TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
YASEMİN DEMİR (ÖRS) BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2015/8098)
Karar Tarihi: 9/5/2019
Başkan
:
Engin YILDIRIM
Üyeler
Recep KÖMÜRCÜ
Celal Mümtaz AKINCI
Muammer TOPAL
Recai AKYEL
Raportör
Engin GÜNDÜZ
Başvurucu
Yasemin DEMİR (ÖRS)
Vekili
Av. Yıldıray BELEN
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, hatalı aşı sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 12/5/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Bakanlık, başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
7. Sağlık Bakanlığınca 2003 yılı Aralık ayında düzenlenen "Kızamık Okul Aşı Günleri" programı dâhilinde Ankara'nın Çubuk ilçesindeki ilköğretim okullarında aşı taraması yapılmıştır. Bu kapsamda 9/12/2003 tarihinde ebe H.B. tarafından başvurucuya kızamık aşısı uygulanmıştır. Başvurucu, bir süre sonra aşı yapılan kolunda ağrı olduğunu ve elini açamadığını öğretmenine bildirmiştir. Öğretmenleri tarafından kontrol amacıyla götürüldüğü sağlık kuruluşları bir sorun olmadığını belirtmişlerdir. Şikâyetleri devam eden başvurucu, sonraki gün Çubuk 1 Nolu Sağlık Ocağına oradan da Çubuk Devlet Hastanesine götürülmüştür. Burada yapılan muayenede ileri tetkik ve tedavi için Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesine (Araştırma Hastanesi) müracaatının önerilmesi üzerine 17/12/2003 tarihinde anılan hastaneye başvurmuştur. Çocuk Kliniğinde tedavi gören başvurucuda fizyolojik bir patolojiye rastlanmadığı, rahatsızlığın konversiyon reaksiyonu olarak adlandırılan, olmayan bir rahatsızlığı olmuş gibi gösterme ya da olan bir rahatsızlığı başka bir rahatsızlık olarak gösterme sendromundan kaynaklandığı başvurucuya bildirilmiştir.
A. İdari Soruşturma Süreci
8. Başvurucunun anne ve babası, aşı sonrasında çocuklarının el parmaklarını kullanamaz hâle geldiğini belirterek konunun soruşturulması istemiyle 18/12/2003 tarihinde Çubuk Sağlık Grup Başkanlığına müracaat etmişlerdir.
9. Başvuru üzerine Çubuk Kaymakamlığınca (Kaymakamlık) 12/1/2004 tarihinde başlatılan inceleme sonucunda 8/4/2004 tarihli rapor düzenlenmiştir. Raporda başvurucunun tedavisinin devam ettiği, tedavi sonucunu ve his kaybının nedenini açıklayan raporun beklenmesi gerektiğinden bu aşamada ebe H.B. hakkında bir işleme gerek olmadığı belirtilmiştir.
10. Diğer taraftan başvurucu; aşının kas üzerine yapılması gerekirken damara yapıldığını, öğretmenler odasında hemşirenin bu durumu gülerek ikrar ettiğini belirterek olay nedeniyle meydana gelen zararlarının ödenmesi amacıyla 12/3/2004 tarihinde Çubuk İlçe Sağlık Müdürlüğüne başvuruda bulunmuştur.
11. Tazminat talebi üzerine Ankara İl Sağlık Müdürlüğü 25/3/2004 tarihinde konu hakkında idari ve disiplin yönlerinden soruşturma başlatmıştır. Bu kapsamda okulda görevli öğretmenler ile aşı kampanyasında görev alan personelin ifadeleri alınmış ayrıca Araştırma Hastanesi Çocuk Kliniği şefi ile şef yardımcısının bilirkişi olarak görüşüne başvurulmuştur. Soruşturma neticesinde düzenlenen raporda, aşının damara yapıldığının gülerek anlatılması olayının öğretmen S.Ü.nün ifadesine dayandığı, somut dayanağı olmayan ifadenin diğer öğretmen ve hemşireler tarafından da doğrulanmadığı belirtilmiştir. Ayrıca bilirkişilerin olayın hatalı aşı uygulaması sonucu olmadığı, mevcut durumun konversiyon reaksiyonu olarak değerlendirildiği yönünde görüş bildirdiğine değinilmiştir. Raporun sonucunda; başvurucuya aşıyı yapan ebe H.B. ile diğer personel hakkında idari ve disiplin soruşturmasına gerek olmadığı, aşı kampanyasının başarılı şekilde bitirildiği ifade edilmiştir.
