TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
FERAY ULUĞ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/11005)
|
|
Karar Tarihi: 10/10/2018
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Recep
KÖMÜRCÜ
|
|
|
Celal Mümtaz
AKINCI
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
Recai AKYEL
|
Raportör
|
:
|
Volkan
ÇAKMAK
|
Başvurucu
|
:
|
Feray ULUĞ
|
Vekili
|
:
|
Av. Emrah
Erdal YAZICIOĞLU
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, askerî görev sırasında meydana gelen kaybolma olayı
nedeniyle açılan tazminat davasının süre aşımı yönünden reddine karar
verilmesinin mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 3/7/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvurucunun eşi olan M.F.U., Şırnak Çakırsöğüt
1. Jandarma Komando Tugay Komutanlığı emrinde tabip üsteğmen olarak görev
yapmıştır.
8. M.F.U.nun da aralarında bulunduğu
bir grup asker 1/12/2007 tarihinde başlayan Yıldırım 2007-26 operasyonu
kapsamında Güneyçam Ana Üs Bölgesi'ne (Üs Bölgesi)
doğru 2/12/2007 tarihi itibarıyla yaya olarak intikal faaliyetine başlamıştır.
Bu görev esnasında istirahat için verilen arada M.F.U.nun
asker grubunun içinde olduğu ve dinlenirken sigara içtiği görülmüştür.
İstirahat arasının ardından intikal faaliyetine devam edilmiş ve gece
yarısından sonra 3/12/2007 tarihinde Üs Bölgesi'ne ulaşılarak intikal faaliyeti
tamamlanmıştır.
9. Görevin tamamlanmasının ardından alınan vukuat tekmilinde M.F.U.nun mevcut olmadığı tespit edilmiş ise de kendisinin
çadır veya konteyner içinde uyuduğu düşünülerek vukuat yok şeklinde tekmil
verilmiştir. Aynı gün içinde tabur komutanı tarafından M.F.U.nun
durumunun tekrar sorulması üzerine kendisinin üs bölgesinde olmadığı
anlaşılmıştır.
10. M.F.U.nun Üs Bölgesi'nde
olmadığının anlaşılması üzerine bölgede ve operasyon mevkilerinde arama
faaliyeti başlatılmıştır. 7/12/2007 tarihine kadar sürdüğü anlaşılan arama
faaliyeti sonucunda herhangi bir iz ya da emareye ulaşılamamıştır. Arama
faaliyeti sonrası düzenlenen 8/12/2007 tarihli idari tahkikat raporunda ise
operasyonun ardından Üs Bölgesi'ne hiç gelmediği anlaşılan M.F.U.nun
arazide kaybolmuş olabileceği veya daha önce sözleşmesini feshetme isteğini
arkadaşları ile paylamış olması nedeniyle firar etmiş olabileceği
değerlendirilmiştir.
11. 17/12/2007 tarihinde kaybolma vakasına ilişkin olarak
Diyarbakır 2. Hava Kuvveti Komutanlığı Askerî Savcılığı (Askerî Savcılık)
tarafından soruşturma başlatılmıştır.
12. Başvurucu; yürütülen soruşturmaya müdahil olmak,
gelişmelerle ilgili bilgilendirilmek ve dosya içeriğinde mevcut belgelerin
fotokopilerini almak istemiyle 1/3/2008 tarihli dilekçesiyle Askerî Savcılığa
başvurmuştur.
13. Askerî Savcılık 18/3/2008 tarihli yazısıyla, soruşturmanın
gizlilik içinde yürütülmesi nedeniyle kendisine belge verilemeyeceğini ve
hazırlık soruşturması sonunda verilecek kararın kendisine tebliğ edileceğini
başvurucuya bildirmiştir.
14. Askerî Savcılık tarafından yürütülen soruşturma devam
ederken başvurucu 30/7/2012 tarihinde Ankara 6. Sulh Hukuk Mahkemesi nezdinde
eşinin gaipliğine karar verilmesi istemiyle dava açmıştır. Anılan Mahkeme
2/11/2012 tarihli kararıyla 3/12/2007 tarihinden itibaren kendisinden haber
alınamayan M.F.U.nun ölümünün pek muhtemel olduğu
kanaatine vararak gaipliğe hükmetmiştir. Söz konusu karar 23/11/2012 tarihinde
kesinleşmiştir.
15. Gaiplik kararının kesinleşmesi üzerine 15/1/2013 tarihli
işlemle M.F.U.nun Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ile
ilişiği kesilmiştir.
16. İlişik kesme işlemini takiben Jandarma Genel Komutanlığı
Nakdi Tazminat Komisyonu 18/3/2013 tarihli işlemi ile M.F.U.nun
kanuni hak sahiplerine 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu
ile 3/11/1980 tarihli ve 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması
Hakkında Kanun uyarınca 70.145,15 TL nakdi tazminat ödenmesine karar vermiştir.
