TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
DİLEK DÖNMEZ VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/13090)
|
|
Karar Tarihi: 12/9/2018
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Celal Mümtaz
AKINCI
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Recai AKYEL
|
Raportör
|
:
|
Elif
ÇELİKDEMİR ANKITCI
|
Başvurucular
|
:
|
1. Dilek
DÖNMEZ
|
|
|
2. Yüksel
DÖNMEZ
|
|
|
3. Tolga
Berk DÖNMEZ
|
Vekili
|
:
|
Av. Saide
ARSLAN ÇALIŞKAN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, tıbbi ihmal sonucu doğum sırasında çocukta kalıcı
bir sakatlığa yol açılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma
ve geliştirme hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 30/7/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
8. Üçüncü başvurucu Tolga Berk Dönmez, birinci ve ikinci
başvurucunun oğludur. İkinci başvurucu Dilek Dönmez doğum sancılarının
başlaması üzerine 10/5/2004 tarihinde sabah saatlerinde (saat 9.00 civarı)
Fatih Devlet Hastanesine (Hastane) başvurmuş, derhâl doğumhaneye alınarak Opr.
Dr. B.S.S. tarafından muayene edilmiştir. Muayene sonrası doğumun normal doğum
yöntemiyle yapılmasına karar verilmiştir. Doğum, aynı gün öğle saatlerinde
(saat 13.00 civarında) gerçekleşmiştir. Ebe gözetiminde yapılan doğum esnasında
doğumun ilerlemediği fark edilmiş ve sağlık personeli tarafından Dr. S.Ç.ye
haber verilmiştir. Dr. S.Ç.nin doğuma müdahalesi
sonucunda başvurucu Tolga Berk Dönmez 3.900 g ağırlığında normal yolla dünyaya
gelmiştir.
9. Doğumun bitiminde bebeğin doğar doğmaz röntgeni çekilerek
kolunda zedelenme olduğu tespit edilmiş, çocuk doktoru tarafından ilk muayenesi
yapılmıştır. Ortaya çıkan durum karşısında beklenilerek kolunda iyileşme
olmaması hâlinde kontrol edilmesi gerektiği önerilmiştir. Ertesi gün başvurucu
Dilek Dönmez taburcu edilmiştir. Taburcu edildikten iki hafta sonra bebek Tolga
Berk Dönmez'in sağ kolunun şişmesi üzerine aynı
Hastanenin ortopedi servisinde muayene tekrar yapılarak bir kez daha
beklenilmesi önerilmiştir. Ancak başvurucular, beklemek istemeyip oğullarını
Göztepe Sigorta Hastanesine götürmüş ve bu şekilde başvurucu çocuğun tedavi
süreci başlamıştır.
10. En son Adalet Bakanlığı Adli Tıp Kurumu (ATK) tarafından
23/11/2007 tarihinde yapılan muayene sonucu çocuğun organlarından birinin
(kolunun), fonksiyonlarında sürekli kayıp bulunduğu gözlemlenmiştir.
11. Başvurucuların doğuma katılan doktor ve ebeler hakkında
taksirle yaralama suçu isnadıyla yaptıkları şikâyet, Gebze Cumhuriyet
Başsavcılığının 10/3/2008 tarihli kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair
kararıyla sonuçlanmıştır. ATK tarafından muayene sonucu düzenlenen ve karara
dayanak yapılan 30/11/2007 tarihli raporda;
-Doğumun normal (vaginal) yolla
gerçekleşmesi kararının tıbben uygun olduğu,
-Doğum sırasında gerçekleşen omuz takılmasının öngörülemeyeceği
ve brakiyel pleksus
zedelenmesinin (sinir zedelenmesi) doğum komplikasyonu olduğu,
-Doğuma katılan doktor ve ebelerin kusurlarının bulunmadığı
tespitlerine yer verilmiştir.
