TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
HIDIR DEMİR BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/15997)
|
|
Karar Tarihi: 10/5/2018
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Yücel ARSLAN
|
Başvurucu
|
:
|
Hıdır DEMİR
|
Vekili
|
:
|
Av. Barış
YILDIRIM
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, sendika üyesinin basın açıklamasında söylediği
sözlerden dolayı cezalandırılması nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği
iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 28/9/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
6. Memur olarak görev yapan 1959 doğumlu başvurucu aynı zamanda
Tarım ve Ormancılık Kolu Kamu Emekçileri Sendikası (Tarım Orkam-Sen)
Yönetim Kurulu üyesidir.
7. Başvurucu 17/10/2014 tarihinde bir basın açıklaması
yapmıştır. Basın açıklamasında Elazığ Orman Bölge Müdürü Z.P.yi (müşteki) sert bir biçimde eleştirmiştir.
8. Basın açıklamasında müştekiye yönelik aşağıdaki ifadeler yer
almıştır:
“Orman ve maden alanlarında dönen rant ve
tayini çıkan sendika üyesi personelin görev yerinde tuttuğu tutanaklarda bölge
müdürünün akrabalarına peşkeş çektiği, iş alanlarından dolayı sürgün edildiği,
yapılan görüşmede ben yaptım oldu diyerek elinizden geleni ardınıza koymayın
tavrı gösterdiği”
9. Basın açıklaması o tarihte www.tuncelininsesi.com adlı
internet sitesindeki bir habere de konu olmuştur.
10. Müşteki başvurucunun cezalandırılması talebiyle 22/10/2014
tarihinde Cumhuriyet savcılığına başvurmuştur. Tunceli Cumhuriyet Başsavcılığı,
başvurucu hakkında hakaret suçundan 5/1/2015 tarihinde kamu davası açmıştır.
İddianamede başvurucunun müşteki hakkında iddia ettiği eylemlerle ilgili
herhangi bir soruşturmanın mevcut olmadığı tespit edilmiştir. İddianameye göre,
alınan ifadeler çerçevesinde şikâyete konu söylemler dayanaksız olup Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarında belirtildiği gibi sert ve çarpıcı
eleştiri niteliğinde değil müştekinin onur, şeref ve saygınlığını rencide
edebilecek somut bir fiil veya olgu isnat etme niteliğindedir. İddianamede,
açıklamanın basın yoluyla gerçekleştirilmiş olduğu ve müştekinin kamu görevi
nedeniyle aleniyet kazandığı ifade edilmiştir.
11. Dava Tunceli Asliye Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) görülmüştür.
Başvurucusavunmasında; sendikaya üye olan U.A.nın haksız yere İzmir’e tayin
edilmesi ve kendisinin bu konuda yakınması üzerine konuyla alakalı araştırma
yaptıklarını ifade etmiştir. Elazığ Orman Bölge
Müdürlüğünde, müdür olarak görev yapan müştekinin usulsüz bazı işler yaptığı
hususunda duyumlar elde ettiklerini ve bu nedenle yanında sendikanın bazı
temsilcileri ile birlikte il müdürünün yanına gittiklerini beyan etmiştir. İl
müdürünün U.A.nın çalışkan
bir kişi olduğunu, neden tayininin çıktığını bilmediğini ve o tarihlerde
kendisinin izinli olduğunu söylemesi üzerine aynı kişilerle beraber müştekinin
makamına gittiklerini belirtmiştir. Başvurucu, müştekiye U.A.nın tayin edilme nedeninin yapılan usulsüz
işlemleri açığa çıkarmaktan başka bir sebebin olamayacağını beyan ettiklerini
ve müşteki ile aralarında tartışma çıkması üzerine müştekinin “Ben atamayı yaptım, istediğiniz yere başvurun.”
Dediğini ifade etmiştir. Daha sonrasında üyelerinin hakkını korumak için basın
açıklaması yaptığını belirtmiştir.
