TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MEHMET ŞERİF KARAKOYUN VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/12128)
|
|
Karar Tarihi: 17/4/2019
|
R.G. Tarih ve Sayı: 15/5/2019 - 30775
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Recep
KÖMÜRCÜ
|
|
|
Celal Mümtaz
AKINCI
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Recai AKYEL
|
Raportör
|
:
|
Engin GÜNDÜZ
|
Başvurucular
|
:
|
1.Mehmet
Şerif KARAKOYUN
|
|
|
2.Yeliz
KARAKOYUN
|
|
|
3.Rojda
KARAKOYUN
|
Vekili
|
:
|
Av. Mine
ÖZDEMİR MEÇO
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle
maddi ve manevi varlığın korunması hakkının, yargılamanın uzun sürmesi
nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 7/7/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, başvuru hakkında görüş sunulmayacağını
bildirmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
7. Başvuruculardan Rojda Karakoyun
21/2/2000 tarihinde Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK) Göztepe Hastanesinde prematüre olarak dünyaya gelmiştir.
Kuvözde takibi yapılan bebeğin sonraki muayene ve kontrollerinde birtakım
sağlık sorunları tespit edilmiş, önce epilepsi
sonrasında ise serebral palsi teşhisi
konulmuştur. 17/1/2013 tarihli sağlık kurulu raporunda başvurucunun vücut
fonksiyon kaybı oranının %96 olduğu belirtilmiştir.
8. Başvurucular, çocuklarının rahatsızlığının doğum sırasında ve
sonrasında yapılan hatalı tıbbi işlem ve uygulamalardan kaynaklandığı
iddiasıyla SSK aleyhine 26/5/2003 tarihinde asliye hukuk mahkemesinde maddi ve
manevi tazminat davası açmışlardır.
9. Mahkeme olayla ilgili olarak Yüksek Sağlık Şûrasının (Şûra)
görüşüne başvurmuştur. 5-6-7 Eylül 2007 tarihli Şûra toplantısında alınan
kararda tedavi süreci özetlendikten sonra üç günlük EMR (erken membran rüptürü)
(doğum sıvısının erken gelmesi) olan bir doğumun hızlı bir şekilde
ilerlemesinin normal olduğu, vaginal doğumun bu
durumda her zaman tercih edildiği, sezaryenin bu tip hastalarda tercih
edilmeyeceği, bu vakada doğum sırasında komplikasyon
ve distozi
(doğum zorluğu) gelişmediği, yapılan işlemde doktor S.S.S.nin
kusursuz olduğu belirtilmiştir. Ayrıca 28 haftalık ve 1.000 gram ağırlığında
doğan prematüre bir bebekte
bahsedilen tüm komplikasyonların
gelişmesi beklenebileceğinden hastanın takip ve tedavisinde herhangi bir hata
ve kusur olmadığı ifade edilmiştir.
10. Kadıköy 5. Asliye Hukuk Mahkemesince 16/9/2008 tarihinde
davanın reddine karar verilmiştir. Karar gerekçesinde; Şûra tarafından
düzenlenen raporun küçük Rojda'nın doğum tarihindeki
fiziki durumuna ve dosyadaki delillere uygun olduğu belirtilmiştir.
11. Derece mahkemesi kararı Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin
12/11/2009 tarihli kararıyla olayda idari yargının görevli olduğu gerekçesiyle
bozulmuş, Kadıköy 5. Asliye Hukuk Mahkemesince bozma kararına uyularak 6/4/2010
tarihli kararla mahkemenin görevsiz olduğuna hükmedilmiştir.
12. Bu durum üzerine başvurucular, SSK ve Sağlık Bakanlığı
aleyhine 19/7/2010 tarihinde İstanbul 10. İdare Mahkemesinde maddi ve manevi
tazminat davası açmışlardır. Dava dilekçesinde; gebeliğin 27. haftasında iken
sezaryenle yaptırılması gereken doğumun normal yolla yaptırılmaya çalışıldığını,
bilinmeyen bir sebeple başına iğne enjekte edilen bebeğin çok yüksek sesle
ağladığını ve morarmış bir şekilde doğduğunu, kuvözde tedaviye alınan bebeğin
kontrolleri yeterli biçimde yapılmadan taburcu edildiğini, kısa süre sonra
tekrar rahatsızlanan bebeğin beyninde hasar oluştuğunu belirtmişlerdir. Düzenli
kontrolleri yapılmasına rağmen başvurucuya tanı konulamadığını, rahatsızlığın
doğumdaki hatalı müdahaleden kaynaklandığını, ailenin bu durumu olaydan iki üç
sene sonra doktorların sözlü ifadelerinden öğrendiğini, yapılan tıbbi
işlemlerin hizmet kusuru teşkil ettiğini, Adli Tıp Kurumunca (ATK) inceleme
yapılması gerektiğini ileri sürmüşlerdir.