17. Devam eden soruşturma sonunda Askerî Savcılık 1/8/2013
tarihinde görevsizliğine ve dosyanın Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığına
gönderilmesine karar vermiştir. Kararda, M.F.U.nun
firar ettiğine ilişkin hiçbir delil, emare bulunmadığı ve bölgede PKK terör
örgütü eylemlerinin yoğun olduğu dikkate alındığında M.F.U.nun
öldürülmüş olma ihtimalinin daha yüksek olduğu vurgulanmış; askerî ceza
mevzuatı kapsamında suç teşkil eden bir eyleme ilişkin delil bulunmadığından
soruşturma yetkisinin Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına ait olduğu ifade edilmiştir.
18. Dosyanın Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesini
takiben başvurucu, Sosyal Güvenlik Kurumunun vazife malullüğü durumunu
değerlendirebilmek adına kaybolma olayıyla ilgili idari/adli tahkikat
belgelerine ve varsa savcılık iddianamesi veya mahkeme kararına ihtiyaç
duyduğunu belirterek soruşturma süreci ile ilgili tarafına bilgi verilmesi için
11/12/2013 tarihli dilekçesi ile Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına başvuruda
bulunmuştur.
19. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı 12/12/2013 tarihinde
görevsizliğine ve dosyanın Askerî Savcılığa gönderilmesine karar vermiştir.
Kararda; M.F.U.nun yaşayıp yaşamadığının, terör
örgütü tarafından kaçırılıp kaçırılmadığının belirsiz olduğu, bu hususa dair
delil bulunmadığı ifade edilmiş ve Askerî Savcılığın kararına atıfla ihtimale
dayalı görevsizlik kararı verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğu
vurgulanmıştır. M.F.U.nun kaybolmasında komutanları
yönünden görevi ihmal/görevi kötüye kullanma suçlarının da oluşabileceği
hususlarının dikkate alınması gerektiği belirtilerek soruşturma yetkisinin
Askerî Savcılığa ait olduğu sonucuna varılmıştır. Soruşturma sürecinin akıbeti
ile ilgili olarak başkaca bilgi veya belge dosya içeriğinde bulunmamaktadır.
20. Başvurucu; eşinin görevi sırasında kaybolması nedeniyle
kendisinin ve kızının maddi, manevi zarara uğradığını belirterek Jandarma Genel
Komutanlığına ve İçişleri Bakanlığına 23/6/2014 tarihli dilekçelerle tazminat
ödenmesi istemiyle başvuruda bulunmuştur.
21. Bu talepler cevap verilmemek suretiyle zımnen
reddedilmiştir.
22. Başvurucu 17/10/2014 tarihinde kızının ve kendisinin
uğradığını ileri sürdüğü maddi zararın tazmini istemiyle Askeri Yüksek İdare
Mahkemesi (AYİM) nezdinde dava açmıştır.
23. AYİM İkinci Dairesi 19/11/2014 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir.
24. Ret gerekçesinde; öncelikle 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı
mülga Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun dava açma süresine ilişkin
hükümlerine yer verilerek idari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların
dava açmadan önce bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle
öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her hâlde eylem tarihinden itibaren
beş yıl içinde yetkili makama başvurarak haklarının yerine getirilmesini
istemelerinin şart olduğu, bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi hâlinde ret
işleminin tebliği tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu
sürenin bittiği tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açmaları
gerektiği hatırlatılmıştır. M.F.U.nun gaipliğine
hükmeden kararın 23/11/2012 tarihinde kesinleştiği ve başvurucunun da bu tarih
itibarıyla zarara yol açan eylemi ve zararı öğrenmiş olduğu ifade edilmiştir.
Bu bağlamda başvurucunun 23/11/2012 tarihinden itibaren bir yıl içinde en geç
23/11/2013 tarihinde idari başvuru yaparak zararının tazmin edilmesini istemesi
gerekirken 23/6/2014 tarihinde yaptığı başvuru üzerine açtığı davanın süre
aşımına uğradığı belirtilerek ret gerekçesi oluşturulmuştur.
25. Süre aşımı yönünden davanın reddi kararı oyçokluğu ile alınmıştır. Azınlıkta kalan
üyenin karşıoy gerekçesinde M.F.U.nun
gaipliğine karar verilmesine esas olan olayda idarenin hizmet kusuru veya
kusursuz sorumluluğa dayalı tazmin sorumluluğunun bulunup bulunmadığı hususunun
açıklığa kavuşturulmadığı hatırlatılmıştır. Bu bağlamda başvurucunun anılan
husus açıklığa kavuşturulmadan dava açmayacağı, bir yıllık idareye müracaat
süresinin de idarenin tazmin sorumluluğuna ilişkin durumun tespit edilmesinden
sonra başlatılması gerektiği vurgulanmıştır. Sonuç itibarıyla henüz ceza
soruşturması tamamlanmadığı için bir yıllık sürenin başlamadığı belirtilerek
çoğunluk görüşüne benimsenmediği ifade edilmiştir.
26. Ret kararına yönelik karar düzeltme istemi AYİM İkinci
Dairesinin 29/4/2015 tarihli hükmüyle reddedilmiştir.
