TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
DİLEK DÖNMEZ VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2015/13090)
Karar Tarihi: 12/9/2018
Başkan
:
Engin YILDIRIM
Üyeler
Celal Mümtaz AKINCI
Muammer TOPAL
Rıdvan GÜLEÇ
Recai AKYEL
Raportör
Elif ÇELİKDEMİR ANKITCI
Başvurucular
1. Dilek DÖNMEZ
2. Yüksel DÖNMEZ
3. Tolga Berk DÖNMEZ
Vekili
Av. Saide ARSLAN ÇALIŞKAN
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, tıbbi ihmal sonucu doğum sırasında çocukta kalıcı bir sakatlığa yol açılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 30/7/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
8. Üçüncü başvurucu Tolga Berk Dönmez, birinci ve ikinci başvurucunun oğludur. İkinci başvurucu Dilek Dönmez doğum sancılarının başlaması üzerine 10/5/2004 tarihinde sabah saatlerinde (saat 9.00 civarı) Fatih Devlet Hastanesine (Hastane) başvurmuş, derhâl doğumhaneye alınarak Opr. Dr. B.S.S. tarafından muayene edilmiştir. Muayene sonrası doğumun normal doğum yöntemiyle yapılmasına karar verilmiştir. Doğum, aynı gün öğle saatlerinde (saat 13.00 civarında) gerçekleşmiştir. Ebe gözetiminde yapılan doğum esnasında doğumun ilerlemediği fark edilmiş ve sağlık personeli tarafından Dr. S.Ç.ye haber verilmiştir. Dr. S.Ç.nin doğuma müdahalesi sonucunda başvurucu Tolga Berk Dönmez 3.900 g ağırlığında normal yolla dünyaya gelmiştir.
9. Doğumun bitiminde bebeğin doğar doğmaz röntgeni çekilerek kolunda zedelenme olduğu tespit edilmiş, çocuk doktoru tarafından ilk muayenesi yapılmıştır. Ortaya çıkan durum karşısında beklenilerek kolunda iyileşme olmaması hâlinde kontrol edilmesi gerektiği önerilmiştir. Ertesi gün başvurucu Dilek Dönmez taburcu edilmiştir. Taburcu edildikten iki hafta sonra bebek Tolga Berk Dönmez'in sağ kolunun şişmesi üzerine aynı Hastanenin ortopedi servisinde muayene tekrar yapılarak bir kez daha beklenilmesi önerilmiştir. Ancak başvurucular, beklemek istemeyip oğullarını Göztepe Sigorta Hastanesine götürmüş ve bu şekilde başvurucu çocuğun tedavi süreci başlamıştır.
10. En son Adalet Bakanlığı Adli Tıp Kurumu (ATK) tarafından 23/11/2007 tarihinde yapılan muayene sonucu çocuğun organlarından birinin (kolunun), fonksiyonlarında sürekli kayıp bulunduğu gözlemlenmiştir.
11. Başvurucuların doğuma katılan doktor ve ebeler hakkında taksirle yaralama suçu isnadıyla yaptıkları şikâyet, Gebze Cumhuriyet Başsavcılığının 10/3/2008 tarihli kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair kararıyla sonuçlanmıştır. ATK tarafından muayene sonucu düzenlenen ve karara dayanak yapılan 30/11/2007 tarihli raporda;
-Doğumun normal (vaginal) yolla gerçekleşmesi kararının tıbben uygun olduğu,
-Doğum sırasında gerçekleşen omuz takılmasının öngörülemeyeceği ve brakiyel pleksus zedelenmesinin (sinir zedelenmesi) doğum komplikasyonu olduğu,
-Doğuma katılan doktor ve ebelerin kusurlarının bulunmadığı tespitlerine yer verilmiştir.