12. Duruşmada tanık olarak dinlenen U.A. soruşturma aşamasındaki
beyanında; Pülümür Orman İşletme Şefliğince gerçekleştirilen usulsüz kesim
iddialarının bulunduğu dönemde Tunceli Merkez Orman İşletme Şefliğinde görevli
olduğunu ifade etmiştir. U.A., haksız bir şekilde gerçekleştirildiğini
düşündüğü tayini ile ilgili başvurucuya Pülümür’de tanzim ettiği suç
tutanakları nedeniyle bazı çevrelerin rahatsız olmuş olabileceğini ve bu
nedenle tayininin çıkmış olabileceğini söylediğini belirtmiştir. Ancak
kesinlikle başvurucuya müşteki hakkında tanzim ettiği bir suç tutanağı
bulunduğunu söylemediğini vurgulamıştır. Duruşmadaki beyanında da soruşturma
aşamasındaki beyanını tekrar ettiğini ifade ettikten sonra çalıştığı süre
içinde usulsüz yapılan işlemlerle alakalı tutanak tuttuğundan dolayı bazı
çevrelerin rahatsız olduğunu ve atamaya tabi değilken yerinin değiştirildiğini
belirtmiştir. Bizzat müşteki ile alakalı ise herhangi bir suç tutanağı tanzim
etmediğini, sadece bir firma hakkında kurum adına suç duyurusunda bulunduğunu
ifade etmiştir.
13. Soruşturma ve kovuşturma aşamasındaki ifadelere göre
başvurucu şikâyet konusu olan açıklamalarında geçen hususları U.A.dan öğrenmiştir. Başvurucunun bizatihi belgeye ve
görgüye dayalı herhangi bir tespiti bulunmamaktadır. U.A.nın başvurucuya söylediğine göre görev sahası
içinde usulsüz kesim yapan kişileri U.A. tespit etmiş, bu kişilere görevi
gereği müdahale etmek istediğinde şahıslar ona müştekinin akrabası olduklarını,
işlem yapmamasının daha uygun olacağını söylemişlerdir.
14. Mahkeme 13/7/2015 tarihinde başvurucuyu hakaret suçundan
7.080 TL adli para cezasına mahkum etmiş ve hükmün açıklanmasının
geri bırakılması (HAGB) kararı vermiştir. Mahkeme kararında; başvurucunun kamu
görevlisine karşı görevinden dolayı onur, şeref ve saygınlığını rencide
edebilecek nitelikte somut bir fiil ya da olgu isnat etmiş olduğunu ve isnat
edilen ve suç oluşturan fiilin ispat edilememiş olması nedeniyle başvurucunun
hakaret suçunu işlediğini belirtmiştir.
15. Başvurucu 20/7/2015 tarihinde karara itiraz etmiştir.
İtirazı inceleyen Tunceli Ağır Ceza Mahkemesi 24/8/2015 tarihinde itirazın
reddine karar vermiştir.
16. Ret kararı başvurucuya 4/9/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.
17. Başvurucu 28/9/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
18. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 125. Maddesinin
ilgili kısımları şöyledir:
“(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını
rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden … veya sövmek
suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki
yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında
hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilât ederek
işlenmesi gerekir.
… (3) Hakaret suçunun;
B)
Kamu görevlisine karşı
görevinden dolayı,…
İşlenmesi hâlinde, cezanın alt sınırı bir
yıldan az olamaz. ”
B. Uluslararası Hukuk
19. AİHM; Jalbă/Romanya (B. No: 43912/10, 18/2/2014)
kararında, bir kamu görevlisinin itibarının yeterince korunmamış olması
nedeniyle ihlal kararı vermiştir. Söz konusu kararda; Galati
Belediye Başkanlığında teknik birimin başkanı olarak görev yapan başvurucunun
fotoğrafıyla birlikte “Enayiler Jalba’ya boşuna şikâyet ediyorlar.” Başlığıyla
yerel online bir gazetede “Belediye
Başkanlığında iki kurnaz Galati’deki maxi-taxi mafyasını koruyor” başlıklı bir makale
yayımlanmıştır. Makaleyi kaleme alan gazeteciye göre başvurucunun halefinin
oğlu, bölgede bulunan maxi-taxi ulaşım
sağlayıcılarının en büyük şirketlerinden biri olan S. Şirketinde müdür olarak
istihdam edilmiştir ve bu tesadüf değildir. Bunun amacı Şirketin yol
güvenliğini ve kârlılığını garanti altına almaktır. Ayrıca başvurucunun bu tür
sinsi işlerde yer alan eski bir tilki olduğu ve maxi-taxi
güzergâhında faaliyet yapan birçok aracın sahibi olduğu belirtilmiştir. Son
olarak başvurucunun ulaşım hizmetlerinin gelişimiyle değil banka hesaplarını
doldurmakla meşgul olduğu gibi kimi iddialarda bulunulmuştur.
