|
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
|
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
KAMİL BEDİR BAŞVURUSU
|
|
(Başvuru Numarası: 2015/14289)
|
Karar Tarihi: 21/2/2018
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Nuri
NECİPOĞLU
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör
|
:
|
Heysem KOCAÇİNAR
|
Başvurucu
|
:
|
Kamil BEDİR
|
Vekilleri
|
:
|
Av. Ayşe
GÜLDİKEN
|
|
|
Av. Ahu
DENİZLİ
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, işyeri sigorta poliçesinden kaynaklanan tazminat
davasında müddeabihin ıslahla artırılan kısmının
zamanaşımından reddi nedeniyle mülkiyet hakkı ve adil yargılanma hakkının ihlal
edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 25/8/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca başvurunun kabul
edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
7. Tekstil işi yapmakta olan başvurucu Diyarbakır'da bulunan
depo nitelikli işyerini ''Mağazam Paket Sigorta Poliçesi'' ile sigortacıya
sigortalamıştır.
8. Depoda 8/6/2009 tarihinde meydana gelen yangından sonra
başvurucu rizikonun gerçekleştiği gerekçesiyle yok olan malların KDV dâhil
bedeli olan 2.832.103,18 TL'nin ödenmesi isteğiyle sigortacıya 10/9/2009
tarihinde noter vasıtasıyla ihtarname çekmiştir.
9. Hasar bedelinin sigortacı A. A.Ş. tarafından ödenmemesi
üzerine başvurucu, 13/10/2009 tarihli dilekçe ile elektrik kontağı nedeniyle
çıkan yangın sonucunda işyerinde bulunan, toplam değeri2.832.103,18 TL olan ve
davalı şirket tarafından sigortalanan ticari emtianın zayi olduğunu belirterek
fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 200.000 TL'nin temerrüt
faiziyle tahsiline karar verilmesi talebiyle dava açmıştır.
10. Diyarbakır 2. Asliye Hukuk Mahkemesi tarafların delillerinin
tespitinden sonra zararın tespiti amacıyla dosyayı bilirkişiye göndermiştir.
Zararın miktarı hususunda iki ayrı bilirkişi incelemesi yapılmıştır. Zarar
miktarı 8/2/2011 havale tarihli bilirkişi raporunda 1.946.040,86 TL olarak
belirlenmiş ancak başvurucu vekilinin rapora yönelik itirazı nedeniyle dosya
yeni bir bilirkişi heyetine tevdi edilmiştir. 20/10/2011 tarihli ikinci raporda
zarar 2.091.190,53 TL olarakbelirlenmiştir.
11. Başvurucu, ikinci bilirkişi raporunu esas alarak 29/11/2011
tarihli dilekçeyle talebini ıslah ederek toplam 2.091.190,53 TL tazminata karar
verilmesini talep etmiştir.
12. Davalı A. A.Ş. vekili 15/12/2011 tarihli ıslaha cevap
dilekçesiyle mal sigortalarında zamanaşımı süresinin iki yıl olup hasarın
meydana geldiği tarih itibarıyla bu sürenin dolduğunu belirterek ıslah ile
artırılan kısmın reddine karar verilmesini istemiştir.
13. Diyarbakır 2. Asliye Hukuk Mahkemesi 22/12/2011 tarihli
kararla başvurucuya ait kumaş deposunun davalı şirketçe ''Mağazam Paket Sigorta
Poliçesi'' ile sigortalı bulunduğu ve 8/6/2009 tarihinde çıkan yangında meydana
gelen hasarın teminat kapsamında olduğugerekçesiyle
20/10/2011 tarihli bilirkişi raporunda belirtilen 2.091.190.53 TL'ninbaşvurucuya ödenmesine karar vermiştir.
14. Karar, başvurucu ve davalı şirket vekili tarafından temyiz
edilmiştir. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi 1/11/2012 tarihli kararla sair temyiz itirazlarını
reddetmiş ancak davalı vekili ıslah edilen miktarla ilgili olarak zamanaşımı
definde bulunduğu hâlde Mahkemece bu hususta olumlu ya da olumsuz bir karar
verilmediğine işaret ederek ıslah edilen miktar yönünden hükmü bozmuştur.