12. Raporda ayrıca doğuma katılan doktor ve ebelerin ifadelerine
yer verilmiştir. Doktor S.Ç., görevli olmadığı hâlde doğuma çağrıldığını,
doğumhaneye gittiğinde bebeğin başının göründüğünü ancak gövdesinin sıkışmış
olduğunu, kalp atışlarının bozulduğunu,sezeryan
imkânı olmadığından normal yolla doğumun yaptırıldığını ve gereken tüm
yöntemlerin uygulandığını beyan etmiştir. Ebe D.Y., doğum esnasında bebeğin
başı göründükten sonra doğumun ilerlememesi nedeniyle beş dakika içinde doktora
haber verildiğini ve doktorun müdahale ettiğini ifade etmiştir. Ebe A.U., zor
doğum nedeniyle doktora haber verildiğini ancak söz konusu durumu fark ettikten
ne kadar süre sonra haber verildiğini hatırlayamadığını belirtmiştir. Ebe S.T.,
doğumu hatırlamadığını beyan etmiştir. Opr. Dr. S.S., başvurucu Dilek Dönmez'in Hastaneye geldiği esnada muayenesini yaptığını,
bebeğin doğum ağırlığını değerlendirdiğini ve iri
bebek sınıfına girmediğini, 4.500 g üstünde bebeklerde bu
komplikasyonun gelişmesinin kuvvetle muhtemel, 4.000- 4.500 g arasındaki
bebeklerde ise olası olarak görüldüğünü, dolayısıyla başvurucunun doğumunun
riskli kategoriye girmediğini, doğumhaneyi Dr. S.Ç.ye devrederek Hastaneden
ayrıldığını ifade etmiştir.
13. Başvurucular, idarenin ağır hizmet kusuru sonucunda çocuğun
sakatlandığını belirterek uğradıkları maddi ve manevi zararların tazmini
talebiyle Kocaeli 1. İdare Mahkemesine (Mahkeme) 12/3/2008 tarihinde tam yargı
davası açmışlardır.
14. Mahkeme, 20/5/2010 tarihinde davanın reddine oy çokluğuyla
karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, ATK raporuna atıf yapılarak çocuğun
doğumda sağ kolunun sakat kalmasında davalı idarenin hizmet kusurunun
bulunmadığı belirtilmiştir. Muhalefet şerhinde, ilgililer aleyhine açılan ceza
soruşturmasında kusurlarının bulunmamasının idarenin kusurunu ortadan
kaldırmayacağına, idarenin hizmetin aksamada ve kesintisiz yürütülmesine dönük
araç, gereç ve ekipmanı sağlayıp sağlamadığının tartışmalı olduğu gibi kusursuz
sorumluluk ilkesi uyarınca da oluşan zararın tazmininin gerekeceğine yer
verilmiştir.
15. Temyiz edilen karar, Danıştay Onbeşinci
Dairesinin (Daire) 10/6/2014 tarihli ilamıyla sadece vekâlet ücreti yönünden
bozulmuş, diğer kısımlar yönünden onanmıştır.
16. Başvurucuların, onama kararına karşı karar düzeltme
talepleri ise Dairece reddedilmiştir.
17. Nihai karar 30/6/2015 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ
edilmiştir.
18. Başvurucular 30/7/2015 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuşlardır.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
19. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu’nun 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"İdari dava türleri şunlardır:
a) İdarî işlemler hakkında yetki, şekil,
sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı
iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan iptal davaları,
b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel
hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam
yargı davaları,
..."
20. 11/4/1928 tarihli ve 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı San'atlarının Tarzı
İcrasına Dair Kanun'un 51. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Ebeler gebelerin muayenesiyle bunların hıfzıssıhhatlerine mütaallik tedabirin ifasına ve doğumun teshiline ve bu esnada
yapılacak basit manevraların ve çocuk için lazım gelen ilk tedbirlerin ifasına
salahiyettar iseler de her nevi alet ve saire tatbik etmeleri memnu ve sureti
avarızı velade vekayiinde behemahal bir tabip davetine mecburdurlar..."
21. 22/5/2017 tarihli ve 29007 sayılı Resmî Gazete'de
yayımlanarak yürürlüğe giren Sağlık Meslek Mensupları ile Sağlık Hizmetlerinde
Çalışan Diğer Meslek Mensuplarının İş ve Görev Tanımlarına Dair Yönetmelik'e ekli
tanımların ilgili kısmı şöyledir:
"Ebe
...
b) Gebelik tanısını koyar, normal gebe
izlemini ve gerekli muayenelerini yapar, riskli durumları erken dönemde
belirler, gerekli önlemleri alarak sevk eder.
c) Doğum sürecini yönetir; travay
sırasında anne ve bebeğin sağlığını izler, normal doğumları ve tabibin olmadığı
hallerde acil makat doğumları yaptırır, gerektiğinde epizyotomi
uygular. Doğum sürecinde normalden sapmaları belirler, acil durum tedbirlerini
alır ve tabibe haber verir, tabibin direktifleri doğrultusunda acil müdahalede
bulunur.