B. Ceza Yargılamasına İlişkin Süreç
12. Başvurucunun ailesi 29/1/2004 tarihinde ebe H.B. hakkında 4/6/2004 tarihinde ise gözetim ve denetim görevi nedeniyle doktor hakkında görevi ihmal suçunu işledikleri iddiasıyla Çubuk Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) suç duyurusunda bulunmuştur.
13. Ebe H.B. hakkında 2/12/1999 tarihli ve4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun hükümleri uyarınca başlatılan ön inceleme sonucu düzenlenen 18/5/2004 tarihli raporda; iddiaların kızamık aşısına bağlı olmadığı, kas ve sinir dokusunda patolojiye rastlanmadığı, elektromiyografi (EMG) ve bilgisayarlı tomografi (CT) test bulgularının normal olduğu, konversiyon reaksiyonu tanısının uyku hâlinde fotoğraflanarak kanıtlandığı belirtilerek soruşturma izni verilmemesi teklif edilmiştir. Kaymakamlık, olayda görevi ihmal suçunun sübuta ermediği kanaatine ulaşarak 20/5/2004 tarihli kararıyla ebe H.B. hakkında soruşturma izni vermemiştir.
14. Savcılığın itirazı üzerine Ankara Bölge İdare Mahkemesinin 7/7/2004 tarihli kararıyla soruşturma izni verilmemesi yolundaki karar kaldırılmıştır. Karar gerekçesinde; ön inceleme raporu ve ekli belgelerin, isnat edilen suçtan dolayı Savcılıkça hazırlık soruşturması yapılmasını gerektirecek nitelikte olduğu belirtilmiştir.
15. Savcılık 4/2/2005 tarihli talimat yazısıyla başvurucunun muayene edilerek aşı yapılması neticesinde uzuv zaafı veya uzuv tatili oluşup oluşmadığının tespiti amacıyla Araştırma Hastanesinden kesin rapor düzenlemesini talep etmiştir. Hastanenin 14/2/2005 tarihli ön raporunda; konu hakkında Adli Tıp Kurumundan (ATK) görüş alınması gerektiği belirtilmiştir.
16. Savcılık tarafından 28/2/2005 tarihli iddianame ile H.B.nin görevi ihmal, tedbirsizlik ve dikkatsizlik sonucu yaralamaya sebebiyet vermek suçlarından dolayı cezalandırılması istemiyle Çubuk Asliye Ceza Mahkemesinde (Ceza Mahkemesi) kamu davası açılmıştır. İddianamede, sanığın aşı yaparken görevinin gerektirdiği dikkat ve özeni göstermemesi sonucu çocuğun el ve kolunda aşıdan kaynaklanan kuvvet ve duyu kaybına neden olduğu, bu suretle üzerine atılı suçları işlediği kanaatine yer verilmiştir.
17. Ceza Mahkemesi konu ile ilgili olarak ATK'dan bilirkişi raporu almıştır. ATK 3. Adli Tıp İhtisas Kurulunun 1/9/2006 tarihli raporunda; başvurucunun 11/4/2005 ve 21/7/2006 tarihlerinde yapılan muayenelerinde sol el parmaklarının morardığı ve hareket etmediğinden şikâyetçi olduğu, bilek hareketlerinin ağrılı, cihazda tutulmaya bağlı parmakları semifleksiyonda, konversiyon reaksiyonu olarak değerlendirildiği belirtilmiştir. Raporun sonuç kısmında, aşıya bağlı ortaya çıktığı iddia edilen sakatlığın objektif tıbbi delillerinin bulunmadığı görüşüne yer verilmiştir.
18. Ayrıca Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesince dosyaya sunulan 9/8/2005 tarihli yazıda, başvurucunun 20/1/2004 tarihinde Çocuk Nörolojisi ve Çocuk Ruh Sağlığı bölümlerinde muayene edildiği, yapılan psikiyatrik değerlendirmede konversiyon bozukluğunun düşünüldüğü, bir hafta sonra yapılan kontrolünde elini kullanmadaki zorlukta azalma olduğunu bildirdiği, daha sonra kontrole gelmediği belirtilmiştir.