13. İdare Mahkemesi, bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar
vererek olayda idarenin hizmet kusurunun bulunup bulunmadığına yönelik olarak ATK'dan rapor istemiştir.
14. ATK 3. İhtisas Kurulu (Kurul) tarafından hazırlanan
16/3/2012 tarihli bilirkişi raporunda:
- Üç günlük EMR hikâyesi ile doğum başlamış olarak başvuran 28
haftalık gebeliği olan kişinin gebeliğinin devam ettirilemeyeceği, böyle bir
durumda normal doğuma bırakılabileceği, doğumun sezaryen yoluyla
yaptırılmasının gerekli olmadığı belirtilmiştir.
- Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesinde Yeliz Karakoyun'a uygulanan tedavilerin tıp kurallarına uygun
olduğu, prematüre olarak doğan bebeğin yoğun bakıma alınarak düzenlenen
tedavisinin tıp kurallarına uygun olduğu ifade edilmiştir.
- Küçükte gelişen klinik durumun 28 haftalık ve 1.000 gramın
altında doğan prematüre
bebeklerde görülebilen komplikasyonlar olduğu, hekimlere veya idareye atfı
kabil kusur bulunmadığı tespitine yer verilmiştir.
15. Mahkemenin 26/12/2012 tarihli kararıyla dava reddedilmiştir.
Karar gerekçesinde; dosya içindeki tüm doktor raporları, tıbbi bilgi ve
belgelerin değerlendirilmesi sonucunda Kurulca hazırlanan bilirkişi raporunun
hükme esas alındığı belirtilmiştir. Bu rapor uyarınca idareye atfedilebilecek
bir hizmet kusurunun bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
16. Başvurucular tarafından temyiz edilen karar, Danıştay Onbeşinci Dairesinin 29/5/2014 tarihli toplantısında
onanmış; karar düzeltme istemi de Dairenin 19/3/2015 tarihli kararıyla
reddedilmiştir.
17. Nihai karar 11/6/2015 tarihinde başvuruculara tebliğ
edilmiştir.
18. 7/7/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
19. İlgili hukuk için bkz. Fesih
Aydar (B. No: 2015/4259, 10/1/2019, §§ 24-30) kararı.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
20. Mahkemenin 17/4/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Kişinin Maddi ve
Manevi Varlığını Koruma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların
İddiaları
21. Başvurucular; rahatsızlığın doğumda bebeğin başına isabet
eden iğneden kaynaklandığını, doğumun sezaryen yoluyla yaptırılması
gerektiğini, doğum sonrasındaki iki yıllık sürede teşhis konulmayarak tedavinin
geciktirildiğini, fiziki muayene taleplerinin Mahkemece gerekçesiz şekilde
reddedildiğini, davanın tarafı olan Hastanenin kayıtlarının esas alındığını
belirtmişlerdir. Başvurucular bu nedenlerle Anayasa'nın 17. maddesinde
düzenlenen haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
2. Değerlendirme
22. Anayasa’nın “Kişinin
dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, yaşama, maddî ve manevî
varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."
23. Anayasa'nın 56. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh
sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi
artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık
kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler."
24. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
25. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu
belirtilmekte olup söz konusu düzenleme Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8.
maddesi çerçevesinde özel hayata saygı hakkı kapsamında güvence altına alınan
fiziksel ve zihinsel bütünlüğün korunması hakkına karşılık gelmektedir.
26. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında, kasıt söz konusu
olmaksızın hekim kusuru nedeniyle vücut bütünlüğünün zarar gördüğü şeklindeki
tıbbi ihmale dair şikâyetleri Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında
düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında
incelemiştir (Melahat Sönmez, B.
No: 2013/7528, 9/9/2015; Ahmet Sevim,
B. No: 2013/474, 9/9/2015; Hilmi Düzgüner, B. No: 2014/9690, 11/5/2017).
27. Anılan kararlar doğrultusunda somut olayda başvurucuların
tıbbi ihmale dayalı tüm şikâyetlerinin Anayasa'nın 17. maddesinin birinci
fıkrasında düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında
incelenmesi gerekmektedir.