27. Başvurucu nihai kararı 12/6/2015 tarihinde tebellüğ
etmesinin ardından 3/7/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. Kanun Hükümleri
28. 1602 sayılı mülga Kanun’un43. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"İdari eylemlerden
hakları ihlal edilmiş olanların Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açmadan
önce, bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri
tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde
yetkili makama başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri lazımdır.
Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde bu konudaki işlemin tebliği
tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği
tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açabilirler."
29. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"İdari eylemlerden
hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı
bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri
tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde
ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri
gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki
işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde
cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi
içinde dava açılabilir."
2. Danıştay İçtihadı
30. Danıştay Onuncu Dairesinin 4/11/2011 tarihli ve E.2008/7182,
K.2011/4711 sayılı kararı şöyledir:
"Bir eylemin idariliği ve doğurduğu zarar bazı durumlarda eylemin
gerçekleşmesiyle, kimi zaman da değişik araştırma ve incelemelerden, hatta ceza
davalarından sonra ortaya çıkabilmektedir.
Özelikle, kamu görevlilerinin idari tasarrufta
bulunurken uyulması zorunlu görülen kurallara uymamaları nedeniyle kendilerine
izafe edilebilecek nitelikte olmakla birlikte, resmi yetkilerin kullanımı
sırasında gerçekleştiği için idaresinden de ayrılamayan görev kusurlarından
doğan zararın tazmini istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin idariliği, zararın, kamu görevlisinin kişisel kusurundan
mı, görev kusurundan mı kaynaklandığının ceza muhakemesi sonucunda
belirlenmesiyle ortaya çıkabilmektedir.
Bu nedenlerle, 2577 sayılı Kanun’un 13.
maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık sürelerin eylemin idariliğinin
ve doğurduğu zararın ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur.
Aksi yorumun, dava açma yolunun kullanımını güçleştirerek hak arama hürriyetini
olumsuz etkileyeceğini belirtmek gerekir. Anılan Yasa hükmünde öngörülen tam
yargı davalarının, idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminine yönelik
olması sebebiyle davanın açılabilmesi için eylemin idariliğinin
ve yol açtığı zararın ortaya çıkması zorunludur."
31. Aynı Dairenin 20/4/2015 tarihli ve E.2013/1051, K.2015/1927
sayılı kararı şöyledir:
"2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanununun 13. maddesinde, idari eylemlerden hakları ihlal
edilen ilgililerin, idari eylemleri öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve
herhalde idari eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye
başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gerektiği hükme
bağlanmıştır.
Anılan Yasa hükmünde idareye başvuru için
öngörülen en geç beş yıllık sürenin hangi tarihten itibaren başlatılacağı zaman
zaman duraksamalara yol açtığından, bu hususun irdelenmesi gerekmektedir.
Tam yargı davaları, idari eylem nedeniyle
uğranılan zararın tazminini ifade etmektedir. Bu nedenle, tam yargı davasının açılabilmesi
için eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın
ortaya çıkması zorunludur.
İdari eylem, idarenin işlevi sırasında bir
hareketi, bir davranışı, bir tutumu veya hareketsizliği; idari karar ve işlemle
ilgisi olmayan, başka bir deyişle öncesinde, temelinde bir idari karar veya
işlem olmayan salt maddi tasarrufları ifade etmektedir.
Söz konusu eylemlerin idariliği
ve doğurduğu zarar bazen eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya çıkarken, bazen
de çok sonra, değişik araştırma, inceleme ve hatta ceza yargılamaları sonucu
ortaya çıkabilmektedir.
Özellikle kamu görevlilerinin idari bir
tasarruf yaparken, mevzuatın, üstlendiği ödevin ve yürüttüğü hizmetin kural,
usul ve gereklerine aykırı olarak, kendisine izafe edilebilecek boyutta ve
biçimde, ancak yine de resmi yetki, görev ve olanaklardan yararlanarak, onları
kullanarak hareket ettiği, bu nedenle de idaresinden tamamen ayrılmasını
önleyen ve engelleyen görev kusurları nedeniyle doğan zararların tazmini
istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin idariliği,
bazen ceza davalarıyla personelin şahsi kusuru sonucu mu yoksa görev kusuru
sonucu mu zararın ortaya çıktığının belirlenmesinden sonra saptanabilmektedir.
Bu itibarla, 2577 sayılı Kanunun 13.
maddesinde öngörülen bir ve beş yıllık sürelerin, eylemin idariliğinin
ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun, zarara
yol açan eylemin idariliğinin ortaya çıkmasıyla kulanılması mümkün olan dava açma hakkını ortadan
kaldıracağı, hak arama özgürlüğüyle bağdaşmayacağı açıktır."
32. Danıştay Onuncu Dairesinin 17/1/2017 tarihli ve E.2016/2637,
K.2017/180 sayılı kararı şöyledir:
"Tam yargı davaları idari eylem nedeniyle
uğranılan zararın tazminini ifade etmektedir. Bu nedenle tam yargı davasının
açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı
zararın ortaya çıkması zorunludur.
