TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
HARALAMBOS SAKATİ VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/15815)
|
|
Karar Tarihi: 4/4/2019
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan y.
|
:
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
Üyeler
|
:
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Recai AKYEL
|
Raportör
|
:
|
Özgür DUMAN
|
Başvurucu
|
:
|
1. Haralambos
SAKATİ
|
|
|
2. Karlo İrakli TARİNAS
|
|
|
3. Yani STAVRİDİS
|
Vekili
|
:
|
Av. Hülya BENLİSOY
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, mazbut vakıflar arasına alınan bazı vakıfların
cemaat vakıflarından olmadığı gerekçesiyle taşınmazlarının iade edilmemesi ve
bu vakıfların mazbutluk statüsünün kaldırılmaması nedeniyle mülkiyet hakkı ile
din ve vicdan özgürlüğünün ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvurular 4/9/2015 ve 17/9/2015 tarihlerinde yapılmışlardır.
3. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan
ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuşlardır.
4. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin
Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. 2015/15816, 2015/15292, 2015/15293 ve 2015/15294 numaralı
bireysel başvuru dosyalarının konu bakımından hukuki irtibat sebebiyle
2015/15215 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve
incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda
bulunmuşlardır.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
A. Uyuşmazlığın Arka
Planı
9. Osmanlı Dönemi'nde ilk defa 16 Şubat 1328 (1912) tarihli “Eşhası Hükmiyenin Emvali Gayrimenkuleye Tasarruflarına Mahsus Kanun-u Muvakkat”
ile tüzel kişilere taşınmaz mal edinebilme olanağı tanınmıştır. Bu nedenle
gayrimüslim cemaat vakıflarının tasarruflarında bulunan taşınmazlar, söz konusu
düzenlemenin yürürlüğe girdiği 1912 yılına kadar üçüncü kişiler adına tescil
edilmiş olup bu işleme de nam-ı müstear veya nam-ı mevhum denmiştir. Anılan
Kanun'la tüzel kişilere bu tarihten sonra taşınmazlarda temellük ve tasarruf
imkânı sağlanmış, ayrıca tüzel kişilerin bu tarihte fiilen tasarrufları altında
olup başkaları adlarına tapuya tescil ettirdikleri mallarının da kanunda
öngörülen koşullar dâhilinde kendi adlarına tescil edilmesine olanak
sağlanmıştır.
10. Cumhuriyet Dönemi öncesinde geniş bir uygulamaya sahip olan
vakıf müessesesi 17/2/1926 tarihli ve 743 sayılı mülga Türk Kanunu Medenisi'nin kabulünden sonra da varlığını sürdürmüştür.
29/5/1926 tarihli ve 864 sayılı mülga Kanunu Medeninin Sureti Mer’iyet ve Şekli Tatbiki Hakkında Kanun'un 8. maddesinde
Medeni Kanun'un yürürlüğe girmesinden önce kurulan vakıflar için ayrı bir
tatbikat kanunu çıkarılması gerektiği, yeni kurulan vakıfların ise Medeni
Kanun'a tabi olacağı belirtilmiştir (Agavni Mari Hazaryan ve
diğerleri, B. No: 2014/4715, 15/6/2016, § 80).
11. Bu doğrultuda 5/6/1935 tarihinde kabul edilen 2762 sayılı
mülga Vakıflar Kanunu'nun 1. maddesinde, gayrimüslim cemaatlerce idare edilen
vakıflar, mütevellileri veya seçilmiş heyetleri tarafından idare olunmak üzere
mülhak vakıflar arasında sayılmış; bu Kanun'un 44. maddesinde de vakıfların
tasarruflarında bulunan taşınmazların vakıf kütüğüne ve tapu siciline tescil
edilmesi öngörülmüştür. Ayrıca aynı Kanun’un geçici 1. maddesinde de
gayrimüslim cemaat vakıflarını idare eden kişilerce bu vakıflara ait bütün
malların, gelirlerin ve bunları sarf ettikleri yerlerin birer beyanname ile
Vakıflar İdaresine bildirilmesi düzenlenmiştir. Uygulamada 1936 Beyannamesi olarak adlandırılan bu
bildirimler, Yargıtay tarafından vakıf senedi olarak kabul edilmiştir.
12. Osmanlı Dönemi'nde 1912 yılına kadar tüzel kişilerin
taşınmazlarını kendi adlarına tapuya tescil ettirememeleri sebebiyle çoğunlukla
bir nam-ı müstear ya da nam-ı mevhum adına kaydedilen taşınmazlar bakımından
Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 2/12/1942 tarihli ve
3/25 sayılı içtihadı birleştirme kararı ile 2762 sayılı Kanun'un 44. maddesine
göre bu tür taşınmazların vakıf adına idari yoldan tapuya tescil edilebilmesi
için kayıt sahibinin muvafakatına ihtiyaç olduğu
belirtilmiştir.
