda; M.F.U.nun yaşayıp yaşamadığının, terör örgütü tarafından kaçırılıp kaçırılmadığının belirsiz olduğu, bu hususa dair delil bulunmadığı ifade edilmiş ve Askerî Savcılığın kararına atıfla ihtimale dayalı görevsizlik kararı verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğu vurgulanmıştır. M.F.U.nun kaybolmasında komutanları yönünden görevi ihmal/görevi kötüye kullanma suçlarının da oluşabileceği hususlarının dikkate alınması gerektiği belirtilerek soruşturma yetkisinin Askerî Savcılığa ait olduğu sonucuna varılmıştır. Soruşturma sürecinin akıbeti ile ilgili olarak başkaca bilgi veya belge dosya içeriğinde bulunmamaktadır.
20. Başvurucu; eşinin görevi sırasında kaybolması nedeniyle kendisinin ve kızının maddi, manevi zarara uğradığını belirterek Jandarma Genel Komutanlığına ve İçişleri Bakanlığına 23/6/2014 tarihli dilekçelerle tazminat ödenmesi istemiyle başvuruda bulunmuştur.
21. Bu talepler cevap verilmemek suretiyle zımnen reddedilmiştir.
22. Başvurucu 17/10/2014 tarihinde kızının ve kendisinin uğradığını ileri sürdüğü maddi zararın tazmini istemiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) nezdinde dava açmıştır.
23. AYİM İkinci Dairesi 19/11/2014 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir.
24. Ret gerekçesinde; öncelikle 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı mülga Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun dava açma süresine ilişkin hükümlerine yer verilerek idari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların dava açmadan önce bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her hâlde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde yetkili makama başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemelerinin şart olduğu, bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi hâlinde ret işleminin tebliği tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açmaları gerektiği hatırlatılmıştır. M.F.U.nun gaipliğine hükmeden kararın 23/11/2012 tarihinde kesinleştiği ve başvurucunun da bu tarih itibarıyla zarara yol açan eylemi ve zararı öğrenmiş olduğu ifade edilmiştir. Bu bağlamda başvurucunun 23/11/2012 tarihinden itibaren bir yıl içinde en geç 23/11/2013 tarihinde idari başvuru yaparak zararının tazmin edilmesini istemesi gerekirken 23/6/2014 tarihinde yaptığı başvuru üzerine açtığı davanın süre aşımına uğradığı belirtilerek ret gerekçesi oluşturulmuştur.
25. Süre aşımı yönünden davanın reddi kararı oyçokluğu ile alınmıştır. Azınlıkta kalan üyenin karşıoy gerekçesinde M.F.U.nun gaipliğine karar verilmesine esas olan olayda idarenin hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluğa dayalı tazmin sorumluluğunun bulunup bulunmadığı hususunun açıklığa kavuşturulmadığı hatırlatılmıştır. Bu bağlamda başvurucunun anılan husus açıklığa kavuşturulmadan dava açmayacağı, bir yıllık idareye müracaat süresinin de idarenin tazmin sorumluluğuna ilişkin durumun tespit edilmesinden sonra başlatılması gerektiği vurgulanmıştır. Sonuç itibarıyla henüz ceza soruşturması tamamlanmadığı için bir yıllık sürenin başlamadığı belirtilerek çoğunluk görüşüne benimsenmediği ifade edilmiştir.
26. Ret kararına yönelik karar düzeltme istemi AYİM İkinci Dairesinin 29/4/2015 tarihli hükmüyle reddedilmiştir.
27. Başvurucu nihai kararı 12/6/2015 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 3/7/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. Kanun Hükümleri
28. 1602 sayılı mülga Kanun’un43. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açmadan önce, bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde yetkili makama başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri lazımdır. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde bu konudaki işlemin tebliği tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açabilirler."
29. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir."
2. Danıştay İçtihadı
30. Danıştay Onuncu Dairesinin 4/11/2011 tarihli ve E.2008/7182, K.2011/4711 sayılı kararı şöyledir:
"Bir eylemin idariliği ve doğurduğu zarar bazı durumlarda eylemin gerçekleşmesiyle, kimi zaman da değişik araştırma ve incelemelerden, hatta ceza davalarından sonra ortaya çıkabilmektedir.