Başvurucunun bu karara ilişkin karar düzeltme isteği 19/4/2013 tarihinde
reddedilmiştir.
15. Diyarbakır 2. Asliye Hukuk Mahkemesi, bozmaya uymuş ve
3/10/2013 tarihli karar ile önceki kararındaki gerekçeye benzer şekilde
sigortalı emtianın yangında yok olması nedeniyle sigortacının poliçe kapsamında
sorumlu olduğunu ancak ıslah tarihinde iki yıllık zamanaşımı süresinin dolmuş
olduğu kanaatiyle ıslah ile talep edilen 1.891.190,53 TL yönünden davanın
reddine karar vermiştir.
16. Karar,başvurucu
tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay 17. Hukuk Dairesi duruşmalı olarak
yapmış olduğu inceleme sonucunda 23/9/2014 tarihinde anılan karar onanmış,
karar düzeltme isteği aynı Daire tarafından 8/6/2015 tarihinde reddedilmiştir.
17. Nihai karar başvurucu vekiline 28/7/2015 tarihinde tebliğ
edilmiş, başvurucu 25/8/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. Kanun Hükümleri
18. 13/1/2011 tarihli ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun ''Sigorta sözleşmesi'' kenar başlıklı
1401. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"(1) Sigorta sözleşmesi, sigortacının bir
prim karşılığında, kişinin para ile ölçülebilir menfaatini zarara uğratan tehlikenin,
rizikonun, meydana gelmesi halinde bunu tazmin etmeyi ya da bir veya birkaç
kişinin hayat süreleri sebebiyle ya da hayatlarında gerçekleşen bazı olaylar
dolayısıyla bir para ödemeyi veya diğer edimlerde bulunmayı yükümlendiği
sözleşmedir.''
19. 6102 sayılı Kanun'un
''Zamanaşımı'' kenar başlıklı 1420. maddesi
şöyledir:
"(1) Sigorta sözleşmesinden doğan bütün
istemler, alacağın muaccel olduğu tarihten başlayarak iki yıl ve 1482 nci madde hükmü saklı kalmak
üzere, sigorta tazminatına ve sigorta bedeline ilişkin istemlerd
her hâlderizikonun gerçekleştiği tarihten itibaren
altı yıl geçmekle zamanaşımına uğrar."
20. 29/6/1956 tarihli ve 6762 sayılı mülga Türk Ticaret
Kanunu'nun ''Mürüruzaman''
kenar başlıklı 1268. maddesi şöyledir:
"Sebepsiz yere ödenmiş bulunan primin
veya sigorta bedelinin geri alınması alacakları dahil sigorta mukavelesinden
doğan bütün mutalebeler, iki yılda müruruzamana
uğrar.''
21. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri
Kanunu'nun ''Belirsiz alacak davası ve tespit
davası'' kenar başlıklı 107. maddesininilgili
kısmı şöyledir:
''(1) Davanın açıldığı tarihte alacağın
miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden
beklenemeyeceği veya bunun imkansız olduğu hâllerde,
alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle
belirsiz alacak davası açabilir.
(2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat
sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin
mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın
davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir."
22. 6100 sayılı Kanun'un 176. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
''(1) Taraflardan her biri, yapmış olduğu usul
işlemlerini kısmen veya tamamen ıslah edebilir.''
23. 6100 sayılı Kanun'un ''Islahın
zamanı ve şekli'' kenar başlıklı 177. maddesinin (1) numaralı
fıkrası şu şekildedir:
'' Islah, tahkikatın sona ermesine kadar
yapılabilir.''
2. Yargıtay Kararları
24. Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 28/9/2017 tarihli ve
E.2016/5646, K.2017/8285 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
''2-) Dava, konut sigorta
poliçesinden kaynaklanan tazminat istemine ilişkindir.