13. Buna karşılık 2762 sayılı Kanun’un 44. maddesine ilişkin
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 2/7/1956 tarihli ve 1972 sayılı tefsir
kararında, nam-ı müstear veya nam-ı mevhum adına kaydedilen taşınmazların kayıt
malikinin rızası aranmaksızın cemaat vakıfları adına tapuya tescil
edilebilecekleri belirtilmiştir. Bu kararın ilgili kısımları şöyledir:
"... Şu halde yukarda izah edildiği
veçhile kanun vazu gerek 16 Şubat 1328 tarihli kanun
ve gerekse 2762 sayılı kanunun 44 üncü maddesinde koyduğu hükümlerle ondan
evvel hükmi şahısların gayrimenkule tasarruf hakkının memnu olmasından doğan
ıztırar ile tapuda cemaatlerle münasebeti olan mevcut veya mevhun
hakikî şahıslar üzerinde kaydedilmiş ve fakat fiilî tasarruf ve intifaı cemaat vakıflarına ait olduğu 44 üncü maddede
yazılı karinelerle bir hakikat olarak kabul edilmiş bulunan gayrimenkullerin
cemaat hükmi şahısları namına kayıtlarının tashihi için tapuca bu mallar kendi
uhdelerinde mukayyet görünen şahısların rıza ve muvafakatlerine ihtiyaç olmadan
tescili kanun vazıının matlûp
ve maksudu olduğuna şüphe edilemez..."
14. Ancak Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 8/5/1974 tarihli ve
E.1971/2-820, K.1974/505 sayılı kararıyla cemaat vakıflarının 1936 yılında
verdiği beyannamelerin vakıfname olarak kabulünün zorunlu olduğu,
vakıfnamelerinde mal ya da bağış kabul edebilecekleri yönünde açıklık
bulunmayan vakıfların ise gerek doğrudan gerekse vasiyet yoluyla taşınmaz mal
iktisap edemeyecekleri belirtilmiştir. Benzer yaklaşım, Danıştay tarafından da
benimsenmiştir (Danıştay Onuncu Dairesinin 26/5/1982 tarihli ve E.1982/3285,
K.1982/1413 sayılı; 26/3/1992 tarihli ve E.1991/1596, K.1992/1144 sayılı
kararları).
15. 3/8/2002 tarihli ve 4771 sayılı Kanun’un 4. maddesiyle 2762
sayılı Kanun’un 1. maddesine eklenen fıkralarla yapılan değişiklikle,
vakfiyeleri olup olmadığına bakılmaksızın cemaat vakıflarının Bakanlar
Kurulunun izniyle dinî, hayri, sosyal, eğitsel, sıhhi
ve kültürel alanlardaki ihtiyaçlarını karşılamak üzere taşınmaz mal
edinebilmelerine ve taşınmaz malları üzerinde tasarrufta bulunabilmelerine
olanak sağlanmıştır. Bu kanun değişikliğinin iptali için Anayasa Mahkemesine
yapılan başvuru da Anayasa Mahkemesinin 27/12/2002 tarihli ve E.2002/146,
K.2002/201 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Anılan karardan sonra da 2/1/2003
tarihli ve 4778 sayılı Kanun’la yapılan düzenleme ile Bakanlar Kurulu yerine
Vakıflar Genel Müdürlüğünün izninin yeterli olacağı hükmü getirilmiştir.
16. 27/2/2008 tarihinde yürürlüğe giren 20/2/2008 tarihli ve
5737 sayılı Vakıflar Kanunu'nun 80. maddesi ile 2762 sayılı Kanun yürürlükten
kaldırılmıştır. 5737 sayılı Kanun'un 3. maddesinde cemaat vakıfları;
vakfiyeleri olup olmadığına bakılmaksızın 2762 sayılı Vakıflar Kanunu gereğince
tüzel kişilik kazanmış, mensupları Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan
Türkiye’deki gayrimüslim cemaatlere ait vakıflar olarak tanımlanmıştır. Bu
Kanun'un 12. maddesiyle de önceki yasal düzenlemelerden farklı olarak cemaat
vakıflarına herhangi bir makamdan izin almaksızın ve vakıf amacıyla öngörülen
hizmetleri gerçekleştirme koşulu aranmaksızın mal edinebilme olanağı
tanınmıştır. Anılan maddenin iptali için yapılan başvuru ise Anayasa
Mahkemesinin 17/6/2010 tarihli ve E.2008/22, K.2010/82 sayılı kararıyla
reddedilmiştir.
17. Bunun yanı sıra 5737 sayılı Kanun’un geçici 7. maddesi ile
1936 Beyannamelerinde kayıtlı olup hâlen bu vakıfların tasarruflarında bulunan,
nam-ı müstear veya nam-ı mevhumlar adına tapuda kayıtlı olan taşınmazlar ile
1936 Beyannamesi'nden sonra cemaat vakıfları tarafından satın alınmış veya
cemaat vakıflarına vasiyet edildiği veya bağışlandığı hâlde mal edinememe
gerekçesiyle Hazine, Vakıflar Genel Müdürlüğü, vasiyet edenler veya bağışlayanlar
adına tapuda kayıtlı olan taşınmazların tapu kayıtlarındaki hak ve
mükellefiyetleri ile birlikte bu Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten itibaren
on sekiz ay içinde müracaat edilmesi hâlinde Vakıflar Meclisinin olumlu
kararından sonra ilgili tapu sicil müdürlüklerince cemaat vakıfları adına
tescil edilmeleri hükme bağlanmıştır.