ç) Doğum sonrası dönemde; yenidoğanın ilk
bakım ve muayenesini yapar, gerektiğinde acil resüsitasyon
gerçekleştirir, anneye emzirme eğitimi verir, annenin bakım ve izlemini yapar,
normalden sapmaları tespit ederek sevk eder.
..."
B. Uluslararası Hukuk
1. Uluslararası Mevzuat
22. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) “Özel ve aile hayatına saygı hakkı” kenar
başlıklı 8. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"(1) Herkes özel ve aile hayatına,
konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir."
23. 3/12/2003 tarihli ve 5013 sayılı Kanun ile onaylanması uygun
bulunan Biyoloji ve Tıbbın Uygulanması Bakımından İnsan Hakları ve İnsan
Haysiyetinin Korunması Sözleşmesi'nin (İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi) 3.
maddesi şöyledir:
''Taraflar, sağlığa duyulan ihtiyaçları ve
kullanılabilir kaynakları gözönüne alarak, kendi
egemenlik alanlarında, uygun nitelikteki sağlık hizmetlerinden adil bir şekilde
yararlanılmasını sağlayacak uygun önlemleri alacaklardır.''
24. İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi'nin 4. maddesi şöyledir:
''Araştırma dahil, sağlık alanında herhangi
bir müdahalenin, ilgili meslekî yükümlülükler ve standartlara uygun olarak
yapılması gerekir.''
2. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi İçtihadı
25. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kişilerin fiziksel ve
ruhsal bütünlüklerinin korunması, kendilerine uygulanan tedaviye dâhil
olmaları, bu hususta rıza göstermeleri ve maruz kaldıkları sağlık risklerini
değerlendirmelerine yardımcı olan bilgilere erişimlerini Sözleşme'nin 8.
maddesi kapsamı içerisinde yer aldığını kabul etmektedir (Trocellier v. Fransa (k.k.),
B. No: 75725/01, 5/10/2006; İclal Karakoca
ve Hüseyin Karakoca/Türkiye (k.k.), B. No:
46156/11, 21/5/2013).
26. AİHM kararlarına göre devletler, ister kamu isterse özel
sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin, sağlık hizmetlerini,
hastaların yaşamları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüğünün korunmasına yönelik
gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Vo/Fransa [BD], 53924/00, 8/7/2004, § 90; Calvelli ve Ciglio/İtalya [BD], 32967/96, 17/1/2002, § 51; İclal Karakoca ve Hüseyin Karakoca/Türkiye).
27. AİHM'e göre taraf devletler,uygulanması planlanan
tıbbi işlemin öngörülebilir sonuçları hakkında doktorların hastalara önceden
bilgi vermelerini sağlayacak gerekli düzenleyici tedbirleri almak zorundadır.
Bunun bir sonucu olarak hastanın önceden bilgilendirilmesi sözkonusu
olmadan öngörülebilir nitelikte bir riskin ortaya çıkması durumunda, ilgili
devlet hastaya bilgi verilmemesinden doğrudan sorumlu tutulabilmektedir (Şerif Gecekuşu/Türkiye (k.k.), B. No:
28870/05, 25/5/2010; Trocellier/Fransa).
