TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
TOLGAHAN ORHON BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/11349)
|
|
Karar Tarihi: 14/11/2018
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Volkan ÇAKMAK
|
Başvurucu
|
:
|
Tolgahan ORHON
|
Vekili
|
:
|
Av. Cavit ÇALIŞ
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, maluliyete sebep olan psikolojik rahatsızlık
edeniyle meydana gelen zararların tazmini için açılan davada süre aşımı
yönünden ret kararı verilmesinin mahkemeye erişim hakkının ihlal ettiği
iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 8/7/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
8. Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) bünyesinde uzman erbaş olarak
1997 yılı itibarıyla göreve başlayan başvurucu 2001 yılında astsubay olarak nasbedilmiştir.
9. Başvurucu 1997 ile 2012 yılları arasında sırasıyla Hatay
Kırıkhan Merkez Jandarma Karakol Komutanlığı, Hatay Muratpaşa
Jandarma Karakol Komutanlığı, Ankara Beytepe Jandarma
Okullar Komutanlığı, Bilecik Gölpazarı Merkez Jandarma Karakol Komutanlığı,
Bilecik Osmaneli Merkez Jandarma Karakol Komutanlığı, Van Başkale Aydemir
Jandarma Karakol Komutanlığı, Ankara Güvercinlik Jandarma Özel Harekat Tabur
Komutanlığı, Bursa Mudanya Jandarma Karakol Komutanlığı, Tokat Jandarma Özel Harekat
Tabur Komutanlığı Tokat Jandarma Komanda Özel Harekat Tabur Komutanlığı ve
Aydın İl Jandarma Komutanlığında görev yapmıştır. Ayrıca başvurucu 2005 ve 2006
yılları içinde toplamda 258 gün Tunceli ve Pülümür Bölgelerinde görev almıştır.
10. Gülhane Askerî Tıp Akademisinin (GATA) 5/2/2003 tarihli
sağlık raporuyla post travmatik
stres bozukluğu, majör depresyon tanısı konulan başvurucuya bir ay
istirahat izni verilmiştir. Takip eden süreçte 2013 yılına değin yine GATA
tarafından muhtelif tarihlerde benzer tanılarla istirahat izni verilen
başvurucu hakkında son olarak 19/12/2013 tarihli rapor uyarınca "travma sonrası stres bozukluğu (kronik nitelik
kazanmış travma sonrası stres bozukluğu)" tanısı nedeniyle TSK bünyesinde görev yapamaz kararı
verilmiştir.
11. 19/12/2013 tarihli raporun ardından 20/5/2014 tarihinde
başvurucunun TSK ile ilişiği kesilmiştir.
12. Başvurucu; TSK bünyesinde görev yapamayacak hâle gelmesine
neden olan psikolojik rahatsızlığın oluşumunda askerî görevin (katıldığı
operasyonlar, çatışmalar) etkisinin bulunduğunu, malul hâle gelmesi nedeniyle
bazı özlük haklarından (görev aylığı, emekli ikramiyesi vb.) mahrum kaldığını,
iş gücü kaybına uğradığını, acı ve üzüntü duyduğunu belirterek 750.000 TL
maddi, 50.000 TL manevi zararının yerine getirilmesi istemiyle 27/3/2014
tarihinde Jandarma Genel Komutanlığına başvuruda bulunmuştur.
13. Talep, cevap verilmemek suretiyle zımnen reddedilmiştir.
14. Başvurucu, zımnen ret kararının ardından 3/6/2014 tarihinde
maddi ve manevi zararlarının ödenmesi istemiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi
(AYİM) nezdinde tam yargı davası açmıştır.
15. Diğer taraftan başvurucu, maluliyet ve özlük hakları ile ilgili
olarak hakkında karar verilebilmesi adına Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından
GATA'ya sevk edilmiştir. GATA 24/7/2014 tarihli raporu ile kronik nitelik kazanmış travma sonrası stres
bozukluğu tanısını yinelemiş ve psikolojik
rahatsızlığın oluşumunda askerî görevin neden ve tesirinin bulunduğunu belirtmiştir.
16. AYİM İkinci Dairesi 4/2/2015 tarihli kararıyla maddi ve
manevi tazminat istemiyle açılan tam yargı davasını reddetmiştir.
