TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
AYŞE SELMA KARADUMAN VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/14011)
|
|
Karar Tarihi: 12/6/2019
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Heysem KOCAÇİNAR
|
Başvurucular
|
:
|
1.Ayşe Selma
KARADUMAN
|
|
|
2. Canan
İLTER
|
|
|
3. Gülberk EMİNSOY
|
Vekili
|
:
|
Av. İbrahim
PINAR
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, emeklilik aylığında artış sağlayan kanuni
düzenlemenin yapıldığı tarihten itibaren geçerli olacak şekilde uygulanması
talebinin reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 19/8/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
6. Başvurucuların murisi Necmettin Karaduman 1983-1987 yılları
arasında Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) başkanı olarak görev yapmış olup
8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu
hükümlerine göre emekli olmuştur.
A. İdari Yargı Süreci
7. Başvurucuların murisi 18/9/2008 tarihli dilekçe ile kendisine
bağlanan emekli maaşının 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve
Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 43. Maddesi uyarınca ödenmesi talebinde
bulunmuştur. İdarenin zımni reddi üzerine de 2/2/2009 tarihinde işlemin
iptalini istemiyle dava açmıştır.
8. Ankara 3. İdare Mahkemesi 25/11/2009 tarihinde davanın
reddine karar vermiştir. Anılan kararda 5510 sayılı Kanun’da yürürlük
tarihinden önce TBMM başkanlığı görevlerinden ayrılanlara yönelik herhangi bir
düzenleme olmadığından aynı Kanun’un 43. Maddesi kapsamında yaşlılık aylığı
bağlanmasına hukuken olanak bulunmadığı gerekçesine yer verilmiştir. Karar
temyiz edilmeden kesinleşmiştir.
B. Adli Yargı Süreci
9. Başvurucuların murisi 16/6/2010 tarihli dilekçeyle, emekli
aylığının 1/10/2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Kanun’un 43. Maddesine
uygun olarak belirlenmesi istemiyle Ankara 3. İş Mahkemesinde (Mahkeme) dava
açmıştır.
10. Mahkeme 23/12/2010 tarihinde başvurucular murisine bağlanan
emekli aylığının kanuni düzenlemenin yürürlüğe girdiği 1/10/2008 tarihinden
itibaren 5510 sayılı Kanun’un 43. Maddesinde belirtilen orana göre ödenmesi
gerektiğine karar vermiştir.
11. Hüküm davalı kurumca temyiz edilmiştir. Yargıtay 10. Hukuk
Dairesi (Daire) 8/3/2011 tarihli karar ile ilk derece mahkemesi kararını
bozmuştur. Anılan kararda, 5510 sayılı Kanun’da yürürlük tarihi öncesinde
emekli olanların aylıklarının Kanun’un 43. Maddesindeki düzenleme uyarınca
yeniden tespitine olanak veren bir hükmün yer almadığı saptamasında
bulunulmuştur. Daire, bu saptamadan hareketle 5510 sayılı Kanun’un yürürlüğe
girdiği tarihten önce iştirakçiliği sona erenler hakkında 5510 sayılı Kanun ile
yürürlükten kaldırılan hükümleri de dâhil olmak üzere 5434 sayılı Kanun
hükümlerine göre işlem yapılacağına işaret etmiştir. Daire son olarak 5510
sayılı Kanun’un geçici 4. Maddesinin (9) numaralı fıkrasında öngörülen
emeklilik öncesi sahip olunan rütbe, kadro ve sair konumlara ilişkin
değişikliklerin emeklilere yansıtılmasına yönelik olduğunu, bunun somut olayda
uygulanamayacağını kararında ifade etmiştir.
12. Mahkeme, Dairenin bozma kararına direnmiş ve 7/7/2011
tarihli karar ile bir kez daha davanın kabulüne karar vermiştir. Direnme kararı
davalı kurum tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu (HGK)
21/3/2012 tarihli karar ile Ankara 3. İdare Mahkemesinin 25/11/2009 tarihli
kararının kesin hüküm oluşturup oluşturmadığının araştırılması ve yargılama
aşamasında yürürlüğe giren 5510 sayılı Kanun’un geçici 38. Maddesi uyarınca
hukuki durumun yeniden değerlendirilmesi amacıyla hükmü bozmuştur.