19. Ceza Mahkemesi 9/11/2006 tarihinde sanık H.B.nin beraatine karar vermiştir. Karar gerekçesinde ATK raporunda belirtilen mütalaaya yer verilerek sanığın, üzerine atılı suçları işlediğine dair her türlü şüpheden uzak somut delil elde edilemediği ifade edilmiştir.
20. Temyiz edilen karar Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 22/2/2010 tarihli kararıyla bozulmuştur. Bozma gerekçesinde, Yüksek Sağlık Şûrasından (Şûra) düşünce sorulması gerektiği belirtilmiştir.
21. Ceza Mahkemesi bozma kararına uyarak Şûranın görüşüne başvurmuştur. Şûra 11-12 Kasım 2010 tarihlerindeki toplantılar sonucunda aldığı kararda; aşıya bağlı ortaya çıktığı iddia edilen problemin teşhisine yönelik yapılan EMG'nin normal olduğunu, başvurucunun uyku hâlinde iken elinin açık olduğunun saptandığını, problemin aşıya bağlı olduğuna dair hiçbir objektif tıbbi delilin bulunmadığını belirterek ebe H.B.ye kusur atfedilemeyeceğine karar vermiştir.
22. Ceza Mahkemesi 29/3/2011 tarihli kararında sanığın beraati yönünde hüküm kurmuştur. Karar gerekçesinde, dava aşamalarında aldırılan tüm raporlar ve dosya kapsamından başvurucunun kolundaki kuvvet ve duyu kaybının yapılan aşıya bağlı olduğuna dair objektif tıbbi delilin bulunmadığı, yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmadığı belirtilmiştir.
23. Temyiz incelemesinde Yargıtay 12. Ceza Dairesi 14/3/2013 tarihinde kararın onanmasına karar vermiştir.
C. Tazminat Davasına İlişkin Süreç
24. Başvurucunun olay nedeniyle meydana gelen zararlarının ödenmesi amacıyla 12/3/2004 tarihinde yaptığı başvuruya (bkz. § 10) idare tarafından cevap verilmemiştir.
25. Başvurucu ve ailesi, hatalı aşı uygulaması sonucu zarara uğradıkları iddiasıyla Sağlık Bakanlığı aleyhine 9/7/2004 tarihinde Ankara 1. İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) maddi ve manevi tazminat davası açmışlardır. Dava dilekçesinde; aşının kas üzerine yapılması gerektiği hâlde gerekli özen ve dikkatin gösterilmemesi yüzünden damara veya sinire yapıldığını, başvurucunun sol kolunu kullanamaz hâle geldiğini belirtmişlerdir. Ayrıca hemşirenin hatasını ikrar ettiğini, durumun hatalı aşı yapılmasından kaynaklandığının doktor raporuyla belirlendiğini ileri sürmüşlerdir.
26. Davacılar, davalının savunma dilekçesi üzerine dosyaya sundukları cevapta ise aşının doktor gözetiminde yapılmadığını, aşı yapan personelin hemşire değil ebe olduğunu, kaldı ki hemşirelere dahi kızamık aşısı yapma yetkisi verilmediğini, ayrıca olaydan sonra teşhis ve tedavinin de doğru olarak yapılmadığını iddia etmişlerdir.
27. Davalı ikinci savunma dilekçesinde, hemşire ve ebelerin Sağlık Hizmetlerinin Yürütülmesi Hakkında Yönerge hükümleri uyarınca bağışıklama hizmetlerinde görev aldıklarını, dolayısıyla aşı uygulaması yapmaya yetkili olduklarını belirtmiştir.
28. İdare Mahkemesi, olaya ilişkin kayıt ve raporlar ile başvurucuya ait tıbbi belgeleri temin ederek Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı öğretim üyelerinden oluşan bilirkişi heyetinden, başvurucunun aşı yapılan kolunu kullanamamasının aşının yan etkisi sonucu oluşup oluşmadığı, durumun aşılama ile ilgisinin bulunup bulunmadığı hususlarında tıbbi kanaat bildirmesini istemiştir.