6100 sayılı HMK’nin
belirsiz alacak davasını düzenleyen 107. maddesinde” (1) Davanın açıldığı
tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak
belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu
hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek
suretiyle belirsiz alacak davasıaçabilir.(2)Karşıtarafınverdiğibilgiveya tahkikat sonucu alacağın
miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu
anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında
belirtmiş olduğu talebini artırabilir.” hükmüne yer verilmiştir.Bu
hükme göre belirsiz alacak davasının alacakmiktarının
veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenemediği ya da imkansız olduğu
hallerde belirsiz alacak davası açılabilecektir.
...
6102 sayılı. TTK.nun
1420. maddesi (6762 S.TTK.nun
1268. maddesi) gereğince genel kural olarak, sigorta
sözleşmelerinden doğan bütün taleplerin iki yılda zamanaşımına uğrayacağı
hükmünü getirmiştir.6102 Sayılı.TTK.md 1446 ve 1427 (6762 S.TTK.nun
1292 ve 1299.) maddelerive6098 s. TBK’nun,
zamanaşımının alacağınmuaccelolduğutarihtenbaşlayacağını
belirten md. 149 (mülgaBorçlar
Kanununun 128/1) maddesindeki genel hükmü uyarınca zamanaşımı süresinin
başlangıcı alacağın muaccel olduğu gün yani sigortalının rizikonun
gerçekleştiğini öğrendiği günden itibaren başlayan 5 günlük ihbar tarihinin son
günüdür. Dosyadaki belgelere göre heyelan, 16/06/2011 tarihinde meydana gelmiş
olup sigortacıya başvuru 09.08.2011 olup genel şartlardaki hükümlerde dikkate alındığında
ıslah tarihi olan 25/06/2015 tarihi itibariyle ıslah edilen kısım için iki
yıllık zamanaşımı süresinin dolduğunun kabulü gerekir. Dosya içeriğine göre
zamanaşımını kesen ve durduran nedenlerin bulunmadığı, davalı şirket tarafından
tazminatın ödeneceği intiba yaratılarak zamanaşımı süresinin dolmasına neden
olunduğuna dair bilgi ve belge sunulmadığı anlaşılmıştır. Kısmi davada,
zamanaşımı yalnızca dava açılan kısım için kesildiğinden ve geriye kalan meblağ
için işlemeye devam ettiğinden, ıslahla arttırılacak miktar için de zamanaşımı
süresinin dolmamış olması gerekir.O
halde mahkemece, davalı sigorta şirketinin ıslah dilekçesine karşı süresinde
bulunduğu zamanaşımı def'inin kabulü ile ıslah edilen kısım yönündendavanın
reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması doğru
görülmemiştir."
25. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 3/11/2015 tarihli ve
E.2014/16561, K.2015/11486 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
''Davanın belirsiz alacak davası türünde
açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın
miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafça belirlenememesi
gereklidir. Belirleyememe hali, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine
rağmen miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi
durumuna yada objektif olarak imkansızlığa
dayanmalıdır.
...
Alacağın hangi hallerde belirsiz, hangi
hallerde belirli veya belirlenebilir olduğu hususunda kesin bir sınıflandırma
yapılması mümkün olmayıp, her bir davaya konu alacak bakımından somut olayın
özelliklerinin nazara alınarak sonuca gidilmesi gereklidir. 6100 sayılı HMK’nın 107/2. maddesinde, sorunun çözümünde yol gösterici
mahiyette kriterlere yer verilmiştir. Anılan madde fıkrasında, karşı tarafın
verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin
olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacının, iddianın
genişletilmesi yasağına tâbi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu
talebini artırabileceği hüküm altına alınmış, madde gerekçesinde de "karşı
tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya da delillerin incelenmesi ve
tahkikat işlemleri sonucu (örneği bilirkişi ya da keşif incelemesi
sonucu)" belirlenebilme hali açıklanmıştır.
...
