logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Ayşe Selma Karaduman ve diğerleri [1.B.], B. No: 2015/14011, 12/6/2019, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

AYŞE SELMA KARADUMAN VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2015/14011)

 

Karar Tarihi: 12/6/2019

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Burhan ÜSTÜN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör

:

Heysem KOCAÇİNAR

Başvurucular

:

1.Ayşe Selma KARADUMAN

 

 

2. Canan İLTER

 

 

3. Gülberk EMİNSOY

Vekili

:

Av. İbrahim PINAR

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, emeklilik aylığında artış sağlayan kanuni düzenlemenin yapıldığı tarihten itibaren geçerli olacak şekilde uygulanması talebinin reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 19/8/2015 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

6. Başvurucuların murisi Necmettin Karaduman 1983-1987 yılları arasında Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) başkanı olarak görev yapmış olup 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu hükümlerine göre emekli olmuştur.

A. İdari Yargı Süreci

7. Başvurucuların murisi 18/9/2008 tarihli dilekçe ile kendisine bağlanan emekli maaşının 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 43. Maddesi uyarınca ödenmesi talebinde bulunmuştur. İdarenin zımni reddi üzerine de 2/2/2009 tarihinde işlemin iptalini istemiyle dava açmıştır.

8. Ankara 3. İdare Mahkemesi 25/11/2009 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Anılan kararda 5510 sayılı Kanun’da yürürlük tarihinden önce TBMM başkanlığı görevlerinden ayrılanlara yönelik herhangi bir düzenleme olmadığından aynı Kanun’un 43. Maddesi kapsamında yaşlılık aylığı bağlanmasına hukuken olanak bulunmadığı gerekçesine yer verilmiştir. Karar temyiz edilmeden kesinleşmiştir.

B. Adli Yargı Süreci

9. Başvurucuların murisi 16/6/2010 tarihli dilekçeyle, emekli aylığının 1/10/2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Kanun’un 43. Maddesine uygun olarak belirlenmesi istemiyle Ankara 3. İş Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır.

10. Mahkeme 23/12/2010 tarihinde başvurucular murisine bağlanan emekli aylığının kanuni düzenlemenin yürürlüğe girdiği 1/10/2008 tarihinden itibaren 5510 sayılı Kanun’un 43. Maddesinde belirtilen orana göre ödenmesi gerektiğine karar vermiştir.

11. Hüküm davalı kurumca temyiz edilmiştir. Yargıtay 10. Hukuk Dairesi (Daire) 8/3/2011 tarihli karar ile ilk derece mahkemesi kararını bozmuştur. Anılan kararda, 5510 sayılı Kanun’da yürürlük tarihi öncesinde emekli olanların aylıklarının Kanun’un 43. Maddesindeki düzenleme uyarınca yeniden tespitine olanak veren bir hükmün yer almadığı saptamasında bulunulmuştur. Daire, bu saptamadan hareketle 5510 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten önce iştirakçiliği sona erenler hakkında 5510 sayılı Kanun ile yürürlükten kaldırılan hükümleri de dâhil olmak üzere 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre işlem yapılacağına işaret etmiştir. Daire son olarak 5510 sayılı Kanun’un geçici 4. Maddesinin (9) numaralı fıkrasında öngörülen emeklilik öncesi sahip olunan rütbe, kadro ve sair konumlara ilişkin değişikliklerin emeklilere yansıtılmasına yönelik olduğunu, bunun somut olayda uygulanamayacağını kararında ifade etmiştir.

12. Mahkeme, Dairenin bozma kararına direnmiş ve 7/7/2011 tarihli karar ile bir kez daha davanın kabulüne karar vermiştir. Direnme kararı davalı kurum tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu (HGK) 21/3/2012 tarihli karar ile Ankara 3. İdare Mahkemesinin 25/11/2009 tarihli kararının kesin hüküm oluşturup oluşturmadığının araştırılması ve yargılama aşamasında yürürlüğe giren 5510 sayılı Kanun’un geçici 38. Maddesi uyarınca hukuki durumun yeniden değerlendirilmesi amacıyla hükmü bozmuştur.