12. Raporda ayrıca doğuma katılan doktor ve ebelerin ifadelerine yer verilmiştir. Doktor S.Ç., görevli olmadığı hâlde doğuma çağrıldığını, doğumhaneye gittiğinde bebeğin başının göründüğünü ancak gövdesinin sıkışmış olduğunu, kalp atışlarının bozulduğunu,sezeryan imkânı olmadığından normal yolla doğumun yaptırıldığını ve gereken tüm yöntemlerin uygulandığını beyan etmiştir. Ebe D.Y., doğum esnasında bebeğin başı göründükten sonra doğumun ilerlememesi nedeniyle beş dakika içinde doktora haber verildiğini ve doktorun müdahale ettiğini ifade etmiştir. Ebe A.U., zor doğum nedeniyle doktora haber verildiğini ancak söz konusu durumu fark ettikten ne kadar süre sonra haber verildiğini hatırlayamadığını belirtmiştir. Ebe S.T., doğumu hatırlamadığını beyan etmiştir. Opr. Dr. S.S., başvurucu Dilek Dönmez'in Hastaneye geldiği esnada muayenesini yaptığını, bebeğin doğum ağırlığını değerlendirdiğini ve iri bebek sınıfına girmediğini, 4.500 g üstünde bebeklerde bu komplikasyonun gelişmesinin kuvvetle muhtemel, 4.000- 4.500 g arasındaki bebeklerde ise olası olarak görüldüğünü, dolayısıyla başvurucunun doğumunun riskli kategoriye girmediğini, doğumhaneyi Dr. S.Ç.ye devrederek Hastaneden ayrıldığını ifade etmiştir.
13. Başvurucular, idarenin ağır hizmet kusuru sonucunda çocuğun sakatlandığını belirterek uğradıkları maddi ve manevi zararların tazmini talebiyle Kocaeli 1. İdare Mahkemesine (Mahkeme) 12/3/2008 tarihinde tam yargı davası açmışlardır.
14. Mahkeme, 20/5/2010 tarihinde davanın reddine oy çokluğuyla karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, ATK raporuna atıf yapılarak çocuğun doğumda sağ kolunun sakat kalmasında davalı idarenin hizmet kusurunun bulunmadığı belirtilmiştir. Muhalefet şerhinde, ilgililer aleyhine açılan ceza soruşturmasında kusurlarının bulunmamasının idarenin kusurunu ortadan kaldırmayacağına, idarenin hizmetin aksamada ve kesintisiz yürütülmesine dönük araç, gereç ve ekipmanı sağlayıp sağlamadığının tartışmalı olduğu gibi kusursuz sorumluluk ilkesi uyarınca da oluşan zararın tazmininin gerekeceğine yer verilmiştir.
15. Temyiz edilen karar, Danıştay Onbeşinci Dairesinin (Daire) 10/6/2014 tarihli ilamıyla sadece vekâlet ücreti yönünden bozulmuş, diğer kısımlar yönünden onanmıştır.
16. Başvurucuların, onama kararına karşı karar düzeltme talepleri ise Dairece reddedilmiştir.
17. Nihai karar 30/6/2015 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiştir.
18. Başvurucular 30/7/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
19. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"İdari dava türleri şunlardır:
a) İdarî işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan iptal davaları,
b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,
..."
20. 11/4/1928 tarihli ve 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun'un 51. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Ebeler gebelerin muayenesiyle bunların hıfzıssıhhatlerine mütaallik tedabirin ifasına ve doğumun teshiline ve bu esnada yapılacak basit manevraların ve çocuk için lazım gelen ilk tedbirlerin ifasına salahiyettar iseler de her nevi alet ve saire tatbik etmeleri memnu ve sureti avarızı velade vekayiinde behemahal bir tabip davetine mecburdurlar..."