17. Ret gerekçesinde öncelikle 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı mülga
Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun dava açma süresine ilişkin hükümlerine
yer verilerek idari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların dava açmadan
önce bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri
tarihten itibaren bir yıl ve her hâlde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde
yetkili makama başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemelerinin şart
olduğu, bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi hâlinde ret işleminin tebliği
tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği
tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açmaları gerektiği
hatırlatılmıştır. Katıldığı operasyon ve çatışmalar nedeniyle malul hâle
geldiğini iddia eden başvurucunun 2003 yılı itibarıyla psikolojik tedavi
görmeye başladığı ve 2007 yılından sonra terör örgütü mensupları ile çatışmaya
girdiğine dair bir bilgi/belge bulunmadığı hususlarının altı çizilmiştir.
Ayrıca 19/12/2013 ve 24/7/2014 tarihli raporların zararın öğrenilmesine bir
etkisinin bulunmadığı bu raporların ancak vazife malullüğü durumuna etki
edeceği ifade edilmiştir. Bu noktadan hareketle başvurucunun 2003 veya 2007
yılından itibaren bir yıl veya her hâlükârda beş yıl içinde zararının tazmini
istemiyle idareye başvurması gerekirken 27/3/2014 tarihinde yaptığı başvuru
üzerine açtığı davanın süre aşımına uğradığı belirtilerek ret gerekçesi
oluşturulmuştur.
18. Ret kararı oyçokluğu ile alınmıştır. Azınlıkta kalan
üyelerin karşıoy gerekçesinde özetle başvurucunun
psikolojik rahatsızlığına sebep olan başka olguların bulunup bulunmadığı
hususunda tıbbi bilirkişi incelemesi yaptırılarak ve 19/12/2013 tarihinden
önceki süreçte TSK'da görev yapamaz kararı alınmadığı da gözönünde
bulundurularak süre aşımı konusunun değerlendirilmesi gerektiği ifade edilmiştir.
19. Ret hükmüne yönelik karar düzeltme istemi Mahkemenin
3/6/2015 tarihli kararı ile reddedilmiştir.
20. Başvurucu nihai kararı 24/6/2015 tarihinde tebellüğ
etmesinin ardından 8/7/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. Kanun Hükümleri
21. 1602 sayılı mülga Kanun’un 43. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"İdari eylemlerden
hakları ihlal edilmiş olanların Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açmadan
önce, bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri
tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde
yetkili makama başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri lazımdır.
Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde bu konudaki işlemin tebliği
tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği
tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açabilirler."
22. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş
olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya
başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl
ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak
haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen
veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden
itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu
sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir."
2. Danıştay İçtihadı
23. Danıştay Onuncu Dairesinin 4/11/2011 tarihli ve E.2008/7182,
K.2011/4711 sayılı kararı şöyledir:
"Bir eylemin idariliği ve doğurduğu zarar bazı durumlarda eylemin
gerçekleşmesiyle, kimi zaman da değişik araştırma ve incelemelerden, hatta ceza
davalarından sonra ortaya çıkabilmektedir.
Özelikle, kamu görevlilerinin idari tasarrufta
bulunurken uyulması zorunlu görülen kurallara uymamaları nedeniyle kendilerine
izafe edilebilecek nitelikte olmakla birlikte, resmi yetkilerin kullanımı
sırasında gerçekleştiği için idaresinden de ayrılamayan görev kusurlarından
doğan zararın tazmini istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin idariliği, zararın, kamu görevlisinin kişisel kusurundan
mı, görev kusurundan mı kaynaklandığının ceza muhakemesi sonucunda
belirlenmesiyle ortaya çıkabilmektedir.
Bu nedenlerle, 2577 sayılı Kanun’un 13.
maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık sürelerin eylemin idariliğinin
ve doğurduğu zararın ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur.
Aksi yorumun, dava açma yolunun kullanımını güçleştirerek hak arama hürriyetini
olumsuz etkileyeceğini belirtmek gerekir. Anılan Yasa hükmünde öngörülen tam
yargı davalarının, idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminine yönelik
olması sebebiyle davanın açılabilmesi için eylemin idariliğinin
ve yol açtığı zararın ortaya çıkması zorunludur."
