TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
YAŞAR HUNAZ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/15098)
|
|
Karar Tarihi: 16/1/2020
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
Üyeler
|
:
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Recai AKYEL
|
Raportör
|
:
|
Mustafa ARI
|
Başvurucu
|
:
|
Yaşar HUNAZ
|
Vekili
|
:
|
Av. Mehmet ADIGÜZEL
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, atış alanı olarak kullanılan bölgede bulduğu
patlayıcı maddenin patlaması sonucu hayati tehlike geçirecek şekilde yaralanan
başvurucunun zararının karşılanmaması nedeniyle yaşam hakkının, manevi zararın
tazmini talebinin reddedilerek mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği
iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 31/8/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Olay tarihinde yedi yaşında olan başvurucu, Diyarbakır'ın
Hani ilçesinde yaşamaktadır.
9. 18/11/1995 tarihinde başvurucu ile kardeşi V.H., ilçenin
Kalaba köyü istikametinde bulunan atış alanı bölgesi civarında oyun oynadıkları
sırada arazide buldukları patlayıcı madde patlamış ve patlama sonucu başvurucu
hayati tehlike geçirecek şekilde yaralanırken V.H. de hayatını kaybetmiştir.
A. Olayla İlgiliCeza
Soruşturması Süreci
10. Olayla ilgili olarak Hani Cumhuriyet Başsavcılığı
(Cumhuriyet Başsavcılığı) derhâl soruşturma başlatmıştır.
11. Kolluk görevlileri patlamadan sonra olay yerine intikal
etmiş, olay yerinin krokisini çizmiş, Görgü ve Tespit Tutanağı
düzenlemişlerdir. 18/11/1995 tarihli Görgü ve Tespit Tutanağında, Hani ilçesi
Kalaba köyü istikametinde bulunan atış alanı civarında menşei belli olmayan
patlayıcı bir maddenin patladığı, olay yerinde yapılan araştırmada bir adet
balta, bir adet dahra, iki çuval içinde eski ve patlamış roket mermisi
parçaları ile patlamadan dolayı meydana gelen kan izlerinin mevcut olduğu
tespit edilmiştir.
12. Patlama sırasında hayatını kaybeden başvurucunun kardeşi
V.H. için 18/11/1995 tarihinde düzenlenen Ölü Muayene ve Otopsi Tutanağında V.H.nin
kesin ölüm nedeninin patlayıcı madde parçalarının kafa bölgesine isabet etmesi
sonucu oluşan hemorojik şok ve beyin kanaması olduğu belirtilmiştir.
13. Patlama sırasında yaralanan başvurucu ise Dicle Üniversitesi
Tıp Fakültesi Eğitim ve Araştırma Hastanesine kaldırılmış, yapılan tedavinin
ardından taburcu edilmiştir. Düzenlenen 18/11/1995 tarihli adli raporlarda,
başvurucunun çocuk cerrahisi ve genel cerrahi açısından hayati tehlikesinin
bulunduğu belirtilmiştir.
14. Cumhuriyet Başsavcılığı 29/12/1995 tarihinde, olayın tamamen
başvurucu ve başvurucunun kardeşinin kusur ve dikkatsizliğinden kaynaklandığı,
ayrıca başvurucunun kardeşinin hayatını kaybettiği gerekçeleriyle takipsizlik
kararı vermiştir.
15. Başvurucu formu ve ekindeki bilgi ve belgelerden
başvurucunun anılan karara itiraz edip etmediği anlaşılamamıştır.
B. 5233 Sayılı Kanun'a
İstinaden Yapılan Başvuruyla İlgili Süreç
16. Başvurucu 10/11/2004 tarihli dilekçeyle Diyarbakır Valiliği
Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon)
başvurmuş ve olay dolayısıyla uğradığını ileri sürdüğü zararın giderilmesini
talep etmiştir.
17. Komisyon 24/9/2009 tarihli kararıyla, başvurucunun 25 gün
çalışma gücü kaybı olduğu gerekçesiyle başvurucuya 978,60 TL ödenmesine karar
vermiştir.
C. Tazminat Davası Süreci
18. Komisyonca hükmedilen bedeli kabul etmeyen başvurucu
12/10/2009 tarihli Uyuşmazlık Tutanağını imzaladıktan sonra, önerilen tazminat
miktarının maddi ve manevi zararını karşılamadığını ileri sürerek 1/12/2009
tarihinde 10.000 TL maddi, 5.000 TL manevi tazminat talebiyle Diyarbakır 2.
İdare Mahkemesinde (Mahkeme) tam yargı davası açmıştır.
19. Mahkeme 8/12/2009 tarihli kararında eksiklikleri bulunan
dilekçenin reddine karar vermiştir.
20. Eksikliklerin giderilmesinden sonra Mahkemeye sunulan
4/1/2010 tarihlidilekçede özetle başvurucu, 18/11/1995 tarihinde ağabeyinin
hayatını kaybetmesine, kendisinin ise hayati tehlike geçirecek şekilde
yaralanmasına neden olan olayın ardından Komisyona başvurduğunu, Komisyonun
zararı gidermekten çok uzak bir şekilde maddi tazminata hükmettiğini,kararın
eksik inceleme ile verildiğini, idarenin olay yerinde yeterli güvenlik
önlemlerini almadığını, dolayısıyla meydana gelen olayda idarenin kusurlu ve
sorumlu olduğunu, kaldı ki idarenin bu olayda sosyal risk ilkesince kusursuz
sorumluluğunun da bulunduğunu belirterek idarenin oluşan maddi ve manevi zararı
tazminle yükümlü olduğunu ileri sürmüştür.