21. 22/5/2017 tarihli ve 29007 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Sağlık Meslek Mensupları ile Sağlık Hizmetlerinde Çalışan Diğer Meslek Mensuplarının İş ve Görev Tanımlarına Dair Yönetmelik'e ekli tanımların ilgili kısmı şöyledir:
"Ebe
...
b) Gebelik tanısını koyar, normal gebe izlemini ve gerekli muayenelerini yapar, riskli durumları erken dönemde belirler, gerekli önlemleri alarak sevk eder.
c) Doğum sürecini yönetir; travay sırasında anne ve bebeğin sağlığını izler, normal doğumları ve tabibin olmadığı hallerde acil makat doğumları yaptırır, gerektiğinde epizyotomi uygular. Doğum sürecinde normalden sapmaları belirler, acil durum tedbirlerini alır ve tabibe haber verir, tabibin direktifleri doğrultusunda acil müdahalede bulunur.
ç) Doğum sonrası dönemde; yenidoğanın ilk bakım ve muayenesini yapar, gerektiğinde acil resüsitasyon gerçekleştirir, anneye emzirme eğitimi verir, annenin bakım ve izlemini yapar, normalden sapmaları tespit ederek sevk eder.
B. Uluslararası Hukuk
1. Uluslararası Mevzuat
22. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) “Özel ve aile hayatına saygı hakkı” kenar başlıklı 8. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir."
23. 3/12/2003 tarihli ve 5013 sayılı Kanun ile onaylanması uygun bulunan Biyoloji ve Tıbbın Uygulanması Bakımından İnsan Hakları ve İnsan Haysiyetinin Korunması Sözleşmesi'nin (İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi) 3. maddesi şöyledir:
''Taraflar, sağlığa duyulan ihtiyaçları ve kullanılabilir kaynakları gözönüne alarak, kendi egemenlik alanlarında, uygun nitelikteki sağlık hizmetlerinden adil bir şekilde yararlanılmasını sağlayacak uygun önlemleri alacaklardır.''
24. İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi'nin 4. maddesi şöyledir:
''Araştırma dahil, sağlık alanında herhangi bir müdahalenin, ilgili meslekî yükümlülükler ve standartlara uygun olarak yapılması gerekir.''
2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı
25. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerinin korunması, kendilerine uygulanan tedaviye dâhil olmaları, bu hususta rıza göstermeleri ve maruz kaldıkları sağlık risklerini değerlendirmelerine yardımcı olan bilgilere erişimlerini Sözleşme'nin 8. maddesi kapsamı içerisinde yer aldığını kabul etmektedir (Trocellier v. Fransa (k.k.), B. No: 75725/01, 5/10/2006; İclal Karakoca ve Hüseyin Karakoca/Türkiye (k.k.), B. No: 46156/11, 21/5/2013).
26. AİHM kararlarına göre devletler, ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin, sağlık hizmetlerini, hastaların yaşamları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüğünün korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Vo/Fransa [BD], 53924/00, 8/7/2004, § 90; Calvelli ve Ciglio/İtalya [BD], 32967/96, 17/1/2002, § 51; İclal Karakoca ve Hüseyin Karakoca/Türkiye).
27. AİHM'e göre taraf devletler,uygulanması planlanan tıbbi işlemin öngörülebilir sonuçları hakkında doktorların hastalara önceden bilgi vermelerini sağlayacak gerekli düzenleyici tedbirleri almak zorundadır. Bunun bir sonucu olarak hastanın önceden bilgilendirilmesi sözkonusu olmadan öngörülebilir nitelikte bir riskin ortaya çıkması durumunda, ilgili devlet hastaya bilgi verilmemesinden doğrudan sorumlu tutulabilmektedir (Şerif Gecekuşu/Türkiye (k.k.), B. No: 28870/05, 25/5/2010; Trocellier/Fransa).