(...)
Söz konusu eylemin idariliği
ve doğurduğu zarar bazen eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya çıkarken, bazen
de çok sonra, değişik araştırma, inceleme ve hatta ceza yargılaması sonucu
ortaya çıkabilmektedir.
Bu itibarla, 2577 sayılı Kanunun 13.
maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık sürelerin eylemin idariliğinin
ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun zarara
yol açan eylemin idariliğinin ortaya çıkmasıyla
kullanılması mümkün olan dava açma hakkını ortadan kaldıracağı, hak arama
özgürlüğüyle bağdaşmayacağı açıktır.
Uyuşmazlıkta tazmini istenilen zarar, idarenin
hizmet kusuru nedeniyle uğranılan zarar olduğuna göre, davacıların kardeşinin
Şanlıurfa Kapalı Cezaevi'ndemeydana gelen olaylar
sonucunda 16/06/2012 tarihinde çıkan yangında hayatını kaybetmesinde davalı
idareye yüklenebilecek hizmet kusurunun varlığı, idarenin bir kusurunun bulunup
bulunmadığının belirlenmesine bağlıdır.
Dava dosyası ile Dairemizin E:2015/1145 sayılı
dosyası içerisinde yer alan Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığının 06/06/2013
tarih ve … sayılı "Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair Kararı"ndan;
davacılar yakınının diğer 12 hükümlü ve tutuklu ile beraber Şanlıurfa Kapalı
Ceza İnfaz Kurumunun C-15 koğuşunda 16/06/2012 saat 23:00 sıralarında çıkan
yangında yaşamını yitirdiği, cezaevinden sorumlu Cumhuriyet Savcısının
nezaretinde elektrik ve inşaat mühendisi, iş ve sosyal güvenlik uzmanı, kimya
uzmanı, itfaiyeciler ve olay yeri inceleme ekibi tarafından yapılan incelemede,
13 kişinin koğuşun üst katında kol kola ve sıralı bir şekilde yanarak
yaşamlarını yitirdikleri, koğuş kapısının dolap ve ranzalarla kapatıldığı,
yangına katılmak istemeyen 5 mahkumun diğer hükümlü ve tutuklular tarafından
tuvalete kilitli vaziyette bırakıldıkları ve bu kişilerin kurtarıldığı, cezaevi
kamera kayıtlarına göre yangının 22:40 sıralarında başladığı, infaz koruma
memurlarının yangından 22:41 sıralarında haberdar oldukları, ilk itfaiye
aracının 22:47'de, ilk ambulansın da 22:51'de cezaevine giriş yaptığı ve
yangının 23:13 sıralarında tamamen söndürüldüğü, olayla ilgili yapılan disiplin
soruşturması neticesinde görevli personel hakkında disiplin cezası verilmesine
yer olmadığına karar verildiği ve yine olayla ilgili Şanlıurfa Cumhuriyet
Başsavcılığınca verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karara karşı yapılan
itirazın da Adıyaman 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nin ... sayılı kararıyla
reddedildiği anlaşılmaktadır.
(…)
Dolayısıyla davacıların yakınının hayatını
kaybetmesinde eylemin idariliğinin bulunup
bulunmadığı, Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen Kovuşturmaya Yer
Olmadığına Dair karar ile kesinlik kazanmıştır.
Bu durumda, olayda eylemin idariliğinin
kesin olarak ortaya çıktığı tarihin, …"Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair Karar"ın verildiği tarih olması nedeniyle bir yıllık
sürenin de bu tarihten itibaren başlayacağı açıktır."
B. Uluslararası Hukuk
33. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme/AİHS) 6.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da
cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan,
kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul
bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına
sahiptir...”
34. Dava açma hakkını kullanmak yasal birtakım şartlara bağlansa
da mahkemelerin usul kurallarını uygularken hem yargılamanın adil olmasına
halel getirecek aşırı şekilcilikten hem de yasalar tarafından konulan usul
kurallarını ortadan kaldırma sonucunu doğuracak aşırı esneklikten kaçınmaları
gerekir (Walchli/Fransa, B. No: 35787/03, 26/7/2007, §
29). Yapılan düzenlemeler, hukuk güvenliği ilkesi ve adaletin iyi bir şekilde
tecelli etmesi amaçlarına hizmet etmediği ve dava açmak isteyen kişinin önünde
davasının esasını yetkili ve görevli mahkeme önünde inceletmek bakımından bir
engel oluşturduğu durumlarda mahkemeye erişim hakkı ihlal edilmiş olur (Efstathiou ve diğerleri/Yunanistan, B. No: 36998/02,
27/7/2006,§ 24).