13. Mahkeme, bozma kararına uyarak yapmış olduğu yargılama sonunda verdiği 25/12/2012 tarihli kararla davayı bir kez daha kabul etmiştir. Hüküm davalı kurumca temyiz edilmiştir. Daire 31/5/2013 tarihli kararında, 5510 sayılı Kanun’un 43. Maddesinin -yayımı tarihi itibarıyla- geriye yürüyeceğine ilişkin bir düzenleme bulunmadığı ve bu hususun 26/1/2012 tarihli ve 28185 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren, 17/1/2012 tarihli ve 6270 sayılı Kanun’la 5510 sayılı Kanun’a eklenen 38. Madde ile açıklığa kavuştuğu saptamasını yapmıştır. Daire, bu saptama doğrultusunda söz konusu ek düzenleme uyarınca 5510 sayılı Kanun’un 43. Maddesindeki aylık hesabına ilişkin lehe düzenlemenin geçici 38. Madde öncesine geriye yürütülmesinin mümkün olmadığı sonucuna varmıştır.

14. Mahkeme 31/5/2013 tarihli bozma kararına uymuş ve bu kararda belirtilen hususlara atıf yaparak davayı reddetmiştir. Başvurucuların murisi tarafından temyiz edilen hüküm Dairenin 10/3/2015 tarihli kararıyla onanarak kesinleşmiştir.

15. Nihai karar 12/8/2015 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 19/8/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

16. Başvurucu Necmettin Karaduman bireysel başvuru aşamasında 22/6/2017 tarihinde vefat etmiştir.

17. Başvurucunun mirasçıları, avukatları aracılığıyla 24/7/2017tarihinde verdikleri dilekçeyle bireysel başvurudaki talepleri yineleyerek başvuruya devam etmek istediklerini beyan etmişlerdir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Kanun Hükümleri

18. 5510sayılı Kanun’un 43. Maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:

“Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı veya Başbakan iken bu görevinden herhangi bir nedenle ayrılanlara, istekleri üzerine, müracaat tarihini takip eden ay başından itibaren, istek tarihindeki Cumhurbaşkanına ödenmekte olan aylık ödeneğin % 40’ı esas alınarak Cumhurbaşkanına bağlanacak yaşlılık aylığının % 75’i oranında yaşlılık aylığı bağlanır.’’

19. 5510 sayılı Kanun’un geçici 38. Maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Bu maddenin yürürlük tarihinden önce bu Kanunun 43 üncü maddesinin üçüncü fıkrasında sayılan görevlerde bulunmuş olanlardan herhangi bir sebeple bu görevleri sona erenler ile Büyük Millet Meclisi, Millet Meclisi, Cumhuriyet Senatosu, Temsilciler Meclisi ve Danışma Meclisi Başkanları da bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihi takip eden aybaşından itibaren bu Kanunun 43 üncü maddesi hükmünden yararlanır.’’

B. Yargısal Kararlar

20. Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 9/9/2014 tarihli ve E.2014/19318, K.2014/16841 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

“ 5434 sayılı Kanun kapsamında emekli aylığı almakta olan davacı, 2002-2007 yılları arasındaki dönemde “TBMM Başkanı” olarak görev yaptığı gözetilerek, 01.10.2008 tarihinden itibaren 5510 sayılı Kanunun 43’üncü maddesine göre emekli aylığının yeniden belirlenmesine karar verilmesini istemiştir.

Açıklanan maddi ve hukuki olgular çevresinde somut olay değerlendirildiğinde; 5434 sayılı Kanun kapsamında ve 01.10.2008 tarihinden önce kendisine emekli aylığı bağlanan ve 2002-2007 yılları arasında “TBMM Başkanı” olduğu çekişmesiz olan davacının; 5510 sayılı Kanuna eklenen geçici 38’inci madde uyarınca anılan Kanunun 43’üncü maddesindeki düzenlemeye göre aylığının hesaplanması gerekir. Ne var ki; geçici 38’inci maddesinde ayrıca düzenlemenin geçerli olacağı tarih açıkça belirtildiğinden, söz konusu hesaplama ancak geçici 38’inci maddenin yürürlük tarihini takip eden aybaşından itibaren geçerli olacaktır. Zira barem, teşkilat, kadro ve sair Kanun değişikliği niteliğinde olmayan 5510 sayılı Kanunun 43’üncü maddesindeki aylık hesabına ilişkin lehe düzenlemenin geçici 38’inci maddenin öncesinde geriye yürütülerek, 5434 sayılı Kanun kapsamında hesaplanan aylığın artırılması geçiş hükümlerine ilişkin geçici 4’üncü maddedeki düzenleme karşısında mümkün değildir. Bu nedenle, davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçelerle kabulüne hükmedilmesi; usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.’’

21. Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 5/2/2013 tarihli ve E.2011/17533, K.2013/1233 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

“ 5510 sayılı Yasa, Yasanın yürürlük tarihi öncesinde emekli olanların aylıklarının 5510 sayılı Yasanın 43. Maddesindeki düzenleme uyarınca yeniden tespitine olanak veren bir hüküm içermediği gibi; 5510 sayılı Yasanın Geçici 4. Maddesinin bir, iki ve beşinci fıkralarında yer alan,“Bu Yasanın yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Yasaya göre; aylık, tazminat, harp alullüğü zammı, diğer ödemeler ve yardımlar ile 08/02/2006 tarihli ve 5454 sayılı Yasanın 1 inci maddesine göre ek ödeme verilmekte olanlara, bu Yasayla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı Yasada kendileri için belirtilmiş olan şartları haiz oldukları müddetçe bunların ödenmesine devam olunur. Ancak, 5 ilâ 10 yıl arasında fiili hizmet süresi olan iştirakçilerden dolayı dul ve yetim aylığı almakta olanların, aylık ve diğer ödemeleri, bu Yasanın 32 nci, 34 üncü ve 37 nci maddelerindeki şartları haiz oldukları müddetçe devam edilir.

5510 sayılı Yasanın Geçici 4. Maddesinin dokuzuncu fıkrasında yer alan, “5434 sayılıYasaya göre ödenen aylıklar ile bu madde kapsamında bağlanacak aylıklar, memur maaş katsayılarındaki artışlara göre yükseltilir. Ayrıca 5434 sayılı Yasanın yürürlüğe girdiği tarihten sonra barem, teşkilat, kadro ve sair kanunlar ile aynı rütbe, kadro ve sair kanunlarda yapılacak değişiklikler sonucunda aylık tutarlarında meydana gelecek yükselmeler, aynı rütbe, kadro unvanı ve dereceden bağlanmış bulunan emeklilik, alullüğ ve vazife alullüğü aylıkları ile dul ve yetim aylıkları hakkında da uygulanır.” Düzenlemesi de, barem, teşkilat, kadro ve sair kanunlarda yapılan değişiklik sonucunda,sigortalının emekliliği öncesi dönemde bulunduğu rütbe, kadro ve sair konumlara ilişkin değişikliklerin, emeklilere de yansıtılması olanağını öngörmekte olup; aktif çalışanlara yönelik bir hüküm içermeyip, münhasıran emeklilik aylıklarının bağlanması ve hesabı konusunda düzenleme getiren 5510 sayılı Yasanın 43. Maddesinin, barem, teşkilat, kadro ve sair kanun değişikliği olarak nitelenmesi olanağı bulunmamaktadır.

Kaldı ki, 26.01.2012 gün ve 28185 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak, 1/1/2012 tarihinden geçerli olmak üzere 1/3/2012 tarihinde yürürlüğe giren, 6270 sayılı Kanunun 16. Maddesi ile 5510 sayılı Kanuna eklenen geçici 38. Maddede, maddenin yürürlük tarihinden önce bu Kanunun 43 üncü maddesinin üçüncü fıkrasında sayılan görevlerde bulunmuş olanlardan herhangi bir sebeple bu görevleri sona erenler ile Büyük Millet Meclisi, Millet Meclisi, Cumhuriyet Senatosu, Temsilciler Meclisi ve Danışma Meclisi Başkanları da bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihi takip eden aybaşından itibaren bu Kanunun 43 üncü maddesi hükmünden yararlanacağı düzenlenmiş olup, son fıkrasında, bu madde esas alınarak geriye dönük herhangi bir ödeme yapılmayacağı ve geriye dönük hak talep edilemeyeceği vurgulanmıştır.

