TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
HADİCE AKYÜREK VE HASAN AKYÜREK BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/13867)
|
|
Karar Tarihi: 9/5/2019
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Recep
KÖMÜRCÜ
|
|
|
Celal Mümtaz
AKINCI
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
Recai AKYEL
|
Raportör
|
:
|
Murat İlter
DEVECİ
|
Başvurucular
|
:
|
1. Hadice
AKYÜREK
|
|
|
2. Hasan
AKYÜREK
|
Vekili
|
:
|
Av. Aygül
DEMİRTAŞ GÖKALP
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, yaşamı koruma yükümlülüğünün ihlali nedeniyle oluşan
zararların tazmini amacıyla 7/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle
Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun'a istinaden yapılan
başvurunun ve anılan başvuruda verilen karar aleyhine
açılan davanın olayın kanun kapsamı dışında olduğu gerekçesiyle reddedilmesi ve
kasıtlı ölüm olayı hakkında yürütülen ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesi
nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvurucular 2015/13867 sayılı başvuruyu 7/8/2015 tarihinde,
2016/8676 sayılı başvuruyu ise 21/4/2016 tarihinde yapmışlardır.
3. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan
ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin
Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Konu yönünden irtibatları nedeniyle başvuruların
birleştirilmesine ve incelemenin 2015/13867 sayılı bireysel başvuru dosyası
üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir.
6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal
Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) temin edilen belgelere göre ilgili olaylar
özetle şöyledir:
8. Başvurucuların oğlu F.A. askerlik hizmeti yapmakta iken
terhis öncesi aldığıizne istinaden 11/10/1995
tarihinde birliğinden ayrılıp başvurucuların yanına dönmüştür.
9. Başvurucu Hasan Akyürek 26/10/1995 tarihinde evden çıkan F.A.dan bir daha haber alamadıklarını ve yaptıkları
aramalara rağmen F.A.yı
bulamadıklarını belirterek kendisinin hayatta olup olmadığının tespiti için
31/10/1995 tarihinde Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet
Başsavcılığı) bir dilekçe vermiştir. Anılan dilekçe aynı gün Diyarbakır Emniyet
Müdürlüğüne (Emniyet Müdürlüğü) havale edilmiştir.
10. Kolluk görevlileri 2/11/1995 tarihinde, başvurucu Hasan
Akyürek ile oğlu Fe.A.nın
ifadelerini almıştır.
i. Başvurucu Hasan Akyürek ifadesinde, F.A.yı en son diğer oğlu Fe.A.nın
gördüğünü ve F.A.nın herhangi bir kimseyle arasında
düşmanlık bulunmadığını söylemiştir.
ii. Fe.A. ise 26/10/1995 günü saat
16.00 sıralarında kardeşi F.A.yı
akrabaları R.A. ile bir kıraathanede otururken gördüğünü, bir müddet birlikte
oturduktan sonra F.A. ile R.A.nın vaktin geç
olduğundan bahisle evlerine gitmek için kıraathaneden ayrıldıklarını beyan
etmiştir.
11. M.K. isimli bir kişi 9/11/1995 günü saat 09.15 sıralarında
Dicle Nehri kıyısında, üzerinde çöpler bulunan bir alanda iki erkek cesedi
bulunduğunu Emniyet Müdürlüğüne bildirmiştir. Olay yerine giden kolluk
görevlileri, elleri arkadan iple bağlanmış, iki erkek cesediyle
karşılaşmışlardır. Daha sonra cesetlerin F.A. ile R.A.ya ait olduğu anlaşılmıştır.
12. Olaydan haberdar edilen Cumhuriyet Başsavcılığı, derhâl
konuyla ilgili bir soruşturma başlatmıştır.
A. Ölüm Olayı Hakkında
Yürütülen Ceza Soruşturması Süreci
13. Cumhuriyet savcısı olay yerinde inceleme yapmıştır.
14. F.A.nın
cesedi üzerindeki ölü muayenesi ve otopsi işlemi Diyarbakır Devlet Hastanesinde
Cumhuriyet savcısı huzurunda bir hekimce yapılmıştır. Ölü muayenesi ve otopsi
işlemine ilişkin tutanakta, F.A.nın
iple boğulma sonucu mekanik asfiksiden öldüğü ve
ölümün cesedin bulunduğu andan 8-10 saat önce gerçekleştiği belirtilmiştir.