24. Aynı Dairenin 28/3/2018 tarihli ve E.2016/15634, K.2018/1334
sayılı kararı şöyledir:
"2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun "Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması" başlıklı 13.
maddesinde idari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan
önceeylemin öğrenildiği tarihten itibaren bir yıl ve
her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak
haklarının yerine getirilmesini istemeleri gerektiği öngörülmüş olup; bu
sürelerin, kişilerin haklarını ihlal eden eylemlerin, idare ile illiyet bağının
kurulduğu, başka bir ifadeyle eylemin idariliğinin
öğrenildiği tarihten itibaren başlatılacağı kuşkusuzdur.
Tam yargı davaları, idari eylem nedeniyle
uğranılan zararın tazminini ifade etmektedir. Bu nedenle, tam yargı davasının
açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı
zararın ortaya çıkması zorunludur.
İdari eylem, idarenin işlevi sırasında bir hareketi,
bir davranışı, bir tutumu veya hareketsizliği; idari karar ve işlemle ilgisi
olmayan, başka bir deyişle öncesinde, temelinde bir idari karar veya işlem
olmayan salt maddi tasarrufları ifade etmektedir.
Söz konusu eylemlerin idariliği
ve doğurduğu zarar bazen eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya çıkarken, bazen
de çok sonra, değişik araştırma, inceleme ve hatta ceza yargılamaları sonucu
ortaya çıkabilmektedir.
Özellikle kamu görevlilerinin idari bir
tasarruf yaparken; mevzuatın, üstlendiği ödevin ve yürüttüğü hizmetin kural,
usul ve gereklerine aykırı olarak, kendisine izafe edilebilecek boyutta ve
biçimde, ancak yine de resmi yetki, görev ve olanaklardan yararlanarak, onları
kullanarak hareket ettiği, bu nedenle de idaresinden tamamen ayrılmasını
önleyen ve engelleyen görev kusurları nedeniyle doğan zararların tazmini
istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin idariliği,
bazen ceza davalarıyla personelin şahsi kusuru sonucu mu yoksa görev kusuru
sonucu mu zararın ortaya çıktığının belirlenmesinden sonra saptanabilmektedir.
Bu itibarla, 2577 sayılı Kanun'un 13.
maddesinde öngörülen bir ve beş yıllık sürelerin, eylemin idariliğinin
ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun, zarara
yol açan eylemin idariliğinin ortaya çıkmasıyla
kullanılması mümkün olan dava açma hakkını ortadan kaldıracağı, hak arama
özgürlüğüyle bağdaşmayacağı açıktır."
B. Uluslararası Hukuk
25. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin
(1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da
cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan,
kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul
bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına
sahiptir...”
26. Dava açma hakkını kullanmak yasal birtakım şartlara bağlansa
da mahkemelerin usul kurallarını uygularken hem yargılamanın adil olmasına
halel getirecek aşırı şekilcilikten hem de yasalar tarafından konulan usul
kurallarını ortadan kaldırma sonucunu doğuracak aşırı esneklikten kaçınmaları
gerekir (Walchli/Fransa, B. No: 35787/03, 26/7/2007, §
29).
27. Süre koşulu gibi dava açmaya ilişkin usul koşulları birden
fazla yoruma neden olabilecek nitelikte ise mahkemeye erişim hakkı kapsamında o
yorumlardan birinin davayı açmak isteyen kişileri engelleyecek şekilde katı bir
şekilde kullanılmaması veya söz konusu koşulların katı bir uygulamaya tabi
olmaması gerekir (Běleš ve diğerleri/Çek Cumhuriyeti, B. No:
47273/99, 12/11/2002, § 51).
28. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Eşim/Türkiye (B. No: 59601/09, 17/9/2013)
kararında süre aşımı nedeniyle davası reddedilen başvurucunun mahkemeye erişim
hakkının engellenip engellenmediği hususunu incelemiştir. Söz konusu olayda
başvurucu, askerlik hizmetini yerine getirirken 25/9/1990 tarihinde yaşanan bir
çatışmada yaralanmış; başvurucunun tedavisi uzunca bir süre devam etmiş ve
sonunda 1992 yılında askerlikle ilişiği kesilmiştir. Başvurucu; sonraki
yıllarda sürekli baş ağrısından ve baş dönmesinden yakınmış, 2004 yılında
başında belirlenemeyen metal bir cismin olduğu tespit edilmiş, 2007 yılında
GATA'daki muayenesinde başvurucunun başında mermi olduğu anlaşılmıştır.