20. AİHM, söz konusu kararda olgu isnadı ve değer yargılarının
ifade edilmesi arasında ayrım yapılması gerektiğini belirtmiştir. AİHM, Galati Bölge Mahkemesinden farklı olarak bu davadaki
iddiaları değer yargısı olarak görmemiştir. AİHM, kamu görevlilerinin
katlanmaları gereken eleştiri marjının sıradan vatandaşlara göre daha geniş
olduğunu ancak bu olayda başvurucuya yönelik yolsuzluk ve hukuksuzluk
iddialarının onun performansını etkileyebileceğini belirtmiştir. Yargılamalar
esnasında iddiaların doğruluğuna ilişkin bir kanıt sunulmamış, mahkemelerin de
bu yönde bir tespiti olmamıştır. AİHM’e göre
makaledeki ifadeler kabul edilebilir sınırları aşmıştır. AİHM, gazetecinin
ifade özgürlüğünün başvurucunun itibarının korunmasına nazaran ağır basmasıyla
ilgili olarak Bölge Mahkemesinin ileri sürdüğü gerekçelerin yetersiz olduğuna
karar vermiştir.
21. AİHM’e göre, ifade özgürlüğü ve
başkalarının şöhret ve itibarlarının korunmasının çatışması hâlinde eğer
şöhreti söz konusu olan kişi kamu görevlisi ise dengeleme sırasında bu kişinin
üstlendiği kamu görevinin de gözönüne alınması
gerekir. Bununla birlikte kamu görevlilerinin siyasetçilerde olduğu gibi her
türlü söylemlerini yakın denetime açtıkları da söylenemez. Kamu görevlilerinin
görevlerini hakkıyla yerine getirebilmeleri için kamu güvenine sahip olmaları
gerekir ki bu da ancak onları asılsız suçlamalara karşı korumakla sağlanabilir
(Lesnik/Slovakya, B. No: 35640/97, 11/3/2003, §
53; Raichinov/Bulgaristan, B. No: 47579/99, 20/4/2006,
§ 48).
22. Ayrıca mevcut başvurunun değerlendirilmesi sırasında gözönünde bulundurulanifade
özgürlüğünün demokratik toplumdaki önemi ile kamu görevlilerinin itibar
hakkının korunmasına ilişkin diğer uluslararası hukuk kaynakları için bkz. Kemal Kılıçdaroğlu,
B. No: 2014/1577, 25/10/2017, §§ 29-37.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
23. Mahkemenin 10/5/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
24. Başvurucu, basın açıklamasında müşteki hakkında söylediği
sözlerini haksız yere tayini çıkarılan sendika üyesinin hakkını korumak için
sarf ettiğini, hakaret kastı bulunmadığını belirterek ifadelerinden dolayı HAGB
kararı verilmesinin cezanın uygulanması tehdidi altında bulunması nedeniyle
ifade özgürlüğünü ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
25. Başvurucunun basın açıklamasında kullandığı ifadelerden
dolayı başvurucu hakkında 7.080 TL adli para cezasına hükmedilmiş ve hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Söz konusu karar
başvurucunun ifade özgürlüğüne müdahale teşkil etmektedir.