21. Herhangi bir gerekçe belirtmeden -kusur sorumluluğu
hususunda herhangi bir değerlendirme yapmadan- davanın 17/7/2004 tarihli ve
5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında
Kanun kapsamında açılan bir dava olduğu olduğunu kabul eden Mahkeme yaptığı
yargılama neticesinde 26/5/2010 tarihli kararıyla davanın reddine karar
vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
“Davalı idarece anılan olay nedeniyle
davacının yaralanmasının kaç gün iş ve güç kaybına neden olduğu, sakatlık varsa
derecesinin bildirilmesinin Diyarbakır Devlet Hastanesi Baştabipliğinden
istenildiği, davacı hakkında düzenlenen 15.12.2005 tarih ve 669 sayılı Adli
Raporda, davacının Adli Tıp Polikliniğinde yapılan muayenesinde işgücü kaybının
bulunmadığı, anılan olay nedeniyle meydana gelen yaralanmanın 25 gün mutat
iştigaline engel olduğu bildirilmiştir.
Bu durumda, ilgili Yönetmeliğin 21. maddesinin
(a) bendine göre davacının yaralanmasının 25 gün iş ve gücüne engel teşkil
ettiği, (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda
bulunan miktarın onda birinin davacının yaralanmasının 25 gün iş ve gücüne
engel teşkil etmesi nedeniyle 25 ile çarpımı sonucu (7000x0.05592/10=
39,14-YTLx25=) 978,60-TL’nin ödenmesine karar verildiği görülmüş olup 5233
sayılı Yasa ve ilgili Yönetmelik kapsamında mevzuata uygun olarak yapılan ödeme
işleminde mevzuata aykırılık bulunmadığından davacının 10.000,00-TL maddi
tazminat isteminin reddi gerekmektedir.
Davacının 5.000,00-TL manevi tazminat istemine
gelince; 5233 sayılı Yasa'nın amacı terör eylemleri veya terörle mücadele
kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin, bu
zararlarının karşılanması olduğundan, davacının manevi tazminat isteminin
karşılanmasına olanak bulunmamaktadır…”
22. Başvurucu, anılan kararı 21/7/2010 tarihinde temyiz
etmiştir. Temyiz talebini inceleyen Danıştay Onbeşinci Dairesi (Daire)
30/10/2014 tarihli kararıyla Mahkemenin 26/5/2010 tarihli kararının onanmasına
karar vermiştir.
23. Onama kararına karşı başvurucu 27/1/2015 tarihli dilekçe ile
karar düzeltme talebinde bulunmuştur. Daire 28/5/2015 tarihli kararıyla karar
düzeltme isteminin reddine karar vermiş ve karar kesinleşmiştir.
24. Nihai karar5/8/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.
25. Başvurucu 31/8/2015 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
26. 5233 sayılı Kanun’un "Amaç"
kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
“Bu Kanunun amacı, terör eylemleri veya
terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara
uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri
belirlemektir.”
27. 5233 sayılı Kanun’un "Kapsam"
kenar başlıklı 2. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Bu Kanun, 3713 sayılı Terörle Mücadele
Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya
terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek
kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararlarının sulhen karşılanması
hakkındaki esas ve usullere ilişkin hükümleri kapsar ...”
28. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu’nun 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“1. İdari dava türleri şunlardır:
...
b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel
hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,
...”
29. 2577 sayılı Kanunu’nun "iptal ve tam yargı davaları" kenar başlıklı 12. maddesi
şöyledir:
“İlgililer haklarını
ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştaya ve idare ve vergi
mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı
davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın
karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına
başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası
sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde
tam yargı davası açabilirler. Bu halde de ilgililerin 11 nci madde uyarınca
idareye başvurma hakları saklıdır.”
30. 2577 sayılı Kanunu’nun "Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması" kenar
başlıklı 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş
olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya
başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem
tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine
getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi
halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek
hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği
tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.”
31. Anayasa Mahkemesinin 25/6/2009 tarihli ve E.2006/79,
K.2009/97 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"5233 sayılı Yasa,
terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler
nedeniyle zarar gören kişilerin maddi zararlarının özellikle yargı yoluna gitmelerine
gerek kalmadan, idarece en kısa süre içinde ve sulh yoluyla karşılanması
amacıyla hazırlanmış bir yasadır. Yasa bu yönüyle zarara uğrayan vatandaş ile
devlet arasındaki uyuşmazlıkta yargı yoluna gidilmeden alternatif bir çözüm
yöntemi getirmiştir. Yasakoyucu bu amaca uygun olarak yargılama hukuku
kurallarından farklı hükümler öngörerek buna ilişkin esasları Yasa'da ayrıntılı
olarak kurala bağlamıştır.
...