28. Tıbbi bir hatanın ve hastane hizmetlerindeki eksikliklerin sorumluluğunun Sözleşme'nin 8. maddesi kapsamında doğrudan devlete atfedilmesi için yeterli olup olmaması hususunda AİHM, farklı tıbbi bilirkişi raporlarında ve hatta iç yargı organlarının kararlarında her türlü tıbbi hata ve ihmalin ihtimal dışı bırakıldığı bir davada (Yardımcı/Türkiye, B. No: 25266/05, 5/1/2010, § 59) her hâlükârda bu sonuçları sorgulamanın veya sahip olduğu tıbbi bilgilerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında tahminlere dayalı olarak fikir yürütmenin görevleri arasında olmadığına işaret etmiştir (Tysiac/Polonya, B. No: 5410/03, 20/3/2007, § 119, Yardımcı/Türkiye, § 59).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
29. Mahkemenin 12/9/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Kişinin Maddi ve Manevi Varlığın Koruma ve Geliştirme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü
30. Başvurucular, bebeğin büyük olmasına rağmen normal yolla doğum yaptırılması sebebiyle çocuklarının kolunun sakat kaldığını iddia etmişlerdir. ATK raporunun yetersiz olduğunu, yeniden bilirkişi raporu alınması gerektiği yönündeki taleplerinin Mahkemece reddedildiğini beyan etmişlerdir. Danıştayın aksi yönde kararları olmasına rağmen kendi davalarında hukuka aykırı olarak verilen derece mahkemesi kararının onandığını ifade etmişlerdir. Başvurucular ayrıca çocuğun %59 oranında iş gücü kaybına uğraması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
2. Değerlendirme
31. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa’nın "Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı" kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."
32.Anayasa’nın 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Devletin temel amaç ve görevleri, …kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; ...insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır."
33. Anayasa'nın 56. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler."
34. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında, kasıt söz konusu olmaksızın hekim kusuru nedeniyle vücut bütünlüğünün zarar gördüğü şeklindeki tıbbi ihmale dair şikâyetleri Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında incelemiştir (Melahat Sönmez, B. No: 2013/7528, 9/9/2015; Ahmet Sevim, B. No: 2013/474, 9/9/2015; Hilmi Düzgüner, B. No: 2014/9690, 11/5/2017).
35. Anılan kararlar doğrultusunda somut olayda başvurucuların tıbbi ihmale dayalı tüm şikâyetlerinin -yargı sürecine ilişkin gerekçeli karar hakkına yönelik şikâyetlerin de- Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında incelenmesi gerekmektedir. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmekte olup söz konusu düzenleme, Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde özel hayata saygı hakkı kapsamında güvence altına alınan fiziksel ve zihinsel bütünlüğün korunması hakkına karşılık gelmektedir.
36. Anayasa Mahkemesi yukarıda değinilen Anayasa'nın 17. maddesi kapsamında devlete düşen pozitif yükümlülüklerin somut olay bağlamında yerine getirilip getirilmediğini denetlemek durumundadır (Tevfik Gayretli, B. No: 2014/18266, 25/1/2018, § 36). Bu sebeple başvuruya konu olay, devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına ilişkin pozitif yükümlülüğü kapsamıyla sınırlı olarak incelenmiştir.
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
37. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Genel İlkeler
38. Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmektedir. Bu kapsamda anılan Anayasa hükmü ile kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğü, gerek kamusal yetkilerle donatılmış kişilerin gerekse özel kişilerin müdahalelerine karşı güvence altına alınmıştır (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 40).
39. Devlet, bireylerin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlıklarını koruma hakkı kapsamında sağlık hizmetlerini -ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin- hastaların yaşamları ile maddi ve manevi varlıklarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Nail Artuç, B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 35).
40. Bu çerçevede devletin egemenlik alanında yaşayan ve kontrolü altında bulunan kişilerin maddi ve manevi varlıklarına yönelen müdahaleleri önleme, önlenememiş olan müdahalelere yönelik olarak da gerekli soruşturma, kovuşturma, failleri tespit edip cezalandırma ve gerektiğinde bundan doğan zararları etkili bir şekilde bizzat karşılama veya sorumlularına karşılatma yükümlülüğü bulunmaktadır. Kişilerin vücut bütünlüğüne yapılan bir müdahaleden doğan zararlara yönelik etkili bir tazminin sağlanamadığı ve bu çerçevede devletin Anayasa’nın 17. maddesinden doğan koruma yükümlülüğünü yerine getirmediği durumlarda kişinin vücut bütünlüğünün korunduğundan söz edilemez (Özkan Şen, § 40; Yasin Çıldır, B. No: 2013/8147, 14/4/2016, § 37).