13. Mahkeme, bozma kararına uyarak yapmış olduğu yargılama
sonunda verdiği 25/12/2012 tarihli kararla davayı bir kez daha kabul etmiştir.
Hüküm davalı kurumca temyiz edilmiştir. Daire 31/5/2013 tarihli kararında, 5510
sayılı Kanun’un 43. Maddesinin -yayımı tarihi itibarıyla- geriye yürüyeceğine
ilişkin bir düzenleme bulunmadığı ve bu hususun 26/1/2012 tarihli ve 28185
sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren,
17/1/2012 tarihli ve 6270 sayılı Kanun’la 5510 sayılı Kanun’a eklenen 38. Madde
ile açıklığa kavuştuğu saptamasını yapmıştır. Daire, bu saptama doğrultusunda
söz konusu ek düzenleme uyarınca 5510 sayılı Kanun’un 43. Maddesindeki aylık
hesabına ilişkin lehe düzenlemenin geçici 38. Madde öncesine geriye yürütülmesinin
mümkün olmadığı sonucuna varmıştır.
14. Mahkeme 31/5/2013 tarihli bozma kararına uymuş ve bu kararda
belirtilen hususlara atıf yaparak davayı reddetmiştir. Başvurucuların murisi
tarafından temyiz edilen hüküm Dairenin 10/3/2015 tarihli kararıyla onanarak
kesinleşmiştir.
15. Nihai karar 12/8/2015 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu
19/8/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
16. Başvurucu Necmettin Karaduman bireysel başvuru aşamasında
22/6/2017 tarihinde vefat etmiştir.
17. Başvurucunun mirasçıları, avukatları aracılığıyla
24/7/2017tarihinde verdikleri dilekçeyle bireysel başvurudaki talepleri
yineleyerek başvuruya devam etmek istediklerini beyan etmişlerdir.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Kanun Hükümleri
18. 5510sayılı Kanun’un 43. Maddesinin (3) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı veya
Başbakan iken bu görevinden herhangi bir nedenle ayrılanlara, istekleri
üzerine, müracaat tarihini takip eden ay başından itibaren, istek tarihindeki
Cumhurbaşkanına ödenmekte olan aylık ödeneğin % 40’ı
esas alınarak Cumhurbaşkanına bağlanacak yaşlılık aylığının % 75’i oranında
yaşlılık aylığı bağlanır.’’
19. 5510 sayılı Kanun’un geçici 38. Maddesinin (1) numaralı
fıkrası şöyledir:
“Bu maddenin yürürlük tarihinden önce bu
Kanunun 43 üncü maddesinin üçüncü fıkrasında sayılan
görevlerde bulunmuş olanlardan herhangi bir sebeple bu görevleri sona erenler
ile Büyük Millet Meclisi, Millet Meclisi, Cumhuriyet Senatosu, Temsilciler
Meclisi ve Danışma Meclisi Başkanları da bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihi
takip eden aybaşından itibaren bu Kanunun 43 üncü maddesi hükmünden yararlanır.’’
B. Yargısal Kararlar
20. Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 9/9/2014 tarihli ve
E.2014/19318, K.2014/16841 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
“ 5434 sayılı Kanun kapsamında emekli aylığı
almakta olan davacı, 2002-2007 yılları arasındaki dönemde “TBMM Başkanı” olarak
görev yaptığı gözetilerek, 01.10.2008 tarihinden itibaren 5510 sayılı Kanunun
43’üncü maddesine göre emekli aylığının yeniden belirlenmesine karar
verilmesini istemiştir.
Açıklanan maddi ve hukuki olgular çevresinde
somut olay değerlendirildiğinde; 5434 sayılı Kanun kapsamında ve 01.10.2008
tarihinden önce kendisine emekli aylığı bağlanan ve 2002-2007 yılları arasında
“TBMM Başkanı” olduğu çekişmesiz olan davacının; 5510 sayılı Kanuna eklenen
geçici 38’inci madde uyarınca anılan Kanunun 43’üncü maddesindeki düzenlemeye
göre aylığının hesaplanması gerekir. Ne var ki; geçici 38’inci maddesinde ayrıca
düzenlemenin geçerli olacağı tarih açıkça belirtildiğinden, söz konusu
hesaplama ancak geçici 38’inci maddenin yürürlük tarihini takip eden aybaşından
itibaren geçerli olacaktır. Zira barem, teşkilat, kadro ve sair Kanun
değişikliği niteliğinde olmayan 5510 sayılı Kanunun 43’üncü maddesindeki aylık
hesabına ilişkin lehe düzenlemenin geçici 38’inci maddenin öncesinde geriye
yürütülerek, 5434 sayılı Kanun kapsamında hesaplanan aylığın artırılması geçiş
hükümlerine ilişkin geçici 4’üncü maddedeki düzenleme karşısında mümkün
değildir. Bu nedenle, davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı
gerekçelerle kabulüne hükmedilmesi; usul ve yasaya aykırı olup, bozma
nedenidir.’’
21. Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 5/2/2013 tarihli ve
E.2011/17533, K.2013/1233 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
“ 5510 sayılı Yasa, Yasanın yürürlük tarihi
öncesinde emekli olanların aylıklarının 5510 sayılı Yasanın 43. Maddesindeki
düzenleme uyarınca yeniden tespitine olanak veren bir hüküm içermediği gibi;
5510 sayılı Yasanın Geçici 4. Maddesinin bir, iki ve beşinci fıkralarında yer alan,“Bu Yasanın yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla
8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Yasaya göre; aylık, tazminat, harp alullüğü zammı, diğer ödemeler ve yardımlar ile 08/02/2006
tarihli ve 5454 sayılı Yasanın 1 inci maddesine göre ek ödeme verilmekte
olanlara, bu Yasayla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı
Yasada kendileri için belirtilmiş olan şartları haiz oldukları müddetçe
bunların ödenmesine devam olunur. Ancak, 5 ilâ 10 yıl arasında fiili hizmet
süresi olan iştirakçilerden dolayı dul ve yetim aylığı almakta olanların, aylık
ve diğer ödemeleri, bu Yasanın 32 nci,
34 üncü ve 37 nci maddelerindeki şartları haiz
oldukları müddetçe devam edilir.
5510 sayılı Yasanın Geçici 4. Maddesinin
dokuzuncu fıkrasında yer alan, “5434 sayılıYasaya
göre ödenen aylıklar ile bu madde kapsamında bağlanacak aylıklar, memur maaş
katsayılarındaki artışlara göre yükseltilir. Ayrıca 5434 sayılı Yasanın
yürürlüğe girdiği tarihten sonra barem, teşkilat, kadro ve sair kanunlar ile
aynı rütbe, kadro ve sair kanunlarda yapılacak değişiklikler sonucunda aylık
tutarlarında meydana gelecek yükselmeler, aynı rütbe, kadro unvanı ve dereceden
bağlanmış bulunan emeklilik, alullüğ ve vazife alullüğü aylıkları ile dul ve yetim aylıkları hakkında da
uygulanır.” Düzenlemesi de, barem, teşkilat, kadro ve sair kanunlarda yapılan
değişiklik sonucunda,sigortalının emekliliği öncesi
dönemde bulunduğu rütbe, kadro ve sair konumlara ilişkin değişikliklerin,
emeklilere de yansıtılması olanağını öngörmekte olup; aktif çalışanlara yönelik
bir hüküm içermeyip, münhasıran emeklilik aylıklarının bağlanması ve hesabı
konusunda düzenleme getiren 5510 sayılı Yasanın 43. Maddesinin, barem,
teşkilat, kadro ve sair kanun değişikliği olarak nitelenmesi olanağı
bulunmamaktadır.
Kaldı ki, 26.01.2012 gün ve 28185 sayılı Resmi
Gazetede yayınlanarak, 1/1/2012 tarihinden geçerli olmak üzere 1/3/2012
tarihinde yürürlüğe giren, 6270 sayılı Kanunun 16. Maddesi ile 5510 sayılı
Kanuna eklenen geçici 38. Maddede, maddenin yürürlük tarihinden önce bu Kanunun
43 üncü maddesinin üçüncü fıkrasında sayılan görevlerde bulunmuş olanlardan
herhangi bir sebeple bu görevleri sona erenler ile Büyük Millet Meclisi, Millet
Meclisi, Cumhuriyet Senatosu, Temsilciler Meclisi ve Danışma Meclisi Başkanları
da bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihi takip eden aybaşından itibaren bu
Kanunun 43 üncü maddesi hükmünden yararlanacağı düzenlenmiş olup, son
fıkrasında, bu madde esas alınarak geriye dönük herhangi bir ödeme
yapılmayacağı ve geriye dönük hak talep edilemeyeceği vurgulanmıştır.
