TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MEHMET GÜNEŞ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/16417)
|
|
Karar Tarihi: 11/12/2018
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Celal Mümtaz
AKINCI
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör
|
:
|
Hüseyin KAYA
|
Başvurucu
|
:
|
Mehmet GÜNEŞ
|
Vekili
|
:
|
Av. Gülizar
TUNCER
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, kolluk görevlilerinin toplumsal bir olaya müdahalesi
sırasında gaz bombası kapsülüyle yaralanma olayının meydana gelmesi ve bu
nedenle yapılan adli soruşturma sonucu kovuşturmaya yer olmadığına karar
verilmesi nedenleriyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ile kötü
muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 6/10/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı süresinde beyanda
bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal
Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
9. 1/1/1951 doğumlu olan başvurucu, kamuoyunda Gezi Parkı
olayları olarak bilinen süreçte Taksim Meydanı’ndaki protesto eylemlerine
katıldığını belirtmiştir.
10. Türkiye İnsan Hakları Kurumu tarafından Ekim 2014’te
yayımlanan Gezi Parkı Olayları Raporu’nda yer alan bazı tespitlere Anayasa
Mahkemesi, Özge Özgürengin
(B. No:2014/5218, 19/4/2018, § 10) kararında yer vermiştir.
11. Başvurucu 31/5/2013 tarihinde katıldığı protesto eyleminde
İstiklal Caddesi’nin Taksim girişinde yürürken ayağına gelen gaz kapsülü ile
yaralanması üzerine aynı tarihte Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi (Hastane)
Acil bölümüne müracaat etmiştir. Başvurucu hakkında Hastane tarafından
düzenlenen ilk sağlık raporunda, darp şikâyetiyle gelen başvurucunun sağ ayak
bileği arka yüzeyinde 2-3 cm’lik kesi bulunduğu ve
bunun sütüre
(dikiş) edildiği belirtilmiştir.
12. Belirtilen protesto eylemlerine katılması nedeniyle hakkında
herhangi bir adli ya da idari işlem yapılarak cezalandırıldığından bahsetmeyen
başvurucu 26/11/2013 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet
Başsavcılığı) suç duyurusunda bulunmuştur. Başvurucu verdiği şikâyet
dilekçesinde; kolluk görevlilerince göstericilere gaz bombası ile yakın
mesafeden ve orantısız şekilde müdahale edildiğini, bu nedenle gazdan
etkilenerek yere düştüğünü, atılan gaz fişeklerinden birinin sağ ayak topuğuna
gelerek yaralanmasına neden olduğunu, çevrede bulunanların yardımı ile
hastaneye gittiğini iddia etmiştir. Başvurucu, yaralanmasına ilişkin sağlık
raporunun Hastane kayıtlarında mevcut olduğunu ve eylemi gerçekleştiren ilgili
polis memurları ile müdahale emrini veren polis amirlerinden şikâyetçi olduğunu
belirtmiştir.
13. Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucunun 26/11/2013 tarihli
şikâyeti üzerine adli soruşturma başlatılmış, başvurucunun belirttiği tarihte
ve yerde toplumsal olaya müdahalede bulunan kolluk görevlilerinden gaz tüfeği
kullanmaya yetkili olanların kimlik bilgileri İstanbul Emniyet Müdürlüğünden
(Emniyet Müdürlüğü) 4/12/2013 tarihinde istenerek temin edilmiştir. Cumhuriyet
Başsavcılığınca 24/1/2014 ile 11/2/2014 tarihleri arasında toplam kırk iki
kolluk görevlisinin şüpheli sıfatıyla ifadeleri alınmıştır. Cumhuriyet
Başsavcılığı olay anına ilişkin MOBESE kamera kayıtlarını da Emniyet
Müdürlüğünden 5/12/2013 tarihinde istemiştir. Emniyet Müdürlüğü cevap
yazısında; göstericiler tarafından tahrip edilene kadar MOBESE kameralarının
yaklaşık 4 terabayt veri depoladığını, bu kaydın daha önce başka bir adli
soruşturma kapsamında Cumhuriyet Başsavcılığına gönderildiğini belirtmiştir.
Cumhuriyet Başsavcılığı ayrıca Hastaneden başvurucunun tedavi kayıtlarını
30/1/2014 tarihinde isteyerek temin etmiş ve bu kayıtlara göre Adli Tıp
Kurumunca (ATK) 24/4/2014 tarihinde düzenlenen kesin adli raporunu dosyaya
almıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı çağrı kâğıdı ile bildirim sonrası
başvurucunun iki kez müşteki sıfatıyla ifadesini almıştır.