29. Bilirkişi heyetince düzenlenen 2/6/2008 tarihli raporda; dosyadaki kayıt ve belgelerde başvurucunun EMG tetkiklerinin normal olduğu, ebe eli (parmakların kasılması ve el ayası hizasında birleşmesi) ve duyu kaybının düzeldiği, uyku esnasında elinin normal durumda olduğu tespitlerinin yazılı olduğu belirtilmiştir. Bu veriler ışığında hastanın şikâyetlerinin aşı uygulamasına bağlı olarak gelişebilecek fiziksel zedelenme ya da aşının içeriğiyle ilgili olabilecek direkt veya vücudun aşıya karşı cevabı ile gelişebilecek bir zedelenme ile ilişkili olmadığı, hastanın tarif edilen şikâyetlerinin aşı veya enjeksiyon uygulaması sonrasında çok nadir olsa da gelişebilecek komplikasyonlarla da uyumlu olmadığı, bu tür olası durumlarda muayene bulgusu olarak ebe eli şeklinde kasılmadan ziyade ellerin tutmaması ve kuvvetsizlik şikâyetlerinin beklenen bulgular olduğu değerlendirilmiştir. Raporda; şikâyet ve bulguların aşının damara yapılması iddiasıyla ilişkili de olmadığı, zira enjeksiyonun damar içine yapılması durumunda şikâyetlerin daha ziyade vasküler damar yetmezliği veya alerjik reaksiyonlar şeklinde ve hemen olmasının bekleneceği bildirilmiştir.
30. Başvurucu, bilirkişilerce bizzat muayene edilmesi gerektiği iddiasıyla bilirkişi raporuna itirazda bulunmuş, İdare Mahkemesi bu hususta bilirkişilerden ek rapor talep etmiştir. Bilirkişi heyeti 17/9/2008 tarihli ek raporunda; muayene işleminin şikâyetin var olup olmadığının tespitine yönelik bir ameliye olduğunu, oysa hastanın şikâyetlerinin gerçekten var olduğu kabulüyle değerlendirme yaptıklarından bu tespite ihtiyaç duyulmadığını, diğer taraftan dava dosyasında yer alan bilgilerin, laboratuvar ve izlem notlarının şikâyetlerin aşı ile ilişkilendirilip ilişkilendirilemeyeceğine dair tıbbi kanaate ulaşmak için yeterli olduğunu, incelemede hasta muayenesine gerek duyulmadığını belirtmiştir.
31. İdare Mahkemesi 21/1/2009 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Karar gerekçesinde; Çubuk Asliye Ceza Mahkemesince ebe H.B. hakkında verilen beraat kararı, Aşı Sonrası İstenmeyen Etki Danışma Kurulunun 9/12/2004 tarihli kararı ve bilirkişi raporunda belirtilen tespitlerden hareketle kızamık aşısı ile başvurucunun şikâyetleri arasında illiyet bağının olmadığı, bu itibarla idare tarafından yürütülen kamu hizmetinin düzenlenmesinde ve uygulanmasında idareye yüklenebilecek bir kusurun ve tazmin yükümlülüğünün bulunmadığı belirtilmiştir.
32. Söz konusu karar Danıştay Onbeşinci Dairesinin 9/4/2014 tarihli kararıyla onanmıştır. Karar düzeltme istemi aynı Dairenin 26/2/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
33. Karar düzeltme incelemesinde düşüncesini bildiren tetkik hâkimi, konuyla ilgisi olması nedeniyle aralarında psikiyatri uzmanı, sinir cerrahisi uzmanı ve adli tıp uzmanı bulunan heyete, hastanın muayene edilmesi suretiyle yeniden bilirkişi incelemesi yaptırılması gerektiğini açıklamıştır.
34. Nihai karar başvurucuya 16/4/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.
35. 12/5/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
36. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısımları şöyledir:
“İdari dava türleri şunlardır:
...
b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, ...”
37. Anayasa Mahkemesi, yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığına (Tazminat Komisyonu) başvuru imkânının getirilmesine ilişkin mevzuata önceki içtihadında yer vermiştir (Ferat Yüksel, B. No: 2014/13828, 12/9/2018, §§ 11-14).
B. Uluslararası Hukuk
38. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı 8. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir."
39. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerinin korunması, kendilerine uygulanan tedaviye dâhil olmaları, bu hususta rıza göstermeleri ve maruz kaldıkları sağlık risklerini değerlendirmelerine yardımcı olan bilgilere erişimlerinin Sözleşme'nin 8. maddesi kapsamı içerisinde yer aldığını kabul etmektedir (Trocellier/Fransa (k.k.), B. No: 75725/01, 5/10/2006; İclal Karakoca ve Hüseyin Karakoca/Türkiye (k.k.), B. No: 46156/11, 21/5/2013).