Sıralanan maddi ve hukuki olgular ışığında
yapılan değerlendirme uyarınca, 5434 sayılı Yasa iştirakçisi olarak emekli
konumunda bulunan davacı yönünden, 5510 sayılı Yasanın 43. Maddesinin uygulanma
olanağının bulunmadığı yönü gözetilerek davanın reddine karar verilmesi
gerekirken, yazılı gerekçelerle kabul kararı verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı
olup, bozma nedenidir.’’
22. Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 24/9/2013 tarihli ve
E.2013/11735, K.2013/17042 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
“Dava; TBMM eski başkanlarından olan davacının
emekli aylığının 01.10.2008 tarihinden geçerli olmak üzere 5510 sayılı Yasa’nın
43. Maddesinde belirtilen usuller çerçevesinde tespit edilmesi ve fark
aylıkların 01.10.2008 tarihinden itibaren hesaplanacak yasal faizi ile birlikte
tahsili istemine ilişkindir.
Mahkemece; davanın kabulü ile davacının emekli
aylığının davalı Kurum’a başvurduğu 01.10.2008 tarihini izleyen aybaşından
itibaren 5510 sayılı Yasa’nın 43/3 maddesine göre hesaplanması gerektiğinin
tespitine, davacının emekli aylığının davalı Kurum’a başvuru tarihi olan
01.10.2008 tarihini izleyen aybaşından dava tarihi olan 18.03.2010 tarihine
kadar olan dönemdeki 65.022,06 TL fark aylığına hak kazandığının tespitine ve
bu meblağın başvuru tarihi olan 01.10.2008 tarihinden itibaren yasal faizi ile
birlikte davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine karar verilmişse de tüm
aylıklar toplamına 01.10.2008 tarihinden itibaren faiz yürütülmesine karar
verilmesi isabetsiz olmuştur.’’
V. İNCELEME VE GEREKÇE
23. Mahkemenin 12/6/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
24. Başvurucuların murisi; emekli TBMM başkanı sıfatıyla almakta
olduğu aylığın 1/10/2008 tarihinden itibaren 5510 sayılı Kanun’un 43. Maddesi
uyarınca hesaplanması gerektiğini, benzer şekilde 1/10/2008 tarihinden önce emekli
olan diğer başkanlar M.K., A.H.C., H.Ç., İ.K.E. ve Ö.İ. tarafından açılan
davaların lehe sonuçlandığını iddia etmiştir. Başvurucu, açmış olduğu davada
benzer durumda bulunan kişiler tarafından açılan davalardan farklı bir sonuca
ulaşılmasının adil yargılanma hakkı ve mülkiyet hakkını ihlal ettiğini ileri
sürmüştür.
25. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu, mülkiyet hakkının ihlali iddiası
yanında aynı gerekçelerle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini de ileri
sürmüştür. Başvurucunun şikâyetinin özünün emekli aylığında artış öngören
kanuni düzenlemenin derece mahkemelerince dikkate alınmaması nedeniyle bir
kısım ödemeden mahrum kalındığına yönelik olduğu anlaşılmakla ihlal
iddialarının mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.
B. Değerlendirme
26. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse,
önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır (Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, B. No:
2013/1178, 5/11/2015, § 54). Bu nedenle öncelikle başvurucunun Anayasa’nın 35. Maddesi
uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup
olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, §
26; İhsan Vurucuoğlu,
B. No: 2013/539, 16/5/2013, § 31).
27. Anayasa’nın 35. Maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkı mevcut
mal, mülk ve varlıkları koruyan bir güvencedir. Bir kişinin hâlihazırda sahibi
olmadığı bir mülkün mülkiyetini kazanma hakkı -kişinin bu konudaki menfaati ne
kadar güçlü olursa olsun- Anayasa’yla korunan mülkiyet kavramı içinde değildir.
Bu bağlamda belirtmek gerekir ki Anayasa’nın 35. Maddesi soyut bir temele
dayalı olarak mülkiyete erişmeyi ve mülkiyeti edinmeyi değil mülkiyet hakkını
güvence altına almaktadır. Bu hususun istisnası olarak belli durumlarda bir ekonomik değer veya icrası mümkün bir alacağı elde etmeye yönelik meşru bir beklenti Anayasa’da yer alan
mülkiyet hakkı güvencesinden yararlanabilir (Kemal
Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No: 2012/636, 15/4/2014, §§ 36, 37; Mehmet Şentürk [GK], B. No: 2014/13478,
25/7/2017, §§ 41, 53; Mustafa Ateşoğlu ve
diğerleri, §§ 52-54).