15. Kolluk görevlileri, M.K.nın
ifadesini alıp olay yerinin basit bir krokisini çizmişlerdir. M.K. ifadesinde,
ölüm olayının aydınlatılmasına imkân verecek herhangi bir beyanda
bulunmamıştır.
16. Soruşturma kapsamında başvurucu Hasan Akyürek, Fe.A. ile R.A.nın
eşi E.A.nın ifadesi alınmıştır. İfadesi alınanlar
birkaç ay öncesinde R.A.nın
B.D. isimli bir kişi tarafından bıçaklandığını söylemişlerdir.
17. Cumhuriyet Başsavcılığının bilgi talebi üzerine Emniyet
Müdürlüğü 20/11/1995 tarihli yazıyla ölenlerin siyasi kayıtlarının olmadığını,
olayın ideolojik amaçla gerçekleştirildiğine dair herhangi bir bilgi
bulunmadığını bildirmiştir.
18. R.A.nın
bıçaklanmasıyla ilgili soruşturma evrakını inceleyen Cumhuriyet savcısı, kolluk
görevlilerinden B.D.nin konuyla ilgili olarak
ifadesinin alınmasını istemiştir.
19. B.D. 4/12/1995 tarihinde alınan ifadesinde F.A. ve R.A.yı kendisinin öldürmediğini
beyan etmiştir.
20. Cumhuriyet Başsavcılığı 15/3/1999 ve 3/1/2000 tarihlerinde
daimî arama kararı vererek Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şube Müdürlüğünden
şüphelileri yakalama işleminin aralıksız sürdürülmesini ve yapılan işlemler
hakkında üç ayda bir haber verilmesini istemiştir.
21. Faillerin yakalanmasına yönelik çalışmaların devam ettiği
yönünde, belirsiz aralıklarla düzenlenen tutanaklar Cumhuriyet Başsavcılığına
gönderilmiştir.
22. Cumhuriyet Başsavcılığı, yirmi yıllık dava zamanaşımı
süresinin dolduğu gerekçesiyle 19/11/2015 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına
dair karar (kovuşturmasızlık kararı) vermiştir.
23. Başvurucular, vekilleri aracılığıyla F.A.nın terör amacıyla öldürüldüğünü ve ölüm olayıyla
ilgili olarak etkili bir ceza soruşturması yürütülmediğini belirtip kovuşturmasızlık kararına itiraz etmişlerdir.
24. Başvurucuların itirazı, Diyarbakır 4. Sulh Ceza Hâkimliğinin
10/2/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
25. Anılan karar 24/3/2016 tarihinde başvurucular vekiline
tebliğ edilmiş olup başvurucular 21/4/2016 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuşlardır.
B. 5233 sayılı Kanun'a
İstinaden Yapılan Başvuruyla İlgili Süreç
26. Başvurucular, Diyarbakır Valiliği Terör ve Terörle
Mücadeleden Doğan Zarar Tespit Komisyonu Başkanlığına (Zarar Tespit Komisyonu)
verdikleri 27/7/2005 tarihli dilekçeyle yakınlarının ölümü nedeniyle
uğradıklarını iddia ettikleri zararların tazminini talep etmişlerdir.
27. Zarar Tespit Komisyonu, F.A.nın ölümüne neden olan olayın terör/siyasi amaçla
işlendiğine dair herhangi bir bilgi ve belgeye rastlanmadığı, bu nedenle olayın
5233 sayılı Kanun kapsamına girmediği gerekçesiyle başvurucuların tazminat
taleplerinin reddine karar vermiştir.
28. Başvurucular, Zarar Tespit Komisyonunca verilen kararın
iptali için Diyarbakır 2. İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) iptal davası
açmışlardır.
29. İdare Mahkemesi 29/2/2008 tarihinde, Cumhuriyet
Başsavcılığınca yürütülen ceza soruşturması sonucunda F.A.nın öldürülme sebebi ortaya çıkabileceğinden
soruşturmanın sonucunun beklenmesi gerektiği gerekçesiyle Zarar Tespit
Komisyonunca verilen kararın iptaline karar vermiştir.