35. Tazminat davasının ileri sürülen bir kusur veya ihmale
dayandığı durumlarda başvurucunun yalnızca bu kusur veya ihmalin sonuçlarından
haberdar olduğu veya haberdar olması gerektiği andan itibaren yani haklarının
ihlal edildiğiyle ilgili belge ya da karardan haberdar olduğu tarihten itibaren
dava açma süresi işleyebilecektir (Yeşilkaya/Türkiye
(k.k.), B. No: 47157/10, 26/5/2015,§
39).
36. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM); Sefer Yılmaz ve Meryem Yılmaz/Türkiye (B.
No: 611/12, 17/11/2015) başvurusunda, askerde ölüm olayıyla ilgili yürütülen
ceza soruşturmasının takipsizlikle sonuçlanmasının ardından AYİM'de
açılan tam yargı davasının süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesine ilişkin
başvuruda başvurucuların mahkemeye erişim hakkının ihlal edilip edilmediği
hususunu değerlendirmiştir. Söz konusu olayda başvurucuların oğlu M.Y.,
9/9/2008 tarihinde nöbet kulübesinde el bombasının patlaması sonucu vefat
etmiştir. Yapılan soruşturmanın ardından 15/12/2009 tarihinde askerî savcılık;
ölüm olayının meydana gelmesinde kimsenin kusur ya da kastının bulunmadığı, M.Y.nin el bombasıyla intihar ettiği sonucuna varmıştır.
Askerî savcılığın bu sonuca varmasında olay yeri inceleme raporu, olay yeri
krokisi, otopsi raporları ile tanıkların M.Y.nin
ailevi ve maddi çeşitli sıkıntılara bağlı olarak psikolojik sorunlarının
olduğuna dair ifadeleri etkili olmuştur. Söz konusu kararın ardından
başvurucular 27/8/2010 tarihinde tazminat istemiyle İçişleri Bakanlığına
başvuruda bulunmuş, istemin zımnen reddi üzerine 2/11/2010 tarihinde AYİM'de tam yargı davası açmışlardır. AYİM 1602 sayılı
mülga Kanun'un 43. maddesinde öngörülen bir yıllık süreyi ölüm tarihinden
başlatarak davayı süre aşımı gerekçesiyle reddetmiştir. AYİM kararında,
yürütülen soruşturma sonucunda ölüm olayının davacılar yakınının intihar
kastıyla el bombasını patlatması şeklinde gerçekleştiği ve bu durumun davacılar
tarafından da önceden bilinen ölüm sebebinde herhangi bir değişiklik yapmadığı
kanaatine varıldığı da ayrıca belirtilmiştir.
37. AİHM ise davanın temelinde yer alan konunun bir yıllık süre
sınırının M.Y.nin ölüm tarihinden itibaren
başlatılması olduğunu belirtmiş, başvuranların oğullarının 9/9/2008 tarihinde
hayatını kaybettiğini öğrendiklerini ancak kesin ölüm nedenini bilmediklerini,
bu bağlamda takipsizlik kararı tebliğ edilinceye kadar söz konusu olayın kaza,
cinayet veya intihar olduğunu kesin olarak bilemediklerini ve bu durumun AYİM'e başvuru yapılması için belirleyici bir etkiye sahip
olduğunu vurgulamıştır. AİHM; olay tarihinde başvurucuların elinde idarenin
kusur veya ihmaliyle ilgili kıstaslar bulunmadığını, kovuşturmaya yer
olmadığına dair karardan haberleri olduğu tarihten itibaren tam olarak
soruşturma unsurlarına erişebildiklerini ve idarenin olası bir hatası veya
ihmalinden haberleri olduğunu, anılan kararın tebliğinin üzerinden bir yıl
geçmeden idareye başvuru yapıldığı ve bu koşullarda başvurucuların ihmalkâr
davrandıkları ya da hatalı oldukları yönünde suçlanamayacaklarını belirterek
AYİM kararının başvuranları mahkemeye erişim haklarından mahrum bıraktığı
sonucuna varmıştır (Sefer Yılmaz ve Meryem
Yılmaz/Türkiye, §§ 65-73).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
38. Mahkemenin 10/10/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
39. Başvurucu, eşinin kaybolma ve aranma sürecinde idarenin
görevini gereği gibi yerine getirmediğini belirtmiştir. Ayrıca kaybolma
olayının gerçekleşmesinde, eşinin komutanlarının ihmal ya da kusurunun bulunup
bulunmadığı hususu adli ya da idari soruşturma ile açıkça ortaya
konulamadığından sahip olabileceği haklar yönünden hareketsiz kalmak zorunda
bırakıldığını ifade etmiştir. Bu bağlamda başvurucu, bir yıllık idari başvuru
süresinin anılan husus açıklığa kavuşturulduktan sonra başlaması gerektiğini
belirterek idare mahkemesince yapılan yorumun ve ulaşılan sonucun adil
yargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri sürmektedir.
B. Değerlendirme
40. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes,
meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı
veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
41. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetinin özü, Mahkemenin
dava açma süresinin başlangıcını tespit etme noktasında hukuk kurallarını hatalı
değerlendirmesi ve uygulaması neticesinde uyuşmazlığın esasının
incelenememesidir. Bu nedenle belirtilen ihlal iddiaları mahkemeye erişim hakkı
kapsamında incelenmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
42. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Hakkın Kapsamı ve
Müdahalenin Varlığı
43. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma
hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı,
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir
unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede,
Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan
adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Sözleşme'yi yorumlayan AİHM, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur.