Özelikle, kamu görevlilerinin idari tasarrufta bulunurken uyulması zorunlu görülen kurallara uymamaları nedeniyle kendilerine izafe edilebilecek nitelikte olmakla birlikte, resmi yetkilerin kullanımı sırasında gerçekleştiği için idaresinden de ayrılamayan görev kusurlarından doğan zararın tazmini istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin idariliği, zararın, kamu görevlisinin kişisel kusurundan mı, görev kusurundan mı kaynaklandığının ceza muhakemesi sonucunda belirlenmesiyle ortaya çıkabilmektedir.
Bu nedenlerle, 2577 sayılı Kanun’un 13. maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık sürelerin eylemin idariliğinin ve doğurduğu zararın ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun, dava açma yolunun kullanımını güçleştirerek hak arama hürriyetini olumsuz etkileyeceğini belirtmek gerekir. Anılan Yasa hükmünde öngörülen tam yargı davalarının, idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminine yönelik olması sebebiyle davanın açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya çıkması zorunludur."
31. Aynı Dairenin 20/4/2015 tarihli ve E.2013/1051, K.2015/1927 sayılı kararı şöyledir:
"2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 13. maddesinde, idari eylemlerden hakları ihlal edilen ilgililerin, idari eylemleri öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve herhalde idari eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gerektiği hükme bağlanmıştır.
Anılan Yasa hükmünde idareye başvuru için öngörülen en geç beş yıllık sürenin hangi tarihten itibaren başlatılacağı zaman zaman duraksamalara yol açtığından, bu hususun irdelenmesi gerekmektedir.
Tam yargı davaları, idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminini ifade etmektedir. Bu nedenle, tam yargı davasının açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya çıkması zorunludur.
İdari eylem, idarenin işlevi sırasında bir hareketi, bir davranışı, bir tutumu veya hareketsizliği; idari karar ve işlemle ilgisi olmayan, başka bir deyişle öncesinde, temelinde bir idari karar veya işlem olmayan salt maddi tasarrufları ifade etmektedir.
Söz konusu eylemlerin idariliği ve doğurduğu zarar bazen eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya çıkarken, bazen de çok sonra, değişik araştırma, inceleme ve hatta ceza yargılamaları sonucu ortaya çıkabilmektedir.
Özellikle kamu görevlilerinin idari bir tasarruf yaparken, mevzuatın, üstlendiği ödevin ve yürüttüğü hizmetin kural, usul ve gereklerine aykırı olarak, kendisine izafe edilebilecek boyutta ve biçimde, ancak yine de resmi yetki, görev ve olanaklardan yararlanarak, onları kullanarak hareket ettiği, bu nedenle de idaresinden tamamen ayrılmasını önleyen ve engelleyen görev kusurları nedeniyle doğan zararların tazmini istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin idariliği, bazen ceza davalarıyla personelin şahsi kusuru sonucu mu yoksa görev kusuru sonucu mu zararın ortaya çıktığının belirlenmesinden sonra saptanabilmektedir.
Bu itibarla, 2577 sayılı Kanunun 13. maddesinde öngörülen bir ve beş yıllık sürelerin, eylemin idariliğinin ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun, zarara yol açan eylemin idariliğinin ortaya çıkmasıyla kulanılması mümkün olan dava açma hakkını ortadan kaldıracağı, hak arama özgürlüğüyle bağdaşmayacağı açıktır."
32. Danıştay Onuncu Dairesinin 17/1/2017 tarihli ve E.2016/2637, K.2017/180 sayılı kararı şöyledir:
"Tam yargı davaları idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminini ifade etmektedir. Bu nedenle tam yargı davasının açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya çıkması zorunludur.
(...)
Söz konusu eylemin idariliği ve doğurduğu zarar bazen eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya çıkarken, bazen de çok sonra, değişik araştırma, inceleme ve hatta ceza yargılaması sonucu ortaya çıkabilmektedir.
Bu itibarla, 2577 sayılı Kanunun 13. maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık sürelerin eylemin idariliğinin ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun zarara yol açan eylemin idariliğinin ortaya çıkmasıyla kullanılması mümkün olan dava açma hakkını ortadan kaldıracağı, hak arama özgürlüğüyle bağdaşmayacağı açıktır.
Uyuşmazlıkta tazmini istenilen zarar, idarenin hizmet kusuru nedeniyle uğranılan zarar olduğuna göre, davacıların kardeşinin Şanlıurfa Kapalı Cezaevi'ndemeydana gelen olaylar sonucunda 16/06/2012 tarihinde çıkan yangında hayatını kaybetmesinde davalı idareye yüklenebilecek hizmet kusurunun varlığı, idarenin bir kusurunun bulunup bulunmadığının belirlenmesine bağlıdır.