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
28. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kişinin
maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Genel İlkeler
29. Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında herkesin maddi
ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmektedir.
Bu kapsamda anılan Anayasa hükmü ile kişinin maddi ve manevi varlığının
bütünlüğü gerek kamusal yetkilerle donatılmış kişilerin gerekse özel kişilerin
müdahalelerine karşı güvence altına alınmıştır (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 40).
30. Anayasa’nın 17. maddesinin amacı, esas olarak bireylerin
maddi ve manevi varlığına karşı devlet tarafından yapılabilecek keyfî
müdahalelerin önlenmesidir. Bunun yanı sıra devletin tıbbi müdahaleler
nedeniyle kişilerin maddi ve manevi varlığını etkili olarak koruma ve maddi ve
manevi varlığına saygı gösterme şeklinde pozitif yükümlülüğü de bulunmaktadır (Ahmet Acartürk, B. No: 2013/2084,
15/10/2015, § 49). Nitekim
Anayasa’nın 56. maddesinde de belirtildiği üzere pozitif yükümlülük, sağlık
alanında yürütülen faaliyetleri de kapsamaktadır (İlker Başer ve diğerleri, B. No: 2013/1943, 9/9/2015, § 44).
31. Devlet, bireylerin yaşam hakkı ile maddi ve manevi
varlıklarını koruma hakkı kapsamında ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları
tarafından yerine getirilsin sağlık hizmetlerini hastaların yaşamları ile maddi
ve manevi varlıklarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini
sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Ahmet
Acartürk,§
51).
32. İlke olarak tıbbi ihmallere ilişkin şikâyetler konusunda
temel başvuru yolu, hukuki sorumluluğu tespit adına takip edilecek olan hukuk
veya idari tazminat davası yoludur (Nail Artuç, B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 38).
33. Maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında hukuki
sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat
davalarının makul derecede dikkatli ve özenli inceleme şartını yerine getirmesi
gerekmektedir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yürüttükleri
yargılamalarda Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve
özenle bir inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde yaptıklarının da
Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira derece
mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet, yürürlükteki yargı
sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer hak ihlallerinin önlenmesinde
sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Yasin Çıldır, B. No: 2013/8147, 14/4/2016,
§ 57; Tevfik Gayretli, B. No:
2014/18266, 25/1/2018, § 32).
34. Diğer taraftan belirtmek gerekir ki olayların oluşumuna
ilişkin delillerin değerlendirilmesi öncelikle idari ve yargısal makamların
ödevidir. Aynı şekilde başvuru dosyasında bulunan tıbbi bilgi ve belgelerden
hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında fikir yürütmek
Anayasa Mahkemesinin görevi değildir (Mehmet
Çolakoğlu, B. No: 2014/15355, 21/2/2018, § 47). Ancak kişinin maddi
ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında yerine getirmek zorunda olduğu usul
yükümlülüklerinin somut olayda yerine getirilip getirilmediğinin nesnel bir
şekilde değerlendirilmesi için ilgili anayasal kurallar bağlamında derece
mahkemelerinin kendilerine tanınmış takdir yetkileri çerçevesinde hareket edip
etmediklerinin denetlenmesi gerekir. Bu bağlamda müdahaleyi haklı göstermek
için öne sürülen gerekçelerin ilgili ve yeterli olup olmadığı incelenmelidir (Murat Atılgan, B. No: 2013/9047, 7/5/2015
§ 44).
35. Bu bağlamda derece mahkemelerinin gerekçeleri, tarafların
kanun yoluna başvuru imkânını etkili şekilde kullanabilmesini sağlayacak
surette ayrıntılı olarak ortaya konulmalı; ulaşılan sonuçlar yeterli
açıklıktaki bilimsel görüş ve raporlar gibi somut, nesnel verilere
dayandırılmalıdır (Murat Atılgan,
§ 45).
ii. İlkelerin Olaya
Uygulanması
36. Anayasa Mahkemesi yukarıda değinilen Anayasa'nın 17. maddesi
kapsamında devlete düşen pozitif yükümlülüklerin somut olay bağlamında yerine
getirilip getirilmediğini denetlemek durumundadır (Tevfik Gayretli, § 36). Bu sebeple başvuruya konu olay,
devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına ilişkin
pozitif yükümlülüğü kapsamında incelenmiştir.