Başvurucu 19/9/2007 tarihinde tazminat almak amacıyla idareye başvurmuş ancak
başvurucunun bu talebi reddedilmiştir. Bunun üzerine başvurucunun idare
aleyhine maddi ve manevi tazminat istemiyle açtığı davada AYİM söz konusu
olayın yaşandığı tarihten itibaren beş yıl içinde dava açılmadığı gerekçesiyle
davayı süre aşımı yönünden reddetmiştir.
29. AİHM anılan kararında, davanın temelinde yer alan konunun
aslen beş yıllık süre sınırını başvurucunun yaralandığı tarihten itibaren
hesaplayan yerel Mahkeme kararındaki gerekçelendirme olduğunu ifade etmiş;
başvurucunun 25/9/1995 tarihinde kafatasındaki mermiden haberdar olmamasının
tartışma konusu olmadığından kendisinden beş yıl içinde tazminat davası
açmasının beklenmesinin makul olarak değerlendirilemeyeceğine, Mahkemenin
nazarında şahsi yaralanmayla ilgili tazminat davalarında dava açma hakkının
tarafların uğradığı zararı gerçekte değerlendirebildiğinde kullanılabilmesi
gerektiğine hükmetmiş ve AYİM’in süre sınırı
hakkındaki katı yorumunun davanın esasının tam olarak incelenmesine engel
olması nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Eşim/Türkiye, §§ 23, 25, 26).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
30. Mahkemenin 14/11/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
31. Başvurucu; psikolojik yönden yaşadığı rahatsızlığın
maluliyete neden olduğunu 19/12/2013 tarihinde tanzim edilen sağlık raporu ile
öğrendiğini ve bu nedenle mahkemenin idari başvuru süresini 2007 yılını esas
alarak hesaplaması sonucu davayı reddetmesinin adil yargılanma hakkı, hak arama
özgürlüğü ve mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
32. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta
ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
33. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyeti, Mahkemenin dava açma
süresine dair hukuk kurallarını katı bir yorumla hatalı değerlendirdiği
iddiasına müteallik olduğundan başvuru mahkemeye erişim hakkı kapsamında
incelenmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
34. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar
verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mahkemeye
erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna
karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Hakkın Kapsamı ve
Müdahalenin Varlığı
35. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma
hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın
36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur.
Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine "... ile adil yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin
gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına
alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Sözleşme'yi yorumlayan AİHM, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur.
San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017,§
34).
36. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama
özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden
gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili
güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından görülebilmesi
ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden faydalanabilmesi
için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya koyma imkânının tanınması gerekir.
Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden
yararlanmak mümkün olmaz (Mohammed Aynosah, B. No:
2013/8896, 23/2/2016, § 33).
37. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı
değerlendirmelerde mahkemeye erişim hakkının bir uyuşmazlığı mahkeme önüne
taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını
isteyebilmek anlamına geldiğini ifade etmiştir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).
38. Somut olayda idari eyleme dayalı tam yargı davasının süre aşımından
reddedilerek esasının incelenmemesi nedeniyle başvurucunun mahkemeye erişim
hakkına yönelik bir müdahalenin bulunduğu görülmektedir.
b.Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
39. Anayasa'nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Temel hak ve
hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... ölçülülük
ilkesine aykırı olamaz."
40. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde
belirtilen koşullara uygun olmadığı takdirde Anayasa’nın 36. maddesinin
ihlalini teşkil edecektir.
41. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen
ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe
dayanma, ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının
belirlenmesi gerekir.
i. Kanunilik
42. Başvurucunun idari eylemden doğan zararın tazmini istemiyle
açtığı davanın süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesine ilişkin Mahkeme kararının
1602 sayılı mülga Kanun'un 43. maddesine dayandığı görülmektedir. Dolayısıyla
somut olayda başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahalenin kanuni
dayanağının mevcut olduğu anlaşılmıştır.
ii. Meşru Amaç
43. Dava açmanın bir süreye bağlanmasının meşru amacının ne
olduğu hususu benzer nitelikteki başvurularda Anayasa Mahkemesi tarafından
müteaddit defa incelenmiştir. Anayasa Mahkemesi bu incelemelerinde, idari işlem
ya da eylemlere karşı açılacak davalarda süre koşulu öngörülmesinin en genel
ifadesiyle Anayasa'nın 2. maddesinde düzenlenen hukuk devleti ilkesinin bir
gereği olan idari istikrarın sağlanması şeklinde bir meşru amacı bulunduğuna
işaret etmiştir (Daha ayrıntılı değerlendirme için bkz. Ayşe Yıldırım, B. No: 2014/5, 25/10/2017,
§§ 54, 55; Fatma Altuner,
B. No: 2014/17714, 26/10/2017, §§ 48, 49; Çölbeyi Lojistik Nakliyat Gümrükleme Denizcilik İnşaat Turizm Sanayii ve
Ticaret Limitet Şirketi, B. No: 2014/12354, 9/11/2017, § 52).
iii. Ölçülülük
(1)
Genel İlkeler
44. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı
değerlendirmelerde kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını
anlamsız hâle getiren, bir başka anlatımla mahkeme kararını önemli ölçüde
etkisizleştiren sınırlamaların mahkemeye erişim hakkını ihlal edebileceğini
ifade etmiştir (Özkan Şen,§ 52).
45. Bu nedenle mahkemelerin usul kurallarını uygularken yargılamanın
hakkaniyetine zarar getirecek ölçüde katı şekilcilikten kaçınmaları gerektiği
gibi kanunla öngörülmüş usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak ölçüde
aşırı esneklikten de kaçınmaları gerekir (Kamil Koç, B. No: 2012/660, 7/11/2013, § 65). Bu kapsamda
mevzuatta öngörülen dava açma süresine ilişkin kuralların hukuka açıkça aykırı
olarak yanlış uygulanması veya bu sürelerin hatalı hesaplanması nedenleriyle
kişilerin dava açma ya da kanun yollarına başvuru haklarını kullanmasına engel
olunması mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd.
Şti., § 38).
46.Bu bağlamda dava açma süresinin işlemeye başladığı an da
mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin ölçülülüğü bağlamında büyük önem
taşımaktadır (Yaşar Çoban [GK],
B. No: 2014/6673, 25/7/2017, § 66). Dava açma süresinin hangi tarihte
başlayacağını belirlemek ve mevzuatı bu yönüyle yorumlamak görevi esasen derece
mahkemelerine aittir. Bireysel başvurunun ikincillik ilkesi gereği, dava açma
süresinin başlatılacağı tarihin belirlenmesi noktasında Anayasa Mahkemesinin
bir görevi bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesinin bu hususta üstleneceği rol,
dava açma süresinin hangi tarihten itibaren başlatılması gerektiğiyle ilgili
derece mahkemelerinin yorumlarının mahkemeye erişim hakkına etkisini somut
olayın koşulları ışığında incelemektir (Ahmet
Yıldırım, B. No: 2014/18135, 20/9/2017, § 46). Bu kapsamda dava açma
süresinin henüz dava hakkının doğmadığı ya da hak sahibinin dava hakkının
doğduğundan haberdar olmadığı ve somut koşullar çerçevesinde haberdar olduğunun
kabulünü haklı kılan nedenlerin bulunmadığı bir dönemde işlemeye başlaması dava
hakkının varlığını anlamsız kılabileceğinden ölçülülük ilkesini zedeleyebilir
(Benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Yaşar
Çoban, § 66).
(2) İlkelerin
Olaya Uygulanması
47. Başvurucu, tam yargı davası açmak için gerekli olan zorunlu
idari başvuru süresinin başlangıç tarihi olarak TSK'da görev yapamayacağını
tevsik eden sağlık raporunun esas alınmamasının mahkemeye erişim hakkını ihlal
ettiğinden şikâyet etmektedir.