26. Anılan müdahale, Anayasa’nın 13. Maddesinde belirtilen
koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 26. Maddesinin ihlalini
teşkil edecektir. Bu sebeple sınırlamanın Anayasa’nın 13. Maddesinde öngörülen
ve somut başvuruya uygun düşen; kanun tarafından öngörülme, Anayasa’nın 26. Maddesinin
ikinci fıkrasında belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanma,demokratik toplum
düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun
olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
27. Müdahalenin dayanağı olan 5237 sayılı Kanun’un 125. Maddesi
ile 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231. Maddesinin
“kanunla sınırlama” ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.
1. Genel İlkeler
28. Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın 26. Maddesinde yer alan ifade
özgürlüğünün demokratik bir toplumun zorunlu temellerinden olduğunu ve toplumun
ilerlemesi ve her bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini
oluşturduğunu daha önce pek çok kez ifade etmiştir (Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, § 69; Ergün Poyraz (2) [GK], B: No: 2013/8503,
27/10/2015, § 51; Bekir Coşkun
[GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, §§ 34-36; Kemal
Kılıçdaroğlu, § 30).
29. Anayasa’nın 26. Maddesinin ikinci fıkrasına göre ifade
özgürlüğü, başkalarının şöhret ve haklarının korunması amacıyla sınırlanabilir.
Bununla birlikte sınırlamanın ifade özgürlüğünün ihlaline yol açmaması için “demokratik
toplum düzeninin gereklerine uygun” ve “ölçülü”
olması gerekir (Mehmet Ali Aydın,
68, 70-72; Bekir Coşkun, §§ 51,
53-54;Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, §§
51, 54, 55; Kemal Kılıçdaroğlu,
§§ 50, 51).
30. Diğer taraftan devlet, bireyin şeref ve itibarına keyfî
olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlüdür
(Nilgün Halloran, B.
No: 2012/1184, 16/7/2014, § 41; Adnan Oktar (3), B. No: 2013/1123,
2/10/2013, § 33; Bekir Coşkun, §
45; Kemal Kılıçdaroğlu,
§ 54). Buna ilave olarak Anayasa Mahkemesi; siyasetçilerin, kamuoyunca tanınan
kişilerin ve kamusal yetki kullanan görevlilerin gördükleri işlev nedeniyle
daha fazla eleştiriye katlanmak durumunda olduklarını ve bunlara yönelik
eleştirinin sınırlarının çok daha geniş olduğunu her zaman
vurgulamıştır(Siyasetçilerle ilgili olarak bkz. Ergün Poyraz (2), § 58; kamusal yetki kullanan görevlilerle
ilgili olarak bkz. Nilgün Halloran, § 45; tanınan bir Cumhuriyet
başsavcısı ile ilgili olarak bkz. İlhan Cihaner (2), B. No: 2013/5574, 30/6/2014, § 82; tanınan ve siyasete hazırlanan bir
kamu görevlisi ile ilgili olarak bkz. Önder
Balıkçı, B. No: 2014/6009, 15/2/2017, § 42). Buna karşılık
demokratik bir toplumda kişilere kamu görevlilerini eleştirme ve onlar hakkında
yorum yapma hakkı tanınmış olmakla birlikte bu eleştirilerin kişilerin
itibarlarına zarar verir boyuta ulaşmaması gerekir (Önder Balıkçı, § 42).
31. Anayasa’nın “Temel hak ve
hürriyetler, kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarınıda ihtiva eder.” Biçimindeki 12.