Terör ve terörle mücadeleden doğan ancak idari
bir eylem veya işlemle nedensellik bağı bulunmayan maddi zararların
karşılanmasına ilişkin 5233 sayılı Yasa'daki düzenlemeler, yasakoyucunun sosyal
hukuk devletinin gereği olarak sorumluluk hukukunun genel ilkelerine yasayla
getirdiği bir istisnadır. İdarenin kusurunun bulunmadığı ancak 'sosyal risk
ilkesi' gereği sulh yoluyla karşılanması gereken zararların nelerden ibaret
olduğunun tespiti, yasakoyucunun takdir yetkisi içindedir. İtiraz konusu
kurallarda yer alan maddi zararların öncelikle sulh yoluyla karşılanmasına
ilişkin hükümlerin bulunmasını bu kapsamda değerlendirmek gerekir.
5233 sayılı Yasa, idarenin eylem ve işleminin
sonucu olmayan ve herhangi bir idari işlem veya eylemle doğrudan nedensellik
bağı da bulunmayan, ancak terör ve terörle mücadele sırasında meydana gelen
zararların da tazmini yolunu açan, bu anlamda idarenin kusursuz sorumluluk
alanını genişleten bir yasadır. Bu Yasa idarenin kusursuz sorumluluk alanını
genişletmekle birlikte, aynı zamanda terör ve terörle mücadele sırasında
meydana gelen zararlardan sadece 'maddi' olan kısmının sulh yoluyla tazminine
ilişkin esas ve usulleri belirlemektedir. Yasa'da bu zararlardan 'manevi' olan
kısmın idareden talep edilemeyeceğine ilişkin bir hükme yer verilmediği gibi,
12. maddede 'sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna
başvurma hakları saklıdır' denilerek Anayasa'nın 125. maddesinin birinci
fıkrasına paralel bir düzenlemeye yer verilmiştir. Bu nedenle itiraz konusu
ibare, idarenin sorumluluk alanını daraltan veya idari işlem veya eylemlere
karşı yargı yolunu kapatan bir hüküm içermemektedir."
32. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 18/2/2016 tarihli ve
E.2015/2933, K.2016/326 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
" ...
İdarenin hukuki sorumluluğu, kamusal
faaliyetler sonucunda, idare ile bireyler arasında bireyler zararına bozulan
ekonomik dengenin yeniden kurulmasını, idari etkinliklerden dolayı bireylerin
uğradığı maddi zararlar yanında manevi zararların da idarece tazmin edilmesini
sağlayan bir hukuksal kurumdur. Bu kurum, kamusal faaliyetler nedeniyle
bireylerin malvarlığında ortaya çıkan eksilmelerin ya da çoğalma olanağından
yoksunluğun giderilebilmesini, yine bu surette oluşan manevi zararların
karşılanabilmesi için aranılan koşulları, uygulanması gereken kural ve ilkeleri
içine almaktadır.
İdare, Anayasamızın 125. maddesinde de
belirtildiği üzere, kural olarak yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı
kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup; idari eylem ve/veya işlemlerden
doğan zararlar idare hukuku kuralları çerçevesinde, hizmet kusuru veya kusursuz
sorumluluk ilkeleri gereği tazmin edilmektedir. Bunun yanında, idarenin
faaliyet alanıyla ilgili, önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemediği birtakım
zararları da nedensellik bağı aramadan tazmin etmesi gerekmektedir.
İdarenin kusura dayalı ya da kusursuz
sorumluluğu yanında, Anayasanın öngördüğü sosyal hukuk devleti anlayışına uygun
olarak ve bu temel üzerinden, kollektif sorumluluk anlayışı çerçevesinde
bilimsel ve yargısal içtihatlar ile geliştirilen sosyal risk ilkesi, Anayasanın
yukarıda öngördüğü amaçların gerçekleştirilmesine yöneliktir.
Esasen bilimsel ve yargısal içtihatlara dayalı
olarak geliştirilmiş olsa da, Anayasanın 6. maddesinde öngörüldüğü üzere, hiç
bir organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisini kullanamayacağına
göre, sosyal risk ilkesi de tazminat hukukunun temel prensiplerine kaynak
oluşturan Anayasa hükümlerine dayanılarak kabul edilmiştir. Daha açık bir
şekilde vurgulamak gerekirse, terör olaylarından zarar gören bireylerin maddi
ve manevi zararlarının idari yargı mercilerinin toplumsal risk ilkesi uyarınca
tazminine ilişkin kararları, konuyu düzenleyen genel bir yasa olmadığından,
doğrudan Anayasanın öngördüğü ilkelere dayanmış; bu ilkeler Danıştay tarafından
yorumlanarak ilkeye uygulanabilirlik kazandırılmıştır.
Sosyal risk ilkesi ile toplumun içinde
bulunduğu koşullardan kaynaklanan, idarenin faaliyet alanında meydana gelmekle
birlikte, yürütülen kamu hizmetinin doğrudan sonucu olmayan, toplumsal
nitelikli riskin gerçekleşmesi sonucu oluşan, salt toplumun bireyi olunması
nedeniyle uğranılan özel ve olağandışı zararların da topluma pay edilerek
giderilmesi amaçlanmıştır. Genel bir ifade ile 'terör olayları' olarak
nitelenen eylemlerin, Devlete yönelik olduğu, Anayasal düzeni yıkmayı
amaçladığı, bu tür olaylarda zarar gören kişi ve kuruluşlara karşı kişisel
husumetten kaynaklanmadığı bilinmekte ve gözlenmektedir. Sözü edilen olaylar
nedeniyle zarara uğrayan kişiler, kendi kusur ve eylemleri sonucu değil,
toplumun bir bireyi olmaları nedeniyle zarar görmektedirler. Belirtilen şekilde
ortaya çıkan zararların ise, özel ve olağandışı nitelikleri dikkate alınıp,
terör olaylarını önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemeyen idarece, yukarıda
açıklanan sosyal risk ilkesine göre, topluma pay edilmesi suretiyle tazmini
hakkaniyet gereği olup, sosyal devlet ilkesine de uygun düşecektir.