30. Diyarbakır Valiliğinin talebi üzerine temyiz incelemesi
yapan Danıştay Onbeşinci Dairesi (Daire) 10/9/2012
tarihinde, F.A.nın
öldürülmesi olayının terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen
faaliyetler nedeniyle meydana geldiği hususunun açıkça ortaya konulamadığı
gerekçesiyle İdare Mahkemesince verilen kararın bozulmasına karar vermiştir.
31. Bozma sonrası yaptığı yargılama sonunda İdare Mahkemesi,
Daire kararında belirtilen gerekçeyle davanın reddine karar vermiştir.
32. Başvurucuların talebi üzerine Dairece yapılan temyiz
incelemesi neticesinde onama kararı verilmiş, başvurucuların bu karara yönelik
karar düzeltme istemleri de Daire tarafından 21/5/2015 tarihinde
reddedilmiştir.
33. Nihai karar başvurucular vekiline 9/7/2015 tarihinde tebliğ
edilmiş olup başvurucular 7/8/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
IV. İLGİLİ HUKUK
34. 5233 sayılı Kanun’un "Amaç"
kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
"Bu Kanunun amacı,
terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler
nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına
ilişkin esas ve usulleri belirlemektir."
35. 5233 sayılı Kanun’un "Kapsam"
kenar başlıklı 2. maddesinin ilgili kısmışöyledir:
“Bu Kanun, 3713 sayılı Terörle
Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren
eylemler veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar
gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararlarının sulhen karşılanması hakkındaki esas ve usullere ilişkin
hükümleri kapsar.
...”
36. 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı
Kanun’un 1. maddesiyle değişik "Karşılanacak
zararlar" kenar başlıklı 7. maddesinin ilgili kısımları
şöyledir:
“Bu
Kanun hükümlerine göre sulh yoluyla karşılanabilecek zararlar şunlardır:
...
b) ...[Ö]lüm hâllerinde uğranılan zararlar ile tedavi ve cenaze
giderleri.”
37. 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun
1., 3. ve 4. maddeleri şöyledir:
"Madde 1 -
(Değişik fıkra: 15/07/2003 - 4928 S.K./20. md.)
Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya
tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini,
siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin
varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak
veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış
güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup
kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir.
Madde 3 - (Değişik
madde : 29/06/2006 - 5532 S.K 2.Mad)
26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 302, 307, 309, 311, 312, 313, 314, 315
ve 320 nci maddeleri ile 310 uncu maddesinin birinci
fıkrasında yazılı suçlar, terör suçlarıdır.
Madde 4 - (Değişik
madde : 29/06/2006 - 5532 S.K 3.Mad)
Aşağıdaki suçlar 1 inci maddede belirtilen
amaçlar doğrultusunda suç işlemek üzere kurulmuş bir terör örgütünün faaliyeti
çerçevesinde işlendiği takdirde, terör suçu sayılır:
a) Türk Ceza Kanununun
79, 80, 81, 82, 84, 86, 87, 96, 106, 107, 108, 109, 112, 113, 114, 115, 116,
117, 118, 142, 148, 149, 151, 152, 170, 172, 173, 174, 185, 188, 199, 200, 202,
204, 210, 213, 214, 215, 223, 224, 243, 244, 265, 294, 300, 316, 317, 318 ve
319 uncu maddeleri ile 310 uncu maddesinin ikinci fıkrasında yer alan suçlar.
b) 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli
Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunda tanımlanan suçlar.
c) 31/8/1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanununun 110 uncu maddesinin dördüncü ve beşinci
fıkralarında tanımlanan kasten orman yakma suçları.
ç) 10/7/2003 tarihli ve 4926 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanununda
tanımlanan ve hapis cezasını gerektiren suçlar.
d) Anayasanın 120 nci maddesi gereğince olağanüstü hal ilan edilen
bölgelerde, olağanüstü halin ilanına neden olan olaylara ilişkin suçlar.
e) 21/7/1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun 68 inci maddesinde tanımlanan suç."