Maddesinin ikinci fıkrası, kişilerin temel hak ve hürriyetleri kullanırken
sahip oldukları ödev ve sorumluluklara gönderme yapmaktadır. Anayasa’nın 26. Maddenin
ikinci fıkrasında yer alan sınırlamalara uyma yükümlülüğü, ifade özgürlüğünün
kullanımına herkes için geçerli olan bazı “görev ve sorumluluklar”
getirmektedir (Örnek kararlar için bkz. Erdem
Gül ve Can Dündar [GK], B. No: 2015/18567, 25/2/2016, § 89; R.V.Y. A.Ş., B. No: 2013/1429, 14/10/2015,
§ 35; Fatih Taş [GK], B. No:
2013/1461, 12/11/2014, § 67;Önder Balıkçı, § 43; Kemal Kılıçdaroğlu, § 69). Söz
konusu sorumlulukların kapsamı, başvurucunun koşullarına ve ifade özgürlüğünü
kullandığı vasıtalara göre değişir. Anayasa Mahkemesi, bir cezanın “demokratik
bir toplumda gerekli” olup olmadığını incelerken bu hususu da dikkate
alacaktır.
32. Anayasa Mahkemesi benzer başvurularda, başvurucunun
cezalandırılmasına ilişkin derece mahkemelerinin kararlarında başvurucunun
ifade özgürlüğü ile başkalarının şöhret veya haklarının korunması arasında adil
bir dengenin gözetilip gözetilmediğini değerlendirmektedir (Nilgün Halloran,
§§ 27, 43, 52; Ergün Poyraz (2),
§ 56; İlhan Cihaner
(2), § 49; Kemal Kılıçdaroğlu, §§ 56-58). Bu, soyut bir
değerlendirme değildir. Anayasa Mahkemesi ilke olarak;
i. Başvurucu tarafından yapılan düşünce açıklamalarının
tamamının söylendiği bağlamdan kopartılmaksızın olayın bütünselliği içinde
değerlendirilip değerlendirilmediğini,
ii. Müdahaleyi haklı göstermek için ulusal makamlar tarafından
ortaya konan gerekçelerin “uygun ve yeterli” görünüp görünmediğini,
iii. Başvuru konusu olan müdahalenin “gözetilen meşru amaçla
orantılı” olup olmadığını inceler.
33. Bu incelemeyi yaparken Anayasa Mahkemesi; başvurucunun
kullandığı ifadelerin türünün, kamusal tartışmalara katkı sunma kapasitesinin,
ifadelere yönelik kısıtlamaların niteliğinin ve kapsamının, ifadelerin kimin
tarafından dile getirildiğinin ve kime yöneldiğinin, kamuoyu ile diğer
kişilerin kullanılan ifadeler karşısında sahip oldukları hakların ağırlığının
gerektiği gibi değerlendirilip değerlendirilmediğine bakar (Kemal Kılıçdaroğlu,
§ 56).
34. Ayrıca somut davanın kendine has koşullarında mahkemelerin
yukarıda belirtilen ilkeleri dikkate alarak çatışan hakları arasında denge
sağlarken ve başvurucunun ifadelerini nitelerken -ispatlanabilmeleri açısından-
değer yargıları vemaddi olgular arasında ayrım yapıp
yapmadığı da incelenmelidir. Zira kişinin görüş ve yorumlarından oluşan değer
yargılarının aksine maddi olguların doğruluğunun ispatı mümkündür (Kadir Sağdıç [GK], B. No: 2013/6617,
8/4/2015, § 57; İlhan Cihaner
(2), § 64).Dolayısıyla somut olgu isnadında isnadı yapanın ortaya
koyacağı bilgi ve belgeler ile olguların ispatedilmesine
ilişkin olarak mahkemece tespit edilecek objektif unsurlar -örneğin müşteki
hakkında devam eden bir idari ya da adli soruşturma veya yargılama gibi-
çatışan haklar arasında denge kurulmasında önem arz etmektedir.
2. İlkelerin Olaya
uygulanması
35. İlk derece mahkemesi kararında başvurucu, müşteki ve U.A.nın yargılama sırasındaki
ifadeleri ile başvurucunun müşteki hakkındaki beyanlarını değerlendirmiştir.
Başvurucunun kamu görevlisine karşı görevinden dolayı onur, şeref ve
saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil ya da olgu isnat
ettiği sonucuna ulaşmıştır. Mahkeme kararında değer yargısı ve olgu isnadını
ayrımına dayanmak suretiyle isnat edilen ve suç oluşturan fiilin ispat
edilemediğinin altını çizmiştir.