...
Anılan Kanunun gerekçesinde, 'Devletin
anayasal düzenini yıkmayı amaçlayan terör eylemlerine hedef olan kişiler kendi
kusur ve fiilleri sonucu değil, toplumun bir bireyi olarak zarar
görmektedirler. ...Ortaya çıkan bu zararın paylaştırılması, toplumun diğer
kesimleri ile zarara uğramış kişiler arasında fedakârlığın denkleştirilmesi,
hakkaniyet ve sosyal hukuk devleti ilkelerinin bir gereğidir. ...İdarenin
önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemediği bu zararların, nedensellik bağı ve
kusur koşulu aranmadan karşılanmasını kabul eden objektif sorumluluk anlayışına
dayalı sosyal risk adı verilen bu ilke, bilimsel ve yargısal içtihatlarla da
kabul edilmiştir. ... Bu çerçevede ... terör eylemleri veya terörle mücadele
kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören kişilerin maddi
zararlarının, idarece en kısa süre içinde ve sulh yoluyla karşılanması ...
amacıyla bu Tasarı hazırlanmıştır.' denilmektedir.
..."
33. Danıştay Onbeşinci Dairesinin 18/12/2018 tarihli ve
E.2016/5245, K.2018/8344 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"...
Terör eylemleri veya terörle mücadele
kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddi zarara uğrayan kişilerin, bu
zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemek amacıyla
çıkarılan ve 27.07.2004 gün ve 25535 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak
yürürlüğe giren 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların
Karşılanması Hakkında Kanun’un 'Amaç' başlıklı 1. maddesinde, bu Kanunun
amacının, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen
faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının
karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemek olduğu, 'Kapsam' başlıklı 2.
maddesinde, bu Kanunun, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 1'inci, 3'üncü
ve 4'üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya terörle mücadele kapsamında
yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel
kişilerinin maddî zararlarının sulhen karşılanması hakkındaki esas ve usullere
ilişkin hükümleri kapsadığı, terör dışındaki ekonomik ve sosyal sebeplerle
uğranılan zararlar ile güvenlik kaygıları dışında kendi istekleriyle
bulundukları yerleri terk edenlerin bu sebeple uğradıkları zararlar ve
kişilerin kendi kasıtları sonucunda oluşan zararların bu Kanunun kapsamı
dışında sayılan durumlardanolduğu,'Karşılanacak Zararlar' başlıklı 7.
maddesinde ise, bu Kanun hükümlerine göre sulh yoluyla karşılanabilecek
zararların, hayvanlara, ağaçlara, ürünlere ve diğer taşınır ve taşınmazlara
verilen her türlü zararlar, yaralanma, sakatlanma ve ölüm hâllerinde uğranılan
zararlar ile tedavi ve cenaze giderleri, terörle mücadele kapsamında yürütülen
faaliyetler nedeniyle kişilerin mal varlıklarına ulaşamamalarından kaynaklanan
maddî zararlar olduğuhükümlerine yer verilmiştir.
Öte yandan, anılan Kanunun gerekçesinde,
'Kural olarak idarenin hukukî sorumluluğu kusur esasına dayanmaktadır. Sözü
edilen kuralın istisnası olarak, idarenin önlemekle yükümlü olduğu halde
önleyemediği birtakım zararların, nedensellik bağı ve kusur koşulu aranmadan karşılanması
gerekmektedir. ....Ortaya çıkan zararın paylaştırılması, toplumun diğer
kesimleri ile zarara ugramış kişiler arasında fedakarlığın denkleştirilmesi,
hakkaniyet ve sosyal hukuk devleti ilkelerinin bir gereğidir. Kişilere verilen
zararlar, ister terör örgütlerinin eylemlerinden, ister terörle mücadele
sırasında Devletçe alınan tedbirlerden kaynaklanmış olsun; bu zararların
belirtilen ilkeler uyarınca karşılanması, Devlete olan güveni pekiştirecek;
vatandaş-Devlet kaynaşmasını artıracak, terörle mücadeleye ve toplumsal barışa
önemli katkıda bulunacaktır. Terörle mücadelede Türk Silâhlı Kuvvetlerinin ve
güvenlik güçlerinin kazandığı olağanüstü başarının sosyal ve ekonomik
tedbirlerle desteklenmesi zorunluluğu toplumumuzun bütün kesimlerince kabul
edilmektedir.' denilerek Kanunun getiriliş amacı açıklanmıştır.
3713 sayılı Terörle Mücadele Kanun’un 'Terörün
Tanımı' başlıklı 1. maddesinde; 'Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı,
korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasa'da
belirtilen Cumhuriyetinniteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik
düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak,
Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet
otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve
hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya
genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından
girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir.' şeklinde tanımlanmış,
Kanunun 3. maddesinde, Türk Ceza Kanun’unda yer alan terör suçları sayılmış, 4.
maddesinde ise terör amacı ile işlenen suçlar belirtilmiştir.