38. Ayrıca konuyla ilgili ulusal ve uluslararası hukuka ilişkin
bilgiler Anayasa Mahkemesinin Sultani Acar (B.
No: 2014/16344, 22/3/2018, §§ 29-61) başvurusu
hakkında verdiği kararda yer almaktadır.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
39. Mahkemenin 9/5/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
40. Başvurucular 5233 sayılı Kanun'a istinaden yaptıkları
başvuru hakkında yürütülen süreçle ilgili olarak;
i. Kusursuz sorumluluk ve sosyal risk ilkeleri gereğince
devletin tüm vatandaşlarına güvenlik sağlamak zorunda olduğunu ve güvenliğin
sağlanamadığı durumlarda meydana gelen zararların devletçe karşılanması
gerektiğini,
ii. Olağanüstü hâl döneminde güvenlik sağlanamaması nedeniyle
yakınlarının öldüğünü,
iii. Meydana gelen ölüm olayının terör eylemi ya da terörle
mücadele kapsamındaki faaliyetler sebebiyle meydana gelip gelmediği hususunda
devletin etkili bir soruşturma yürütmekle yükümlü olduğunu,
iv. Anılan yükümlülük yerine getirilmeden ölüm olayının 5233
sayılı Kanun kapsamında kalmadığı gerekçesiyle başvurularının reddedildiğini,
v. Ölüm olayı hakkında etkili bir ceza soruşturması
yürütülmemesinin sorumlusunun kendileri olmadığını,
vi. 5233 sayılı Kanun'da ölüm nedeniyle uğranılan zararlar ile
cenaze giderlerinin tazmin edilmesinin öngörüldüğünü ileri sürerek Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 2. ve 13. maddelerinin ihlal edildiğinden
yakınmışlardır.
41. Başvurucular; yakınlarının ölümü hakkında yürütülen ceza
soruşturması süreciyle ilgili şikâyetlerini dile getirirken öncelikli olarak
olayın meydana geldiği dönemdeki faili tespit edilemeyen olaylardan yola çıkıp
terörle mücadele kapsamında güvenlik güçlerince insanların öldürüldüğünü ve bu
suçların failleri hakkında cezasızlık politikası izlendiğini, aynı zaman
diliminde bir terör örgütü mensuplarınca da siyasi amaçla cinayetler
işlendiğini ve öldürülme şekli dikkate alındığında yakınlarının da siyasi saikle, terör faaliyeti kapsamında öldürüldüğünü iddia
etmişlerdir. Bundan başka başvurucular yirmi yıl süreyle yürütülen ceza
soruşturmasında kayda değer bir ilerleme sağlanamadığını, soruşturmaya konu
suçun insanlığa karşı işlenen bir suç olması sebebiyle dava zamanaşımı süresine
tabi olmadığını ve soruşturmanın etkisiz bir biçimde yürütüldüğünü öne
sürmüşlerdir. Son olarak kusursuz sorumluluk ve sosyal risk ilkelerinden
bahsederek vatandaşlara güvenliğin sağlanamadığı durumlarda oluşan zararların
devletçe karşılanması gerektiğini ifade etmişlerdir.
B. Değerlendirme
42. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Anayasa
Mahkemesi, başvurucuların iddialarının özünün yakınlarının yaşam hakkının
korunmadığına ve siyasi saikle terör faaliyeti
kapsamında öldürüldüğü ileri sürülen yakınlarının ölümü hakkında yürütülen ceza
soruşturmasının etkili olmadığına yönelik olduğunu dikkate alarak başvurunun
yalnızca yaşam hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği kanısındadır.
43. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı”
kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes, yaşama...
hakkına sahiptir."
44. Anayasa’nın "Devletin
temel amaç ve görevleri" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili
kısmı şöyledir:
“Devletin temel amaç ve görevleri... kişinin temel hak ve
hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak
surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın
maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya
çalışmaktır.”