Dava dosyası ile Dairemizin E:2015/1145 sayılı dosyası içerisinde yer alan Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığının 06/06/2013 tarih ve … sayılı "Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair Kararı"ndan; davacılar yakınının diğer 12 hükümlü ve tutuklu ile beraber Şanlıurfa Kapalı Ceza İnfaz Kurumunun C-15 koğuşunda 16/06/2012 saat 23:00 sıralarında çıkan yangında yaşamını yitirdiği, cezaevinden sorumlu Cumhuriyet Savcısının nezaretinde elektrik ve inşaat mühendisi, iş ve sosyal güvenlik uzmanı, kimya uzmanı, itfaiyeciler ve olay yeri inceleme ekibi tarafından yapılan incelemede, 13 kişinin koğuşun üst katında kol kola ve sıralı bir şekilde yanarak yaşamlarını yitirdikleri, koğuş kapısının dolap ve ranzalarla kapatıldığı, yangına katılmak istemeyen 5 mahkumun diğer hükümlü ve tutuklular tarafından tuvalete kilitli vaziyette bırakıldıkları ve bu kişilerin kurtarıldığı, cezaevi kamera kayıtlarına göre yangının 22:40 sıralarında başladığı, infaz koruma memurlarının yangından 22:41 sıralarında haberdar oldukları, ilk itfaiye aracının 22:47'de, ilk ambulansın da 22:51'de cezaevine giriş yaptığı ve yangının 23:13 sıralarında tamamen söndürüldüğü, olayla ilgili yapılan disiplin soruşturması neticesinde görevli personel hakkında disiplin cezası verilmesine yer olmadığına karar verildiği ve yine olayla ilgili Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karara karşı yapılan itirazın da Adıyaman 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nin ... sayılı kararıyla reddedildiği anlaşılmaktadır.
(…)
Dolayısıyla davacıların yakınının hayatını kaybetmesinde eylemin idariliğinin bulunup bulunmadığı, Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair karar ile kesinlik kazanmıştır.
Bu durumda, olayda eylemin idariliğinin kesin olarak ortaya çıktığı tarihin, …"Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair Karar"ın verildiği tarih olması nedeniyle bir yıllık sürenin de bu tarihten itibaren başlayacağı açıktır."
B. Uluslararası Hukuk
33. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme/AİHS) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir...”
34. Dava açma hakkını kullanmak yasal birtakım şartlara bağlansa da mahkemelerin usul kurallarını uygularken hem yargılamanın adil olmasına halel getirecek aşırı şekilcilikten hem de yasalar tarafından konulan usul kurallarını ortadan kaldırma sonucunu doğuracak aşırı esneklikten kaçınmaları gerekir (Walchli/Fransa, B. No: 35787/03, 26/7/2007, § 29). Yapılan düzenlemeler, hukuk güvenliği ilkesi ve adaletin iyi bir şekilde tecelli etmesi amaçlarına hizmet etmediği ve dava açmak isteyen kişinin önünde davasının esasını yetkili ve görevli mahkeme önünde inceletmek bakımından bir engel oluşturduğu durumlarda mahkemeye erişim hakkı ihlal edilmiş olur (Efstathiou ve diğerleri/Yunanistan, B. No: 36998/02, 27/7/2006,§ 24).
35. Tazminat davasının ileri sürülen bir kusur veya ihmale dayandığı durumlarda başvurucunun yalnızca bu kusur veya ihmalin sonuçlarından haberdar olduğu veya haberdar olması gerektiği andan itibaren yani haklarının ihlal edildiğiyle ilgili belge ya da karardan haberdar olduğu tarihten itibaren dava açma süresi işleyebilecektir (Yeşilkaya/Türkiye (k.k.), B. No: 47157/10, 26/5/2015,§ 39).
36. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM); Sefer Yılmaz ve Meryem Yılmaz/Türkiye (B. No: 611/12, 17/11/2015) başvurusunda, askerde ölüm olayıyla ilgili yürütülen ceza soruşturmasının takipsizlikle sonuçlanmasının ardından AYİM'de açılan tam yargı davasının süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesine ilişkin başvuruda başvurucuların mahkemeye erişim hakkının ihlal edilip edilmediği hususunu değerlendirmiştir. Söz konusu olayda başvurucuların oğlu M.Y., 9/9/2008 tarihinde nöbet kulübesinde el bombasının patlaması sonucu vefat etmiştir. Yapılan soruşturmanın ardından 15/12/2009 tarihinde askerî savcılık; ölüm olayının meydana gelmesinde kimsenin kusur ya da kastının bulunmadığı, M.Y.nin el bombasıyla intihar ettiği sonucuna varmıştır. Askerî savcılığın bu sonuca varmasında olay yeri inceleme raporu, olay yeri krokisi, otopsi raporları ile tanıkların M.Y.nin ailevi ve maddi çeşitli sıkıntılara bağlı olarak psikolojik sorunlarının olduğuna dair ifadeleri etkili olmuştur. Söz konusu kararın ardından başvurucular 27/8/2010 tarihinde tazminat istemiyle İçişleri Bakanlığına başvuruda bulunmuş, istemin zımnen reddi üzerine 2/11/2010 tarihinde AYİM'de tam yargı davası açmışlardır. AYİM 1602 sayılı mülga Kanun'un 43. maddesinde öngörülen bir yıllık süreyi ölüm tarihinden başlatarak davayı süre aşımı gerekçesiyle reddetmiştir. AYİM kararında, yürütülen soruşturma sonucunda ölüm olayının davacılar yakınının intihar kastıyla el bombasını patlatması şeklinde gerçekleştiği ve bu durumun davacılar tarafından da önceden bilinen ölüm sebebinde herhangi bir değişiklik yapmadığı kanaatine varıldığı da ayrıca belirtilmiştir.
37. AİHM ise davanın temelinde yer alan konunun bir yıllık süre sınırının M.Y.nin ölüm tarihinden itibaren başlatılması olduğunu belirtmiş, başvuranların oğullarının 9/9/2008 tarihinde hayatını kaybettiğini öğrendiklerini ancak kesin ölüm nedenini bilmediklerini, bu bağlamda takipsizlik kararı tebliğ edilinceye kadar söz konusu olayın kaza, cinayet veya intihar olduğunu kesin olarak bilemediklerini ve bu durumun AYİM'e başvuru yapılması için belirleyici bir etkiye sahip olduğunu vurgulamıştır. AİHM; olay tarihinde başvurucuların elinde idarenin kusur veya ihmaliyle ilgili kıstaslar bulunmadığını, kovuşturmaya yer olmadığına dair karardan haberleri olduğu tarihten itibaren tam olarak soruşturma unsurlarına erişebildiklerini ve idarenin olası bir hatası veya ihmalinden haberleri olduğunu, anılan kararın tebliğinin üzerinden bir yıl geçmeden idareye başvuru yapıldığı ve bu koşullarda başvurucuların ihmalkâr davrandıkları ya da hatalı oldukları yönünde suçlanamayacaklarını belirterek AYİM kararının başvuranları mahkemeye erişim haklarından mahrum bıraktığı sonucuna varmıştır (Sefer Yılmaz ve Meryem Yılmaz/Türkiye, §§ 65-73).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
38. Mahkemenin 10/10/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
39. Başvurucu, eşinin kaybolma ve aranma sürecinde idarenin görevini gereği gibi yerine getirmediğini belirtmiştir. Ayrıca kaybolma olayının gerçekleşmesinde, eşinin komutanlarının ihmal ya da kusurunun bulunup bulunmadığı hususu adli ya da idari soruşturma ile açıkça ortaya konulamadığından sahip olabileceği haklar yönünden hareketsiz kalmak zorunda bırakıldığını ifade etmiştir. Bu bağlamda başvurucu, bir yıllık idari başvuru süresinin anılan husus açıklığa kavuşturulduktan sonra başlaması gerektiğini belirterek idare mahkemesince yapılan yorumun ve ulaşılan sonucun adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri sürmektedir.
B. Değerlendirme
40. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
41. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetinin özü, Mahkemenin dava açma süresinin başlangıcını tespit etme noktasında hukuk kurallarını hatalı değerlendirmesi ve uygulaması neticesinde uyuşmazlığın esasının incelenememesidir. Bu nedenle belirtilen ihlal iddiaları mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
42. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Hakkın Kapsamı ve Müdahalenin Varlığı
43. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Sözleşme'yi yorumlayan AİHM, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017,§ 34).
44. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından görülebilmesi ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden faydalanabilmesi için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya koyma imkânının tanınması gerekir. Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden yararlanmak mümkün olmaz (Mohammed Aynosah, B. No: 2013/8896, 23/2/2016, § 33).
45. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı değerlendirmelerde mahkemeye erişim hakkının bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına geldiğini ifade etmiştir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).
46. Somut olayda maddi tazminat istemiyle açılan davanın süre aşımından reddedilerek uyuşmazlığın esasının incelenmemesi nedeniyle başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik bir müdahalenin bulunduğu görülmektedir.
b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
47. Anayasa'nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
48. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı takdirde Anayasa’nın 36. maddesinin ihlalini teşkil edecektir.
49. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe dayanma, ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
i. Kanunilik
50. Başvurucu, yakınlarının ölümünden dolayı uğradıkları zararın tazmini istemiyle açtığı davanın süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesine ilişkin Mahkeme kararının 1602 sayılı mülga Kanun'un 43. maddesine dayandığı görülmektedir. Dolayısıyla somut olayda başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahalenin kanuni dayanağının mevcut olduğu anlaşılmıştır.
ii. Meşru Amaç
51. Dava açmanın bir süreye bağlanmasının meşru amacının ne olduğu hususu benzer nitelikteki başvurularda Anayasa Mahkemesi tarafından müteaddit defa incelenmiştir. Anayasa Mahkemesi bu incelemelerinde, idari işlem ya da eylemlere karşı açılacak davalarda süre koşulu öngörülmesinin en genel ifadesiyle idari istikrarın sağlanması şeklinde bir meşru amacı bulunduğuna işaret etmiştir (Daha ayrıntılı değerlendirme için bkz. Ayşe Yıldırım, B. No: 2014/5, 25/10/2017, §§ 54, 55; Fatma Altuner, B. No: 2014/17714, 26/10/2017, §§ 48, 49; Çölbeyi Lojistik Nakliyat Gümrükleme Denizcilik İnşaat Turizm Sanayii ve Ticaret Limited Şirketi, B. No: 2014/12354, 9/11/2017, § 52).
iii. Ölçülülük
(1) Genel İlkeler
52. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı değerlendirmelerde kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hâle getiren, bir başka anlatımla mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamaların mahkemeye erişim hakkını ihlal edebileceğini ifade etmiştir (Özkan Şen,§ 52).
53. Bu nedenle mahkemelerin usul kurallarını uygularken yargılamanın hakkaniyetine zarar getirecek ölçüde katı şekilcilikten kaçınmaları gerektiği gibi kanunla öngörülmüş usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak ölçüde aşırı esneklikten de kaçınmaları gerekir (Kamil Koç, B. No: 2012/660, 7/11/2013, § 65). Bu kapsamda mevzuatta öngörülen dava açma süresine ilişkin kuralların hukuka açıkça aykırı olarak yanlış uygulanması veya bu sürelerin hatalı hesaplanması nedenleriyle kişilerin dava açma ya da kanun yollarına başvuru haklarını kullanmasına engel olunması mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., § 38).
54. Bu bağlamda dava açma süresinin işlemeye başladığı an da mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin ölçülülüğü bağlamında büyük önem taşımaktadır (Yaşar Çoban [GK], B. No: 2014/6673, 25/7/2017, § 66). Dava açma süresinin hangi tarihte başlayacağını belirlemek ve mevzuatı bu yönüyle yorumlamak görevi esasen derece mahkemelerine aittir. Bireysel başvurunun ikincillik ilkesi gereği, dava açma süresinin başlatılacağı tarihin belirlenmesi noktasında Anayasa Mahkemesinin bir görevi bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesinin bu hususta üstleneceği rol, dava açma süresinin hangi tarihten itibaren başlatılması gerektiğiyle ilgili derece mahkemelerinin yorumlarının mahkemeye erişim hakkına etkisini somut olayın koşulları ışığında incelemektir (Ahmet Yıldırım, B. No: 2014/18135, 20/9/2017, § 46). Bu kapsamda dava açma süresinin hak sahibinin henüz dava hakkının doğduğundan haberdar olmadığı ve somut koşullar çerçevesinde haberdar olduğunun kabulünü haklı kılan nedenlerin bulunmadığı bir dönemde işlemeye başlaması dava hakkının varlığını anlamsız kılabileceğinden ölçülülük ilkesini zedeleyebilir (Yaşar Çoban, § 66).