Terör eylemlerinin devlete yönelik olduğu,
devletin anayasal düzenini yıkmayı amaçladığı yukarıda anılan 3713 sayılı
Kanunda belirtilmiş olup bu tür olayların zarar gören kişi ve kurumlara karşı
kişisel husumetten ileri gelmediğinin dikkate alınması gerekmektedir. Terör
eylemleri nedeniyle zarara uğrayan, bu eylemlere herhangi bir şekilde
katılmamış olan kişiler kendi kusur ve eylemleri sonucu değil, toplum içinde
ortaya çıkan bu olaylardan toplumun bir parçası olması sıfatıyla zarar
görmektedir. 5233 sayılı Kanunun terör eylemleri sonucu zarar görenlerin
zararların karşılanmasına yönelik olduğu, nakdi tazminat ödenmesi için bir
maddi zararın oluşması, zararın 3713 sayılı Kanunun 1. 3. ve 4. maddeleri
kapsamında yer alan eylemlerden veya terörle mücadele kapsamında yürütülen
faaliyetler nedeniyle uğranılması gerektiği belirtilmiştir.
Yukarıda yer verilen Kanun hükümlerine göre,
terör veya terörle mücadelede kapsamında yürütülen faaliyetlerden
kaynaklanmayan zararların 5233 sayılı Kanun uyarınca karşılanması hukuken
olanaklı değildir.
..."
34. Danıştay Onbeşinci Dairesinin 18/10/2012 tarihli ve
E.2012/189, K.2012/7048 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"...
İdare, kural olarak yürüttüğü kamu hizmetiyle
nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup; idari eylem
ve/veya işlemlerden doğan zararlar idare hukuku kuralları çerçevesinde, hizmet
kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri gereği tazmin edilmektedir.
Bununla birlikte; bilimsel ve yargısal
içtihatlarla geliştirilen sosyal risk ilkesi ile toplumun içinde bulunduğu koşullardan
kaynaklanan, idarenin faaliyet alanında meydana gelmekle birlikte, yürütülen
kamu hizmetinin doğrudan sonucu olmayan, toplumsal nitelikli riskin
gerçekleşmesi sonucu oluşan, salt toplumun bireyi olunması nedeniyle uğranılan
özel ve olağan dışı zararların da topluma pay edilerek giderilmesi
amaçlanmıştır.
Belirtilen niteliğine göre, sosyal risk
ilkesinin uygulanabilmesi için olayın tüm toplumla ilgilendirilmesi ve zararın
toplumsal nitelikli bir riskin gerçekleşmesi sonucu meydana gelmesi yanında,
olay ve zararın yürütülen kamu hizmetinin doğrudan sonucu olmaması, başka bir
deyişle zarar ile idari eylem arasında bir nedensellik bağının da kurulamaması
gerekmektedir.
27.07.2004 tarih ve 25535 sayılı Resmi
Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden
Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun, terör eylemleri veya terörle
mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan
kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemek
amacıyla kabul edilmiş olup; bu amaç, anılan Kanunun genel gerekçesinde
'Devletin anayasal düzenini yıkmayı amaçlayan terör eylemlerine hedef olan
kişiler kendi kusur ve fiilleri sonucu değil, toplumun bir bireyi olarak zarar
görmektedirler. ... Ortaya çıkan bu zararın paylaştırılması, toplumun diğer
kesimleri ile zarara uğramış kişiler arasında fedakârlığın denkleştirilmesi,
hakkaniyet ve sosyal hukuk devleti ilkelerinin bir gereğidir. ... İdarenin
önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemediği bu zararların, nedensellik bağı ve
kusur koşulu aranmadan karşılanmasını kabul eden objektif sorumluluk anlayışına
dayalı sosyal risk adı verilen bu ilke, bilimsel ve yargısal içtihatlarla da
kabul edilmiştir. ...
...
Görüldüğü üzere; 5233 sayılı Kanun, yargısal
ve bilimsel içtihatlarla kabul edilen 'sosyal risk' ilkesinin yasalaşmış
halidir. Bu nedenle, adı geçen Kanunun uygulama alanı yalnızca 'sosyal risk
ilkesi' uyarınca tazmini mümkün olan uyuşmazlıklarla sınırlı bulunmaktadır.
Başka bir ifadeyle; zarar ile idari eylem arasında nedensellik bağının
kurulabildiği hallerde sosyal risk ilkesinin uygulanmasına olanak
bulunmadığından; idare hukuku kuralları çerçevesinde öncelikle hizmet kusurunun
bulunup bulunmadığının araştırılması, hizmet kusuru yoksa kusursuz sorumluluk
ilkesine göre zararın tazmin edilip edilemeyeceğinin belirlenmesi; dolayısıyla
idari eylemlerden doğan zararın, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk
ilkeleri uyarınca tazmini gereken davalarda, 2577 sayılı Kanunun 13. maddesinin
uygulanması gerekmektedir.
..."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
35. Anayasa Mahkemesinin 16/1/2020 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Yaşam Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia Yönünden
1. Başvurucunun İddiaları
36. Başvurucu; idarenin olay yerinde yeterli güvenlik
önlemlerini almaması nedeniyle oluşan zarardan kusurlu olarak sorumlu olması,
sosyal risk ilkesi gereğince de kusursuz olarak sorumlu olması nedenleriyle
maddi ve manevi zararın tazmin edilmesi gerektiğini, Komisyonca önerilen maddi
tazminat miktarının düşük olduğunu belirterek yaşam hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
37. Anayasa’nın “Kişinin
dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı” kenar başlıklı 17.
maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes, yaşama...
hakkına sahiptir."