36. İlk derece mahkemesinin Anayasa Mahkemesi içtihatlarında
ortaya konulan kriterleri ayrıntılı olarak ele aldığı söylenemez. Bununla
birlikte derece mahkemesi, başvurucunun basın açıklamasındaki iddialarının
olgusal bir temelinin olup olmadığını araştırmış ve iddiaların yalnızca bir
kişiden duyulan bir söylentiye dayandığı sonucuna ulaşmıştır. İkinci olarak
derece mahkemesi, müştekiye isnat ettiği fiilleri ispat etmesi için başvurucuya
uygun olanaklar sağlamış ancak mahkeme, başvurucunun iddialarını
temellendiremediği sonucuna ulaşmıştır. Bundan başka derece mahkemesi müşteki
hakkında ileri sürülen iddialarla ilgili olarak herhangi bir somut bilgiye
ulaşılamadığını ve müşteki hakkında bir soruşturma bulunmadığını da dikkate
almıştır. Başvuru bir bütün olarak değerlendirildiğinde Anayasa Mahkemesi, ilk
derece mahkemesinin başkalarının şöhret veya haklarının korunması amacı
temelinde başvurucu hakkında verilen cezayı haklı göstermek için ortaya koyduğu
gerekçeleri ilgili ve yeterli görmektedir.
37. Yukarıda anlatılanlar çerçevesinde, başvurucunun ifade
özgürlüğünü kullanırken kendisi için de geçerli olan görev ve sorumluluklara
uygun davranmadığı anlaşılmaktadır. Öte yandan başvurucu, kullandığı sözlerde
hakaret kastı olmadığını beyan etmiş olsa da başvurucunun müşteki hakkındaki
ifadelerinin somut olayda kabul edilebilir eleştiri sınırlarının ötesine
geçtiği anlaşılmaktadır. Bu nedenle somut olayda başvurucunun ifade özgürlüğüne
yapılan müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olmadığı söylenemez.
38. Ayrıca, başvurucu hakkında hükmedilen cezanın gözetilen amaç
ile makul bir orantılılık ilişkisi içinde olup olmadığı da
değerlendirilmelidir. Müdahalenin orantılılığı ile ilgili olarak Anayasa
Mahkemesi; derece mahkemelerinin infazı mümkün hapis cezası ya da para cezasına
hükmetmediklerini, sadece hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına
başvurduklarını gözlemlemektedir.
39. HAGB, sanığa yüklenen suça ilişkin yargılama sonunda cezaya
hükmedilmesi hâlinde hükmün açıklanmasının belirli koşulların gerçekleşmesine
bağlı olarak ertelenmesi anlamına gelmektedir. (Ali Gürsoy, B. No: 2012/833, 26/3/2013, 19). HAGB kurumunun
anılan nitelikleri dikkate alındığında HAGB kararının etkileri itibarıyla
infazı mümkün hapis cezası ya da para cezasına kıyasla daha hafif bir önlem
olduğu söylenebilecektir.
40. Yukarıdaki hususlar dikkate alındığında başkasının şeref ve
itibarını korumak amacına ulaşmak için yapılan sınırlama işleminin ölçülü
olmadığı da söylenemez. Bu sebeple başvurucunun ifade özgürlüğüne yönelik bir
ihlalin olmadığının açık olduğu anlaşılmıştır.
41. Açıklanan nedenlerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
Hasan Tahsin GÖKCAN bu görüşe katılmamıştır.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. İfade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA Hasan Tahsin GÖKCAN’ın karşıoyu ile OYÇOKLUĞUYLA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
10/5/2018 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Sendika yönetim kurulu üyesi olan başvuranın, orman işletme
müdürlüğü personeli bir sendika üyesinin başka yere naklen atanması nedeniyle
yaptığı basın açıklamasında; “Orman ve maden
alanlarında dönen rant ve tayini çıkan sendika üyesi personelin görev yerinde
tuttuğu tutanaklarda bölge müdürünün akrabalarına peşkeş çektiği, iş
alanlarından dolayı sürgün edildiği, yapılan görüşmede ben yaptım oldu diyerek
elinizden geleni ardınıza koymayın tavranı
gösterdiği” şeklindeki ifadeleri nedeniyle hakkında açılan ceza
kovuşturması sonunda, TCK’nın 125/1,3a,4. ve 62/1, 52. madde ve bentleri
uyarınca7.080 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına, ve CMK’nın 231/5. maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri
bırakılmasına hükmedilmiştir.