San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017,§
34).
44. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama
özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden
gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili
güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından görülebilmesi
ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden faydalanabilmesi
için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya koyma imkânının tanınması gerekir.
Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden
yararlanmak mümkün olmaz (Mohammed Aynosah, B. No:
2013/8896, 23/2/2016, § 33).
45. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı
değerlendirmelerde mahkemeye erişim hakkının bir uyuşmazlığı mahkeme önüne
taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını
isteyebilmek anlamına geldiğini ifade etmiştir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).
46. Somut olayda maddi tazminat istemiyle açılan davanın süre
aşımından reddedilerek uyuşmazlığın esasının incelenmemesi nedeniyle
başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik bir müdahalenin bulunduğu
görülmektedir.
b. Müdahalenin İhlal
Oluşturup Oluşturmadığı
47. Anayasa'nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca
Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak
kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... ölçülülük ilkesine aykırı
olamaz."
48. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde
belirtilen koşullara uygun olmadığı takdirde Anayasa’nın 36. maddesinin
ihlalini teşkil edecektir.
49. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen
ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe
dayanma, ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının
belirlenmesi gerekir.
i. Kanunilik
50. Başvurucu, yakınlarının ölümünden dolayı uğradıkları zararın
tazmini istemiyle açtığı davanın süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesine ilişkin
Mahkeme kararının 1602 sayılı mülga Kanun'un 43. maddesine dayandığı
görülmektedir. Dolayısıyla somut olayda başvurucunun mahkemeye erişim hakkına
yönelik müdahalenin kanuni dayanağının mevcut olduğu anlaşılmıştır.
ii. Meşru Amaç
51. Dava açmanın bir süreye bağlanmasının meşru amacının ne
olduğu hususu benzer nitelikteki başvurularda Anayasa Mahkemesi tarafından
müteaddit defa incelenmiştir. Anayasa Mahkemesi bu incelemelerinde, idari işlem
ya da eylemlere karşı açılacak davalarda süre koşulu öngörülmesinin en genel
ifadesiyle idari istikrarın sağlanması şeklinde bir meşru amacı bulunduğuna
işaret etmiştir (Daha ayrıntılı değerlendirme için bkz. Ayşe Yıldırım, B. No: 2014/5, 25/10/2017,
§§ 54, 55; Fatma Altuner,
B. No: 2014/17714, 26/10/2017, §§ 48, 49; Çölbeyi Lojistik Nakliyat Gümrükleme Denizcilik İnşaat Turizm Sanayii ve
Ticaret Limited Şirketi, B. No: 2014/12354, 9/11/2017, § 52).
iii. Ölçülülük
(1)
Genel İlkeler
52. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı
değerlendirmelerde kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme
kararını anlamsız hâle getiren, bir başka anlatımla mahkeme kararını önemli
ölçüde etkisizleştiren sınırlamaların mahkemeye erişim hakkını ihlal
edebileceğini ifade etmiştir (Özkan Şen,§ 52).
53. Bu nedenle mahkemelerin usul kurallarını uygularken
yargılamanın hakkaniyetine zarar getirecek ölçüde katı şekilcilikten
kaçınmaları gerektiği gibi kanunla öngörülmüş usul şartlarının ortadan
kalkmasına neden olacak ölçüde aşırı esneklikten de kaçınmaları gerekir (Kamil Koç, B. No: 2012/660, 7/11/2013, § 65).
Bu kapsamda mevzuatta öngörülen dava açma süresine ilişkin kuralların hukuka
açıkça aykırı olarak yanlış uygulanması veya bu sürelerin hatalı hesaplanması
nedenleriyle kişilerin dava açma ya da kanun yollarına başvuru haklarını
kullanmasına engel olunması mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur.
San. ve Tic. Ltd. Şti., §
38).
54. Bu bağlamda dava açma süresinin işlemeye başladığı an da
mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin ölçülülüğü bağlamında büyük önem
taşımaktadır (Yaşar Çoban [GK],
B. No: 2014/6673, 25/7/2017, § 66). Dava açma süresinin hangi tarihte
başlayacağını belirlemek ve mevzuatı bu yönüyle yorumlamak görevi esasen derece
mahkemelerine aittir. Bireysel başvurunun ikincillik ilkesi gereği, dava açma
süresinin başlatılacağı tarihin belirlenmesi noktasında Anayasa Mahkemesinin
bir görevi bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesinin bu hususta üstleneceği rol,
dava açma süresinin hangi tarihten itibaren başlatılması gerektiğiyle ilgili
derece mahkemelerinin yorumlarının mahkemeye erişim hakkına etkisini somut
olayın koşulları ışığında incelemektir (Ahmet
Yıldırım, B. No: 2014/18135, 20/9/2017, § 46). Bu kapsamda dava açma
süresinin hak sahibinin henüz dava hakkının doğduğundan haberdar olmadığı ve
somut koşullar çerçevesinde haberdar olduğunun kabulünü haklı kılan nedenlerin
bulunmadığı bir dönemde işlemeye başlaması dava hakkının varlığını anlamsız
kılabileceğinden ölçülülük ilkesini zedeleyebilir (Yaşar Çoban, § 66).