38. Anayasa’nın "Devletin
temel amaç ve görevleri" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili
kısmı şöyledir:
“Devletin temel amaç ve görevleri,
…Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve
mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti
ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve
sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için
gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”
39. Devlet, bireyin maddi ve manevi varlığını her türlü
tehlikeden, tehditten ve şiddetten korumakla yükümlüdür (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No:
2012/752, 17/9/2013, § 51; AYM, E.2005/151, K.2008/37, 3/1/2008;E.2010/58,
K.2011/8, 6/1/2011).
40. Devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında can
kaybının gerçekleştiği durumlarda Anayasa’nın 17. maddesi devlete, elindeki tüm
imkânları kullanarak yaşam hakkını korumak için oluşturulan yasal ve idari
çerçevenin gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup
cezalandırılmasını sağlayacak etkili idari ve yargısal tedbirleri alma görevi
yüklemektedir. Bu yükümlülük -kamusal olsun veya olmasın- yaşam hakkının
tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet bakımından geçerlidir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 52).
41. Anayasa Mahkemesi, yaşam hakkını güvence altına alan
Anayasa'nın 17. maddesini Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirerek
devlete üç tür yükümlülük yükleyecek şekilde yorumlamış ve bu yükümlülüklerin
ihlal edilip edilmediğine ilişkin değerlendirmelerinde gözönüne alacağı
ilkeleri belirlemiştir. Bu yükümlülüklerden ilki kasıtlı ve hukuka aykırı
olarak öldürmememe yükümlülüğü (negatif yükümlülük), ikincisi her türlü tehlikeye
karşı bireylerin yaşam hakkını koruma yükümlülüğü (pozitif yükümlülüğün maddi
boyutu), üçüncüsü ise doğal olmayan her ölümle ilgili etkili soruşturma
yükümlülüğüdür (pozitif yükümlülüğün usule ilişkin boyutu). Bireysel başvurunun
yaşam hakkı kapsamında değerlendirilebilmesi için kamu makamlarının yaşam
hakkının koruma alanına kasıtlı eylemleri veya ihmal suretiyle tezahür eden
eylemsizlikleri ile bir müdahalesinin gerçekleştiği iddia edilmelidir. Başka
bir anlatımla yaşam hakkı kapsamında yapılacak bir inceleme ancak yetkili
makamların kusura dayalı sorumluluğunun ileri sürüldüğü hâllerde söz konusudur.
Bir ölümden kusursuz sorumluluk ilkeleri gereğince sorumlu olunduğunun ileri
sürülmesi hâlinde ise bireysel başvurunun, açıklanan gerekçelerle yaşam hakkından
incelenebilmesi mümkün değildir (Aziz Biter
ve diğerleri, B. No: 2015/4603, 19/2/2019, §§ 58, 59).
42. Somut olayda başvurucu; atış alanı niteliğindeki bölgede
yeterli güvenlik önlem ve tedbirlerinin alınmaması nedeniyle meydana gelen
patlamada yaralandığını, idarenin oluşan zarardan hem kusurlu olması hem de
sosyal risk ilkesi gereğince kusursuz sorumlu olmasına rağmen oluşan
zararlarının karşılanmadığını belirtmiştir. Dolayısıyla başvurucu yaşamı koruma
yükümlülüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
43. Bununla birlikte bireysel başvurunun ikincil niteliği gereği
somut olayda başvurucunun ihlal iddialarını Anayasa Mahkemesinden önceki
yargısal mercilerde usulüne uygun bir şekilde dile getirip getirmediğinin
belirlenmesi gerekir.
44. Başvurucu, ihmal suretiyle yaşam hakkının korunmadığına
ilişkin iddiaları yönünden öncelikle 5233 sayılı Kanun hükümleri kapsamında
kurulan Komisyona başvurmuş; Komisyon tarafından başvurucunun 25 gün çalışma
gücü kaybı bulunduğu belirtilerek başvurucuya 978,60 TL tazminatın ödenmesine
karar verilmiştir. Bu karar üzerine takdir edilen bedeli kabul etmeyen
başvurucu, uyuşmazlık tutanağını imzalayıp önerilen tazminat miktarının maddi
ve manevi zararını karşılamadığını ileri sürerek İdare Mahkemesinde dava
açmıştır. Ancak başvurucunun açtığı dava genel hükümlere göre açılan bir tam
yargı davası olmayıp 5233 sayılı Kanun hükümleri kapsamında kurulan Tazminat
Komisyonuna yapılan başvurunun reddi üzerine açılan bir davadır.
45. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“...Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun
yollarının tüketilmiş olması şarttır.”
46. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı
fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem,
eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının
tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
47. Öncelikle belirtmek gerekir ki anılan Anayasa ve Kanun
maddelerinde yer verilen kanun yollarının tüketilmesi koşulu, bireysel
başvurunun temel hak ihlallerini önlemek için son ve olağanüstü bir çare
olmasının doğal sonucudur (Necati Gündüz ve
Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 20). Temel hak ve
özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının anayasal ödevi olup bu ödevin
ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi idari ve
yargısal makamların görevidir. Bu nedenle temel hak ve özgürlüklerin ihlal
edildiği iddialarının öncelikle derece mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu
makamlar tarafından değerlendirilmesi ve bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No:
2012/403, 26/3/2013, § 16).