2. Başvuran mahkemedeki savunmasında, görev yeri değiştirilen U.A.dan öğrendiğine göre, orman içindeki görev sahası
içinde usulsüz kesim yapılması nedeniyle U.A.’nın
müdahale edip tutanak düzenlediğinde, şahısların U.A.’ya
orman bölge müdürünün akrabası olduklarını ve işlem yapmamasının uygun
olacağını söylediklerini, üyeleri hakkındaki görev değişikliğinin de bu tutanak
nedeniyle yapıldığı düşüncesiyle söz konusu basın açıklamasını yaptığını ileri
sürmüştür.
3. Yerel mahkeme tarafından dinlenilen tanık U.A. ise
ifadesinde; usulsüz işlem yapan Ö… İnşaat AŞ. Hakkında tutanak düzenlediğini,
bu şirketin yetkilisi İ.A.nın
kendisine, şirket adına izin çıkmadığı halde müdür Z.P.’ın
sözlü talimatı ile işe başladıklarını söylediğini anlatarak, aslında atamaya
tabi bulunmadığı halde şirket hakkında düzenlediği tutanak nedeniyle yerinin
değiştirildiğini açıklamıştır.
4. Suça konu basın açıklamasında bir olgu atfı söz konusu
olduğundan, açıklamanın ifade özgürlüğü ve eleştiri hakkı kapsamında olup
olmadığının belirlenmesi için olgunun varlığı araştırılmalıdır. Ceza
mahkemesince, anılan şirket hakkında iddiaya konu tutanağın düzenlenmediği
ortaya konulamamış, aksine öyle bir iddia olmadığı halde müşteki bölge müdürü
hakkında tutanak ve soruşturma olmadığı olgusundan hareketle suçun oluştuğu
kabul edilmiştir.
5. Başvuranın ve sendika üyesi olup görev yeri değiştirilen
tanığın anlatımları karşısında, söz konusu orman suçuyla ilgili tutanak ile
görev değişikliği işlemi arasında ilginin kurulabilmesi durumunda eylemin
eleştiri kapsamında kalacağı ve suç oluşturmayacağı açıktır. Bu iddia nedeniyle
müşteki bölge müdürü hakkında idare tarafından soruşturma açılmaması da basın
açıklamasının suç oluşturduğunun dayanağı olarak kabul edilemez. Başvuranın ve
tanığın anlatımlarındaki olgunun aksi ortaya konulmaksızın, başvuranın bu
yöndeki sonuca etkili iddialarına cevap vermeyen mahkeme kararı, ifade
özgürlüğüne ilişkin yargılamalarda gözetilmesi gereken adil yargılanma hakkının
gereklerine uymamaktadır.
6. Diğer taraftan başvuranın tanık anlatımıyla da ortaya
koyduğu, görev değişikliğine mesnet suç tutanağı ve bölge müdürünün usule
aykırı bir işleme neden olduğuna ilişkin iddiaları karşısında başvuranın
sendika yöneticisi olarak, üyelerinin bir şirketin menfaatini korumak amacıyla
görev yerinin değiştirildiği yönündeki iddiasının eleştiri hakkını kullanmaktan
ibaret olduğu anlaşılmaktadır.
7. Açıkladığım hukuki gerekçeler nedeniyle Birinci Bölüm
çoğunluğundan farklı şekilde, başvuranın ifade özgürlüğünün ihlal edildiği
yönünde oy kullanmış bulunmaktayım.