Sıralanan maddi ve hukuki olgular ışığında yapılan değerlendirme uyarınca, 5434 sayılı Yasa iştirakçisi olarak emekli konumunda bulunan davacı yönünden, 5510 sayılı Yasanın 43. Maddesinin uygulanma olanağının bulunmadığı yönü gözetilerek davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçelerle kabul kararı verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.’’

22. Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 24/9/2013 tarihli ve E.2013/11735, K.2013/17042 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

“Dava; TBMM eski başkanlarından olan davacının emekli aylığının 01.10.2008 tarihinden geçerli olmak üzere 5510 sayılı Yasa’nın 43. Maddesinde belirtilen usuller çerçevesinde tespit edilmesi ve fark aylıkların 01.10.2008 tarihinden itibaren hesaplanacak yasal faizi ile birlikte tahsili istemine ilişkindir.

Mahkemece; davanın kabulü ile davacının emekli aylığının davalı Kurum’a başvurduğu 01.10.2008 tarihini izleyen aybaşından itibaren 5510 sayılı Yasa’nın 43/3 maddesine göre hesaplanması gerektiğinin tespitine, davacının emekli aylığının davalı Kurum’a başvuru tarihi olan 01.10.2008 tarihini izleyen aybaşından dava tarihi olan 18.03.2010 tarihine kadar olan dönemdeki 65.022,06 TL fark aylığına hak kazandığının tespitine ve bu meblağın başvuru tarihi olan 01.10.2008 tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine karar verilmişse de tüm aylıklar toplamına 01.10.2008 tarihinden itibaren faiz yürütülmesine karar verilmesi isabetsiz olmuştur.’’

V. İNCELEME VE GEREKÇE

23. Mahkemenin 12/6/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

24. Başvurucuların murisi; emekli TBMM başkanı sıfatıyla almakta olduğu aylığın 1/10/2008 tarihinden itibaren 5510 sayılı Kanun’un 43. Maddesi uyarınca hesaplanması gerektiğini, benzer şekilde 1/10/2008 tarihinden önce emekli olan diğer başkanlar M.K., A.H.C., H.Ç., İ.K.E. ve Ö.İ. tarafından açılan davaların lehe sonuçlandığını iddia etmiştir. Başvurucu, açmış olduğu davada benzer durumda bulunan kişiler tarafından açılan davalardan farklı bir sonuca ulaşılmasının adil yargılanma hakkı ve mülkiyet hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.

25. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu, mülkiyet hakkının ihlali iddiası yanında aynı gerekçelerle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini de ileri sürmüştür. Başvurucunun şikâyetinin özünün emekli aylığında artış öngören kanuni düzenlemenin derece mahkemelerince dikkate alınmaması nedeniyle bir kısım ödemeden mahrum kalındığına yönelik olduğu anlaşılmakla ihlal iddialarının mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.

B. Değerlendirme

26. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır (Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, B. No: 2013/1178, 5/11/2015, § 54). Bu nedenle öncelikle başvurucunun Anayasa’nın 35. Maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26; İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539, 16/5/2013, § 31).

27. Anayasa’nın 35. Maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkı mevcut mal, mülk ve varlıkları koruyan bir güvencedir. Bir kişinin hâlihazırda sahibi olmadığı bir mülkün mülkiyetini kazanma hakkı -kişinin bu konudaki menfaati ne kadar güçlü olursa olsun- Anayasa’yla korunan mülkiyet kavramı içinde değildir. Bu bağlamda belirtmek gerekir ki Anayasa’nın 35. Maddesi soyut bir temele dayalı olarak mülkiyete erişmeyi ve mülkiyeti edinmeyi değil mülkiyet hakkını güvence altına almaktadır. Bu hususun istisnası olarak belli durumlarda bir ekonomik değer veya icrası mümkün bir alacağı elde etmeye yönelik meşru bir beklenti Anayasa’da yer alan mülkiyet hakkı güvencesinden yararlanabilir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No: 2012/636, 15/4/2014, §§ 36, 37; Mehmet Şentürk [GK], B. No: 2014/13478, 25/7/2017, §§ 41, 53; Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, §§ 52-54).