28. Tıbbi bir hatanın ve hastane hizmetlerindeki eksikliklerin
sorumluluğunun Sözleşme'nin 8. maddesi kapsamında doğrudan devlete atfedilmesi
için yeterli olup olmaması hususunda AİHM, farklı tıbbi bilirkişi raporlarında
ve hatta iç yargı organlarının kararlarında her türlü tıbbi hata ve ihmalin
ihtimal dışı bırakıldığı bir davada (Yardımcı/Türkiye,
B. No: 25266/05, 5/1/2010, § 59) her hâlükârda bu sonuçları sorgulamanın veya
sahip olduğu tıbbi bilgilerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların
doğruluğu hakkında tahminlere dayalı olarak fikir yürütmenin görevleri arasında
olmadığına işaret etmiştir (Tysiac/Polonya, B. No: 5410/03, 20/3/2007, §
119, Yardımcı/Türkiye, § 59).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
29. Mahkemenin 12/9/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Kişinin Maddi ve
Manevi Varlığın Koruma ve Geliştirme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların
İddiaları ve Bakanlık Görüşü
30. Başvurucular, bebeğin büyük olmasına rağmen normal yolla
doğum yaptırılması sebebiyle çocuklarının kolunun sakat kaldığını iddia
etmişlerdir. ATK raporunun yetersiz olduğunu, yeniden bilirkişi raporu alınması
gerektiği yönündeki taleplerinin Mahkemece reddedildiğini beyan etmişlerdir. Danıştayın aksi yönde kararları olmasına rağmen kendi
davalarında hukuka aykırı olarak verilen derece mahkemesi kararının onandığını
ifade etmişlerdir. Başvurucular ayrıca çocuğun %59 oranında iş gücü kaybına
uğraması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
2. Değerlendirme
31. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa’nın "Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi
varlığı" kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"Herkes, yaşama, maddî ve manevî
varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."
32.Anayasa’nın 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Devletin temel amaç ve görevleri,
…kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; ...insanın maddî
ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya
çalışmaktır."
33. Anayasa'nın 56. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh
sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi
artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık
kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler."
34. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında, kasıt söz konusu
olmaksızın hekim kusuru nedeniyle vücut bütünlüğünün zarar gördüğü şeklindeki
tıbbi ihmale dair şikâyetleri Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında
düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında
incelemiştir (Melahat Sönmez, B.
No: 2013/7528, 9/9/2015; Ahmet Sevim,
B. No: 2013/474, 9/9/2015; Hilmi Düzgüner, B. No: 2014/9690, 11/5/2017).
35. Anılan kararlar doğrultusunda somut olayda başvurucuların
tıbbi ihmale dayalı tüm şikâyetlerinin -yargı sürecine ilişkin gerekçeli karar
hakkına yönelik şikâyetlerin de- Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında
düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında
incelenmesi gerekmektedir. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında,
herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu
belirtilmekte olup söz konusu düzenleme, Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde
özel hayata saygı hakkı kapsamında güvence altına alınan fiziksel ve zihinsel
bütünlüğün korunması hakkına karşılık gelmektedir.
36. Anayasa Mahkemesi yukarıda değinilen Anayasa'nın 17. maddesi
kapsamında devlete düşen pozitif yükümlülüklerin somut olay bağlamında yerine
getirilip getirilmediğini denetlemek durumundadır (Tevfik Gayretli, B. No: 2014/18266, 25/1/2018, § 36). Bu
sebeple başvuruya konu olay, devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma
ve geliştirme hakkına ilişkin pozitif yükümlülüğü kapsamıyla sınırlı olarak
incelenmiştir.
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
37. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kişinin
maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Genel İlkeler
38. Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu
belirtilmektedir. Bu kapsamda anılan Anayasa hükmü ile kişinin maddi ve manevi
varlığının bütünlüğü, gerek kamusal yetkilerle
donatılmış kişilerin gerekse özel kişilerin müdahalelerine karşı güvence altına
alınmıştır (Özkan Şen, B. No:
2012/791, 7/11/2013, § 40).
39. Devlet, bireylerin yaşam hakkı ile maddi ve manevi
varlıklarını koruma hakkı kapsamında sağlık hizmetlerini -ister kamu isterse
özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin- hastaların yaşamları ile
maddi ve manevi varlıklarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin
alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Nail Artuç, B.
No: 2013/2839, 3/4/2014, § 35).
40. Bu çerçevede devletin egemenlik alanında yaşayan ve kontrolü
altında bulunan kişilerin maddi ve manevi varlıklarına yönelen müdahaleleri
önleme, önlenememiş olan müdahalelere yönelik olarak da gerekli soruşturma,
kovuşturma, failleri tespit edip cezalandırma ve gerektiğinde bundan doğan
zararları etkili bir şekilde bizzat karşılama veya sorumlularına karşılatma
yükümlülüğü bulunmaktadır. Kişilerin vücut bütünlüğüne yapılan bir müdahaleden
doğan zararlara yönelik etkili bir tazminin sağlanamadığı ve bu çerçevede
devletin Anayasa’nın 17. maddesinden doğan koruma yükümlülüğünü yerine
getirmediği durumlarda kişinin vücut bütünlüğünün korunduğundan söz edilemez (Özkan Şen, § 40; Yasin Çıldır, B. No: 2013/8147, 14/4/2016,
§ 37).