18. 5737 sayılı Kanun'a 22/8/2011 tarihli ve 651 sayılı Kanun
Hükmünde Kararname'nin 17. maddesiyle eklenen geçici 11. maddesinin birinci
fıkrası ile cemaat vakıflarının 1936 Beyannamesi'nde kayıtlı olup malik hanesi
açık olan taşınmazları, 1936 Beyannamesi'nde kayıtlı olup kamulaştırma, satış
ve trampa dışındaki nedenlerle Hazine, Vakıflar Genel Müdürlüğü, belediye ve il
özel idaresi adına kayıtlı taşınmazları ve 1936 Beyannamesi'nde kayıtlı olup
kamu kurumları adına tescilli olan mezarlıkları ve çeşmelerinin tapu
kayıtlarındaki hak ve mükellefiyetleri ile birlikte bu maddenin yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren on iki ay içinde müracaat edilmesi hâlinde Vakıflar
Meclisinin olumlu kararından sonra ilgili tapu sicil müdürlüklerince cemaat
vakıfları adına tescil edilmesine olanak tanınmıştır. Ayrıca maddenin ikinci
fıkrasında da cemaat vakıfları tarafından satın alınmış, cemaat vakıflarına
vasiyet edildiği veya bağışlandığı hâlde mal edinememe gerekçesiyle Hazine veya
Vakıflar Genel Müdürlüğü adına tapuda kayıt edilen taşınmazlardan üçüncü
şahıslar adına kayıtlı olanların Maliye Bakanlığınca tespit edilen rayiç
değerinin Hazine veya Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından ödeneceği
düzenlenmiştir.
B. Başvuruya Konu İdari
ve Yargısal Süreçler
19. Vakıflar Genel Müdürlüğü (Genel Müdürlük) İdare Meclisi
28/2/1968 tarihinde Salkım Söğüt Aya Terapi Ayazması ve İlk Mektebi Vakfının,
3/11/1977 tarihinde de Edirnekapı Aya Yorgi Rum Ortodoks Kilisesi Vakfının
mazbut vakıflar arasına alınmasına karar vermiştir.
20. Başvurucular 25/8/2009 tarihinde İstanbul 5. Noterliği
aracılığıyla Genel Müdürlüğe ihtarnameler göndererek anılan vakıfların mazbut
hâlinin sona erdirilerek yönetiminin tekrar cemaatlerine bırakılmasını talep
etmişlerdir. Başvurucular ayrıca 5737 sayılı Kanun'un geçici 7. maddesi
uyarınca bu vakıflara ait olduğunu belirttikleri taşınmazların cemaat arasından
oluşturulacak vakıf yönetimine iade edilmesi taleplerini iletmişlerdir.
21. İdare 5/7/2010 ve 7/7/2010 tarihlerinde söz konusu
vakıfların cemaat vakıfları listesinde yer almadığı gerekçesiyle başvurucuların
taleplerini reddetmişlerdir.
22. Başvurucular bu idari işleme karşı Edirnekapı Aya Yorgi Rum
Ortodoks Kilisesi Vakfı yönünden İstanbul 6. İdare Mahkemesinde 13/9/2010
tarihinde; Salkım Söğüt Aya Terapi Ayazması ve İlk Mektebi Vakfı yönünden
İstanbul 6. İdare Mahkemesinde 24/11/2010 tarihinde ayrı ayrı iptal davaları açmışlardır.
23. İstanbul 6. İdare Mahkemesi 27/7/2011 tarihinde ve İstanbul
4. İdare Mahkemesi de 26/1/2012 tarihinde davaların reddine karar vermiştir.
Kararların gerekçesinde, söz konusu vakıfların 28/2/1968 ve 3/11/1977
tarihlerinde mazbut vakıflar arasına alındığı vurgulanmıştır. Ayrıca mazbut
hâle gelen bir vakfın zaman içinde mazbut olmaktan çıkarılmasına hukuken ve
fiilen imkân bulunmadığı açıklanmıştır. Son olarak söz konusu vakıfların cemaat
vakıflarından olmadığı gerekçesine dayalı olarak 5737 sayılı Kanun'un geçici 7.
maddesine göre yapılan başvurunun reddi işleminin hukuka aykırı olmadığı kabul
edilmiştir.
24. Başvurucuların temyiz ettikleri kararlar Danıştay Onuncu
Dairesince 8/4/2015 tarihinde onanmışlardır.
25. Nihai kararlar başvuruculardan Haralambos
Sakati'ye 19/6/2015 tarihinde tebliğ edilmiş,
tebligat yapılmayan diğer başvurucuların ise kendi beyanlarına göre bu
kararlardan 24/8/2015 ve 1/9/2015 tarihlerinde haberdar olmuşlardır.
26. Başvurucular 4/9/2015 ve 17/9/2015 tarihlerinde bireysel
başvurularda bulunmuşlardır.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
27. 864 sayılı mülga Kanun’un 8. maddesi şöyledir:
"Kanunu Medeninin
meriyete vaz`ından mukaddem vücude
getirilen evkaf hakkında ayrıca bir tatbikat kanunu neşrolunur.
Kanunu Medeninin meriyete vaz`ından
sonra vücude getirilecek tesisler, Kanunu Medeni
ahkamına tabidir."
28. 2762 sayılı mülga Kanun'un 1. maddesi kabul edildiği
şekliyle şöyledir:
"4 birinci teşrin 1926 tarihinden önce vücud bulmuş vakıflardan
A - Bu kanundan önce zaptedilmiş
bulunan vakıflar,
B - Bu kanundan önce idaresi zaptedilmiş olan vakıflar,
C - Mütevelliliği
bir makama şartedilmiş olan vakıflar,
Ç - Kanunen veya filen hayrî
bir hizmeti kalmamış olan vakıflar,
D - Mütevelliliği vakfedenlerin
ferilerinden başkalarına şartedilmiş vakıflar,
Vakıflar umum müdürlüğünce idare olunur.