41. Söz konusu pozitif yükümlülük sağlık alanında yürütülen faaliyetleri de kapsamaktadır. Nitekim Anayasa’nın 56. maddesinde herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu, devletin "herkesin hayatını beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak (…) amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini" düzenleyeceği ve bu görevini kamu kesimleri ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanmak suretiyle onları denetleyerek yerine getireceği kurala bağlanmıştır (İlker Başer ve diğerleri, B. No: 2013/1943, 9/9/2015, § 44).
42. İlke olarak tıbbi ihmallere ilişkin şikâyetler konusunda temel başvuru yolu, hukuki sorumluluğu tespit adına takip edilecek olan hukuk veya idari tazminat davası yoludur (Nail Artuç, § 38).
43. Etkili yargısal koruma sağlamada mağdurların kendi insiyatifleri ile hukuk veya idare mahkemesinde açtıkları dava yollarının sadece hukuken mevcut bulunması yeterli olmayıp bu yolun uygulamada fiilen de etkili olması ve başvurulan makamın ihlal iddiasının özünü ele alma yetkisine sahip bulunması gereklidir. Başvuru yolunun ancak bir hak ihlali iddiasını önleyebilmesi, devam etmekteyse sonlandırabilmesi veya sona ermiş bir hak ihlalini karara bağlayabilmesi, bunun için uygun bir giderim sunabilmesi hâlinde etkililiğinden söz etmek mümkün olabilir (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 26; Filiz Aka, B. No: 2013/8365, 10/6/2015, § 39).
44. Diğer taraftan bu yöndeki pozitif yükümlülüğünün sonuç yükümlülüğü olmayıp uygun araçların kullanılması yükümlülüğü olması, her davada başarılı olunması veya mağdurların olaylarla ilgili beyanlarıyla bağdaşan bir sonuca varılması gerektiği anlamına gelmemektedir. Bununla beraber kural olarak dava, olayın gerçekleştiği koşulları belirleyecek ve iddiaların doğruluğunun kanıtlanması hâlinde sorumlularının tespit edilerek uygun telafi imkânlarını sağlayacak nitelikte olmalıdır (Nail Artuç, § 45; Hilmi Düzgüner, § 50).
45. Anayasa Mahkemesi için bu noktada önemli olan husus, yürürlükteki yargısal sistemin ihmale yönelik davranışlar ve tıbbi hatalar nedeniyle maddi ve manevi varlığa yapılan müdahalelerden doğan sorumluluğu hiçbir durumda belirsizlik içinde bırakmamasıdır. Anayasa Mahkemesinin bu noktadaki görevi, derece mahkemelerinin Anayasa'nın 17. maddesi ile öngörülen dikkatli ve özenli inceleme şartını ne ölçüde yerine getirdiğini incelemektir (Aysun Okumuş ve Aytekin Okumuş, B. No: 2013/4086, 20/4/2016, § 72; Perihan Uçar ve diğerleri, B. No: 2013/5860, 1/12/2015, § 57; Hilmi Düzgüner, § 51).