37. Başvurucuların tıbbi ihmale yönelik temel iddiaları; doğumun sezaryen yöntemiyle yaptırılması
gerekirken normal yöntemle gerçekleştirilmesi, doğum sırasında bebeğin başına
isabet eden iğnenin beyinde hasara yol açtığı şeklindedir.
38. Derece mahkemesince hizmet kusurunun tespitine yönelik
olarak ATK'ya bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır.
Kurul tedavi sürecinin her aşamasını ayrıntılı olarak incelemiş; olayın
koşullarına göre gebeliğin normal doğuma bırakılabileceği, sezaryenin gerekli olmadığı yönünde görüş
bildirmiştir. Hazırlanan raporda; bebekte gelişen klinik durumun 28 haftalık ve
1.000 gramın altında doğan prematüre
bebeklerde görülebilen komplikasyonlar olarak nitelendirildiği, anne ve bebeğe
uygulanan tedavinin tıp kurallarına uygun olduğu ifade edilmiştir. Mahkeme
tarafından da bilirkişi raporuna dayanılarak davanın reddine karar verildiği
görülmektedir.
39. Başvurucular doğumda anneye yapılmak istenen iğnenin bebeğe
isabet ettiğini, bu hususun yeterli ölçüde incelenmediğini ileri sürmüşler
ancak söz konusu iddiayı somut kayıt ve belgelere dayalı olarak ortaya koyamamışlardır.
Buna karşılık, ATK raporunda başvurucuların çocuğunda gelişen rahatsızlığın ileri derece prematüre vakalarda
komplikasyon olarak ortaya
çıkabildiği belirtilmiştir. Bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde ATK
raporunun konuyla ilgili ve yeterli gerekçeler içerdiği sonucuna ulaşılmıştır.
40. Buna göre derece mahkemesince yapılan yargılamada tıbbi
ihmal iddialarının araştırılması ve durumun açıklığa kavuşturulması için alınan
uzman bilirkişi raporunda yeterli somut bulgu ve tespitlere yer verilerek
başvurucunun iddialarının ayrıntılı bir biçimde tartışıldığı ve karşılandığı
görülmektedir.
41. Yargılama sürecinde bir avukat tarafından temsil edilen
başvurucuların bilirkişi raporuna ve kararlara karşı kanuni yollara
başvurabildikleri, bu suretle meşru çıkarlarının korunması için söz konusu
davaya gerekli olduğu ölçüde etkili katılımlarının sağlandığı, dava dosyasını
inceleyip ayrıca bilgi ve belge sunabildikleri, toplanan delillerden haberdar
edildikleri anlaşılmaktadır.
42. Sonuç olarak başvurucuların ileri sürdüğü iddialar hakkında
alınan bilirkişi raporuna dayanılarak verilen derece mahkemesi kararı, konuyla
ilgili ve yeterli bir gerekçe içermektedir. Bu durumda uyuşmazlığın çözümü için
esaslı olan iddiaların derece mahkemelerince Anayasa'nın 17. maddesinin
gerektirdiği özen ve derinlikte incelendiği anlaşılmaktadır. Somut olay
bakımından kamu makamlarının pozitif yükümlülüklerinin yerine getirilmediği
söylenemeyeceğinden kişinin maddi ve manevi varlığının korunması hakkının ihlal
edilmediği sonucuna varılmıştır.
43. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence
altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığının korunması hakkının ihlal
edilmediğine karar verilmesi gerekir.
Engin YILDIRIM ve Celal Mümtaz AKINCI bu görüşe katılmamıştır.
B. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların
İddiaları
44. Başvurucular, yargılamanın çok uzun sürmesi nedeniyle makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
2. Değerlendirme
45.31/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de
yayımlanan 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un 20. maddesiyle 9/1/2013
tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı
Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde
eklenmiştir.
46. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre
yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi
ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin
yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan
bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul
edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat
üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat
Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür.
47. Anayasa Mahkemesi Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018) kararında; yargılamaların makul sürede
sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da
hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen
bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru imkânının
getirilmesine ilişkin yolu ulaşılabilir olma, başarı şansı sunma ve yeterli
giderim sağlama kapasitesinin bulunup bulunmadığı yönlerinden inceleyerek bu
yolun etkililiğini tartışmıştır (Ferat Yüksel,
§ 26).