28. Meşru beklenti; objektif, temelden uzak bir beklenti olmayıp
belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma ihtimalinin yüksek olduğunu
gösteren yerleşik bir yargı içtihadına ya da ayni menfaatle ilgili hukuki bir
işleme dayanan yeterli derecede somut nitelikteki bir beklentidir (Selçuk Emiroğlu, B. No: 2013/5660,
20/3/2014, § 28; Mehmet Şentürk,
§ 42). Dolayısıyla Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ortak koruma
kapsamında olan meşru beklentiye dayalı mülkiyet hakkının tespiti mevcut hukuk
sisteminde iddia edilen mülkiyet iddiasının tanınmasına bağlı olup bu tespit,
mevzuat hükümleri ve yargı kararları ile yapılmaktadır (Üçgen Nakliyat Ticaret Ltd. Şti., B. No:
2013/845, 20/11/2014, § 37). Temelsiz bir hak kazanma beklentisi veya sadece
mülkiyet hakkı kapsamında ileri sürülebilir bir iddianın varlığı meşru
beklentinin kabulü için yeterli değildir (Kemal
Yeler ve Ali Arslan Çelebi, § 37).
29. İlgili mevzuatın ilk defa yorumlanmasında yetki ve görev
bakımından farklı durumda bulunan mahkemeler arasında farklılıklar oluşması
doğaldır. Diğer bir deyişle değişik yargı kademelerinde görev alan hâkimlerin
tamamının ilk defa uygulanan bir kuralı aynı şekilde yorumlamaları mümkün
olmayabilir. Ancak böylesi bir durumda mahkemelerin uygulamaları arasındaki
uyumu ve içtihat birliğini sağlamaya yönelik mekanizmalar önem taşımaktadır.
Yüksek mahkemelerin fonksiyonlarından biri de yargı kararları arasında
doğabilecek içtihat farklılıklarına bir çözüm getirmektir. Bununla birlikte
yeni kabul edilmiş bir kanunun yorumlanmasında olduğu gibi bazı hâllerde
içtihadın müstakar hâle gelmesinin belirli bir zamanı gerektirdiği açıktır (Ford Motor Company,
B. No: 2014/13518, 26/10/2017, § 58).
30. Bir kanun hükmüne ilişkin içtihadın henüz yerleşik hâle
gelmediği bir aşamada o hükmün yargı organlarınca farklı biçimlerde
yorumlanabilmesi hukukun doğası gereğidir. Zira hukukta nesnelliğin
sağlanabilmesi açısından hukuk kurallarının belli ölçüde soyut kavramlar
içermesi kaçınılmazdır. Nesnel hukuk kurallarının maddi âlemde gerçekleşen
olaylarla birebir örtüşmesi ve bunlara uygulanması ise her zaman mümkün
olmayabilir. Öte yandan hukuk kurallarının kapsamının tespitinde kural koyucu
ne kadar titiz davranırsa davransın kuralın yürürlüğe girmesinden ve
uygulanmaya başlanmasından sonra öngörülemeyen bazı yeni durumların ortaya
çıkması da mümkündür. Bu gibi hâllerde kuralın yetkili otoritelerce ve
özellikle yargı organlarınca yorumlanması zorunlu hâle gelmektedir. Kuralı
yorumlayan otoritelerin birden fazla olması, bazı hâllerde kuralın birden fazla
yorumlanmasını önlenemez kılmaktadır. Dolayısıyla hukuk kurallarının bu
niteliği dikkate alındığında bir kanun hükmünün yargı organlarınca farklı
biçimlerde yorumlanabilmesi ve kurala ilişkin farklı içtihatların varlığı, tek
başına kuralın belirsiz ve öngörülemez olduğu yargısına ulaşmayı haklı kılmaz.
Bununla birlikte birden fazla içtihadın varlığı hukuk kurallarının temel bir özelliği
olan bireyin davranışını yönlendirebilme gücünü zayıflatacak bir boyuta
ulaşmışsa kamu düzeninin bozulduğundan söz edilebilir. Bu durumda bireylerin
davranışlarını hangi içtihada göre yönlendirecekleri belirsizleşeceğinden
öngörülebilirlik ortadan kalkar (Ford Motor Company, § 59).