46. Olayların oluşumuna ilişkin delillerin değerlendirilmesi öncelikle idari ve yargısal makamların ödevidir (Murat Atılgan, B. No: 2013/9047, 7/5/2015, § 43). Ayrıca Anayasa Mahkemesinin görevi, herhangi bir davada bilirkişi raporu veya uzman mütalaasının gerekli olup olmadığına karar vermek değildir. Bilirkişi raporu ve benzeri delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi hususları derece mahkemelerinin yetkisi dâhilindedir. Buna karşın Anayasa Mahkemesinin, başvurucunun yargılama kapsamında alınan bilirkişi raporunun bir hükme ulaşılırken dikkate alınması talebinin reddi kararının da tarafların haklarını koruma amacına yönelik yeterli güvenceleri içeren bir usul çerçevesinde verilip verilmediğini incelemesi gerekmektedir (Ahmet Gökhan Rahtuvan, B. No: 2014/4991, 20/6/2014, §§ 59, 60). Öte yandan Anayasa Mahkemesinin kural olarak bilirkişilerin vardığı sonuçları, mevcut tıbbi bilgilerden hareketle birtakım tahminlere yer vererek sahip olduğu bilimsel bakış açılarının doğru olup olmadığı yönünden irdeleme görevi de bulunmamaktadır (Yasin Çıldır, § 65).
47. Ancak kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında yerine getirmek zorunda olduğu usul yükümlülüklerinin somut olayda yerine getirilip getirilmediğinin nesnel bir şekilde değerlendirilmesi, ilgili anayasal kurallar bağlamında derece mahkemelerinin kendilerine tanınmış takdir yetkileri çerçevesinde hareket edip etmediklerinin denetlenmesi gerekir. Bu bağlamda müdahaleyi haklı göstermek için öne sürülen gerekçelerin ilgili ve yeterli olup olmadığı incelenmelidir (Murat Atılgan, § 44).
48. Tıbbi müdahaleden önce kişinin gerektiği şekilde bilgilendirilerek rızasının alınmaması, kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlaline sebep olabilir. İstisnai hâller dışında tıbbi müdahale, ilgili kişinin ancak bilgilendirilip rızası alındıktan sonra yapılabilir. Hastaların durumun farkında olarak karar verebilmelerini sağlamak için uygulanması düşünülen tedavi ve bununla bağlantılı riskler hakkında kendilerine bilgi verilmiş; bunun yanı sıra yapılan bilgilendirme ile tıbbi müdahale arasında hastanın sağlıklı bir kanaate varmasını sağlayacak kadar uygun bir zaman aralığı bırakılmış olmalıdır (Ahmet Acartürk, B. No: 2013/2084, 15/10/2015, § 56).
ii. İlkelerin Olaya Uygulanması
49. Başvuruya konu olayda sabah saatlerinde başvurucu Dilek Dönmezin'in doğum sancılarının başlaması nedeniyle Hastaneye başvurması üzerine yatırılarak Opr. Dr. B.S.S. tarafından ilk muayenesi yapılmıştır. Muayene sonucu, bebeğin iri bebek sınıfına girmediği, başvurucunun daha önce normal doğum yapmış olduğu ve doğum sürecinin başladığı dikkate alınarak riskli doğum olmadığı kanaatiyle doğumun normal yolla yapılmasına karar verilmiştir. Doğum esnasında doğumun ilerlememesi üzerine nöbeti devralan doktor tarafından derhâl doğuma müdahale edilerek doğum gerçekleştirilmiştir. Dünyaya gelen bebek Tolga Berk Dönmez 3.900 g ağırlığındadır.
50. Doğumun hemen bitiminde çocuk doktoru tarafından muayene edilen bebeğin kolunda sinir zedelenmesi olduğu tespiti yapılarak tedaviye başlanmıştır. Dolayısıyla doğum öncesi ve doğum esnasında olduğu kadar doğum sonrasında da başvurucu anne ve bebeğin doktor gözetiminde ve müdahalesi altında bulunduğu anlaşılmaktadır.
51. Başvurucuların olaya dair şikâyetlerinin özü, sezaryen yöntemi uygulanması gerekirken normal doğum yöntemi uygulanması sebebiyle mevcut sonucun ortaya çıktığı noktasında toplanmış ise de ilgili bilirkişi raporunda ve doğuma ilişkin gelişmelerin takip edildiği tıbbi kayıtlarda başvurucu Dilek Dönmez'in doğumunun riskli olarak görülen doğumlar arasına girdiğine dair bir bulguya yer verilmemiştir. Ayrıca başvurucuların da aslen bu hususta bir iddiaları bulunmamaktadır.