40. AİHM kararlarına göre devletler -ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin- sağlık hizmetlerini, hastaların yaşamları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüğünün korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Vo/Fransa [BD], B. No: 53924/00, 8/7/2004, § 89; Calvelli ve Ciglio/İtalya [BD], B. No: 32967/96, 17/1/2002, § 49).
41. AİHM'e göre taraf devletler, uygulanması planlanan tıbbi işlemin öngörülebilir sonuçları hakkında doktorların hastalara önceden bilgi vermelerini sağlayacak gerekli düzenleyici tedbirleri almak zorundadır. Bunun bir sonucu olarak hastanın önceden bilgilendirilmesi söz konusu olmadan öngörülebilir nitelikte bir riskin ortaya çıkması durumunda, ilgili devlet hastaya bilgi verilmemesinden doğrudan sorumlu tutulabilmektedir (Şerif Gecekuşu/Türkiye (k.k.), B. No: 28870/05, 25/5/2010).
42. Tıbbi bir hatanın ve hastane hizmetlerindeki eksikliklerin sorumluluğunun Sözleşme'nin 8. maddesi kapsamında doğrudan devlete atfedilmesi için yeterli olup olmadığı hususunda AİHM, farklı tıbbi bilirkişi raporlarında ve hatta iç yargı organlarının kararlarında her türlü tıbbi hata ve ihmalin ihtimal dışı bırakıldığı bir davada (Yardımcı/Türkiye, B. No: 25266/05, 5/1/2010, § 59) her halükârda bu sonuçları sorgulamanın veya sahip olduğu tıbbi bilgilerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında tahminlere dayalı olarak fikir yürütmenin görevleri arasında olmadığına işaret etmiştir (Tysiąc/Polonya, B. No: 5410/03, 20/3/2007, § 119, Yardımcı/Türkiye, § 59).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
43. Mahkemenin 9/5/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Kişinin Maddi ve Manevi Varlığını Koruma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
44. Başvurucu; bilirkişilerin kendisini muayene etmeden rapor düzenlediğini, davanın tarafı olan Sağlık Bakanlığına bağlı kuruluşlarca düzenlenen tıbbi belgelerin rapora dayanak alındığını, Adli Tıp Kurumu tarafından muayenesi yapılmadığından yargılamanın objektif şekilde sonuçlanmadığını belirtmiştir. Ayrıca aşının doktor gözetiminde yapılmadığını, hemşirelere dahi kızamık aşısı yapma yetkisi verilmediğini, bu nedenle Ebe H.B.nin yetkisiz olarak aşı yaptığını ifade etmiştir. Başvurucu bu nedenlerle adil yargılanma hakkı çerçevesinde hak arama hürriyeti ile silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
45. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, ..., maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."
46. Anayasa'nın 56. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler."
47. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
48. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmekte olup söz konusu düzenleme, Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde özel hayata saygı hakkı kapsamında güvence altına alınan fiziksel ve zihinsel bütünlüğün korunması hakkına karşılık gelmektedir.
49. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında, kasıt söz konusu olmaksızın hekim kusuru nedeniyle vücut bütünlüğünün zarar gördüğü şeklindeki tıbbi ihmale dair şikâyetleri Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında incelemiştir (Melahat Sönmez, B. No: 2013/7528, 9/9/2015; Ahmet Sevim, B. No: 2013/474, 9/9/2015; Hilmi Düzgüner, B. No: 2014/9690, 11/5/2017).
50. Anılan kararlar doğrultusunda somut olayda başvurucunun tıbbi ihmale dayalı tüm şikâyetlerinin Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında incelenmesi gerekmektedir.
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
51. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Genel İlkeler
52. Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmektedir. Bu kapsamda anılan Anayasa hükmü ile kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğü gerek kamusal yetkilerle donatılmış kişilerin gerekse özel kişilerin müdahalelerine karşı güvence altına alınmıştır (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 40).