31. Başvuru konusu olayda başvurucuların murisi emekli aylığının
5510 sayılı Kanun’un 43. Maddesinin yürürlüğe girdiği 1/10/2008 tarihinden
itibaren bu madde kapsamına göre belirlenmesi gerektiğini ileri sürmüş ve kendisi
ile benzer durumda bulunan kişilerce açılan davaları örnek göstermiştir.
Başvurucuların murisi tarafından emsal olarak gösterilen ve lehe sonuçlanan
davalar bulunmakla birlikte Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP)
aracılığıyla yapılan incelemede aynı konumda bulunan kişiler ya da mirasçıları
tarafından açılan birçok davanın da aleyhe sonuçlandığı saptanmıştır.
32. Derece mahkemelerinin kararlarında açıklandığı üzere 5510
sayılı Kanun’da yürürlük tarihi öncesinde emekli olanların aylıklarının Kanun’un
43. Maddesindeki düzenleme uyarınca yeniden tespitine olanak veren açık bir
hüküm bulunmamaktadır. Öte yandan başvurucuların murisinin talebine dayanak
teşkil edecek nitelikte yargı kararları bulunuyorsa da aksi yönde de kararlar
mevcut olup bu hususta istikrarlı bir uygulamanın varlığından da söz edilemez.
33. Başvurucuların dayanmış olduğu mevzuatın yürürlük tarihi
itibarıyla yeni olduğu ve derece mahkemelerince ilk defa yorumlandığı
anlaşılmaktadır. İlgili mevzuatın ilk defa yorumlanmasında bölgesel ve görevsel
yetkilere sahip mahkemeler arasında farklılıklar oluşması doğaldır. Yukarıda da
değinildiği üzere bu hâlde mahkemelerin uygulamaları arasındaki uyumu ve
içtihat birliğini sağlamaya yönelik mekanizmalar önem taşımaktadır.
34. Yüksek mahkemelerin oynaması gereken rol tam da yargı
kararlarında doğabilecek içtihat farklılıklarına bir çözüm getirmektir. Bununla
birlikte yeni kabul edilmiş bir kanunun yorumlanmasında olduğu gibi bazı
hâllerde içtihadın müstekar hâle gelmesinin belirli
bir zamanı gerektirdiği açıktır (Türkan Bal
[GK], B. No: 2013/6932, 6/1/2015, § 56).
35. Öte yandan Anayasa Mahkemesi, içtihat farklılığını
değerlendirdiği bir kararında Yargıtayın istikrarlı
olarak uygulanan içtihattan ayrılarak yeni bir yaklaşımı benimsemesi hâlinde
kamuoyu nezdinde yargıya olan güvenin muhafaza edilmesi bakımından yeni
yaklaşımın istikrarlı bir şekilde uygulanması gerektiğine dikkat çekmiş ve
içtihat değişikliği sonucunda benimsenen yaklaşımın uygulamada birliği
sağlamakla görevli yüksek mahkemeler tarafından istikrarlı olarak
uygulanmamasının adil yargılanma hakkını ihlal edebileceğine karar vermiştir (Hakan Altıncan [GK],
B. No: 2016/13021, 17/5/2018, § 48).Anayasa Mahkemesi, içtihat farklılığını
değerlendirdiği diğer bir kararında da benzer konumdaki kişiler tarafından
açılan davalarda aradan geçen uzun zamana rağmen Yargıtay daireleri arasındaki
görüş farkının ortadan kaldırılıp uygulama birliğinin sağlanmamasının adil
yargılanma hakkını ihlal ettiği sonucuna varmıştır (Yasemin Bodur,B.
No: 2017/29896, 25/12/2018, § 52).
36. Bu bağlamda Anayasa Mahkemesi, somut olayın Yargıtayın ilgili Daire ve Kurulları tarafından istikrarlı
olarak uygulanan bir içtihattan ayrılma söz konusu olmadığından yukarıda anılan
Hakan Altıncan
ile derin ve süregelen bir içtihat farkından söz etmek de mümkün olmadığından Yasemin Bodur başvurularından farklı
olduğuna işaret etmektedir.