52. Diğer taraftan başvuruya konu yargılama süreci incelendiğinde genel olarak başvurucuların, maddi ve manevi bütünlüğünün ihmal suretiyle ihlal edildiğine ilişkin tüm iddialarını idare aleyhine tam yargı davası açarak dile getirebildiği anlaşılmıştır. Mahkemece hastane raporlarının ve tedaviye ilişkin tüm evrakların getirtilerek incelendiği, olayın aydınlatılmasına yönelik tanık beyanlarının ve yapılan tıbbi müdahalenin yeterliliğine dair hazırlanan uzman bilgisinin başvuru dosyasına yansıdığı görülmüştür.
53. Yargılama sürecinde bir avukat tarafından temsil edilen başvurucuların; bilirkişi raporlarına ve kararlara karşı itiraz ve karar düzeltme haklarını kullanabildiği, dava dosyasını inceleyip ayrıca bilgi ve belge sunabildikleri, toplanan delillerden haberdar edildikleri ve bu surette meşru çıkarlarının korunması için söz konusu davaya gerekli olduğu ölçüde etkili katılımlarının sağlandığı değerlendirilmiştir.
54. Bununla birlikte başvurucular, farklı bir bilirkişi kurulundan yeniden mütalaa alınması gerektiği yönündeki itirazlarına rağmen eksik ve yetersiz rapora dayanak yapılarak davanınreddedildiğini ileri sürmüşlerdir. Somut davada durumun açıklığa kavuşturulması için alınan ve dava ret kararına dayanak yapılan bilirkişi raporunda, başvurucuların iddialarının ayrıntılı bir biçimde tartışılıp karşılandığı görülmektedir. Bu kapsamda bilirkişi raporunda; iri bebek niteliğinde olmayan çocuğun doğumunda normal yolla doğumun tercih edilmesinin tıbben uygun olduğu, doğum anında gelişen komplikasyona yine doktor tarafından müdahale edilerek mümkün olan tüm yöntemlerin kullanıldığı ve doğum sonrasında da çocukta ortaya çıkan sakatlığın hemen farkedilmek suretiyle müdahale edildiği hususlarının tespit edildiği anlaşılmaktadır.
55. Tüm bu hususlar birlikte gözönüne alındığında; derece mahkemelerinin dava dosyasındaki bilgi, belge ve bilirkişi raporu uyarınca oluşturduğu kanaate ilişkin gerekçesinin somut olayla ilgili ve yeterli olduğu değerlendirilmiştir. Kararda yer verilen tespit ve gerekçe itibarıyla kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı yönünden yargısal makamların takdir yetkilerinin sınırının aşılmadığı, dolayısıyla bu hakka yönelik bir ihlalin olmadığı sonucuna varılmıştır.
56. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığının korunması hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların İddiaları
57. Başvurucular, davanın açıldığı 12/3/2008 tarihinden karar düzeltme talebinin reddedildiği 21/4/2015 tarihine kadar yargılamanın sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
58. Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018, § 26) kararında Anayasa Mahkemesi; yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığına (Tazminat Komisyonu) başvuru imkânının getirilmesine ilişkin yolu, ulaşılabilir olma, başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesinin bulunup bulunmadığı yönlerinden inceleyerek etkililiğini tartışmıştır.
59. Ferat Yüksel kararında özetle; anılan başvuru yolunun kişileri mali külfet altına sokmaması ve başvuruda kolaylık sağlaması nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş şekli itibarıyla ihlal iddialarına makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden mahrum olmadığı ve tazminat ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün olmadığında başka türlü telafi olanakları sunması nedenleriyle potansiyel olarak yeterli giderim sağlama imkânına sahip olduğu hususunda değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat Yüksel, §§ 27-34). Bu gerekçeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesi, ilk bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğu görülen Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 35, 36).
60. Mevcut başvurunun bu kısmı yönünden söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
61. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA,
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 12/9/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.