28. Meşru beklenti; objektif, temelden uzak bir beklenti olmayıp belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma ihtimalinin yüksek olduğunu gösteren yerleşik bir yargı içtihadına ya da ayni menfaatle ilgili hukuki bir işleme dayanan yeterli derecede somut nitelikteki bir beklentidir (Selçuk Emiroğlu, B. No: 2013/5660, 20/3/2014, § 28; Mehmet Şentürk, § 42). Dolayısıyla Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ortak koruma kapsamında olan meşru beklentiye dayalı mülkiyet hakkının tespiti mevcut hukuk sisteminde iddia edilen mülkiyet iddiasının tanınmasına bağlı olup bu tespit, mevzuat hükümleri ve yargı kararları ile yapılmaktadır (Üçgen Nakliyat Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2013/845, 20/11/2014, § 37). Temelsiz bir hak kazanma beklentisi veya sadece mülkiyet hakkı kapsamında ileri sürülebilir bir iddianın varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, § 37).

29. İlgili mevzuatın ilk defa yorumlanmasında yetki ve görev bakımından farklı durumda bulunan mahkemeler arasında farklılıklar oluşması doğaldır. Diğer bir deyişle değişik yargı kademelerinde görev alan hâkimlerin tamamının ilk defa uygulanan bir kuralı aynı şekilde yorumlamaları mümkün olmayabilir. Ancak böylesi bir durumda mahkemelerin uygulamaları arasındaki uyumu ve içtihat birliğini sağlamaya yönelik mekanizmalar önem taşımaktadır. Yüksek mahkemelerin fonksiyonlarından biri de yargı kararları arasında doğabilecek içtihat farklılıklarına bir çözüm getirmektir. Bununla birlikte yeni kabul edilmiş bir kanunun yorumlanmasında olduğu gibi bazı hâllerde içtihadın müstakar hâle gelmesinin belirli bir zamanı gerektirdiği açıktır (Ford Motor Company, B. No: 2014/13518, 26/10/2017, § 58).

30. Bir kanun hükmüne ilişkin içtihadın henüz yerleşik hâle gelmediği bir aşamada o hükmün yargı organlarınca farklı biçimlerde yorumlanabilmesi hukukun doğası gereğidir. Zira hukukta nesnelliğin sağlanabilmesi açısından hukuk kurallarının belli ölçüde soyut kavramlar içermesi kaçınılmazdır. Nesnel hukuk kurallarının maddi âlemde gerçekleşen olaylarla birebir örtüşmesi ve bunlara uygulanması ise her zaman mümkün olmayabilir. Öte yandan hukuk kurallarının kapsamının tespitinde kural koyucu ne kadar titiz davranırsa davransın kuralın yürürlüğe girmesinden ve uygulanmaya başlanmasından sonra öngörülemeyen bazı yeni durumların ortaya çıkması da mümkündür. Bu gibi hâllerde kuralın yetkili otoritelerce ve özellikle yargı organlarınca yorumlanması zorunlu hâle gelmektedir. Kuralı yorumlayan otoritelerin birden fazla olması, bazı hâllerde kuralın birden fazla yorumlanmasını önlenemez kılmaktadır. Dolayısıyla hukuk kurallarının bu niteliği dikkate alındığında bir kanun hükmünün yargı organlarınca farklı biçimlerde yorumlanabilmesi ve kurala ilişkin farklı içtihatların varlığı, tek başına kuralın belirsiz ve öngörülemez olduğu yargısına ulaşmayı haklı kılmaz. Bununla birlikte birden fazla içtihadın varlığı hukuk kurallarının temel bir özelliği olan bireyin davranışını yönlendirebilme gücünü zayıflatacak bir boyuta ulaşmışsa kamu düzeninin bozulduğundan söz edilebilir. Bu durumda bireylerin davranışlarını hangi içtihada göre yönlendirecekleri belirsizleşeceğinden öngörülebilirlik ortadan kalkar (Ford Motor Company, § 59).

31. Başvuru konusu olayda başvurucuların murisi emekli aylığının 5510 sayılı Kanun’un 43. Maddesinin yürürlüğe girdiği 1/10/2008 tarihinden itibaren bu madde kapsamına göre belirlenmesi gerektiğini ileri sürmüş ve kendisi ile benzer durumda bulunan kişilerce açılan davaları örnek göstermiştir. Başvurucuların murisi tarafından emsal olarak gösterilen ve lehe sonuçlanan davalar bulunmakla birlikte Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla yapılan incelemede aynı konumda bulunan kişiler ya da mirasçıları tarafından açılan birçok davanın da aleyhe sonuçlandığı saptanmıştır.