48. Ferat Yüksel kararında özetle anılan başvuru
yolunun kişileri mali külfet altına sokmaması ve başvuruda kolaylık sağlaması
nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş şekli itibarıyla ihlal iddialarına
makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden mahrum olmadığı ve tazminat
ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün olmadığında başka türlü telafi
olanakları sunması nedenleriyle potansiyel olarak yeterli giderim sağlama
imkânına sahip olduğu hususunda değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat Yüksel, §§ 27-34). Bu gerekçeler
doğrultusunda Anayasa Mahkemesi, ilk bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal
iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi
olduğu görülen Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan
başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil
niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının
tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 35, 36).
49. Mevcut başvurunun bu kısmı yönünden söz konusu karardan
ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
50. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın başvuru yollarının tüketilmemiş
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kişinin
maddi ve manevi varlığını koruma hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE Engin YILDIRIM ve
Celal Mümtaz AKINCI'nın karşıoyu
ve OYÇOKLUĞUYLA,
C. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA,
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
17/4/2019 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Başvuruya konu olayla ilgili olarak yerel mahkeme, dosya
içindeki tüm doktor raporları, tıbbi bilgi ve belgelerin değerlendirilmesi
sonucunda Kurulca hazırlanan bilirkişi raporunun hükme esas alarak idareye
atfedilebilecek bir hizmet kusurunun bulunmadığı sonucuna ulaşmıştır.
2. Başvurucular; çocuklarının rahatsızlığının doğumda bebeğin
başına isabet eden iğneden kaynaklandığını, doğumun sezaryen yoluyla
yaptırılması gerektiğini, doğum sonrasındaki iki yıllık sürede teşhis
konulmayarak tedavinin geciktirildiğini, fiziki muayene taleplerinin Mahkemece
gerekçesiz şekilde reddedildiğini, davanın tarafı olan Hastanenin kayıtlarının
esas alındığını belirtmişlerdir. Başvurucular bu nedenlerle Anayasa'nın 17.
maddesinde düzenlenen haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
3. Anayasa’nın 17. maddesinin amacı, esas olarak bireylerin
maddi ve manevi varlığına karşı devlet tarafından yapılabilecek keyfî
müdahalelerin önlenmesidir. Bunun yanı sıra devletin tıbbi müdahaleler
nedeniyle kişilerin maddi ve manevi varlığını etkili olarak koruma ve maddi ve
manevi varlığına saygı gösterme şeklinde pozitif yükümlülüğü de bulunmaktadır
(Ahmet Acartürk, B. No: 2013/2084, 15/10/2015, § 49). Nitekim Anayasa’nın 56.
maddesinde de belirtildiği üzere pozitif yükümlülük, sağlık alanında yürütülen
faaliyetleri de kapsamaktadır (İlker Başer ve diğerleri, B. No: 2013/1943,
9/9/2015, § 44). Bu sebeple başvuruya konu olay, devletin kişinin maddi ve
manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına ilişkin pozitif yükümlülüğü
kapsamında incelenmiştir.
4. Çoğunluk kararında başvurucuların doğumda anneye yapılmak
istenen iğnenin bebeğe isabet ettiği yönündeki iddialarını somut kayıt ve
belgelere dayalı olarak ortaya koyamadıkları tespitinde bulunulmuştur. Kararda
uzman bilirkişi raporunda yeterli somut bulgu ve tespitlere yer verilerek
başvurucunun iddialarının ayrıntılı bir biçimde tartışıldığı ve karşılandığı
belirtilse de başvurucuların iğne konusundaki iddiaları uzman raporunda ilgili
ve yeterli bir şekilde tartışılmamıştır.Bu
konuda somut kayıt ve belgeler olup, olmadığı incelenmemiştir. Bunları
başvurucuların sunmasını beklemek onlara orantısız bir külfet yüklemek anlamına
gelecektir. Mahkeme, olayın çözümü için önemli olabilecek iğne ile ilgili
iddiaları Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği özen ve derinlikte
incelememiştir.
5. Somut olayda kamu makamlarının pozitif yükümlülüklerini
yerine getirdikleri söylenemeyeceğinden Anayasa’nın 17. maddesinde güvence
altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığının korunması hakkının ihlal
edildiği sonucuna varılmıştır.
Başkan
Engin YILDIRIM
|
Üye
Celal Mümtaz AKINCI
|