37. Somut olaya uygulanacak mevzuatın yorumlanmasında ilk derece
mahkemelerinin farklı kararları mevcut ise de adli yargı düzeninde içtihat
farklılıklarını ortadan kaldırmakla görevli en yüksek merci olan Yargıtayın uygulaması 5510 sayılı Kanun’un 43. Maddesine
dayalı olarak geriye dönük hak talep edilemeyeceği yönündedir. Bu durumda somut
olayda yeni kabul edilmiş bir kanunun yorumlanmasında Yargıtayın
kararları ile yargısal içtihatların zamanla geliştirildiği ve uyumlaştırıldığı
görülmektedir. Anılan hususlar gözönünde tutulduğunda
talebin mülkiyet hakkı kapsamında meşru beklenti olarak nitelendirmeye yetecek
derecede somut olmadığı anlaşıldığından başvurucuların Anayasa’nın 35. Maddesinde
düzenlenen mülkiyet hakkına ilişkin korumadan yararlandırılmasının mümkün
olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
38. Açıklanan gerekçelerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik
şartları yönünden incelenmeksizin konu
bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
Serdar ÖZGÜLDÜR bu görüşe katılmamıştır.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının konu bakımından yetkisizlik nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA Serdar ÖZGÜLDÜR’ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA ,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
12/6/2019 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. 5510 Sayılı Kanunun 43 ncü maddesi uyarınca 1.10.2008 tarihinden itibaren
kendisine Cumhurbaşkanına bağlanacak yaşlılık aylığının %75’i oranında yaşlılık
aylığı bağlanması istemiyle yaptığı talebi reddedilen eski TBMM Başkanı olan
başvurucunun (bireysel başvuru tarihinden sonra vefat ettiği için davaya devam
eden eşinin) bu işleme karşı adli yargıda açtığı dava reddedilmiş ve bu red kararı Yargıtay 10. Hukuk Dairesince onanmak suretiyle
kesinleşmiştir.
5510 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği 1.10.2008 tarihinden önce
Emekli Sandığı iştirakçisi/emeklisi statüsünde bulunanlarla ilgili olarak
Sosyal Güvenlik Kurumunca (SGK’ca) tesis edilecek
işlemlerin “idari işlem” mahiyetinde olduğu ve bu işlemlere karşı açılacak
davaların idari yargının görev alanına girdiği Uyuşmazlık Mahkemesinin müstekar içtihadı olup, anılan Yüksek Mahkemece bu içtihat
istikrarlı biçimde geçerliliğini korumaktadır. Oysa bireysel başvuruya konu
yapılan aylık bağlanmama işlemi adli yargı yerlerince karara bağlanmış ve
Anayasa’nın 158 nci maddesi uyarınca
görev ihtilafları ile ilgili olarak Türkiye’de uyuşmazlıkları çözme görevi
bulunan Uyuşmazlık Mahkemesi’nin bu açık içtihadına karşın konu başvurucunun
talebinin aksi yönde kesin hükme bağlanmıştır.
AİHM’nin Nejdet ve Perihan
Şahin/Türkiye kararında (B.No:13279/05, 27/5/2010);
farklı yargı kollarına bağlı mahkemelerde açılan davalarda farklı hukuki
sonuçlara ulaşıldığının anlaşıldığı hallerde, görev ve hüküm uyuşmazlığını
giderecek Uyuşmazlık Mahkemesi’nin görev konusunda bir belirlemesinin (içtihadının)
bulunduğu durumlarda, görevsiz yargı yerince verilen ve kesinleşen kararın adil
yargılanma hakkının ihlâli sonucunu doğuracağına açıkça işaret edilmiştir. Bu
kararın esas alındığı bir Anayasa Mahkemesi Kararında da (1.Bl., 21/1/2015, B.