14. Şüpheli sıfatıyla ifadelerine başvurulan polis memurlarının
bir kısmı olay anında gaz tüfeği kullanmakla görevli olmadığını, yaklaşık 3-5
metre mesafeden kullanılan, model 3 olarak isimlendirilen sıvı gaz cihazı
kullanmakla görevli olduğunu belirtmiştir.Kolluk
görevlilerinin bir kısmı ise gaz tüfeği kullanma konusunda eğitimleri olmasına
karşın olay günü gaz tüfeği kullanmakla görevli olmadığı için bu silahları
kullanmadığını ifade etmiştir. Bazı polis memurları da olay günü gaz tüfeği
kullandıklarını ancak başvurucunun bahsettiği alanda kullanmadıklarını
belirtmişlerdir. Bazı polis memurları ise olay günü şikâyete konu yerde
görevleri gereği gaz tüfeği kullandıklarını ancak aldıkları eğitim gereği uzak
mesafeden, hedef gözetmeksizin ve belirli bir açıyla bu silahları
kullandıklarını söylemişlerdir.
15. Emniyet Müdürlüğünce gönderildiği söylenen olay anına
ilişkin kamera kayıtlarının başvurucunun şikâyetine konu soruşturma kapsamında
Cumhuriyet Başsavcılığınca incelenip incelenmediğine ilişkin bir bilgi ya da
belgeye ulaşılamamıştır.
16. Hastane tarafından düzenlenen rapora dayanılarak ATK’dan alınan adli raporda ise başvurucunun yaralanmasının
yumuşak doku yaralanması olduğu, bunun hayati tehlikeye neden olmadığı, basit
bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olduğu ve kemik kırığına neden
olmadığı tespitleri yapılmıştır.
17. Cumhuriyet Başsavcılığınca 22/1/2014 tarihinde alınan ilk
ifadesinde başvurucu; şikâyet dilekçesini tekrar ettiğini, İstiklal Caddesi’nin
Taksim girişinde yürürken ayağına gaz fişeği isabet etmesi sonrası
yaralandığını, kendisini yaralayan kişi ya da kişileri görmediğini, tedavi
kayıtlarının ilgili hastanede olduğunu ve sorumlu kolluk görevlilerinden
şikâyetçi olduğunu belirtmiştir. Başvurucu, Cumhuriyet Başsavcılığınca
21/7/2015 tarihinde alınan ikinci ifadesinde ise belirttiği tarihte protesto
eylemlerine katıldığını, kolluk görevlileri tarafından yaralandığını ve
şikâyetinin devam ettiğini ifade etmiştir.
18. Cumhuriyet Başsavcılığı 22/7/2015 tarihinde şüpheli sıfatı
ile ifadesi alınan toplam kırk iki polis memuru hakkında ek kovuşturmaya yer
olmadığına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
“…
Olay mahalinde görev
yaptığı tespit edilen şüpheli polis memurları … [42 polis
memurunun ismi] nın
Cumhuriyet Savcılığında ifadelerinin alındığı, şüphelilerin eylemi
gerçekleştirdiklerine dair delil elde edilemediğinden evrakın Daimi Aramaya alınmasına karar verildiği,
21/07/2015 tarihinde savcılık tarafındanifadesi alınan şikayetçi Mehmet Güneş’in [Başvurucu] yaralanmasına sebep olan polis memurlarından
şikayetçi olduğunu bildirdiği anlaşılmakla,
Şüphelilerin kasten yaralama suçunu
işlediklerine dair hakkında şikayetçi Mehmet Güneş’in mücerret iddiası dışında
dava açılmasını gerektirir nitelikte delil elde edilemediğinden, EK KOVUŞTURMA
YAPILMASINA YER OLMADIĞINA
…”
19. Cumhuriyet Başsavcılığınca 10/9/2015 tarihinde faili meçhul şüpheli hakkında daimî arama
kararı verilmiş, 28/9/2015 tarihinde ise daimî arama kararında yer alan şüpheli
kısmı İstanbul Emniyet Müdürlüğünde çalışan
ilgili kolluk görevlileri şeklinde düzeltilmiştir.
20. Başvurucu, söz konusu kovuşturmaya yer olmadığı kararına
karşı itirazda bulunmuş; Cumhuriyet Başsavcılığınca kamera kayıtlarının
incelenmesi ve tanıklarının dinlenmesi yollarına başvurulmaksızın yeterli delil
olmadığından bahisle kovuşturmasızlık kararı
verilmesinin hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştür. İtirazı inceleyen İstanbul
10. Sulh Ceza Hâkimliği (Hâkimlik) 31/8/2015 tarihli kararıyla kovuşturmaya yer
olmadığı kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle itirazı
reddetmiştir.
21. Anılan karar başvurucuya 10/9/2015 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
22. Başvurucu 6/10/2015 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
23. Daimî arama kararı kapsamında soruşturma dosyası derdesttir.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
24. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının
görevi” kenar başlıklı
160. Maddesi şöyledir:
“(1) Cumhuriyet
savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir
hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek
üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar.
(2) Cumhuriyet
savcısı, maddî gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi
için, emrindeki adlî kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve
aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin
haklarını korumakla yükümlüdür.”
B. Uluslararası Hukuk
25. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “İşkence yasağı” kenar başlıklı 3. Maddesi
şöyledir:
“Hiç
kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muamelelere tabi
tutulamaz.”
26. 18/6/2003 tarihli ve 25142 sayılı Resmî Gazete’de
yayımlanarak yürürlüğe giren 16/12/1966 tarihli Birleşmiş Milletler (BM) Medeni
ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin 7. Maddesi şöyledir:
“Hiç kimse işkenceye ya da zalimane, insanlık
dışı ya da küçük düşürücü muamele ya da cezalandırmaya maruz bırakılamaz.
Özellikle, hiç kimse kendi özgür rızası olmadan tıbbi ya da bilimsel deneylere
tabi tutulamaz.”
V. İNCELEME VE GEREKÇE
27. Mahkemenin 11/12/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Kötü Muamele Yasağının
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
28. Başvurucu, kamuoyunda Gezi Parkı olayları olarak bilinen
protesto eylemleri kapsamında Taksim Meydanı’nda 31/5/2013 tarihinde düzenlenen
gösteriye barışçıl bir biçimde demokratik hakkını kullanmak maksadıyla
katıldığını, ancak gösterinin kolluk görevlilerinin orantısız müdahalesi ile
dağıtıldığını belirtmiştir. Başvurucu, kolluk görevlilerinin söz konusu
gösteriye gaz bombası ile yaptığı müdahale sırasında sağ ayak topuğuna gaz
kapsülünün isabet etmesi nedeniyle yaralandığını, kolluk görevlilerinin kasten
ve hedef alarak yakın mesafeden gaz fişeği attığını, Cumhuriyet Başsavcılığınca
yürütülen adli soruşturmada gerekli delillerin toplanmadığını, kolluk
görevlilerini korumacı bir tavırla haklarında kovuşturmaya yer olmadığı kararı
verildiğini belirterek etkin soruşturma yapma yükümlülüğüne aykırı
davranıldığını da iddia etmiştir. Başvurucu ayrıca kovuşturmaya yer olmadığı
kararına itirazı üzerine Hâkimlikçe verilen ret kararının gerekçesiz olduğunu
belirterek adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkı, kötü muamele
yasağı ile etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
29. Bakanlık görüşünde ilk olarak başvurucunun şikâyetlerinin
Anayasa’nın 17. Maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele
yasağı çerçevesinde incelenmesi gerektiği belirtilmiştir. Bakanlığa göre
başvurucunun suç duyurusu sonrası Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından açılan
soruşturmanın derdest olması başvuru yollarının tüketilmesi açısından
değerlendirilmesi gereken bir husustur. Bakanlık; adli soruşturma sürecinde
Cumhuriyet Başsavcılığının başvurucunun ve olay yerinde gaz fişeği kullanan
polis memurlarının ifadelerini aldığını, olay anına ilişkin kamera kayıtlarını
temin etmeye çalıştığını, başvurucu hakkında adli rapor tanzim ettirdiğini ve
başvurucunun yaralanma olayından yaklaşık beş ay sonra Cumhuriyet
Başsavcılığına müracaatta bulunmuş olmasının delillerin toplanması açısından
başvurucuya düşen özen yükümlülüğüne aykırı olduğunu belirtmiştir. Bakanlığa
göre başvurucunun yaralanmasının polis müdahalesi sonrası gerçekleştiği iddiası
da makul delillerle desteklenememiştir. Bakanlık tüm bu nedenlerle başvurunun
açıkça dayanaktan yoksun olduğu görüşündedir.
30. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında bireysel
başvuru yapmak için daimî arama kararı verilen soruşturma dosyasında
zamanaşımını tüketmenin gerekmediğini ve başvuru için gerekli olan nihai bir yargısal
kararın da bulunduğunu belirtmiştir. Başvurucu suç duyurusunu geç yapmış
olmasının yaşı, hastalığı gibi geçerli mazeretlerden kaynaklandığını, ayrıca
Cumhuriyet Başsavcılığına geç başvurmuş olmasının -Taksim Meydanı’nı kaydeden
birçok kamera ve kendisinin tanıkları olması gözetildiğinde- delillerin
toplanmasına olumsuz bir etkisinin olmadığını savunmuştur. Başvurucu, olay günü
yaralanmasına ilişkin devlet hastanesi tarafından düzenlenen raporun makul bir
kanıt olduğunu, bu kapsamda etkin bir soruşturma yürütülmesi gerektiği hâlde
bunun yapılmadığını belirterek hak ihlali iddialarını yinelemiştir.
2. Değerlendirme
31. Anayasa’nın 17. Maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Kimseye işkence ve
eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya
muameleye tabi tutulamaz.”
32. Başvurucu; adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar
hakkı, kötü muamele yasağı ile etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmektedir.
33. İşkence ve kötü muamele yasağına ilişkin şikâyetlerin
devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri dikkate alınarak maddi ve usul
boyutları bakımından ayrı ayrı incelenmesi gerekmektedir. Devletin negatif
yükümlülüğü bireyleri işkence, insanlık dışı veya aşağılayıcı muameleye ya da
cezaya tabi tutmama sorumluluğunu içerirken devletin pozitif yükümlülüğü hem
bireyleri bu tür muamelelerden korumayı (önleyici yükümlülük) hem de etkili bir
soruşturma yoluyla sorumluların tespitini ve cezalandırılmasını (soruşturma
yükümlülüğü) içermektedir. İşkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutu,
negatif yükümlülük ile önleyici yükümlülüğü kapsamakta; pozitif yükümlülüğün
alanında kalan soruşturma yükümlülüğü ise usul boyutunu oluşturmaktadır (benzer
yöndeki inceleme usulünü içeren kararlar için bkz. Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 75; Mehmet Şah Araş ve
diğerleri, B. No: 2014/798, 28/9/2016, §64; Mustafa Rollas,
B. No: 2014/7703, 2/2/2017, § 49).
34. Somut olayda başvurucu, ayağından yaralanmasıyla sonuçlanan
olayın etkili bir şekilde soruşturulmadığının yanı sıra söz konusu yaralanmaya
neden olan eylemin bir devlet görevlisi tarafından gerçekleştirildiğini, başka
bir deyişle devletin maddi yükümlülüğünü de ihlal ettiğini ileri sürmüş ise de
başvuru formu ve ekleri ile hâlen devam eden soruşturmadaki deliller, söz
konusu iddiayı bu aşamada incelemeye imkân vermemektedir. Bu nedenle somut
olaya ilişkin değerlendirme, başvuruya konu olayın kendine özgü koşulları
dikkate alınarak Anayasa’nın 17. Maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında, sadece
devletin pozitif yükümlülüğüne bağlı olarak ve etkili soruşturma yükümlülüğü
bakımından yapılmıştır.
35. Başvurucu ayrıca yaralanma olayı ile ilgili olarak etkili
bir soruşturma yürütülmeyerek daimî arama kararı
alındığını, bu karar nedeniyle de Anayasa’nın 40. Maddesinde güvence altına
alınan etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini, kovuşturmaya yer olmadığı
kararına itiraz üzerine verilen Hâkimlik kararının gerekçesiz olması nedeniyle
de adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
36. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun gerekçeli karar verilmediği ve
etkili soruşturma yürütülmediğine ilişkin iddiaları Anayasa’nın 17. Maddesinin
üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağı çerçevesinde
incelendiğinden Anayasa’nın 36. Ve 40. Maddelerinden ayrıca bir inceleme
yapılmasına gerek görülmemiştir.
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
37. Somut başvuruda, başvurucunun yaralanmasıyla sonuçlanan olay
hakkında kasten yaralama suçundan Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından
yürütülmekte olan ceza soruşturması derdesttir. Bu nedenle başvuru yollarının
tüketilmesi kuralı açısından ayrıca bir değerlendirme yapılması gerekir.
38. Anayasa’nın 148. Maddesinin üçüncü fıkrasının ilgili kısmı
şöyledir:
“…Başvuruda
bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”
39. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. Maddesinin (2) numaralı
fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu
ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve
yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce
tüketilmiş olması gerekir.”
40. Anılan Anayasa ve Kanun maddelerinde yer verilen kanun
yollarının tüketilmesi koşulu, bireysel başvurunun temel hak ihlallerini
önlemek için son ve olağanüstü bir çare olmasının doğal sonucudur. Diğer bir
ifadeyle temel hak ihlallerini öncelikle idari makamların ve derece
mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması, kanun yollarının tüketilmesi koşulunu
zorunlu kılmaktadır (Necati Gündüz ve Recep
Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 20).
41. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının
anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak
ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle
temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece
mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve
bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403,
26/3/2013, § 16).
42. Diğer taraftan etkili bir başvurudan söz edilebilmesi için
başvuru yolunun sadece hukuken mevcut bulunması yeterli olmayıp bu yolun
uygulamada da fiilen etkili olması ve başvurulan makamın ihlal iddiasının özünü
ele alma yetkisine sahip bulunması gerekir. Başvuru yolunun ancak bir hak
ihlali iddiasını önleyebilmesi, devam etmekteyse sonlandırabilmesi veya sona
ermiş bir hak ihlalini karara bağlayabilmesi, bunun için uygun bir giderim
(tazminat) sunabilmesi hâlinde etkililiğinden söz etmek mümkün olabilir. Yine
vuku bulmuş bir hak ihlali iddiası söz konusu olduğunda tazminat ödenmesinin
yanı sıra sorumluların ortaya çıkarılması bakımından da usule ilişkin yeterli
güvencelerin sağlanması gerekir (Şafak Pınar
ve diğerleri, B. No: 2013/6945, 16/9/2015, § 61).
43. Öncelikle başvuru
yollarının tüketilmesi kuralı, bir soruşturmanın etkili olup
olmadığı yönünden inceleme yapılabilmesi için mutlak surette gerekli olmasa da
yürütülen soruşturmanın makul bir süreyi aşmaması şartıyla ilgili kamu
makamları tarafından nasıl sonlandırılacağının beklenmesi bireysel başvuru ile
getirilen koruma mekanizmasının ikincil niteliğine uygun olacaktır (Hüseyin Caruş,
B. No: 2013/7812, 6/10/2015, § 46).
44. Bir soruşturmanın açılmayacağını, soruşturmada ilerleme
olmadığını, etkili bir ceza soruşturması yapılmadığını, ileride de böyle bir
soruşturmanın yürütüleceği konusunda en ufak gerçekçi bir şans olmadığının
farkına vardıkları veya varmaları gerektiği andan itibaren başvurucuların
yaptığı bireysel başvurular kabul edilebilmelidir (Rahil Dink ve diğerleri, B. No: 2012/848, 17/7/2014, § 77).
45. Somut olayda, başvurucunun Cumhuriyet Başsavcılığına suç
duyurusunda bulunmasının ardından yapılan soruşturma sonucunda olayla ilgisi
olabileceği değerlendirmesi ile kimlikleri tespit edilen ve ifadeleri alınan
polis memurları hakkında yeterli delil elde edilmediği gerekçesi ile ek
kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmiştir (bkz. § 18). Başvurucuyu yaralayan
kişi ya da kişiler açısından ise 28/9/2015 tarihinde daimî arama kararı
verilmiştir (bkz. § 19). Bu tarihten sonra şüpheli araştırmasına dair herhangi
bir bilgi ya da belgenin soruşturma dosyasına girdiği tespit edilememiştir.
Buna göre daimî arama kararından sonra soruşturmada herhangi bir ilerleme
olduğu söylenemeyeceğinden Anayasa’nın 17. Maddesinin üçüncü fıkrasında güvence
altına alınan kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiası bağlamında etkili
bir başvuru yolunun somut olay özelinde bulunmadığı değerlendirilmektedir.
46. Dolayısıyla başvurucunun Anayasa’nın 17. Maddesinin ihlal
edildiği iddiasına dair başvuru yollarının tüketildiği sonucuna varılmıştır.
Başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığından başvurunun kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Genel İlkeler
47. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı
kapsamındaki pozitif yükümlülüğünün bir de usul boyutu bulunmaktadır. Bu usul
yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının
sorumlularının belirlenmesini, gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek
etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın
temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde
uygulanmasını güvenceye almak, kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı
olaylarda bunların sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap
vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve
diğerleri, § 110).
48. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka
aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. Maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye
tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde
Anayasa’nın 17. Maddesi “Devletin temel amaç
ve görevleri” kenar başlıklı 5. Maddedeki genel yükümlülükle
birlikte yorumlandığında etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını
gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve
cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu mümkün olmazsa madde,
sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet
görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan
kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, § 25).
49. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve
manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını
ve sorumluların ölüm ya da yaralama olayına ilişkin hesap vermelerini
sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması
yükümlülüğüdür. Diğer taraftan burada yer verilen değerlendirmeler hiçbir
şekilde Anayasa’nın 17. Maddesinin başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç
nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı, tüm yargılamaları mahkûmiyetle
ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına
gelmemektedir (Cezmi Demir ve diğerleri,
§ 113).
50. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve
cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın
etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için soruşturma makamlarının
resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine
yarayabilecek bütün delilleri toplaması gerekir. Dolayısıyla kötü muamele
iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir şekilde, hızlı ve derinlikli
yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle
öğrenmeye çalışmalı; soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek
için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdır. Bu kapsamda yetkililer
diğer deliller yanında görgü tanıklarının ifadeleri ile kriminalistik
bilirkişi incelemeleri dâhil söz konusu olayla ilgili kanıtları toplamak için
alabilecekleri bütün makul tedbirleri almalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114).
51. Devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında bazen tek başına
soruşturma yapılmamış olması yahut yeterli soruşturma yapılmamış olması da kötü
muamele teşkil edebilmektedir. Dolayısıyla şartlar ne olursa olsun yetkililer,
resmî şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmelidir. Şikâyet yapılmadığında bile
işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren belirtiler bulunduğunda soruşturma
açılması sağlanmalıdır. Bu bağlamda soruşturmanın derhâl başlaması, bağımsız
biçimde, kamu denetimine tabi olarak özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün
olarak etkili olması gerekir (Tahir Canan,
§ 25; Cezmi Demir ve diğerleri, §
116).
ii. İlkelerin Olaya
Uygulanması
52. Yukarıda belirtilen ilke kararlarında da vurgulandığı üzere
Anayasa’nın 17. Maddesinin gerektirdiği soruşturma, kural olarak olayın
gerçekleştiği koşulların belirlenmesini sağlayacak nitelikte olmalı; ayrıca
soruşturmada olay ve olgular ciddiyetle öğrenilmeye çalışılmalı ve soruşturmayı
sonlandırmak için aceleci bir tavırla temelden yoksun sonuçlara
dayanılmamalıdır.
53. Başvuru konusu olayda, kolluk kuvvetinin müdahalesi ile
meydana geldiği iddia edilen yaralanmaya ilişkin olarak 31/5/2013 tarihinde
Hastane tarafından bir adli rapor tanzim edilmiştir. Söz konusu raporda
başvurucunun darp şikâyetiyle müracaatta bulunduğu bilgisine yer verilmiş,
sadece sağ ayak arka yüzeyinde 2-3 cm’lik bir kesi
bulunduğu ve bunun sütüre edildiği belirtilmekle
yetinilmiştir (bkz. § 11). Buna göre kamu makamlarının kötü muamele iddiasını
söz konusu sağlık raporunun düzenlendiği 31/5/2013 tarihinde ilk kez öğrendiği
kabul edilmelidir. Cumhuriyet Başsavcılığının ise başvurucu hakkında düzenlenen
adli raporun hemen akabinde değil başvurucunun yapmış olduğu suç duyurusu
tarihinde (yaklaşık beş ay sonra) adli soruşturma başlattığı görülmektedir.
UYAP kanalı ile yapılan kontrolde Hastane tarafından başvurucu hakkında
düzenlenen adli rapora ilişkin olarak Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından
-başvuruda belirtilmeyen- başka bir adli soruşturma yürütülüp yürütülmediği hususunda
bir bilgi ya da belgeye de ulaşılamamıştır. Dolayısıyla soruşturmanın derhâl
başlatılma ilkesine uygun olarak yürütüldüğü söylenemeyecektir.
54. Cumhuriyet Başsavcılığı yapılan suç duyurusunun ardından
4/12/2013 tarihinde adli kolluğa yazdığı müzekkere ile şüpheli kimlik
bilgilerinin tespiti yönünde çalışma yürütmüştür. 5/12/2013 tarihinde ise
soruşturma dosyası için en esaslı delil olması muhtemel olan, olay anına
ilişkin kamera kayıtlarının temini için Emniyet Müdürlüğüne müzekkere
yazılmıştır. Bunun dışında başvurucunun tedavi kayıtları 30/1/2014 tarihinde
Hastaneden istenmiş ve söz konusu kayıtlar doğrultusunda ATK’dan
24/4/2014 tarihinde kesin adli rapor alınmıştır. Şüpheli olarak kırk iki polis
memurunun ifadesi suç duyurusundan yaklaşık iki ay sonra alınmaya başlanmış ve
iki hafta içinde ifade alım işlemleri tamamlanmıştır (bkz. § 13). Başvurucunun
ifadesi ise ilk olarak 22/1/2014 tarihinde alınmıştır (bkz. § 17).
55. Başvurucunun iddiasına konu ettiği yaralanma eyleminden
yaklaşık beş ay sonra kamu makamlarını olaydan haberdar etmesi başvurucuya
düşen özen yükümlülüğünün yerine getirilip getirilmemesi noktasında
değerlendirilmelidir. Bu değerlendirmede başvurucunun kendi özensiz hareketi
ile kamu makamlarını olaydan geç haberdar etmesi nedeniyle soruşturmada
delillerin en kısa sürede toplanması açısından güçlük ya da imkânsızlık ortaya
çıkması hâli gözetilmelidir. Diğer bir ifadeyle başvurucunun bu özensizliği
nedeniyle soruşturmada toplanması güç ya da imkânsız hâle gelen delillerin varlığı
durumunda kamu makamlarının yükümlülüklerini yerine getirmedikleri artık
söylenemeyecektir. Somut olayda başvurucunun olayı kamu makamlarına beş ay
kadar geç bildirmesinin adli soruşturmada hangi delilin toplanmasında güçlüğe
ya da imkânsızlığa neden olduğu -mevcut bilgi ve belgeler dâhilinde- Anayasa
Mahkemesince tespit edilememiştir. Kaldı ki başvurucu hakkında düzenlenen ilk
sağlık raporunun darp şikâyetine bağlı olarak düzenlenen bir adli rapor olduğu
hususu da gözetildiğinde başvurucunun özensiz tutumu nedeniyle ortaya
çıkabilecek delil kaybından bahsetmek zorlaşmaktadır.
56. Öte yandan başvurucunun iddialarının temelini oluşturan
olaya ait kamera kayıtları için adli kolluğa yazılan müzekkereye verilen cevap
sonrası herhangi bir işlem yapıldığına dair bir bilgi ya da belgeye soruşturma
dosyasında rastlanmamıştır. Somut olay özelinde maddi gerçeğin ortaya
çıkarılması açısından objektif delil niteliğindeki kamera kayıtları soruşturma
sonucunda yapılacak yargısal değerlendirmeye doğrudan etki etme potansiyeline
sahiptir. Buna göre Cumhuriyet Başsavcılığının söz konusu kamera kayıtlarını
adli kolluğun cevap yazısında bildirdiği ilgili adli soruşturma dosyasından
istemesi, söz konusu kayıtları izleyerek tutanağa bağlaması ya da bilirkişi
vasıtasıyla inceleterek bir raporla sonucunu tespit ettirmesi yollarını
denemediği görülmektedir. Ayrıca başvurucunun şikâyetine konu ettiği Taksim
Meydanı’ndaki gösteriye ilişkin olarak basın ajanslarında kamera ve/veya
fotoğraf kaydı olup olmadığı, olay yerine yakın güvenlik kamerası olup olmadığı
yönünde de bir araştırmaya Cumhuriyet Başsavcılığınca gidilmediği
anlaşılmaktadır. Ayrıca başvurucunun olaya dair görgüsü bulunduğunu iddia
ettiği tanıklarının da tespiti ile dinlenmesine gayret gösterilmesi maddi
gerçeğin ortaya çıkarılması açısından önem arz etmektedir. Söz konusu deliller
incelenmediği veya toplanmadığı için başvurucunun söz konusu gösteriye katılıp
katılmadığı bile yapılan adli soruşturmada açıklığa kavuşturulamamıştır.
Dolayısıyla Cumhuriyet Başsavcılığının soruşturmada gerekli delilleri
toplayarak bunun sonucunda bir yargısal değerlendirme yoluna gitme hususunda
özensiz davrandığı anlaşıldığından başvuru konusu olayda etkin soruşturma yapma
yükümlülüğüne uygun hareket edildiği söylenemeyecektir.
57. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. Maddesinin üçüncü
fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının usul boyutu itibarıyla
ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
B. Toplantı ve Gösteri
Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
58. Başvurucu, katılmış olduğu gösteriye kolluk kuvvetinin
orantısız güç kullanarak müdahalede bulunduğunu ve bu nedenle yaralandığını
belirterek hem kötü muamele yasağının hem de toplantı ve gösteri yürüyüşü
düzenleme hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
59. Anayasa Mahkemesi Ali
Rıza Özer ve diğerleri ([GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, § 62) ve Onur Cingil (B. No: 2013/7836, 16/4/2015,
§ 62) başvurularına dairkararlarında, kolluk
kuvvetinin orantısız güç kullanarak bir toplantıya veya gösteri yürüyüşüne
müdahalede bulunması nedeniyle hem kötü muamele yasağının hem de toplantı ve
gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddialarını içeren
başvuruları nasıl inceleyeceğini belirtmiştir. Anılan kararlarda kolluk
kuvvetinin kötü muamelesine maruz kalındığı şikâyeti sonrası adli makamlarca
yürütülen ceza yargılaması süreci ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme
hakkının ihlaline ilişkin iddianın bir bütün hâlinde incelenmesi gerektiği
vurgulanmıştır.
60. Kötü muamele yasağına ilişkin olarak yukarıda yapılan
değerlendirmede (bkz. § 57) etkin soruşturma yükümlülüğünün yerine
getirilmemesine bağlı olarak kötü muamele yasağının usul boyutu itibarıyla
ihlal edildiği sonucuna varıldığından toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme
hakkı açısından bu aşamada ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
Engin YILDIRIM bu görüşe katılmamıştır.
C. 6216 Sayılı Kanun’un
50. Maddesi Yönünden
61. 6216 sayılı Kanun’un 50. Maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1)
Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da
edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2)
Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili
mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan
hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava
açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme,
Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
62. Başvurucu, yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesi ile
maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
63. Anayasa Mahkemesinin
Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, ihlal
sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi
hususunda genel ilkeler belirlenmiştir.
64. Mehmet Doğan
kararında özetle uygun giderim yolunun belirlenebilmesi açısından öncelikle
ihlalin kaynağının belirlenmesi gerektiği vurgulanmıştır. Buna göre ihlalin
mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. Maddesinin
(2) numaralı fıkrası ile Anayasa İçtüzüğü’nün 79. Maddesinin
(1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali ve sonuçlarını
ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin
ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir (Mehmet
Doğan, §§ 57, 58).
65. Anayasa Mahkemesinin tespit edilen ihlalin giderilmesi amacıyla
yeniden yargılama yapılmasına hükmettiği hâllerde ilgili usul kanunlarında
düzenlenen yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak yargılamanın
yenilenmesi sebebinin varlığının kabulü ve önceki kararın kaldırılması
hususunda derece mahkemesinin herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Zira
ihlal kararı verilen hâllerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği
hususundaki takdir derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden
Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemesi Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken
işlemleri yapmakla yükümlüdür (Mehmet Doğan,
§ 59).
66. Başvuruda, Anayasa’nın 17. Maddesinde düzenlenen kötü
muamele yasağının usul boyutu itibarıyla ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin yargısal bir karara varmak için gerekli
olan deliller (özellikle kamera kayıtları) toplanmadan Cumhuriyet
Başsavcılığınca verilen ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karardan
kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
67. Bu durumda kötü muamele yasağı ihlalinin sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yeniden etkin bir adli soruşturma yapılmasında hukuki
yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden soruşturma ise 6216 sayılı
Kanun’un 50. Maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının
ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda Cumhuriyet Başsavcılığınca
yapılması gereken iş, öncelikle ihlale yol açan ek kovuşturmaya yer olmadığına
dair kararın ortadan kaldırılması ve nihayet ihlal sonucuna uygun kamera
kayıtları üzerinde gerekli incelemeler yapıldıktan sonra yeniden karar
vermekten ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden soruşturma
yapılmak üzere İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Soruşturma No: 2015/67628)
gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
68. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için
başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal
arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge
sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi
gerekir.
69. Başvuruda, kötü muamele yasağının usul boyutu itibarıyla
ihlal edildiği sonucuna varılarak yeniden etkin bir adli soruşturma yürütülmesi
amacıyla kararın bir örneğinin İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına
gönderilmesine karar verilmesinin yeterli bir giderim oluşturduğu
değerlendirildiğinden manevi tazminat talebinin reddine karar verilmesi
gerekir.
70. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 1.980
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
B. Anayasa’nın 17. Maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına
alınan kötü muamele yasağının usul boyutu itibarıyla İHLAL EDİLDİĞİNE
OYBİRLİĞİYLE,
C. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İNCELENMESİNE
GEREK OLMADIĞINA Engin YILDIRIM’ın karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
D. Kararın bir örneğinin kötü muamele yasağı ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,
E. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
F. 226,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.206,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
G. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve
Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
11/12/2018 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. İlgili başvuruda Mahkememiz çoğunluğu Anayasanın 17.
maddesinde güvence altına alınan kötü muamele yasağının usul boyutu yönüyle
ihlal edildiği sonucuna ulaştığından başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü
düzenleme hakkı açısından ayrı bir inceleme yapmayı gerekli görmemiştir.
2. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ifade
özgürlüğü ile olan yakın ilişkisini dikkate aldığımızda ve bu iki hak ve
özgürlüğün demokrasi için taşıdığı önemi de düşündüğümüzde, somut başvuruda
olduğu gibi başka bir hakkın usul boyutundan ihlali sonucuyla yetinilmesi
toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yönelik müdahalelerin yeterince
incelenmemesi sonucunu doğurabilecektir.
3. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı, çoğulcu ve
özgürlükçü bir demokratik düzenin ortaya çıkması, sürdürülmesi ve
geliştirilmesi bakımından şart olan düşüncelerin, özellikle de azınlık ve
muhalif görüşlerin korunması ve yayılmasını güvence altına almaktadır.
4. Bireylerin, sivil toplum kuruluşlarının ve çeşitli grupların
herhangi bir konuyla ilgili olarak tepkilerini, eleştirilerini ve taleplerini
barışçıl yöntemlerle ortaya koymaları çoğulcu demokrasilerin temel
özelliklerinden birini oluşturmaktadır. Toplantı veya gösteri yürüyüşüne
katılanların bir kısmının şiddete başvurmaları diğerleri açısından bu hakka
müdahaleyi meşru kılmaz. Bir toplantı ve gösteri yürüyüşünün yasadışı olması
veya yasalara aykırı olarak düzenlenmesi de tek başına toplantı veya yürüyüşün
barışçıl niteliğini ortadan kaldırmaz.
5. Somut olayımızda bir toplu gösteriye katılan başvurucu kolluk
kuvvetlerinin bu toplumsal olaya müdahale etmesiyle yaralanmıştır. Kolluk
kuvvetlerinin bu müdahalesinin kanuni dayanağı ve meşru amacı olmakla beraber,
demokratik toplum düzeni ve ölçülülük ilkeleri açısından gerekli olup,
olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.
6. Bilindiği gibi ölçülülük ilkesi, müdahalenin gerekli
olmasını; gerekli olması halinde ulaşılması istenen amaca elverişli araçların
kullanılmasını ve bu araçların kullanılmasında orantılı davranılmasını
içermektedir.
7. Somut başvuruda, bir kısım göstericilerin şiddete başvurması
nedeniyle yapılan kolluk müdahalesinin gerekli ve bu müdahalenin araçlarının
ulaşılmak istenen amaç açısından elverişli olmakla birlikte bu araçların
(olayımızda gaz bombası) orantılı bir şekilde kullanıldığını kabul etmek mümkün
değildir. Nitekim başvurucu atılan gaz bombasının kapsülüyle ayağından
yaralanmıştır. Gerçekleştirilen orantısız müdahale, bireylerin toplantı ve
gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı üzerinde caydırıcı bir etkiye neden
olabileceğinden demokratik toplum düzeni gereklerini de aşmıştır.
8. Sonuç olarak, başvurunun Anayasanın 34. maddesinde güvence
altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı yönünden de kabul
edilebilir olduğu ve başvurucunun söz konusu hakkının ihlal edildiği kanaatine
ulaşılmıştır.