Alacağın miktarının belirlenebilmesinin,
tahkikat aşamasında yapılacak delillerin incelenmesi, bilirkişi incelemesi veya
keşif gibi sair işlemlerin yapılmasına bağlı olduğu durumlarda da belirsiz
alacak davası açılabileceği kabul edilmelidir. Ne var ki, bir davada bilirkişi
incelemesine gidilmesi belirsiz alacak davasının açılabilmesi için yeterli
değildir. Bir davada bilirkişiye başvurulmasına rağmen davacı dava açarken
alacak miktarını belirleyebiliyorsa, belirsiz alacak davası açılamaz. Kategorik
olarak, belirli bir tür davanın veya belirli kişilerin açtığı davaların baştan
belirli veya belirsiz alacak davası olduğundan da söz edilemez. Belirsiz alacak
davasının, bu davaya ilişkin ölçütlerin somut olaya uygulanarak belirlenmesi
gerekir. Hakime alacak miktarının tayin ve tespitinde
takdir yetkisi tanındığı hallerde (Örn:6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu md 50,
51,56), hakimin kullanacağı takdir yetkisi sonucu alacak belirli hale
gelebileceğinden, davacının davanın açıldığı tarih itibariyle alacağın
miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin imkansız
olduğu kabul edilmelidir.
6100 sayılı HMK ile birlikte, belirsiz alacak
davası açma imkanı tanınmak suretiyle belirsiz
alacaklar bakımından hak arama özgürlüğü genişletilmiş; bununla bağlantılı
olarak da hukuki yarar bulunmadan kısmi dava açma imkanı da
sınırlandırılmıştır. Zaman zaman, 6100 sayılı HMK ile birlikte kabul edilen
belirsiz alacak davası ile kısmi davaya ilişkin yeni düzenlemedeki sınırın tam
olarak tespit edilemediği, birinin diğeri yerine kullanıldığı görülmektedir.
Oysa bu iki davanın amacı ve niteliği ayrıdır. Alacak, belirli veya
belirlenebilir ise, belirsiz alacak davası açılamaz; ancak şartları varsa kısmi
dava açılması mümkündür. Kanunun kısmi dava açma imkanını sınırlamakla birlikte
tamamen ortadan kaldırmadığı da gözetildiğinde, belirli alacaklar için,
belirsiz alacak davası açılamasa da, şartları
oluştuğunda ve hukuki yarar bulunduğunda kısmi dava açılması mümkündür. Aksi
halde, sadece ya belirsiz alacak davası açma veya belirli tam alacak davası
açma şeklinde iki imkandan söz edilebilir ki, o zaman
da kısmi davaya ilişkin 6100 sayılı Kanunun 109. maddesindeki hükmün fiilen
uygulanması söz konusu olamayacaktır. Çünkü belirsiz alacak davası, zaten
belirsiz alacak davasının sağladığı imkanlardan yararlanarak açılabilecek; şayet
alacak belirli ise de, o zaman sadece tam eda davası
açılabilecektir.
Bu noktada şu da açıklığa kavuşturulmalıdır
ki, şartları bulunmadığı halde dava dilekçesinde davanın belirsiz alacak davası
olarak açıldığı durumda davacıya herhangi bir süre verilmeden hukuki yarar
yokluğundan davanın reddi yoluna gidilmelidir. Çünkü, alacağın belirlenebilmesi
mümkün iken, böyle bir davanın açılmasına Kanun izin vermemiştir. Böyle bir
durumda, belirsiz alacak davası açmakta hukuki yarar yokluğundan dava
reddedilmeli, ek bir süre verilmemelidir. Zira, burada talep açıktır, bu
sebeple 6100 sayılı Kanun'un 119/1-ğ. maddesinin uygulanarak süre verilmesi
mümkün değildir; aslında açılmaması gerektiği halde belirsiz alacak davası
açılmış olduğundan, bu konudaki eksiklik de süre verilerek
tamamlanamayacağından, dava hukuki yarar yokluğundan reddedilmelidir. Buradaki
hukuki yarar, sonradan tamamlanacak nitelikte bir hukuki yarar değildir. Çünkü
dava açıldığında o sırada mevcut olmayan hukuki yarar, bunun da açıkça
mahkemece bilindiği bir durumda, tamamlanacak bir hukuki yarar değildir.