53. Anayasa’nın 17. maddesinin amacı, esas olarak bireylerin maddi ve manevi varlığına karşı devlet tarafından yapılabilecek keyfî müdahalelerin önlenmesidir. Bunun yanı sıra devletin tıbbi müdahaleler nedeniyle kişilerin maddi ve manevi varlığını etkili olarak koruma ve maddi ve manevi varlığına saygı gösterme şeklinde pozitif yükümlülüğü de bulunmaktadır (Ahmet Acartürk, B. No: 2013/2084, 15/10/2015, § 49). Nitekim Anayasa’nın 56. maddesinde de belirtildiği üzere pozitif yükümlülük, sağlık alanında yürütülen faaliyetleri de kapsamaktadır (İlker Başer ve diğerleri, B. No: 2013/1943, 9/9/2015, § 44).
54. Devlet, bireylerin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlıklarını koruma hakkı kapsamında ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin sağlık hizmetlerini hastaların yaşamları ile maddi ve manevi varlıklarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Ahmet Acartürk,§ 51).
55. İlke olarak tıbbi ihmallere ilişkin şikâyetler konusunda temel başvuru yolu, hukuki sorumluluğu tespit adına takip edilecek olan hukuk veya idari tazminat davası yoludur (Nail Artuç, B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 38).
56. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında hukuki sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat davalarının makul derecede dikkatli ve özenli inceleme şartını yerine getirmesi gerekmektedir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yürüttükleri yargılamalarda Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle bir inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde yaptıklarının da Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira derece mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet, yürürlükteki yargı sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer hak ihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Yasin Çıldır, B. No: 2013/8147, 14/4/2016, § 57; Tevfik Gayretli, B. No: 2014/18266, 25/1/2018, § 32).
57. Diğer taraftan belirtmek gerekir ki olayların oluşumuna ilişkin delillerin değerlendirilmesi öncelikle idari ve yargısal makamların ödevidir. Aynı şekilde başvuru dosyasında bulunan tıbbi bilgi ve belgelerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında fikir yürütmek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir (Mehmet Çolakoğlu, B. No: 2014/15355, 21/2/2018, § 47). Ancak kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında yerine getirmek zorunda olduğu usul yükümlülüklerinin somut olayda yerine getirilip getirilmediğinin nesnel bir şekilde değerlendirilmesi için ilgili anayasal kurallar bağlamında derece mahkemelerinin kendilerine tanınmış takdir yetkileri çerçevesinde hareket edip etmediklerinin denetlenmesi gerekir. Bu bağlamda müdahaleyi haklı göstermek için öne sürülen gerekçelerin ilgili ve yeterli olup olmadığı incelenmelidir (Murat Atılgan, B. No: 2013/9047, 7/5/2015, § 44).
58. Bu bağlamda derece mahkemelerinin gerekçeleri, tarafların kanun yoluna başvuru imkânını etkili şekilde kullanabilmesini sağlayacak surette ayrıntılı olarak ortaya konulmalı; ulaşılan sonuçlar yeterli açıklıktaki bilimsel görüş ve raporlar gibi somut, nesnel verilere dayandırılmalıdır (Murat Atılgan, § 45).
ii. İlkelerin Olaya Uygulanması
59. Anayasa Mahkemesi yukarıda değinilen Anayasa'nın 17. maddesi kapsamında devlete düşen pozitif yükümlülüklerin somut olay bağlamında yerine getirilip getirilmediğini denetlemek durumundadır (Tevfik Gayretli, § 36). Bu sebeple başvuruya konu olay, devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına ilişkin pozitif yükümlülüğü kapsamında incelenmiştir.
60. Başvurucunun temel iddiası, aşının kasa yapılması gerekirken damar içine yapıldığına ilişkin olup bu iddia öğretmeninden aldığı duyuma dayanmaktadır.
61. Başvurucunun iddiasıyla ilgili olarak idari, cezai ve hukuki olmak üzere üç farklı süreçte araştırma, inceleme, soruşturma ve yargılama yapılmıştır. Bu kapsamda Araştırma Hastanesi hekimlerinden, ATK'dan, Şûradan ve Aşı Sonrası İstenmeyen Etki Danışma Kurulundan tıbbi görüş alınmış, yapılan değerlendirmelerin hiçbirinde başvurucuda ortaya çıkan şikâyetlerin aşı uygulamasından kaynaklandığına dair bulgu elde edilememiştir.