32. Derece mahkemelerinin kararlarında açıklandığı üzere 5510 sayılı Kanun’da yürürlük tarihi öncesinde emekli olanların aylıklarının Kanun’un 43. Maddesindeki düzenleme uyarınca yeniden tespitine olanak veren açık bir hüküm bulunmamaktadır. Öte yandan başvurucuların murisinin talebine dayanak teşkil edecek nitelikte yargı kararları bulunuyorsa da aksi yönde de kararlar mevcut olup bu hususta istikrarlı bir uygulamanın varlığından da söz edilemez.

33. Başvurucuların dayanmış olduğu mevzuatın yürürlük tarihi itibarıyla yeni olduğu ve derece mahkemelerince ilk defa yorumlandığı anlaşılmaktadır. İlgili mevzuatın ilk defa yorumlanmasında bölgesel ve görevsel yetkilere sahip mahkemeler arasında farklılıklar oluşması doğaldır. Yukarıda da değinildiği üzere bu hâlde mahkemelerin uygulamaları arasındaki uyumu ve içtihat birliğini sağlamaya yönelik mekanizmalar önem taşımaktadır.

34. Yüksek mahkemelerin oynaması gereken rol tam da yargı kararlarında doğabilecek içtihat farklılıklarına bir çözüm getirmektir. Bununla birlikte yeni kabul edilmiş bir kanunun yorumlanmasında olduğu gibi bazı hâllerde içtihadın müstekar hâle gelmesinin belirli bir zamanı gerektirdiği açıktır (Türkan Bal [GK], B. No: 2013/6932, 6/1/2015, § 56).

35. Öte yandan Anayasa Mahkemesi, içtihat farklılığını değerlendirdiği bir kararında Yargıtayın istikrarlı olarak uygulanan içtihattan ayrılarak yeni bir yaklaşımı benimsemesi hâlinde kamuoyu nezdinde yargıya olan güvenin muhafaza edilmesi bakımından yeni yaklaşımın istikrarlı bir şekilde uygulanması gerektiğine dikkat çekmiş ve içtihat değişikliği sonucunda benimsenen yaklaşımın uygulamada birliği sağlamakla görevli yüksek mahkemeler tarafından istikrarlı olarak uygulanmamasının adil yargılanma hakkını ihlal edebileceğine karar vermiştir (Hakan Altıncan [GK], B. No: 2016/13021, 17/5/2018, § 48).Anayasa Mahkemesi, içtihat farklılığını değerlendirdiği diğer bir kararında da benzer konumdaki kişiler tarafından açılan davalarda aradan geçen uzun zamana rağmen Yargıtay daireleri arasındaki görüş farkının ortadan kaldırılıp uygulama birliğinin sağlanmamasının adil yargılanma hakkını ihlal ettiği sonucuna varmıştır (Yasemin Bodur,B. No: 2017/29896, 25/12/2018, § 52).

36. Bu bağlamda Anayasa Mahkemesi, somut olayın Yargıtayın ilgili Daire ve Kurulları tarafından istikrarlı olarak uygulanan bir içtihattan ayrılma söz konusu olmadığından yukarıda anılan Hakan Altıncan ile derin ve süregelen bir içtihat farkından söz etmek de mümkün olmadığından Yasemin Bodur başvurularından farklı olduğuna işaret etmektedir.

37. Somut olaya uygulanacak mevzuatın yorumlanmasında ilk derece mahkemelerinin farklı kararları mevcut ise de adli yargı düzeninde içtihat farklılıklarını ortadan kaldırmakla görevli en yüksek merci olan Yargıtayın uygulaması 5510 sayılı Kanun’un 43. Maddesine dayalı olarak geriye dönük hak talep edilemeyeceği yönündedir. Bu durumda somut olayda yeni kabul edilmiş bir kanunun yorumlanmasında Yargıtayın kararları ile yargısal içtihatların zamanla geliştirildiği ve uyumlaştırıldığı görülmektedir. Anılan hususlar gözönünde tutulduğunda talebin mülkiyet hakkı kapsamında meşru beklenti olarak nitelendirmeye yetecek derecede somut olmadığı anlaşıldığından başvurucuların Anayasa’nın 35. Maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkına ilişkin korumadan yararlandırılmasının mümkün olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

38. Açıklanan gerekçelerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

Serdar ÖZGÜLDÜR bu görüşe katılmamıştır.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA Serdar ÖZGÜLDÜR’ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA ,

B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA 12/6/2019 tarihinde karar verildi.