48. Somut olayda 1997 ile 2012 yılları arasında muhtelif
tarihlerde operasyon ve çatışmalar katılan, 2003 yılında psikolojik
rahatsızlığı tespit edilen başvurucu 2013 yılına değin psikolojik tedavi
görmüş, bununla beraber TSK bünyesinde görev yapmaya devam etmiştir. 19/12/2013
tarihinde ise başvurucunun kronik travma sonrası stres bozukluğu tanısı
nedeniyle TSK bünyesinde görev yapamayacağı tespit edilmiştir. Bu raporun
ardından başvurucu, idareye zararının giderilmesi istemiyle başvuruda bulunmuş
ve başvurusunun zımnen reddi üzerine tam yargı davası açmıştır. AYİM İkinci
Dairesi başvurucunun psikolojik rahatsızlığının tespit edildiği 2003 veya son
olarak operasyona/çatışmaya katıldığı 2007 yılı itibarıyla uğradığı zarardan
haberdar olduğunu ve 19/12/2013 tarihli raporun sağlık durumunun tespiti
açısından bir farklılık yaratmadığını belirtmek suretiyle 2003 veya 2007
yılından itibaren bir yıl ve her hâlükârda beş yıl içinde idareye zararın
tazmini istemiyle başvurulması gerekirken 2013 yılında yapılan başvuru üzerine
açılan davanın süre aşımına uğradığı gerekçesiyle davayı reddetmiştir.
49. Anayasa Mahkemesince daha önce benzer nitelikte başvurularda
da belirtildiği üzere idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazmini istemiyle
açılan tam yargı davasında idarenin tazminle yükümlü tutulabilmesi için ortada
idari eylem ve zarar olmalı, ayrıca zararla idari eylem arasında illiyet bağı
bulunmalıdır. Bu çerçevede eylemin idariliğinin veya
yol açtığı zararın ya da arasındaki illiyet bağının eylemden çok sonra
anlaşıldığı veya ortaya konulabildiği durumlarda dava açma süresinin bu
tarihlerden sonra başlayacağı kabul edilmektedir (Çok sayıda karar arasından
bkz. Mehmet Çınar ve Nuray Çınar, B.
No: 2015/4807, 19/4/2018, § 46).
50. Bireysel başvuruya konu olayda başvurucunun psikiyatrik
rahatsızlığının ilk kez 2003 yılında tespit edildiği hususunda itilaf
bulunmamaktadır. Bununla birlikte fiziksel rahatsızlıklarda, rahatsızlığın ilk
defa bilindiği veya bilinmesi gerektiği tarihten itibaren zararın
değerlendirilebileceği kabul edilebilir ise de psikiyatrik rahatsızlıklar
açısından rahatsızlığı doğuran olayın bilindiği tarihte uğranılan zararın
değerlendirilebilmesi çoğunlukla mümkün olmayabilir. Zira somut olayda olduğu
gibi psikiyatrik hastalıklar, hastalığa sebep olduğu ileri sürülen olaylarla
aynı tarihlerde ortaya çıkmamakta; çok sonraki bir tarihte ve anılan olaylara
bağlı olarak ortaya çıkabilmektedir. Dolayısıyla psikiyatrik hastalığa neden
olan olayların yaşandığı anda başvurucuların uğradıkları zararı öğrenmeleri ve
değerlendirmeleri her zaman beklenemez (Benzer mahiyette bir olaya ilişkin aynı
yönde değerlendirme için bkz. Alpay Dinç ve
diğerleri, B. No: 2014/12678, 6/7/2017 § 66).
51. Başvurucunun psikolojik rahatsızlığından tedavi süreci
raporlar ve istirahat izinleri sebebiyle 19/12/2013 tarihinden önce haberdar
olduğu açık ise de başvurucu, son olarak çatışmaya katıldığı belirtilen 2007
yılından sonra da TSK bünyesinde görev yapmaya devam etmiştir. Bir başka
ifadeyle sağlık durumu görevini ifasına engel olarak görülmemiştir. Ancak
19/12/2013 tarihli rapor, başvurucunun rahatsızlığının kronik hâle geldiğini ve
TSK bünyesinde görev yapmasına mani olduğunu tespit
etmiştir.