62. Son olarak İdare Mahkemesince hizmet kusurunun tespitine yönelik olarak Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesinde görevli ve çocuk sağlığı alanında uzman üç öğretim üyesinden oluşan bilirkişi heyetine inceleme yaptırılmıştır. Bilirkişiler inceleme sırasında başvurucuyu bizzat muayene etmemiş, bunun sebebini ise hastanın olay tarihindeki şikâyetlerinin ve o dönemdeki tıbbi bulguların esas olduğu, dosyadaki belgelerin olay hakkında kanaate varmaları için yeterli olduğu şeklinde izah etmişlerdir. Bu noktada, başvurucunun farklı tarihlerde ATK tarafından iki kez muayene edildiği belirtilmelidir.
63. Bilirkişi heyeti başvurucunun şikâyetlerini ve olaya dair iddialarını detaylı olarak incelemiştir. Bu çerçevede dosyada mevcut kayıt ve belgelerde yazılı tespitleri esas alarak tarif edilen şikâyetlerin aşı veya enjeksiyon sonrası görülebilecek bulgularla uyumlu olmadığı, ayrıca aşının damar içine yapılması nedeniyle ortaya çıkması beklenen bulgulara başvurucuda rastlanmadığından yapılan aşının hastanın yakınmalarıyla ilgisinin bulunmadığı yönünde görüş bildirmiştir.
64. Başvurucunun, aşının yapılmasında sağlık personelinin hatalı davrandığı yönündeki iddiasının araştırılması ve durumun açıklığa kavuşturulması için alınan ve yargı mercilerinin kararlarına gerekçe oluşturan bilirkişi raporlarında; başvurucunun şikâyetlerinin aşının hatalı yapılması durumunda ortaya çıkacak bulgularla uyumlu olmadığı, bu yönde objektif tıbbi delillerin bulunmadığı açıklanmıştır.
65. Yargılama sürecinde bir avukat tarafından temsil edilen başvurucunun, bilirkişi raporlarına ve kararlara karşı kanuni yollara başvurabildikleri ve bu surette meşru çıkarlarının korunması için söz konusu davaya gerekli olduğu ölçüde etkili katılımlarının sağlandığı, dava dosyasını inceleyip ayrıca bilgi ve belge sunabildikleri, toplanan delillerden haberdar edildiği anlaşılmaktadır.
66. Anayasa Mahkemesinin bilirkişilerin vardığı sonuçların doğru olup olmadığını irdeleme görevi bulunmamakla birlikte, başvurucunun iddialarının bilirkişi raporlarıyla açıklanmış olduğu ve başvurucuların anayasal haklarını koruma amacına yönelik yeterli güvenceleri içeren bir usul çerçevesinde inceleme yapıldığı gözlenmektedir.
67. Sonuç olarak başvurucunun tıbbi ihmale yönelik iddialarını karşıladığı anlaşılan bilirkişi raporuna dayanılarak verilen derece mahkemesi kararı, konuyla ilgili ve yeterli bir gerekçe içermektedir. Bu durumda uyuşmazlığın çözümü için esaslı olan iddiaların derece mahkemelerince Anayasa'nın 17. maddesinin gerektirdiği özen ve derinlikte incelendiği anlaşılmaktadır. Somut olay bakımından kamu makamlarının pozitif yükümlülüklerinin yerine getirilmediği söylenemeyeceğinden kişinin maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edilmediği sonucuna varılmıştır.
68. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
69. Başvurucu, yargılamanın çok uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
70. 31/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un 20. maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir.
71. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Tazminat Komisyonu tarafından incelenmesi öngörülmüştür.
72. Anayasa Mahkemesi Ferat Yüksel kararında; yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru imkânının getirilmesine ilişkin yolu, ulaşılabilir olma, başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesinin bulunup bulunmadığı yönlerinden inceleyerek etkililiğini tartışmıştır (Ferat Yüksel, § 26).
73. Ferat Yüksel kararında özetle; anılan başvuru yolunun kişileri mali külfet altına sokmaması ve başvuruda kolaylık sağlaması nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş şekli itibarıyla ihlal iddialarına makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden mahrum olmadığı vetazminat ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün olmadığında başka türlü telafi olanakları sunması nedenleriyle potansiyel olarak yeterli giderim sağlama imkanına sahip olduğu hususunda değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat Yüksel, §§ 27-34). Bu gerekçeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesi, ilk bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğu görülen Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 35, 36).
74. Mevcut başvurunun bu kısmı yönünden söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
75. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA,
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 9/5/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.