48. Diğer taraftan tüketilmesi gereken başvuru yolları,
başvurucunun şikâyetleri açısından makul bir başarı şansı sunabilecek ve bir
çözüm sağlayabilecek nitelikte olmalıdır. Ayrıca başvuru yollarını tüketme
kuralı ne kesin ne şeklî olarak uygulanabilir bir kural olup bu kurala
uygunluğun denetlenmesinde somut başvurunun koşullarının dikkate alınması
esastır. Bu anlamda yalnızca hukuk sisteminde birtakım başvuru yollarının
varlığının değil aynı zamanda bunların uygulama şartları ile başvurucunun
kişisel koşullarının gerçekçi bir biçimde ele alınması gerekir (S.S.A., B. No: 2013/2355, 7/11/2013, §
28).
49. Bu noktada 5233 sayılı Kanun hükümleri kapsamında kurulan
tazminat mekanizmasının yaşam hakkının pozitif yükümlülüğü bağlamında ihlali en
azından özü itibarıyla tespit edebilme potansiyeline sahip olup olmadığının
belirlenmesi gerekir.
50. "İlgili Hukuk"
kısmında (bkz. §§ 30-33) yer verilen yerleşik yargı içtihatları incelendiğinde,
5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda ve bu başvurularda verilen
kararlara karşı açılan idari davalarda, doğrudan kusursuz sorumluluğa ilişkin
bir değerlendirme yapılmasına rağmen idarenin yapması gerekenleri yapmadığı
iddiasına dayanan kusur sorumluluğa ilişkin bir değerlendirme yapılmadığı
görülecektir. Bu itibarla Anayasa Mahkemesinin anılan tazminat yolunu devletin
yaşamı koruma yükümlülüğü ile bu yükümlülük kapsamında belirlediği ilkeler
çerçevesinde inceleyip ilgili idari ve adli makamların vardıkları sonuçları bu
bağlamda değerlendirebilmesi mümkün değildir. Zira bu tazminat yolu, kusursuz
sorumluluk çerçevesinde kendine özgü ilkeler çerçevesinde inceleme yapan bir
yol olup idarenin sahip olduğu yetkiler kapsamında kusur sorumluluğunu
değerlendiren bir yol değildir. Dolayısıyla anılan tazminat yolunun
başvurucunun şikâyetleri açısından makul bir başarı şansı sunabilecek nitelikte
olduğu söylenemez (Aziz Biter ve diğerleri,
§§ 74, 75).
51. Başvurucu, kusur sorumluluğuna dayanan şikâyetleri açısından
makul bir başarı şansı sunma imkânına sahip tam yargı davası yoluna süresi
içinde başvurmamıştır. Bu tespitler ışığında somut olayda kamu makamlarının
yaşam hakkının korunması anlamında yeterli güvenlik önlemlerini alıp almadığı,
Tazminat Komisyonunca tayin edilen maddi tazminat miktarının yeterli olup
olmadığı hususlarında Anayasa Mahkemesinin değerlendirme yapması mümkün
değildir.
52. Başvurucu devletin korumaya ilişkin pozitif yükümlülüğünü
ihlal ettiğini ileri sürerek yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ise
de başvurucunun söz konusu şikâyeti açısından gerekli başvuru yolunu tüketmeden
bireysel başvuruda bulunduğu sonucuna ulaşılmıştır.
53. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının, diğer kabul
edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Adil Yargılanma
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
54. Başvurucu; idarenin olay yerinde yeterli güvenlik
önlemlerini almaması nedeniyle oluşan zarardan kusurlu olarak sorumlu olması,
sosyal risk ilkesi gereğince de kusursuz olarak sorumlu olması nedenleriyle
manevi zararın tazmin edilmesi gerektiği hâlde Mahkemenin eksik inceleme ile
hukuka aykırı şekilde manevi tazminat talebini reddettiğini, yargılamanın
gereksiz yere sürüncemede bırakıldığını ve adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
55. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Manevi tazminat isteminin reddedilmesi ile
ortaya çıkan temel sorun başvurucunun mahkemeye etkili erişiminin engellenmesi
olduğundan başvurucunun manevi tazminat istemi hakkındaki iddiasının adil
yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkı yönünden incelenmesi uygun
görülmüştür (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Mehmet Emin Timurtaş, B. No: 2014/2008, 22/11/2017, § 46).
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
56. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
57. 5233 sayılı Kanun, Anayasa Mahkemesi ve Danıştay İdari Dava
Daireleri Kurulunun verdiği kararlarda da belirtildiği üzere, maddi zararların
özel bir giderim usulü olmakla birlikte manevi zararların genel hükümlere göre
karşılanmasına da engel değildir.2577 sayılı Kanun'un 12. ve 13. maddelerinde,
idarenin işlem veya eylemlerinden dolayı hakları ihlal edilenlere tazminat
talebinde bulunabilme imkânı tanınmaktadır. Bu yol 5233 sayılı Kanun dışında
idari yargıda genel hükümlere başvurularak uğranılan zararın tazminine imkân
sağlamaktadır (Abbas Emre, B. No:
2014/5005, 6/1/2016, § 81).