52. Rahatsızlığı sebebiyle TSK'daki görevini sürdüremeyeceğini
19/12/2013 tarihli rapor ile öğrenen başvurucu 27/3/2014 tarihli idari
başvurusunda salt psikolojik rahatsızlığın oluşması nedeniyle oluşan zararın
tazminini talep etmemekte, işini kaybetmesi ve malul hâle gelmesi nedeniyle
oluşan zararların da yerine getirilmesini istemektedir. Dolayısıyla
başvurucunun TSK'da görev yapamayacağını bildiren raporun ardından zararını
değerlendirebilmesi mümkündür. Bu hâle göre başvurucunun 19/12/2013 tarihinde
düzenlenen rapor sonucu malul addedilerek TSK ile ilişiğinin kesildiği dikkate
alındığında tam yargı davası açılmasına sebep olan ve mesleğin
kaybedilmesi/malul olunması nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen zararın 2003
veya 2007 yılında öğrenildiğinden söz edilemez.
53. Bu itibarla başvurucunun psikolojik rahatsızlığa neden
olduğu ileri sürülen olayların (çatışma/operasyon) yaşandığı tarih itibarıyla
malul hâle gelmesine neden olan rahatsızlığının bulunduğunu, rahatsızlık
nedeniyle zarara uğradığını ve bu rahatsızlığın askerî görev kapsamındaki
olayların sebep ve etkisinden kaynaklandığını mutlak suretle bildiğinden ya da
bilmesi gerektiğinden söz edilemez. Terör
örgütü mensupları ile girilen son çatışma tarihleri veya ilk kez rahatsızlığın
tespit edildiği tarih esas alınarak uğradığı zararla ilgili idari başvuru
yapmak suretiyle dava açmasının beklenmesi başvurucuya orantısız bir külfet
yüklemektedir.
54. Bu hâle göre mahkemenin dava açma sürelerini belirlemesine
ilişkin yorumunun başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik katı bir yorum
olduğu ve bu yorumun başvurucunun mahkemeye erişim hakkını aşırı derecede
güçleştirerek neredeyse imkânsız hâle getirdiği değerlendirilmiştir.
Dolayısıyla bu yorumdan hareketle davanın süre aşımından reddedilmesi suretiyle
başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahalenin ölçüsüz olduğu
sonucuna varılmıştır.
55. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye
erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
56. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
(2)
Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili
mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan
hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava
açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme,
Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."
57. Anayasa Mahkemesinin
Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, ihlal
sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi
hususunda genel ilkeler belirlenmiştir.
58. Mehmet Doğan
kararında özetle uygun giderim yolunun belirlenebilmesi açısından öncelikle
ihlalin kaynağının belirlenmesi gerektiği vurgulanmıştır. Buna göre ihlalin
mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün
79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali
ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın
bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir (Mehmet Doğan, §§ 57, 58).
59. Anayasa Mahkemesinin tespit edilen ihlalin giderilmesi
amacıyla yeniden yargılama yapılmasına hükmettiği hâllerde ilgili usul
kanunlarında düzenlenen yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak
yargılamanın yenilenmesi sebebinin varlığının kabulü ve önceki kararın
kaldırılması hususunda derece mahkemesinin herhangi bir takdir yetkisi
bulunmamaktadır. Zira ihlal kararı verilen hâllerde yargılamanın yenilenmesinin
gerekliliği hususundaki takdir derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını
tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemesi Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek
üzere gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür (Mehmet
Doğan, § 59).
60. Başvurucu, yeniden yargılama yapılmasına hükmedilerek
ihlalin giderilmesi ve uğradığı zararın tazminine karar verilmesi talebinde
bulunmuştur.
61. Anayasa Mahkemesi 1602 sayılı mülga Kanun'un katı bir
şekilde yorumlanması sonucu davanın süre aşımından reddedilmesi nedeniyle
mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Dolayısıyla somut
başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
62.
Bu durumda mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır.
Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına
yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemelerince yapılması gereken iş, öncelikle
ihlale yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılması ve nihayet ihlal
sonucuna uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir
örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili mahkemeye gönderilmesine
karar verilmesi gerekir.
63. Mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğu
sonucuna varıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
64. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 1.980
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının
ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin adil yargılanma hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için -Anayasa'nın geçici 21. maddesinin
birinci fıkrasının (E) bendinin (b) alt bendi gereğince- yetkili idari yargı
merciine GÖNDERİLMESİNE (Karar, AYİM İkinci Dairesinin 4/2/2015 tarihli ve
E.2014/1163, K.2015/155 sayılı kararıyla ilgilidir.),
D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,
E. 226,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.206,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve
Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
14/11/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.