55. Uğranıldığı ileri sürülen zararın öğrenildiği veya öğrenilmesi gereken tarih hakkında hiçbir değerlendirme yapılmaksızın dava açma süresine ilişkin bazı kategorik kabul ve değerlendirmelerle davaların süre yönünden reddedilmesi mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir. Bu çerçevede eylemin idariliğinin veya yol açtığı zararın ya da illiyet bağının eylemden çok sonra anlaşıldığı veya ortaya konulabildiği durumlarda dava açma süresinin bu tarihlerden sonra başlayacağı kabul edilmelidir. Eylemin idariliği ve doğurduğu zarar bazen eylemin gerçekleşmesinden sonra değişik araştırma, inceleme hatta ceza yargılamaları sonucunu ortaya çıkarabilmektedir. Ortaya konulacak ölüm nedeni, çoğu zaman eylemin idariliğinin ve illiyet bağının varlığının tespiti konusunda önem taşımaktadır (Şeyma Kayaoğlu, B. No: 2014/5491, 5/7/2017, §§ 54, 55, 56).
56. Bu bağlamda özellikle askerî görev esnasında meydana gelen ve kesin nedeni bilinmeyen olayların kaza, cinayet veya intihar olup olmadığının yapılan adli veya idari soruşturma sonucu ortaya çıktığı durumlarda ilgililerin kesin ölüm nedenini bilmeleri, takip edecekleri usul ve başvuracakları idari ve adli mercilerin belirlenmesinde bu kapsamda ilgililerin tam yargı davası açma iradeleri üzerinde belirleyici etkiye sahiptir. Söz konusu soruşturmalar ise idari veya adli makamlarca resen yürütüldüğünden soruşturma süresinin uzunluğu üzerinde genellikle davacıların bir etkisi ve soruşturma sonucunu beklemekten başka bir görevleri bulunmamaktadır. Bu durum özellikle tam yargı davasının kusur veya ihmalin varlığına dayandırıldığı durumlarda önem arz eder. Yürütülen soruşturma sonucu kusur veya ihmalin varlığı tespit edildiğinde dava açma süresinin davacıların kusur veya ihmalin varlığından veya sonuçlarından haberdar olduğu veya haberdar olması gerektiği andan itibaren başladığının kabulü gerekir (Şeyma Kayaoğlu, §§ 57, 58).
(2) İlkelerin Olaya Uygulanması
57. Başvurucu, idari başvuru süresinin başlangıç tarihi olarak gaiplik kararının verildiği tarihin esas alınmasının mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiğinden şikâyet etmektedir.
58. Somut olayda başvurucunun eşi tabip üsteğmen M.F.U. 3/12/2007 tarihinde görev sırasında kaybolmuş ve kaybolmasına ilişkin olarak 2007 yılında başlatılan adli soruşturma bireysel başvuru tarihi itibarıyla sonuçlandırılmamıştır. Başvurucu, muhtelif tarihlerde gerek Askerî Savcılık gerekse Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde soruşturmanın akıbetinden haberdar olabilmek amacıyla başvurularda bulunmuş ancak verilen görevsizlik kararları nedeniyle sonuç alamamıştır. Diğer taraftan M.F.U.nun gaipliğine yönelik olarak Ankara 6. Sulh Hukuk Mahkemesi tarafından verilen karar 23/11/2012 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu; 2013 yılı içinde gaiplik nedeniyle eşinin TSK ile ilişiğinin kesilmesi, kendisine nakdi tazminat ödenmesi ve Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının kaybolma olayına dair görevsizlik kararı vermesinin ardından 23/6/2014 tarihinde eşinin görevi sırasında kaybolması nedeniyle kendisinin ve kızının maddi, manevi zarara uğradığını belirterek Jandarma Genel Komutanlığına ve İçişleri Bakanlığı nezdinde tazminat ödenmesi istemiyle başvuruda bulunmuştur.
59. Talebin reddi üzerine başvurucu; eşinin kaybolma ve aranma sürecinde idarenin görevini gereği gibi yerine getirmediğini, eşinin rahatsızlığı olduğunun bilindiğini, kaybolma olayının gerçekleşmesinde eşinin komutanlarının kusurunun bulunup bulunmadığı hususu adli ya da idari soruşturma ile açıkça ortaya konulamadığından sahip olabileceği haklar yönünden hareketsiz kalmak zorunda bırakıldığını belirtmek suretiyle kusur sorumluluğuna dayalı olarak tazminat davası açmıştır.