41. Söz konusu pozitif yükümlülük sağlık alanında yürütülen
faaliyetleri de kapsamaktadır. Nitekim Anayasa’nın 56. maddesinde herkesin
sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu, devletin "herkesin hayatını beden ve ruh sağlığı içinde
sürdürmesini sağlamak (…) amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp
hizmet vermesini" düzenleyeceği ve bu görevini kamu kesimleri
ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanmak suretiyle
onları denetleyerek yerine getireceği kurala bağlanmıştır (İlker Başer ve diğerleri, B. No: 2013/1943,
9/9/2015, § 44).
42. İlke olarak tıbbi ihmallere ilişkin şikâyetler konusunda
temel başvuru yolu, hukuki sorumluluğu tespit adına takip edilecek olan hukuk
veya idari tazminat davası yoludur (Nail Artuç, § 38).
43. Etkili yargısal koruma sağlamada mağdurların kendi insiyatifleri ile hukuk veya idare mahkemesinde açtıkları
dava yollarının sadece hukuken mevcut bulunması yeterli olmayıp bu yolun
uygulamada fiilen de etkili olması ve başvurulan makamın ihlal iddiasının özünü
ele alma yetkisine sahip bulunması gereklidir. Başvuru yolunun ancak bir hak
ihlali iddiasını önleyebilmesi, devam etmekteyse sonlandırabilmesi veya sona
ermiş bir hak ihlalini karara bağlayabilmesi, bunun için uygun bir giderim
sunabilmesi hâlinde etkililiğinden söz etmek mümkün olabilir (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, §
26; Filiz Aka, B. No: 2013/8365,
10/6/2015, § 39).
44. Diğer taraftan bu yöndeki pozitif yükümlülüğünün sonuç
yükümlülüğü olmayıp uygun araçların kullanılması yükümlülüğü olması, her davada
başarılı olunması veya mağdurların olaylarla ilgili beyanlarıyla bağdaşan bir
sonuca varılması gerektiği anlamına gelmemektedir. Bununla beraber kural olarak
dava, olayın gerçekleştiği koşulları belirleyecek ve iddiaların doğruluğunun
kanıtlanması hâlinde sorumlularının tespit edilerek uygun telafi imkânlarını
sağlayacak nitelikte olmalıdır (Nail Artuç, § 45; Hilmi
Düzgüner, § 50).
45. Anayasa Mahkemesi için bu noktada önemli olan husus,
yürürlükteki yargısal sistemin ihmale yönelik davranışlar ve tıbbi hatalar
nedeniyle maddi ve manevi varlığa yapılan müdahalelerden doğan sorumluluğu
hiçbir durumda belirsizlik içinde bırakmamasıdır. Anayasa Mahkemesinin bu
noktadaki görevi, derece mahkemelerinin Anayasa'nın 17. maddesi ile öngörülen
dikkatli ve özenli inceleme şartını ne ölçüde yerine getirdiğini incelemektir (Aysun Okumuş ve Aytekin Okumuş, B. No:
2013/4086, 20/4/2016, § 72; Perihan Uçar ve
diğerleri, B. No: 2013/5860, 1/12/2015, § 57; Hilmi Düzgüner, §
51).
46. Olayların oluşumuna ilişkin delillerin değerlendirilmesi
öncelikle idari ve yargısal makamların ödevidir (Murat Atılgan, B. No: 2013/9047, 7/5/2015, § 43). Ayrıca
Anayasa Mahkemesinin görevi, herhangi bir davada bilirkişi raporu veya uzman
mütalaasının gerekli olup olmadığına karar vermek değildir. Bilirkişi raporu ve
benzeri delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi hususları derece
mahkemelerinin yetkisi dâhilindedir. Buna karşın Anayasa Mahkemesinin,
başvurucunun yargılama kapsamında alınan bilirkişi raporunun bir hükme
ulaşılırken dikkate alınması talebinin reddi kararının da tarafların haklarını
koruma amacına yönelik yeterli güvenceleri içeren bir usul çerçevesinde verilip
verilmediğini incelemesi gerekmektedir (Ahmet
Gökhan Rahtuvan, B. No: 2014/4991,
20/6/2014, §§ 59, 60). Öte yandan Anayasa Mahkemesinin kural olarak
bilirkişilerin vardığı sonuçları, mevcut tıbbi bilgilerden hareketle birtakım
tahminlere yer vererek sahip olduğu bilimsel bakış açılarının doğru olup
olmadığı yönünden irdeleme görevi de bulunmamaktadır (Yasin Çıldır, § 65).