Bunların hepsine birden (Mazbut vakıflar) denir.
..."
29. 2762 sayılı mülga Kanun'un 4778 sayılı Kanun'un 3.maddesi
ile değiştirilen 1. maddesinin altıncı fıkrası şöyledir:
"Cemaat vakıfları, vakfiyeleri olup
olmadığına bakılmaksızın, Vakıflar Genel Müdürlüğünün izniyle dinî, hayrî, sosyal, eğitsel, sıhhî ve kültürel alanlardaki
ihtiyaçlarını karşılamak üzere taşınmaz mal edinebilirler ve taşınmaz malları
üzerinde tasarrufta bulunabilirler."
30. 2762 sayılı mülga Kanun’un 44. maddesi şöyledir:
"Bu kanunun neşri tarihinden en az on beş
yıl evvelinden beri vakıf olarak tasarruf edildikleri vergi kayıtları icar
kontratları ve eşhası hükmiyenin gayri menkule
tasarruflarına dair olan 16 Şubat 1328 tarihli kanunun neşrinden sonra tapuya
verilmiş defterler ve müesseselerin hesap defterleri ve buna benzer vesikalarla
anlaşılacak olan yerler o suretle vakıf kütüğüne kaydolunurlar.
Bu kayıt vakıflar idaresinin istemesi üzerine tapuca o gayri menkullerin
kayıtlarına işaret ve keyfiyet münasip vasıtalarla ilan olunur. İlan tarihinden
itibaren iki yıl içinde dava yolu ile bir güna itiraz
olunmadığı takdirde o malların vakıf olarak kati tescilleri yapılır,ve
tapuları verilir. Tapu kayıtlarına işaret edilecek gayri menkullere ait
davalarda vakıflar idaresi ve varsa mütevelli de birlikte hasım olur.
Bundan başka, vakıflar idaresinin 1515 sayılı
kanun hükümlerinden istifade hakkı mahfuzdur."
31. 2762 sayılı mülga Kanun’un geçici 1. maddesi şöyledir:
"A - Şimdiye kadar vakıflar idaresine
hesap vermemiş olan bütün mütevelliler veya mütevelli heyetleri bu kanunun
hükümleri yürümeğe başladığı günden itibaren üç ay içinde idare ettikleri
vakıfların mahiyetlerini, varidat membalarını ve bunların sarf ve tahsis
mahallerini, geçmiş son senenin varidat ve masraflarının miktar ve nevilerinin
ve mütevelliliği hangi selahiyetli
merciin intihap veya kararına müsteniden ve hangi tarihten beri yaptıklarını
gösterir bir beyanname tanzimine ve mensup oldukları vakıflar dairesine vermeğe
mecburdurlar.
B - Yukarki fıkra
mucibince beyanname vermiş olan mütevellilere bir makbuz ilmühaberi verilir. Bu
ilmühaberi hamil olan kimseler bu kanun dairesinde vakıflarının idaresine devam
ederler.
C - Birinci fıkrada yazılı müddet içinde
beyanname vermemiş olanlar vakıflarında tasarruf edemezler. Gecikme haklı bir
sebebe müstenit değilse veya verdikleri beyanname hakikate uygun bulunmazsa mütevellilikten derhal azlolunurlar.
Ç - Vakıflar idaresine verilecek
beyannamelerin verildikleri tarihten itibaren, altı ay içinde tetkik ve tasdiki
mecburidir. Bu müddet içinde tasdik edilmediği takdirde yalnız mukannen
masraflar tasdik edilmiş sayılır.
D - Beyannameler muhteviyatının vesika ve
teamüllere müstenit olması ve bu vesika veya teamüllerin bu kanunun neşrinden
evvel mevcut ve merî`i bulunması şarttır.
E - Bu kanun hükümleri yürümeğe başladığı
zaman mevcut olan ferilerden gayri mütevellilerle Vakıflar Umum Müdürlüğünce
mütevellisi olmadığından veya mütevellisi mevcut olduğu halde vakfı bizzat
idare edemediklerinden dolayı idare kendilerine tevdi edilmiş olan kaymakamlar
şimdiye kadar olduğu gibi vakıfları idareye devam ederler. Azil veya her hangi
bir suretle inhilal vukuunda bu kanun hükümleri tatbik olunur."
32. 2762 sayılı mülga Kanun'a 19/7/2003 tarihli ve 4928 sayılı
Kanun'un 2. maddesi ile eklenen geçici 2. madde şöyledir:
"Cemaat vakıfları, bu Kanunun yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren onsekiz ay içinde 1 inci
maddenin yedinci fıkrası uyarınca tescil başvurusunda bulunabilirler."
33. Cemaat Vakıflarının Taşınmaz Mal Edinmeleri ve Bunlar
Üzerinde Tasarrufta Bulunmaları Hakkında Yönetmelik 4/10/2002 tarihli ve 24896
sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe
girmiştir. Bu Yönetmelik doğrultusunda Genel Müdürlük tarafından kabul edilen
11/10/2002 tarihli ve 2002/3 sayılı Genelge'nin ekinde, gayrimüslim cemaatlere
ait yüz altmış vakıflık bir liste bulunmaktadır. Başvuruya konu vakıflar ise bu
listede yer almamaktadır. Bu Genelge'de belirtilen
vakıflar, Genelge'nin 2. maddesinde şu şekilde açıklanmıştır:
''...vakfiyeleri olup olmadığına bakılmaksızın
2762 sayılı Vakıflar Kanunu gereğince tüzel kişilik kazanmış Türkiye'deki
gayrimüslim cemaatlere ait vakıfların...''