55. Uğranıldığı ileri sürülen zararın öğrenildiği veya
öğrenilmesi gereken tarih hakkında hiçbir değerlendirme yapılmaksızın dava açma
süresine ilişkin bazı kategorik kabul ve değerlendirmelerle davaların süre
yönünden reddedilmesi mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir. Bu çerçevede
eylemin idariliğinin veya yol açtığı zararın ya da
illiyet bağının eylemden çok sonra anlaşıldığı veya ortaya konulabildiği
durumlarda dava açma süresinin bu tarihlerden sonra başlayacağı kabul
edilmelidir. Eylemin idariliği ve doğurduğu zarar
bazen eylemin gerçekleşmesinden sonra değişik araştırma, inceleme hatta ceza
yargılamaları sonucunu ortaya çıkarabilmektedir. Ortaya konulacak ölüm nedeni,
çoğu zaman eylemin idariliğinin ve illiyet bağının
varlığının tespiti konusunda önem taşımaktadır (Şeyma Kayaoğlu, B. No: 2014/5491, 5/7/2017, §§ 54, 55, 56).
56. Bu bağlamda özellikle askerî görev esnasında meydana gelen
ve kesin nedeni bilinmeyen olayların kaza, cinayet veya intihar olup
olmadığının yapılan adli veya idari soruşturma sonucu ortaya çıktığı durumlarda
ilgililerin kesin ölüm nedenini bilmeleri, takip edecekleri usul ve
başvuracakları idari ve adli mercilerin belirlenmesinde bu kapsamda ilgililerin
tam yargı davası açma iradeleri üzerinde belirleyici etkiye sahiptir. Söz
konusu soruşturmalar ise idari veya adli makamlarca resen yürütüldüğünden
soruşturma süresinin uzunluğu üzerinde genellikle davacıların bir etkisi ve
soruşturma sonucunu beklemekten başka bir görevleri bulunmamaktadır. Bu durum
özellikle tam yargı davasının kusur veya ihmalin varlığına dayandırıldığı
durumlarda önem arz eder. Yürütülen soruşturma sonucu kusur veya ihmalin
varlığı tespit edildiğinde dava açma süresinin davacıların kusur veya ihmalin
varlığından veya sonuçlarından haberdar olduğu veya haberdar olması gerektiği
andan itibaren başladığının kabulü gerekir (Şeyma
Kayaoğlu, §§ 57, 58).
(2)
İlkelerin Olaya Uygulanması
57. Başvurucu, idari başvuru süresinin başlangıç tarihi olarak
gaiplik kararının verildiği tarihin esas alınmasının mahkemeye erişim hakkını
ihlal ettiğinden şikâyet etmektedir.
58. Somut olayda başvurucunun eşi tabip üsteğmen M.F.U.
3/12/2007 tarihinde görev sırasında kaybolmuş ve kaybolmasına ilişkin olarak
2007 yılında başlatılan adli soruşturma bireysel başvuru tarihi itibarıyla
sonuçlandırılmamıştır. Başvurucu, muhtelif tarihlerde gerek Askerî Savcılık
gerekse Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde soruşturmanın akıbetinden
haberdar olabilmek amacıyla başvurularda bulunmuş ancak verilen görevsizlik
kararları nedeniyle sonuç alamamıştır. Diğer taraftan M.F.U.nun
gaipliğine yönelik olarak Ankara 6. Sulh Hukuk Mahkemesi tarafından verilen
karar 23/11/2012 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu; 2013 yılı içinde gaiplik
nedeniyle eşinin TSK ile ilişiğinin kesilmesi, kendisine nakdi tazminat
ödenmesi ve Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının kaybolma olayına dair
görevsizlik kararı vermesinin ardından 23/6/2014 tarihinde eşinin görevi
sırasında kaybolması nedeniyle kendisinin ve kızının maddi, manevi zarara uğradığını
belirterek Jandarma Genel Komutanlığına ve İçişleri Bakanlığı nezdinde tazminat
ödenmesi istemiyle başvuruda bulunmuştur.
59. Talebin reddi üzerine başvurucu; eşinin kaybolma ve aranma
sürecinde idarenin görevini gereği gibi yerine getirmediğini, eşinin
rahatsızlığı olduğunun bilindiğini, kaybolma olayının gerçekleşmesinde eşinin
komutanlarının kusurunun bulunup bulunmadığı hususu adli ya da idari soruşturma
ile açıkça ortaya konulamadığından sahip olabileceği haklar yönünden hareketsiz
kalmak zorunda bırakıldığını belirtmek suretiyle kusur sorumluluğuna dayalı
olarak tazminat davası açmıştır.