 

 

 

KARŞIOY GEREKÇESİ

1. 5510 Sayılı Kanunun 43 ncü maddesi uyarınca 1.10.2008 tarihinden itibaren kendisine Cumhurbaşkanına bağlanacak yaşlılık aylığının %75’i oranında yaşlılık aylığı bağlanması istemiyle yaptığı talebi reddedilen eski TBMM Başkanı olan başvurucunun (bireysel başvuru tarihinden sonra vefat ettiği için davaya devam eden eşinin) bu işleme karşı adli yargıda açtığı dava reddedilmiş ve bu red kararı Yargıtay 10. Hukuk Dairesince onanmak suretiyle kesinleşmiştir.

5510 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği 1.10.2008 tarihinden önce Emekli Sandığı iştirakçisi/emeklisi statüsünde bulunanlarla ilgili olarak Sosyal Güvenlik Kurumunca (SGK’ca) tesis edilecek işlemlerin “idari işlem” mahiyetinde olduğu ve bu işlemlere karşı açılacak davaların idari yargının görev alanına girdiği Uyuşmazlık Mahkemesinin müstekar içtihadı olup, anılan Yüksek Mahkemece bu içtihat istikrarlı biçimde geçerliliğini korumaktadır. Oysa bireysel başvuruya konu yapılan aylık bağlanmama işlemi adli yargı yerlerince karara bağlanmış ve Anayasa’nın 158 nci maddesi uyarınca görev ihtilafları ile ilgili olarak Türkiye’de uyuşmazlıkları çözme görevi bulunan Uyuşmazlık Mahkemesi’nin bu açık içtihadına karşın konu başvurucunun talebinin aksi yönde kesin hükme bağlanmıştır.

AİHM’nin Nejdet ve Perihan Şahin/Türkiye kararında (B.No:13279/05, 27/5/2010); farklı yargı kollarına bağlı mahkemelerde açılan davalarda farklı hukuki sonuçlara ulaşıldığının anlaşıldığı hallerde, görev ve hüküm uyuşmazlığını giderecek Uyuşmazlık Mahkemesi’nin görev konusunda bir belirlemesinin (içtihadının) bulunduğu durumlarda, görevsiz yargı yerince verilen ve kesinleşen kararın adil yargılanma hakkının ihlâli sonucunu doğuracağına açıkça işaret edilmiştir. Bu kararın esas alındığı bir Anayasa Mahkemesi Kararında da (1.Bl., 21/1/2015, B. Başvuru No: 2013/135); anılan AİHM kararına atıfta bulunularak, aynı olaya ilişkin olarak farklı yargı kollarına ait mahkemelerce farklı kararlar verilmiş olmasının, başvurucuların açtığı davanın görülmesi bakımından hukuki belirsizliğe ve güvensizliğe neden olduğu ve başvurucular açısından öngörülemez bulunduğu sonucuna ulaşılarak, başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlâl edildiğine karar verilmiştir. (Ahmet saygılı ve Şefika Saygılı Başvurusu)

Dosya kapsamından, bir başka eski TBMM Başkanı olan Ö.İ.’nin bu kapsamdaki başvurusunun idari yargı yerinde (idare mahkemesi-Danıştay 11. Dairesi) kabul edilerek kendisine talebi doğrultusunda emekli aylığı bağlandığı anlaşıldığından; başvurunun somuta yönünden aynı mahiyetteki ihtilaf bakımından adli ve idari yerleri arasında birbirinden farklı sonuçlara varıldığı açıktır ve Uyuşmazlık Mahkemesinin kökleşmiş içtihadı ile AİHM’nin bu konudaki kararı uyarınca, görevsiz adli yargı yerince verilen karar başvurucu yönünden adil yargılanma ilkesinin ihlâli sonucuna yol açmıştır.