34. 5737 sayılı Kanun'un 3. maddesi şöyledir:
"Bu Kanunun uygulanmasında;
...
1936 Beyannamesi: Cemaat vakıflarının 2762
sayılı Vakıflar Kanunu gereğince verdikleri beyannameyi,
Mazbut vakıf: Bu Kanun uyarınca Genel
Müdürlükçe yönetilecek ve temsil edilecek vakıflar ile mülga 743 sayılı Türk
Kanunu Medenisinin yürürlük tarihinden önce kurulmuş ve 2762 sayılı Vakıflar
Kanunu gereğince Vakıflar Genel Müdürlüğünce yönetilen vakıfları,
...
Cemaat vakfı: Vakfiyeleri olup olmadığına
bakılmaksızın 2762 sayılı Vakıflar Kanunu gereğince tüzel kişilik kazanmış,
mensupları Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan Türkiye’deki gayrimüslim
cemaatlere ait vakıfları,
...
ifade eder."
35. 5737 sayılı Kanun'un geçici 7. maddesi şöyledir:
"Cemaat vakıflarının;
a) 1936 Beyannamelerinde kayıtlı olup, halen
tasarruflarında bulunan nam-ı müstear veya nam-ı mevhumlar adına tapuda kayıtlı
olan taşınmazlar,
b) 1936 Beyannamesinden sonra cemaat vakıfları
tarafından satın alınmış veya cemaat vakıflarına vasiyet edildiği veya
bağışlandığı halde, mal edinememe gerekçesiyle halen; Hazine veya Genel
Müdürlük ya da vasiyet edenler veya bağışlayanlar adına tapuda kayıtlı olan
taşınmazlar,
tapu kayıtlarındaki hak ve mükellefiyetleri
ile birlikte bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onsekiz
ay içinde müracaat edilmesi halinde, Meclisin olumlu kararından sonra, ilgili
tapu sicil müdürlüklerince cemaat vakıfları adına tescilleri yapılır."
36. 5737 sayılı Kanun'a 22/8/2011 tarihli ve 651 sayılı Kanun
Hükmünde Kararname'nin 17. maddesi ile eklenen geçici 11. madde şöyledir:
"Cemaat vakıflarının;
a) 1936 Beyannamesinde kayıtlı olup malik
hanesi açık olan taşınmazları,
b) 1936 Beyannamesinde kayıtlı olup
kamulaştırma, satış ve trampa dışındaki nedenlerle Hazine, Vakıflar Genel
Müdürlüğü, belediye ve il özel idaresi adına kayıtlı taşınmazları,
c) 1936 Beyannamesinde kayıtlı olup kamu
kurumları adına tescilli olan mezarlıkları ve çeşmeleri,
tapu kayıtlarındaki hak ve mükellefiyetleri
ile birlikte bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren oniki ay içinde müracaat edilmesi halinde, Meclisin olumlu
kararından sonra, ilgili tapu sicil müdürlüklerince cemaat vakıfları adına
tescil edilir.
Cemaat vakıfları tarafından satın alınmış veya
cemaat vakıflarına vasiyet edildiği veya bağışlandığı halde, mal edinememe
gerekçesiyle Hazine veya Genel Müdürlük adına tapuda kayıt edilen
taşınmazlardan üçüncü şahıslar adına kayıtlı olanların Maliye Bakanlığınca
tespit edilen rayiç değeri Hazine veya Genel Müdürlük tarafından ödenir.
Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve
esaslar yönetmelikle düzenlenir."
B. Uluslararası Hukuk
37. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar
başlıklı 1. maddesi şöyledir:
"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk
dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak
kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun
genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin
kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da
başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli
gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel
getirmez."
38. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) zaman bakımından
yetkiye ilişkin içtihadı yönünden bkz. Emin
Acar (B. No: 2014/333, 4/10/2017, §§
37-42) kararı.
39. Saint-Vincent-De-Paul
Şefkat Rahibeleri Birliği/Türkiye ((k.k.),
B. No: 19579/07, 27/1/2015) kararına konu olayda başvurucu cemaat, vakıflarının
iadesine ilişkin yasal düzenleme çerçevesinde taşınmazlarının iadesini talep
etmiştir. Ancak başvurucunun bu talebi cemaat vakıfları listesinde bulunmadığı
gerekçesiyle idare tarafından reddedilmiştir. AİHM başvurucunun mülk sahibi
olduğu kabul edilse dahi mülk sahibi sıfatının 1965 ve 1978 yıllarında iptal
edildiği, taşınmazların başkaları adına kaydedildiği ve ihtilaf konusu
taşınmazların mülkiyetinin 28/1/1987 tarihinden çok önce değiştiği tespitiyle
mülkiyet hakkından yoksun bırakmanın ilke olarak anlık bir eylem teşkil
ettiğini hatırlatmış, başvuruyu Sözleşme hükümleriyle zaman yönünden uyumsuz
görmüştür (Saint-Vincent-De-Paul ŞefkatRahibeleri Birliği/Türkiye, § 51). AİHM
başvurucunun açtığı dava yönünden ise başvurucunun cemaat vakıfları listesinde
olmadığı gerekçesiyle talebinin reddedildiğine dikkati çekerek mülkiyet
hakkının ihlal edildiği iddiasını konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul
edilemez bulmuştur (Saint-Vincent-De-Paul ŞefkatRahibeleri Birliği/Türkiye, §§ 58, 59).