47. Ancak kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı
kapsamında yerine getirmek zorunda olduğu usul yükümlülüklerinin somut olayda
yerine getirilip getirilmediğinin nesnel bir şekilde değerlendirilmesi, ilgili
anayasal kurallar bağlamında derece mahkemelerinin kendilerine tanınmış takdir
yetkileri çerçevesinde hareket edip etmediklerinin denetlenmesi gerekir. Bu
bağlamda müdahaleyi haklı göstermek için öne sürülen gerekçelerin ilgili ve
yeterli olup olmadığı incelenmelidir (Murat
Atılgan, § 44).
48. Tıbbi müdahaleden önce kişinin gerektiği şekilde
bilgilendirilerek rızasının alınmaması, kişinin maddi ve manevi varlığını
koruma hakkının ihlaline sebep olabilir. İstisnai hâller dışında tıbbi
müdahale, ilgili kişinin ancak bilgilendirilip rızası alındıktan sonra
yapılabilir. Hastaların durumun farkında olarak karar verebilmelerini sağlamak
için uygulanması düşünülen tedavi ve bununla bağlantılı riskler hakkında
kendilerine bilgi verilmiş; bunun yanı sıra yapılan bilgilendirme ile tıbbi
müdahale arasında hastanın sağlıklı bir kanaate varmasını sağlayacak kadar
uygun bir zaman aralığı bırakılmış olmalıdır (Ahmet
Acartürk, B. No: 2013/2084, 15/10/2015, § 56).
ii. İlkelerin Olaya Uygulanması
49. Başvuruya konu olayda sabah saatlerinde başvurucu Dilek Dönmezin'in doğum sancılarının başlaması nedeniyle
Hastaneye başvurması üzerine yatırılarak Opr. Dr. B.S.S. tarafından ilk
muayenesi yapılmıştır. Muayene sonucu, bebeğin
iri bebek sınıfına girmediği, başvurucunun daha önce normal doğum
yapmış olduğu ve doğum sürecinin başladığı dikkate alınarak riskli doğum
olmadığı kanaatiyle doğumun normal yolla yapılmasına karar verilmiştir. Doğum
esnasında doğumun ilerlememesi üzerine nöbeti devralan doktor tarafından derhâl
doğuma müdahale edilerek doğum gerçekleştirilmiştir. Dünyaya gelen bebek Tolga
Berk Dönmez 3.900 g ağırlığındadır.
50. Doğumun hemen bitiminde çocuk doktoru tarafından muayene
edilen bebeğin kolunda sinir zedelenmesi olduğu tespiti yapılarak tedaviye
başlanmıştır. Dolayısıyla doğum öncesi ve doğum esnasında olduğu kadar doğum
sonrasında da başvurucu anne ve bebeğin doktor gözetiminde ve müdahalesi
altında bulunduğu anlaşılmaktadır.
51. Başvurucuların olaya dair şikâyetlerinin özü, sezaryen
yöntemi uygulanması gerekirken normal doğum yöntemi uygulanması sebebiyle
mevcut sonucun ortaya çıktığı noktasında toplanmış ise de ilgili bilirkişi
raporunda ve doğuma ilişkin gelişmelerin takip edildiği tıbbi kayıtlarda
başvurucu Dilek Dönmez'in doğumunun riskli olarak
görülen doğumlar arasına girdiğine dair bir bulguya yer verilmemiştir. Ayrıca
başvurucuların da aslen bu hususta bir iddiaları bulunmamaktadır.