Aksinin kabulü, aslında açık olan talep sonucunun süre verilerek davacı
tarafından değiştirilmesi ve bulunmayan hukuki yararın sağlanması için davacıya
ek imkan sağlanması anlamına gelecektir ki, buna usûl bakımından imkan yoktur, böyle bir durum taraflar
arasındaki eşitlik ilkesine de aykırı olacaktır. Bunun yanında, şayet açılan
davada asgari bir miktar gösterilmişse ve bunun alacağın bir bölümü olduğu
anlaşılmakla birlikte, belirsiz alacak davası mı yoksa belirli alacak olmakla
birlikte kısmi dava mı olduğu anlaşılamıyorsa, bu durumda 6100 sayılı Kanun'un
119/1-ğ. maddesinin aradığı şekilde açıkça talep sonucu belirtilmemiş
olacaktır. Talep, talep türü ve davanın niteliği açıkça anlaşılamıyorsa, talep
muğlaksa, aynı kanunun 119/2. maddesi gereğince, davacıya bir haftalık kesin
süre verilerek talebinin belirsiz alacak davası mı, yoksa kısmi dava mı
olduğunun belirtilmesi istenmelidir. Verilen bu süreden sonra, davacının
talebini açıklamasına göre bir yol izlenmelidir. Eğer talep, davacı tarafından
belirsiz alacak davası şeklinde açıklanmış olmakla birlikte, gerçekte belirsiz
alacak davası şartlarını taşımıyorsa, o zaman yukarıdaki şekilde hareket
edilmeli, hukuki yarar yokluğundan dava reddedilmelidir. Açıklamadan sonra
talep belirsiz alacak davası şartlarını taşıyorsa, bu davanın sonuçlarına göre,
talep kısmi davanın şartlarını taşıyorsa da kısmi davanın sonuçlarına göre dava
yürütülerek karar verilmelidir.
Bu açıklamalar ışığında somut olaya dönüldüğünde;
Davacı, davalı tarafından sigortalanan iş yerinden hırsızlık yapıldığını ileri
sürerek zararının tahsilini talep etmiştir. Davaya dayanak teşkil eden sigorta
poliçesinde, rizikonun gerçekleşmesi halinde ödenecek tazminatın, sigortalı
mahalde sadece faturalı olarak bulunan kıymetleri kapsayacağı, ayrıca hasar
günündeki envanterin de bu kıymetleri tutmasının esas olduğu hüküm altına
alınmıştır. Nitekim zarar miktarına ilişkin dosyaya sunulan bilirkişi
raporlarında da, davacının ticari kayıtları ve deposunda
mevcut olan mal miktarı gözetilerek değerlendirme yapılmıştır. Bu durumda,
davacının dava konusu ettiği sigorta tazminatının tam ve kesin olarak
belirlenmesinin mümkün olmadığı ya da alacağın miktar veya değerinin
belirlenebilmesi için davacının elinde bulunması gerekli bilgi ve belgelere
sahip olmadığı söylenemez. Diğer bir deyişle davacının, elinde bulundurduğu
ticari defter ve kayıtlar çerçevesinde alacağını belirlemesi mümkün olup böyle
bir durumda belirsiz alacak davası açılabileceğinin kabulü mümkün değildir. Bir
an için davanın kısmi dava olarak açıldığı düşünülebilir ise de yukarıda
yapılan açıklamalar çerçevesinde, davacı tarafça dosyaya sunulan 14.04.2014
tarihli dilekçede, açıkça davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı
bildirildiğinden artık davanın kısmi dava olarak kabulü de mümkün
görülmemektedir. Bu itibarla, mahkemece davacının belirsiz alacak davası
açmakta hukuki yararının bulunmadığının kabulü ile davanın reddine karar
verilmesi gerekirken yazılı şekilde yanılgılı değerlendirme ile davanın
kabulüne karar verilmesi doğru olmamış, hükmün bu nedenle bozulması
gerekmiştir."
B. Uluslararası Hukuk
1. Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi
26. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin
(1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes medeni hak ve
yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından davasının ... görülmesini
istemek hakkına sahiptir..."
2. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi İçtihadı
27. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin 6.
maddesinin 1. fıkrasında; açık bir biçimde mahkeme veya yargı merciine erişim
hakkından söz edilmese de maddede kullanılan terimler bir bütün olarak dikkate
alındığında mahkemeye erişim hakkının da garanti altına alındığı sonucuna
ulaşıldığını belirtmiştir (Golder/Birleşik Krallık, B. No: 4451/70,
21/2/1975, §§ 28-36). AİHM'e göre mahkemeye erişim
hakkı Sözleşme'nin 6. maddesinin birinci fıkrasında mündemiçtir. Bu çıkarsama,
Sözleşmeci devletlere yeni yükümlülük yükleyen genişletici bir yorum olmayıp 6.
maddenin birinci fıkrasının birinci cümlesinin lafzının Sözleşme'nin amaç ve
hedefleri ile hukukun genel prensipleriningözetilerek
birlikte okunmasına dayanmaktadır. Sonuç olarakSözleşme'nin
6. maddesinin birinci fıkrası, herkesin medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili
iddialarını mahkeme önüne getirme hakkına sahip olmasını kapsamaktadır (Golder/Birleşik Krallık, § 36).
28. AİHM; adil yargılanmanın bir unsurunu teşkil eden mahkemeye
erişim hakkının mutlak olmadığını, doğası gereği devletin düzenleme yapmasını
gerektiren bu hakkın belli ölçüde sınırlanabileceğini kabul etmektedir. Ancak
AİHM, bu sınırlamaların kişinin mahkemeye erişimini hakkın özünü zedeleyecek
şekilde ve genişlikte kısıtlamaması ve zayıflatmaması gerektiğini ifade
etmektedir. AİHM'e göre meşru bir amaç taşımayan ya
da uygulanan araç ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir orantılılık
ilişkisi kurmayansınırlamalar Sözleşme'nin 6.
maddenin birinci fıkrasıyla uyumlu olmaz (Sefer
Yılmaz ve Meryem Yılmaz/Türkiye, B. No: 611/12, 17/11/2015, § 59; Eşim/Türkiye, B. No: 59601/09, 17/9/2013,
§ 19; Edificaciones March Gallego
S.A./İspanya, B. No: 28028/95, 19/2/1998, § 34).
29. AİHM, dava hakkını süre sınırına bağlayan iç hukuk
hükümlerinin yorumlanmasının öncelikli olarak kamu otoritelerinin ve özellikle
mahkemelerin görevi olduğunu belirtmekte; rolünün bu yorumun etkilerinin Sözleşme'yle uyumlu olup olmadığının tespitiyle sınırlı
olduğunu ifade etmektedir. Süre sınırı getiren kuralların uygun adalet
yönetiminin güvence altına alınması amacına dayandığına işaret eden AİHM, bu
kuralların veya bunların uygulanmasının ilgililerin ulaşılabilir başvuru
yollarına müracaatlarını engelleyecek mahiyette olmaması gerektiğini
değerlendirmektedir. AİHM, bu bağlamda her bir olayın somut başvuru yolunun
özellikleri ışığında ve Sözleşme'nin 6. maddesinin birinci fıkrasının amaç ve
hedefleri çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğinin altını çizmektedir (Eşim/Türkiye, § 20).
30. AİHM, bu ilkeler uyarınca mahkemelerin dava açılabilmesi
için öngörülen yasal yükümlülükleri uygularken hem yargılama adaletinin
zayıflamasına yol açacak düzeyde aşırı şekilcilikten hem de kanunlarda
öngörülen usule ilişkin gereklilikleri abes hâle getirecek seviyede aşırı
esneklikten kaçınması gerektiğini belirtmektedir. AİHM, kuralların belirliliği
ve iyi adalet yönetimini sağlama amacına hizmet etme işlevlerini yitirmesi
hâlinde ve davaların esasının yetkili mahkeme tarafından karara bağlanmasını önleyecek
birtakım bariyerler oluşturma fonksiyonu görmeleri durumunda mahkemeye erişim
hakkının zedeleneceğini ifade etmektedir (Eşim/Türkiye,
§ 21).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
31. Mahkemenin 21/2/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
32. Başvurucu; fazlaya ilişkin haklarını saklı tuttuğu davada müddeabihin ıslah ile artırılan kısmının zamanaşımı
nedeniyle reddine karar verilmesinin doğru olmadığını, kaldı ki bu hususun
duruşma günlerinin kısa aralıklarla verilmemesi, dilekçe ve evraklarının
tebliğinde acele edilmemesi ve bilirkişi incelemesinin sonuçlanmasının bir yılı
aşkın bir süre alması gibi kendisine atfedilemeyecek nedenlerle gerçekleştiğini
iddia etmiştir. Başvurucu ayrıca, davanın 6100 sayılı Kanun'un 107. maddesinde
tanımlanan belirsiz alacak davası niteliğinde olup bu tür davalarda
zamanaşımının uygulanamayacağını ve yapılan yargılama sonucunda derece
mahkemelerince verilen kararların yeterli gerekçe içermediğini ya da tümden
gerekçesiz olduğunu ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
33. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetlerinin özü sözleşmeye
dayalı alacak isteğinin ıslahla artırılan kısmının zamanaşımı nedeniyle
reddedilmesine ilişkin olduğundan ihlal iddialarının mahkemeye erişim hakkı
kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
34. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma
hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı,
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir
unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine "adil yargılanma"
ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası
sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine
dâhil edildiği vurgulanmıştır. Sözleşme'yi yorumlayan
AİHM, Sözleşme'nin6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim
hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd.
Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017,§ 34).
35. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı
değerlendirmelerde mahkemeye erişim hakkının bir uyuşmazlığı mahkeme önüne
taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını
isteyebilmek anlamına geldiğini, kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya
mahkeme kararını anlamsız hâle getiren, bir başka anlatımla mahkeme kararını
önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamaların mahkemeye erişim hakkını ihlal
edebileceğini ifade etmiştir (Özkan Şen,
B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).
36. Dava açmayı imkânsız kılacak ya da aşırı zorlaştıracak
ölçüde kısa olmadıkça dava açma ya da kanun yollarına başvurma için belli
sürelerin öngörülmesi, hukuki belirlilik ilkesinin bir gereğidir ve tek başına
bu durum mahkemeye erişim hakkına aykırılık oluşturmaz (Remzi Durmaz, B. No: 2013/1718, 2/10/2013,
§ 27). Bu nedenle usul kurallarını uygularken mahkemelerin yargılamanın
hakkaniyetine zarar getirecek ölçüde katı şekilcilikten ve kanunla öngörülmüş
usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak aşırı esneklikten kaçınmaları
gerekir (Kamil Koç, B. No: 2012/660, 7/11/2013, § 65).
37. Somut olayda başvurucu, davalı sigorta şirketince ''Mağazam
Paket Sigorta Poliçesi'' ile sigortalı bulunan işyerinde 8/6/2009 tarihinde
meydana gelen yangın sonucu oluşanzararı nedeniyle
21/10/2009 tarihinde fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak 200.000 TL alacak
isteğiyle dava açmış ve 29/11/2011 tarihli ıslah dilekçesiyle talebini
1.891.190,53 TL artırmıştır. Mahkemece, sigortalının rizikonun gerçekleştiğini
öğrendiği tarih ile ıslah tarihi arasında 6762 sayılı mülga Kanun'un 1268. maddesinde öngörülen iki yıllık zamanaşımı süresi
dolduğundan davalı sigorta şirketinin zamanaşımı savunmasına değer verilerek
ıslahla artırılan kısım yönünden davanın reddine karar verilmiştir (bkz. § 15).
38. Başvurucunun ıslah ile talep etmiş olduğu miktarın
zamanaşımı defi nedeniyle reddine karar verilmesi mahkemeye erişim hakkına
müdahale teşkil etmektedir. Anılan müdahale 6762 sayılı mülga Kanun'un 1268. ve 6102 sayılı Kanun'un 1420. maddelerine
dayalı olup müdahalenin kanuni bir dayanağı mevcuttur. Öte yandan hukuki
güvenlik ve hukuki belirlilik ilkeleri Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk
devletinin temel ilkelerindendir. Bu ilkelerin sağlanması amacıyla adil
yargılanma hakkı kapsamında yer alan mahkemeye erişim hakkına sınırlama
getirilebilir. Bu çerçevede sözleşmeden doğan bir hak nedeniyle muhatabın
sürekli bir biçimde dava açılma tehdidi altında kalmasını engellemek,
uyuşmazlıkların kısa sürede ve sağlıklı bir biçimde çözümünü sağlamak amacıyla
hakkın ileri sürülebilmesinin belli sürelerle sınırlandırılması mümkündür.
39. Kanun koyucu sigortacı ile sigortalının menfaatlerini
dengelemek amacıyla sigorta poliçesinden kaynaklanan talepler için iki yıllık
bir zamanaşımı süresi öngörerek mahkemeye erişim hakkına ilişkin bir sınırlama
getirmiştir. Sigorta kapsamındaki emtianın niteliği, miktarı, sigorta primi ve
poliçe kapsamındaki zararlar ile ödenecek hasar bedelini taraflar arasında
düzenlenen sigorta poliçesinden kısa sürede ve yaklaşık bir değerle belirlemek
mümkün olduğundan anılan sürenin mahkemeye erişimi imkânsız hâle getirdiği veya
önemli ölçüde zorlaştırdığı söylenemez.
40. İşyeri sigorta poliçesine dayalı tazminat alacağına ilişkin
istikrar kazanmış yargısal içtihatlarda bu tür alacakların 6762 sayılı mülga
Kanun'un 1268. ve 6102 sayılı Kanun'un 1420. maddeleri uyarınca alacağın muaccel hâle geldiği rizikonun
sigortalı tarafından öğrenildiği günden itibaren iki yıl geçmekle zamanaşımına
uğradığı kabul edilmektedir (bkz. §§ 24,25). Başvurucu, ıslahın iki yıllık süre
içinde yapılmamasının Mahkemenin usul işlemlerini kısa sürede yapmamasından
kaynaklandığını ileri sürmüştür. Başvurucu ile davalı Sigorta Şirketi arasında
düzenlenen poliçede sigorta kapsamındaki işyerinin niteliği ve emtianın tamamen
zayi olmasında ödenecek hasar bedelinin üst limiti açıkça belirtilmiştir.
Başvurucu 10/9/2009 tarihli ihtarnamesi ile 8/6/2009 tarihinde meydana gelen
yangında zayi olan emtianın bedelinin toplam 2.832.103,18 TL olduğunu işyerine
ait stok listesini de ekleyerek davalı Şirkete bildirmiştir. Yine 13/10/2009
tarihli dava dilekçesinde de toplam zararının 2.832.103,18 TL olduğunu ifade
etmiş ve fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak 200.000 TL alacak isteğinde
bulunmuştur. Öte yandan 8/2/2011 havale tarihli bilirkişi raporunda, oluşan
zarar bedeli 1.946.040,86 TL olarak belirlenmiş ancak başvurucunun itirazı nedeniyle
ikinci bir bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır. Açıklanan bu hususlar ışığında
zararın davanın açıldığı tarihten itibaren belirlenebilir olduğu ve zamanaşımı
süresi dolmadan yapılan ilk bilirkişi incelemesi sonucunda büyük oranda tespit
edildiği anlaşılmaktadır. Başvurucu davanın açılması ve hatta davanın
açılmasından önce profesyonel olarak hukuki yardım almakla, sözleşmeden
kaynaklanan alacağın belli bir süre sonra zamanaşımına uğrayacağı hususunun
başvurucu için öngörülemez olduğunu söylemek de mümkün değildir.
41. Bu itibarla anılan yargısal içtihatlar ve yapılan
açıklamalar ışığında; iki yıllık zamanaşımı süresinin kanuni bir dayanağının ve
meşru bir amacının bulunduğu, derece mahkemelerince kanun hükümlerinin hangi
nedenlerle uygulandığının somut uyuşmazlık ve delillerlerle
bağlantı kurularak gerekçesiyle birlikte açıklandığı, usul kurallarının
yargılamanın hakkaniyetine zarar getirecek ölçüde katı bir şekilde
uygulanmadığı ve varılan sonucun gözetilen meşru amaç ile korunmak istenen hak
açısından orantılı olduğu görüldüğünden mahkemeye erişim hakkına yönelik bir
ihlalin olmadığının açık olduğu anlaşılmaktadır.
42. Açıklanan gerekçelerle başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
21/2/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.