AİHM Sözleşme'nin 9. maddesinin ihlaline ilişkin iddia yönünden ise cemaatin
söz konusu mülkleri ve yetimhane binalarını 1997'de terk etmek zorunda
kaldığını belirterek başvurunun altı aylık süresi içinde yapılmadığına karar
vermiştir (Saint-Vincent-De-Paul ŞefkatRahibeleri Birliği/Türkiye, § 64).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
40. Mahkemenin 4/4/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucu Haralambos Sakati Yönünden
41. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 47. maddesinin (5) numaralı
fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 64.
maddesinin (1) numaralı fıkrası gereği bireysel başvurunun başvuru yollarının
tüketildiği, başvuru yolu öngörülmemiş ise ihlalin öğrenildiği tarihten
itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir.
42. Somut olayda, başvurucu Haralambos
Sakati'nin idari işleme karşı açtığı davanın reddine
ilişkin olarak verilen nihai kararın tebliğ edildiği 19/6/2015 tarihinden
itibaren otuz günlük başvuru süresi geçtikten sonra 4/9/2015 tarihinde bireysel
başvuruda bulunulduğu anlaşılmıştır.
43. Açıklanan gerekçelerle başvurucu Haralambos
Sakati'nin başvurusunun diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin süre
aşımı nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Diğer Başvurucular
Yönünden
1. Mülkiyet Hakkının
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
a. Başvurucuların
İddiaları
44. Başvurucular uyuşmazlığa konu vakıfların cemaat mensubu
kişilerin dinî ve hayri hizmetlerini karşılamak
amacıyla kurulmuş vakıflar olduğunu belirtmişlerdir. Başvurucular kendilerinin
Rum cemaati mensupları olarak yüzyıllardır cemaatin bireylerine hizmet etmiş
olan, tarihî ve dinî önemi bulunan bir eğitim kuruluşu ile kilisenin iadesi
gerektiğini vurgulamıştır. Başvurucular ayrıca söz konusu vakıfların
yönetimlerinin cemaatlerinde olması gerektiği hâlde mazbut vakıflar arasına
alındığından yakınmışlardır. Başvurucular bu amaçla mazbutluk kararının
kaldırılması ve taşınmazlarının iade edilmesi için yaptıkları talebin ise idare
tarafından reddedildiğini, bu işleme karşı başlattıkları yargı sürecinden de
bir sonuç alamadıklarını belirtmişlerdir. Başvurucular bu gerekçelerle mülkiyet
ve adil yargılanma hakları ile din ve vicdan özgürlüklerinin ihlal edildiğini
ileri sürmüşlerdir.
45. Bakanlık görüşünde; başvurunun süresinde yapılmadığı,
süresinde yapıldığı kabul edilse dahi müdahalenin Anayasa Mahkemesinin zaman
bakımından yetkisi dışında olduğu belirtilmiştir. Bakanlık ayrıca vakfın mazbut
vakıflar arasına alınmasına ilişkin iptal davası açılmadığı için başvuru
yollarının tüketilmediğini vurgulamıştır. Bakanlık son olarak mülkiyet hakkının
ihlali iddiası yönünden başvurucuların mağdur sıfatının bulunmadığı ve mevcut
bir mülk veya meşru bir beklentileri olmadığı için konu bakımından yetkisizlik kararı
verilmesi gerektiği yönünde görüş bildirmiştir.
46. Başvurucular cevap dilekçesinde, başvuru formlarındaki
beyanlarını yinelemişlerdir.
b. Değerlendirme
47. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucular mülkiyet hakkı yanında adil
yargılanma haklarının da ihlal edildiğini ileri sürmektedir. Ancak başvurucular
yürütülen yargılama sürecine ilişkin herhangi bir şikâyette bulunmadan,
doğrudan yargılamanın sonucundan hareketle uyuşmazlık konusu vakıfların mazbut
vakıflar arasından çıkarılması taleplerinin reddedilmesinden yakınmaktadırlar.
Başvurucuların bu vakıfların mazbut vakıflar arasında olduğu gerekçesiyle
taşınmazlarıyla birlikte idaresine el atıldığı yönündeki şikâyetleri ise esas
itibarıyla mülkiyet hakkını ilgilendirmektedir. Dolayısıyla başvurucuların
belirtilen şikâyetlerinin mülkiyet hakkının ihlali iddiası kapsamında
incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
i. Genel İlkeler
48. 6216 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesinin (8) numaralı
fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıç
tarihi 23/9/2012 olup bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar
aleyhine yapılan bireysel başvurular incelenebilir (Zafer Öztürk, B. No: 2012/51, 25/12/2012, § 17).
49. Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin doğru
olarak belirlenebilmesi için kesinleşen nihai işlem ve kararın tarihinin yanı
sıra gerçekleştiği iddia edilen müdahalenin zamanının da doğru tespit edilmesi
gerekir. Bu tespit yapılırken müdahaleyi oluşturan olaylar ve ihlal edildiği
iddia edilen hakkın kapsamı birlikte değerlendirilmelidir (Agavni Mari Hazaryan ve
diğerleri, § 100; başka bir hak ile ilgili olmakla birlikte ilgisi
nedeniyle bkz. Zeycan Yedigöl
[GK], B. No: 2013/1566, 10/12/2015, § 31).