60. AYİM İkinci Dairesi, zararın gaiplik hükmünün kesinleştiği 23/11/2012 tarihinde öğrenildiği ve bu tarihten itibaren bir yıllık süre aşıldıktan sonra yapılan idari başvuru üzerine açılan davanın süresinde olmadığı gerekçesine yer vererek davayı reddetmiştir. AYİM İkinci Dairesi dava açma süresinin hesabında gaiplik hükmünün kesinleştiği tarihi esas almış ise de idarenin kusurundan kaynaklandığı ileri sürülen zarara neden olan eylemin idariliğinin ne zaman öğrenildiği ya da eylemin idariliği ihtimaline ne zaman kanaat getirildiği hakkında herhangi bir açıklamaya yer vermemiştir.
61. Genel ilkeler kısmında da belirtildiği üzere özellikle askerî görev sırasında meydana gelen ve kesin nedeni bilinmeyen kaybolma, ölüm, yaralanma gibi durumlarda vakaya sebebiyet veren olgunun kaza, cinayet, ihmal, kaçma veya kaçırılma olup olmadığı yapılan adli veya idari soruşturma sonucu ortaya çıkarılacaktır. Bu bağlamda soruşturma sonucu ulaşılan tespit; ilgililerin takip edecekleri usul ile başvuracakları idari ve adli mercilerin belirlenmesinde önemli bir yer tutmaktadır. Bir başka ifadeyle kaybolma vakasının sebebine dair bilginin, idarenin kusuruna dayalı tazminat davası açılıp açılmamasına yönelik irade noktasında belirleyici bir etkiye sahip olduğu izahtan varestedir.
62. M.F.U.nun kaybolmasına ilişkin olarak başlatılan idari tahkikat sonucu düzenlenen 8/12/2007 tarihli raporda kesin bir tespit yapılmamış ve ihtimaller üzerinde durulmuştur. Raporda M.F.U.nun firar etmiş veya arazide kaybolmuş olabileceği değerlendirilmiş, idarenin hizmet kusuruna ya da sorumlu olmadığına yönelik herhangi bir tespit yapılmamıştır. Yapılan adli soruşturmanın ise bireysel başvuru tarihi itibarıyla bir sonuca kavuşmadığı görülmektedir. Başvurucu gerek Askeri Savcılık gerekse de Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde konuya ilişkin bilgi edinmek için girişimlerde bulunmuş ise de sonuç alamamıştır. Hülasa başvurucunun askerî operasyon esnasında gerçekleşen kaybolma vakasına sebebiyet veren olguya, bir başka ifadeyle eylemin idariliğine dair bir bilgiye, veriye sahip olmadığı anlaşılmaktadır.
63. Bu hâle göre tazminat için izleyeceği usulü, başvuracağı mercileri belirlemesi adına önem arz eden kaybolma vakasının sebebine dair kesin bir bilgiye sahip olmadığı açık olan başvurucunun gaiplik kararının kesinleşmesi ile zararı ve zarara neden olan eylemi öğrendiği kabul edilerek dava açmanın ön koşulu olan idari başvuruyu yapabileceği bir yıllık sürenin başlatılmasının katı bir yorum olduğu ve bu yorumun başvurucunun mahkemeye erişim hakkını kullanmasını aşırı derecede güçleştirdiği açıktır.
64. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
65. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
66. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında, Anayasa Mahkemesince bir temel hakkın ihlal edildiği sonucuna varıldığında ihlalin ve sonuçlarının nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi hususunda genel ilkelere yer verilmiştir (detaylı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan, [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 57-60).
67. Başvurucu, yeniden yargılama yapılmasına hükmedilerek ihlalin giderilmesi talebinde bulunmuştur.
68. Anayasa Mahkemesi, AYİM kararında yapılan değerlendirmenin mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği sonucuna varmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
69. Bu durumda mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemelerince yapılması gereken iş, öncelikle ihlale yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılması ve nihayet ihlal sonucuna uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
70. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere-Anayasa'nın geçici 21. maddesinin birinci fıkrasının (E) bendinin (b) alt bendi gereğince- yetkili idari yargı merciine GÖNDERİLMESİNE (Karar AYİM İkinci Dairesinin 19/11/2014 tarihli ve E.2014/1688, K.2014/1661 sayılı kararına ait dava dosyası ile ilgilidir.),
D. 226,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 10/10/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.