58. Diğer taraftan Anayasa Mahkemesinin Emir Ağgül ve diğerleri (B. No:
2014/16320, 21/11/2017) kararında belirtildiği üzere, bir tazminat veya tam
yargı davasına konu olan alacağa ilişkin mevzuat hükümleri kapsamında yürütülen
yargılamada, kişilerin taleplerini başlattıkları usulde hataya düşülerek
incelemenin yapılacağı mevzuat kaynaklarının daraltılmasının belirtilen anlamda
dava açılması ile ilgili bir kısıtlama olarak değerlendirilmesi ve bu
müdahalenin mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmesi gerekmektedir.
59. Nitekim 5233 sayılı Kanun kapsamında manevi tazminat
ödenmesine ilişkin benzer iddialar daha önce bireysel başvuruya konu olmuş ve
Anayasa Mahkemesi, terör ve terörle mücadele kapsamında gerçekleşen zararlara
ilişkin manevi tazminat taleplerinin karşılanması için 5233 sayılı Kanun'da
hüküm bulunmamakla birlikte idare hukukunun genel hükümleri kapsamında
başvurucuların anılan talep hakkına sahip olduklarını belirtmiştir. Anayasa
Mahkemesi, 5233 sayılı Kanun'un maddi zararların özel bir giderim usulünü
öngörmekle birlikte manevi zararların karşılanmasına da engel olmayan bir kanun
olduğunu, 2577 sayılı Kanun’un 12. ve 13.maddelerinde idarenin işlem veya
eylemlerinden dolayı hakları ihlal edilenlere tazminat talebinde bulunabilme
imkânı tanındığını belirterek idareye yaptıkları başvuru ve açtıkları davayı
tazminat hukukunun genel hükümlerine göre inceletme imkânından mahrum kalan
başvurucuların mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (Özden Sayar ve Deren Dilara Sayar, B. No:
2013/4022, 13/4/2016, §§ 51-76).
60. Somut olayda manevi tazminat istemiyle açılan dava, özetle
5233 sayılı Kanun'un amacının terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında
yürütülen faaliyetler nedeniyle maddi zarara uğrayan kişilerin zararlarının
karşılanması olduğundan manevi tazminat isteminin karşılanmasına olanak
bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir.
61. Oysa tazminat hukukunun genel prensiplerine göre, açılan
manevi tazminat istemli davada 5233 sayılı Kanun’un 12. maddesinin son
fıkrasındaki ve 2577 sayılı Kanun’un 2. ve 13. maddelerindeki (bkz. §§ 28, 29)
açık düzenlemeler ile Danıştay (bkz. § 17) ve Anayasa Mahkemesi (bkz. §§ 30,
33)içtihatları dikkate alındığında başvurucunun manevi tazminat talebi hakkında
idare hukukunun genel hükümleri kapsamında inceleme yapılarak bir karar
verilmesi yoluyla başvurucunun mahkemeye erişimine imkân sağlanmalıdır (Niyazi Birol, B. No: 2016/782, 7/11/2019,
§ 26).
62. Açtığı manevi tazminat davasını tazminat hukukunun genel
hükümlerine göre inceletme imkânından mahrum kalan başvurucunun mahkemeye
erişim hakkına müdahalede bulunulduğu açıktır.Yukarıdaki belirtilen ilkeler
ışığında yapılan incelemede başvurucunun manevi tazminat davasını tazminat
hukukunun genel hükümlerine göre inceletme imkânından mahrum bırakan müdahale
yönünden yukarıda değinilen içtihatlardan (diğerleri arasından bkz. Emir Ağgül ve diğerleri, Mehmet Emin Timurtaş başvuruları)
ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmadığı ve ölçüsüz müdahalenin başvurucunun
mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği sonucuna varılmaktadır.
63. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
c. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
64. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasının
ilgili kısmı ve (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir.”
65. Başvurucu 5.000 TL manevi tazminata karar verilmesini talep
etmiştir.
66. Anayasa Mahkemesinin Mehmet
Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, ihlal sonucuna
varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler
belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte
ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun
ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal
edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül
Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
67. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması,
ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan
kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların
giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması
gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§
55, 57).
68. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda Anayasa Mahkemesi,
6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi
İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin
ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere
kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal
düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali
ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel
başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa
Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı
verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak
ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda
herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar
kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin
Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek
devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine
getirmektir. (Mehmet Doğan, §§
58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2),
§§ 57-59, 66, 67).
69. İncelenen başvuruda başvurucunun açtığı manevi tazminat
davasını tazminat hukukunun genel hükümlerine göre inceletme imkânından mahrum
bırakılması nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna
ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
70. Bu durumda adil yargılanma hakkının ihlalinin sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü
düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına
göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda
yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini
ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere
uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin
yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili mahkemeye gönderilmesine karar
verilmesi gerekmektedir.
71. Öte yandan ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat
talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
72. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 3.000
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.226,90 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim karar hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin mahkemeye erişim hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere
Diyarbakır 2. İdare Mahkemesine (E.2010/1, K.2010/1274 sayılı kararla
ilgilidir) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,
E. 226,90 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
3.226,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve
Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin bilgi için Danıştay Onbeşinci Dairesine
GÖNDERİLMESİNE,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
16/1/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.