50. Mülkiyetten yoksun bırakma şeklindeki mülkiyet hakkına
yapılan müdahaleler kural olarak anlık eylemler olup sürekli bir müdahale
oluşturmaz (Agavni Mari Hazaryan
ve diğerleri, § 114). Ancak bu kuralın bir istinası ise mevzuatta
yeni bir başvuru yolunun bulunması ve bu başvuru yolunun zaman bakımından yetki
alanında devam etmesi durumudur (benzer yönde karar için bkz. Emin Acar, § 55).
51. Anayasa Mahkemesi, taşınmazın tapusunun orman olduğu
gerekçesiyle iptal edilmesi üzerine yapılan bir başvuruda mülkiyetten yoksun
bırakmaya yol açan yargı kararının 23/9/2012 tarihinden önce kesinleştiğini
belirterek mülkiyet hakkının ihlaline yönelik başvuruyu zaman bakımından
yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez bulmuştur (Nurdan Sesiz, B. No: 2012/317, 16/4/2013, §§ 21-23).
52. Yine Agavni Mari Hazaryan
ve diğerleri başvurusunda başvurucuların uyuşmazlık konusu
taşınmazın mülkiyetini 1958 yılında kaybettiklerine ve 1975 yılında bu işleme
karşı açtıkları davanın da reddedildiğine vurgu yapılmıştır. Anayasa Mahkemesi
bu sebeple başvurucuların mülkiyet hakkına konu ettikleri taşınmazla hukuki
ilişkilerinin Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruları incelemeye başladığı
23/9/2012 tarihinden 41 yıl önce kesilmiş olduğu ve daha sonra açtıkları
davanın ise etkili ve başarı şansı sunan yeni bir hukuk yolu olmadığı
gerekçeleriyle mülkiyet hakkına yönelik şikâyetin zaman bakımından yetkisi
dışında kaldığı sonucuna varmıştır (Agavni Mari Hazaryan ve
diğerleri, §§ 118-120)
53. Emine Görgülü
(B. No: 2014/5871, 6/7/2017) başvurusunda da başvurucu, vakıf evladı olduğunun
tespiti ve vakfa mütevelli olarak atanması talebinin reddedilmesinden
yakınmıştır. Anayasa Mahkemesi mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden başvuruya
konu mülhak vakfın mazbut vakıflar arasına alınmasına ilişkin sürenin fiilen
30/11/1965 tarihinde sona erdiğine işaret etmiştir. Sonuç olarak başvurucunun
vakfa yönetici olarak atanma talebine ilişkin hukuk yolunun da başarı şansı
bulunan, etkin bir başvuru yolu olmadığı vurgulayarak başvurunun zaman
bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar vermiştir (Emine Görgülü, §§ 31-54).
ii. İlkelerin Olaya
Uygulanması
54. Somut olayda uyuşmazlığa konu vakıflardan Salkım Söğüt Aya
Terapi Ayazması ve İlk Mektebi Vakfı 28/2/1968 tarihinde; Edirnekapı Aya Yorgi
Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı ise 3/11/1977 tarihinde mazbut vakıflar arasına
alınmıştır.
55. 20/2/2008 tarihinde yürürlüğe giren 5737 sayılı Kanun'un
geçici 7. maddesi ile belirli şartlar dâhilinde gayrimüslim cemaat vakıflarının taşınmazlarının iade edilmesine yönelik
düzenlemeler getirilmiştir. Başvurucular da bu düzenleme çerçevesinde yukarıda
değinilen vakıfların mazbut vakıflar arasına alınmasına dair karardan dönülerek
taşınmazlarının iade edilmesini talep etmişlerdir. Ancak başvurucuların söz
konusu talepleri, anılan vakıfların cemaat vakıflarından olmadığı
gerekçesiyle, bu idari işleme karşı açılan dava da aynı gerekçeyle
reddedilmiştir.
56. Başvurucular esas itibarıyla mülkiyet hakkının ihlaline
ilişkin iddia ve şikâyetlerini uyuşmazlık konusu vakıfların mazbut vakıflar
arasına alınmasıyla ilişkilendirmişlerdir. Anayasa Mahkemesi daha önce mülkten
yoksun bırakma sonucuna yol açmasa dahi vakfın idare tarafından mazbut vakıflar
arasına alınmasının vakfın malları ve gelirleri üzerinde tasarrufta bulunma
yetkisinin kısıtlanmasından dolayı mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiğini
kabul etmiştir (Emine Görgülü, §
48). Somut olayda da aynı ilkeden ayrılmayı gerektirir bir durum
bulunmamaktadır.
57. Bununla birlikte başvurucular mazbut vakıflar arasına alınma
işleminden ilk vakıf yönünden 41 ve ikinci vakıf yönünden ise 32 yıl geçtikten
sonra talepte bulunmuşlardır. 2762 sayılı mülga Kanun'un 39. maddesinin birinci
fıkrasında, on seneden beri mütevelliliği kimseye
tevcih edilmemiş olan vakıflarda artık tevcih yapılmayacağı belirtilmiş olup
5737 sayılı Kanun'un 7. maddesinin ikinci fıkrasında da mazbut vakıflara bir
daha yönetici seçimi ve ataması yapılamayacağı hüküm altına alınmıştır. Buna
göre anılan Kanun hükümlerine dayalı olarak derece mahkemeleri başvurucuların
taleplerini reddetmişlerdir. Dolayısıyla söz konusu hukuk yolunun davanın
açıldığı tarih itibarıyla tüketilmesi gereken etkili bir başvuru yolu olmadığı
açık bir şekilde öngörülebilir durumdadır.