Başvuru No: 2013/135); anılan AİHM kararına atıfta bulunularak, aynı olaya
ilişkin olarak farklı yargı kollarına ait mahkemelerce farklı kararlar verilmiş
olmasının, başvurucuların açtığı davanın görülmesi bakımından hukuki
belirsizliğe ve güvensizliğe neden olduğu ve başvurucular açısından öngörülemez
bulunduğu sonucuna ulaşılarak, başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlâl edildiğine karar
verilmiştir. (Ahmet saygılı ve Şefika Saygılı Başvurusu)
Dosya kapsamından, bir başka eski TBMM Başkanı olan Ö.İ.’nin bu kapsamdaki başvurusunun idari yargı yerinde (idare
mahkemesi-Danıştay 11. Dairesi) kabul edilerek kendisine talebi doğrultusunda
emekli aylığı bağlandığı anlaşıldığından; başvurunun somuta yönünden aynı mahiyetteki
ihtilaf bakımından adli ve idari yerleri arasında birbirinden farklı sonuçlara
varıldığı açıktır ve Uyuşmazlık Mahkemesinin kökleşmiş içtihadı ile AİHM’nin bu
konudaki kararı uyarınca, görevsiz adli yargı yerince verilen karar başvurucu
yönünden adil yargılanma ilkesinin ihlâli sonucuna yol açmıştır.
2. Konunun adli yargı yerindeki safahatı da başlıbaşına
bir belirsizlik ve öngörülmezlik görünümündedir.
Gerçekten, eski TBMM Başkanları M.K., A.H.C., H.Ç. ve İ.K.E.’in
adli yargı yerlerinde (Çeşitli İş Mahkemelerinde) açtıkları davalar kabul
edilmiş ve bu kararlar Yargıtay 21. HD. tarafından
onanmak suretiyle kesinleşmiştir. Oysa aynı konumdaki başvurucunun aynı yöndeki
talebi sonuçta ilk derece mahkemesi tarafından reddedilmiş ve bu red kararı Yrg.10.HD. tarafından
onanmıştır. Başvurucunun aynı konuda Yargıtay’ın iki dairesi arasındaki bu
bariz aykırılığın “İçtihadı Birleştirme” yoluyla giderilmesi yolundaki yazılı
talebi de Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu’nca 28.11.2013 tarihinde
oybirliğiyle reddedilmiştir. Oysa Anayasa Mahkemesi’nin birçok kararında, bu
şekildeki bir görünümün, uyuşmazlığın çözümünde görev alan Daire ve Kurula göre
farklı ve birbiriyle çelişkili kararlara sebebiyet verebileceği, aynı somut
olaydan kaynaklanan uyuşmazlıkların birbirine zıt olacak şekilde
neticelenmesinin sonuçta hukuki belirsizliğe yol açacağı ve başvurucular
yönünden öngörülemez nitelikte olan bu uygulamanın yargılamanın hakkaniyetini
zedeleyeceği ve Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma
hakkının ihlâli sonucunu doğuracağına işaret edilmiştir. (AYM. Genel Kurulu,
Hakan Altıncan Başvurusu, 17/5/2018, B.No: 2016/13021; AYM. Genel
Kurul, 6/1/2015, B.No:
2013/6932; AYM.1.Bl.,Yasemin Bodur Başvurusu, 25/12/2018, B.No:2017/29896; AYM
2.Bl., Ahmet Acar Başvurusu, 21/9/2017, B.No:2014/19936; AYİM. 1. Bl., Aşır
Tunç Başvurusu, 22/1/2019, B.No:
2015/17453.)
Başvurunun somutunda da Yargıtay 10. ve 21. HD.’leri arasında aynı konuda birbirinden farklı sonuçlara
varıldığı, eski TBMM Başkanlarının sayısının belli ve sınırlı olması ve
hepsinin yargı yerlerine başvurmaları karşısında artık “içtihat istikrarı”nın oluşmasının beklenmesinden söz edilemeyeceği,
başvurucunun içtihat farklılığının içtihadı birleştirme yoluyla giderilmesi
talebinin de Yargıtay 1.Başkanlık Kurulu’nca reddedilmesi karşısında, bu
içtihat aykırılığının yol açtığı mağduriyetin bireysel başvuru dışında
giderilmesinin mümkün olmadığı, Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu ile 1. ve 2.
Bölümlerinin konuya ilişkin ihlâl kararları da gözetildiğinde, başvurucunun
adil yargılanma hakkının ihlâl edildiğinde kuşku bulunmadığı anlaşılmaktadır.
3. Açıklanan nedenlerle, kanunun mülkiyet hakkı ile doğrudan bir
ilgisinin olmadığı, ancak başvurucunun Anayasanın 36. maddesinde öngörülen adil
yargılanma hakkının ihlâline karar verilmesi gerektiği sonuç ve kanaatine
vardığımdan; başvurunun konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez
olduğuna ilişkin çoğunluk kararına katılmıyorum.