1. İncelemenin Kapsamı
45. Anayasa Mahkemesi, yaşam hakkını güvence altına alan
Anayasa'nın 17. maddesini Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirerek
devlete üç tür yükümlülük yükleyecek şekilde yorumlamış ve bu yükümlülüklerin
ihlal edilip edilmediğine ilişkin değerlendirmelerinde gözönüne
alacağı ilkeleri belirlemiştir. Bu yükümlülüklerden ilki kasıtlı ve hukuka
aykırı olarak öldürmeme yükümlülüğü (negatif yükümlülük), ikincisi her türlü
tehlikeye karşı bireylerin yaşam hakkını koruma yükümlülüğü (pozitif
yükümlülüğün maddi boyutu), üçüncüsü ise doğal olmayan her ölümle ilgili etkili
soruşturma yükümlülüğüdür (pozitif yükümlülüğün usule ilişkin boyutu). Bireysel
başvurunun yaşam hakkı kapsamında değerlendirilebilmesi için kamu makamlarının
yaşam hakkının koruma alanına kasıtlı eylemleri veya ihmal suretiyle tezahür
eden eylemsizlikleri ile bir müdahalesinin gerçekleştiği iddia edilmelidir.
Başka bir anlatımla yaşam hakkı kapsamında yapılacak bir inceleme ancak yetkili
makamların kusura dayalı sorumluluğunun ileri sürüldüğü hâllerde söz konusudur.
Bir ölümden kusursuz sorumluluk ilkeleri gereğince sorumlu olunduğunun ileri
sürülmesi hâlinde ise bireysel başvurunun açıklanan gerekçelerle yaşam
hakkından incelenebilmesi mümkün değildir (Aziz
Biter ve diğerleri, B. No: 2015/4603, 19/2/2019, §§ 58, 59).
46. Bu açıklamalar çerçevesinde somut başvuruya bakıldığında
başvurucuların üç husustan şikâyet ettiği görülmektedir. İlk iki şikâyet, F.A.nın yaşamının devletçe korunmadığına
ve siyasi saikle terör faaliyeti kapsamında
öldürüldüğü iddia edilen F.A.nın ölümüyle ilgili ceza
soruşturmasının etkisizliğine ilişkin iken üçüncü şikâyet, meydana gelen ölüm
olayından kusursuz sorumluluk ve sosyal risk ilkeleri gereğince devletin
sorumlu olduğuna dairdir. Başvurucuların ilk iki şikâyetinin devletin koruma ve
etkili soruşturma yükümlülükleri kapsamında incelenmesi gerektiği açıktır. Ne
var ki başvurucuların üçüncü şikâyetinin yukarıda da izah edildiği gibi yaşam
hakkı kapsamında incelenmesi mümkün değildir. Bu nedenle başvurucuların üçüncü
şikâyetleriyle ilgili bir değerlendirme yapılmamıştır.
2. Yaşam Hakkının
İhlaline Kasten Sebebiyet Verildiğine İlişkin İddia
47. Yaşam hakkı ile ilgili bir soruşturmanın etkili olup olmadığı
yönünden inceleme yapılabilmesi için -mutlak surette gerekli olmasa da-
yürütülen soruşturmanın makul bir süreyi aşmaması şartıyla ilgili kamu
makamları tarafından nasıl sonlandırılacağının beklenmesi, bireysel başvuru ile
getirilen koruma mekanizmasının ikincil niteliğine uygun olacaktır (Rahil Dink ve diğerleri, B. No: 2012/848,
17/7/2014, § 76; Hüseyin Caruş,
B. No: 2013/7812, 6/10/2015, § 46).
48. Bununla birlikte başvurucuların yetkili makamlara müracaat
etmelerine rağmen doğal olmayan bir ölümle ilgili soruşturma başlatılmamışsa
başlatılan soruşturmada ilerleme yoksa veya soruşturma artık etkisiz bir hâl
almışsa başvuruculardan soruşturmanın sonucunu beklemelerini istemek makul
olmayacaktır. Böyle bir durumda başvurucular, gerekli özeni göstermeli ve
şikâyetlerini çok uzun süre geçirmeden Anayasa Mahkemesine sunabilmelidirler (Rahil Dink ve diğerleri, § 77)
49. Böyle bir durumda başvurucular, etkili bir soruşturma
yürütülmediğinin farkına vardıkları veya varmaları gerektiği andan itibaren
otuz gün içinde bireysel başvuruda bulunmalıdırlar. Doğal olarak başvurucuların
etkili bir soruşturma yürütülmediğinin ne zaman farkına varmaları gerektiği her
davanın şartlarına bağlı olarak değerlendirilecektir (Adle Azizoğlu ve Sadat Azizoğlu, B.