58. Öte yandan idare ve derece mahkemelerinin de kabul ettiği
üzere uyuşmazlık konusu vakıfların 1936 Beyannamesi'nde kayıtlı cemaat vakıfları listesinde yer almadıkları
gibi 5737 sayılı Kanun'un geçici 7. maddesi cemaat vakıflarının taşınmazlarının
iadesini düzenlemektedir. Dolayısıyla somut olayda anılan hükmün uygulanma
olanağı bulunmamakta olup bu düzenlemenin mazbut vakıfların iadesine yönelik
yeni bir başvuru yolu da getirmediği görülmektedir.
59. Sonuç olarak mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden başvuruya
konu vakıfların mazbut vakıflar arasına alınmasına ilişkin süreç, fiilen 1968
ve 1977 yıllarında sona ermiştir. Bu durumda başvuruya konu sürecin Anayasa
Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başladığı 23/9/2012 tarihinden önce
sonuçlandırıldığı anlaşılmaktadır.
60. Başvurucular, mazbut vakıflar arasına alınma süreci bu
şekilde tamamlandıktan sonra 5737 sayılı Kanun'un geçici 7. maddesi kapsamında
yeniden talepte bulunmuşlarsa da yukarıda da değinildiği üzere bu hukuk yolunun
başarı şansı bulunan etkin bir başvuru yolu olmadığı anlaşılmaktadır. Başarılı
olunmayacağı belli olan başvuru yoluna, bireysel başvuruların incelenmeye
başlandığı tarih olarak belirlenen 23/9/2012 tarihinden sonra başvurulması
sonucu verilen ret kararı üzerine yapılan bireysel başvurunun Anayasa
Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi kapsamında olduğunun kabul edilmesi
mümkün değildir.
61. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Din ve Vicdan
Özgürlüğünün İhlal Edildiğine İlişkin İddia
62. Başvurucular ayrıca uyuşmazlık konusu vakıfların mazbut
vakıflar arasına alınması yüzünden din ve ve vicdan
özgürlüklerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
63. Bakanlık görüşünde, 3/11/1977 tarihinde vakfın mazbut
vakıflar arasına alınmasına ilişkin kararda yer verilen gerekçelere atıfla
başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olduğu belirtilmiştir.
64. Başvurucular cevap dilekçesinde başvuru formundaki
beyanlarını yinelemişlerdir.
65. Anayasa Mahkemesine başvuru konusu olaylarla ilgili
delilleri sunmak suretiyle olaylar hakkındaki iddialarını kanıtlamak ve
dayanılan Anayasa hükmünün kendilerine göre ihlal edildiğine dair açıklamalarda
bulunarak hukuki iddialarını ortaya koymak başvuruculara düşer. Başvurucuların
kamu gücünün işlem, eylem ya da ihmali nedeniyle ihlal edildiğini ileri
sürdükleri hak ve özgürlük ile dayanılan Anayasa hükümlerini, ihlal
gerekçelerini, dayanılan deliller ile ihlale neden olduğunu ileri sürdükleri
işlem veya kararların neler olduğunu başvuru dilekçesinde belirtmeleri şarttır.
Başvuru dilekçesinde kamu gücünün ihlale neden olduğu iddia edilen işlem, eylem
ya da ihmaline dair olayların tarih sırasına göre özeti yapılmalı; bireysel
başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklerden hangisinin hangi nedenle ihlal edildiği
ve buna ilişkin gerekçeler ve deliller açıklanmalıdır (Veli Özdemir, B. No: 2013/276, 9/1/2014,
§§ 19, 20).
66. Başvurucuların din ve vicdan özgürlüklerine müdahale
edildiği iddialarına yönelik olarak bu vakıfların mazbut vakıflar arasına
alınması ile ilişkilendirerek dile getirdikleri şikâyetler yönünden yukarıda da
değinildiği üzere başvuruya konu idari işlem süreci Anayasa Mahkemesinin zaman
bakımından yetkisi dışında gerçekleşmiştir (bkz. §§ 53-60).
67. Diğer taraftan başvurucular, söz konusu vakıfların
yönetimini ele alan idarenin hangi işlem veya eylemiyle din ve vicdan
özgürlüklerine müdahalede bulunduğuna dair iddialarının konusunu belirtir
şekilde somut bilgi, belge ve kanıt sunamamışlardır. Bu itibarla başvuruya konu
ihlal iddialarıyla ilgili deliller sunarak olaya ilişkin iddialarını kanıtlamak
ve hangi Anayasa hükmünün ihlal edildiğine ilişkin açıklamalarda bulunmak
suretiyle hukuki iddialarını ortaya koymak yükümlülüğü başvuruculara ait
olmasına rağmen başvurucular bu yükümlülüğü yerine getirmemiştir.
68. Açıklanan gerekçelerle başvurucuların din ve vicdan
özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddialarının temellendirilmemiş olduğu
anlaşıldığından başvurunun bu kısmının açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Başvurucu Haralambos Sakati'nin başvurusunun süre
aşımı nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Diğer başvurucular yönünden;
a. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
b. Din ve vicdan özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA
4/4/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.