2. Konunun adli yargı yerindeki safahatı da başlıbaşına bir belirsizlik ve öngörülmezlik görünümündedir. Gerçekten, eski TBMM Başkanları M.K., A.H.C., H.Ç. ve İ.K.E.’in adli yargı yerlerinde (Çeşitli İş Mahkemelerinde) açtıkları davalar kabul edilmiş ve bu kararlar Yargıtay 21. HD. tarafından onanmak suretiyle kesinleşmiştir. Oysa aynı konumdaki başvurucunun aynı yöndeki talebi sonuçta ilk derece mahkemesi tarafından reddedilmiş ve bu red kararı Yrg.10.HD. tarafından onanmıştır. Başvurucunun aynı konuda Yargıtay’ın iki dairesi arasındaki bu bariz aykırılığın “İçtihadı Birleştirme” yoluyla giderilmesi yolundaki yazılı talebi de Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu’nca 28.11.2013 tarihinde oybirliğiyle reddedilmiştir. Oysa Anayasa Mahkemesi’nin birçok kararında, bu şekildeki bir görünümün, uyuşmazlığın çözümünde görev alan Daire ve Kurula göre farklı ve birbiriyle çelişkili kararlara sebebiyet verebileceği, aynı somut olaydan kaynaklanan uyuşmazlıkların birbirine zıt olacak şekilde neticelenmesinin sonuçta hukuki belirsizliğe yol açacağı ve başvurucular yönünden öngörülemez nitelikte olan bu uygulamanın yargılamanın hakkaniyetini zedeleyeceği ve Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlâli sonucunu doğuracağına işaret edilmiştir. (AYM. Genel Kurulu, Hakan Altıncan Başvurusu, 17/5/2018, B.No: 2016/13021; AYM. Genel Kurul, 6/1/2015, B.No: 2013/6932; AYM.1.Bl.,Yasemin Bodur Başvurusu, 25/12/2018, B.No:2017/29896; AYM 2.Bl., Ahmet Acar Başvurusu, 21/9/2017, B.No:2014/19936; AYİM. 1. Bl., Aşır Tunç Başvurusu, 22/1/2019, B.No: 2015/17453.)

Başvurunun somutunda da Yargıtay 10. ve 21. HD.’leri arasında aynı konuda birbirinden farklı sonuçlara varıldığı, eski TBMM Başkanlarının sayısının belli ve sınırlı olması ve hepsinin yargı yerlerine başvurmaları karşısında artık “içtihat istikrarı”nın oluşmasının beklenmesinden söz edilemeyeceği, başvurucunun içtihat farklılığının içtihadı birleştirme yoluyla giderilmesi talebinin de Yargıtay 1.Başkanlık Kurulu’nca reddedilmesi karşısında, bu içtihat aykırılığının yol açtığı mağduriyetin bireysel başvuru dışında giderilmesinin mümkün olmadığı, Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu ile 1. ve 2. Bölümlerinin konuya ilişkin ihlâl kararları da gözetildiğinde, başvurucunun adil yargılanma hakkının ihlâl edildiğinde kuşku bulunmadığı anlaşılmaktadır.

3. Açıklanan nedenlerle, kanunun mülkiyet hakkı ile doğrudan bir ilgisinin olmadığı, ancak başvurucunun Anayasanın 36. maddesinde öngörülen adil yargılanma hakkının ihlâline karar verilmesi gerektiği sonuç ve kanaatine vardığımdan; başvurunun konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna ilişkin çoğunluk kararına katılmıyorum.

 

 

 

 

 

Üye

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim Birinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Kabul Edilemezlik vd.
Künye
(Ayşe Selma Karaduman ve diğerleri [1.B.], B. No: 2015/14011, 12/6/2019, § …)
   
Başvuru Adı AYŞE SELMA KARADUMAN VE DİĞERLERİ
Başvuru No 2015/14011
Başvuru Tarihi 19/8/2015
Karar Tarihi 12/6/2019

II. BAŞVURU KONUSU


Başvuru, emeklilik aylığında artış sağlayan kanuni düzenlemenin yapıldığı tarihten itibaren geçerli olacak şekilde uygulanması talebinin reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Mülkiyet hakkı Tazminat (kamu kurumlarının tarafı olduğu uyuşmazlıklar) Konu Bakımından Yetkisizlik

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 5510 Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu 43
38
  • pdf
  • udf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi