TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
MEHMET GÜNEŞ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2015/16417)
Karar Tarihi: 11/12/2018
Başkan
:
Engin YILDIRIM
Üyeler
Celal Mümtaz AKINCI
Muammer TOPAL
M. Emin KUZ
Rıdvan GÜLEÇ
Raportör
Hüseyin KAYA
Başvurucu
Mehmet GÜNEŞ
Vekili
Av. Gülizar TUNCER
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, kolluk görevlilerinin toplumsal bir olaya müdahalesi sırasında gaz bombası kapsülüyle yaralanma olayının meydana gelmesi ve bu nedenle yapılan adli soruşturma sonucu kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi nedenleriyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ile kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 6/10/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
9. 1/1/1951 doğumlu olan başvurucu, kamuoyunda Gezi Parkı olayları olarak bilinen süreçte Taksim Meydanı’ndaki protesto eylemlerine katıldığını belirtmiştir.
10. Türkiye İnsan Hakları Kurumu tarafından Ekim 2014’te yayımlanan Gezi Parkı Olayları Raporu’nda yer alan bazı tespitlere Anayasa Mahkemesi, Özge Özgürengin (B. No:2014/5218, 19/4/2018, § 10) kararında yer vermiştir.
11. Başvurucu 31/5/2013 tarihinde katıldığı protesto eyleminde İstiklal Caddesi’nin Taksim girişinde yürürken ayağına gelen gaz kapsülü ile yaralanması üzerine aynı tarihte Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi (Hastane) Acil bölümüne müracaat etmiştir. Başvurucu hakkında Hastane tarafından düzenlenen ilk sağlık raporunda, darp şikâyetiyle gelen başvurucunun sağ ayak bileği arka yüzeyinde 2-3 cm’lik kesi bulunduğu ve bunun sütüre (dikiş) edildiği belirtilmiştir.
12. Belirtilen protesto eylemlerine katılması nedeniyle hakkında herhangi bir adli ya da idari işlem yapılarak cezalandırıldığından bahsetmeyen başvurucu 26/11/2013 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) suç duyurusunda bulunmuştur. Başvurucu verdiği şikâyet dilekçesinde; kolluk görevlilerince göstericilere gaz bombası ile yakın mesafeden ve orantısız şekilde müdahale edildiğini, bu nedenle gazdan etkilenerek yere düştüğünü, atılan gaz fişeklerinden birinin sağ ayak topuğuna gelerek yaralanmasına neden olduğunu, çevrede bulunanların yardımı ile hastaneye gittiğini iddia etmiştir. Başvurucu, yaralanmasına ilişkin sağlık raporunun Hastane kayıtlarında mevcut olduğunu ve eylemi gerçekleştiren ilgili polis memurları ile müdahale emrini veren polis amirlerinden şikâyetçi olduğunu belirtmiştir.
13. Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucunun 26/11/2013 tarihli şikâyeti üzerine adli soruşturma başlatılmış, başvurucunun belirttiği tarihte ve yerde toplumsal olaya müdahalede bulunan kolluk görevlilerinden gaz tüfeği kullanmaya yetkili olanların kimlik bilgileri İstanbul Emniyet Müdürlüğünden (Emniyet Müdürlüğü) 4/12/2013 tarihinde istenerek temin edilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığınca 24/1/2014 ile 11/2/2014 tarihleri arasında toplam kırk iki kolluk görevlisinin şüpheli sıfatıyla ifadeleri alınmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı olay anına ilişkin MOBESE kamera kayıtlarını da Emniyet Müdürlüğünden 5/12/2013 tarihinde istemiştir. Emniyet Müdürlüğü cevap yazısında; göstericiler tarafından tahrip edilene kadar MOBESE kameralarının yaklaşık 4 terabayt veri depoladığını, bu kaydın daha önce başka bir adli soruşturma kapsamında Cumhuriyet Başsavcılığına gönderildiğini belirtmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı ayrıca Hastaneden başvurucunun tedavi kayıtlarını 30/1/2014 tarihinde isteyerek temin etmiş ve bu kayıtlara göre Adli Tıp Kurumunca (ATK) 24/4/2014 tarihinde düzenlenen kesin adli raporunu dosyaya almıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı çağrı kâğıdı ile bildirim sonrası başvurucunun iki kez müşteki sıfatıyla ifadesini almıştır.
14. Şüpheli sıfatıyla ifadelerine başvurulan polis memurlarının bir kısmı olay anında gaz tüfeği kullanmakla görevli olmadığını, yaklaşık 3-5 metre mesafeden kullanılan, model 3 olarak isimlendirilen sıvı gaz cihazı kullanmakla görevli olduğunu belirtmiştir.Kolluk görevlilerinin bir kısmı ise gaz tüfeği kullanma konusunda eğitimleri olmasına karşın olay günü gaz tüfeği kullanmakla görevli olmadığı için bu silahları kullanmadığını ifade etmiştir. Bazı polis memurları da olay günü gaz tüfeği kullandıklarını ancak başvurucunun bahsettiği alanda kullanmadıklarını belirtmişlerdir. Bazı polis memurları ise olay günü şikâyete konu yerde görevleri gereği gaz tüfeği kullandıklarını ancak aldıkları eğitim gereği uzak mesafeden, hedef gözetmeksizin ve belirli bir açıyla bu silahları kullandıklarını söylemişlerdir.
15. Emniyet Müdürlüğünce gönderildiği söylenen olay anına ilişkin kamera kayıtlarının başvurucunun şikâyetine konu soruşturma kapsamında Cumhuriyet Başsavcılığınca incelenip incelenmediğine ilişkin bir bilgi ya da belgeye ulaşılamamıştır.
16. Hastane tarafından düzenlenen rapora dayanılarak ATK’dan alınan adli raporda ise başvurucunun yaralanmasının yumuşak doku yaralanması olduğu, bunun hayati tehlikeye neden olmadığı, basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olduğu ve kemik kırığına neden olmadığı tespitleri yapılmıştır.
17. Cumhuriyet Başsavcılığınca 22/1/2014 tarihinde alınan ilk ifadesinde başvurucu; şikâyet dilekçesini tekrar ettiğini, İstiklal Caddesi’nin Taksim girişinde yürürken ayağına gaz fişeği isabet etmesi sonrası yaralandığını, kendisini yaralayan kişi ya da kişileri görmediğini, tedavi kayıtlarının ilgili hastanede olduğunu ve sorumlu kolluk görevlilerinden şikâyetçi olduğunu belirtmiştir. Başvurucu, Cumhuriyet Başsavcılığınca 21/7/2015 tarihinde alınan ikinci ifadesinde ise belirttiği tarihte protesto eylemlerine katıldığını, kolluk görevlileri tarafından yaralandığını ve şikâyetinin devam ettiğini ifade etmiştir.
18. Cumhuriyet Başsavcılığı 22/7/2015 tarihinde şüpheli sıfatı ile ifadesi alınan toplam kırk iki polis memuru hakkında ek kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
“…
Olay mahalinde görev yaptığı tespit edilen şüpheli polis memurları … [42 polis memurunun ismi] nın Cumhuriyet Savcılığında ifadelerinin alındığı, şüphelilerin eylemi gerçekleştirdiklerine dair delil elde edilemediğinden evrakın Daimi Aramaya alınmasına karar verildiği,
21/07/2015 tarihinde savcılık tarafındanifadesi alınan şikayetçi Mehmet Güneş’in [Başvurucu] yaralanmasına sebep olan polis memurlarından şikayetçi olduğunu bildirdiği anlaşılmakla,
Şüphelilerin kasten yaralama suçunu işlediklerine dair hakkında şikayetçi Mehmet Güneş’in mücerret iddiası dışında dava açılmasını gerektirir nitelikte delil elde edilemediğinden, EK KOVUŞTURMA YAPILMASINA YER OLMADIĞINA
…”
19. Cumhuriyet Başsavcılığınca 10/9/2015 tarihinde faili meçhul şüpheli hakkında daimî arama kararı verilmiş, 28/9/2015 tarihinde ise daimî arama kararında yer alan şüpheli kısmı İstanbul Emniyet Müdürlüğünde çalışan ilgili kolluk görevlileri şeklinde düzeltilmiştir.
20. Başvurucu, söz konusu kovuşturmaya yer olmadığı kararına karşı itirazda bulunmuş; Cumhuriyet Başsavcılığınca kamera kayıtlarının incelenmesi ve tanıklarının dinlenmesi yollarına başvurulmaksızın yeterli delil olmadığından bahisle kovuşturmasızlık kararı verilmesinin hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştür. İtirazı inceleyen İstanbul 10. Sulh Ceza Hâkimliği (Hâkimlik) 31/8/2015 tarihli kararıyla kovuşturmaya yer olmadığı kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle itirazı reddetmiştir.
21. Anılan karar başvurucuya 10/9/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.
22. Başvurucu 6/10/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
23. Daimî arama kararı kapsamında soruşturma dosyası derdesttir.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
24. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi” kenar başlıklı 160. Maddesi şöyledir:
“(1) Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar.
(2) Cumhuriyet savcısı, maddî gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adlî kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür.”
B. Uluslararası Hukuk
25. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “İşkence yasağı” kenar başlıklı 3. Maddesi şöyledir:
“Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muamelelere tabi tutulamaz.”
26. 18/6/2003 tarihli ve 25142 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 16/12/1966 tarihli Birleşmiş Milletler (BM) Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin 7. Maddesi şöyledir:
“Hiç kimse işkenceye ya da zalimane, insanlık dışı ya da küçük düşürücü muamele ya da cezalandırmaya maruz bırakılamaz. Özellikle, hiç kimse kendi özgür rızası olmadan tıbbi ya da bilimsel deneylere tabi tutulamaz.”
V. İNCELEME VE GEREKÇE
27. Mahkemenin 11/12/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Kötü Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
28. Başvurucu, kamuoyunda Gezi Parkı olayları olarak bilinen protesto eylemleri kapsamında Taksim Meydanı’nda 31/5/2013 tarihinde düzenlenen gösteriye barışçıl bir biçimde demokratik hakkını kullanmak maksadıyla katıldığını, ancak gösterinin kolluk görevlilerinin orantısız müdahalesi ile dağıtıldığını belirtmiştir. Başvurucu, kolluk görevlilerinin söz konusu gösteriye gaz bombası ile yaptığı müdahale sırasında sağ ayak topuğuna gaz kapsülünün isabet etmesi nedeniyle yaralandığını, kolluk görevlilerinin kasten ve hedef alarak yakın mesafeden gaz fişeği attığını, Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen adli soruşturmada gerekli delillerin toplanmadığını, kolluk görevlilerini korumacı bir tavırla haklarında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildiğini belirterek etkin soruşturma yapma yükümlülüğüne aykırı davranıldığını da iddia etmiştir. Başvurucu ayrıca kovuşturmaya yer olmadığı kararına itirazı üzerine Hâkimlikçe verilen ret kararının gerekçesiz olduğunu belirterek adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkı, kötü muamele yasağı ile etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
29. Bakanlık görüşünde ilk olarak başvurucunun şikâyetlerinin Anayasa’nın 17. Maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağı çerçevesinde incelenmesi gerektiği belirtilmiştir. Bakanlığa göre başvurucunun suç duyurusu sonrası Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından açılan soruşturmanın derdest olması başvuru yollarının tüketilmesi açısından değerlendirilmesi gereken bir husustur. Bakanlık; adli soruşturma sürecinde Cumhuriyet Başsavcılığının başvurucunun ve olay yerinde gaz fişeği kullanan polis memurlarının ifadelerini aldığını, olay anına ilişkin kamera kayıtlarını temin etmeye çalıştığını, başvurucu hakkında adli rapor tanzim ettirdiğini ve başvurucunun yaralanma olayından yaklaşık beş ay sonra Cumhuriyet Başsavcılığına müracaatta bulunmuş olmasının delillerin toplanması açısından başvurucuya düşen özen yükümlülüğüne aykırı olduğunu belirtmiştir. Bakanlığa göre başvurucunun yaralanmasının polis müdahalesi sonrası gerçekleştiği iddiası da makul delillerle desteklenememiştir. Bakanlık tüm bu nedenlerle başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olduğu görüşündedir.
30. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında bireysel başvuru yapmak için daimî arama kararı verilen soruşturma dosyasında zamanaşımını tüketmenin gerekmediğini ve başvuru için gerekli olan nihai bir yargısal kararın da bulunduğunu belirtmiştir. Başvurucu suç duyurusunu geç yapmış olmasının yaşı, hastalığı gibi geçerli mazeretlerden kaynaklandığını, ayrıca Cumhuriyet Başsavcılığına geç başvurmuş olmasının -Taksim Meydanı’nı kaydeden birçok kamera ve kendisinin tanıkları olması gözetildiğinde- delillerin toplanmasına olumsuz bir etkisinin olmadığını savunmuştur. Başvurucu, olay günü yaralanmasına ilişkin devlet hastanesi tarafından düzenlenen raporun makul bir kanıt olduğunu, bu kapsamda etkin bir soruşturma yürütülmesi gerektiği hâlde bunun yapılmadığını belirterek hak ihlali iddialarını yinelemiştir.
2. Değerlendirme
31. Anayasa’nın 17. Maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”
32. Başvurucu; adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkı, kötü muamele yasağı ile etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
33. İşkence ve kötü muamele yasağına ilişkin şikâyetlerin devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri dikkate alınarak maddi ve usul boyutları bakımından ayrı ayrı incelenmesi gerekmektedir. Devletin negatif yükümlülüğü bireyleri işkence, insanlık dışı veya aşağılayıcı muameleye ya da cezaya tabi tutmama sorumluluğunu içerirken devletin pozitif yükümlülüğü hem bireyleri bu tür muamelelerden korumayı (önleyici yükümlülük) hem de etkili bir soruşturma yoluyla sorumluların tespitini ve cezalandırılmasını (soruşturma yükümlülüğü) içermektedir. İşkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutu, negatif yükümlülük ile önleyici yükümlülüğü kapsamakta; pozitif yükümlülüğün alanında kalan soruşturma yükümlülüğü ise usul boyutunu oluşturmaktadır (benzer yöndeki inceleme usulünü içeren kararlar için bkz. Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 75; Mehmet Şah Araş ve diğerleri, B. No: 2014/798, 28/9/2016, §64; Mustafa Rollas, B. No: 2014/7703, 2/2/2017, § 49).
34. Somut olayda başvurucu, ayağından yaralanmasıyla sonuçlanan olayın etkili bir şekilde soruşturulmadığının yanı sıra söz konusu yaralanmaya neden olan eylemin bir devlet görevlisi tarafından gerçekleştirildiğini, başka bir deyişle devletin maddi yükümlülüğünü de ihlal ettiğini ileri sürmüş ise de başvuru formu ve ekleri ile hâlen devam eden soruşturmadaki deliller, söz konusu iddiayı bu aşamada incelemeye imkân vermemektedir. Bu nedenle somut olaya ilişkin değerlendirme, başvuruya konu olayın kendine özgü koşulları dikkate alınarak Anayasa’nın 17. Maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında, sadece devletin pozitif yükümlülüğüne bağlı olarak ve etkili soruşturma yükümlülüğü bakımından yapılmıştır.
35. Başvurucu ayrıca yaralanma olayı ile ilgili olarak etkili bir soruşturma yürütülmeyerek daimî arama kararı alındığını, bu karar nedeniyle de Anayasa’nın 40. Maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini, kovuşturmaya yer olmadığı kararına itiraz üzerine verilen Hâkimlik kararının gerekçesiz olması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
36. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun gerekçeli karar verilmediği ve etkili soruşturma yürütülmediğine ilişkin iddiaları Anayasa’nın 17. Maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağı çerçevesinde incelendiğinden Anayasa’nın 36. Ve 40. Maddelerinden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
37. Somut başvuruda, başvurucunun yaralanmasıyla sonuçlanan olay hakkında kasten yaralama suçundan Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülmekte olan ceza soruşturması derdesttir. Bu nedenle başvuru yollarının tüketilmesi kuralı açısından ayrıca bir değerlendirme yapılması gerekir.
38. Anayasa’nın 148. Maddesinin üçüncü fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“…Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”
39. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. Maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
40. Anılan Anayasa ve Kanun maddelerinde yer verilen kanun yollarının tüketilmesi koşulu, bireysel başvurunun temel hak ihlallerini önlemek için son ve olağanüstü bir çare olmasının doğal sonucudur. Diğer bir ifadeyle temel hak ihlallerini öncelikle idari makamların ve derece mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması, kanun yollarının tüketilmesi koşulunu zorunlu kılmaktadır (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 20).
41. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 16).
42. Diğer taraftan etkili bir başvurudan söz edilebilmesi için başvuru yolunun sadece hukuken mevcut bulunması yeterli olmayıp bu yolun uygulamada da fiilen etkili olması ve başvurulan makamın ihlal iddiasının özünü ele alma yetkisine sahip bulunması gerekir. Başvuru yolunun ancak bir hak ihlali iddiasını önleyebilmesi, devam etmekteyse sonlandırabilmesi veya sona ermiş bir hak ihlalini karara bağlayabilmesi, bunun için uygun bir giderim (tazminat) sunabilmesi hâlinde etkililiğinden söz etmek mümkün olabilir. Yine vuku bulmuş bir hak ihlali iddiası söz konusu olduğunda tazminat ödenmesinin yanı sıra sorumluların ortaya çıkarılması bakımından da usule ilişkin yeterli güvencelerin sağlanması gerekir (Şafak Pınar ve diğerleri, B. No: 2013/6945, 16/9/2015, § 61).
43. Öncelikle başvuru yollarının tüketilmesi kuralı, bir soruşturmanın etkili olup olmadığı yönünden inceleme yapılabilmesi için mutlak surette gerekli olmasa da yürütülen soruşturmanın makul bir süreyi aşmaması şartıyla ilgili kamu makamları tarafından nasıl sonlandırılacağının beklenmesi bireysel başvuru ile getirilen koruma mekanizmasının ikincil niteliğine uygun olacaktır (Hüseyin Caruş, B. No: 2013/7812, 6/10/2015, § 46).
44. Bir soruşturmanın açılmayacağını, soruşturmada ilerleme olmadığını, etkili bir ceza soruşturması yapılmadığını, ileride de böyle bir soruşturmanın yürütüleceği konusunda en ufak gerçekçi bir şans olmadığının farkına vardıkları veya varmaları gerektiği andan itibaren başvurucuların yaptığı bireysel başvurular kabul edilebilmelidir (Rahil Dink ve diğerleri, B. No: 2012/848, 17/7/2014, § 77).
45. Somut olayda, başvurucunun Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmasının ardından yapılan soruşturma sonucunda olayla ilgisi olabileceği değerlendirmesi ile kimlikleri tespit edilen ve ifadeleri alınan polis memurları hakkında yeterli delil elde edilmediği gerekçesi ile ek kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmiştir (bkz. § 18). Başvurucuyu yaralayan kişi ya da kişiler açısından ise 28/9/2015 tarihinde daimî arama kararı verilmiştir (bkz. § 19). Bu tarihten sonra şüpheli araştırmasına dair herhangi bir bilgi ya da belgenin soruşturma dosyasına girdiği tespit edilememiştir. Buna göre daimî arama kararından sonra soruşturmada herhangi bir ilerleme olduğu söylenemeyeceğinden Anayasa’nın 17. Maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiası bağlamında etkili bir başvuru yolunun somut olay özelinde bulunmadığı değerlendirilmektedir.
46. Dolayısıyla başvurucunun Anayasa’nın 17. Maddesinin ihlal edildiği iddiasına dair başvuru yollarının tüketildiği sonucuna varılmıştır. Başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığından başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Genel İlkeler
47. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüğünün bir de usul boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini, gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak, kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda bunların sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).
48. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. Maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. Maddesi “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. Maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu mümkün olmazsa madde, sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, § 25).
49. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüm ya da yaralama olayına ilişkin hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer taraftan burada yer verilen değerlendirmeler hiçbir şekilde Anayasa’nın 17. Maddesinin başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı, tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına gelmemektedir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 113).
50. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplaması gerekir. Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir şekilde, hızlı ve derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı; soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdır. Bu kapsamda yetkililer diğer deliller yanında görgü tanıklarının ifadeleri ile kriminalistik bilirkişi incelemeleri dâhil söz konusu olayla ilgili kanıtları toplamak için alabilecekleri bütün makul tedbirleri almalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114).
51. Devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında bazen tek başına soruşturma yapılmamış olması yahut yeterli soruşturma yapılmamış olması da kötü muamele teşkil edebilmektedir. Dolayısıyla şartlar ne olursa olsun yetkililer, resmî şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmelidir. Şikâyet yapılmadığında bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren belirtiler bulunduğunda soruşturma açılması sağlanmalıdır. Bu bağlamda soruşturmanın derhâl başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Tahir Canan, § 25; Cezmi Demir ve diğerleri, § 116).
ii. İlkelerin Olaya Uygulanması
52. Yukarıda belirtilen ilke kararlarında da vurgulandığı üzere Anayasa’nın 17. Maddesinin gerektirdiği soruşturma, kural olarak olayın gerçekleştiği koşulların belirlenmesini sağlayacak nitelikte olmalı; ayrıca soruşturmada olay ve olgular ciddiyetle öğrenilmeye çalışılmalı ve soruşturmayı sonlandırmak için aceleci bir tavırla temelden yoksun sonuçlara dayanılmamalıdır.
53. Başvuru konusu olayda, kolluk kuvvetinin müdahalesi ile meydana geldiği iddia edilen yaralanmaya ilişkin olarak 31/5/2013 tarihinde Hastane tarafından bir adli rapor tanzim edilmiştir. Söz konusu raporda başvurucunun darp şikâyetiyle müracaatta bulunduğu bilgisine yer verilmiş, sadece sağ ayak arka yüzeyinde 2-3 cm’lik bir kesi bulunduğu ve bunun sütüre edildiği belirtilmekle yetinilmiştir (bkz. § 11). Buna göre kamu makamlarının kötü muamele iddiasını söz konusu sağlık raporunun düzenlendiği 31/5/2013 tarihinde ilk kez öğrendiği kabul edilmelidir. Cumhuriyet Başsavcılığının ise başvurucu hakkında düzenlenen adli raporun hemen akabinde değil başvurucunun yapmış olduğu suç duyurusu tarihinde (yaklaşık beş ay sonra) adli soruşturma başlattığı görülmektedir. UYAP kanalı ile yapılan kontrolde Hastane tarafından başvurucu hakkında düzenlenen adli rapora ilişkin olarak Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından -başvuruda belirtilmeyen- başka bir adli soruşturma yürütülüp yürütülmediği hususunda bir bilgi ya da belgeye de ulaşılamamıştır. Dolayısıyla soruşturmanın derhâl başlatılma ilkesine uygun olarak yürütüldüğü söylenemeyecektir.
54. Cumhuriyet Başsavcılığı yapılan suç duyurusunun ardından 4/12/2013 tarihinde adli kolluğa yazdığı müzekkere ile şüpheli kimlik bilgilerinin tespiti yönünde çalışma yürütmüştür. 5/12/2013 tarihinde ise soruşturma dosyası için en esaslı delil olması muhtemel olan, olay anına ilişkin kamera kayıtlarının temini için Emniyet Müdürlüğüne müzekkere yazılmıştır. Bunun dışında başvurucunun tedavi kayıtları 30/1/2014 tarihinde Hastaneden istenmiş ve söz konusu kayıtlar doğrultusunda ATK’dan 24/4/2014 tarihinde kesin adli rapor alınmıştır. Şüpheli olarak kırk iki polis memurunun ifadesi suç duyurusundan yaklaşık iki ay sonra alınmaya başlanmış ve iki hafta içinde ifade alım işlemleri tamamlanmıştır (bkz. § 13). Başvurucunun ifadesi ise ilk olarak 22/1/2014 tarihinde alınmıştır (bkz. § 17).
55. Başvurucunun iddiasına konu ettiği yaralanma eyleminden yaklaşık beş ay sonra kamu makamlarını olaydan haberdar etmesi başvurucuya düşen özen yükümlülüğünün yerine getirilip getirilmemesi noktasında değerlendirilmelidir. Bu değerlendirmede başvurucunun kendi özensiz hareketi ile kamu makamlarını olaydan geç haberdar etmesi nedeniyle soruşturmada delillerin en kısa sürede toplanması açısından güçlük ya da imkânsızlık ortaya çıkması hâli gözetilmelidir. Diğer bir ifadeyle başvurucunun bu özensizliği nedeniyle soruşturmada toplanması güç ya da imkânsız hâle gelen delillerin varlığı durumunda kamu makamlarının yükümlülüklerini yerine getirmedikleri artık söylenemeyecektir. Somut olayda başvurucunun olayı kamu makamlarına beş ay kadar geç bildirmesinin adli soruşturmada hangi delilin toplanmasında güçlüğe ya da imkânsızlığa neden olduğu -mevcut bilgi ve belgeler dâhilinde- Anayasa Mahkemesince tespit edilememiştir. Kaldı ki başvurucu hakkında düzenlenen ilk sağlık raporunun darp şikâyetine bağlı olarak düzenlenen bir adli rapor olduğu hususu da gözetildiğinde başvurucunun özensiz tutumu nedeniyle ortaya çıkabilecek delil kaybından bahsetmek zorlaşmaktadır.
56. Öte yandan başvurucunun iddialarının temelini oluşturan olaya ait kamera kayıtları için adli kolluğa yazılan müzekkereye verilen cevap sonrası herhangi bir işlem yapıldığına dair bir bilgi ya da belgeye soruşturma dosyasında rastlanmamıştır. Somut olay özelinde maddi gerçeğin ortaya çıkarılması açısından objektif delil niteliğindeki kamera kayıtları soruşturma sonucunda yapılacak yargısal değerlendirmeye doğrudan etki etme potansiyeline sahiptir. Buna göre Cumhuriyet Başsavcılığının söz konusu kamera kayıtlarını adli kolluğun cevap yazısında bildirdiği ilgili adli soruşturma dosyasından istemesi, söz konusu kayıtları izleyerek tutanağa bağlaması ya da bilirkişi vasıtasıyla inceleterek bir raporla sonucunu tespit ettirmesi yollarını denemediği görülmektedir. Ayrıca başvurucunun şikâyetine konu ettiği Taksim Meydanı’ndaki gösteriye ilişkin olarak basın ajanslarında kamera ve/veya fotoğraf kaydı olup olmadığı, olay yerine yakın güvenlik kamerası olup olmadığı yönünde de bir araştırmaya Cumhuriyet Başsavcılığınca gidilmediği anlaşılmaktadır. Ayrıca başvurucunun olaya dair görgüsü bulunduğunu iddia ettiği tanıklarının da tespiti ile dinlenmesine gayret gösterilmesi maddi gerçeğin ortaya çıkarılması açısından önem arz etmektedir. Söz konusu deliller incelenmediği veya toplanmadığı için başvurucunun söz konusu gösteriye katılıp katılmadığı bile yapılan adli soruşturmada açıklığa kavuşturulamamıştır. Dolayısıyla Cumhuriyet Başsavcılığının soruşturmada gerekli delilleri toplayarak bunun sonucunda bir yargısal değerlendirme yoluna gitme hususunda özensiz davrandığı anlaşıldığından başvuru konusu olayda etkin soruşturma yapma yükümlülüğüne uygun hareket edildiği söylenemeyecektir.
57. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. Maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının usul boyutu itibarıyla ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
B. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
58. Başvurucu, katılmış olduğu gösteriye kolluk kuvvetinin orantısız güç kullanarak müdahalede bulunduğunu ve bu nedenle yaralandığını belirterek hem kötü muamele yasağının hem de toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
59. Anayasa Mahkemesi Ali Rıza Özer ve diğerleri ([GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, § 62) ve Onur Cingil (B. No: 2013/7836, 16/4/2015, § 62) başvurularına dairkararlarında, kolluk kuvvetinin orantısız güç kullanarak bir toplantıya veya gösteri yürüyüşüne müdahalede bulunması nedeniyle hem kötü muamele yasağının hem de toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddialarını içeren başvuruları nasıl inceleyeceğini belirtmiştir. Anılan kararlarda kolluk kuvvetinin kötü muamelesine maruz kalındığı şikâyeti sonrası adli makamlarca yürütülen ceza yargılaması süreci ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlaline ilişkin iddianın bir bütün hâlinde incelenmesi gerektiği vurgulanmıştır.
60. Kötü muamele yasağına ilişkin olarak yukarıda yapılan değerlendirmede (bkz. § 57) etkin soruşturma yükümlülüğünün yerine getirilmemesine bağlı olarak kötü muamele yasağının usul boyutu itibarıyla ihlal edildiği sonucuna varıldığından toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı açısından bu aşamada ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
Engin YILDIRIM bu görüşe katılmamıştır.
C. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
61. 6216 sayılı Kanun’un 50. Maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
62. Başvurucu, yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesi ile maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
63. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi hususunda genel ilkeler belirlenmiştir.
64. Mehmet Doğan kararında özetle uygun giderim yolunun belirlenebilmesi açısından öncelikle ihlalin kaynağının belirlenmesi gerektiği vurgulanmıştır. Buna göre ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. Maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa İçtüzüğü’nün 79. Maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir (Mehmet Doğan, §§ 57, 58).
65. Anayasa Mahkemesinin tespit edilen ihlalin giderilmesi amacıyla yeniden yargılama yapılmasına hükmettiği hâllerde ilgili usul kanunlarında düzenlenen yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak yargılamanın yenilenmesi sebebinin varlığının kabulü ve önceki kararın kaldırılması hususunda derece mahkemesinin herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Zira ihlal kararı verilen hâllerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemesi Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür (Mehmet Doğan, § 59).
66. Başvuruda, Anayasa’nın 17. Maddesinde düzenlenen kötü muamele yasağının usul boyutu itibarıyla ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin yargısal bir karara varmak için gerekli olan deliller (özellikle kamera kayıtları) toplanmadan Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karardan kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
67. Bu durumda kötü muamele yasağı ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden etkin bir adli soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden soruşturma ise 6216 sayılı Kanun’un 50. Maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılması gereken iş, öncelikle ihlale yol açan ek kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın ortadan kaldırılması ve nihayet ihlal sonucuna uygun kamera kayıtları üzerinde gerekli incelemeler yapıldıktan sonra yeniden karar vermekten ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden soruşturma yapılmak üzere İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Soruşturma No: 2015/67628) gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
68. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
69. Başvuruda, kötü muamele yasağının usul boyutu itibarıyla ihlal edildiği sonucuna varılarak yeniden etkin bir adli soruşturma yürütülmesi amacıyla kararın bir örneğinin İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesinin yeterli bir giderim oluşturduğu değerlendirildiğinden manevi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
70. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
B. Anayasa’nın 17. Maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının usul boyutu itibarıyla İHLAL EDİLDİĞİNE OYBİRLİĞİYLE,
C. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İNCELENMESİNE GEREK OLMADIĞINA Engin YILDIRIM’ın karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
D. Kararın bir örneğinin kötü muamele yasağı ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,
E. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
F. 226,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
G. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 11/12/2018 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. İlgili başvuruda Mahkememiz çoğunluğu Anayasanın 17. maddesinde güvence altına alınan kötü muamele yasağının usul boyutu yönüyle ihlal edildiği sonucuna ulaştığından başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı açısından ayrı bir inceleme yapmayı gerekli görmemiştir.
2. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ifade özgürlüğü ile olan yakın ilişkisini dikkate aldığımızda ve bu iki hak ve özgürlüğün demokrasi için taşıdığı önemi de düşündüğümüzde, somut başvuruda olduğu gibi başka bir hakkın usul boyutundan ihlali sonucuyla yetinilmesi toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yönelik müdahalelerin yeterince incelenmemesi sonucunu doğurabilecektir.
3. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı, çoğulcu ve özgürlükçü bir demokratik düzenin ortaya çıkması, sürdürülmesi ve geliştirilmesi bakımından şart olan düşüncelerin, özellikle de azınlık ve muhalif görüşlerin korunması ve yayılmasını güvence altına almaktadır.
4. Bireylerin, sivil toplum kuruluşlarının ve çeşitli grupların herhangi bir konuyla ilgili olarak tepkilerini, eleştirilerini ve taleplerini barışçıl yöntemlerle ortaya koymaları çoğulcu demokrasilerin temel özelliklerinden birini oluşturmaktadır. Toplantı veya gösteri yürüyüşüne katılanların bir kısmının şiddete başvurmaları diğerleri açısından bu hakka müdahaleyi meşru kılmaz. Bir toplantı ve gösteri yürüyüşünün yasadışı olması veya yasalara aykırı olarak düzenlenmesi de tek başına toplantı veya yürüyüşün barışçıl niteliğini ortadan kaldırmaz.
5. Somut olayımızda bir toplu gösteriye katılan başvurucu kolluk kuvvetlerinin bu toplumsal olaya müdahale etmesiyle yaralanmıştır. Kolluk kuvvetlerinin bu müdahalesinin kanuni dayanağı ve meşru amacı olmakla beraber, demokratik toplum düzeni ve ölçülülük ilkeleri açısından gerekli olup, olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.
6. Bilindiği gibi ölçülülük ilkesi, müdahalenin gerekli olmasını; gerekli olması halinde ulaşılması istenen amaca elverişli araçların kullanılmasını ve bu araçların kullanılmasında orantılı davranılmasını içermektedir.
7. Somut başvuruda, bir kısım göstericilerin şiddete başvurması nedeniyle yapılan kolluk müdahalesinin gerekli ve bu müdahalenin araçlarının ulaşılmak istenen amaç açısından elverişli olmakla birlikte bu araçların (olayımızda gaz bombası) orantılı bir şekilde kullanıldığını kabul etmek mümkün değildir. Nitekim başvurucu atılan gaz bombasının kapsülüyle ayağından yaralanmıştır. Gerçekleştirilen orantısız müdahale, bireylerin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı üzerinde caydırıcı bir etkiye neden olabileceğinden demokratik toplum düzeni gereklerini de aşmıştır.
8. Sonuç olarak, başvurunun Anayasanın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı yönünden de kabul edilebilir olduğu ve başvurucunun söz konusu hakkının ihlal edildiği kanaatine ulaşılmıştır.