No: 2014/15732, 24/1/2018, § 87).
50. Öte yandan soruşturmada ilerleme sağlanacağına dair umut
verici gelişmeler ve gerçekçi varsayımlar bulunduğu, soruşturmanın ilerlemesini
sağlayıcı tedbirler alındığı sürece başvuru yollarını tüketmeden bireysel
başvuruda bulunmaları da başvuruculardan beklenmemelidir. Ancak bu hâlde dahi
soruşturmanın daha sonra etkisizleştiğini öğrenen başvurucular, durumun farkına
vardıkları veya varmaları gerektiği andan itibaren süresi içinde bireysel
başvuruda bulunmalıdırlar (Adle Azizoğlu ve Sadat Azizoğlu,
§ 88).
51. Somut olayda, yaşanan elim hadiseyle ilgili resen soruşturma
başlatılmış; ölü muayene ve otopsi işlemleri yapılmış; olay yeri incelenmiş ve
olayla ilgili bilgi sahibi olabilecek birkaç kişinin ifadesine başvurulmuş ise de
1995 yılından sonra Cumhuriyet Başsavcılığınca olayın aydınlatılmasına ve
faillerin tespitine yönelik herhangi bir soruşturma işlemi yapılmamış; yalnızca
faillerin tespitine çalışıldığı yönünde kolluk görevlilerince belirsiz
aralıklarla tutulan ve zamanla sıradan hâle gelen tutanaklar soruşturma
evrakları arasına alınmıştır.
52. F.A.nın
öldürülmesi ile ilgili şikâyetlerini yetkili makamlara iletmede veyasoruşturmanınetkisizliğiyleilgilibireyselbaşvuruyapmadagüçlükçektikleriyönünde
herhangi bir iddiaları bulunmayan başvurucular, yaşanan elim olayla ilgili
yetkili makamlardan soruşturmanın ilerlemesini sağlayıcı herhangi bir talepte
bulunmamışlardır. Soruşturmada ilerleme sağlanacağına dair umut verici bir
gelişme yaşanmamış ve soruşturmanın ilerlemesini sağlayıcı bir tedbir de
alınmamıştır. Buna rağmen en başından itibaren etkili ve yeterli bir soruşturma
yürütülmediği gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karara itiraz
ederek soruşturmanın etkisizliğinin zaten farkında olduklarını ortaya koyan
başvurucular, bireysel başvuru yapmak için kovuşturmaya yer olmadığına dair
karar verilmesini ve bu karara yaptıkları itirazın sonuçlanmasını beklemişlerdir.
53. 1995 yılından sonra olayın aydınlatılmasına ve faillerin
tespitine yönelik herhangi bir soruşturma işleminin yapılmaması nedeniyle
başvurucuların bireysel başvuruda bulunmak için soruşturmanın sonuçlanmasını
beklemelerinin gerekmediğini ve bireysel başvuruların kabul edilmeye başlandığı
23/9/2012 tarihinden sonra başvuru yapma imkânlarının bulunduğunu dikkate alan
Anayasa Mahkemesi, 21/4/2016 tarihinde yapılan başvurunun süresinde yapılmış
bir başvuru olarak kabul edilemeyeceği sonucuna ulaşmıştır.
54. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin süre aşımı nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
3. Kamu Görevlilerinin İhmalî Davranışlarıyla Yaşam Hakkının İhlaline Sebebiyet
Verdiklerine İlişkin İddia
55. Yaşam hakkını güvence altına alan Anayasa'nın 17. maddesi,
devlete birtakım negatif ve pozitif yükümlülükler yükler. Pozitif yükümlülükler
kapsamında devletin yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını kamu
görevlilerinin, diğer bireylerin ve hatta kişinin kendi eylemlerinden
kaynaklanabilecek risklere karşı koruma ödevi vardır. Devlet, öncelikle yaşam
hakkına yönelen tehdit ve risklere karşı caydırıcı ve koruyucu yasal
düzenlemeler yapmalı; bununla da yetinmeyerek gerekli idari tedbirleri
almalıdır. Ayrıca devlet, anılan yükümlülük kapsamında bireyin yaşamını her
türlü tehlike, tehdit ve şiddetten korumalıdır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013,
§§ 50, 51).
56. Bir kişinin yaşamına yönelik gerçek ve yakın bir tehlikenin
bulunduğunun kamu makamlarınca bilindiği ya da bilinmesi gerektiği durumlarda
kamu makamlarının makul ölçüler çerçevesinde ve bu tehlikenin gerçekleşmesini
önleyebilecek şekilde önlem alması gerekir. Ancak özellikle insan
davranışlarının öngörülemezliği, öncelikler ve
kaynaklar değerlendirilerek yapılacak işlem veya yürütülecek faaliyet tercihi
dikkate alındığında pozitif yükümlülük kamu makamları üzerinde aşırı yük
oluşturacak şekilde yorumlanamaz (Serpil Kerimoğlu
ve diğerleri,§
53).
57. Devletin olağanüstü hâl döneminde yeterli düzeyde güvenlik
sağlayamaması nedeniyle yakınlarının öldüğünü, diğer bir deyişle kamu
görevlilerinin yaşamı korumak için makul ölçüler çerçevesinde idari tedbirler
alma konusunda ihmalkârlık yaptığını ileri süren başvurucular somut başvuruyu
5233 sayılı Kanun'a istinaden yaptıkları başvurunun ve anılan başvuruda verilen
karar aleyhine açılan davanın reddedilmesi üzerine yapmışlardır. Başvurucular,
yakınlarının ölümü nedeniyle uğradıklarını ileri sürdükleri maddi ve manevi
zararların tazmini için genel hükümlere göre idari yargı mercilerinde tam yargı
davası açmayı tercih etmedikleri gibi genel hükümlere göre başvurulabilecek tam
yargı davası yolunun somut olayın kendine özgü koşullarına göre şikâyetleri
açısından makul bir başarı şansı sunabilecek nitelikte olmadığını da iddia
etmemişlerdir.
58. Danıştayın konuyla ilgili yerleşik
içtihadı da gözönüne alındığında 5233 sayılı Kanun
kapsamında yapılan başvurularda ve bu başvurularda verilen kararlar aleyhine
açılan idari davalarda doğrudan kusursuz sorumluluğa ilişkin bir değerlendirme
yapılmakta, idarenin yapması gerekenleri yapmadığı iddiası (kusur sorumluluğu)
değerlendirilmemektedir. Bu itibarla Anayasa Mahkemesinin bu tazminat yolunu
devletin yaşamı koruma yükümlülüğü ile bu yükümlülük kapsamında belirlediği
ilkeler çerçevesinde inceleyip ilgili idari ve adli makamların vardıkları
sonuçları bu bağlamda değerlendirebilmesi mümkün değildir (Aziz Biter ve diğerleri, §§ 74, 75). Zira
anılan tazminat yolu, başvurucuların şikâyetleri açısından makul bir başarı
şansı sunabilecek nitelikte değildir.
59. Sonuç olarak Anayasa Mahkemesinden önce başvurulan tazminat
yolunun en azından özü itibarıyla ihlali tespit edebilecek nitelikte bir
başvuru yolu olarak kabul edilmesinin mümkün olmadığı, başvurucuların söz
konusu şikâyetleri açısından gerekli başvuru yolunu tüketmeden bireysel
başvuruda bulundukları sonucuna ulaşılmıştır.
60.Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Yaşam hakkının ihlaline kasten sebebiyet verildiğine
ilişkin iddianın diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin süre aşımı nedeniyle KABUL EDİLEMEZ
OLDUĞUNA,
2. Kamu görevlilerinin ihmalî
davranışlarıyla yaşam hakkının ihlaline sebebiyet verdiklerine ilişkin iddianın
diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA
9/5/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.