60. AYİM İkinci Dairesi, zararın gaiplik hükmünün kesinleştiği
23/11/2012 tarihinde öğrenildiği ve bu tarihten itibaren bir yıllık süre
aşıldıktan sonra yapılan idari başvuru üzerine açılan davanın süresinde
olmadığı gerekçesine yer vererek davayı reddetmiştir. AYİM İkinci Dairesi dava
açma süresinin hesabında gaiplik hükmünün kesinleştiği tarihi esas almış ise de
idarenin kusurundan kaynaklandığı ileri sürülen zarara neden olan eylemin idariliğinin ne zaman öğrenildiği ya da eylemin idariliği ihtimaline ne zaman kanaat getirildiği hakkında
herhangi bir açıklamaya yer vermemiştir.
61. Genel ilkeler kısmında da belirtildiği üzere özellikle
askerî görev sırasında meydana gelen ve kesin nedeni bilinmeyen kaybolma, ölüm,
yaralanma gibi durumlarda vakaya sebebiyet veren olgunun kaza, cinayet, ihmal,
kaçma veya kaçırılma olup olmadığı yapılan adli veya idari soruşturma sonucu
ortaya çıkarılacaktır. Bu bağlamda soruşturma sonucu ulaşılan tespit;
ilgililerin takip edecekleri usul ile başvuracakları idari ve adli mercilerin
belirlenmesinde önemli bir yer tutmaktadır. Bir başka ifadeyle kaybolma
vakasının sebebine dair bilginin, idarenin kusuruna dayalı tazminat davası
açılıp açılmamasına yönelik irade noktasında belirleyici bir etkiye sahip
olduğu izahtan varestedir.
62. M.F.U.nun kaybolmasına ilişkin
olarak başlatılan idari tahkikat sonucu düzenlenen 8/12/2007 tarihli raporda
kesin bir tespit yapılmamış ve ihtimaller üzerinde durulmuştur. Raporda M.F.U.nun firar etmiş veya arazide kaybolmuş olabileceği
değerlendirilmiş, idarenin hizmet kusuruna ya da sorumlu olmadığına yönelik
herhangi bir tespit yapılmamıştır. Yapılan adli soruşturmanın ise bireysel başvuru
tarihi itibarıyla bir sonuca kavuşmadığı görülmektedir. Başvurucu gerek Askeri
Savcılık gerekse de Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde konuya ilişkin
bilgi edinmek için girişimlerde bulunmuş ise de sonuç alamamıştır. Hülasa
başvurucunun askerî operasyon esnasında gerçekleşen kaybolma vakasına sebebiyet
veren olguya, bir başka ifadeyle eylemin idariliğine
dair bir bilgiye, veriye sahip olmadığı anlaşılmaktadır.
63. Bu hâle göre tazminat için izleyeceği usulü, başvuracağı
mercileri belirlemesi adına önem arz eden kaybolma vakasının sebebine dair
kesin bir bilgiye sahip olmadığı açık olan başvurucunun gaiplik kararının
kesinleşmesi ile zararı ve zarara neden olan eylemi öğrendiği kabul edilerek
dava açmanın ön koşulu olan idari başvuruyu yapabileceği bir yıllık sürenin
başlatılmasının katı bir yorum olduğu ve bu yorumun başvurucunun mahkemeye
erişim hakkını kullanmasını aşırı derecede güçleştirdiği açıktır.
64. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye
erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
65. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1)
Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da
edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2)
Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili
mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan
hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava
açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
66. Anayasa Mahkemesinin
Mehmet Doğan kararında, Anayasa Mahkemesince bir temel hakkın ihlal
edildiği sonucuna varıldığında ihlalin ve sonuçlarının nasıl ortadan
kaldırılacağının belirlenmesi hususunda genel ilkelere yer verilmiştir (detaylı
açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan, [GK],
B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 57-60).
67. Başvurucu, yeniden yargılama yapılmasına hükmedilerek
ihlalin giderilmesi talebinde bulunmuştur.
68. Anayasa Mahkemesi, AYİM kararında yapılan değerlendirmenin
mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği sonucuna varmıştır. Dolayısıyla somut
başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
69. Bu durumda mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un
50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemelerince yapılması gereken
iş, öncelikle ihlale yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılması ve nihayet
ihlal sonucuna uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın
bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili mahkemeye gönderilmesine
karar verilmesi gerekir.
70. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 1.980
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının
ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin mahkemeye erişim hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak
üzere-Anayasa'nın geçici 21. maddesinin birinci fıkrasının (E) bendinin (b) alt
bendi gereğince- yetkili idari yargı merciine GÖNDERİLMESİNE (Karar AYİM İkinci
Dairesinin 19/11/2014 tarihli ve E.2014/1688, K.2014/1661 sayılı kararına ait
dava dosyası ile ilgilidir.),
D. 226,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.206,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve
Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
10/10/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.