52. Diğer taraftan başvuruya konu yargılama süreci
incelendiğinde genel olarak başvurucuların, maddi ve manevi bütünlüğünün ihmal
suretiyle ihlal edildiğine ilişkin tüm iddialarını idare aleyhine tam yargı
davası açarak dile getirebildiği anlaşılmıştır. Mahkemece hastane raporlarının
ve tedaviye ilişkin tüm evrakların getirtilerek incelendiği, olayın
aydınlatılmasına yönelik tanık beyanlarının ve yapılan tıbbi müdahalenin
yeterliliğine dair hazırlanan uzman bilgisinin başvuru dosyasına yansıdığı
görülmüştür.
53. Yargılama sürecinde bir avukat tarafından temsil edilen
başvurucuların; bilirkişi raporlarına ve kararlara karşı itiraz ve karar
düzeltme haklarını kullanabildiği, dava dosyasını inceleyip ayrıca bilgi ve
belge sunabildikleri, toplanan delillerden haberdar edildikleri ve bu surette
meşru çıkarlarının korunması için söz konusu davaya gerekli olduğu ölçüde
etkili katılımlarının sağlandığı değerlendirilmiştir.
54. Bununla birlikte başvurucular, farklı bir bilirkişi
kurulundan yeniden mütalaa alınması gerektiği yönündeki itirazlarına rağmen
eksik ve yetersiz rapora dayanak yapılarak davanınreddedildiğini
ileri sürmüşlerdir. Somut davada durumun açıklığa kavuşturulması için alınan ve
dava ret kararına dayanak yapılan bilirkişi raporunda, başvurucuların
iddialarının ayrıntılı bir biçimde tartışılıp karşılandığı görülmektedir. Bu
kapsamda bilirkişi raporunda; iri bebek
niteliğinde olmayan çocuğun doğumunda normal yolla doğumun tercih edilmesinin
tıbben uygun olduğu, doğum anında gelişen komplikasyona yine doktor tarafından
müdahale edilerek mümkün olan tüm yöntemlerin kullanıldığı ve doğum sonrasında
da çocukta ortaya çıkan sakatlığın hemen farkedilmek
suretiyle müdahale edildiği hususlarının tespit edildiği anlaşılmaktadır.
55. Tüm bu hususlar birlikte gözönüne
alındığında; derece mahkemelerinin dava dosyasındaki bilgi, belge ve bilirkişi
raporu uyarınca oluşturduğu kanaate ilişkin gerekçesinin somut olayla ilgili ve
yeterli olduğu değerlendirilmiştir. Kararda yer verilen tespit ve gerekçe
itibarıyla kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı
yönünden yargısal makamların takdir yetkilerinin sınırının aşılmadığı,
dolayısıyla bu hakka yönelik bir ihlalin olmadığı sonucuna varılmıştır.
56. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin birinci
fıkrasında güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığının korunması
hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
B. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların İddiaları
57. Başvurucular, davanın açıldığı 12/3/2008 tarihinden karar
düzeltme talebinin reddedildiği 21/4/2015 tarihine kadar yargılamanın sürmesi
nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
2. Değerlendirme
58. Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018, §
26) kararında Anayasa Mahkemesi; yargılamaların makul sürede
sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da
hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen
bireysel başvurulara ilişkin olarak Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat
Komisyonu Başkanlığına (Tazminat Komisyonu) başvuru imkânının getirilmesine
ilişkin yolu, ulaşılabilir olma, başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama
kapasitesinin bulunup bulunmadığı yönlerinden inceleyerek etkililiğini tartışmıştır.
59. Ferat Yüksel kararında özetle; anılan başvuru
yolunun kişileri mali külfet altına sokmaması ve başvuruda kolaylık sağlaması
nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş şekli itibarıyla ihlal iddialarına
makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden mahrum olmadığı ve tazminat
ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün olmadığında başka türlü telafi
olanakları sunması nedenleriyle potansiyel olarak yeterli giderim sağlama
imkânına sahip olduğu hususunda değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat Yüksel, §§ 27-34). Bu gerekçeler
doğrultusunda Anayasa Mahkemesi, ilk bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal
iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi
olduğu görülen Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun
incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil
niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının
tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 35, 36).
60. Mevcut başvurunun bu kısmı yönünden söz konusu karardan
ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
61. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme
hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın başvuru yollarının tüketilmemiş
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına
alınan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının İHLAL
EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA,
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
12/9/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.